29 Ekim 2020 Perşembe

BUGÜN KUTLANACAK DEĞİL KURTARILMAYI BEKLEYEN BİR CUMHURİYET İLE YÜZ YÜZEYİZ

 


Bugün,29/Ekim/2020 Atatürk tarafından kurularak ilan edilen Cumhuriyetin 97.yıldönümüdür.Aslında, çok mutluluk ve sevinç duymamız gereken, çok güzel ve özel bir günümüz olmalıydı bugün.

Adet yerini bulsun diye,Cumhuriyet karşıtlarına inat,milletçe Cumhuriyet Bayramımızı kutluyoruz.

Ama mutlu değiliz.

Bize düşen görevi yerine getiriyoruz,yere düşürülen Cumhuriyet Bayrağına sahip çıkmaya çalışıyoruz.

Cumhuriyet ve en başta laiklik ve hukuk devleti ilkeleri olmak üzere,Cumhuriyetin tüm temel değeleri ve ilkeleri, iş başındaki siyasal iktidar tarafından bir bir yok edilmiş ve ortada, kutlanacak bir Cumhuriyet bırakılmamıştır maalesef.

Milletimiz;yok edilen ve dirilmeyi,kurtarılmayı bekleyen bir Cumhuriyet ile yüz yüze kaderine bırakılmış olup,Cumhuriyet; Milletimizden,Milletimiz de, Cumhuriyetten medet umar hale gelmiştir.

Cumhuriyetin temel nitelikleri, sadece anayasanın tozlu sayfalarında kalmıştır.

Cumhuriyetin ilan edildiği Gazi Meclis ve Millet iradesi,ortadan kaldırılmış,milletin iradesi, bir kişinin beyninde hapis edilmiştir.

Milletin iradesini gasp ederek, kendi beynini Millet iradesi olarak sunan ve bununla övünen zat,Cumhuriyetimizi ve ülkemizi bir asır gerileterek, tanınmaz hale getirmiştir.

Modern ve çağdaş demokrasinin,insan hak ve özgürlüklerinin,demokratik ve laik sosyal bir hukuk devletinin simgesi ve karargahı olan ATATÜRK'ün Çankaya Köşküne kilit vurularak kapatılmış; gericiliğin,hilafetin,saltanatın,din ve mezhep odaklı siyasetin ve israfın,lüks ve şatafatın simgesi, Beştepedeki adına Cumhurbaşkanlığı Külliyesi dedikleri 1150 odalı Saray devreye sokularak, demokrasimiz ve Cumhuriyetimizin temel ilkeleri, saray'ın dört duvarları içinde hapsolunmuştur.

Ülkenin tüm kaynakları;fakir halkımızın vergilerinden ve Genç ATATÜRK Cumhuriyeti Türkiyesinde kurulan tesislerin satılmasıyla elde edilen 2.5 trilyon dolar para harcanmış ama,övünülerek yapılan köprüler,yollar tüneller ve şehir hastahaneleri için, 25 yıl kar garantili devlet ödemeleri, fakir halkımızın sırtına yüklenmiş,hazinede para kalmamış,döviz rezervleri tamamen yok edilmiş,dış ticaret açığı,iç ve dış dolar cinsinden borçlar tavan yapmış,işsizlik her geçen gün atmış,hayvan ve tarım ürünleri dahi dışa bağımlı hale gelmiş,döviz ödenerek ithal edilmeye başlanmış,sanayi durmuş,halkımız işsiz ve güçsüz evlerine ekmek götüremez hale getirilmiş,özgrlükler yok edilmiş,yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kaldırılmış,yargının bir kararı öbür yargı tarafından tanınmamaya başlanmış,adete tuz kurumuştur.Ülkemizin dış politikası çökmüş,Atatürk'ün; Yurtta Sulh,Cihanhanda Sulh ilkesi terkedilerek,tüm Dünya Milletleri ile kavgalı bir ülke yaratılmıştır.

İşin en kötüsü de,siyasal iktidar; ülkeyi sürüklediği felaketin farkında olmayıp veya öyle gözüküp,ülkenin başarıdan başarıya koştuğunu ciddi ciddi savunmayı sürdürmektedir.

Milletimiz; çaresiz,iş başındaki başarısız ve yetersiz iktidarı yolcu ederek Cumhuriyetin değerlerine yeniden sahip çıkmak,ülkeyi iktisaden güçlü ve bağımsız hale getirmek için,sabırla seçimleri beklemeye başlamıştır.

Demokrasinin vazgeçilmez koşulu olan seçimlerin, erken veya zamanında yapılabilmesi;demokrasiyi ve Cumhuriyetin temel niteliklerini çok özleyen milletimiz ve yok edilen Cumhuriyetimiz için,tek umut olmuştur. 29/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


28 Ekim 2020 Çarşamba

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

 



Yarın; 29.Ekim.2020 Cumhuriyetimizin 97.yıldönümü.

Bu sene de, en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını yine buruk kutlayacağız.

Cumhuriyet ve onun temel kurucu ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucusu Atatürk ile sorunları olan AKP iktidarı döneminde, tüm milli bayramlarımızı,özellikle de Cumhu riyet Bayramımızı, kısıtlı ve buruk kutlamaya alıştık artık.

Daha doğrusu bizler alışmadık ama,AKP iktidarı bizi bu duruma alıştırmakta ısrarlı.

Mutlaka bir bahane bularak,Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına sınırlandırma getirmeyi alışkanlık yaptılar.

Bu sene de, Corona virüs pandemisi bahane edilmek isteniyor.Ancak,Cumhuriyetin en başta laiklik olmak üzere tüm değerlerine sadık bizler, Cumhuriyet Bayramını,hak ettiği coşkuda kutlamakta kararlıyız.

Hepinizin Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyor,bu vatanı ve Cumhuriyeri bize kazandıran ve emanet eden ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını minnetle ve şükranla anıyorum.

29.Ekim.2011 yılında, 88.yıldönümünü yine kısıtlı ve buruk olarak kutladığımız Cumhuriyet Bayramı nedeniyle yazdığımız yazıyı,sizlerle paylaşmak üzere,aşağıda aynen yayınlıyorum.

Güner YİĞİTBAŞI 28/10/2020


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!


Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.


Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.


Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.


Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.


Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak;onların, Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.


İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.


Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.


Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.


Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte, tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.



Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.


Heyhat!


Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.


Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.


Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.


Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun, çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.


İşte, en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.


Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.


Hoşça kalın. 29.Ekim.2011


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





27 Ekim 2020 Salı

EY SARKOZY SEN KİMSİN YAHU?

 


Ey SARKOZY;

Sen kimsin yahu?

Bir de Avrupalısın,Avrupa Birliğinin en önemli ve Almanya'dan sonra en başta gelen ülkesi, Fransa'nın Cumhurbaşkanısın.

Başında bulunduğun Fransada, demokrasiden eser bırakmadın,insan hak ve özgürlükleri ayaklar altında.İki kişi bir araya gelip bir bildiri okumak istese, hemen polisler gelip enselerinden tutarak,gözaltına alıyorlar.

Fransa'da basın özgürlüğünü yok ettin,basının %98'ini satın alarak yandaş yaptığınız yetmiyormuş gibi,geriye kalan üç beş özgür ve muhalif basını da susturmak için cezalar kestirtiyor ve ekranlarını kararttırıyorsun.

İzliyoruz,Fransa Parlamentosu, işlevsiz kalmış,Fransız milletvekilleri,senin emir ve talimatınla parmak kaldırıp indiriyor,iki dudağndan çıkan emir ve talimatlar, bir günde yasa haline geliyor.

Ey SARKOZY; daha bitmedi,dur hele,yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını da yok ettin,yargıyı da yandaşlaştırdın,emrin altına aldın,yargı karar vermeden önce senin işaretini bekliyor.

Fransa'da laiklikten eser bırakmadın,medeni hukuku yok edip,onun yerine Kilise hukukunu ikame ettin.

Fransız halkının yaşam tarzlarına müdahale ve dayatmalarda bulunuyorsun.

Ey SARKOZY,laik eğitim bırakmadın Fransa'da,tüm eğitimi din eksenli hale getirdin.

Fransanın iç ve dış politikasını; kimlik,din ve mezhep eksenli hale getirdin.Vazgeç artık kimlik,din ve mezhep odaklı siyaset yapmaktan.Bu, ne sana, ne de ülken Fransa'ya, asla bir yarar sağlamayacaktır.

Ey SARKOZY; senin, Fransanın ulusal çıkarlarını bir kenara bırakarak,kendi kişisel siyasi yararlarını ve koltuğunu koruma amaçlı iç ve dış politikandan,Hristiyan Dünyasını arkana alarak,tüm Hristiyanlara lider olma gibi ütopik sevdandan vazgeç artık,bu amaç ve sevdanın, sana ve ülkene yarar sağlamayacağını anla artık.

Ey SARKOZY;senin ekonomin de batık,Merkez Bankanda döviz rezervin kalmamış eksilere düşmüş,paran sürekli değer kaybediyor,yatırımların durmuş,üretimin yok,ülkenin tüm paralarını,üretmeyen betona yatırmışsın,birkaç yandaş iş adamın zengin olmuş,sanayin olmadığı gibi,tarımı da yok etmişsin,köylüne ve çiftçine mazot desteği dahi yapamıyorsun,yasalara göre milli gelirden çiftçilere yapman gereken parasal desteği bile yapamıyorsun,tahıl ürünlerinden alınan gümrük vergisini sıfırlayarak, çiftçinin ayağına kurşun sıkıyorsun.

Ey SARKOZY;Fransada hergün işsizlik diz boyu artıyor,Fransa halkına çalışmaları için yeni iş alanları açamadığın gibi,iş sahibi olanlar dahi, işlerini kaybeder hale geldiler.

