30 Aralık 2020 Çarşamba

YILBAŞINDA HATIRLANAN KORONAVİRÜS

 


Bu iktidar;halka hiçbir şey vermeden,pandemi nedeniyle işleri bozulanlara parasal yardımlar yapmadan,halkımızdan sadece isteyen,halka yasak üzerine yasaklar koyan,halka koyduğu yasakları kendisi için yok sayan,her fırsattan kendi ideolojisi için ganimet elde etmesini çok iyi beceren,gerçekten yasakçı ve insafdan yoksun bir iktidar.

Yılbaşına,yılbaşı eğlencelerine ve yılbaşında halkın içki almasına karşılar ya,koronovirüs salgınını fırsat bilip,halka bir yılbaşı kutlamasını dahi çok gördüler.

Evet,umumi yerlerde,otellerde ve eğlence yerlerinde kalabalıkların toplanarak yılbaşı eğlencesi yapılmasını yasaklayabilirsiniz,halkın maske ve mesafe kuralını ihlal etmelerini önleyecek tedbirleri, alabilirsiniz.

Ancak bu tedbirlerde bir aşırılık, ayrımcılık ve çifte standart uygulamamak gerekir.

Halkın kalabalık topluluk haline gelmelerine ve mesafe kuralına uymamalarına yol açan organizasyonlar,kutlamalar yasaklansın ama,Allah'tan gelen bir pandemi nedeniyle, toplu Cuma namazlarına da yasak getirilmesi sanırım Allah'ı kızdırmaz,o yüce yaratık kullarını anlar ve günah yazmaz.

Hal böyleyken, siz kalabalık toplu Cuma namazlarını engellemeyin,halkın neredeyse evlerinde ve evlerinin önündeki yılbaşı kutlamasına kadar uzanan yasaklar getirin.

Olmaz böyle bir saçmalık.

Yılbaşı kutlamaları hakkında önemli uyarılarda bulunan Erdoğan, “Bütün güvenlik güçlerimiz tedbiri alacak. Bunlara müsaade etmemiz mümkün değil. Gerekli operasyonlar yapılır. İnsanımızın hayatı her şeyin ötesinde. Başta İçişleri Bakanlığıız olmak üzere her türlü tedbiri alarak bunların üzerine gidecek” ifadelerini kullanmıştır.

İçişleri Bakanı da yayınladığı genelge ile “Kovid-19 salgınıyla mücadelede alınan diğer önlemlerle birlikte, konaklama tesisleri ve kiralık villa benzeri yerler de dahil olmak üzere hiçbir mekanda yılbaşı partisi veya kutlama organizasyonu yapılmamasına yönelik gerekli planlama, koordinasyon ve denetim faaliyetleri eksiksiz şekilde yerine getirilecek." diyerek yılbaşı kutlamalarını yasaklamıştır.

Genelgedeki;”hiçbir mekanda “tabiri,ucu açık bir tabir olup,güvenlik güçleri evlerdeki kutlamalara dahi müdahale edebilecektir.

BOLU Valisi Ahmet Ümit de Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanından geri kalır mı hiç, o da Koronavirüs'le mücadele kapsamında yılbaşında alınan tedbirleri en üst seviyeye yükselterek,"Bir evde eğer normalin üzerinde insan varsa o evdeki herkese cezai müeyyide uygulanacak" şeklinde ferman çıkarmıştır.

Bolu Valisinin koyduğu yasakta yer alan “ Bir evde eğer normalin üzerinde insan varsa”tabirinden ne anlamak gerekecektir,kaç insan normal,kaç insan normalin üzerinde sayılacaktır?

Anlaşılıyor ki;insanlar,mesafeye dikkat ederek, yakınlarıyla bir evde toplanarak mütevazi bir yılbaşı kutlaması yaptıklarında dahi,acımasız ve işgüzar bir komşu ihbarı ile gözaltına alınacaklar,haklarında cezai işlem uygulanabilecek ve yılbaşıları zehir olacaktır.

Ama, toplu Cuma namazları serbest olacak,saraydaki sazlı ve sözlü davetler koronovirüse rağmen devam edecektir.

Böyle bir saçmalık olamaz.

Olursa da, bizim gibi muz cumhuriyetlerinde olur sanırım.

Tüm yasaklara rağmen;

Evlerinizdeki eğlenceniz; bol ve neşeli,

İçtiğiniz içkileriniz afiyet,

2021 yılı, olabildiğince mutlu ve sağlıklı,

Yapılacak bir erken seçimle,2020 yılı,bu yasakçı iktidarın son yılbaşısı olsun inşallah.31/12/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


28 Aralık 2020 Pazartesi

YENİ YILA GİRERKEN

 



Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre;1.Ocak.2021 günü,içinde bulunduğumuz 2020 yılının tamamlanarak sonlandığı ve içine gireceğimiz yeni yılın ilk günüdür.

Yılbaşı,İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır.Yılbaşı'nın, dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır.

Bunu karıştıran bazı dini kesim, biz Hristiyan değiliz,Müslümanız, yeni yılı kutlamayız diyerek, yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar.Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır.

Yılbaşı bir bayram değildir,bir takvim olayıdır.

İçinde bulunduğumuz 2020 yılının bittiği günü,yeni 2021 yılının ilk gününe bağlayan 31.Ararlık gecesi;pandemiden kaynaklı alınan yasak ve tedbirler nedeniyle,bu sene kutlayamayacak olsak da, normal koşullarda, insanların, evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında, masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlendikleri,yeni yılı kutlayarak karşıladıkları,yeni yıla mutlu bir şekilde girdikleri,bir gelenek ve kültürü yaşayıp yaşattıkları bir gecedir.

Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle, aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır,bunun bilincindeki insanlarımız, o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler,bu bir çelişki değil midir? Diye sorup düşünenler olabilir.

Ben, şahsen öyle düşünmüyorum,hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama, korkunun da ecele bir faydası yoktur,her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye,oturup ağlayacak da değiliz tabi.

Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak,insanların; gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri,gayeleri ve umutları vardır.İnsanlar; gayesiz,umutsuz, umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar,umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir.

İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için,her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir.

Örneğin,insanlar bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak,daha sonra evlenip yuva kurmak,çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak,emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için, yılların çabucak geçmesini, yeni yıllara ulaşmayı iple çekerler.

İşte,insanların bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi, yeni yılları ve yeni yılbaşılarını zorunlu kıldığı için,insanlar yaşlanmalarını,ömürlerinden kopup giden yılları düşünmezler bile.

Bana sorarsanız,sizler de;yaşlanacağım korkusuyla,ileriye dönük isteklerinizden, gayelerinizden, arzularınızdan, umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden, asla vaz geçmeyiniz,ileriye dönük gayeleri, beklentileri ve umutları olmayan insanların, yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız.

Bu vesileyle;pandemi nedeniyle,gelişini eğlenerek ve coşkuyla karşılayamayacak olsak da, hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2021'in;pandemiden kurtulacağımız ve sizlere sağlık,mutluluk,huzur,başarı, ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirecek bir yıl olmasını,gönülden diliyorum. 28/12/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

27 Aralık 2020 Pazar

ANAYASAL MEŞRUİYETİNİ YİTİREN BİR İKTİDAR



ATATÜRK'ün kurduğu ve halen hukuken yürülükte olan anayasasında; hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı, demokratik,laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyetini;üzülerek söylemek gerekirse,anayasal meşruiyetini yitirmiş ERDOĞAN'ın başkanlığındaki AKP iktidarı yönetir gözükmektedir.

Demokratik hukuk devletlerinde, seçimler;demokrasinin olmazsa olmaz zorunlu, ama yeterli tek koşulu değildir.

Evet,iktidarlar demokratik seçimlerle iş başına gelirler.

Ama bu yeterli değildir,seçimle işbaşına gelen iktidarlar; devletin,en başta anayasası olmak üzere, tüm yasalarına ve evrensel hukuk hukuk kurallarına uygun olarak ülkeyi yönetmekle mükelleftirler.

Seçmen oy verirken,seçtiği ve iş başına getirdiği iktidarın,mevcut anayasaya ve yasalara saygılı olacağını öngörmektedir.

Bu nedenle,iş başına gelen iktidarların,anayasaya ve yasalara bağlı kalmak ve iş başındayken, anayasaya uygun yasalar çıkarmak sorumlulukları vardır.

Siyasal iktidarlar; seçmen bizi seçti,artık biz anayasaya ve yasalara bağlı kalmadan, ülkeyi istediğimiz gibi,keyfi bir şekilde yönetebiliriz demeye hak ve yetkileri yoktur.

Aksi halde,halkın oylarıyla aldıkları emanete hiyanet etmiş ve seçimle kazandıkları meşruiyetlerini yitirmiş olurlar.

İşte,bugün ülkemizde bu manzara ile karşı karşıyayız maalesef.

Uzun süreden beri ülkemizi anayasal meşruiyetini yitirmiş AKP iktidarı yönetir gibi gözükmektedir.

Adalet devletin temelidir.

Buradaki adaletten maksat;hak,adalet ve hukuktur.

İş başındaki siyasal iktidar;ülkeyi, en başta anayasa olmak üzere, yasalara ve hukukun evrensel kurallarına açıkça aykırı bir şekilde yöneterek,anayasaya aykırı yasalar çıkarmaya kalkışarak, devletin temelini yok etmiş ve devleti yıkılma aşamasına getirmiştir.

Ülkeye,devletimize ve milletimize,bundan büyük ihanet olamaz.

AKP iktidarının başında bulunan,yasama,yürütme ve yargı yetkilerini tek başına uhdesinde toplamış olan tek adam konumundaki,denetlenemeyen ve hesap sorulamayan zat,koskocaman, saygın T.C.Devletini, babasının çiftliği gibi istediği şekilde, keyfi,anayasa ve yasa tanımaz bir şekilde yönetmeye kalkışmakta,elinde bulundurduğu aşırı yetkilerle,içeride ve dışarıda önüne gelene pervasızca meydan okumakta,bu yetkilerini dahi yeterli görmemektedir.

Anayasa Mahkemesinin;anayasaya göre herkesi ve her kurumu bağlayan hak ihlali kararlarına,korkusuzca meydan okumakta,Anayasa ahkemesinin, en son BERBEROĞLU hakkında verdiği kararda olduğu gibi, alt mahkemelere talimatlar vererek, bu kararı uygulatmamaktadır.

Avrupa Konyesi Üyesi olarak imzaladığımız,bağlayıcı, iç hukuktan ve anayasamızdan dahi üstün olan İnsan Hakları Sözleşmesine rağmen,İnsan Hakları Mahkemesinin DEMİRTAŞ hakkında verdiği hak ihlali ve derhal salıverilmesine ilişkin bağlayıcı kararını yok sayarak tanımamakta,takmamakta ve Avrupa Konseyi tarafından ülkemize yaptırım uygulanmasının,Avrupa Konseyinden ihracımızın,Avrupadan dışlanmamızın kapısını aralamaktadır.

ERDOĞAN; bu kontrolsüz ve denetlenemeyn yetkiyi ve gücü nereden almaktadır?Böyle bir gücü ve yetkisinin olmadığının bilince varmalıdır artık.

Bu milletin sağduyu ve sabrını kötüye kulanmaya hakkı yoktur.

ERDOĞAN;bu milletin,2023 de önüne konacak sandıktan başka kendisine ceza kesme olanağının olmadığını bilmenin rahatlığı içinde,bu hukuksuzluğa ve keyfiliğe devam edeceğinin,halk desteğini kaybettikçe daha fazla otoriterleşeceğinin işaretlerini vermeye devam etmektedir.

Belediyelere atanan kayyumlardan sonra, sıra muhalif dernek,vakıf ve sivil toplum örgütlerine gelmiş olup,buralara da, sudan sebeplerle el koyarak kayum atamanın yollarını açacak yasal düzenleme yapılmaktadır.

Yargının iddia ve karar ayaklarını eline geçirmesi yetmemiş gibi,yargının üç ayağından en önemlisi olan savunmayı da bölüp,parçalayıp yönenetmeye kalkışması yetmemiş gibi,avukatlık mesleğinin namusu olan, avukatların aynı zamanda yetkileri olan sır saklama vecibelerine de tırmık atarak, avukatları; meslekleri icabı,karşılıklı güvene dayalı olarak öğrendikleri müvekkillerine ait sırları ihbar etme alçaklığına alet etmenin hazırlığı yapılmaktadır.

Ülkede;el atıp oynamadıkları, gevşetmedikleri,laçka etmedikleri, çivisini çıkarmadıkları kurum bırakmamaya ant içmiş bir siyasal iktidar vardır karşımızda.Yetkiye ve halka saldıkları yasaklara,asla doymamaktadırlar.

ERDOĞAN;bu anayasa ve hukuk tanımayan icraatını;tarafsız ve partilerüstü cumhurbaşkanları için getirilen Türk Ceza Kanununda suç sayılan Cumhurbaşkanına hakaret suçunu ve bağımlı yargı sopasını kullanarak,korkusuzca ve fütursuzca uygulamaktadır.

Ülkemizde, cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılan soruşturma ve davalar, rekor seviyelere ulaşmıştır.EDOĞAN buna bakarak, hatanın; kendi yönetiminde ve tutumunda olduğunun farkına varmalıdır artık.

ERDOĞAN'ın 18 yıllık iktidarı döneminde, 200 den fazla yüksek korumalı cezaevi yapılıp hizmete açılmış ve inşaatları devam eden birçok cezaevi mevcuttur.

ERDOĞAN;özgürlükleri yok ederek,yargıyı esir alarak ve baskıcı yönetimiyle, ülkemizi;açık ve inşa ettiği cezaevleriyle de kapalı cezaevi haline getirmiştir.

ERDOĞAN;muhalefetten de, muhalefet partilerinden de memnun değildir. Muhalefete tahammülü yoktur.MHP gibi,CHP,İYİ PARTİ,HDP ve diğerlerini de kendisine biat etmesini beklemektedir.

MHP dışındaki muhalefet partilerinin kendisine biat etmememeleri nedeniyle,bu partileri de yola getirmenin hazırlığı içinde olduğunu,grupta yaptığı konuşmasında;"Muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır"sözleriyle dile getirmiştir.

Kazandırmak istediği yerli ve milli muhalefetin;kendisine biat eden,eleştirmeyen muhalefet olduğunda, hiçbir kuşku yoktur.

ERDOĞAN;oy oranı düştükçe,elindeki devlet yetkisini kötüye kullanarak, daha da otoriterleşecğinin,kendisini anayasa ve yasaların üzerinde göreceğinin,siyasi iktidarda kalabilmek için, özgürlükleri,muhalefeti tamamen yok edebileceğinin işaretlerini vermektedir.

Çok korkunç bir gelecek, bizi beklemektedir.

ERDOĞAN;aklını başına toplamalı,Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki beş daimi üye devleti suçlayarak,Dünya beşten büyüktür söylemini hatırlayarak,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de ERDOĞAN'dan büyük olduğunu,demokrasilerde iktidarın geçici olduğunu,korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğini kabul ederek, kendine gelmelidir artık. 27/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



24 Aralık 2020 Perşembe

SİZLER BU ÜLKEYE DAHA ÇOK ZARAR VERİYORSUNUZ

 



Neymiş efendim, DEMİRTAŞ teröristmiş.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin; EMİRTAŞ'ın derhal tahliyesine ilişkin kararı, bu beyleri bağlamazmış,bu karar bu beyleri rahatsız etti.Hukuk batıyor onlara,kabus görüyorlar adeta.

Sanki,T.C.bu beylerin babablarından miras kalan şahsi mülkleri.

Bu ülke;Kürdüyle Türküyle,Ermensiyle,Rumuyla ve sair etnik kökenden gelenleriyle,ayrımsız bir şekilde,tüm Türk Vatandaşlarınındır.

DEMİRTAŞ'ın terörist olup olmadığına yargı karar verir.

Velev ki;terörist, size ne?

AİHM derhal salıverilmesine karar vermişse;bu karar,imzaladığımız Uluslar arası anlaşmalara ve Anayasanın 90.maddesine göre, herkesi bağlar.

DEMİRTAŞ bir teröristtir, serbest kalırsa ülkeye zarar verir demeye, kimsenin hakkı yoktur.

Bu ülkenin menfaati için değil,kendi şahsi ve siyasi geleceğiniz için tehlikeli gördüğünüz,Kürt seçmen üzerinde etkili bir siyasetçi olan DEMİRTAŞ'ın serbest kalmasından, siyaseten korkuyorsunuz,ülkenin yararı selameti sizin umurunuzda bile değil.

Sizler, ülkenizi düşünüyor ve seviyor olsanız;komşu devletlerle iyi geçinirsiniz, anayasayı sürekli ihlal etmezsiniz,halkınızı hukuksuzluklarınızla boğmazsınız,ülkede terör estirmezsiniz,yargıyı bağımsız kılarsınız,basını özgür kılarsınız,yabancı sermayeyi ülkemizden kaçırmazsınız,devletin imkanlarını yap işlet devret yöntemiyle beş müteahhide peşkeş çekmezsiniz.Siz, bu olumsuzluklarınızla,terörist ilan ettiğiniz DEMİRTAŞ' dan çok daha fazla zarar veriyorsunuz bu ülkeye.

Devletimizi itibarsızlaştırıyorsunuz,altını oyuyorsunuz.

DEMİRTAŞ kararını yok sayan,biz bu kararı takmayız diyen, anayasaya ve hukukun üstünlüğüne meydan okuyan,Türkiye Cumhuriyetini kabile devleti mertebesine indiren böyle bir iktidar görmedi ve bir daha görmeyecek, bu ülke.

Yazıklar olsun.

Bize bu iktidarı reva görenler,oylarıyla bunları başımıza saranlar,ne kadar övünseler azdır(!) kına yaksınlar. 25/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



23 Aralık 2020 Çarşamba

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN DEMİRTAŞ KARARI T.C.DEVLETİNİ BAĞLAR

 


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Diaresi;DEMİRTAŞ'ın tutuklanması hukuki değil, siyasi bir karardır, derhal tahliye edilmelidir kararını vermiştir.

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; bu karala ilgili olarak yaptığı değerlendirmede;“AİHM terörle ilgili Türkiye’den giden her kararı onaylıyor. Daha kendi mahkemelerimizden bir karar çıkmadı. İç hukuk yolları tüketilmeden bu kararı alıyorlar. Türkiye aleyhine hareket ediliyor. Kendi adamlarını koruyorlar. Bu karar bizi bağlamaz” demiş.

Siz kimsiniz Beyefendi,T.C.Devletinin ve Hukukun üstünde misiniz?

Bağlar efendim, hem de bal gibi bağlar.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza koyan,Avrupa Konseyi Üyesi olan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini tanıyan ve bu mahkemeye üye hakim veren,bireysel başvuruyu kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devletini, bu karar bağlar.

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ı bağlaması gerekmiyor.Hukuka saygılı olmayan insanları bu karar bağlamaz tabi.

Ama, Anayasasına göre, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini bağlar.

ERDOĞAN,kendisini Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üzerinde mi görüyor yoksa?

ERDOĞAN'ın; siyasi rakibi DEMİRTAŞ'ı hapiste tutmak için T.C.Devletini bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını tanımama ve uygulatmama gibi bir yetkisi ve lüksü yoktur.

Asıl beşinci kol faaliyeti, işte tam da budur,yani;Anayasanın 90.maddesine göre;usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmünde olmasına,bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamamasına,usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacak olmasına rağmen,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin DEMİRTAŞ kararını yok saymak;T.C.Devletine zarar veren,itibarını ve güvenilirliğini yok eden, Avrupadan,uluslararası arenadan soyutlayan,Avrupa Konseyi Üyeliğini tartışılır hale getiren, beşinci kol faaliyetidir.

ERDOĞAN;kendisini T.C.Devletinin yasalara,anayasaya ve Uluslar arası anlaşmalara saygılı meşru bir Cumhurbaşkanı olarak kabul ediyorsa,DEMİRTAŞ'ı sevse de, sevmese de,bu karara saygı göstermek ve uymak,bu kararı yok saymamak zorundadır.Bu karar;gücüne gidiyorsa, Cumhurbaşkanlığını bırakıp gitmelidir.

Bu kadarı da fazla artık.

Bir hukuk devleti olan T.C.Devleti; ERDOĞAN'ın siyasi kaprisleri,kini,siyasi çıkarları ve hukuk tanımazlığıyla, demokrasi ve insan hakları liginde küme düşmüştür.

T.C.Devletini bu duruma düşürmeye; ne ERDOĞAN'ın, ne de bir başka kişinin hak ve yetkisi ve de haddi yoktur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına uymak,T.C.Devletinin egemenlik hakkının ihlali ve sınırlandırılması değildir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yetkisini ve bu mahkemeye bireysel başvuru hakkını tanıyan ve onaylayan ,Avrupa Konseyine üye olan,usulüne göre yürürlüğe konulan Milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğunu kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti;hukukun ve insan haklarının üstünlüğü adına,egemenlik hakkının sınırlanmasına zaten baştan razı olmuştur.

Zamanımızda;her alanda işbirliği ve dayanışma içinde olan devletlerin,sınırsız ve sonsuz egemenlik haklarından söz edilemez.Egemenlik hakları,Milletlerarası anlaşmalarla, karşılıklı olarak sınırlandırılmıştır.

Devletlerin gücü vardır,sınırsız egemenlik hakları yoktur.Askeri ve ekenomik olarak güçlü,hukuka ve insan haklarına saygılı ve itibarlı bir devletsen, egemenlik hakkın vardır.Aksi halde egemenlik hakkından bahsedemezsin,yetkisini baştan tanıdığın İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını yok sayarsan ve tanımazsan,egemen bir devlet olmazsın,sözde egemenlik hakkı gösterisi yapmış olursun,sana kimse inanmaz kendini güldürürsün.

Avrupa Konseyi de,ERDOĞAN'ın bu hukuk tanmaz tavrına karşı tavır almak zorundadır.

Bizim,Avrupa Konseyini göreve davet etmemizi; kimse,Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhinde tavır aldığımız,devletimizi Avrupa Konseyine ihbar ettiğimiz,DEMİRTAŞ'ı savunduğumuz şeklinde yorumlamaya kalkışmasın,biz hukuku ve hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunuyoruz sadece.Herkes, herşeyin farkındadır,herşey apaçık meydandadır,Türkiye Cumhuriyeti Devleti; ERDOĞAN değildir.ERDOĞAN yolcu,T.C.Devleti ise;hancı ve ilelebet kalıcıdır.ERDOĞAN seçimlerde gider,başka bir ERDOĞAN gelir, ancak T.C.Devleti ilelebet payidar olur.

Asıl olan, T.C.Devletinin itibarı, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı, saygın ve itibarlı bir devlet olarak varlığını sürdürmesidir.23/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


22 Aralık 2020 Salı

SON KALE DE YIKILDI

 



Yargının, Saray'ın emrine girdiği, biliniyordu.

Ancak,milletin yargıdan umudu,yine de tamamen kesilmemişti.

Milletimiz,hiç değilse Yargıtay,Sayıştay,Danıştay ve Anayasa Mahkemelerine az da olsa güvenmeye devam ediyorlardı.

Bu dahi,yargı adına bir umuttu.

Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesine aday üye seçimlerinde başgösteren kriz,yüksek mahkemelere olan güveni de yerle bir etmeye yetti.

Saray;tüm atamalarında,liyakatten çok sadakate önem veriyordu.Bu bilinen ve beklenen bir sonuçtu ve sarayın bu yerleşik tutumu,milletimizce hiç yadırganmıyordu.

Anayasa Mahkemesinin Yargıtay kontenjanından emekli olan üyesinin yerine yine Yargıtay kontonjanından Saray tarafından atanacak üyesinin belirlenmesi için üç aday üyeyi Yargıtay kendi üyeleri içinden yine kendisi belirleyecekti.

Saray'ın gönlünden geçen sadık kişi,henüzYargıtay üyesi bile değildi.

Sarayın gönlünden geçen ve sadakatini, imzaladığı kararlarla ispatlayan güvenilir kişi İrfan FİDAN olup;bu zat, İstanbul C.Başsavcısıydı ve Sarayın has adamıydı,bir dediğini iki yapmıyordu.Bu kişinin,Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi üyesi yapılması, kafaya konulmuştu.

Planlar yapıldı,önce Yargıtay üyeliğine atandı.

Henüz Yargıtayda mesai yapıp hiçbir karara tek imza atmadan,Anayasa Mahkemesi üyeliği seçiminde adaylığını ilan etti.

Yargıtay'ın en kıdemsiz ve çömez üyesiydi,bırakınız ayağının tozuyla Anayasa Mahkemesi üyesi seçimlerinde aday olmayı,Yargıtay'ın kapısından girerken,bir adım geri çekilerek diğer kıdemli üstad üyelere yol açıp,yol verip beklemesi ve kapıdan en son kendisinin girmesi gerekirdi.

Bunu yapmadığı gibi,utanmadan adaylıkta öncelik aldı.

Zira,emir büyük yerden gelmişti.

Herşey güzel de,Yargıtayda tek karara imza atmayan, henüz yargıtay üyeliğinde mesaiye başlamayan,kendisinden tecrübeli ve kıdemli Yargıtay Üyelerine saygı göstermeyen İrfan FİDAN'ı bir kenara koyalım,ona oy veren 107 Yargıtay üyesine ne demeli.İşte bizi ve Türk Milletini asıl üzen onlardı.

İrfan FİDAN'a hak etmediği oyları veren bu 107 Yargıtay Üyesi de,Saray'ın adamları olduklarını halkımıza gösterdiler ve yüksek yargıya olan son güveni de ayaklar altına aldılar.

Yargının ve adaletin son kalesi de yıkıldı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,bu yıkılan enkazın altında kaldı ne yazık ki.23/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




17 Aralık 2020 Perşembe

SEN DE GAVAT VE PEZEVENK MİSİN O ZAMAN?

 



Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu’nun; katıldığı bir televizyon programında, üniversiteler için:“Fuhuş evleri”demesi, akıl almaz bir skandaldır.

Bu adam kılıklı sözde profesör hakkında soruşturma açılmış güya.

Adamı, anında işten el çektirip kapının önüne koysanıza.

Bu adam kılıklı mahkuk'a sorsanız,Allah'a şükürler olsun ben Müslüman'ım der.

Adamın adına baksanıza,Ebubekir SOFUOĞLU,adından bile İslam akıyor.

Bu adamın sadece adında var İslamlık.

Bu adamın İslam olması için, önce adam ve insan olması gerekiyor.Adam olmadığına göre orada durmak lazım.

Bu rezil,üniversiteler fuhuş evleri diyerek,üniversitede okuyan kızlarımızı fahişelikle suçlamaktadır.

Bu, genel ve çok ağır,yüz kızartıcı bir suçlamadır.

Bu adam kılıklı mahluk'un bu sözlerinin altında;bize göre, kendisinin çirkin ve gerçekleştiremediği, bu nedenle içinde kalan ve şuur altında yer eden, cinsel bir isteğinin dışa vurumu yatıyor olmalı.

Üniversitede hocalığını yaptığı ve göz koyduğu bir genç kız tarafından reddedilerek haddi bildirilmiş olmalı ki;masum üniversiteli kızlarımızı fahişelikle suçlayan bu pespayeliği yapabilmiştir.

Bu adam kılıklı yaratığa sormak lazım;

Üniversiteler fuhuş evleri olduğu için mi,senin cenahında yer alan başı türbanlı inanç sahibi genç kızlarımız,bir zamanlar kendilerine konulan yasağa rağmen, üniversitelerin kapılarını aşındırarak bu yasağı delmek için çaba sarf ettiler,niyetleri fuhuş evlerine mi girmekti?

Üniversiteler fuhuş evleri ise,üniversiteden sorumlu,orada ders veren bir öğretim üyesi olarak; sen de gavat ve pezevenk misin,onu mu anlatmak istedin,üniversiteler fuhuş evleri demekle?

Bak, utanmadan ve sıkılmadan söylediğin bir söz; nerelere kadar uzanıyor,insanların akıllarına neler geliyor,haydi bakalım bu soruların cevaplarını da sen düşün ve kamuoyu ile paylaş.18/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Aralık 2020 Salı

SEÇİM FALAN YOK DİYE BOŞUNA YAZMADIK

 



Bu ülkenin bazı muhalefet partilerinin saf ve iyi niyetli lider kadrosunun,erken seçim beklentisi içine girerek,zaman zaman erken seçim tarihi dahi vermeleri nedeniyle,makaleler yazmış ve bu ülkede,normal koşullarda gidici olduklarını gören AKP iktidarının, bırakınız erken seçim yapmayı,2023 de zamanında dahi seçim yapmayacağını dile getirmiştik.

Bizimkisi, sadece yaşananlara bakıp değerlendirme yaparak ulaştığımız bir öngörüydü.

AKP iktidarının başı,başarısız olduğunu,ülkenin sorunlarını çözmek bir yana, sorunlara sorunlar eklediklerinin ve bir çıkmaz sokağa girdiklerinin,bu koşullarda yapılacak bir demokratik seçim sonunda iktidarı sandıkta kaybedeceklerinin farkındaydı.

Bu nedenle, daha önünde üç yıllık iktidar dönemi olan ERDOĞAN'ın;haklı olarak, bir erken seçimle,iktidarının üç yıl önce sonlanmasını istememesi çok doğaldır.

Biz daha da ileriye giderek,bırakınız erken,zamanında dahi seçim yapılmayacağını dile getirmiştik.

Niçin bu sonuca vardık derseniz?

İktidarın uygulamaları,hiç gidici gibi görüntü vermemeleri,iktidarda kalmaya devam edecek gibi, büyük bir rahatlık içinde bulunmaları,Türkiye Cumhuriyetini AKP parti Devleti ve bir anonim şirket gibi yönetmeleri,israf ekonomisini sürdürmeleri,yazlık ve kışlık saray inşaatlarına aynı hızla devam etmeleri,biz yapıyoruz ama,acaba seçim kaybedersek oturma fırsatı bulamayız gibi bir kaygı hissetmemeleri,koltuklarına ve saraylarına,iktidar geleceklerine, garanti gözüyle bakmaları,tüm kurum ve kuruluşlarıyla devlet içindeki yapılanmaları ve iktidarlarını sürdürme konusundaki her türlü yasal tahkimata hız vermeleri ve gözü karalıkları.

Bunları hep birlikte değerlendirdiğimizde, böyle bir öngörüye vardık.

Bugün,sarayın etkisiz ama ağzı sadece laf yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt ÇAVUŞOĞLU,bakanlığının bütçe görüşmelerinde mecliste öyle bir laf etti ki;baklayı ağzından kaçırdı.

İYİ Parti Milletvekili Ahmet Erozan'ın "Bütçeyi iktisatlı kullanın. Yılın ikinci yarısı alacağız" sözlerine cevap niteliğinde yaptığı konuşmasında;"Hayrola, ne oluyor? Siz de mi Biden'dan umut bekliyorsunuz yoksa? Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz. Yoksa darbe beklentiniz mi var nereden devralacaksınız, kimden devralacaksınız?"ifadelerini kullandı.

Mevlüt ÇAVUŞOĞLU;ne demek istiyor?

Ülkede seçim yok derken,erken seçi mi yok demek istiyor?

Hayır,erken seçim yok demek istemiyor.Zira,konuşmasına devamla;seçim olsa da,iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz,itidarı nereden ve kimden devralacaksınz? Diye soruyor.

Velev ki;farz edelim ki; seçim olsa da,iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz,iktidarı nereden ve kimden devralacaksınız demek, ne anlama geliyor?

Çok açık bu beyanların anlamı.

Öncelikle;ne erken ve ne de zamanında seçim yok,hiç beklemeyiniz,

İkinci olarak da;velev ki;seçim olsa da, seçim sonuçları bizim aleyhimize çıksa da,muhalefete iktidarı devretmeyeceğiz,biz iktidarı devretmezsek,iktidarı;seçim kaybeden bizden,bizim yapacağımız darbeye yönelik,bir karşı darbe ile mi devralacaksınız,buna gücünüz yetecek mi? demek istiyor olmalı.

ÇAVUŞOĞLU Efendi;muhalefet, iktidarı erken veya zamanında yapılacak demokratik seçimleri kazanarak,milleten,sandıktan devralacak, bunu bilmeyecek ne var?

Demek ki;sizin,milletin bilmediği, başka bildikleriniz var olmalı.

Siz, demokratik seçimlere rağmen,milletin iradesine uymaz ve bir oldu bitttiyle elinizdeki devlet gücünü kullanarak,bir darbe yapıp, iktidardan gitmezseniz,bu millet sizi zorla seçim sonuçlarına göre iktidardan uzaklaştırmasını bilir ve milletin bu demokratik refleksine de, darbe denmez, direnme hakkı denir, efendi.

Bu ülke babanızın tapulu malı değil,korkunun ecele faydası yok.

Aklınızı başınıza toplayınız.15/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Aralık 2020 Pazartesi

ÜLKENİN ÇIKARLARI İLE SİYASAL İKTİDARIN ÇIKARLARI ÇATIŞIRSA

 



Siyaset kurumu niçin vardır?

Seçim kazanarak, ülkeye ve ülke insanına,onların çıkarları ve yararları doğrultusunda hizmet etmek için değil mi?

Evet öyledir,öyle olması da,çok doğal ve zorunludur.

Bunun için,iş başındaki siyasal iktidar ve onun başı olan kişinin çıkar ve yararlarının,ülkenin ve halkın yarar ve çıkarlarıyla çelişmemesi ve çatışmaması gerekir.

Normal olarak,siyasal iktidar ile ülke ve ülke insanlarının çıkar ve yararları çatışmaz,paralel seyreder.

Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda,18 yıl tek başına ülkemizi idare eden ülkenin yaklaşık 2,5 trilyon dolarını harcayarak hazineyi boşaltan,buna rağmen halkımızı işsiz ve yoksul bırakan, ekonomisini çökerten,özgürlükleri yok eden, borç bulmakta, borçlarını ve borçlarının fazilerini,yine daha yüksek faizlerle aldığı yeni borç ve kredilerle ödemekte dahi zorlanan, yasama,yürütme ve yargı erkini tek başına elinde tutan tek adam ERDOĞAN iktidarının çıkar ve yararlarıyla,ülkemizin ve halkımızın çıkar ve yararları, maalesef çatışma halindedir.

Yasama,yürütme ve yargı erklerinin tüm yetkilerini tek başına elinde tutan,ülkenin her sorununu tek başına çözmeye ve ülkeyi yönetmeye kalkışan ve bunda da başarılı olamayarak,ülkeyi yönetilemez kılan,seçmen nezdindeki tüm kredisini hoyratça kullanarak yok eden,önümüzdeki seçimleri kaybedeceği kesinleşen ERDOĞAN; yapılacak ilk seçimlerde koltuğunu kaybetmemek için, özgürlükleri daha da kısacak,batının zorlamasıyla,ekonominin düze çıkması için kamuoyuna ilan ettiği adalet hukuk ve demokrasi reformunu, asla gerçekleştiremeyecektir.

Yargının bağımsız olması,düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması,toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerinin sınırlarının genişletilmesi, uyguladığı politikalara zarar vereceği ve muhalefetin daha da güçlenmesine neden olacağı,bunun sonunda iktidarda kalmasının daha da zorlaşacağı için,ERDOĞAN;kendisinin siyasal yarar ve çıkarlarına zarar veren,kendi siyasal çıkarlarıyla çelişen,ama halkın yararına ve çıkarlarına uygun olan bu reformu gerçekleştirip uygulamaya sokamayacaktır.

Bu nedenle,ABD ve AB ülkelerinin;ülkemizi, adalet ve demokrasinin asgari koşullarının içine sokmak amacıyla,ülkemizle ilgili olarak uygulamaya koymak istedikleri zorlayıcı yaptırımlarla,halkımızın da çıkarlarına uygun adalet ve demokrasi reformunun siyasal geleceğine vereceğini düşündüğü zarar arasında sıkışıp kalan ERDOĞAN'ın;kendi siyasal çıkar ve yararlarına öncelik vereceğini,reform vaadinin sözde kalacağını,buna rağmen,sonuç olarak kaybedenin, yine de ERDOĞAN olacağını söylemek, kehanet olmayacaktır. 14/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

13 Aralık 2020 Pazar

YAĞMUR TAMAM SIRADA DOLAR VE DÖVİZ DUASI OLMALI

 


Millet aya biz yaya.
Millet,çağdaş bilime dayalı eğitim yaparak kalkınıyor,sürekli iyiye ve ileriye doğru gidiyor,biz ise;dinin dogmatik ve katı esaslarına dayalı, düşünmeyi,sorgulamayı,yenilenmeyi ve pozitif bilimi öngörmeyen dini eğitimi, giderek yaygınlaştırmanın uğraşı içindeyiz.
Bu nedenle; ne düşünce,ne bilim ve ne de sanayileşme yönünde bir adım ilerliyemiyor ve sürekli gerilere gidiyoruz.
Bu sene; küresel ısınmaya, doğayı hoyratça kullanmaya dayalı olarak, havalar kurak gitti ve bir türlü mevsim yağmurlarını yaşayamadık.
Eksik olmasınlar, bizim Diyanet İşleri Başkanımız da olmasa,yağmursuzlutan barajlar kuruyacak ve susuzluktan kırılacaktık.
Milletimizi düşünen,herşeyi bilen,nefesi ve dini bilgileri kuvvetli Diyanet İşleri Başkanımız devreye girip, Cuma hutbesinde camilerimizde yağmur duası yaptırdı da, Allah'a derdimizi iletti ve ülkemiz birden yağmura kavuştu,ben de Kuşadası'ndayım ve şu anda ve iki günden bu yana sürekli yağmur yağıyor,Diyanet İşleri Başkanımızdan Allah razı olsun, tuttuğu altın olsun!
İroni bir yana,şu Diyanet İşleri Başkanının yaptığı maskaralığa bir bakar mısınız?
Meteoroloji,ülke çapında aşırı yağmur yağacak uyarısı yapmış olmasına rağmen,bir mucize yaratma peşinde koşan ATATÜRK düşmanı Diyanet İşleri Başkanı,yağmur duası yaptırıyor ve bir doğa hareketi olan yağmurun yağışında bile, din simsarlığına soyunuyor.
Ülkemizde,dinin siyasete karıştırılması yetmiyormuş gibi;din, şimdi de yağmura,doğa olaylarına bulaştırılıyor ve istismar ediliyor.
Diyanet İşleri Başakanına buradan bir öneride bulunuyoruz.
Merkez Bankasının dolar ve döviz rezervleri eksilerde,hazine bomboş,yağmuru dua ile yağdırdığına göre,o kuvvetli imanını ve nefesini bir de dolar ve dövize kullanıp şöyle derin bir üflemede bulunsa da,Merkez Bankasının kasaları dolar ve dövizle doluverse, fena mı olur?
Başkan,haydi bekliyoruz Türk Milleti olarak,bir dua edip üfle de,hazinemiz parasızlıktan kurtuluversin!
Allah,sizlere akıl fikir versin!
Hepinize iyi,güzel ve keyifli pazarlar.13/12/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Aralık 2020 Perşembe

DEMOKRASİ VE DEMOKRASİYİ ONARMA İTTİFAKI

 



AKP iktidarının ve başının; ülke demokrasisini,ekonomisini,rejimini,milletin birlik ve beraberliğini kökünden yok ettiği,ülkemiz için tek çıkış yolunun,Recep Tayyip ERDOĞAN başkanlığındaki AKP iktidarından kurtulmak olduğu, inkar edilemez bir şekilde açığa çıkmış bulunmaktadır.

Ülkenin içine girdiği demokrasi ve ekonomi kaosundan kurtulması için,ilk önce ERDOĞAN başkanlığındaki AKP iktidarının, demokratik yollarla iş başından uzaklaştırması şarttır.

Siyasal İslam soslu,partili Cumhurbaşkanlığı Hükumet sisteminin ülkemize getirdiği felaket, herkesin gözleri önünde durmaktadır.

Ülkenin; tekrar, insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı, laik demokrasiye geri dönebilmesi,ekonomik sorunlarını çözebilmesi için,AKP iktidarından kurtulması,sadece zorunlu bir ön koşul olup,tek başına yeterli değildir.

AKP iktidarından kurtulduktan sonra,yeni seçilen Cumhurbaşkanı ve meclis çoğunluğunun uyumlu bir şekilde çalışarak,daha demokratikleştirilmiş,kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sisteme geçmek,siyasi partilerdeki lider sultasına son vermek,parti disiplinini gözeterek parti içi demokrasiyi sağlamak,milletvekili adaylarının belirlenmesindeki parti lider sultasına son vererek, demokratik yöntemleri hayata geçirmek için Anayasa,Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarında gerekli değişikleri yapmaları zorunludur.

Bu değişiklikleri yapabilmek için,AKP iktidarına son vermenin yanısıra,parlamenter sistemi ve demokrasiyi hedefleyen tüm muhalefet partilerinin, mecliste büyük bir çoğunluğu sağlamaları şarttır.

Bunun için,Cumhur İttifakının dışındaki tüm muhalefet partilerinin,önümüzeki seçimler için güç birliği yapmaları,Millet İttifakının genişletilerek bir demokrasi ve demokrasiyi onarma ittifakının kurularak seçimlere gidilmesi zorunludur.

Muhalif tüm partilerin ve seçmenlerinin,sen ben kavgası yapma,birbirlerini şucu bucu diyerek suçlama ve birbirlerine burun kıvırma,özellikle ana muhalefet partisi CHP seçmenlerinin;bu ortamda canla başla samimi olarak çalışan ve iktidarı korkusuzca eleştiren,somut çözüm önerileri sunan KILIÇDAROĞLU'nu beğenmeme ve dışlama,hatta partinin oylarına menfi etki yapacak, ağır eleştirilerde bulunma lüksleri yoktur.

Bugünkü AKP ve MHP ittifakından oluşan mevcut iktidardan memnun olmayan muhalefet partileri ve seçmenleri, bilmelidirler ki;muhalefetin,aralarında ittifak kuramayarak bölünmeleri, iş başındaki ikidarın yararına olacaktır.Zaman birlik ve beraberlik zamanıdır.

Özellikle, muhalefet partilerinin seçmenlerine büyük görevler düşmektedir. Seçmenlerin;ne kendi partilerinin, ne de ittifaka dahil olacak diğer muhalefet partilerinin liderlerini dört dörtlük ve kusursuz bir lider olarak arzulama lüksleri yoktur.

Burada ortak payda,ülkeyi felakete sürükleyen AKP iktidarından demokratik yollarla kurtulmak,parlamenter sisteme ve şeffaf ve özgürlükçü demokrasiye dönmenin yolunu açmak olmalıdır.

Bu konuda,muhalefet partilerinin lider ve yönetim kadrolarına önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir.

AKP iktidarından memnun olmayan,demokratik parlamenter sisteme tekrar geri dönülmesini gönülden arzu eden muhalefet partileri ve onların lider ve lider kadroları, demokrasi ittifakı adı altında birleşmek ve güç birliği yapmak zorundadırlar.

Bunun için, partilerin lider kadroları bir araya gelerek,partili cumhurbaşkanının tüm yetkileri üzerinde topladığı bugünkü ucube sisteme son vererek,demokratik ve güçlü bir parlamenter sisteme dönüş ve parlamenter sistemi daha demokratik ve güçlü hale getirmek için Anayasa,Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları en başta olmak üzere diğer ilgili yasalarda köklü değişikleri yapma konusunda anlaşmalılar ve bunu bir protokole bağlayarak, kamuoyu ile paylaşmalılar.

Tüm muhalif seçmenlerin kolaylıkla benimseyebilecekleri,mazisi temiz,liyakatli, deneyimli,şu anda aktif politikanın içinde bulunmayan,insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasinin ilkelerini içselleştirmiş,parti liderlerinin dışında,seçmenlere güven verici,ittifakın üzerinde anlaştığı ve protokole bağladıkları ilkelere bağlı kalacak ortak bir Cumhurbaşkanı adayı üzerinde anlaşarak ilan etmelidirler.

İttifaka dahil partilerin lider ve lider kadrolarından bir kişi,asla cumhurbaşkanı adayı olmamalı ve milletvekili olma şanslarını yitirmemelidirler.

İttifaka dahil olacak partiler;parlamenter sisteme dönülerek demokrasinin onarımı tamamlandıktan sonra, dönem sonu beklenmeden yenilenecek bir seçimle, parlamentonun demokratik bir şekilde yeniden oluşturulması,parlamentonun kendi içinden bir kişiyi tarafsız bir Cumhurbaşkanı seçerek,onun da Başbakanı,Başbakanın da bakanları belirleyerek parlamenter sisteme hukuken ve fiilen geçilmesi üzerinde anlaşmalıdırlar. 10/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


7 Aralık 2020 Pazartesi

KILIÇDAROĞLU CUMHURBAŞKANLIĞINA ADAY OLAMAZ VE OLMAMALI DA!

 



Bugün (07/12/2020) KILIÇDAROĞLU Meclisteki Bütçe maratonunda güzel bir konuşma yaptı ve konuşmaları,rahatsız olan AKP'li milletvekilleri tarafından sık sık kesilerek,kendisine AKP sıralarından sataşılarak laf atıldı.KILIÇDAROĞLU da,bu sataşmalara, en münasip şekilde cevaplar verdi.

Bu durum; bize,rahmetli DEMİREL'in Meclisteki Bütçe konuşmalarını,kendisine sataşarak laf atanlara verdiği cevaplarla attığı golleri hatırlattı.

KILIÇDAROĞLU'na atılan sözlerden biri de,”aday ol” sözüydü.

AKP'liler istiyorlar ki;KILIÇDAROĞLU, Cumhurbaşkanı adayı olsun ve seçilemezse,meclis dışında kalsın milletvekili dahi olamasın ve dokunulmazlığını yitirerek onu yargılayalım, CHP'ye güç kaybettirelim.

Bize göre,KILIÇDAROĞLU da;aday olur da seçilemezsem, milletvekili de olamayacağım, meclis dışında kalarak dokunulmazlığımı kaybedeceğim ve olası bir AKP iktidarı, beni taraflı yargıya teslim eder ve mecliste bekleyen fezlekeler devreye girerek başım belaya girer diye düşünüyor olmalıdır.

Böyle düşünmekte haklıdır da.

Evet,KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı olma lüksü yoktur bize göre.

Meclis dışında kalma,Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olma olasılığı vardır.Canla başla çalışmasına,kaybettiği manevi tazminat davalarıyla mal varlığı yok olma tehlikesine girmesine rağmen,oturdukları rahat koltuklarından KILIÇDAROĞLU'nu ağır şekilde eleştiren ve sevmeyen,AKP'nin ülkeye verdiğ zararın farkında olmayan, değerleri kendilerinden menkul CHP'li geçinen azımsanamayacak sayıdaki seçmenlerin varlığı, bizi de endişeye sevk etmektedir.

BU nedenle,KILIÇDAROĞLU aday olmak istememekte yerden göğe kadar haklıdır.

İyi Parti Genel Başkanı AKŞENER,seçilemeyeceğini bildiği halde aday oldu da ne oldu?

Milletvekili seçilme imkanını kendi elleriyle tepti,Cumhurbaşkanı seçilemediği gibi,Meclis dışında kaldı ve meclis grubunu,mecliste yalnız bıraktı. Bugün,milletvekili olamadığı için, Meclisteki Bütçe görüşmelerine katılamadı ve konuşma yapamadı.Dokunulmazlık da kazanamadı.

Önümüzdeki seçimler,parlamenter sisteme geçiş için bir referandum ve AKP iktidarından kurtulmak için yapılacak bir demokrasi savaşıdır.

Bu nedenle,yapılması gereken,AKP ve MHP koalisyonunun oluşturduğu Cumhur İttifakı karşısında bir demokrasi cephesi oluşturarak,HDP dahil tüm muhalif partileri bir araya getirmek,tüm partilerin oy verebilecekleri ve ilk turda kazanma potansiyeli olan liyakatli,kaliteli ve tanınmış ama yıpranmamış bir isim,ortak aday olarak belirlenmelidir.

Geçtiğimiz seçimlerde dilimizde tüy bitti,Millet İttifakı olarak ortay aday belirleyin ve ortak aday ile seçimlere giriniz diye.Ancak,Ekmelettin örnek gösterilerek,ilk turda her parti kendi adayını göstersin,oylar bölünsün ve iş ikinci tura kalsın dediler.

Biz de yazdık ve sorduk,ikinci tur garanti mi?Eldeki kuş, daldaki kuştan değerlidir dedik,dediğimiz çıktı ve adam ilk turda atı aldı Üsküdarı geçti ve ilk turda işi bitirdi.

Bu nedenle;önümüzdeki, erken ya da zamanında yapılacak seçimlerde,demokrasi cephesi oluşturulmalı ve mutlaka ortak aday gösterilmeli, iş ilk turda bitirilmelidir.

Bu ekonomik kaos ortamında, başarısız olan AKP MHP Koalisyonunu sandıkta ilk turda yenemeyecekseniz,bu gücü ve inancı taşımıyorsanız, bu işe hiç girmeyiniz.

Bırakınız,AKP ülkeyi Katar'a satsın ve hepimiz rahat edelim! 07/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6 Aralık 2020 Pazar

COVİD 19 MESLEK HASTALIĞI SAYILMALIDIR



Yaklaşık bir seneden beri ülkemiz dahil tüm Dünya ülkeleri, Covid 19 denen virüs salgını ile mücadele halinde,milyonlarca insan,bu virüsten öldüler,sağ kurtulabilenleri de dahil ettiğimizde, milyonlarca kişi bu virüsten hastalandılar.

Covid 19 hastalarını kimler tedavi ediyorlar? Tabii ki; doktorlar ve yardımcı sağlık personeli.

Covid 19 hastalarını tedavi etmek için canla başla çalışan sağlık mensuplarının,alınan tüm önlemlere rağmen azımsanamayacak bir bölümü,görevlerini icra ederlerken,tedavileriyle uğraştıkları hastalardan bu virüsü kaparak hastalandılar ve bazıları da, maalesef hayatlarını kaybettiler.

Ölen sağlık personelinin geride bıraktıkları eşleri ve çocukları,destekten mahrum kaldılar.

Doktor ve diğer sağlık personelinin görevleri nedir?

Ölmek değil,hastalanan insanları tedavi ederek yaşatmaktır.

İçinde bulunduğumuz pandemi dışındaki normal koşullarda, doktor ve diğer sağlık personelinin hastalarından virüs veya bakteri türü mikrop kaparak, ölümcül bir şekilde hastalanmaları ve hayatlarını kaybetmeleri, çok zayıf bir ihtimaldir.

Ancak, içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında, covid 19 virüsünün insanlara çok kolay bir şekilde geçebildikleri,aldıkları tüm önlemlere rağmen, sağlık personelinin hastalarından bu virüsü kaparak hastalandıkları ve hayatlarını kaybettikleri, yaşanarak görülmüş olup,bu nedenle sağlık personeli büyük bir risk altındadırlar.

Bir benzetme yapacak olursak,sağlık personeli barış ortamında değil,sürekli ölüm tehdidi altında ve adeta bir savaş ortamında ve cephede savaşan asker konumundadırlar.

Askerin;subay ve astsubayından erlerine kadar, asli görevleri;ülkelerini ve ülke insanlarını, dış tehlikelerden korumak için, düşmanla harp etmek ve gerekirse ölmektir. Asker,öleceğini bilerek bu mesleğe girer,doktor ve diğer yardımcı sağlık personeli ise;ölmek için değil, yaşatmak amacıyla bu mesleğe girerler.

Asker;ölümü göze alarak bu mesleğe girmiştir.Asli görevi,savaşark öldürmek ve ölmektir.

Ölmek askerlik mesleğinin doğasında vardır.

Buna rağmen,savaşta veya benzeri bir görevi icra ederken ölen asker, şehit sayılarak,yasaların şehitlere tanıdıkları haklardan onların yakınları nasıl yararlanıyorlarsa,ki; buna, polislerimiz de dahildir,olağanüstü pandemi koşullarında sağlık hizmetinin en ön cephesinde ölümcül virüs ve bakrerilerle savaşarak sağlık hizmeti verirlerken hayatlarını yitiren sağlık personelinin günahı nedir de, bunlara şehit statüsü tanınmamakta direniyorsunuz?Bu haksızlığı ve vurdum duymazlığı anlamak mümkün değildir.

Doktorlarımızın ve yardımcı sağlık personelimizin,Covid 19 ile mücadelesinde, onların motivasyonlarını ve geride bırakacakları aile yakınlarını düşünerek,Covid 19'u meslek hastalığı sayacak yasanın, acilen çıkarılması için,AKP ve MHP koalisyonunu ve ERDOĞAN'ı göreve davet ediyoruz. 07/12/2020


Güner YİĞİTABAŞI

Hukukçu

 

5 Aralık 2020 Cumartesi

DÜNYA KADIN HAKLARI GÜNÜ

 



Bugün;5.Aralık,DÜNYA KADIN HAKLARI GÜNÜ olarak kutlanıyor.

Bu 5 Aralık gününün;Türk kadınları için çok daha farklı bir önemi ve değeri vardır.

Zira,5 Aralık 1934 tarihinde, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri gerçekleşti ve Türk Kadınları, milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip oldular.

ATATÜRK'ün başında bulunduğu gencecik Türkiye Cumhuriyeti;bizim kadınlarımıza,seçme ve seçilme haklarını,86 sene önce,çok sayıdaki medeni Avrupa ülkelerinden önce tanımış oldu.

Ancak,86 yıl sonra,bugün bakıyoruz,ne yazık ki;kadınlarımız hala çoğu haklardan yoksunlar.

Kadın;hala, erkeğe nazaran ikinci sınıf insan muamelesi görmekte,erkeklerin gölgesinde ve onların müsaade ettiği oranda, insan olmanın doğal sonucu olan çoğu haklardan kısıtlı olarak yararlanabilmektedir.

Anayasamızın 10.maddesine göre;herkes, cinsiyetlerine bakılmaksızın, yasalar önünde eşit ve aynı haklara sahip iken,kadınlarımız;uygulamada, maalesef, kadın erkek eşitliğinin ve kadın haklarının çok gerisinde bulunmaktadır.

ATATÜRK,kadınlara 86 yıl önce seçme ve seçilme hakkını tanımışsa da;kadınlarımızın, seçme haklarını kullanabilmelerinde pek sorun bulunmamasına rağmen;seçilme haklarını hala,erkek politikacıların lütfedip kendilerine tahsis ettikleri bir kota dahilinde kısıtlı olarak kullanabilmektedirler.

Kadınlarımız;ülkemizde,2020 yılında dahi,pratikte erkeklerle eşit,eşit haklara sahip bir birey ve yurttaş olarak görülmemekte,aşağılanıp horlanmakta,en doğal hakları olan, yaşam ve vücut bütünlüklerinin korunması haklarını dahi kullanamamakta, ortalama hergün bir kadınımız öldürülmekte olup,bu sayı yıl bazında yüzleri aşmaktadır.

Ülkemiz kadınları için,onu da tam olarak kullanamadıkları milletvekili seçilme hakları, hala bir övünç ve teselli kaynağı olmakta ve bir lütuf olarak görülmektedir.

Aslında,erkekler gibi Allahın bir kulu olan ve Dünyaya gelirlerken cinsiyetlerini belirleme şansları bulunmayan,erkeğin bir antitezi olarak masum bir şekilde ve erkeklerle eşit koşullarda ve eşit haklarla Dünyaya gelen kadınlar;bizim ülkemizde, dini inanışlarımızdan,laiklik anlayışımızın olmamasından kaynaklı olarak,haklar yönünden daha çok kısıtlı muamelesi görmelerine rağmen;maalesef, Dünya'nın her yerinde, günümüze kadar, erkeklere nazaran haklar yönünden hep geride bırakılmışlardır.

Aslında, sorgulanması gereken budur.

Kadınlar niçin,erkekler tarafından hor görülmekte ve bazı hakları ellerinden alınmakta ve erkeklerin taciz ve şiddetine maruz kalmaktadırlar?

Bu sorunun hiçbir,mantıklı ve haklı nedeni yoktur.

Bugün,5 Aralık gününün Dünya Kadın Hakları Günü olarak kutlanması;aslında, insanlık adına çok acı ve üzüntü vericidir.

Kadınlar;keşke,ezelden beri,ekeklerle eşit haklara sahip bireyler olarak görülüp kabul görseydi,kadınlara taksit taksit haklar verilmeseydi,kadın hakları hiç gündeme gelip tartışılmasaydı ve kadınlarımız için, kadın hakları günü gibi bir gün icat edilmeseydi.

Kadın ve erkek; insan olmalarından kaynaklı haklarını,eşit olarak medenice kullanarak yaşayabilseydiler.

Bu nedenle, biz diyoruz ki;Dünyada ve ülkemizde, kadın ve erkek ayrımı ve eşitsizliğine tamamen son verilsin,erkekler ve kadınlar, eşit olarak aynı haklara sahip olsunlar ve kadın hakları arayışlarına bir son verilsin ve her 5.Aralık günü kutlanan Dünya Kadın Hakları Günü,tarihin tozlu sayfasına gömülsün.

Dünya Kadın Hakları Günü,tüm Dünya ve ülkemiz kadınlarına kutlu ve mutlu olsun.

Tüm kadınlarımıza;bu özel günleri vesilesiyle,en iyi dileklerimle,selam,sevgi ve saygılarımı sunuyorum. 05/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



4 Aralık 2020 Cuma

BU KİŞİ Mİ ADALET VE HUKUK REFORMU YAPACAK?



Bir kişinin hukuk ve adalet reformu yapabilmesi için,zihnen bu reforma hazır olması gerekir.

Hukuk ve adalet reformu yapacak kişi;öncelikle,adil,insanlara ve hukuka saygılı olmalıdır.

Kendisi için hak gördüğü hukuku,adaleti ve başkalarından kendisi için beklediği ve istediği saygıyı,başkaları için de, hak olarak görmeli,adil ve insaflı olmalıdır.

Hele bu kişi;anayasaya göre, Türkiye Cumhuriyet Devletini ve milletin birliğini temsil eden ve bütün Türk Millletini kucaklamak, sevip ve saymak zorunda olan,göreve başlarken tarafsızlık yemini eden bir Cumhurbaşkanı ise,adalete,hukuka ve hukukun üstünlüğüne,yasalar önünde herkesin eşitliği ilkesine,herkesin onuruna,yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına saygılı olmak zorundadır.

Nalıncı keseri gibi, hukuku,hak ve adaleti ve saygınlığı, sadece kendisine yontmamalıdır.

Kafasında AKP Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı şapkalarını taşıyan ve insanlara,siyasi rakiplerine saldırarak,hakaretler ederken AKP Genel Başkanı şapkasını giyen ve Cumhurbaşkanı olduğunu unutan,ancak, saldırdığı ve hakaretler yağdırdığı kişilerin; kendisine yönelik, hakaret bile içermeyen ağır elştirileri karşısında, savunmaya geçerek, kafasına Cumhurbaşkanı şapkasını geçiren ve siyasi rakiplerine alenen;”Edep denilen bir şey var. Haddini bilmesi lazım. Cumhurbaşkanlığı makamına nasıl konuşulur bunu da öğrenmesi lazım.” "Gördünüz, cenaze namazında bile bu ahlaksız, terbiyesiz adam yanında birisiyle konuşurken pişmiş kelle gibi sırıtıyor" diyebilen bir kişiden, hukuk ve adalet reformu yapmasını beklemek abesle iştigaldir.05/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




 

2 Aralık 2020 Çarşamba

PARA'NIN RENGİ DE VARDIR VE ADI DA KARA PARADIR

 



AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;30/Kasım/2020 de yaptığı,İstanbul Borsasının Türkiye Varlık Fonu'na ait yüzde onluk hissesinin Katar'a satışını savunan konuşmasında;"Paranın rengi, dini yoktur, para paradır" demiştir.

ERDOĞAN'ın; para hakkında yaptığı bu türden değerlendirmeleri, sık sık yaptığını, arşivler söylemektedir.

Nitekim,09/Mart/2011 de, İskenderunda Demir Çelik Fabrikasının açılışında yaptığı konuşmasında da;''geçmişte yapılan sermayeyi renklerine, milliyetine, coğrafyasına göre bölme yanlışına'' kendilerinin son verdiğini ifade ederek, ''Paranın dini, imanı, milleti, vatanı olmaz; para paradır. Para adeta cıva gibidir, kendisine uygun yer nereyi bulursa para oraya akar'' demiştir.

Biz ERDOĞAN'ın para hakkındaki bu kesin değerlendirmesine katılmıyoruz.

Paranın;renginin,dininin,imanının,milliyetinin ve vatanının olmadığına ilişkin söz,temelde doğrudur.Ancak, bu söz,her zaman ve her koşulda,paranın kaynağı sorgulanmadan,mutlak bir doğruyu ifade etmemektedir.

Paranın,yani sermayenin; renginin, dininin,imanının olmadığını,paranın para olduğunu söyleyen kişi ya da kişilerin ve onların temsil ettikleri zihniyetin ve amaçlarının ne olduğunun da değeri ve önemi vardır, bize göre.

Paranın rengi vardır bazı hallerde,o da kara paradır.

Yeryüzünde; milyarlarca dolara ulaşan ve gayri meşru yollardan elde edilen kara para dolaşmaktadır.

Paranın;”rengi,dini,imanı yoktur,para paradır” demek,bize göre,hedef saptırmak amacıyla,yanlış ve çok sorumsuzca apılmış bir beyan olup,üzerinde kan ve barut bulunan, insanların canı,namusu ve kanıyla kirlenmiş,çeşitli yollarla aklanmayı bekleyen,en başta uyuşturucu kaçakçılığı ve ticareti olmak üzere,illegal yolardan elde edilen kayıt dışı azımsanamayacak miktardaki kara parayı da;paranın rengi ve imanı yoktur mantığıyla, meşru mu göreceğiz, kaynağı ne olursa olsun,ister meşru, ister de meşru olmayan yollardan elde edilmiş olsun,isterse çamurdan olsun,yeter ki;gelsin mi diyeceğiz?

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın;insanları ve ülkeleri bile,kimliklerine,din ve mezheplerine,cinsiyetlerine göre ayıran,cinsiyet,din ve mezhepler üzerinden kimlik siyaseti uygulamayı çok seven bir siyasetçi olmasına rağmen,söz konusu para olunca,paraya; rengini,dinini,imanını, mezhebini ve elde ediliş kaynağını sorma gereğini duymadan,paranın rengi,dini ve imanı yoktur.Para paradır diyerek, Mevlana gibi;”Gel Gel Ne Olursan Ol Yine Gel”anlamına gelen sözlerini anlamakta zorlanıyoruz.

İnsanların ve ülkelerin dahi cinsiyetlerine,dinlerine ve mezheplerine önem veren ve buna göre politika izleyen ERDOĞAN;parayı,insanlardan ve ülkelerden daha mı üstün ve değerli görüyor acaba?02/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


30 Kasım 2020 Pazartesi

KİMSE LAFI ÇARPITMAYA KALKIŞMASIN

 



CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir BAŞARIR'ın;program konuğu olarak katıldığı özel bir televizyon kanalında,Tank-palet fabrkiasında Katar'ın ortaklığına ilişkin anlaşmayı gündeme getirerek sarf ettiği; ''Öyle bir noktadayız ki; Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin ordusu Katar'a satılmış. 20 milyon dolara satıldığı söyleniyor, 50 milyon dolara satılmış...' sözleri,AKP ve yandaş çevreleri tarafından çarpıtılarak,gündem değiştirme ve CHP aleyhine çirkin bir propaganda aracı haline getirilmiştir.

CHP'nin ve tüm vatansever insanlarımızın, stratejik önemdeki Tank,Palet Fabrikasının Katar'a satılmasına,haklı olarak şiddetle karşı çıktıkları ve bunu sürekli gündemde tutmaya çalıştıkları, bilinen bir gerçektir.

Bu ülkenin kurtarıcısı, devletimizin ve Türk Ordusunun kurucusu ve ebedi Başkomutanı,değerli asker ve devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'ün kurduğu CHP'nin değerli bir milletvekilinin;Türk Ordusuna, satılık ordu diyerek, onu aşağılaması ve hakaret etmesi, asla düşünülemez.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin ordusu Katar'a satılmış” sözünün neresinde hakaret vardır?

Bu söz,doğrudan orduyu hedef alan ve Türk Ordusunu suçlayan,aşağılayan, itibarsızlaştıran ve küçük düşüren bir söz değildir.

CHP Milletvekili Ali Mahir BAŞARIR;doğrudan Türk Ordusunu hedef alarak,orduyu küçük düşürmek,değersizleştirmek ve hakaret etmek amacıyla, “Türk Devletinin Ordusu, satılık ve aşağılık bir ordudur” dememiş ki.

Şayet, orduya hakaret kastıyla ve onu değersizleştirmek,Katar lehine ve ülkemiz aleyhine satılık ve alçak bir faaliyette bulunduğunu ifade etmek amacıyla,satılık ordu demiş olsaydı,hakaret olurdu ve AKP ve yandaşlarından önce, en başta CHP olmak olmak üzere, hepimiz,tüm Türk Halkı ayağa kalkardı.

Yok öyle bir şey,bir bardak suda fırtana yaratmak,ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sefalet ve kaosu perdelemek ve gündem değiştirmek amacıyla,AKP Genel Başkanı ve AKP yandaşlarının haksız feryatları ve harekete geçen savcıların gayretleri, hiçbir işe yaramayacak ve hakaret olmayan bu sözler,orduya hakaretmiş gibi, Türk Halkına yutturulamayacaktır.

CHP Milletvekilinin sözleri,şerefli ve şanlı Türk Ordusuna yönelik değil,ordumuzun gücü ve ülkemizin güvenliği için stratejik önemde olan Tank-Palet Fabrikasını Kata'a satarak aymazlık gösterenlere yönelik haklı bir eleştiridir.

Gocunmaları,kendilerine yönelik bu haklı ve yerinde yapılan eleştiriyi, kendi üzerlerine alması ve utanması gerekenler,bunu yapmayarak,bu sözleri;ordumuza yapılan bir hakaret olarak değerlendirerek, kimi kandırmaya çalışıyorlar?

Türk Milleti; her taşın altından Katar'ın çıkmasını,AKP iktidarının; kayıt dışı,gizli,denetimden uzak,karanlık,şeffaf olmayan ahbap çavuş Katar ilişkisini isemiyor artık,bu böyle bilene. 01/12/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




27 Kasım 2020 Cuma

T.C.DEVLETİ KATAR'A İPOTEK Mİ EDİLİYOR?

 



Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi; bu ülkenin anayasal bir yönetim şekli midir,yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, ERDOĞAN ailesine aidiyetini tescilleyen bir tapu senedi midir?

ATATÜRK'ün kurup bizlere emanet ettiği T.C.Devleti;topraklarıyla ve ekonomik değerleriyle, Konya ilimizden dahi küçük bir kabile devletine rehin ve ipotek mi edilmek istenmektedir?

T.C.Devletinin; Türk Milletine ait egemenlik hakları, Katar'a mı devredilmek istenmektedir?

Ülkemiz;hediye bir uçak ve alınan dolarlar karşılığında,Katar'a satılmak üzere midir?

Ülkemiz ve T.C.Devleti,tarihinde görülmedik şekilde, sahipsiz mi kalmıştır?

T.C.Devletinin onurlu vatandaşları,asil Türk Milleti ve ATATÜRK gençleri,ATATÜRK'ün gençliğe hitabesinde ülkeyi emanet ettiği ve muhtaç olduğu kudretinin, damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu açıkça belirttiği Türk Gençliği, işin farkında değil midir,yoksa ATATÜRK'e ihanet içinde midir?

Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Ananim Şirketi, neyin nesidir?

Köklü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında,Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi adı altında paralel bir devlet mi kurulmuştur da haberimiz yoktur?

Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi;T.C.Devletinin hazinesini paypas eden,topraklarını ve Cumhuriyetin tüm ekonomik değerlerini Katar'a satan ve ipotek eden,T.C.Devletinin egemenliğini aşındıran,T.C.Devletinin hazinesini kayıt dışı,denetlenemeyen,hesap sorulamayan,tek adamın keyfine bırakan bir sorumsuzluk abidesi olarak karşımızda durmakta ve hiç kimsenin kılı kıpırdamamaktadır.

Koskoca T.C.Devleti; hazinemizi boşaltarak tam takır bırakan,ülkeyi borç batağına sürükleyen,bugün için ülkeyi batıdan borç dahi isteyemez duruma sokan tek adam tarafından, bir ilimiz büyüklüğündeki Katar'a peşkeş çekilmektedir.

Kanal İstanbul'un inşasındaki inadın temelinde,bize göre Katar yatmaktadır.

Son olarak, Katar'a Varlık Fonu bünyesindeki İstanbul Borsasının yüzde onu,ihalesiz satılmış olup,satış nedeni ve satış bedeli, Türk Halkına açıklanmamıştır ve açıklanmayacaktır da.

Şeffaflık yok edilmiştir.Halka ait olan değerlerin satış nedeni ve satış bedeli, halktan gizlenmektedir.

Şimdi,halkın yanında olan muhalefet partileri, bu satışın nedenini ve bedelini, tek adamdan soracak olsalar,verilecek cevap bellidir.

Devlet sırrıdır, açıklayamayız diyerek geçiştireceklerdir.

Bunun neresindedir devlet sırrı, Allahınız aşkına.

Devlet,Türk Halkının kendisidir.

Sır olan, devlet sırrı değil,sizin; sır olarak, Türk Halkından gizlemeye çalıştığınız kirli oyunlarınızdır.

Bu kirli oyunlarınızın,size özel sırlarının açığa çıkması, devletimizin ve halkmızın yararınadır.

Devlet sırrı diye diye,ülke topraklarını ve değerlerini sata sata,bir gün gelecek ve devletimiz,bir sır gibi elimizin altından kayıp gidecektir.

Bu millet size,saraylarınız,lüks makam otomobilleriniz,lüks ve ihtiyaç fazlası uçaklarınız,israfınız ve şatafatınız için, ülkeyi ve değerlerini Katar'a satıp yiyesiniz diye oy vermedi,kendinize geliniz lütfen.28/11/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





26 Kasım 2020 Perşembe

BÖLÜK DUR KANDIRALI SEN DE DUR

 



"Kandıralı sen de dur"; bu ülkenin en yaygın, en çok duyulan, söylenen anekdotlarından, şakalarından biridir.
Kandıralı askere gitmiş. Gitmiş de, komutanın verdiği toplu emirleri, hiç üzerine alınmazmış.
Komutan, bölük dur diyor. Bölük zınk diye olduğu yere çakılıyor. Ama, Kandıralı raprap, raprap devam ediyor. Bir, iki.. beş böyle devam ediyor.
En sonunda komutan çözümü; "Bölük dur.. Kandıralı sen de dur" demekde buluyor.

AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;grupda yaptığı konuşmasında,ana muhalefet partisi lideri KILIÇDAROĞLU'na, anayasanın 138. maddesini hatırlatarak,yargıya kimsenin emir ve talimat veremeyeceğini,bunun suç olduğunu söylüyor ve yargıya emir ve talimat veren KILIÇDAROĞLU hakkında gereğinin yapılmasını isteyerek.bir yerde yargıya kendisinin verdiği talimatlara bir yenisini ekleyerek,KILIÇDAROĞLU'nu hedef gösteriyor.

ABD'li Rahip Brunson,gazeteci Deniz YÜCEL'in, ERDOĞAN'ın talimatlarıyla tahliye edilerek ülkemizi terk ettikleri, henüz unutulmadı.

Anayasanın 10.maddesine göre; makamı ve görevi ne olursa olsun, herkes kanun önünde eşit olup,anayasanın hükümlerine,tabi bu arada anayasanın 138. maddesine, AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN da aynen uymak zorundadır.

Uyuyor mu?

Tabii ki;uymuyor.

Çünkü, anayasaya göre kendisinden hesap sormak, Yüce Divana göndermek çok zor.Bir sürü parmağın kalkması ve onay vermesi gerekiyor.Bu da,bugünkü Meclisin çoğunluk yapısına göre imkansız.

ERDOĞAN; bu sorumsuzluğuna güvenerek, anayasayı ve anayasanın 138. maddesini ihlal etmeyi kendisine hak görüyor,KILIÇDAROĞLU'na çifte standart uyguluyor. Bu çifte standart tavır,Cuma mamazlarını kaçırmayan,Cuma namazlarına gidecekler için, Korona yasaklarını delen partili ve Müslüman Cumhubaşkanına hiç yakışmıyor tabi.

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın; adil olmayan ve kendisine ayrıcalık tanıyan bu çifte standart tutumunu görünce.bizim Kandıralı asker geldi aklımıza.

Bölük dur,Kandıralı sen de dur.” 27/11/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

24 Kasım 2020 Salı

CUMHUR İTTİFAKI KURTULDU AMA TOPAL ÖRDEK AÇIĞA ÇIKTI

 



Ülkemizde neler oluyor böyle?

Bu ülkenin hiç hak etmediği çok kötü şeyler oluyor maalesef.

Küçücük tabanı, çok sınırlı temsil gücü ve bir avuç milletvekiliyle,ülke MHP ve BAHÇELİ'nin esiri oldu adeta.

Türkiye'yi, güya AKP ve lideri ERDOĞAN yönetiyor.

Geçiniz,ülkeyi hiçbir sorumluluğu ve resmi sıfatı olmadığı halde, BAHÇELİ yönetiyor,ülkenin kaderi BAHÇELİ'nin iki dudağı arasında.Davul ERDOĞAN'ın boynunda, tokmak ise,o beğenmediğimiz BAHÇELİ'nin elinde.

Buna neden olan da, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın,ne pahasına olursa olsun,MHP ve BAHÇELİ'nin mecbur kaldığı desteğiyle, iktidarda kalma hırsı.

Ne demişti AKP Genel Başkanı ERDOĞAN?

Yüzümüzü tekrar Avrupaya döneceğiz,hukuk,adalet ve demokrasi reformu yapacağız.

Biz; bir evvelki yazımzda, bunun asla mümkün olmadığını yazmış ve aleyhindeki toplumsal muhalefetin tavan yaptığı,ilk seçimde iktidardan düşeceğini anlayan ERDOĞAN'ın; iktidarda kalabilmek için uyguladığı ve ihtiyaç hissettiği,kendisine yönelik muhalefeti baskılayan,muhalefete alan bırakmayan antidemokratik ve otoriter yönetim tarzıyla,yapmayı düşündüğü reformların çeliştiğini,hukuk,adalet ve demokrasi reformu yaapabilmesi için,basını ve insanları özgür kılması ve yargı üzerindeki baskısına son vermesi,bağımsız yargıya saygı duyması,Anayasa ve İnsan Hakları Mahkemelerinin kararlarına uyulması gerektiğini,ERDOĞAN'ın bunları asla göze alamayacağını, yazmıştık.

Kaldı ki,ERDOĞAN;demokratikleşme,hak,hukuk ve adalet reformu yapma fırsatını çoktan kaybetmiş ve bu treni kaçırmıştır.

Bu reformları yaparak, semeresini toplayabilmek ve otoriter imajını silerek seçmenler nezdindeki imajını olumluya çevirebilmek için zaman kalmadığı gibi,ERDOĞAN'ın fıtratında; hak,hukuk,adalet,bağımsız yargı,demokrasi ve özgürlük kavramlarının hiçbir önemi ve değeri mevcut değil maalesef.

Hem laik hem de Müslüman olunamaz diyen ve aklı sıra Müslüman kalabilmek için laik olmayı asla kabul etmeyen ERDOĞAN'ın;laik,hak ve hukuka,bağımsız yargıya saygılı,en başta basın,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,kişi özgürlüklerini savunan Avrupa'ya yüzünü dönmesi ve Avrupalı olabilmesi, asla mümkün değildir.

Nitekim;peş, peşe gelişen olaylar, bizi haklı çıkarmış ve ERDOĞAN'ın; ağzı söylese de,gönlünden; hak,hukuk,adalet,yargı ve demokrasi reformu yapma istek ve arzusunun geçmediğini ortaya koymuştur.

BERBEROĞLU hakkında uygulanmayan Anayasa Mahkemesi kararı,hala askıda beklemektedir.

AKP kurucusu ve eski Meclis Başkanı,son zamanların, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi olan Bülent ARINÇ;ERDOĞAN'ın, adalet,yargı ve demokrasi reformu yapacağına ilişkin beyanlarına güvenerek ve inisiyatif alarak,reformun önünü açmak üzere,öncelikle uyulması beklenen yüksek mahkeme kararlarına uyularak, KAVALA ve DEMİRTAŞ'ın tahliye edilmeleri gerektiğini savunan beyanlarda bulunmuş,sen misin bu beyanlarda bulunan diyen ERDOĞAN; ARINÇ'ın bu haklı ve yerinde çıkışına, onu eleştiren ve fitnecilikle suçlayan ağır beyanlarla karşılık vermiş ve bugün de,BAHÇELİ;MHP Grubunda yaptığı konuşmasında, ARINÇ'a yönelik hakarete varan ağır suçlamalarda bulunmuştur.

Ortaya çıkan manzara şudur;BAHÇELİ'nin küçük ortağı olduğu Cumhur İttifakının temellerinde yükselen ve dayanak bulan,BAHÇELİ'nin uzattığı koltuk değneğine muhtaç olan ve BAHÇELİ'nin elinde adeta esir olan ERDOĞAN başkanlığındaki AKP iktidarı;aslında kendisi de istemiyor ama,istese dahi,BAHÇELİ'nin istemediğ hiçbir yargı,hukuk ve demokrasi reformunu asla gerçekleştiremeyecektir.Buna gücü ve iktidarı yoktur.

Hukuk ve demokrasi çıkışı yapan Bülent ARINÇ da;gördüğü ve kendisine yönelik partisinden ve BAHÇELİ'den gelen hak etmediği ağır eleştiri ve tepkiler karşısında geri çekilmek ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalmış,ERDOĞAN da bu istifayı derhal kabul etmiştir.

ERDOĞAN'ın;artık, özgür ve ülkenin yönetiminde karar alıcı bir kaptan değil,iktidar gemisinin gizli ve gerçek kaptanı BAHÇELİ'nin düşünce ve kararlarına göre hareket eden,tek başına inisiyatif kullanamayan,iktidar gemisinin dümenini, gizli ve asıl kaptan BAHÇELİ'nin talimatlarına göre, sağa veya sola kıran bir serdümen ve topal ördek haline geldiğini,MHP ve onun gizli ve illegal ortakları tarafından kuşatıldığını, gelişen bu son laylar açıkça göstermiştir.

ERDOĞAN'ın;devletimzin itibarı olarak gördüğü görkemli saraylarına rağmen, bundan sonra, yükselme eğilimindeki dövizin daha da tırmanışa geçeceğini ve ülkemizin başına gelebilecek,Türk Bayrağı taşıyan bir yük gemimizin;Libya yolunda ve açık denizlerde,uluslar arası hukuka aykırı olarak,Yunanistan,İtalya ve Almanya silahlı güçleri tarafından durdurularak aranması gibi ve benzeri, üzücü ve ülkemizi aşağılayan eylemleri, düşünmek dahi istemiyoruz.

Lanet olsun; ülkeyi,ATATÜRK Cumhuriyetini, bu aciz ve yönetilemeyen,üçüncü sınıf değersiz devlet düzeyine ve görüntüsüne getirenlere. 24/Kasım/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu