31 Mart 2021 Çarşamba

HUKUK DEVLETİNİN BEKASI İÇİN SORUN HALİNE GELEN BAHÇELİ



Devlet BAHÇELİ; AYM’nin, HDP iddianamesini Yargıtay’a iade etmesine sert sözlerle tepki göstererek,“Anayasa Mahkemesi; hukukun üstünlüğünden mi yanadır, yoksa bölücülüğün mü şakşakçısıdır? HDP’nin kapatılması kadar, Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” demiştir.

Anayasa Mahkemesinin;HDP'nin kapatılmasına ilişkin dava dosyasınıYargıtay'a iadesi,nihai bir karar değildir,kapatma talebinin reddi değildir,Ceza Muhakemesi Kanunun 174. maddesine göre,iddianamede mevcut olan eksikliklerin tamamlanmasına yöneliktir.

Bu nedenle,BAHÇELİ'nin Anayasa Mahkemesine karşı tavır alarak,mahkemenin kapatılmasını talep edecek kadar hırçınlaşmasını anlamak mümkün değildir.

Bu zat; artık, haddin aşmış ve Türk demokrasisinin ve hukukun bekası için,ciddi bir tehlike ve sorun haline gelmiştir.

Biz;artık, bu şahsa bir siyasi partinin lideri gözüyle bakamıyoruz maalesef.

MHP;bu şahsın akıl almaz beyan ve davranışları yüzünden,iktidar olmayı hedefleyen bir siyasi parti olma vasfını yitirmiştir.

Beyan ve davranışlarıyla,iktidar partisi AKP'ye ve onun liderine,körü körüne ve koşulsuz sadakat ve bağlılığıyla,partinin kurucusu merhum Alpaslan TÜRKEŞ'in kemiklerini sızlatmaktadır, bu zat.

Ya, söylediklerini kulakları duymamakta, ya da, bazı melekelerini yitirmiş olmalıdır.

Bu zat;“HDP’nin kapatılması kadar, Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” deme gafletinde bulunarak,tam anlamıyla saçmalamış,kendisini faşist Hitler Almanyasının propaganda bakanı zannederek, demokrasinin,hukuk devletinin ve anayasanın korunmasında en etkin denetim mekanizması olan Anayasa Mahkemesine saldırmış ve Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını dillendirme aymazlığını göstermiştir.

Bu zat;boyundan büyük bu sözleri dillendirme gücünü,cüretini, hakkını ve yetkisini kimden almaktadır?

İnsanda biraz utanma duygusu olmalıdır.

Adama sorarlar,boyundan büyük bu sözleri,Anayasa Mahkemesinin kapatılması talebini dillendiren sen, kimsin efendi?

Alt tarafı,halk desteğinden yoksun,sayende tabanı yok edilmiş,halk desteğini yitirmiş,oy oranı barajın çok altında kalmış marjinalleşmiş bir patinin sözde liderisin.

Sen, aklını mı yitirdin?

Sen,anayasaya göre demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi partinin gerçekten lideriysen,haddini ve hududunu bileceksin,kapatılmasını talep ettiğin Anayasa Mahkemesinin de,siyasi partiler gibi demokrasinin,hukuk devleti olmanın vazgeçilemez bir üst derece yargı kurumu olduğunu kabul edeceksin veya politikayı bırakarak köşene çekilip,akıl dışı beyanlarınla demokrasiyi kirletmeyeceksin.

Aklı başında insanlar;eminiz,bu zatı ve saçma beyanlarını dikkate almıyorlar,muhatap kabul etmiyorlar biliyoruz ama,az da olsa ciddiye alanlar olabilir düşüncesiyle,yine de endişe duyuyor ve bu zatın artık Türk demokrasisi adına tehlike arz ettiğini değerlendiriyoruz.

Bu zat;çıkışları ve beyanlarıyla,ülkemize ve Türk demokrasisine verdiği zarar ve saçtığı tehlike kadar,kendisine koşulsuz destek verdiği ortağı AKP ve ERDOĞAN'a da büyük zararlar vermekte ve ülkemizi felakete sürükleyen, içinde bulunduğumuz, yargı, yürütme ve yasamanın tek adamda toplandığı,kuvvetler ayrılığı ilkesini yok eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin de baş mimarıdır.

Ülkemizi,halk desteğinden yoksun marjinalleşen MHP'nin başındaki bu şahıs yönetmekte ve ERDOĞAN'ı da parmağında oynatarak,Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını isteyecek kadar şımarmış ve ne söylediğini bilmez bir konuma gelmiştir.

Bu zat;şunu bilmelidir ki; bu ülke,ne ERDOĞAN'ın, ne de BAHÇELİ'nin babalarının çiftliği,sahipsiz bir ülke değil, ATATÜRK'ün kurduğu,hakimiyetin kayıtsız ve şartsız Türk Milletine ait olduğu,hukukun üstünlüğüne dayalı,demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetidir.

Anayasa Mahkemesi de;demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin,Türk Milleti adına anayasal yargı yetkisini kullanan,kararları BAHÇELİ dahil,herkesi,yasamayı,yürütmeyi ve tüm yargı organlarını bağlayan bir yüksek mahkeme olup;demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün bekçisidir.

BAHÇELİ;HDP'nin kapatılması istemiyle açılan davanın iddianamesinin, usuli eksiklikler nedeniyle, Anayasa Mahkemesi tarafından Yargıtay C.Başsavcılığına iade edilmesi kararına, saygı göstermek zorundadır.

BAHÇELİ;Anayasa Mahkemesinin bu iade kararı üzerine,elinden oyuncağı alınmış bir çocuğun hırçınlığı içine girerek,akıl almaz bir şekilde, Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını tartışmaya açmıştır.Anayasa Mahkemesi kapatılırsa,kapatılmasını çok istediği HDP'yi kim kapatacaktır,BAHÇELİ mi verecektir kapatma kararını?

BAHÇELİ;Anayasa Mahkemesinin kapatılmasını dahi talep ederek,beyanlarıyla artık demokrasi bardağını taşırmış ve Türkiye Cumhuriyetinin bekası için, sorun haline gelmiştir. 01/04/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





 

29 Mart 2021 Pazartesi

AK YARGI

 



Kastamonu ilinde AKP'li belediye başkanı döneminde,AKP'nin yarattığı sistemden yararlanarak,hak etmediği makamlara gelen ve bu makamların nüfuz ve yetkilerinden yararlanarak kısa sürede zenginleşen ve daha sonra AKP'nin Ankaradaki Genel Merkezine sıçrama yaparak, burada büro elemanı olarak çalışmaya devam eden,AKP en üst düzey yöneticileriyle yakın ilişiler kurarak,onlarla yan yana fotoğraflar çektirip,burada da sistemden yararlanmaya devam edip,parasına para katan ve lüks içinde yaşamaya başlayan,hak etmediği bu parasal zenginlikle başı dönerek şımaran ve yeni arayışlara girerek, Kokain gibi uyuşturucu madde kullanmaya başlayan Kürşat AYVATOĞLU vak'ası, sosyal medya sayesinde, Türk kamuoyunun gündemine düşmüş ve ikinci bir Susurluk Vakası olarak, tartışmaya açılmıştır.

Olayın kahramanı AKP'nin yarattığı sistemim mahsulü Kürşat isimli bu AKP çalışanı şahıs; önce,uyuşturucu kullanıcısı olduğu gerekçesiyle serbest bırakılmışsa da;daha sonra, arkadaşlarının, kendilerine de uyuşturucu temin etmekle suçlamaları üzerine, ikinci kez gözaltına alınmış ve bugün tutuklanması istemiyle çıkarıldığı hakimlik tarafından, tutuklanmamış ve hakkında adli kontrol tedbiri uygulanarak, ev hapsine karar verilmiştir.

Bu karar;ülkemizdeki alışık olduğumuz yaygın uygulamalara ve anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanan öğrencilerin dahi tutuklandıklarına bakıldığında,tam bir yargı skandalıdır.

AKP'nin yarattığı ihale ve yolsuzluk bataklığında yetişen, gelişip serpilen, Kokain kullanıcısı ve temincisi Kürşat AYVATOĞLU'nun tutuklanmayarak ev hapsine karar verilmesi,yargının; AKP iktidarının vesayeti altında olduğunu göstermesi açısından ibret vericidir.

AVATOĞLU'na yüklenen suç,sadece kokain kullanmaktan ibaret değildir, arkadaşlarına da bu uyuşturucuyu temin ettiği yolunda çok ciddi iddia ve beyanlar vardır.

Bu itibarla,kendisi uyuşturucu madde satıcısı konumundadır.

Hukukçu olmayanlar bilmezler,uyuşturucunun parayla satılması,ticaretinin yapılması ağır bir suç olduğu gibi,parasız olarak bir başkasına verilerek o kişiye temin edilmesi de, satıcı pozisyonunda bir suçtur ve Türk Ceza Kanununun 188.maddesine göre,on yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektirmektedir.Olayımızda uyuşturucu madde olan kokain, nitelikli uyuşturucular arasında sayıldığı için, verilecek olan asgari on yıllık ceza, yarı oranında da artırılacaktır.

Bu duruma göre,tutuklanmayarak ev hapsi kararlaştırılan şüpheli Kürşat'a verilmesi muhtemel ceza, on beş yıl olup,bu suç aynı zamanda Ceza Muhakemesi Kanunun 100.maddesinde sayılan ve katalog suçlar olarak anılan, işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilen suçlardandır.

Ülkemizde;şüphelilerin birçoğu,üzerlerine atılan suçun katalog suçlardan olduğu gerekçesiyle, kolayca tutuklanabilmektedirler.

Şarkıcı Deniz SEKİ' de; parayla satıcı,yani profesyonel satıcı olmadığı halde, arkadaşlarına kullanmaları için parasız verdiği, ikram ettiği uyuşturucular nedeniyle; uyuşturucu temin eden, başkanlarına veren sıfatıyla,satıcı pozisyonuna düşerek ağır cezaya çarptılmaktan kurtulamamıştır.

İşte,bugün tutuklanmayarak ev hapsine gönderilen AKP'nin yarattığı bataklıktan zengin olan Kokain kullanıcısı ve başkalarına da vererek temin edici,başka anlatımla satıcı konumundaki kişi,on beş yıllık ceza tehdidine ve işlediği iddia edilen suçun,tutuklanmayı gerektiren katalog suçlardan olmasına rağmen AK Yargıya mensup bir yargıç tarafından tutuklanmamıştır.

Ülkenin hali ve yargısının durumu, işte budur.

Yirmili yaşlarda kısa sürede zengin olarak lüks bir hayat süren ve yoldan çıkarak uyuşturucu batağına da saplanan AVATOĞLU;sistemin en alt düzey ve en küçük örneklerinden birisi olup;bu ülkede, ihalelerde şeffaflığa ve rekabete son veren ihale yöntemlerine ulaşmak için,ihale yasalarında yapılan yüzlerce değişikliğin yarattığı,sözleşmeleri ticari sır gerekçesiyle halktan gizlenen ve devlet garantileri verilen,yap işlet ve devret ve sair ihale yöntemlerinin kirli sonuçlarıdır.30/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




27 Mart 2021 Cumartesi

DİŞİ OLMAK GERÇEKTEN ZOR

 


Yeryüzünde dişi olmak gerçekten zor.

Bir dişi olan kadın olmanın, özellikle ülkemizde zor olduğunu bilmeyen kalmadı.

Ülkemizde maalesef kadının adı yok.

Kadın,erkeklerle eşit bir kişi,yurttaş olarak değil,erkeklere hizmet eden bir dişi olarak algılanıyor maalesef,hala ülkemizde.

Kadının; fıtratı itibariyle, erkeklerle eşit olamayacağı savunuluyor,anayasanın yasa önünde eşitlik ilkesine rağmen.

Çalışma alanında,parlamento seçimlerinde, kadınlara belirli kotalar tahsis ediliyor erkekler tarafından.

Güya, pozitif ayrımcılık tanıyarak,kadınlara askerlik bile yaptırmıyorlar erkeklerimiz. Aslında bunun altında bile, kadınları küçümseme yatıyor bize göre.

Günde en az bir kadının erkekler tarafından öldürüldüğü,istismar edildiği ülkemizde, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesine yönelik olarak imzalanan İstanbul Sözleşmesine bile tahammül edilmedi ve son verildi.Bu dahi, kadınlarımızın ülkemizde ne kadar değersiz ve korumasız olduklarını göstermektedir.

Bu sene,yaz sonunda,pandami nedeniyle İzmir ilindeki kışlığımıza dönmeyerek, Kuşadası Davutlar mevkiindeki yazlığımızda kaldık ve kışı burada geçiriyoruz.

Yazın yavrulayan bir kediyi besledik,daha sonra bu kedi yavrularını büyütüp ayırdıktan sonra bizim kedimiz olarak kaldı,beslemeye devam ettik.Yeniden hamile kalmaması için de, veterinere götürerek kısırlaştırdık.

Buna rağmen,kedilerin azgın ayı Mart ayına girdiğimizde,mahallede ne kadar erkek kedi varsa,bizim dişi kedimizi rahatsız etmeye başladılar.Biri gitti, biri geldi,meğer ne kadar çok görülmeyen erkek kedi varmış mahallede.

Sanki,işin bitiren erkek kediler diğerlerine haber salıyorlar ve diğerleri peş peşe geliyorlar.

Bizim dişi kedimiz,mahallenin erkek kedilerine eşlik ve hizmet etmekten helak oldu.İyi ki;kısırlaştırmışız,aksi halde şimdi torunlarımız yoldaydı.

Kedilerin bu Mart serüvenlerini de izlemiş ve Mart kedisinin ne anlama geldiğini, bizzat görerek ve yaşayarak öğrenmiş olduk.

Böylece; insan olsun, kedi olsun, dişi olmanın zorluğuna bizzat tanık olduk.

Bir düşündüm,insan ve hayvanların dişisi gibi bazı cisimlerin dahi dişilerinin erkeklerden daha güç durumda oldukları sonucuna vardım.

Örneğin hepimizin ev,bahçe,otomobil ve sair kapılarımızda kullandığımız kilit sistemini ele alalım.Kilit sisteminde de,insanlarda ve hayvanlarda olduğu gibi,bir dişi ve bir de erkek bulunmaktadır.Dişi bölüm sabit ve kapıya monteli,erkek bölüm ise mobil anahtardan ibarettir.Kapıya monteli sabit dişi bölüm,özellikle dış kapılarda her türlü hava şartlarına maruz,kışın soğuğuna,yağmuruna ve karına,yazın ise,kavurucu sıcağına maruz kaldığı halde,mobil olan anahtar ise sahibinin elinde,cebinde ve evin içinde rahat eder.

Gelin şimdi,dişi olmak gerçekten çok zor demeyin bakalım.

Hepinize sağlıklı ve mutlu pazarlar.28/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

26 Mart 2021 Cuma

EŞCİNSEL

 



Partili Cumhurbaşkanı;Türk halkına danışmadan,halkın meclisini devre dışı bırakarak, anayasa ve hukuk dışı aldığı tek yanlı kararla, İstanbul Sözleşmesini ülkemiz adına feshettiğini açıkladı.

Neymiş efendim, İstanbul Sözleşmesi; ailenin temeline dinamit koyuyormuş,inançlarımıza ve dinimize aykırı olan eşcinsel sapkınlığı meşru gösterip propagandasını yaparak, halkımıza dayatıyormuş

Külliyen yalan ve uydurma gerekçeler.

Adama sorarlar,bu anlaşmayı imzalayan ve mecliste oybirliğiyle kabul ederek çıkardığınız yasayla bu anlaşmayı yürürlüğe sokan siz değil misiniz,şimdi ne değişti de bu anlaşma kaka oldu,siz imzaladığınız ve çıkardığınız bir yasa ile yürürlüğe soktuğunuz bu anlaşmayı okumadan mı imzaladınız?

Bunun adına mızıkçılık derler,bu hareketinizin başka hiçbir izahı yoktur.

İstanbul Sözleşmesini feshederek;bu sözleşmeye karşı çıkan, uçkurlarna sahip çıkamayan,sübyan kız çocuklarıyla imam nikahıyla evlenerek yatağa girmekten büyük haz duyan,hayvani hisler besleyen cinsi sapık ve sapkın kişilerin, din adamı kisvesiyle hakim oldukları,bazı cemaat ve tarikatları memnun ederek,o çevrelerden gelecek oylara dahi muhtaç duruma düştüğünüzü itiraf ettiğinizin farkında mısınız?

İstanbul Sözleşmesinin,eşcinselliği özendirdiği,propagandasını yaptığı iddianız,asla kabul edilemez.Yok öyle bir şey.

Eşcinsellik;sizin inancınıza ve dini inanışınıza ters düşebilir.

Ama unutmayınız;kağıt üzerinde de kalmış olsa,anayasamıza göre herkesin inanç ve din özgürlüğü bulunmaktadır.Ülkemiz,laik bir devlettir.

Eşcinsellik, bir cinsel tercih olup; bu durum,sadece eşcinsellerin kendilerini ilgilendirmektedir.Kimsenin, eşcinselleri eleştirme,kınama ve onlara ayar verme hak ve yetkileri yoktur.

Ne şekilde olursa olsun,cinsellik ve cinsel yaşam, insanların mahremidir.Herkes cinsel hayatını gizli yaşar ve üçüncü kişileri asla ilgilendirmez.

Eşcinsellere ve onların cinsel tercihlerine saygılı olmak ve onların haklarını savunmak,asla eşcinsllik propagandası değildir.

Propaganda;bir fikri,ideolojiyi ve davranışı,yaymak ve diğer kişiler tarafından da benimsenmesini sağlamak amacıyla, onun iyi ve güzel olduğunu savunmaktır.

Ülkemizde ve yeryüzünde eşcinsel olan kişiler tarafından, eşcinselliğin yayılması için onu alenen savunan ve propagandasını yapan kişi ve kuruluşa rastlamış değiliz.

Alenen propagandasını yapmayan, eşcinselliği tercih ederek gizlice bu cinselliğini kendi içinde yaşayan kişileri kınamak ve toplumdan dışlamaya çalışmak, kimsenin hakkı ve haddi değildir.Bugün, ABD de eşcinsel bakan ve bakan yardımcılarının bulunduğu, asla unutulmamalıdır.Eşcinsel bakanları var diye,ABD ile diplomatik ilişkinizi kesecek misiniz?

Cinsel ilişki;ister eşcinsel,ister doğal şekilde icra edilsin,kendi mahremiyeti ve gizliliği içinde icra edildiği sürece,cumhurbaşkanı dahil hiçkimseyi ilgilendirmez.

Cinsel ilişkinin; doğalının dahi,alenen icra edilmesi suçtur.

Bunun dışında;eşcinsel,doğal,anal,oral, herkes istediği ve zevk aldığı şekilde cinsel hayatını yaşama özgürlüğüne sahiptir.

Günahı da, sevabı da,kişilerin kendilerine aittir.

Etik ve yasa dışı olan;üzerine görev düşmediği halde,durumdan vazife çıkararak insanların gizlice yaşadıkları cinsel tercihlerine ve yaşamlarına müdahale ederek,dayatmalarda bulunmak,sözleşme feshetmektir.

Herkes haddini bilmelidir. 27/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


25 Mart 2021 Perşembe

MECLİS BAŞKANLIĞININ ONUR VE ŞEREFİNİ KORUMAK ZORUNDASINIZ

 


Adam profesör ve gazi meclisin başkanı olmuş ama,onurunu ve şahsiyetini, bir başkasına kiraya vermiş.

Profesör,milletvekili,meclis başkanı olabilirsiniz ama,insanın onurunu ve şahsiyetini koruyabilmesi,profesör ve meclis başkanı olmaktan daha önemli ve değerlidir.

Makamlar gelip geçicidir ama,insanın onuru ve şahsiyeti kalıcı olup,insan; hayatı boyunca, onuru ve şahsiyeti ile yaşar.Aksi halde,bir insandan bahsedilemez.

Ben,onurumu ve şahsiyetimi koruyamayacak ve ayaklar altına alacaksam,birilerinne kiraya vereceksem,bırakınız profesör ve meclis başkanı olmayı,insanlığımı kaybettiğim için yaşamak bile istemem.

Meclis Başkanından bahsediyoruz.

Meclis Başkanı; her kimse,adını dahi anmak istemiyoruz, HaberTurk canlı yayınında İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin açıklamalarda bulunurken;Erdoğan'ın, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nden de çıkabileceğini,Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi'nden kararname ile çekildiği gibi,Montrö'den de diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebileceğini beyan etmiş.

Bu adam,Cumhuriyetimizin ilan edildiği,kurtuluş savaşımızın karagahı gazi meclisin,egemenliğin gerçek ve tek sahibi Türk Milletinin meclis başkanı mıdır,yoksa sarayın gazi meclisteki temsilcisi ve gölgesi midir?

Türk Milletine ve onun gazi meclisine bu kadar da saygısızlık yapılamaz,meclis başanı, Türk Milletinin emanetçisi ve temsilcisi olarak,Türk Milletine ihanet edemez.

Meclisin;çıkardığı bir yasayla onaylayarak yürülüğe sokulan İstanbul Sözleşmesini,anayasaya aykırı olarak, bir kararla tek yanlı fesheden partili cumhurbaşkanını ağır bir şekilde eleştireceğine,meclisin onurunu koruyacağına,meclisin yetkilerine sahip çıkacağına,ERDOĞAN'ın anayasa ihlaline sahip çıkıyor ve Türkiye Cumhuriyetine,Türk Milletine ve kendi kariyerine ihanet ediyor.Onurunu ve şahsiyetini ayaklar altına alıyor,gazi meclisin başkanı olarak bu ihanete hakkı yoktur.Derhal bu görevden istifa etmeli ve saraya sığınmalıdır.

Şu pervasızlığa bakınız,İstanbul Sözleşmesinden çıkabileceği gibi,Erdoğan'ın Montrö Boğazlar Sözleşmesinden de çıkabileceğini savunuyor.

Makamının ağırlığını ve sorumluluğunu üzerinde taşıyamayan bu koltuğu dolduramayan meclis başkanına soruyoruz.Boğazlar sözleşmesinden çıkacak da ne olacak,ülkemiz bundan yarar mı sağlayacak?

Montrö Boğazlar Sözleşmesi,bizim,yani Türkiye Cmhuriyetinin güvenliğini ve boğazlar üzerindeki egemenliğini garanti altına alan bir sözleşmedir.BU sözleşmenin bozulmadan aynen devam ettirilmesi,ülkemizin güvenliği ve bağımsızlığı için çok hayatidir.

ERDOĞAN,alacağı bir kararla Montrö Boğazlar Sözleşmesinden çıkarsa,anlaşmanın diğer tarafı devletler, sevinçlerinden zil takıp oynarlar sayın meclis başkanı.

Boğazlar,yolgeçen hanına döner.

Sen ne biçim profesörsün,meclis başkanısın,aklını mı yitirdim sen?Allahın aşkına.

Anlaşıldı,hiç kimse alınmasın ve darılmasın ama,ilk çıkarılacak olan anayasaya;ülkeyi yöneten seçimle iş başına gelenlerin, her yıl rutin ve peryodik akıl muayenesine tabi tutularak,görevlerini yapmaya devam edip edemeyeceklerine dair doktor raporu almalarını zorunlu kılan bir hüküm getirilmesi,ülkemizin selameti için zorunlu hale gelmiştir.25/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





21 Mart 2021 Pazar

FESHEDİLEN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE ÇÖZÜM YOLU


Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesine dayanarak,almış olduğu bir cumhurbaşkanlığı kararıyla, İstanbul Sözleşmesinin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshine karar vermiştir.

Bu karar kamuoyunda tartışılmış ve yok hükmünde sayılması gereken bu kararın aleyhine gidilebilecek yasa yolları konusunda tartışmalar açılmıştır.

Biz bu konudaki hukuki görüşümüzü açıklamadan önce bazı kavramlara açıklık getirmek istiyoruz.

Öncelikle,Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi nedir bunun cevabını vermek istiyoruz.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi,Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile anayasamıza girmiştir.

Anayasanın Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. maddesine göre; Cumhurbaşkanı;yürütme yetkisine ilişkin konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.Cumhurbaşkanının; yürütme yetkisine ilişkin konular dışında cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.Yani, Cumhurbaşkanı yasama faaliyetine giren ve yasalarla düzenlenmesi gereken konularda kararname çıkaramaz Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kanun hükmünde kararname değildir.

Kararname;Cumhurbaşkanının yürütme yetkisine ilişkin konularla sınırlı olmak üzere çıkardığı, düzenleyici hükümler içeren, yazılı bir metindir.Yasa değildir.Yasa hükmünde de değildir.

Ancak, yasalar gibi,Anayasa Mahkemesinin anayasal denetimine tabidir.

Anayasanın 104. maddesine göre,temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle siyasi haklar ve ödevler, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.Bunlar yasa konusu yapılabilir.

Kanunda açıkça düzenlenen konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.Yani,kanunla düzenlenmiş bir konuda cumhurbaşkalığı kararnamesi çıkarılarak değişiklik yapılamaz,kanunla düzenlenen konular, cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yürürlükten kaldırılmaz.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.

Bunlardan çıkan sonuç şudur;Cumhurbaşkanlığı karanamesinde yer alan hükümler,hiyerarşik sıralamada, kanun hükmünde ve derecesinde ve ondan üstün değildir.Her zaman öncelik kanundadır.O kadar ki;aynı konuda meclis kanun çıkardığında,Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi hükümleri hükümsüz kalır.

Bu itibarla, kanun gücünde ve mertebesinde ve ondan üstün olmayan Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin bir maddesine göre çıkarılan cumhurbaşkanı kararı da, yasadan üstün değildir.Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile dahi bir yasa değiştirilemeyeceği ve yürülükten kaldırılamayacağına göre,kararnameye dayanılarak çıkarılan bir cumhurbaşkanı kararı ile de bir yasada değişiklik yapılamayacağı gibi,yasa yürürlükten de kaldırılamaz.

Meclis tarafından çıkarılan bir yasa ile onaylanarak yürülüğe giren Uluslar arası sözleşme,yani İstanbul Sözleşmesi, ne anlama gelmektedir?

Bunun cevabı da anayasanın 90. maddesinde yer almaktadır.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar, kanun hükmündedir.

Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Buraya kadar yaptığımız bilgilendirmelerden anlaşılacağı üzere;

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;yasa hükmünde dahi omayan,yasa hükmündeki İstanbul Sözleşmesini feshetme yetkisi vermeyen 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamasinin 3. maddesini hukuki dayanak yaparak,anayasaya aykırı olarak aldığı bir kararla, yasa hükmündeki İstanbul Sözleşmesini,yani yasayı feshederek yürülükten kaldırmıştır.

Cumhurbaşkanın bu kararı,yöneldiği amacına,yapmak istediğine bakıldığında,yasa hükmündeki bir Uluslararası sözleşmeyi feshederek yürülükten kaldırmaya matuf bir tasarruf olduğu için, idari bir işlem değil,bir yasama faaliyetidir.Meclise ait olan yasa çıkarma yetki ve fonksiyonunu gaspederek,yetkisi olmadığı halde yetki ve şekil noksanlıklarıyla malul,yok hükmünde bir yasa çıkarmaya kalkışmıştır.

Bu nedenle,bize göre;yasa hükmündeki İstanbul Sözleşmesini, tek yanlı feshederek yürürlükten kaldırmaya yönelik bu karar aleyhinde, idari yargı yeri olan Danıştay'a değil,fonksiyon gaspıyla,yetki ve şekil unsurlarını ve şartlarını taşımadan çıkarılmaya kalkışılan yok hükmündeki bu yasanın yoklukla malul olduğunun tespiti ve buna dayalı olarak ortadan kaldırılması ve iptali için,yetkili kişi ve makamların Anayasa Mahkemesine başvurmaları gerekir.22/03/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu







 

20 Mart 2021 Cumartesi

MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINI ERDOĞAN KENDİ ÜZERİNE ALMALIDIR

 



Ülkeye Merkez Bankası Başkanı yetiştiremiyoruz.

Yanlış anımsamıyorsak, son iki sene de dört kez merkez bankası başkanı değişti.

Merkez Bankası başkanlığı, Osmanlının sadrazamlık makamına benzedi adeta.

Osmanlıda sadrazamlık makamı nasıl dikenli ve iğneli bir koltuksa,günümüzde de Merkez Bankası başkanlığı koltuğu çok riskli hale geldi.

Tek farkı,Osmanlıda sadrazam koltuğunu kaybederken kafasını da kaybediyor ve terk-i Dünya ediyordu.Allaha şükürler olsun ki; Merkez Bankası başkanlarımız koltuklarıyla birlikte, hayatlarından olmuyorlar.

Merkez Bankası başkanlarının başını yiyen tek neden,ne yaparlarsa yapsınlar enflasyonun dizginlenememesi,Türk parasının değer düşümünün önlenememesi.

Merkez Baankası başkanlarını beğenmeyerek sürekli değiştiren ERDOĞAN,faiz neden, enflasyon sonuç demekte.

Peki,güzel de,faizleri düşürenler de gidiyor, artıranlar da gidiyor,neden acaba?

Demek ki;ERDOĞAN bir yerde hata yapıyor.

Anlamak gerçekten çok zor.

Naci AĞBAL göreve geldikten sonra,ERDOĞAN'ın sevmediği faizi sürekli artırdı,en son iki puan daha artırarak, faiz %19 seviyesini buldu.

Son faiz artışından hemen sonra da,Naci AĞBAL görevden alındı.

Bu durum karşısında,bize göre,ortada bir danışıklı dövüş olmalı.

Zira,Naci AĞBAL'ın;faize karşı olduğunu beyan eden ERDOĞAN'a rağmen,bile bile faizi artırması, asla mümkün değildir.

Öyleyse gerçek nedir?

Tavşana kaç tazıya tut oynanmaktadır.

ERDOĞAN da bilmektedir ki;döviz rezervleri ekside olduğu için,dövizi kontrol altına alabilmek ve yabancı sermayeyi ülkemize çekebilmek için elimizde kalan tek silah, faizi artırmaktır.

Faizin artırılmasına sessiz kalarak,faizin artışına dolaylı olarak onay vermiş olan bir ERDOĞAN da biliyor ki;savunduğu görüşle çelişkiye düşmüş olacak ve itibar kaybedecek,o zaman ne yapmak gerekecek?

Damat beyden sonra Merkez Bankası Başkanlığına atadığı Naci AĞBAL ile gizli bir anlaşma yapmak ve başkana; sen faizi artır,faiz artırımında belli ve yeterli bir noktaya gelindiğinde,ben seni görevden alayım, ama bana darılma sakın.Böylece,ben; sürekli savunduğum,faiz neden, enflasyon sonuç tezimden dönmemiş olayım diyerek,bak gördünüz mü,faize karşı duruşum devam ediyor,faiz artırımı yapan başkanı gözünün yaşına ve görev süresine bakmadan görevden alıyorum algısını yaratmak.

Bize göre,Naci AĞBAL'ın görevden alınmasının en mantıklı ızahı bu olmalıdır.

Zaten, görevden alınan Naci AĞBAL da, sosyal medyadan yayınladığı bir mesajla, ERDOĞAN'a şükranlarını,bağlılığını ve saygılarını,iyi dileklerini iletmedi mi,hiç üzülmüş ve kırılmış hali var mıydı?Yoktu.Görevden alınan Naci AĞBAL'ın bu rahatlığı ve huzuru da, ortada bir danışıklı dövüşün olduğunu göstermekte sanki.

Aslında,bize kalırsa,bir kararla,yasa mertebesinde olan İstanbul Sözleşmesini dahi feshedebilen ERDOĞAN; bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkararak, Merkez Bankası başkanlığını da kendi üzerine almalıdır. 21/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


ERDOĞAN ANAYASAYI İHLAL ETMİŞTİR

 


Bu kaçıncı anayasa ihlali,sayısını unuttuk doğrusu.

T.C.Devleti; ERDOĞAN'ın çifliği olmadığı gibi,kadınıyla ve erkeğiyle Türk Milleti de ERDOĞAN'ın köleleri değildir.

T.C. Devleti; kağıt üzerinde de olsa,demokratik bir hukuk devleti olup,hiç kimse,sıfatı ve makamı ne olursa olsun, 83 milyon seçmenin oybirliği ile seçilerek iş başına gelmiş olsa dahi,kendisine anayasanın tanımadığı bir yetkiyi asla kullanamaz.Aksi halde yetki gaspında bulunmuş olur.

Anayasa ve yasa tanımaz partili cumhurbaşkanı ERDOĞAN; 20/3/2021 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 3718 sayılı gece yarısı kararıyla,İstanbulda imzalandığı için,adına İstanbul Sözleşmesi de denilen asıl ismi;”Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”olan, kadın haklarına yönelik sözleşmenin,Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine karar vermiştir.

ERDOĞAN'ın bu kararı, asla kabul edilemez.Bu karar, bir anayasa ihlali ve yetki gaspıdır,bu nedenle,ERDOĞAN'ın yetki gaspında bulunarak ve anayasayı açık bir şekilde ihlal ederek aldığı bu karar, hukuken yok hükmünde ve geçersizdir.

Dikkatinizi çekiyorum.İstanbul Sözleşmesini tek yanlı fesheden metin,bir Cumhurbaşkanı Kararnamesi dahi değildir.Bu fesih kararı, basit bir cumhurbaşkanı kararıdır.

Bu sözleşme;cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle dahi ortadan kaldırılamazken,basit bir kararla tek yanlı feshedilmiştir.

İstanbul Sözleşmesi;

11/05/2011 tarihinde imzalanmış,onay için TBMM Genel Kuruluna sunulmuş 24/11/2011 tarihinde AKP,CHP,MHP ve BDP'nin oybirliğiyle 246 kabul ve sıfır ret oyuyla Mecliste onaylanmış ve 01/08/2014 tarihinde yürülüğe girmiştir.

Anayasanın 87.maddesine göre;milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak,sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkisindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi de,uluslararası bir sözleşme olan ”Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni, anayasanın 87 ve 90.maddelerine göre yasa çıkararak onaylamış ve sözleşme,anayasanın 90. maddesinde yer alan”Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”hükme göre,kanun hükmünde olup,bunun anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkün olmadığı gibi,kurallar hiyerarşisinde de,ulusal yasalarımızın üzerindedir,bir ihtilaf olduğunda anlaşma hükümleri esas alınacaktır.

Cumhurbaşkanının;Meclis tarafından bir yasa ile onaylanarak yürülüğe giren Uluslar arası bir sözleşmeyi tek yanlı fesih yetkisi yoktur.Evrensel hukuk kurallarına göre,bir sözleşme hangi usulle onaylanarak yürülüğe sokulmuşsa, aynı usullerle ortadan kaldırılılabilir.TBMM nin bir yasayla onaylayarak yürürlüğe sokulan ve ulusal yasaların üzerinde bir yasa hükmü niteliği kazanan sözleşmeyi, cumhurbaşkanının aldığı bir kararla fesih yetkisi asla yoktur.

Anayasanın 104. maddesinde cumhurbaşkanın görev ve yetkileri açıkça yazılıdır.

104.madde de;Cumhurbaşkanının alacağı bir kararla ve hatta çıkaracağı bir kararnameyle bile,yürürlükteki bir Uluslararası sözleşmeyi fesih yetkisi yoktur.

Cumhurbaşkanının sözleşmeyi tek yanlı feshine dair kararına bakıyoruz,bu kararının hukuki dayanağı olarak,9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesine işaret edilmektedir.

Yani, Cumhurbaşkanı,9.sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesinden aldığı yetkiyle bu kararı aldığını belirtmektedir.

Peki bu 9. sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi nedir?

Bu kararname;15/07/2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak,15./07/2018 de yayını ile yürülüğe giren;”Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”adlı kararname olup,ERDOĞAN çıkardığı bu kararnamenin 3. maddesi ile kendisine uluslaraarsı sözleşmeleri fesih yetkisi tanımıştır.

ERDOĞAN'ın;bu şekilde,cumhurbaşkanına,Meclisin onayladığı ulaslararsı sözleşmeleri feshetme yetkisi tanıyan bir kararname çıkarma yetkisi de bulunmamaktadır.

Zira;anayasanın 104. maddesine göre;cumhurbaşkanı, ancak ve ancak,yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilir. Yani,Cumhurbaşkanı anayasanın 87.maddesine göre meclis tarafından bir yasayla onaylanarak yürürlüğe giren ve yine anayasanın 90.maddesine göre;kurallar hiyerarşisinde anayasanın dahi üzerinde olan Uluslar arası sözleşmeyi feshederek ortadan kaldırma yetkisi, asla ve asla yoktur.Bu fesih yetkisi,bir yasama yetkisi olup,cumhurbaşkanına tanınan kararname çıkarma yetkisi, sadece yürütme yetkisine ilişkin konularla sınırlıdır.

Kaldı ki;anayasanın 104. mddesinin açık hükmüne göre;Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.

Bu nedenle,ERDOĞAN'ın;aldığı bir kararla,sözleşmeyi tek yanlı feshederken dayandığı 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de,kadınlarımızın temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen ve buna ilaveten de, anayasnın 90.maddesine göre,üstün bir yasa hükmü haline gelen bir sözleşmeye ilişkin olması nedeniyle,açıkça anayasaya aykırı olup, yok hükmündedir.

Kaldı ki;ERDOĞAN'ın sözleşmeyi tek yanlı fesih kararını dayandırdığı,bu konuda yetki aldığını belirttiği 9.sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi,15/07/2018 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiğ için, geriye yürüyemez ve daha önceki bir tarihte yürürlüğe giren Uluslararası İstanbul sözleşmesinin feshedilerek ortadan kaldırılmasında hukuki bir dayanak yapılamaz.

Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri anayasanın 104. maddesi ile açıkça belirtilmiş olup,cumhurbaşkanı,9. Sayılı kararnamede olduğu gibi,çıkaracağı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile anayasanın vermediğ bir yetkiyi, kendi eliyle kendisine veremez.

Neresinden bakılırsa bakılsın,partili cumhurbaşkanının;tamamen kendi islami ideolojisine,Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki planlarına ve şahsi kaprislerine göre, anayasaya aykırı ve keyfi olarak çıkardığı bir kararla; Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini tek yanlı olarak fesetmesi,yok hükmünde olup,ala kabul edilemez.

Sormak istiyoruz,bu İstanbul Sözleşmesi sizin nerenize batıyor,hangi hükmüne karşısınız ve neden?

Önce bunu bir açıklayınız.

Değeri kendinden menkul Oğuzhan ASİLTÜRK istedi,bizim de ideolojimiz bu sözleşmeyi kaldırmamıza, hazmetmemize engel diyerek,sizin gizli ajandalarınız, sapık inançlarınız uğruna,bütün kadınlarımızı ateşe atamazsınız.

Siz değil misiniz, Dünya beşten büyük diye bas bas bağıran,Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, sizden ve yandaşlarınızdan büyük ERDOĞAN.

Korkunun ecele faydası yok,herkes; aklını başına toplamak,anayasa ve yasalara, kadınlarımıza ve onların haklarına saygılı olmak zorundadır.Bindiğiniz dalı kestiğinizin farkına varınız,milletin sabrını daha fazla sınamaya kalkışmayınız. Tencereyi daha fazla kaynatmayınız,kaynayan tencerenin buharının dışa vuran,tencerenin kapağını fırlatan gücü;her zaman,buharlı lokomatifin icadına vesile olduğu gibi,hayırlara vesile olmayabilir.

Bu,anayasa tanımaz,kadınlarımıza ve Türk Milletine meydan okuyan,saygısız ve hukuk tanımaz karara, herkesin demokratik olarak karşı çıkması,şiddetle kınaması, barışçıl ve silahsız anayasal protesto haklarını kullanmaları,bir vatandaşlık görevidir.20/03/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



17 Mart 2021 Çarşamba

DEMOKRASİ KARŞITI İNADINIZ SİZE SEÇİM ÜLKEMİZE İTİBAR KAYBETTİRECEKTİR

 


Beklenen oldu maalesef.

HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk GERGERLİOĞLU'nun milletvekilliği, anayasaya ve evrensel hukuk kurallarına aykırı olarak düşürüldü.

Bu düşürme kararının perde arkasındaki mimarı saray'a, buradan haklı olarak soruyoruz.

Bu karar nedeniyle; siz ve partiniz siyaseten kazançlı mı çıkacaksınız,oylarınız ve siyasi itibarınız mı artacak,2023 seçimlerini kazanmanız garanti mi olacak, Türkiyenin uluslararası itibarı mı artacak,Türk parasının kıymeti artarak döviz fiyatları mı düşecek,yabancı yatırımcılar tüm sermayelerini ülkemize getirerek yatırımlarımız mı artacak?

Tabii ki;hayır.Bunların hiçbiri olmayacak,tamamen tersi çok kötü sonuçlara maruz kalacağız.

Biz,GERGERLİOĞLU'nun bir haber paylaşımından dolayı üzerine atılı suçu işlemiş olup olmadığını dahi tartışma gereği duymuyoruz.

GERGERLİOĞLU'nun;işlediği iddia edilen suçun işleniş tarihi 2017.Henüz milletvekili değil.Yargılanma aşamasında milletvekili seçilerek anayasaya göre dokunulmazlık kazanmasına rağmen,hakkında yürümekte olan dava askıya alınmamış,kazandığı dokunulmazlığa rağmen,anayasaya aykırı olarak yargı sürecine devam edilerek,hızlandırılan yargılama süreci sonunda, bugün milletvekilliği düşürülmüştür.

Aslında,yakın tarihlerde Türk yargısına girmiş bulunan, hak ihlali talebiyle Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru hakkı nedeniyle,GERGERLİOĞLU hakkındaki mahkumiyet kararı, henüz kesinleşmemiştir.Tüm yargı ve başvuru yolları henüz tükenmeden,son merci olan Anayasa Mahkemesinin kararı beklenmeden, GERGERLİOĞLU hakkındaki karar mecliste okunarak milletvekilliği düşürülmüştür.

GERGERLİOĞLU,adam mı öldürmüştür,çok ağır bir suç mu işlemiştir?

Tabii ki;hayır.Hatta,bize göre suç dahi işlememiştir,suç oluşturduğu iddia edilen attığı sosyal medya mesajına ilişkin orijinal metin, hala erşime açık olup,erişimine yasak getirilmemiştir.

Nedir bu aceleniz,bindiğiniz dalı kestiğinizin farkında değil misiniz?

GERGEROĞLU ile durumu benzerlik taşıyan BERBEROĞLU deneyimi ortadadır.

BERBEROĞLU'nun; anayasaya aykırı olarak,dokunulmazlığına rağmen yargılanmasına devam edilerek verilen mahkumiyet kararının mecliste okunarak milletvekilliğinin düşürülmesi ve Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararıyla tekrar meclise dönüşü ortada emsal olarak dururken,çok gerekliymiş gibi GERGEROĞLU'nun da benzer şekilde anayasaya ve hukuka aykırı olarak milletvekilliğinin düşürülmesi,akıl ve mantık dışıdır,Türkiye Cumhuriyetinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarına yönelik bir saldırıdır,keyfiliktir,demokrasi tanımazlıktır,halkın iradesi ve demokrasi ile inatlaşmaktır,halkın iradesine saygısızlıktır, hukuka ve milli iradeye yönelik açık bir darbedir.

Ülkemizde,özellikle son yıllarda, tek adam ERDOĞAN'ın uygulamaya koyduğu eylem ve söylemleriyle,icraatlarıyla,AKP ve ERDOĞAN'ın yakın çevresi içinde,ERDOĞAN'a karşı,onun siyasi iktidarına son vermek isteyen,kendisinin dost sandığı gizli düşmanlarının kol gezdiğini düşünüyoruz.

Bugün,mecliste yaşanan olaylara ilişkin akıl almaz ve itibar kırıcı antidemokratik görüntüler,ABD ve tüm Avrupa Birliği ülkeleri tarafından da görülecek ve iktidarın insan hakları eylem planına bıyık altından gülecekler,bundan sonra ERDOĞAN Alah bir dese bile,asla ona inanmayacaklardır.

Bugün,aslında GERGERLİOĞLU'nun milletvekilliği düşürülmemiş,ülkemizin itibarına büyük bir gölge düşürülmüş,ülkemiz demokrasisi bir alt lige düşürülmüştür.

Şimdi, HDP oyları AKP'ye mi kayacaktır?

Asla.GERGERLİOĞLU'nun şahsında, HDP mağdur sıfatı ve seçmen nezdinde itibar kazanmıştır. Bunun sonucunda da,Kürt seçmenin oyları,HDP de kilitlenmiş olacaktır.

Türk halkı sizden,iradesiyle oynanmasını,gereksiz işlerle meşgul olmanızı değil;aş,iş ve aşı istemektedir.

Çabaladıkça batıyorsunuz,ne yazık ki;beraberinizde, ülkemizi de batırıyorsunuz, ama hala işin farkında değilsiniz.

Çok yazık bu ülkeye. 17/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


15 Mart 2021 Pazartesi

ANDIMIZ HODRİ MEYDAN BAHÇELİ

 


Kim üzerine alınırsa alınsın,kim darılırsa darılsın, umurumuzda değil artık.

Allah hepinizin cezasını versin.

Bu ülke daha ne kadar çekecek sizin pis ve kirli politikalarınızdan.

Ülkeyi batırdınız,insanlarımızı canından bezdirdiniz,utanın artık biraz.

Ülkenin ve insanlarımızın birikimi olan devlet hazinesini, üç beş müteahhide peşkeş çekerek yok ettiğiniz yetmiyormuş gibi,şimdi de ülkenin çok değerli zamanını,sorunların çözümünde kullanacağınıza,değerli zamanlarımızı da çalıyor ve çarçur ediyorsunuz,kısır politik çekişmeler ve ülkeye faydası olmayan boş icraatlarınızla.

Vallahi de billahi;batı ülkeleri bize bakarak, kıçlarıyla gülüyordur ve Türk Halkına acıyorlardır.

Andımız, sizin nerenize battı da, bir yönetmelikle kaldırdınız?

Hadi açılım sürecinde,2013 yılının siyasi koşullarında,andımızı kaldırmak zorunda kaldınız diyelim.

Andımızın kaldırılmasına ilişkin yönetmelik aleyhine, iptali istemiyle açılan davayı,Danıştay 8.Dairesi kabul ederek, 2018 yılında andımız kaldırılamaz dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı bu karara,açılım sürecinin sonlanmasına ramen, niçin itiraz etti?

Danştay İdari Dava Daireleri Kurulu da,sarayın baskısıyla, Danıştay 8.Dairesinin kararını iptal etmek suretiyle,andımızın kaldırılması işlemi kesinleşmiş ve andımız da tarihe karışmış oldu.

Ancak;Danıştay'ın bu son kararını, hiçkimse,sakın yanlış yorumlamaya kalkışmasın.

Danştay İdari Dava Daireleri Kurulunun iptal kararı;ilelebet,aksine yeni bir karar almayı engelleyen, bağlayıcı bir yasaklama kararı değildir.

Bu karar ile andımızın okullarda okunmasına son veren yönetmeliği iptal eden Danıştay 8.Dairesinin kararı kaldırılmış ve andımızın okunmasını sonlandıran yönetmelik geçerlilik kazanmıştır,o kadar.

Başka bir anlatımla,andımızın okullarda yeniden okunması,yargı kararı ile yasaklanmış değildir.Bu karar ile andımıza son veren yönetmeliğin hukuka uygun olduğuna dair zorlama bir karar verilmiştir sadece.

Bu itibarla,Danştay İdari Dava Daireleri Kurulunun son kararı, andımıza getirilen bir yasaklama olmadığı için,andımızın, eskiden olduğu gibi,okularda yeniden okunmasına olanak sağlayan yeni bir yönetmelik çıkarılabilir.

Çözüm;Danştayın yeni bir karar almasında değil,Milli Eğitim Bakanlığının yeni bir yönetmelik çıkararak, andımızın yeniden okunmasının önünü açmasında aranmalıdır ve bu hukuken olanaklıdır.

Bu nedenle,andımıza sözüm ona dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaya kalkışan BAHÇELİ;şayet, görüşünde samimi ise,ortağı ERDOĞAN'a baskı yaparak,andımızın okunmasını kaldıran yönetmeliğin yerine, yeni bir yönetmelik çıkarılmasını sağlayarak, andımızın okullarda yeniden okunmasının önünü açmalıdır.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun karar buna engel değildir.

Hodri meydan, BAHÇELİ.Görelim seni ve senin milliyetçiliğini.15/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


13 Mart 2021 Cumartesi

YALAYACAKSAN TÜKÜRMEYECEKSİN!...

 



Günlük hayatta çok kulandığımız bir deyim vardır.

Bunlardan biri de;”Tükürdüğünü yalamak” deyimidir.

Peki, ne anlama geliyor bu söz?

En kısa ve basit anlamıyla;verdiği sözden dönmek. Vaad ettiklerini küçülmeyi göze alarak yapmamak, sözünü geri almak,geri adım atmak.Anlamına gelir,tükürdüğünü yalamak.

İnsanlar,bazı söylediklerinden veya yaptıklarından pişman olarak, geri adım atabilirler.

Bu,biz insanlar için doğal karşılanabilir,yalnışından geri dönmek,geri adım atmak, bir erdem olabilir,biz insanlar için.

Ama,devlet adamlarının,siyasi iktidarların,devlet adına bir konuda karar verip adım atarlerken, alacakları o karar,iç politikada kendilerine kısa vadede politik bir kazanç sağlasa da, biz insanlardan çok daha dikkatli olmaları,sonradan itibar kırıcı ve küçültücü bir şekilde, aldıkları kararlardan geri dönmek zorunda kalmaları,asla kabul edilemez,hoş görülemez.

Türkiye ve Mısır arasındaki diplomatik ilişkilerde bugün gelinen nokta;bize, ister istemez, tükürdüğünü yalamak deyimini hatırlattı.

Ne olmuştu?

Müslüman Kardeşler ideolojisinin temsilcisi İhvancı eski Mısır Devlet Başkanı Mursi; Sisi tarafından, askeri bir darbeyle devrilince,aynı ideolojinin sempatizanı iş başındaki AKP iktidarının lideri ERDOĞAN;kardeşim dediği ve çok sevdiği Mursi'ye sahip çıkmış ve seçimle iş başına gelen Mursi'nin devrilmesi nedeniyle, darbenin lideri Sisi'ye ve darbe yönetimine karşı tavır alarak, onları gayrimeşru ilan etmiş, tanımamış ve Mısır ile diplomatik ilişkileri, maslahatgüzar seviyesine indirerek, Kahire Büyükelçimizi geri çekmiş ve Mısır'ın Ankara Büyükelçisi de ülkesine dönmüştü.Şu anda, diplomatik ilişkilerimiz Büyükelçi düzeyinde değil.

ERDOĞAN;kardeşim dediği,Ankarada ağırladığı ve ziyaretine gittiği Mursinin devrilmesini,Mısırın bir iç sorunu olarak kabul etmeyerek,zehir zemberek açıklamalar yapmış ve adeta Mısır'ın iç işlerine karışan bir tavır sergilemişti.

Suriye meselesinde de aynı hata yapılmamış mıydı?

Suriye'nin içişlerine de burnumuzu sokmamış mıydık?

Sonra ne oldu?

Yüzlerce şehit,milyonlarca Suriyeli sığınmacı,akan milyar dolarlar,kaynayan bir Kuzey Suriye,Kuzey Iraktan sonra Kuzey Suriyede de, özerk Kürt yönetimi,yeni bir devletin kuruluş sancıları.

Mısır ile ilişkilerin bozulması da,Kıbrısın bulunduğu Doğu Akdeniz deniz yataklarındaki doğalgaz'ın paylaşımında aleyhimizde sorun yaratmış ve Mısır'ın ülkemizin yanında yer almamasının eksikliğini ve mahzurlarını görmüş bulunuyoruz ve bu nedenle, Mursi nedeniyle Mısır ile bozulan ilişikilerimizin yeniden düzeltilmesi için,tükürdüğümüzü yalama aşamasına gelmiş bulunuyoruz maalesef.

Geçtiğimiz günlerde, Dışişleri Bakan ÇAVUŞOĞLU; açık bir şekilde, Mısır ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması için, önkoşulsuz görüşmelere hazır olduğumuzu açıkladı.

Dikkatinizi çekiyorum.

ÇAVUŞOĞLU;önkoşulsuz görüşebileceğimizi açıkladı.

Peki,Mursi'nin hakları ve itibarı ve Müslüman Kardeşlere ne oldu?

Mursi'yi sattınız demek ki.

Mısırın askeri darbe lideri Sisi'ye biat kararı aldınız,darbe yönetimini tanıdınız demek ki.Bu tükürdüğünü yalamak değil de nedir söyler misiniz?

Üzücü olan nedir biliyor musunuz?

ÇAVUŞOĞLU'nun;Mısır ile ilişkilerimizin düzeltilmesi ve eski haline gelmesi için,hiçbir önkoşul sunmayacağız demesine karşılık,Mısır yönetimi ise; Mısır ve Türkiye arasındaki ilişkilerin düzelmesi ve eski haline gelmesi için,önkoşul ileri sürmekte ve Mısır ve diğer Arap Ülkelerinin içişlerine karışılmamasını,Mısırın egemenlik haklarına ve ilkelerine saygı gösterilmesini,önkoşul olarak, şart koşmaktadır.

İşte, ATATÜRK Cumhuriyetinin; AKP iktidarı tarafından düşürüldüğü, üzücü,onur kırıcı ve acıklı durumu budur, maalesef.

Mısır'ın dahi,bize el uzatmak,ilişkileri normale çevirmek için önkoşul koyabildiği ve bunda da yerden göğe kadar haklı olduğu halde;biz,iş başındaki AKP iktidarının kendi ideolojisine ve kaprislerine yenik düşerek aldığı ve şimdi yalamak zorunda kaldığı hatalı karar ve davranışlarının onur kırıcı ezikliğini yaşıyor ve beğenmediğimiz darbeci Mısır yönetimine;önkoşulsuz,ilişkilerimizi düzeltebiliriz çağrısı yapmak zorunda kalıyoruz. 13/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



11 Mart 2021 Perşembe

KIZMAYA HAKKIMIZ VE HAKKINIZ YOKTUR

 


Basında yer alan bir habere, tırnak içinde aynen yer veriyoruz;”Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis, geçtiğimiz hafta Irak’a tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. İlk defa Irak’a giden Papa olan Francis, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’e de gitti.Burada bir stadyumda 10 bin kişilik ayin düzenleyen Papa Francis, tören öncesi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani, Başbakanı Mesrur Barzani ve diğer yetkililer ile görüştü.

Görüşmede Papa’nın ziyareti için Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından bastırılan 6 farklı hatıra pulu da takdim edildi.

Bastırılan pullardan biri tepki topladı. Papa'nın figürüne yer verilen pulda, başının arkasındaki haritada Hatay, Sivas, Erzurum, Kars gibi bir çok kentimiz sözde Büyük Kürdistan haritasına dahil edildi.” deniyor, haberde.

Bu haberi duyunca, Türk Milleti olarak, hepimiz tepki gösterdik ve kızdık.

Bir özeleştiri yaparak soruyorum;bu ülkenin siyasal iktidarı,yöneticileri ve idare edilenleri olarak,bu habere kızmaya hakkımız var mıdır?

Asla, kızmaya hakkımız yoktur.

Biz aklımızı kullanmaz,millet olarak kamplara bölünür ve ayrışırsak,bizi yönetenler bu ayrışma ve bölünmenin mimarı olur ve bu bölünmeyi,eylemleri ve söylemleriyle körüklerlerse,ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan devletimiz; bölünür, parçalanır ve zayıflarsa,pusuda bekleyen emperyalist devletler,bizi yutarlar tabi.

Güneyimizde kurmayı planladıkları bir Kürt Devletinin sınırlarını, ülkemizin bir bölümünü yutacak şekilde çizerler ve Papa için bastırılan anı puluna da,bunu açık bir şekilde resmederler.

Düşünebiliyor musunuz?Bu ülkenin birlik ve beraberliğinden sorumlu,ülkenin ve milletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı,bırakınız ülkenin ve milletin birliğini ve beraberliğini temsil edip sağlamayı,eylemleri ve söylemleriyle,milletin ve ülkenin birlik ve beraberliğinin teemeline dinamit koyuyor,milleti kamplara bölüp ayrıştırıyor.

Bunu ne için yapıyor?Üç kuruşukluk rey ve iktidar koltuğunda oturmaya devam etmek için.Ülkenin ve milletin menfaati, partili Cumhurbaşkanı'nın umurunda değil,tek derdi; var sa da, yoksa da, koltuğunu korumak.

Bu ülkenin; anayasanın öngördüğü manada, yeminine sadık kalan, ülkesinin yararını düşünen bir cumhurbaşkanı var mıdır,yok mudur belli değil.

Ülkenin Cumhurbaşkanı; sadece,Cumhubaşkanına hakaret suçlamalarının şikayetçisi ve mağduru olarak var,cumhurbaşkanı olduğunu sadece o zaman hatırlıyor,onun dışında yok.Cumhurbaşkanı olduğunu,ancak kendisini eleştirenlerden hesap sormak,dava açmak isterken,her gittiği mekana ve konuşma yaptığı kürsülere cumhurbaşkanlığı forsunu astırırken hatırlıyor.

Emperyalist ülkeler;yok etmek,bölüp parçalamak ve yutmak istedikleri devletlerin; önce, ulusunu bölüp, ayrıştırırlar,milli birlik ve beraberliklerini zayıflatıp yok ederler ve bunun için de, o ülkenin içerideki siyasal iktidarını kullanırlar.

Böl,parçala, yut ve yönet,sözü; boşuna söylenmemiştir.

Yüce ATATÜRK;Gençliğe Hitabesinde, büyük bir öngörüyle,boşuna Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. “ dememiştir.

Bu nedenle,ülkemizin doğu ve güneydoğusundan toprak kopararak, güney bölgemizde bir Kürdistan kurmak isteyenlerde aramayacağız suçu.Suçu, önce kendimizde,kendi yönetcilerimizde arayacağız.

Ülkemiz üzerinde oynanmak istenen oyunlar,yapılan planlar, gizli ve yeni değil ki;adamlar,yıllardanberi alenen haritalar yayınlıyorlar,pullar bastırıyorlar.

Ülkemiz üzerinde oynanmak istenen bu bölücü oyun ve planları etkisiz kılmak için,bu ülkeyi yöten siyasal iktidar ne yapıyor?

Milletin, her zaman olduğundan daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu bugünlerde,bu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak milletin birliğini ve bütünlüğünü temsil etmekle görevli olan zat;eylem ve söylemleriyle,hergün yaptığı yerli yersiz konuşmalarıyla,kendisine muhalif olan milletin yarısından çoğunu karşısına alıyor,terörist ilan ediyor,muhalefet partilerini,muhalif gazetecileri eleştiriyor ve hakaret derecesinde sözler sarf ederek,milleti kamplara bölerek ayrıştırıyor.

En tehlikelisi de,yaklaşık altı milyon Kürt vatandaşımızın oylarıyla destekledikleri HDP'yi meşru siyaset sahnesinden kovarak,Kürt vatandaşlarımızın meşru siyasi temsilcilerini, siyasi arenadan dışlayarak,Kürt vatandaşlarımızı,ülkemizin siyasetine ve yönetimine katkı sunmaktan dışlayarak,bölge halkını; emperyalistlerin, Kürdistan projesinin potansiyel destekçileri haline getirme aymazlığını gösteriyor.

Bu ülkenin ana muhalefet parisi liderine yönelik linç girişimi yapılıyor,hergün bir muhalif gazeteci,temsil gücü olmayan iktidar ortağı marjinal bir partinin hedef göstermesi üzerine, saldırıya uğrayıp öldüresiye dövülüyor,ülke yönetilmiyor,sadece iktidarda kalmanın planları yapılıyor,siyasal iktidar ülkenin sorunlarını çözme kabiliyetini yitirmiş,iktidarın kendisi ülkenin en önemli sorunu haline gelmiştir.Bu şartlarda ve ortamda,ülkemiz üzerinde kötü emeller besleyen,ülkemizi bölüp parçalamak isteyen dış güçlerden, başka ne bekleyebilirsiniz?aklınızı başınıza toplayınız, ülke elden elden gidiyor.

Ülkenin;iş başındaki yönetimiyle ve milletiyle, bölünmüş ve zayıf düşmüş bu halini gören,emperyalist devletler ve onların bölgedeki maşaları, tabi boş durmayacaklar ve ülkemiz üzerinde kurdukları planları uygulamaya koymak için ellerinden geleni yapacaklardır.

Onu bunu eleştirmekten vazgeçerek,adam olun,milletimizi bölerek ve ayrıştırarak zayıflatmayın ve ülkemiz üzerinde oynanmak istenen oyunu bozun beyler.11/03/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu






7 Mart 2021 Pazar

8.MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

 



Yarın, (8.Mart.2020) Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8.Mart'ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü kabul etmiş olduğundan,her 8.Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.

Dünya Emekçi Kadınlar günü deyince;benim aklıma,hemen ülkemizdeki ezilen,kocaları ve hatta bazılarının da babaları tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan,can güvenliklerinden yoksun,eğitim ve çalışma alanında,siyasette erkeklerin çok gerisinde bırakılan kadınlarımız ve çocuk gelinler geliyor.

Emekçi kadınlar deyince;sadece,bir işverene bağlı olarak ücretle çalışan kadınlar akla gelmemelidir.

Evlerinde çalışan ev kadınlarımız da; bize göre, emekçi kadınlarımızdır,eşine ve çocuklarına hem de bila ücret, hiçbir karşılık beklemeden fedakarca bakan,büyük emekler sarf eden.

Ülkemizde; kadınlarımıza verilen değeri, daha doğrusu kadınlarımıza çok görülen ve verilmeyen değeri, bir kadın yazarımız; Duygu ASENA,“kadının adı yok” diyerek, çok güzel ifade etmiştir.

Gerçekten, “kadının adı yok”sözü, maalesef ülkemizde kadına verilen değeri,daha doğrusu değersizliği çok güzel ifade etmeye yetiyor ve artıyor da.

Aslında anayasamıza bakıyoruz,anayasanın yasa önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesinde, cinsiyet farkı gözetmeksizin,kadın ve erkek herkesin, yasa önünde eşit oldukları yazıyor.

Yüce ATATÜRK de, kadınlarımıza verdiği değer nedeniyle,kadın ve erkeğin eşit yurttaşlar olduklarını topluma yaymak ve kadınlarımızı bu konuda bilinçlendirmek için,5.Aralık.1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkını, demokrat geçinen çoğu Avrupa ülkelerinden çok daha önce kadınlarımıza tanımıştır.

Ancak,din kurallarının ve çağ dışı geleneklerin hakim olmaya bugün dahi devam ettiği,laiklik ilkesinin içselleştirilemediği,laik eğitimin yaygınlaştırılamadığı,erkek egemenliğinin yok edilemediği ülkemizde,hala kadınlarımıza eksik etek gözüyle bakan,kadınlarımıza; erkeklerle eşit kişi ve yurttaş olarak değil de,evde oturan,evde erkeğine hizmet eden, erkeğinin cinsel arzularını tatmin eden ve onlara soylarını sürdürmeleri için erkek çocuk doğurmakla görevli bir dişi gözüyle bakan,kadınları erkeklerle eşit düzeyde görmeyen, azımsanamayacak sayıda erkeğin ve politikacıların bulunduğu, üzücü olsa da, inkar edilemez bir gerçektir.

Asıl üzücü olan da;kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, insan hak ve özgürlükleri yönünden bir eşitsizlik yaratma amacına yönelik olmadığını,kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, iki cins arasında doğal ve işlevsel eşit bir iş bölümü olduğunu bilmeyen veya bilmek istemeyen erkekler yanında,bu gerçeği bilmeyen ve kendilerini karşı cins karşısında eşit haklara sahip bireyler olarak görmeyen,bu gerçeği kabullenmeyen ve erkeklerin kendi lehlerine yaptıkları kasıtlı ayrımcılığa,yaratılan kadın ve erkek eşitsizliğine boyun eğip destek vererek, kendi ayaklarına kurşun sıkan,kadın ve ekek eşitliğini toplumumuza yerleştirmeye çalışarak bu yolda çok mesafeler alan,kadınlarımıza kişiliklerini kazandıran ATATÜRK'e sahip çıkamayan, ATATÜRK'ü savunamadıkları gibi, hatta eleştiren ve sevmeyen çok sayıda kadınlarımızın var olmalarıdır.

Bu gerçekler karşısında, özellikle kırsal kesimlerde,daha genç kız olmaya başladıkları andan itibaren ezilmeye,cinsel istismara,çocuk gelin olmaya,fiziksel,bedensel ve ruhsal şiddete,eğitimsizliğe maruz kalan kadınlarımızı konuşmaya,kadın erkek eşitliğini,kadın haklarını savunmaya daha uzun seneler devam edeceğiz maalesef.

Bize göre,kadınlarımızın erkeklerle eşit bireyler olarak;ırz ve can güvenlikleri,eğitim ve çalışma alanındaki hakları,siyasi hakları,sosyal yaşamda hak ettikleri yere gelebilmeleri, erkeklerle her alanda eşit haklara sahip olabilmeleri için;bu konuda erkeklerden bir çaba beklemeden, bizzat kadınlarımızın kendileri,bilinçlenerek haklarına sahip çıkmaları,seslerini yükseltmeleri,örgütlenmeleri,özellikle kız çocuklarının eğitimlerine azami gayret sarf etmeleri,kendilerini erkeklere biat eden ve erkekler olmadan ayakları üzerinde duramayan kişiler olarak görmemeleri, kendilerine öz güven duymaları,özellikle; erkeklerin seks kölesi olmadıklarını göstermeleri,seks yaşamlarında erkeklerle eşit ve aktif rol üstlenerek işe buradan başlamaları,büyük ATATÜRK'ün kurtuluş mücadelesini başlattığında, Amasya Tamiminde açıkladığı gibi,nasıl ki;Milletin bağımsızlığını, yine milletin kendi azim ve kararı kurtaracaksa ki; kurtarmıştır, kadınlarımızın haklarını da,bizzat, yine kadınlarımızın azim ve kararları kurtaracak ve kadınlarımız erkeklerle eşit düzeye geleceklerdir.

Bu duygularla,varlıklarından onur duyduğum,varlığımı borçlu olduğum anamın da hemcinsleri olan,Dünyadaki insanların yarısını oluşturan,diğer yarısını da doğurarak Dünya'ya gettiren; ücretle bir işveren yanında çalışan ve/veya sadece evinde çalışan emekçi ve fedakar tüm kadınlarımızın, Dünya Kadınlar Günü'nü, en iyi dileklerimle kutluyor,fedakar ve saygıdeğer tüm kadınlarımıza, buradan selam olsun diyorum.

Ayrıca,tüm kadınlarımızı, yarın günlerini kutlamak üzere,anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmaya davet ediyorum.

Bu sayede,Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın,geçtiğimiz günlerde açıkladığı insan hakları eylem planında ne kadar samimi olduğunu da, hep birlikte görmüş olacağız.

Sevgili kadınlarımız,bu sayede bir taşla iki kuş vuracaklar,hem Dünya Kadınlar Günlerini kutlayacaklar,hem de, inşallah;özgürce ve polis şiddetine uğramaksızın, insan haklarının en günceli olan toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarının açılışını yapacaklar.07/Mart/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6 Mart 2021 Cumartesi

SÖZCÜ GAZETESİNE DOSTÇA İKİ TAVSİYE

 


SÖZCÜ Gazetesi benim de gazetemdir.

Hergün alır ve baştan sona okurum.

Gazeteyi elime aldığımda birinci sayfanın altında her gün çıkan “SÖZCÜ TV.....gündür logo onayı beklior...”açıklamasını görüp çok üzülüyorum.Hatta artık canım sıkılmaya başladı.İçimden bu gazete kimlerin elinde kalmış diye hayıflanıyorum.

Daha önceden de yazdık ve herkese açık olan facebook sayfamızda yer verdik.

Bu başvurunun yapıldığı RTÜK bir kamu kuruluşu ve kararları idari yargı denetimine tabidir.

İdari Yargılama Usul Kanununa göre,idari bir işleme esas olmak üzere yapılan başvurulara altmış gün içinde olumlu veya olumsuz, açık bir cevap verilmezse, başvuru zımnen reddedilmiş sayılır ve bu cevapsız geçen altmış gün sonunda,bu tarihten itibaren altmış gün içinde idari yargıya başvurulabilir,Ankara İdare Mahkemelerinde dava açılabilir.

Sözcü yöneticilerine soruyoruz.Kardeşim, size altmış gün içinde cevap verilmediğinde,talebinizin zımnen reddedilmiş sayılması nedeniyle, niçin altış gün içinde idari yargıya başvurmadınız da,hergün ağlıyorsunuz?

Dava süresini de kaçırdınız.Siz daha bir 373 gün daha beklersiniz boş yere.

Bu ilk müracaatınızı yok sayarak,idari davaya esas olmak üzere,önceki aynı başvurunuzu yenileyecek ve altmış günlük süre içinde cevap verilmezse, başvurunuzun zımnen reddedilmiş sayılması nedeniyle,cevapsız geçen altmış günün sonundan itibaren işlemeye başlayacak olan altmış gün içinde,idariyargıya başvuracaksınız.

Sözcü Gazetesine ikinci tavsiyemiz de şudur.

Her hafta “SÖZCÜ HAFTASONU “adı altında ikinci bir gazete çıkarılarak ayrı bir ücretle satışa sunuluyor.Doğrusu, ben ve çoğu kişi, bu gazeteyi satın almıyoruz, sadece ana gazeteyi satın alıyoruz.

Ben diyorum ki;hafta sonu gaztenizi, niçin ayrı çıkarıp ücretle satıyorsunuz?

Ana gazetenizi, haftasonları atıyorum 3 TL yapın ve iki gazeteyi birlikte okurlarla buluşturun.Sözcüyü okumak isteyen bizler,ister istemez 3 TL veya daha fazlasını vererek Sözcü'yü satın alıp okuyacağız,sizin elinizde de satılmayan haftasonu gazetesi kalmamış olacak.

Bunlar düşünmek o kadar zor mudur?

Bu iki tavsiyemizden ayrıca danışma ücreti istemiyoruz,ne de olsa SÖZCÜ'yü seviyoruz.

Hepinize iyi haftasonları,sağlık ve mutluluklar. 06/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

5 Mart 2021 Cuma

HELİKOPTER KAZASI ŞEHADET HAMASET VE KOMPLO TEORİLERİ

 



Dün,Bingölden Tatvan'a giderken, Tatvan yakınlarında, içindeki; birisi 8.Kolordu komutanımız Korgeneralimiz olmak üzere,mürettebat dahil çeşitli rütbe ve yaşlardaki 13 askerimiz ile düşen ve 11 şehit ve iki yaralıya mal olan helikopter kazasıyla ilgili olarak ilk gelen bilgilere ve yörenin hava koşullarına bakıldığında, bu kazann kötü hava koşullarından meydana geldiği,en güçlü olasılıktır.

Şehitlerimize Allahtan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Biz bu yazımızda,bu kazadan gerekli dersler çıkarılarak,ileride milletimizi yasa boğacak başka elim kazalar olmaması için,kazanın; hamaset, şehadet ve komplo teorileri yanını bir kenara bırakarak,kazanın gerçek nedenine vurgu yapmaya çalışacağız.

Evet,kazaların gerçek nedenlerini halının altına süpürerek,şehitlerimize ağıtlar yakmayı,şehitler ölmez diye sloganlar atmayı bir kenara bırakmanın zamanı gelmiş ve çoktan geçmiştir.

Şehitliği kutsayarak,överek,teşvik ederek,göklere çıkararak, kimse ne kendisini, ne de başkalarını,özellikle de şehitlerin yakın aile fertlerini teselli etmeye ve avutmaya kalkışmasın lütfen.

On bir vatan evladı ölmüş ve çoluk çocukları babasız ve karıları eşsiz kalmıştır.Ölenlerin şehitlik mertebesine ulaşmış olmaları,bu gerçeği ve ailelerinin üzüntülerini,asla ortadan kaldıramaz.

Şehitler ölmez diyenlere sormak istiyoruz;bu kafayla gidersek, daha kaç şehit vereceğiz,bundan önce ölerek şehit olan kaç asker ve güvenlik görevlimizin ismini hatırlıyorsunuz?

Bu kazanın,hava muhalefetinden meydana geldiği,güçlü bir olasılık olmasına rağmen,yarın bu kaza da siyasiler tarafından istismar edilecek,altında sabotaj ihtimalleri aranıp, komplo teorileri üretilerek,kazanın gerçek nedenleri hasıraltı yapılacaktır.

Şehit Korgeneralimizin; hain Fetö darbe girişimi sırasında, darbecilere karşı kahramanca mücadelesinden hareketle,bu kazanın kendisinden öç almak için Fetö ve yandaşları tarafından planlandığı ve helikoptere sabotaj uygulayarak düşürdükleri iddiası dahi gündeme getirilecektir.

Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU'nun öldüğü; yine böyle,baharda kışın yaşındığı bir bahar gününde bindiği helikopterin, kötü hava şartlarından dolayı düşmesi olayı da, çarptırılmış ve Muhsin YAZICIOĞLU'nun bir sabotoj kurbanı olduğu idda edierek,kazanın gerçek nedeni örtülmek istenmiş,bundan politik bir çıkar sağlamak hedeflenmişti.

Yine Orgeneral BİTLİS'in; kötü hava koşullarında uğradığı uçak kazasının gerçek nedenleri de, komplo teorilerine kurban edilmişti.

Umarız,11 askerimizin şehit olduğu Tatvan yakınlarında vukubulan helikopter kazası için de, böyle komplo teorileri üretilerek, kazanın asıl nedeni hasıraltı edilmez.

Şehitlerimizi seviyor ve düşünüyorsak,bundan sonra böyle kazalara neden olmak istemiyorsak,komplo teorilerinden uzak durarak,en güçlü olasılık olan hava muhalefeti ve hava muhalefetine rağmen uçuşta ısrar edilmesinin nedenleri üzerinde durmalıyız.

Evet,en güçlü olasılık hava muhalefeti,güzel de,suçu sadece hava muhalefetine yıkarak sıyrılmak da yeterli değildir.

Basından edindiğimiz bilgilere göre,Merkezi Elazığ ilimizde bulunan 8.Kolordu Komutanı şehidimiz,ast birliklerinin rutin denetimini yapmak üzere,oluşturduğu denetleme heyetiyle birlikte Elazığdan havalanmış ve yoldaki hava muhalefeti nedeniyle Bingöl'e iniş yapmak zorunda kalmış ve bir süre burada bekleyerek tekrar Tatvan'a doğru uçuşa geçmiştir.

Anladığımız kadarıyla, yüzbaşı rütbesinde olan helikopter pilotları, deneyimli pilotlardır.Uçtukları helikopterin teknik ve kötü hava koşullarındaki uçuş güvenlikleri ve sair teknik özellikleri konusunda bilgi sahibidirler.

Pilotlarımız;

Bildiğimiz kadarıyla,pilotaj eğitimleri sırasında meteoroloji eğitimi almış olmalıdırlar.

Bölgenin hava koşullarını,an itibariyle diğer kanallardan da öğrenmiş olmalıdırlar.

Kötü hava koşullarıyla,helikopterin uçuş emniyet koşullarını ve diğer teknik özelliklerini birlikte değerlendirerek,heyetin başındaki korgeneralimize,uçuşun güvenli veya güvensiz olduğu konusunda bilgi sunmuş ve uçup uçmama konusundaki kendi kanaatlerini bildirmiş olmalıdırlar.

Askeri disiplin,pilotların uçuş güvenliğiyle ilgili görüşlerini komutanlarına arz etmelerine engel olmamalıdır,zira on üç kişinin hayatı söz konusudur.

Bunların yapılıp yapılmadığını bilemiyoruz.Pilotlar,askeri disiplinin altında ezilerek ve kahramanlık göstererek,kötü hava koşullarına rağmen, şehit korgeneralimize “uçabiliriz komutanım” dedikleri için mi, Bingölde ara vermek zorunda kalınan uçuşa devam edilmiştir,yoksa pilotların sundukları kötü hava koşulları sakıncasına rağmen,heyetin başındaki en kıdemli komutan korgeneralimizin uçalım yolumuza devam edelim kararı üzerine mi,ölüm uçuşuna geçilmiştir,bilemiyoruz ve bu vakitten sonra bu gerçeği öğrenmek de asla mümkün değildir.

Ancak her iki durumda da,uçuşa devam kararının yanlış olduğu,meydana gelen kazayla kanıtlanmıştır.

Yanılabiliriz ama,yine basından edindiğmiz bilgilere göre;helikopterin içindeki heyet, acil bir silahlı operasyona değil,askerlikte her yıl tekrarlanan rutin bir ast birlik denetlemesi için yola çıkmış olup,hava muhalefeti nedeniyle inmek zorunda kaldıkları Bingöl deki askeri birlikte bir gün kalarak,daha uygun hava koşullarında yollarına devam edebilirlerdi diye düşünüyoruz.

Bizim değindiğimiz konular es geçilerek,görmezlikten gelinerek,kazanın oluşumunu,sadece kötü hava koşullarına bağlayarak,şehit ve hamaset söylemleriyle bu kazanın üzeri kapatılırsa,bizler millet olarak daha nice şehitlerimiz için gözyaşı dökmeye devam ederiz.

Umarım,bu gerçekleri tüm çıplaklığıyla yazdığımız için bize kızanlar az olur,akıl galip gelir. 05/03/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

3 Mart 2021 Çarşamba

Bugün;03/03/2021,bir devrim yasası olan Öğretim Birliği Yasasının yasalaştırıldığı günün yıldönümüdür.Bu yıldönümü nedeniyle,2008 tarihinde yazmış olduğumuz makalemizi aşağıda aynen yayınlıyoruz.03/03/2021 Güner YİĞİTBAŞI UYGULANMAYAN DEVRİM YASASI; TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU

 



İlk yasalaşmasının yıl dönümü bugün olan, 3.Mart.1340 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası, Anayasamızın 174.maddesine göre, koruma altına alınmış bulunan devrim yasalarımızın en önemlilerinden biridir.

Öğretim Birliği Yasasının;

Diğer devrim yasalarımız gibi, Türk toplumunu, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini koruma amacını güden bir devrim yasası olduğu, Anayasanın 174.maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Anayasamızın, devrim yasalarını koruma altına aldığı 174.maddesi;

Anayasanın hiçbir hükmünün; Öğretim Birliği Yasasının yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılıp yorumlanamayacağını açıkça hüküm altına almıştır.

Başka bir anlatımla, Öğretim Birliği Yasası hükümlerinin; Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı olduğu şeklinde anlaşılması ve yorumlanması, açıkça yasaklanmıştır. Tabir yerinde ise, Öğretim Birliği Yasasının hükümleri; kurallar hiyerarşisinde, Anayasa hükümlerinden de üstün tutulmuştur.

Bir devrim yasası olan 3.3.1340 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği yasası ile dini eğitim ve öğretime son verilerek, laik eğitim ve öğretim düzenine geçilmiş ve eğitim ve öğretimde birlik sağlanmıştır.

Öğretim Birliği Yasasının;

1.maddesi ile Türkiye dahilindeki bütün ilim ve öğrenim müesseseleri Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış,

2.maddesi ile Şer’ iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler,Milli Eğitim Bakanlığına devir ve bağlanmış olup,

4.maddesi ile de,Milli Eğitim Bakanlığının, yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere, üniversitede bir ilahiyat fakültesi kurması, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi için ayrı mektepler açılması öngörülerek,

Dini eğitim ve öğretim; yüksek din uzmanları ile imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi amacıyla ve bu amaç ve ihtiyaçla sınırlı sayıda açılacak olan, ilahiyat fakültesi ve bir meslek okulu olan imam hatip okullarıyla sınırlı tutulmuştur. Bu suretle, Türk toplumunun, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkması ve laik devlet düzenine kavuşmasının önündeki engellerin kaldırılması amaçlanmıştır.

Anayasamızın 42.maddesi uyarınca da; eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılır ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz,

Üzülerek söylemek gerekirse; dini eğitim ve öğretimi kaldırarak, eğitim ve öğretimi laik hale getiren ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini korumak amacı taşıyan Öğretim Birliği Yasası, bugüne kadar, amacı doğrultusunda tam olarak uygulanamamıştır.

Dini siyasete alet ederek, oy toplayıp, siyaset’ en kolayca bir yerlere gelmek isteyen politikacılarımız ve siyasal iktidarlar;

Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesini açıkça ihlal ederek, 4.maddenin amacına aykırı şekilde, din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi amacıyla sınırlı kalmayıp, toplumun din adamı ihtiyacını aşan sayıda imam hatip okulları açarak ve bu okulları lise haline getirip, mezunlarına da, genel liseler mezunları gibi, her dalda yükseköğretim kurumlarına girme hakkı tanımak suretiyle;

Dinin; emredici, yasaklayıcı ve değişmez dogmatik katı kuralarına göre yetiştirilen anti laik bir kitlenin oluşumuna ve bugün tartıştığımız ve Türk toplumunu; laikler-laik olmayanlar, türban takanlar-türban takmayanlar şeklinde gruplara bölünme aşamasına getiren, uğrunda Anayasa değişiklikleri yapılan türban sorununun da, laik Türkiye Cumhuriyetinin gündemine oturmasına neden olmuşlardır.

Gerçekten, bugün ülkemizdeki imam hatip liselerinin ve mezunlarının sayılarına bakıldığında, bu sayının, imamlık ve hatiplik gibi, dini hizmetlerin ifasıyla görevli memur ihtiyacının çok üzerinde olduğu görülecektir. İmam hatip lisesi mezunlarının tümünün, din hizmetlerinde çalışmadıkları, islam dininin kurallarına göre, imam ve hatip gibi, bayan din hizmeti görevlisi olmadığı halde, kız çocuklarının devam etmeleri için, ayrıca kız imam hatip liselerinin açıldığı dikkate alındığında;

Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğuna ilişkin Anayasamızın 2.maddesine, eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağını ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılamayacağına ilişkin 42.maddesine ve 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasının 1,2 ve 4.maddelerine aykırı bir uygulamanın yürürlüğe sokulduğu, bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır.

Tüm Anayasal ve yasal engellere rağmen, böyle bir uygulamanın yürürlüğe sokulmasında, hala iyi niyet aramak, saflığın da ötesinde, açık bir aymazlıktır.

14.Haziran.1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasasının yasalaşmasındaki süreç incelendiğinde; Türkiye Cumhuriyetinin laik ve demokratik niteliğini ortadan kaldırarak, dini esaslara dayalı bir devlet düzenini tesis etmek isteyen çevrelerin; bugünkü adıyla, imam hatip lisesi olan imam hatip okulları üzerinden, Anayasamıza ve Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak, sistemli bir şekilde oynadıkları oyun ve laik düzen karşıtı kadrolaşmaya yönelik çabaları, açıkça görülmektedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan Hükümet Tasarısında,İmam hatip okulları, imamlık ve hatiplik gibi, din hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli kimseleri yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca temel eğitime dayalı olarak ve yalnız erkek öğrenciler için açılmış, ayrı meslek okullarıdır” şeklinde bir hükme yer verilmiş ise de; Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini koruma amacı güden Öğretim Birliği Yasasına uygunluk arz eden Hükümet Tasarısındaki bu hüküm;

Milli Eğitim Komisyonunda, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğine ve Öğretim Birliği Yasasına aykırı olarak, tamamen değiştirilmiş ve meclisteki görüşmeler sonunda, tasarıdaki imam hatip okullarıyla ilgili 31.madde; imam hatip okulu olan ismi de, ”İmam Hatip Lisesi” olarak değiştirilmek suretiyle, “İmam hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve kur’ an kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim Bakanlığınca açılan ortaöğretim sistemi içinde hem mesleğe hem yüksek öğrenime hazırlayıcı programlar uygulayan öğretim kurumlarıdır” şekline sokulup, 32.madde olarak yasalaşmıştır.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasasının; yasalaşmadan önceki hükümet tasarısında yer alan, imam hatip liselerini düzenleyen yukarıda zikrettiğimiz madde içeriği ile yasalaşan ve halen yürürlükte olan imam hatip liseleri başlıklı 32.madde içeriği karşılaştırıldığında;

İmamlık ve hatiplik gibi, din hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli kimseleri yetiştirmek üzere, yalnız erkek öğrenciler için ve sadece meslek okulları olarak düşünülen imam hatip okullarını düzenleyen Hükümet Tasarısındaki maddenin, Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesine tamamen uygun olmasına rağmen,

Mecliste değişiklik görerek yasalaşan ve halen yürürlükte bulunan imam hatip okullarını düzenleyen 32.maddeye göre ise; imam hatip okullarının; yalnız erkek öğrencilerin değil, kız öğrencilerin de öğrenim görebilecekleri, sadece din adamı yetiştiren meslek okulu olma niteliğine aykırı olarak, aynı zamanda, yüksek öğrenime hazırlayıcı programları da uygulayan genel liseler haline getirildikleri, üzüntü ve hayretle gözlemlenmektedir.

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasasının, imam hatip okullarını düzenleyen ve bu okulların adını imam hatip lisesi olarak değiştiren 32.maddesinin mecliste görüşülmesi sırasında, anılan maddenin bu haliyle, Anayasanın laiklik ilkesine ve Öğretim Birliği Yasasına aykırı olduğu, bazı üyelerce dile getirilmiş olup, zamanın Milli Eğitim Bakanı, bu konuda yapılan eleştirilere verdiği cevapta;

İmam hatip lisesi öğrencilerinin, 32.maddedeki düzenleme uyarınca, mezuniyetlerinde, her dalda değil, ilahiyat fakülteleri gibi, sadece yetiştirildikleri dalda, yüksek öğrenim yapabileceklerini, bu nedenle, Milli Eğitim Temel Yasasının, imam hatip liselerini düzenleyen 32.maddesi hükmünün, Anayasanın laiklik ilkesine ve Öğretim Birliği Yasasına aykırı olmadığını, belirtmiş ve Milli Eğitim Bakanının yüreklere su serpen bu açıklamaları doğrultusunda, sadece yetiştirildikleri daldaki, yüksek öğrenim kurumlarına girebilme imkanıyla sınırlı olarak, 32.madde kabul edilerek yasalaşmıştır.

Sistemli ve sabırlı bir şekilde, dini eğitim ve düşünce sistemi ile dinin katı dogmatik kurallarına göre yetiştirilmiş kadrolar oluşturup, bu kadroları, devletin üst düzey bürokrasi mevkilerinde görevlendirip yetkilendirmek suretiyle, özledikleri, dini esaslara dayalı düzeni kolaylıkla kurmayı amaçlayan kökten dinci çevreler;

İmam hatip lisesi öğrencilerinin, sadece branşları ile ilgili yüksek öğrenim kurumlarında öğrenim görmelerini yeterli bulmayarak, Milli Eğitim Temel Yasasının 31.maddesinde yer alan, “Orta öğretimin hem mesleğe hem de yüksek öğretime hazırlayan programlarını bitiren öğrencilere, yetiştirildikleri yönde, üniversitelere, akademilere ve yüksek okullara girmek için aday hakkı tanınır” şeklindeki hükmünü, siyasal yandaşlarının yardımıyla, 16.6.1983 tarih ve 2842 sayılı yasayla, ”Lise ve dengi okulları bitirenler, yüksek öğretim kurumlarına girmek için aday olmaya hak kazanır” şeklinde değiştirterek,

İmam hatip lisesi mezunlarına, sınırlı olarak, sadece, yetiştirildikleri yönde yüksek öğrenim yapmaları imkanının tanınması ile aralanan kapı, ardına kadar açılmış ve böylece, Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesine göre ve bu madde ile sınırlı olarak sadece din adamı yetiştiren meslek okulu olan imam hatip okulları, bu ikinci aşama yasa değişikliğiyle, meslek okulu olma özelliklerini tamamen yitirerek, her dalda yüksek öğrenime aday öğrenci yetiştiren bir öğretim kurumu haline getirilmiş olup, 1973 senesinde, Milli Eğitim Temel Yasası çıkarılırken, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan görüşmeler esnasında, zamanın Milli Eğitim Bakanı olan zat’ın açıkça ifade ettiği gibi, Anayasamızın laiklik ilkesi ve Öğretim Birliği Yasası açıkça ihlal edilmiştir.

28.Şubat sürecinde; İmam hatip lisesi mezunlarının, yukarıda belirttiğimiz sakıncalar dikkate alınarak, alanları dışındaki üniversitelere girmelerinin zorlaştırılması amacıyla, üniversitelere girişte kendilerine uygulanan katsayılarının azaltılması yoluna gidilmiş ise de; iktidardaki AKP Hükümeti, en başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere, imam hatip lisesi mezunlarının, 28 Şubat sürecinden önce olduğu gibi, her alanda üniversite ve yüksek okullara daha kolay bir şekilde girebilmelerini sağlamak amacıyla, düşürülen katsayının yeniden yükseltilmesi için büyük bir gayret ve çaba gösterdikleri, tüm kamu oyunun malumlarıdır.

14.Şubat.2008 günü toplanan,Yüksek Öğretim Kurumu genel kurulunun gündeminde olmasına rağmen, katsayının artırılması konusunda, kesin bir karar alınmamış olması, hiç de sürpriz olmamıştır.

Zira, türban yasağının kaldırılması için, Anayasanın 10 ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin hemen ertesinde, bir de imam hatip lisesi mezunlarının üniversite ve yüksek okullara girişlerini kolaylaştıracak olan katsayı artırımına gidilmesi halinde, anti laik uygulamalarının iyice dikkat çekeceğinden çekinen siyasal iktidar, ülkenin içinde bulunduğu koşulları düşünerek, katsayının artırılmasına ilişkin girişiminden şimdilik vazgeçerek, geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Zaten, siyasal iktidarın, kendisine büyük tirajlı bir gazetemizde yazması için köşe tahsis ettiği, iktidarın destekçiliğine ve akıl hocalığına soyunmuş olan gazeteci Nazlı ILICAK da;

9.Şubat.2008 tarihinde, gazetesinin dördüncü sayfasındaki köşesinden, siyasal iktidara seslendiği, “Panik Atak” başlıklı yazısında aynen;

Meslek liselerindeki katsayı adaletsizliği konusu, 14 şubatta ele alınacak, aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, inancı içinde, derin endişe duyanlar mevcutken, üstelik başörtüsü sorunu gibi, hassas bir mesele ile uğraşırken, imam hatip tartışmasını canlandırmak, hatalı bir politik adım olur.

Böyle bir ortamda yeni bir tartışma başlığı açarsanız, şimdiden haber vereyim, kaygı ve korkular, ciddi bir panik atak problemine dönüşebilir” demek suretiyle,siyasal iktidarı uyararak, üzerine düşen görevi başarı ile yerine getirmiş ve kendisine tahsis edilen köşeyi hak ettiğini (!) ispatlamıştır.

Dileriz; bundan sonra, Öğretim Birliği yasası uygulanır ve imam hatip liseleri,Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesindeki sınırları içine çekilerek, sadece din adamı yetiştiren meslek okulları haline getirilir ve miktarları da, ülkemizin din adamı ihtiyacına göre azaltılarak, ihtiyaç fazlası imam hatip liseleri, diğer dallardaki meslek liselerine dönüştürülerek, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğine gönülden bağlı, laik genç nesillerin yetişmesinin önündeki engeller kaldırılmış olur.03.Mart.2008


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

NOT:Bu yazının yazıldığı tarihte mevcut olan,

İmam Hatip Lisesi Mezunlarının

üniversitelere girişlederinde getirilen katsayı

engeli,bugün için tamamen kalkmış bulunmaktadır.