Dış ticaret açığın ve iç ve dış borçların sürekli artıyor,bir düşünsene ekonomik bağımsızlığın kalmamış,en başta Türkiye olmak üzere, dış ülkelere ekonomik olarak muhtaçsın,tarım ürünlerini dahi dışarıdan almak zorunda kalmışsın,

İhracaatının büyük bölümü,en başta otomotiv olmak üzere,ülkendeki yabancı sanayi yatırımlarının ürettiği dışa bağımlı mallar olduğu halde,Türkiye'nin yatırımı ile kurulan Fransadaki sanayi kuruluşlarının varlığını,orada çalıştırdığın Fransız işçilerinin işsiz kalacaklarını düşünmeden,ihracaatının ve döviz gelirlerinin azalacağını hiç düşünmeden,senin sanayiine,istihdamına,ihracaatına güç veren Türkiye'nin ürettiği mallara boykot ilan edip,Türk Mallarını alıp kullanmayın diyebiliyorsun,

Ey SARKOZY; ülken Fransa'ya zarar veriyorsun.

Laikliği sevmelisin ve desteklemelisin.Cemaat ve tarikatleri Fransa Halkının vergilerinden oluşan Fransa hazinesinden besleme,cemaat ve tarikatları devlet kadrolarına doldurma sevdandan vazgeçmelisin,

Ey SARKOZY; artık din simsarlığını, din üzerinden politika yapmayı bırakmalısın.

Ey SARKOZY;dua et ki;ERDOĞAN gibi bir gerçek dostun var.

Ürettiği mallarına boykot ilan ettiğin Türkiye'nin partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;lütfetti ve sana bir hatırlatma yaparak,ruh halini bir doktora göstermeni tavsiye etti.Ona teşekkür etmelisin!

Ey SARKOZY; daha ne istiyorsun,partili cumhurbaşkanının sana sağlık uyarısı ve yardımı yaptığı,ruh sağlığınla dahi ilgilendiği Türkiye'den ve ERDOĞAN'dan özür dilemelisin! 27/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

26 Ekim 2020 Pazartesi

REJİM KRİZİNE DÖNÜŞEN BERBEROĞLU MESELESİNDE ANAYASA MAHKEMESİNİN TAVRI ÖNEMLİDİR

 


Anayasa Mahkemesinin;BERBEROĞLU'nun uğratıldığı hak ihlaline yönelik yeniden yargılanmasına dair bağlayıcı kararına,yerel İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin uymaması üzerine,BERBEROĞLU'nun avukatları tarafından bugün yapılan ikinci hak ihlali bireysel başvurusu, bize göre gereksiz ve hukuki değildir.

Burada, anayasaya açıkça karşı gelinerek, anayasa ihlal edilerek verilen,yerel İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin; ben Anayasa Mahkemesinin kararını kabul etmiyorum kararı, hukuken yok hükmünde olup,bu nedenle;Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı; uyulmak üzere, ortalıkta bırakılmış ve gereği yapılmak için hala beklemektedir.

Bu karara uyulmamasının sineye çekilmesi gibi, bir hukuki acizlik, asla olamaz.

İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi,bu tutumuyla, yeni bir hak ihlalinde bulunmamış,doğrudan anayasayı ihlal ederek suç işlemiştir.

Bu nedenle,Anayasa Mahkemesine yeniden başvuruyu zorunlu kılan bir durum yoktur.Bu karar,öyle veya böyle, mutlaka uygulanmalıdır,uygulatılmalıdır.

Başvurulması gereken makam;Hakimler Savcılar Kurulu, savcılıklar ve ağır ceza mahkemeleridir.

Anayasa Mahkemesi;hak ihlali kararının uygulanmaması nedeniyle yapılan ikinci bireysel hak ihlali başvurusunu esasa girerek kabul eder ve yeni bir hak ihlali kararı verirse,bu ikinci kararın,hukuk zorbaları tarafından uygulanacağının bir garantisi var mıdır.?

Bu nedenle;Anayasa Mahkemesi,ikinci hak ihlali talebini muhatap alarak esasa girmemelidir ve bu talebi usulden reddetmelidir.

Aksi halde,yerel mahkemenin; yok hükmündeki,bir kağıt paçasından ibaret kararı, muhatap alınmış,ona hukuk itibar kazandırılmış ve Anayasa Mahkemesi kendi varlığını inkar etmiş olacaktır.

Hak ihlalinin hak ihlali olamaz.

Anayasa Mahkemesi;bağlayıcı olan ilk kararının ugulanmasının,anayasal bir zorunluluk olduğuna,ilk kararının mutlaka uygulanması veya uygulatılmasına vurgu yaparak,bu konuda yeniden bir karar verilmesine gerek olmadığına karar vererek, ikinci başvuruyu reddetmelidir.

Aksi halde,Anayasa Mahkemesinin kararlarına uyulmamasına, meşruiyet kazandırılmış ve bu bir alışkanlık haline getirilmiş,hukuk zorbalarına cesaret kazandırılmış olacaktır.

Her makamı ve kişileri bağlayan Anayasa Mahkemesinin kararlarının uygulanıp uygulanmaması, Anayasa Mahkemesinin sorunu değildir,bu bir anayasa ve rejim sorunudur,tek adam krizidir.

Kararlarını uygulatma, Anayasa Mahkemesinin doğrudan görevi değildir.

Farz edelim ki;bu ikinci hak ihlali başvurusu esastan kabul edildi ve Anayasa Mahkemesi ikinci kez hak ihlali kararı verdi ve bu karar da,hukuk zorbaları tarafından uygulanmadı,siz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidilebileceğini mi zannediyorsunuz?

Bu durumda, bize göre, AİHM gidililmesi mümkün değildir.

Zira,hak ihlali; iç hukuk tarafından,yani Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve BERBEOĞLU'nun hakkı hukuken kendisine teslim edilmiştir.Başka bir anlatımla, iç hukuk yolları tüketilmeden hak ihlali başvurusu kabul görmüştür.

Siz, bir çadır devleti olarak;Anayasa Mahkemesinin verdiği ve teslim ettiği hak ihlali kararını uygulamıyorsanız uygulatamıyorsanız,anayasayı ihlal ediyorsanız,bir rejim sorunu yaşıyorsanız,,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne yapsın?AİHM'nin kararı da uygulanmayacak demektir.

Bu iş; artık, AİHM lik hukuki bir konu olmaktan çıkacak ve T.C.nin itibarı yerle bir olacak,Avrupa Konseyi,Parlamentosu Üyeliğimizin sorgulanmasına neden olacaktır.

Bu itibarla,BERBEROĞLU meselesi, sadece onu ilgilendiren kişisel bir hukuki konu olmaktan çıkmış ve ülkemizin itibarı ve rejimiyle doğrudan ilgili, milli bir sorun haline gelmiştir.

Partili Cumhurbaşkanının bilgisine ve dikkatine sunulur.26/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

BERBEROĞLU DOSYASI HAKKINDA YAPILMASI GEREKEN

 



BERBEROĞLU dosyasıyla ilgili olarak yapılması gerekenler konusunda,her kafadan bir ses çıkmaya başladı ve bu konu artık kabak tadı verdi.

Bir deli bir kuyuya taş atarmış da, kırk akıllı çıkaramazmış ya,işte tam bu sözü yaşadığımız bir durum ile yüzyüze geldi, güzel ülkemiz.

İstanbul 14.Ağı Ceza Mahkemesi,anayasayı ve Anayasa Mahkemesini yok sayarak,anayasayı ihlal ederek,BERBEROĞLU hakkında Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararını;elmalarla armutları karıştırarak,idari eylem ve işlemlerden kaynaklı hak ihlalleri için geçerli olan yerindelik denetimi yapılamaz gerekçesiyle ve cahilce,kötü niyetli ve siyasi amaçlala, hukuk dışı bir tutumla, uygulamadı ve ülkemizi bir hukuki kaos içine itti.

O kadar ki;anayasa tanımayan,ben Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum kararını,mahkeme kararı olmasına rağmen,itirazı kabil olmak üzere verme yanlışlığını da yaptı ve zaman kaybına neden oldu.

İtirazen; konu, 15.Ağır Ceza Mahkemesine intikal ettirildi, orası da topu taca attı ve şimdi yeniden hak ihlali talebiyle Anayasa Mahkemesine bavurulacağı görüşleri atıldı ortaya.

Tam bir keyfilik,hukuk dışılık ve çocuk oyuncağı hali ile karşı karşıyayız.

Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararını vermiştir,bir daha neyin kararını verecektir,o karar da uygulanmazsa ne olacaktır?

Böyle keyfilik olamaz.Anayasa Mahkemesine tekrar başvuru; asla hukuki ve gerekli de değildir.

Böyle bir yol, 14.Ağır Ceza Mahkemesinin anayasa ve hukuk dışı kararını muhatap almak yerine geçer.Böyle bir karar hukuken yok hükmündedir ve muhatap alınarak aleyhine yeniden Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Anayasa Mahkemesinin vereceği karar bellidir.Ben bu konuda karar verdim, bağlayıcı olan kararım uygulanmalıdır.Ben bu konuda tekrar karar veremem diyecektir.

Yerel Mahkemenin;anayasal bağlayıcılığı olan Anayasa Mahkemesinin kararını inkar ederek ortaya koyduğu bu hukuk zorbalığı,hak ettiği şekilde sonlandırılmalıdır.

Daha önce de yazdık,Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı olan kararının bir yerel mahkeme tarafından uygulanmaması diye bir hukuki zorbalık olamaz, bu nedenle, yasa koyucu bu zorbalığı gözönüne alarak, uygulanması gereken olağanüstü bir hukuki başvuru yöntemi öngörmemiştir.Burada,doğal olarak yasal bir boşluk vardır.

Bize göre, bu boşluk şu şekilde dolddırulmalıdır.

HSK; derhal,anayasayı ihlal eden 14.Ağır Ceza Mahkemesinin hakimlerine işten el çektirecek ve bu mahkemeyi kaldıracak ve BERBEROĞLU kararını yok kabul ederek, dava dosyasını Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararının uygulanması için yeni bir mahkemeye tevdi edecek ve HSK'nın bu tutumu,bundan sonrası için, ibreti alem bir içtihat olacaktır.

Bunun başka bir yolu yoktur. 26/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


23 Ekim 2020 Cuma

İMAMOĞLU GERÇEĞİNİ İNKAR EDEMEZSİNİZ

 



AKP Genel Başkanı ve yandaşları bilsinler ki;İMAMOĞLU;ölümün, hayatın tek gerçeği olduğu kadar,İstanbul'un ezici çoğunlukla seçilmiş meşru Büyükşehir Belediye Başkanıdır ve İstanbul halkını temsil eder.

Bu yalın gerçeği kabullenemeyerek inkara kalkışanlar,halkın iradesine karşı gelmiş olurlar ve halkın kendilerine yönelik seçme iradesini de,yani kendilerini de inkar etmiş olurlar.

İstanbul Halkının oylarıyla seçilen İMAMOĞLU'nu yok sayarsanız,bu halk da sizin Cumhurbaşkanlığınızı,milletvekillerinizi,bakanlarınızı inkar eder ve yok sayar.

Düşünebiliyor musunuz?

16 Milyon nüfuslu mega kent İstanbul'un seçilmiş meşru Büyükşehir Belediye Başkanı,kendisi gibi seçilmiş ve cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş partili cumhurbaşkanından,İstanbul'un sorunlarını görüşmek üzere randevu talep ediyor ve partili cumhurbaşkanı onu yok sayarak,itibarsızlaştırmak için, randevu talebine cevap vermiyor.Aslında, İstanbul halkını temsil eden İMAMOĞLU'nu yok sayarken,16 milyon İstanbullu'yu yok sayıyor ve onlara saygısızlık ediyor.Hem de İstanbul'un eski bir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak.

Bu zihniyet, kabile devletlerinde dahi olmayan, çok ilkel ve intikamcı,seçim yenilgisini hazmedememe zihniyetidir.

İMAMOĞLU; AKP Genel Başkanına ve yandaşlarına karşı ne kusur işlemiştir Allahınız aşkına?

Seçim kazanmak suç mudur,siz ananızın karnından girdiğiniz her seçimi kazanmak şartıyla mı doğdunuz?

Demokrasinin en temel ilkesi olan seçim sonuçlarına ve seçilmişlere saygı göstermek zorundasınız.Tıpkı,seçilen kişiler olarak,herkesten saygı beklediğiniz gibi.

Bakalım daha neler göreceğiz?

İMAMOĞLU'nun oturduğu koltuğun, yetki olarak, içini boşaltacak yasalar da sanırım yoldalar.

Son rezalete, tüm İstanbullu ve Türk Milleti tanık oldu.

Sağlık Bakanı; İstanbulda artan corona virüs salgını nedeniyle, bir toplantı yapmak üzere İstanbul'a geliyor ve bu toplantıya,İstanbul halkını temsil eden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İMAMOĞLU, davet edilmiyor ve adeta yok sayılıyor.

Rezalet bile değil,rezalet ötesi bir inkar ve saygısızlık.

Bu rezalete gerekçe yapılan,toplantının aceleye geldiği beyanı ise,yalan ve rezalet üzeri rezalet.

Türk Halkı bunları görüyor,halkı kör ve sağır zannedenler, ilk seçimlerde gerekli dersi alacaklar ve İMAMOĞLU gerçeğini, ancak o zaman kabul etmek zorunda kalacaklar.

En azından bir nezaket kuralı vardır,Sağlık Bakanı da olsan,sen seçimle gelmedin ve bir bürokrat kimliğin var sadece,görev gereği İstanbul'a gelmişsin,bırakınız corona toplantısına çağırmayı,bir görev nedeniyle İstanbul iline geldiğinize göre,nezaketen o ilin en önemli temsilcisi Büyükşehir Belediye Başkanını makamnda ziyaret ederek İstanbula geldiğinizi duyurmak zorundasınız.

Biz,emekli olmadan önce,savcı olarak;bir kuruma.örneğin bir hastahaneye, ifade almaya veya adli bir olay nedeniyle vefat eden ve hastahane morgunda bulunan kişinin cesedi üzerinde adli muayene ve otopsi yapmak üzere gittiğimizde,nezaketen o hastahanenin temsilcisi,başhekimin odasına gider ve sebebi ziyaretimizi bildirirdik ve ondan sonra işimizi yapardık.Karlı çıkan da biz olurduk,bu nezaketimizden memnun kalan başhekim, görevimizi rahat bir şekilde yapmamız için gereki kolaylığı ve yardımı sağlardı bizlere.23/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

21 Ekim 2020 Çarşamba

ERDOĞAN'IN MÜJDE İÇEREN İTİRAFLARI

 



Partili ve taraflı Cumhurbaşkanı,AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın; İbni Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde yaptığı konuşmasında yer verdiği;

Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu da gayet iyi biliyoruz.Fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. 18 yılda.......... eğitim, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum.Fikri iktidarımızı hala tesis edemediğimiz kanaatindeyim. ”

Medyamız en modern altyapıya sahip ama, bizim sesimizi, nefesimizi yansıtmıyor. “ beyanları,çok dikkat çekici,dikkat çekici olduğu kadar da,demokratik ve laik cumhuriyetimiz ve medya,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri açısından çok tehlikeli beyanlardır.

Ancak,bu beyanlarda; bir başarısızlığın itirafı da yer aldığı için, aynı zamanda biz laik ve demokratlar için bir müjde içermektedir.

ERDOĞAN;seçim kazanarak iktidar olmayı,ülkeyi anayasanın öngördüğü gibi,cumhuriyetin temel ilkelerine uygun,demokratik ve laik sosyal hukuk devleti ilkelerine göre yönetmeyi kabul etmiyor ve yeterli görmüyor.

O, kafasındaki, tesis etmek istediği,İslami kurallara göre tek adam olarak yöneteceği siyasal İslam ideolojisine dayalı sistemi, tam ve istediği gibi tesis edemediğini ve 18 yıllık iktidarı döneminde bunu saylayamadığı için,kendisini mahzun hissettiğini,laik eğitime son vererek,bunun yerine monte ettiği dini eğitimde, arzu ettiği ilerlemeyi sağlayamadığını,dindar ve kindar, siyasal İslamı benimseyen,kendisine destek veren bir gençlik yaratamadığını itiraf etmektedir.

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın;kendisini üzen ve mahzun eden, laik düzen için tehlike arzeden isteklerinde,siyasal İslam ideolojojisini yerleştirerek, fikri iktidara erişmekte başarısız olduklarına yönelik itirafına, biz sevinmeliyiz.

ERDOĞAN'ın;“Medyamız en modern altyapıya sahip ama, bizim sesimizi, nefesimizi yansıtmıyor. “ beyanıyla açıkladığı itirafına da sevinmeliyiz.

Demek ki;ERDOĞAN,tüm devlet imkanlarını kullanarak,belki de eli altındaki devletin örtülü ödeneğini kullanarak satın alıp,birilerine hediye ettiği ve emri altına altığı,manşetlerini dahi kendisinin belirlediği,yandaş yazarların her türlü yalan haber ve iftiralarını yayınladıkları,ülkemizdeki toplam medyanın %98'ine denk gelen ,en modern altyapıya sahip havuz medyasına rağmen,sesini duyuramamaktan ve nefesini yansıtamadığından yakınmaktadır.

ERDOĞAN'ın bu tespit,yakınma ve vurgulamasından;geriye kalan %2 lik muhalif ve tarafsız gerçek habercilerin ve yazarların yer aldığı, yazılı ve görsel medyanın, %98 oranındaki yandaş medyadan daha etkili olduğu anlaşılmakta olup,ERDOĞAN'ın bu itirafı da,biz laik demolratlar için çok sevindiricidir.

Bu itiraf,medyanın etkinliğinde; niceliğinin değil, niteliğinin önemini de ortaya koymaktadır.Bu nedenledir ki;ülkemizde, tarafsız ve bağımsız gerçek habercilik yapan bir avuç muhalif SÖZCÜ GAZETESİ,HALK TV ve TELE-1 gibi kanallarına, ERDOĞAN'ın emrindeki RTÜK tarafından cezalar yağdırılmakta ve ekranları karartılmakta,etkin muhalefet yapan sosyal medyaya kısıtlamalar getirilmektedir.

ATATÜRK'ün temellerini çok sağlam attığı ve çağdaş Türk gençlerine emanet ettiği Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini yok ederek,onu yerine siyasal İslam ideolojisine dayalı çağdışı rejimi ülkemizde tesis etmeye, ne ERDOĞAN'ın, ne de bir başkasının gücü, asla yetmeyecektir.

Kurulacak olan ilk sandıkta kaybederek, geldikleri gibi,demokratik seçimle gideceklerdir.Bunda kimsenin şüphesi olmamalıdır. 21/10/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



19 Ekim 2020 Pazartesi

TÜRK MALIDIR DOKUNMA

 



Elin arabı,Suuidi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Türk mallarına bayrak açmışlar,Türk Mallarına karşı boykot kararı almışlar.

Alışveriş merkezlerinin camlarına;Türk malıdır dokunma, pankartları asmışlar,insanlar;ülkemizi seviyoruz, Türk malı kullanmıyoruz naraları atıyor, ne kadar hazin değil mi?

Kim bu araplar,tarih boyunca Osmanlının egemenliği altında yaşadıktan sonra bağımsız olan ve petrol zenginliği nedeniyle itibar gören,Türklere karşı aşağılık kompleksi içinde olan gelişmemiş,Amerikan uşağı,çadır devletidir bunlar.

Tarih ve tarihten ders almasını bilmeyen iş başındaki AKP iktidarı ve onun lideri tarafından, hak etmedikleri saygı ve itibarı görerek şımaran ve ülkemizin iktisaden ve siyasi olarak en zayıf olduğu günümüzde,yaşadıkları aşağılık kompleksinin etkisiyle, şuur altında yaşattıkları Türk düşmanlığını kusarak dışa vuran, aşağılık insanlar bunlar.

ATATÜRK; niçin, büyük asker ve devlet adamıdır anladınız mı şimdi?

Ülkemizi niçin laik kıldığını,fark edebildiniz mi şimdi?

İş başındaki AKP'nin lideri,hiçbirşeyin farkında değil,ATATÜRK'ü anlayamamış, ya da anlamak istememiş,onun tek derdi,ATATÜRK ve ilkeleriyle savaşmak ve ikinci ATATÜRK ilan ettirebilmek kendisini,çırpınıyor ama, çırpındıkça batıyor.

Türk'ün eski köle ve tebaası araplar, şimdi bize meydan okuyorlar, AKP iktidarının yanlış,dinci ve ümmetçi dış politikaları sayesinde.

AKP lideri ne diyordu,hem laik ve hem de Müslüman olunamaz.

Bu düşünceden hareketle,tüm çabası İslam ilkelerine dayalı otoriter bir yönetim şeklini ülkemizde tesis etmek olmuş ve bu konuda çok da yol almıştır.

Türk Milleti demek onun için bir zuldür,hiç duydunuz mu, Türk Milleti dediğini?Gerektiğinde;sürekli, benim milletim demekle yetinen ve Türk Milletini, kendisinin tebaası ve İslam Camiasının ümmeti olarak kabul eden,antilaik bir kafa yapısına sahiptir.

Bu nedenle; dış politikayı da,milli menfaatlerimizi gözeterek değil,din ve mezhep eksenli olarak ümmetçi bir zihniyetle dizayn etmeye kalkışmış ve Türk'ü adeta Dünyada yalnızlaştırmış,etrafımızda dost bırakmamıştır.

Bize, Türk malları konusunda boykot ilan eden Suudi Arabistan Kralının ülkemizi ziyaretinde;o Anıtkabire çıkarakATATÜRK'ü ziyaret etmediği halde,Kralın kaldığı otele,onun ayağına kadar giderek, Kralı ziyaret eden ve onun sunduğu pahalı hediyeleri kabul etmekten şeref duyan, Kralın ölümünde ülkemizde yas ilan ederek o yüce bayrağımızı yarıya indiren,geçtiğimiz yıl Suuidi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda hunharca öldürülerek cesedi parçalanan muhalif gazeteci Cemal KAŞIKÇI cinayetine göz yumarak,ülkemizde planlı ve taammüden işlenen bir cinayetin faillerinin, ellerini ve kollarını sallayarak kaçmalarını sağlayan, laiklik karşıtı, dinci,ümmetçi ve ihvancı AKP iktidarının ve ona destek olanların;Türk mallarına getirilen boykot kararı nedeniyle, yüzleri kızarıyor mu acaba?

Laik Türk Milleti olarak bizlerin, utancımızdan yüzümüz kızarıyor ve şımarık petrol zengini arapları,şiddetle kınıyoruz ama,şu ana kadar sessiz kaldıklarına,Ey Suudi Arabistan diyerek posta atmadıklarına göre;AKP iktidarı ve lideri,bu yüz kızartan durumu sineye çekiyor herhalde. 19/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


18 Ekim 2020 Pazar

AYTUN ÇIRAY GERÇEĞİ

 


Adalet ve Doğruyol Partilerinin geleneğinden gelen,DEMİREL döneminde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yapan,İYİ PARTİ'nin kurucularından ve eski yöneticilerinden olan,ATATÜRK ve Cumhuriyetin kurucu temel ilkelerine bağlı,orta sağ merkezli bir siyasetçi olan Aytun ÇIRAY'ı tanımayan çok az kişi olmalıdır.

Kendisi,İYİ Partiden önce CHP Milletvekilliği de yapmış,aslında dürüst ve savunduğu ilkeler itibariyle,CHP'ye pek de yakışan ve CHP kumaşında hiç de sırıtmayan,aklı başında ülke sorunlarıyla ilgili güzel tespit ve saptalamaları olan bizim de sevip beğendiğimiz bir siyasetçidir.

Bu nedenle,Aytun ÇIRAY'ın;İYİ Parti kurucuları arasında yer alma ve siyasete İYİ Partide devam etme isteğini açıklayarak, CHP'den ayrılmasına,hem kendi ve hem de Sayın ÇIRAY adına üzüldüm ve bu konuda yanılmadım.

Yanılmadım,zira;SÖZCÜ Gazetesinde, iki gündür yayınlanan Uğur DÜNDAR'ın Sayın ÇIRAY ile yaptığı röportajı ilgiyle okudum ve bu siyasetçiye, 20/Eylül/2020 tarihinde gerçekleşen İYİ Partinin 2.Olağan Genel Kurultayında yapılan kumpas eylemiyle, partinin en üst yönetim organı seçiminde Sayın ÇIRAY'ın isminin üzerine listelerde çizik atılarak, sakıncalı kişi ilan edilip, liste dışı bırakılarak parti yönetiminden bilinçli olarak tasviye edildiğine,bu tasfiyeden İYİ Parti Genel Başkanı AKŞENER'in de haberdar olup,bu eylemi parti içi demokrasi olarak kabul edip,bu kumpası,bilerek ve isteyerek engellemediğini öğrendik.

Daha önce de yazdık,biz hiçbir partinin kayıtlı üyesi değiliz ama, siyaseti seven ve yazılarıyla yorumlayan bir yazarız,objektif olarak ve ülkemizin yararlarını düşünerek, hep şunu söyledik;İYİ Parti,aslı olan MHP'li olarak kalırsa,merkez sağı toparlamaya gayret ederek siyaset alanını ve tabanını büyütmezse,aslı olan MHP'nin sahtesi olarak, hiçbir başarıya imza atamaz.

Sayın ÇIRAY,kendisine ve bazı arkadaşlarına yönelik bu tasfye kumpasının,Millet İttifakını bozarak Cumhur İttifakının yelkenlerine rüzgar taşıma amacına yönelik, çok boyutlu ve ileriye dönük bir operasyon olduğunu açıklamaktadır ve bize göre de haklı ve söyledikleri doğrudur.

Sayın ÇIRAY; açıkça, genel başkan AKŞENER'e bu kumpasa müdahale etmesini önermesine rağmen, bu kumpasın gerçekleştiğini açıklamaktadır.

Zaten,Sayın AKŞENER de bu kumpastan sonra sessiz kalmakla, Sayın ÇIRAY'ı doğrulamıştır.

Bu kumpasın planlayıcısı olduğu söylenen Koray AYDIN'ın; konuşmacı olarak katıldığı Haber Türk TV.deki bir programda;”İrade bizde olsaydı,Millet İttifakını kurmazdık..” dediğini de Sayın ÇIRAY dile getirmektedir.

Seçimlere ve bu sayede meclise girerek,grup kurmayı ve bugün ulaştıkları göreceli başarıyı,emaneten ve geçici olarak İYİ Partiye 15 milletvekillerini veren CHP ve KILIÇDAROĞLU'na borçlu olduklarını unutan bir zihniyetin hakim olduğu İYİ Parti'nin;partide merkez sağı temsil eden ve partinin seçmen tabanını genişleterek MHP'den farklı kılan, Aytun ÇIRAY ve arkadaşlarına uyguladığı bu kumpasla, bu değerli politikacıların partiden dışlanmaları, İYİ Parti'nin marjinalleşerek yok olmasına neden olmaz inşallah.

Haddimiz olmadan, buradan Sayın ÇIRAY'a,dürüst ve aklı başında ATATÜRK'çü ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlı, açık sözlü bir siyasetçi olması nedeniyle kendisini seven ve beğenen hukukçu bir büyüğü olarak,bu kumpasa rağmen,İYİ Partide kalmasının, ülkemiz siyasetine ve kendisine hiçbir yararının olmadığını hatırlatmak istiyoruz.18/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

YARGIYI ESİR ALIP ADALETİ YOK EDEREK T.C. DEVLETİNİ TEMELLERİNDEN YIKAN ANAYASAL MEŞRUİYETİNİ KENDİ ELLERİYLE YERLE BİR EDEN SİYASAL İKTİDAR OLARAK DEMOKRASİ TARİHİNE GEÇECEK VE BİR İLKİ BAŞARACAKSINIZ!...



Nedir,Türk Milletinin sizden çektikleri?

Bir değil, iki değil, üç değil,sürekli; anayasa ve yasa ihlalleri yapıyorsunuz ve demokratik yollarla ele geçirdiğiniz iktidar ve devlet gücünü kullanarak,en başta yargıyı esir alıp,adaleti,devleti ve anayasal meşruiyetinizi, kendi ellerinizle yok ediyorsunuz.

Mahkemelerin hakim kürsülerinin arkasında; “ADALET DEVLETİN TEMELİDİR” yazar.Bu söz, laf olsun, torba dolsun,yargı kürsüsüne süs olsun diye yazılmamıştır.

O söz,bir doğruyu ifade etmekte ve ancak yargıçlarımızın adil kararlarıyla,devletin; adalet temeli üzerinde, dimdik ayakta kalabileceğini ifade eden çok anlamlı ve en başta yargıçlarımız olmak üzere,ülkeyi yöneten siyasal iktidara bir uyarı ve talimattır.

Bugün bakıyoruz,yargı ve adalet; artık, tartışmasız olarak,anayasal meşruiyetini yitiren bir avuç siyasal iktidar mensuplarının boyunduruğu altına girmiş ve yok olmuştur.

Adalet yok olunca da,devletimiz temelsiz kalmış ve yıkılmıştır.

Adaletin olmadığı devlet; fiilen var gözükse de,o devlet artık milletin amacı,milletine hizmet eden, yardım eden kucaklayan,onu koruyup kollayan müşvik bir aygıt olmaktan çıkmış ve zalimlerin zulmüne hizmet eden, çok güçlü ve tehlikeli bir silah ve aygıt haline dönüşmüş demektir.

Özellikle, Türk Milleti olarak; son bir hafta içinde, yaşamak zorunda kaldığımız,siyasal iktidardan kaynaklı,siyasal iktidarın emir ve talimatlarıyla yürülüğe konulduğu kesin olan iki uygulama, bizlere kesin olarak göstermiştir ki;artık tuz da kokmuş ve siyasal iktidar; meşruiyetiyle birlikte, T.C.Devletini de temellerinden yok etmiştir.

Millet olarak son bir hafta içinde yaşadığımız anayasa ve hukuk dışı,adaletin ve devletin yok edildiğini gösteren eylemlerden birisi,hepinizin bildiği gibi,BERBEROĞLU hakkında Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu hak ihlali ve yeniden yargılanma kararının,anayasal bağlayıcılığına rağmen,İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, anayasa ve yasa dışı olarak,sadece idari eylem ve işlemlerden kaynaklı hak ihlalleri için geçerli olan,ceza yargılamalarına konu hak ihlallerine uygulanması asla mümkün olmayan yerindelik denetimi yapıldığı gerekçesiyle,uygulanmamasıdır.

Bu eylemin henüz tuzu kurumadan gerçekleşen ikinci anayasa ve hukuk dışı eylem de, İzmir ilinde meydana gelmiş olup, İçişleri Bakanının bir genelgesi ile anayasa ve yasalara açıkça aykırı bir şekilde genel kurullarına yasak getirilen barolardan,benim de mensubu olduğum İzmir Barosunun, bu yasağın kaldırılması için yaptığı müracaat,İzmir 1.İdare Mahkemesince haklı bulunarak, yasağın yürütülmesinin drdurulmasına karar vermesine rağmen,İzmir Konak İlçe seçim kurulu hakimlerinin,idare mahkemesinin kararını tanımayarak,seçim sandıklarını ve görevlileri göndermeyerek, baro genel kurulunun yapılmasına engel olmalrı ve polisler tarafından geenel kurulun yapılacağı salon kuşatma altına alınmış olmasıdır.

İşte,taptaze önümüzde duran bu iki son anayasa ihlellerini de yapan;görünürde yargı olsa da,bu yargının arkasında, siyasal iktidarın emir ve talimatının ve desteğinin olduğu çok açıktır.

Siyasal iktidar ve yargı işbirliği ile gerçekleştirilen,anayasa dışı bu iki son eylem de; Siyasal iktidarın, anayasal meşruiyetini yitirmiş ve devlet gücünü ve imkanlarını,iktidarını bilinmeyen bir tarihe kadar sürdürmek ve iktidar koltuğunu bırakmamak amacıyla kullanmaya devam ettiğini, açıkça göstermektedir.

Bağımsız ve tarafsız yargıyı,adaleti ve buna bağlı olarak devleti yok eden,anayasal meşruiyetini kaybeden,halkın özgürlüklerini yok eden, ülkeyi bir kaosla yüz yüze getiren siyasal iktidara karşı;anayasal, silahsız ve barışçıl,gösteri ve yürüyüş ve direnme hakkını kullanarak;siyasal iktidara, yeter artık dur diyerek sesini duyurmak amacıyla sokağa dökülecek olan halka, meşriyetini yitiren, ülkede korunması gereken meşru bir anayasl düzen bırakmayan, her güzelliği, cumhuriyetin temel ilkelerini ortadan kaldıran siyasal iktidar;tüm bu olup bitenlere rağmen ve utanmadan, hükümeti devirmeye,anayasal düzüne yok etmeye yönelik kalkışma yapmakla suçlayacak ve emrindeki polis ve meşruiyetini yitiren yargıyı, halkın üzerine sürmekten geri kalmayacaktır.

Sormak istiyoruz, bunu hangi yüzle ve haklı gerekçe ile yapacaktır?

Cevabını da biz verelim,otoriter rejimlerde; tek haklı vardır o da;kendisi anayasa ve yasa tanımayan, hergün anayasa ve yasaları paspas gibi çiyneyen,kontrolsüz ve denetlenemeyen güç sahibi iktidarlardır.

Tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi.

ATATÜRK ve ilkeleri;niçin, siyasal kidarın ilk hedefinde,ATATÜRK niçin yok edilmeye ve unutturulmaya çalışılıyor, bilmem artık anlayabildinz mi?

Her Millet, layık olduğu yönetimi bulur” sözünün yalanlanmasının zamanıdır günümüz.18/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

16 Ekim 2020 Cuma

KABİLE DEVLETİ

 



Neymiş efendim?

Gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerde, erken seçim olmazmış.Seçimler kararlaştırılan tarihte ve zamanında yapılırmış.

Bunu tercüme edersek;ülkemiz, gelişmiş bir devlet olduğu için, seçimler erkene alınmayarak zamanında yapılacakmış.

Güzel bir haber doğrusu.

Bundan önce yapılan beş seçimden üçü, erken yapıldığı için,o dönemde, kabile devletiyiz diye gerçekten çok üzülüyorduk.

Reis,seçimlerin erkene alınmayarak zamanında yapılacağını Türk Halkına müjdelediğine göre,demek ki;kabile devleti olmaktan çıkarak gelişmiş,en azından gelişmekte olan bir devlet olmuşuz da haberimiz yokmuş.

Gerçi kabile devleti diye bir devlet türü yok yeryüzünde ama,olsun varsın.

Bizim,artık erken seçim dönemlerimizde kalan o eski kabilemizin de reisi olan bugünkü reisimiz;erken seçim,kabile devletlerinde olur dediğine göre,ona inanmak zorundayız.Ondan iyi bilecek değiliz ya.

Kabilelerde;erken veya zamanında, hiç seçim yapılmaz ama,bizim kabilenin reisi; ancak kabilelerde erken seçim olur diyorsa,bir bildiği vardır diyerek,onu da kabul ediyoruz.

Tamam,çok güzel de,ülkemiz gerçeklerine bir bakıyoruz;

Seçim olmuş da ne olmuş sanki?

Seçilen milletvekilleri,halkın iradesine ve yararlarına göre hareket etmiyorlar, tek adamın ağzına bakıyorlar,o neyi emrederse,onun siyasal geleceği ve iktidarının bekası için ne gerekiyorsa,topluca parmak kaldırarak yasalar çıkarıyorlar.Muhalefet partilerinin yasa tekliflerinin hiçbirisi yasalaşamıyor.

Ülke tek adam,yani reis ne derse, o şekilde idare ediliyor.

Yürütme,yasama ve yargı tek adamın iki dudağının arasında,o ne buyurursa mutlaka yerine getiriliyor,çatlak sese izin verilmiyor.

Reis;ülkemiz gelişmiş olduğu için,kabile reisi gibi çadırda değil,modern 1150 odalı sarayda oturuyor ve ülkeyi oradan idare ediyor.

Anayasa ve yasalar var ama,uygulanmıyor.Reis'in emir ve talimatları,kurallar hiyerarşisinde, anayasa ve yasaların önüne geçiyor.

Yargı; sözde bağımsız ve tarafsız ama, aslında tamamen saraya ve reise bağlı çalışıyor.

Devletin parası reis'in emrinde, örtülüsü ve örtüsüzü, devletin paralarını ve ödeneklerini,hesapsız kitapsız ve denetimsiz,reis istediği gibi harcıyor.Hazine de para kalmış,kalmamış,bütçe açık vermiş, vermemiş hiç umurunda bile değil reis'in.Yeter ki;itibardan tasarruf edilmesin.

Eğitim tamamen zıvanadan çıkmış,laik eğitim kaldırılmış ülkenin tüm eğitim kurumları, imam hatipleştirilmiş.

Bilim adamına değil, örümcek kafalı, dini dogmalara göre,imam hatiplerde biat kültürüyle yetişmiş imamlara bel bağlanmış.

İmamların her türlü ihtiyaçları karşılansın, cemaat ve tarikatlara paralar aktarılsın diye,bütçesi ve pesonel sayısı çoğu bakanlığı geçen ve adeta devlet içinde devlet haline gelen Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasa Mahkemesinden bile değerli ve itibarlı bir kurum haline getirilmiş.

Doktorlar dışlanmış,doktorlara bu pandemi ortamında canları pahasına çalışmalarına rağmen,hak ettikleri ödenekler verilmiyor,doktorların meslek kuruluşları, reis'in emir ve komutası altına alınmak isteniyor.Tıpkı kabilelerde olduğu gibi,hastalara doktorlar eliyle değil,kabilenin büyücüleri,imam ve din adamları tarafından şifa dağıtılması bekleniyor sanki.

Dış politika ve diplomasi çökmüş.Reis, dış politikayı diplomatları devre dışı bırakarak,kendi engin bilgi ve tecrübesiyle,deneme, yanılma ve posta koyma metoduyla, tek başına yürütmeye çalışıyor.

Tıpkı, erken seçim yapıldığı söylenen kabile devletlerinde olduğu gibi.

Bize sorarsanız,bizim reis'ten rica edelim, bir kereden bir şey çıkmaz,bir kere erken seçim yaparsak hemen kabile devleti olacak değiliz ya,son kez bir erken seçim kararı alsın da, yerine gelecek siyasi iktidar,ülkemizi gerçekten kabile devleti olmaktan çıkarır belki. 17/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


15 Ekim 2020 Perşembe

GERÇEK BİR YARGIÇ OLABİLMEK İÇİN HUKUK NOSYONU GEREKİR

 



Bugünkü yazı başlığımızda yer alan “Hukuk Nosyonu” ne anlama gelir?,onu açıklayarak başlamak istiyoruz yazımıza.

Hukuk nosyonu'nu; şu şekilde tanımlayabiliriz.

Hukuk fakültesi mezunu olmayan; ama, hukuk üzerine ahkam kesenlerin bir türlü anlam veremediği,bununla birlikte; sadece, hukuk fakültesinde okumakla da kazanılamayan, hukuklu ile hukukçu arasındaki farkı da ortaya koyan bir bilgi ve kazanımdır hukuk nosyonu.

Hukuk Fakültesinde okuyarak, hukuk nosyonunu kazanan gerçek bir hukukçu ve yargıç, okuduğu bir yasa maddesini ve hukuki metni doğru anlar ve yorumlar.

Hukuk nosyonunu,traş losyonu ile karıştırmamak gerekiyor, özellikle zamanımızda.

Bu konuya niçin girdik merak etmişsinizdir.Açıklayalım öyleyse.

Tüm kamuoyu biliyor artık.CHP Milletvekili BERBEROĞLU hakkında,Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali ve ona dayalı yeniden yargılanmasına ilişkin karara,İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, anayasanın bağlayıcı ve uyulmasını zorunlu kılmasına ramen,uyulmadı ve Anayasa Mahkemesi kararı yok sayıldı.

İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi,anayasayı ihlal anlamı taşıyan bu hukuk dışı kararına, Anayasa Mahkemesinin yerindelik denetimi yaptığını ve buna yetkili olmadığını gerekçe yapmıştır.

14.Ağır Ceza Mahkemesinin kararına gerekçe ve dayanak yaptığı,6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulü Kanununun 50/(1) son maddesinde yer alan;”...... Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.”kuralı, bir ceza davası nedeniyle,yargılama evresinde hak ihlaline uğratıldığına ve bu nedenle yeniden yargılanmasına Anayasa Mahkemesince karar verilen BERBEROĞLU için geçerli olamaz.

6216 sayılı yasanın, Anayasa Mahkemesininin yetkisini sınırlayan 50/(1) son maddesinde yer alan hüküm,bir suçla itham edilerek ceza mahkemelerinde yargılanan ve hak ihlaline uğrayan ceza davalarının sanıklarına getirilen bir sınırlama değildir.

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanıyan hak ihlalleri;ceza davalarına konu olan suç ve ceza yargılamalarına ilişkin olabileceği gibi,idari davalara konu olan

idarenin bir idari eylem ve işlemine ilişkin hak ihlalleri de olabilir.

İşte,yargıçların;okudukları yasa maddelerini anlayabilmeleri ve doğru yorumlayabilmeleri için,hukuk nosyonlarını zorunlu kılan, zurnanın zırt dediği yer ve incelik de burada yatmaktadır.

Yasa koyucu; idari ve cezai hak ihlallerindeki bu çeşitliliği dikkate alarak;Anayasa Mahkemesinin, bireysel başvuru üzerine bir hak ihlali tespit ettiğinde, bu hak ihlalini giderecek karar verirken,idari eylem ve işlemlerden kaynaklı,idare mahkemelerinde karşılanamayan hak ihlallerinde, 6216 sayılı yasanın 50/(1) son maddesinde yer alan bir hükümle, Anayasa Mahkemesinin yetkisine bir sınırlama getirmiş ve ”...... Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.” hükmüne yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin yetkisine sınır getiren bu hüküm; bir ceza davasına konu olan BERBEROĞLU davası için asla geçerli değildir.

Zira,”...... Ancak yerindelik denetimi yapılamaz” denildikten sonra devamla; “idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.” denilerek, bu sınırlayıcı hükmün, sadece idari eylem ve işlemlerden kaynaklı hak ihlallerinde uygulanabileceğine açıklık getirilmiştir.

Buna dair, benzeri,idare mahkemelerinin yetkilerine sınır getiren bir hüküm de;2577 sayılı İdare Mahkemelerinin Kuruluşu ve Yargılama Usullerine Dair Yasanın; idari yargı yetkisine sınır getiren 2/2. maddesinde yer almaktadır.

2577 Sayılı Yasanın 2/2 maddesinde;”İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar,..........idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.”hükmüne yer verilerek,benzeri bir yetki sınırı idare mahkemeleri için de getirilmiş olup,6216 Sayılı yasanın 50/(1) son maddesinde ve benzeri olan 2577 sayılı yasanın 2/2 maddesinde yer alan bu hükümlerle, idare mahkemelerinin yetki sınırı ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulardaki yetki sınırı arasında, benzerlik ve bir paralellik kurulmuştur.

Açıkladığımız nedenlerle,İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına dayanak yaptığı gerekçe,idari eylem ve işlemlerden kaynaklı hak uyuşmazlıkları için geçerli olup,bir ceza davasından kaynaklı hak ihlaline uğradığı tespit edilen BERBEROĞLU hakkında uygulanması;anayasa,hukuk ve yasa dışıdır.

İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin bu ret kararında; ya, bir yargıçlar hukuk nosyonu ve bilgi eksikliği vardır.Ya da, kötü niyet ve bilerek ve isteyerek anayasayı ihlal kastı vardır.15/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



14 Ekim 2020 Çarşamba

14.AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN ANAYASA DIŞI KARARININ KANUN YOLU YOKTUR.

 


BERBEROĞLU hakkında, hak ihlali yapıldığına ve bu nedenle yeniden yargılanmasının gerektiğine yönelik Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararı yok sayarak, eski kararında direnen ve yeniden yargılama isteğini reddeden 14.Ağır Ceza Mahkemesinin anayasayı ihlal niteliğindeki bu kararı aleyhine gidilebilecek itiraz yasa yolu bulunmamaktadır.

Anayasa Mahkemesinin; yürütmeyi,yasamayı ve diğer yargı organlarını bağlayan ve bu nedenle uyulması zorunlu kararlarına, demokratik bir ülkede, mutlaka uyulmasının gerekeceğinden hareket eden yasa koyucu,böyle bir durumun ortaya çıkmayacağını düşünerek,anayasa dışı bu tür kararların aleyhine gidilebilecek bir yasa yolunu düzenleme gereği duymamıştır.Bu bir ilktir.

Basından duyuyoruz, anlı şanlı hukukçular,15.Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz edilebileceğini savunuyorlar.

Bize göre itiraz yasa yolu kapalıdır.

Zira,Ceza Muhakemesi Yasasının 267.maddesine göre,Hâkim kararları ile ancak kanunun açıkça gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.

İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinin BERBEROLU kararı;itirazı kabil bir hakim kararı değil,bir mahkeme kararıdır ve Anayasa Mahkemesinin;diğer mahkemeleri bağlayan, yeniden yargılama yapılmasına ilişkin kararına rağmen,anayasa ihlal edilerek, yerel 13.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, Anayasa Mahkemesinin kararına uyulmaması yönünde verilen anayasa ve hukuk dışı karar aleyhine, itiraz kanun yoluna gidilebeleceğine ilişkin açık bir yasa hükmü olmadığından,hakim kararı olmayan bu mahkeme kararı aleyhine İstanbul 15.Ağır Ceza Mahkemesinde bir itiraz başvurusu yapılamaz.

Bu nedenle,bize göre, bu yasal boşluk;yok hükmünde olan 13.Ağır Ceza Mahkemesinin kararının yırtılıp atılarak,dosyadan çıkarılması,Hakimler Ve Savcılar Kurulu tarafından,kararı veren hakimer derhal görevden alınarak, haklarında soruşturma açılıp, Hakimler Kurulunun belirleyeceği başka bir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından,davaya devam edilerek, Anayasa Mahkemesi kararına uygun yeni bir kararın verilerek doldurulmalıdır.

Bunun başka bir yasal yolu yoktur.

O ,yok hükmünde olan karar yırtılıp atılarak dosyadan çıkarılmalıdır ki;bu,tüm hakimlerimizin kulaklarına, demokrasiye,anayasal düzene ve bağlayıcı Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulma mecburiyetini hatırlatan bir küpe olarak asılmalıdır. 14/10/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu







13 Ekim 2020 Salı

BU KARAR ZORBALIKTIR ANAYASAL DÜZENE VE T.C.DEVLETİNE YÖNELİK BİR İSYANDIR.

 


Bu ülke,maalesef,fiilen diktatörce yönetilmekte ise de;hukuken, yürürlükte olan anayasya göre demokratik bir hukuk devletidir.

Her organ, kurum ve meciin görev ve yetkileri, Anayasa ve yasalarda açıkça belirlenmiştir.

Hiçbir kişi,makam ve merci, kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamaz.

Yasama,yargı ve yürütme'nin görev ve yetkileri, anayasa ve yasalarda açıkça belirlenmiştir.

Anayasa hükümleri,kurallar hiyerarşisinde uyulması gereken en üst hukuk kurallarıdır.

Anayasa Mahkemesi de;kaynağını anayasadan alan görev ve yetkileri kullanan bir üst mahkeme olup,Anayasa Mahkemesinin kararları;yasama,yürütme ve yargıyı bağlayan, uyulması zorunlu kararlardır.

Bu ülke ve devlet, birilerinin özel mülkü ve babasının çiftliği olmayıp,anayasa ve yasalarda belirtilen kurallara göre yönetilen,saygın Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.

Kimse,geçici olan yasal zırhına güvenerek; ben devletim, istediğim kararı veririrm ve ülkeyi istediğim gibi keyfi olarak yönetirim,Anayasa Mahkemesinin kararını da tanımıyorum diyemez.

Demokrasilerde,güçlünün,güçsüzleri ezme ve hukuku tanımama hak ve yetkileri yoktur.

Devletler niçin kurulmuştur?

En basit tanımıyla;güçlüler,güçsüzleri ezmesinler ve toplumsal yaşamı bir kurala bağlayalım,insanlar kurallar çerçevesinde huzur içinde ve korkusuzca yaşasınlar diye.

Şimdi bir yerel mahkeme çıkıyor ve CHP Milletvekili Enis BERBEROĞLU hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali ve yeniden yargılanmasını gerekli gören kararına,anayasa hükümlerine göre mutlak olarak uymakla görevli olduğu halde,zorbalık yapıyor ve ben anayasa ve Anayasa Mahkemesi falan tanımam, ben devletim anlamına gelen bir karar verebiliyor.Bu arada,yargı yetkisini Türk Milleti adına emaneten kullandığını unutuyor, yargı yetkisinin kendisine doğuştan ve tanrı tarafından verilen, kişisel ve mutlak bir hakkı olarak görerek, ayrıca bir cahillik sergiliyor.

Hayret etmemek mümkün değil.

İnanın, yarın kıyamet kopacak deseler inanırdım ama,yerel mahkeme,Anayasa Mahkemesinin kararına uymayacakmış deselerdi inanmaz ve gülüp geçerdim.

Ülkemizi,T.C.Devletini tanınmaz hale getiren,demokrasiyi ayaklar altına alan,ülkemizin Uluslar arası arenada saygınlığını yok eden bu tanımama kararı,zorbalık ve pervasızlık olduğu kadar,Anayasal düzene ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı bir baş kaldırı ve açık bir isyandır ve bu karar yok hükmündedir,illegal bir güç gösterisidir.

Bu zorba kararı alan yargıçlar hakkında derhal soruşturma açılarak,karar altında imzası olan sözde yargıçlar derhal görevden alınmalıdır. Yerel mahkemenin sergilediği tavır ve verdiği karar;Fetö'nün darbe girişiminden dahi tehlikeli ve hukuk dışıdır.

Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı ve yerel mahkemeye taktir yetkisi bırakmayan kararına uyulmaması, demokrasimizin geleceği ve insan haklarının güvencesi açısından da çok düşündürücü ve tehlikelidir.

Anayasa ve hukuk dışı, hukuk devletine ve T.C.ne İsyan ve başkaldırı anlamına gelen bu karar;sadece BERBEROĞLU'nu değil, tüm halkımızın özgürlüklerini ve adil yargılanma haklarını yakından ilgilendieren çok korkunç ve karanlık bir karardır.

T.C..Devletine, anayasa ve anayasal düzene başkaldıran bu zorba (Mahkeme demeye dilemiz varmıyor)heyet üyeleri, Hakimler Ve Savcılar Kurulu tarafından derhal görevden alınarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talebiyle, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebüs suçundan yargılanmalıdır.

Görevden alınacak olan heyetin yok hükmünde olan kararı nedeniyle; dava dosyası, anayasal düzene ve hukuka saygılı yeni bir heyete tevdi edilerek,Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararı doğrultusunda yeni bir karar verilmelidir.13/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

10 Ekim 2020 Cumartesi

ANAYASA VE YASALARLA KORKUSUZCA BU KADAR ALAY EDEN BİR İKTİDAR GÖRMEDİK

 


İtiraf etmeliyiz ki;ERDOĞAN'ın genel başkanı olduğu AKP,T.C.nin çok partili döneminde,seçimle iş başına gelerek iktidarda en uzun süre kalan tek partisi olmuştur.

Dile kolay,Kasım.2020 de 18 yılı geride bırakacak ve iktidardaki 19.yaşına girecektir.Seçimlerin yapılacağı 2023 senesi itibariyle de,21 sene kesintisiz tek başına iktidarda kalarak, kırılması imkansız bir rekora imza atacaktır.

Peki, AKP; başarılı olduğu için mi, bu kırılması imkansız rekorun sahibi olmuştur?

Tabii ki,hayır.

AKP; iktidarda en uzun süre kalma başarısını gösterdiğ kadar,ülkemizin demokrasi tarihinde, en başarısız siyasal iktidar rekorunun da sahibidir.

Şimdi diyeceksiniz ki,bu bir çelişki değil midir?

Evet haklısınız,bu büyük bir çelişkidir.Hem en başarısız ve hem de, en uzun süre iktidar koltuğunda oturan parti nasıl olunur?

Bizim ülkemizde oluyor böyle şeyler.

Bunun muhtelif nedenleri var tabi.Bir bilimsel araştırma ve doktora tezi olabilecek, tam bir çelişkiler yumağı.

Dış faktörler,iç faktörler,demokrasinin ülkemizdeki seviyesi,eğitim kalitesi,ekonomik yetersizlikler,yozlaştırılan din faktörü,din simsarı politikacılar,devrim yasalarının delik deşik edilmesi,siyasi partiler ve seçim yasalarındaki anti demokratik hükümler ve daha nice olumsuz faktörler.

Yazı konumuz bu değil.

Biz, sadece bu çelişkiye dikkat çekmek istedik.

Ülkenin tüm varlıklarını paraya çevirerek ve topladığı vergilerle elde ettiği 2.5 trilyon doları tamamen taşa,toprağa ve betona harcadığı ve hazineyi tam takır bıraktığı halde,milyonlarca işsiz,milyarlarca dolarlık iç ve dış borç,eksi döviz rezervi,dış ticaret açığı,pahalılık,gelir garantili yap işlet devret yoluyla yapılan yol köprü ve tünel gibi üretime dönük olmayan yatırımlara imza atan,tarımı çökerten,tarım ürünlerini dahi döviz ödeyerek ithal eden,eğitimi tamamen dinileştiren,bütçe canavarı,hazır yiyen ve üretmeyen bir Diyanet İşleri Başkanlığı yaratan,çok başarısız ve verimsiz bir AKP iktidarı ve tüm bu olumsuzluklarına rağmen, tek kelimeyle, kırılması imkansız, kesintisiz süren 21 yıllık tek başına iktidar rekoru.

Bu büyük çelişki, T.C.Devletinin ve onun vatandaşları olan bizlerin, en büyük talihsizliğidir.

Bu başarısız ve başarısız olduğu kadar da uzun süren AKP iktidarının en büyük bir özelliği de;bugüne kadar gelmiş ve geçmiş hiçbir iktidarın yapmadığı kadar, fütursuzca anayasa ve yasa ihlallerinde bulunmasıdır.

Bu AKP iktidarı;bize, ileri de yasalar önünde hesap sorarlar diye düşünemeyecek kadar da,gözü kara, pervasız ve korkusuz.

Yani,pervasızlık ve korkusuzluk da da,büyük bir rekorun sahibi AKP iktidarı.

Hukuk Fakültelerinin birinci sınıfında, hukuk başlangıcı derslerinde öğretilir ve bunu bilmek için de hukukçu olmak gerekmez.Hukukta;tepeden aşağıya doğru,bir kurallar hiyerarşisi (sıralaması)vardır.Bu hiyerarşi içinde, bir altta yer alan hukuk kuralı, bir üstte yer alan hukuk kurallarına asla aykırı olamaz.

Buna göre;kurallar hiyerarşisinin en üstünde Anayasa,onun altında yasalar,onun altında tüzük ve yönetmelikler,onun altında yönergeler,tamim ve genelgeler,tebliğler,emir ve talimatlar yer alır.

Bu kurallar hiyerarşisi, siyasal iktidarları ve tüm kurum ve kuruluşları ve insanları bağlar.Demokratik bir devlet olmanın temel kuralı budur.

AKP iktidarının uygulamalarına bakıyoruz.Anayasa zaten askıya alınmış,varlığı ve yokluğu belli değil,hiç uygulanmıyor.

Yasalara da uyulmadığı gibi,anayasa askıda olduğu için, yasaların anayasaya aykırılığı artık tartışılmıyor bile.

Yasalar,hiyerarşik sıralamadaki anayasadan sonra gelen ikinciliğini çoktan yitirmiş durumda,genelgeler, emirler ve talimatlar; kurallar sıralamasında yasaları ve anayasayı sollamış ve onların önüne geçmiş durumda maalesef.

Bunun son uygulamasına,Baroların genel kurullarının İçişleri Bakanlığının bir genelgesiyle geçici olarak yasaklanmasında tanık oluyoruz.

Avukatlık Yasası, baroların genel kurullarının iki yılda bir yapılmasını zorunlu kılmasına rağmen,İçişleri Bakanı keyfi bir şekilde pandemiyi bahane yaparak bir genelge ile Baroların genel kurullarını keyfi olarak yasaklamıştır.

Bu pandemi ortamında, Siyasi Partiler kongrelerini yapmakta,AVM ler müşteri kabul etmekte,siyasiler kalabalık düğünler yapmakta,AKP Genel Başkanı; kalabalık mitingler düzenleyerek, kapabilmek için ezilmeyi bile göze alabilen kalabalık halka otobüsten çay atmakta,Ayasofya kalabalık cemaatle cami olarak kullanıma açılabilmekte,ama barolar; Avukatlık Yasasının amir hükmüne rağmen,yasalar açıkça ihlal edilerek, genel kurullarını yapmaktan keyfi olarak yasaklanabilmektedirler.

Bu yasaklar da,AKP iktidarının;kırılması mümkün olmayan, anayasa ve yasalarla pervasız ve korkusuzca alay etme rekorudur. 10/10/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



7 Ekim 2020 Çarşamba

NEDİR BU KORKUNUZ?

 




Nedir bu korkunuz?

Siz değil miydiniz, 3 (Y) ile mücadele edeceğiz,yani;bu ülkedeki yasakları,yolsuzlukları ve yosulluğu önleyeceğiz diyerek iktidara gelen?

Nedir; sizden çektiği, bu ülkenin ve milletin?

Ülkedeki, 12 Eylül darbe yasaklarını kaldırmadığınız,bilakis o yasaklara sarıldığınız,yolsuzlukları ve yoksulluğu önleyemediğiniz gibi, bunları daha da artırdınız ve olağan hale getirdiniz.Millet; artık, yasaklara,yoksulluğa ve yolsuzluklara alıştı ve kanıksadı maalesef.

Kendiniz ve belirli sayıdaki yandaşlarınız için yasakları ve yoksulluğu kaldırdınız,yolsuzluğu ise meşru kıldınız.

Tüm yolsuzluklarınızı ve yasaklarınızı,anayasa ve yasalara aykırı meşru olmayan tüm icraatlarınızı; yargı ve RTÜK sopalarını kullanarak,halkı ve medyayı susturarak, meşrulaştırmaya çalıştınız.

Yargı sopasından sonra,başımıza bir de RTÜK sopası ile vurmaya başladınız.

RTÜK;sarayın talimatıyla çalışan başkanı ve yandaş üyeleriyle, asli görevini bir kenara bıraktı,muhalif partileri,kurumları,basını ve televizyonları mercek altına alarak,onların sayıştay raporlarına dayanarak yaptıkarı,kamu ve halk yararına haklı eleştirilerine dahi, tahammül edemez hale geldi.

RTÜK;yandaş televizyon kanallarının, gerçekten denetime tabi suç teşkil eden yayınlarını görmezlikten gelirken,muhalif birkaç gazete ve televizyon kanallarına;halkın ve kamunun yararına ve demokrasinin gereği olarak yaptıkları,siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen eleştirel haberleri nedeniyle, ağır para cezaları vermekte ve hatta beşer günlük ekran karartma cezaları vermektedir.

RTÜK; yasal kuruluş amacının dışına çıkarak,siyasal iktidarın ve Saray'ın sopası olmuştur.

RTÜK; artık, tamamen anayasa ve yasaların dışına çıkarak, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi,yani millet adına denetlemekle görevli,bir yüksek yargı organı olan Sayıştay'ın raporlarına dayanarak, kamu kurumlarında yapılan usulsüzlük ve yolsuzlukları haber yapan görsel ve yazılı medyaya, yeni yasaklar getiren ve onları tehdit eden,yayın politikalarını buna göre yeniden dizayn etmelerini emreden, aksi halde gereğini yapacaklarını belirten bir tweet atmış bulunmaktadır.

RTÜK;Anayasanın 160. maddesine göre,üst derece bir mali Yargı Organı olan Sayıştay raporlarına dayanılarak yapılan yolsuzluk ve usulsüzlük haberleriyle, Devletin ve devletin kamu kurumlarının yıpratıldığını,itibarsızlaştırıldığını iddia etmekte ve basına ayar yapan,yasaklama getiren tehditlerini, bu akıl almaz gerekçeye dayandırmaktadır.

Siyasal iktidar ve onun sopası gibi çalışan RTÜK,bilmelidirler ki;Sayıştayın,kamu harcamalarındaki usulsüzlük ve yolsuzlukları tespit eden ve devlet sırrı olmayan aleni raporlarının ve buna dayalı haberlerin yayınlanması, asla suç olmayıp,milletin parasını harcayan kamu kurumlarının denetlenmesi olup;basının, Sayıştay raporlarında yer alan yolsuzlukları millete duyurmaları, en temel kamusal görevleri ve varlık nedenleridir.

Kaldı ki;iş başındaki siyasal iktidar,yürütme organını teşkil eden başkan ve bakanlarıyla, devlet değildir,geçici olarak ülkeyi yöneten ve devlet yetkisi kullanan ajanlardır,bugün varlarsa yarın yokturlar.Kalıcı ve korunması,yıpratılmaması gerekli olan, devlet ve devletin kurumsal itibarıdır.

Aslında,seçim kazanarak iş başına gelen ve ülkeyi yöneten siyasal iktidar,milletin vergilerinden oluşan devlet parasını, anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanmak ve yolsuzluk ve usulsüzlük yapmamakla mükelleftir.

Siyasal iktidar;Sayıştay denetim raporlarıyla tespit edilen usulsüzlük ve yolsuzlukları yapmakla,asıl kendileri, devletin ve devlet kurumlarının itibarını yıpratmış ve yok etmiş olmaktadır.

İş başındaki siyasal iktidarın harcamalardaki usulsüzlük ve yolsuzluklarının,Sayıştay raporlarına göre açıklanması;sadece,siyasal iktidarın itibarını yıpratır,yok eder ve siyasal iktidarı itibarsızlaştırır,T.C.Devletinin itibarını değil.

Yolsuzluk yapan iktidarlar millete açıklanacaktır ki;bir sonraki seçimlerde T.C.Devletinin itibarını yıpratan ve milletin parasını yok edenler, demokratik yolla iş başından uzaklaştırılabilsinler.

İşte,RTÜK ve ona talimat verenleri korkutan gerçek de, budur.

Ama,korkunun ecele faydası yoktur.Korkarak,ömrünü uzatan kimseye tanık olunmamıştır. 07/10/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu













5 Ekim 2020 Pazartesi

MUHALEFET PARTİLERİ DAHA NEYİ BEKLİYORLAR?

 



Ülke bitmiş,demokrasiden hak ve özgürlüklerden eser kalmamış.

Ekonomi bitmiş,Türk parasının değeri kalmamış, para pul olmuş.

Hazine boşalmış,karşılıksız para basmak için para basan matbaalar sürekli çalışır hale gelmiş,devletin kar eden kurumları, Varlık Fonuna dahil edilerek, zarar eder hale sokulmuş,içleri boşaltılmış.

Adalet yok edilmiş,siyasi iktidarın sopası haline getirilmiş.

Dış politikada dar boğaza girilmiş,ülkenin dış itibarı yok edilmiş,dost ülke kalmamış,her devletle düşman olmuşuz.

Parlamento;işlevsiz kalmış, varlığı yokluğu belli değil,saray rejimi tarafından devre dışı bırakılmış ve adeta hadım edilmiş.

Ülkeyi, tek adam ve etrafındaki birkaç kişi, istedikleri gibi yönetiyorlar,anayasa ve yasa tanımıyorlar,Anayasa Mahkemesini, çocuk azarlar gibi, haksız olarak eleştiriyorlar, tehdit ediyorlar,etkilemeye çalışıyorlar.

Cumhuriyetin hiçbir kurumu, ayakta bırakılmamış, bir bir yok edilmiş.

Ordu dağıtılmış,Genelkurmay Başkanının,Kuvvet Komutanlarının adları var kendileri yok ortalıkta.Milli Savunma Bakanı,bunların görevlerini üstlenmiş, sadece üniforması yok.Pardon,apoletsiz de olsa, Milli Savunma Bakanı kendisine illegal bir üniforma icat etmiş ve ortalıkta dolaşıyor.

Ordunun kurumları yok edilmiş,askeri hastaneler,askeri mahkemeler lağvedilmiş.

GATA olarak ifade edilen,ülkenin en köklü ve en değerli sağlık kuruluşu Gülhane Askeri Tıp Akademisi yok edilmiş,Haydarpaşa GATA'nın ismi Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Eğitim Ve Araştırma Hastanesi olmuş,son günlerde attığı twitlerden öğrendik ki;başına da, hastanenin yeni ismiyle pek uyumlu olan, antilaik,medeniyet ve kadın düşmanı,Medeni Kanun ile problemi olan,bir yerlerini havalandırmak,aklı fikri kadınlarda olduğu için pratik olsun diye pantolon yerine entari giymeyi savunan,tarikatçı bir sözde doktor, başhekim yardımcısı olarak getirilmiştir.

Bu çağ dışı, örümcek kafalı, antilaik sözde doktor; kamuoyunun tepkisi nedeniyle görevden alınmış ise de;bizi yönetemeyen ve artık iflas eden iş başındaki iktidar tarafından atanmış bulunan bu sözde doktor,iş başındaki iktidarın ipliğini pazara çıkaran son halka olmuştur.

Siyasal iktidarın;Fetullah GÜLEN cemaatinden sonra,bundan ders almayarak,cemaat ve tarikatlarla olan bağını sürdürdüğü,belediyelerin ve devletin tüm ekonomik kaynaklarını buralara aktaktardığı, gün yüzüne çıkmştır.

İş başındaki iktidar,siyasete de müdahil olmuş,Kürt seçmenlerin oylarıyla seçilen HDP'li tüm belediyelere el koyarak, buralara kayyımlar atayarak, halkın iradesini yok etmiştir.

Bununla da yetinmeyen iktidar,HDP'yi siyaset sahnesinden silmek için,altı sene önce vukubulan Kobani olaylarını bahane ederek, HDP'li siyasetçileri yargı sopası ile dövüp hapse attırmıştır.

Siyasi İktidarın amacı, tek partili döneme geri dönerek, Türkiye Cumhuriyetini tek partili bir parti devletine dönüştürüp, sürekli iktidarda kalmaktır.

Sıra,HDP'den sonra, diğer muhalefet partilerine de gelmek üzeredir.

Bu nedenle, en başta ana muhalefet partisi olmak üzere,tüm muhalefet partileri akıllarını başlarına toplayarak,gelmekte olan tehlikeyi görerek,birlik olup,bir demokrasi cephesi oluşturmak zorundadırlar.

Kimsenin, bize hiçbirşey olmaz deme lüksü yoktur.

Bunu diyebilmek için, ülkede demokrasinin ve bağımsız bir yargının olması gerekir.

Ülkemizde şu anda demokrasi ve bağımsız bir yargı olmadığına ve Anayasa Mahkemesine dahi saldırıldığına ve yargı eliyle her hukuk dışılık meşrulaştırıldığına göre,sıra diğer muhalefet partilerine gelmektedir,bizden uyarması.

Evet, koşullar çok ağırdır,muhalefet partileri,koşulsuz olarak, sadece demokrasiyi kurtarma adına, aralarına HDP'yi de alarak, bir demokrasi ittifakı kurmak ve hep birlikte, siyasal iktidarla demokratik yollardan, korkmadan mücadele etmek zorundadırlar.

Ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin tek başlarına oy oranları ve güçleri bellidir.Kimse tek başına iktidar hayali kurmasın ve ümitlenmesin,ülkeyi perişan eden ve ülkeyi bundan daha kötü hale getirilmesi imkansız bir hale koyan bu iktidardan kurtulmak isteyen, vatanını ve ülkesini seven tüm partiler,derhal ve acilen bir araya gelmek ve güçlerini birleştirmek zorundadırlar.

Bunu, hem de acilen yapmayan muhalefet partileri bilmelidir ki; bunun bedelini,demokrasiyle birlikte kendileri de yok olarak ödeyeceklerdir.

Kimse, erken seçim ve zamanında seçim beklememeli ve seçimde bu iktidar nasıl olsa gidecek diyerek, kendini avutmamalı ve ham hayale kapılmamalıdır.

Köprüden önceki son demokrasi çıkışıdır bu. 06/10/2020



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu