31 Temmuz 2021 Cumartesi

KOMPLO TEORİLERİNDEN HAREKET EDECEK OLURSAK....

 



28/07/2021 Çarşamba gününden itibaren Manavgat ilçemizde başlayarak tüm Akdeniz ve Ege kıyılarındaki ormanlarımızda başgösteren,hektarlarca ormanımızı kül eden,can ve mal kaybına sebep olan orman yangınları, ulus olarak hepimizin yüreklerini dağladı, çok üzüldük.

Yangınların çoğu kontrol altına alınabildiyse de, hala yer yer yangınların devam ettiğini,kaygıyla ve üzülerek izliyoruz.

Çıkan yangınların muhtelif çıkış nedenleri olabilir.Yangınların çıkış nedenleri, adli soruşturmalar sonunda tespit edilecektir.

Bu aşamada en kolaycı ihtimal, sabotaj ihtimali olup,sabotaj ihtimali dile getirildiğinde de, ilk akla gelen PKK terörü ve faillerin PKK militanları olduğu iddiasıdır.

Biz,henüz yangın ve soruşturmalar sona ermeden,kanıtlarına ulaşmadan, kolaya kaçarak, bu yangınlar PKK militanlarının sabotajıdır diyenleri şiddetle kınıyoruz. Bu iddia,siyasi rant sağlamaya,PKK üzerinden HDP'yi ve Kürt halkımızı itibarsızlaştırmaya matuf, çok çirkin ve ayrıştırıcı bir komplo teorisi olup,üzücü ve üzücü olduğu kadar da, hukuken hiçbir geçerliliği olmayan soyut bir iddiadır.

Komplo teorileri üzerinden gidilerek bir sonuca ulaşılacak olursa,28/07/2021 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 7334 sayılı “Turizmi Teşvik Kanunu ile bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Torba Kanunun 1.maddesinin “d” fıkrasında yapılan değişikliğe göre, “Kültür ve Turizm gelişme Bölgeleri dışında kalsa bile” orman arazileri “kamu yararı” kapsamına alınarak turizm yatırımcılarına açılabiliyor “Yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilan” edilecek, bu alanlardaki bütün devlet taşınmazları da turizm kapsamına alınabilecek.

Bu yasa değişikliğine göre,Orman alanlarındaki yapılaşma tasarrufu, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisine bırakılıyor ve hangi alanların yapılaşma kapsamına gireceği ise, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek.

Halkımızı büyük üzüntüye sevk eden,çok ağır maddi ve manevi zarara yola açan, ülkemizi saran orman yangınlarının; henüz devam ederken ve söndürülmeden,Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmesi tam da yangınların çıktığı 28/07/2021 tarihine denk gelen, orman arazilerinin Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri adı altında turizm yatırımcılarına açılmasına olanak sağlayan yasadan hareketle; bu orman yangınlarını, yanan orman arazilerini turizm yatırımcılarına açmak amacıyla, partili Cumhurbaşkanı kasten çıkarttı diye bir iddiada bulunabilir miyiz,bir komplo teorisi üretebilir miyiz?

Tabii ki;böyle bir komplo teorisi iddiasında bulunamayız.

Aynı şekide soruşturmalar sonuçlanmadan,kanıtları toplanmadan kolaya kaçarak,komplo teorileri üreterek; yangınlar,PKK teröristlerinin sabotajıdır demeye kimsenin hakkı olamaz.

Bize göre;bu yangınların çıkış nedenleri bulunmalıdır,bu önemlidir.

Ancak, asıl önemli olan husus;çıkış nedeni ne olursa olsun,19 yıldır tek başına iktidar olan ve örtülü ve örtüsüz,yaklaşık 2 Tirilyon dolar devlet parasını ve ödeneğini kullanan partili cumhurbaşkanı Erdoğan'ın lidrliğindeki AKP iktidarının;ülkemizin kaderi olan ve her yıl mutlak surette tekrarlanan,ülkemizi yünetenler için sürpriz olmayan orman yangınlarına hazırlıklı olmadığı,hangi sebeple olursa olsun çıkacak orman yangınlarını derhal söndürmek için gerekli olan yangın söndürme uçak ve helikopterlerine yatırım yapmadığı,bu amaçla bir hava filosu oluşturmadığı için,ülkemizi yasa boğan,ağaç,hayvan ve insanlardan oluşan can ve mal kayıplarına neden olan orman yangınlarının bu ağır bilançosunun tek sorumlusu, iş başındaki iktidardır.

Orman yangınları,henüz belirlenemeyen hangi meçhul nedene bağlı olarak çıkmış olursa olsun,belirlenen tek gerçek varsa;o da, yangının ağır sonuçlarının sorumlularının, partili Cumhurbaşkanı ve Orman Bakanı olduğu,inkar edilemez bir gerçektir. 01/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


30 Temmuz 2021 Cuma

PARTİLİ CUMHURBAŞKANI NEREDESİN?

 


Manavgat,Mersin,Adana,Marmaris,Didim,Köyceğiz,Milas,Bodrum.

Türkiyem; ülkem yanıyor,partili Cumhurbaşkanı nerelerdesin,eyimisen, hoş musan,vicdanın rahat mı.huzurun yerinde mi?

Merak içindeyiz, Türk Halkı olarak!

Hiç değilse halkın karşısına çıkarak,Ey KILIÇDAROĞLU,Ey Ca-He-Pe,Ey vesayetçi eski Türkiye diyerek,yalandan da olsa,yangına bir bahane ve sorumlu bulmanı, kükreyen sesini duymak isterdik.

Veya,o yetkilerini, kudretini,gücünü ve otoriteni kullanarak,gece yarısı bir kararname çıkarıp,ülkemizi ve ciğerlerimizi yakan yangınlara hadlerini bildirmeni,bir çırpıda sönmelerini ve yok olmalarını sağlamanı isterdik doğrusu(!)

Partili Cumhurbaşkanı;bu ülkeyi,saraylarının duvarlarının ardına çekilerek ve gizlenerek,tek yanlı aldığın kararlarla yönetemiyorsun.Artık, bu gerçeği kabul etmelisin.

Aslında,bu koşullarda tek başına ülkeyi yönetmen, mümkün de değil.

Dünyanın en akıllı ve dirayetli adamını da getirsek,devletin tüm erklerinin tek kişiye bağlandığı,tüm yetkilerin tek kişide toplandığı,atanmış bakanların dahi,söze ve icraata başlarken,besmele çeker gibi, Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla diyerek söze başlamaları,tüm gerçekleri ortaya sermektedir.

27.Mayıs Darbesinin armağanı 1961 Anayasası sayesinde ülkemizin kazandığı Anayasa Mahkemesi de olmasa,nefes alamayacağız,adaletsizlikten adeta boğulacağız.

1961 Anayasasının getirdiği sonradan kaldırdığınız Devlet Planlama Teşkilatı ve Müsteşarlığı vardı, bu ülkede bir zamanlar.

Devlet Planlama Teşkilatı;uzman kdrolarıyla,yanılmıyorsak beşer yıllık kalkınma planları hazırlarlar ve ülkenin kalkınması,üretimin ve milli gelirin artması,devlet imkanlarının eşit ve toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak dağıtılıp kullanılması için yapılması gereken yatırımlar,öncelik sırasına göre yapılır ve ülkenin;fakir halkının vergileriyle oluşan hazinesi, çarçur edilmezdi.

Devlet Planlama Teşkilatını yok ettiniz,ülke plansız ve programsız yönetiliyor ve yatırımlar; yandaş mütahit ve vakıflara ve onlar üzerinden AKP'ye rant devşirme amaçlı olarak,ülke ve halk yararına değil, partinizin ve yandaş mütahit ve vakıfların yararına seçilerek,ihale yasalarında yaptığınız değişikler sonucu, yarışma ve rekabet ölçütü aranmadan, istediğiniz yandaş üç beş mütahitlere peşkeş çekiliyor.

Ülkenin hazinesi; üretime,artı değer yaratmaya değil,tüketime, betona, yollara, köprülere,inşaatlara,tünellere harcanıyor,yap işlet devret yöntemiyle ve mütahitlere verilen kar garantileriyle;ülkenin parası, geçilmeyen yollar,köprüler,tüneller ve uçulmayan havaalanları üzerinden, yandaşlara ve dolaylı olarak AKP'ye hortumlanıyor.

Ülkenin kar eden ve henüz özelleştirilmedikleri için elde kalan üç beş güzide kurumu da, Sayıştay ve Mecis denetimine tabi olmayan Varlık Fonu adı altında kurduğunuz fon bünyesine alınarak,Sayıştay ve Meclise hesap vermekten kurtulmanın önü açılıyor.

Biz buradan soruyoruz,bir devlet iktisadi kuruluşunun gelir, gider ve harcamalarının, Meclis ve Sayıştay denetiminden kaçırılmasının ve hesap vermekten kaçılmasının sebebi ne olabilir,kendisine ve dürüstlüğüne güvenen,yolsuzluk yapmayan bir yönetim,niçin hesap vermekten ve denetlenmekten korksun ki?

Sayın Partili Cumhurbaşkanı;ama,iş başındaki iktidarınız, hesap vermekten korktuğu için, devleti ve kurumlarını Anonim Şirket gibi yönetmeyi, kendisine iş sayıyor.

Aslında, Devlet Planlama Teşkilatının olmamasına rağmen; Anayasanın 166.maddesine göre,Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak amacıyla gerekli teşkiatı kurmak Devletin görevidir.

Anayasanın 166. maddesinin bu amir hükmüne göre, Cumhurbaşkanına istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur.

Kalkınma planlarında; millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.

Neymiş efendim;Anayasanın 166.maddesi ne diyormuş?

Anayasaya göre hazırlanması zorunlu olan Kalkınma Planlarında;

Millî tasarrufu ve üretimi artırıcı,

Fiyatlarda istikrarı,

Dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı,

Yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür,

Hepsinden de önemlisi,

Yatırımlarda;

Toplum yararları ve gerekleri gözetilir,

Kaynakların verimli şekilde kullanılması, hedef alınır.

Şimdi, gelelim onca ormanımızın,orman içi canlıların yanarak yok oldukları,insanlarımızın öldüğü,insanların mal ve canlarının,ekonomiye katkı sunan hayvanlarının zarar gördükleri,ülemizin kaçınılmaz kaderi olan ve her yaz,şu veya bu sebeple tekrarlanan orman yangınlarının çıkmaması veya çıktıktan sonra, fazla bir zarara yol açmadan söndürülmelerinde, toplum yararı yok mudur,ülke kaynaknaklarını kullanarak yapılacak olan harcama ve yatırımlarda;ülkenin doğal zenginliği olan ve her yaz tekrarlanan orman yangınlarını acilen söndürmek için yeteri kadar yangın söndürücü uçak alımlarına yapılacak olan yatırımlarda, toplum yararı ve gereği yok mudur,sayın partili Cumhurbaşkanı?

Ama, size göre, orman yangınlarını söndürmek ve milli servet ve canlarımızın yok olmasını önlemek için yeteri kadar yangın söndürme uçağı alınmasında, kaynaklarımızın bir bölümünün buraya harcanmasında toplum yararı yokmuş ki;elimizde yeteri kadar yangın söndürme uçağını barındıran bir filoya sahip değiliz.

Allahtan korkun,19 yıldır ülkeyi tek başınıza yönetiyorsunuz.

Biz, boşuna yazıyoruz,söyleniyoruz,bunun bilincindeyiz.Ama, ülkemizi sevdiğimiz için, bir aydın sorumluluğu içinde, yine de yazmaya ve sormaya devam ediyoruz.

1150 odalı lüks sarayları,lüks otel haline getirilen onlarca atıl bekleyen makam uçaklarına sahip olmayı, ülkenin itibarı kabul eden bu zihniyet ile boğuşmanın bir anlamı yok aslında.

Son çıkan ve halen yer yer devam yangınların hepsi, yüreğimizi çok fazla yaktı ve çok üzüldük.

Ancak,1960-63 yılları arasında yaşadığım, çocukluğumun en güzel günlerinin geçtiği, o tarihlerde,3000 nüfuslu,elektriğinin dahi belediyenin gece 24.00 de sonlanan jenaratöründen elde edildiği,polis teşkilatının dahi bulunmadığı,Ortaokul öğrenimini yaptığım,hala birçok dost ve arkadaşlarımın yaşamakata oldukları, rakmetli babamla birlikte,o güzelim buz gibi suyu olan ırmağından, yaz aylarında, hergün onlarca alabalık tutup akşam yemeklerinde tükettiğimiz,o tarihlerde (1960-63) küçük bir köy ve sadece yabancı turistlerin uğrak yeri olan, bir tarih kenti olarak değer ifade eden,şimdilerde bir panayır yerne dönerek tanınmaz bir hal alan Side'sinde yüzmeyi öğrendiğim ve yaz günlerinde her gün gidip geldiğimiz,tarihi Side'sini; ülkemize ve Dünya'ya tanıtan ve meşhur olmasında büyük emeği bulunan,anneannem tarafımfan yakın akrabam olan,Bodrum Halikarnas balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaç'ın kardeşi olan Suat Şakir KABAAĞAÇ amcam ile birlikte,benim; dalgalara dayanamayarak midemin bulanıp çoğu kez geri dönmek zorunda kaldığımız balık avlarına çıktığımız,sofrasında güzel yemekler yiyerek hoş vakitler geçirdiğimiz,ikinci memleketim güzelim MANAVGAT yangını beni çok üzdü ve orman yangınlarını söndürmek için elzem olan gerekli uçak filosuna ayırması gereken devlet kaynaklarını yandaşlara peşkeş çeken ve kendi lüks ve şatafatında,partisinin yararında kullanan,tüm bu zorunlu ihtiyaçlarımızı düşünmeden Kanal İstanbul denen akıl dışı projeyi,halkımıza inat hala yapmak için çabalayan patili Cumhurbaşkanına gerçekten öfkem çok fazla.

Geçmiş olsun; MANAVGAT,Mersin,Adana,Marmaris,Didim,Köyceğiz,Milas,Bodrum ve diğer,ormanlarıyla yanan kentlerimiz ve değerli insanları. 30/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

27 Temmuz 2021 Salı

BUNUN ADI İKİ YÜZLÜLÜKTÜR

 


Sözde ilahiyatçı, İlim ve Fikri Araştırmalar Merkezi kurucusu olduğu söylenen İhsan Şenocak;sosyal medyada, 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda Çin'i 3-0 yenen A Milli Kadın Voleybol Takımımız için,İhvan ve Taliban zihniyetini temsil eden yüz kızartıcı ve ahlaksız bir paylaşımda bulunmuştur.

İlahiyatçı İhsan Şenocak'ın; Twitter'dan,filenin sultanları için yayınladığı mesaj aynen şöyledir; "İSLAMIN KIZI! Sen OYUN ALANLARININ değil, imanın, iffetin, ahlakın, hayanın, edebin SUTANISIN; SEN "burnunu göstermekten utanan" ANALARIN EVLADISIN. Ekranlara ve sakallı ağabeylerinin popüler kültürün kurbanlarına "sultan" demesine aldanmayasın! Umudumuz da, duamız da SENSİN!".

Vay,vay adam; hem ilahiyatçı ve hemde ilim ve fikri araştırmalar merkezi kurucusu büyük ilim ve fikir adamı ve de din alimi!

Bu paylaşım; sözde, ilahiyatçı, ilim ve fikir adamı olan ŞENOCAK'ın, ilk vukuatı değil tabi.Bundan önce de,ipe sapa gelmez,aklı fikri uçkurunda birçok mesajın da sahibi olan bir zat.

Bu zat;aynı zamanda, ATATÜRK düşmanı,karşı devrimci,vatan haini Fesli Kadirin de hayranı.

Dervişin fikri neyse zikri de odur, derler ya.

Adam; bayan voleybol takımının oyuncularını,Çin'i 3-0 yenerek elde ettikleri ve ülkemizin yüzünü ağarttıkları başarılarıyla değil, müsabaka sırasında,oyunun kuralları gereği giydikleri uluslararası şortlarına göre değerlendirmekte olup,gözü, voleybolcu kızlarımızın; sergiledikleri ve başarı elde ettikleri o güzel oyunlarında,setleri karşılamalarında,arkadaşlarına verdikleri güzel ve isabetli paslarında, başarılı kütlerinde ve rakip oyuncuların vuruşlarını karşılayan o maharetli el ve kollarında değil,bacaklarında,giydikleri şortlarında.

Adam;kızlarımız inşallah başarılı olurlar, bu amaçı alırlar ve Dünya devi Çin'i yenerler diye düşüneceği,maçı zevkle ve heyecanla izleyeceği yerde,çok afedersiniz yazmak zorundayım,vay be; ne güzel bacakları var,şunlardan birini yatağa atsam ne güzel olur diye düşünmekte,aklı fikri uçkurunda,beyni o kadar çalışıyor adamın.

Beyniyle değil, s....le düşünüyor adam.

Böyle olunca da;din ve ahlak,Müslümanlık adına, voleybolcu kızlarımıza dolaylı olarak hakaret ediyor,onları giydikleri şortları nedeniyle,iffetsiz,ahlaksız ve hayasız olmakla suçlama hakkını kendinde görüyor,İslamı; şorta ve çıplak bacaklara indirgiyor,densiz.

Bugün,sosyal medyada yazarak paylaşan, değerli arkadaşım ve meslekdaşım Leyla UÇURUM ne güzel ifade etmiş,değerli meslekdaşım diyor ki;”Ensar vakfında 45 çocuğa tecavüz edildiğinde bir cümle yazamamış , konuşamamış # Yobaz #

Kız voleybol takımına şort giydiği için edepten ,hayadan bahsediyor . Biz maç izlerken onlar başka şeylere bakmışlar”

Bu, sözde ilahiyatçı,sözde Müslüman,sözde ilim ve fikir adamı zat, o kadar ileri gidiyor ki;” SEN "burnunu göstermekten utanan" ANALARIN EVLADISIN”diyor.

Analarımızın, burunlarını göstermeleri,ne zamandanberi utanılacak bir ahlaksız davranış oldu,ne demek oluyor?“SEN "burnunu göstermekten utanan" ANALARIN EVLADISIN”sözü.

Sen,üzerine vazife olmadığı halde,İhvancı ve Taliban yobazlığıyla,bayan voleybolcuların maç kıyafetleri olan şortlarını kınayarak,onları ahlaksızlıkla suçlayarak;kendi burnunu, seni asla ilgilendirmeyen işlere sokmaktan utanmıyorsun da,voleybolcu kızlarımızın anaları mı, nefes alıp verdikleri ve zorunlu olarak açtıkları burunlarını göstermekten utanacaklar?

Ey ŞENOCAK;sen,bırak kızların giydikleri şortlarını.

Sen,bugüne kadar,bu ülkede yapılan yolsuzluklardan,hırsızlıklardan,ihalelere fesat karıştırmalardan,tüyü bitmemiş yetimlerin,kulların haklarının yenilmesinden,yandaş ve akraba kayırmacılığından,söylenen yalanlardan, hiç utandın mı ve bu tür davranışların, ahlaksızlık olduğunu,İslamın yasakladığını ve büyük günah saydığını, hiç yazıp dile getirdin mi?

Getirmedin tabi,senin görevin,sana biçilen rol; gerçek İslamı ve İslamın ahlaki kurallarını dile getirip savunmak değil,sen; yozlaştırılan, fakir fukaraya afyon olarak yutturularak, siyasi rant sağlanan sözde İslamın savunucususun,İslamın ahlak kuralları seni ırgalamaz,sen; kim oruç tuttu veya tutmadı,kim namaz kıldı veya kılmadı,kim şort giydi veya giymedi,kim saçını örttü veya örtmedi onlarla uğraşırsın,sen afyon haline getirilen ve din simsarı siyasilerin siyasi rant için kullandıkları,yozlaştırılmış ve başkalaştırılmış,cemaatlerin,tarikatların ve tarikat şeyhlerinin Allah'a şirk gösterildiği, sözde İslamın temsilcisi ve din simsarı siyasilerin maşasısın.

En önemlisi;sen,çocuğun yaşındaki kız çocuklarıyla imam nikahıyla evlenerek yatağa giren,çocuk yaştaki kızları koynuna alan ve cinsel tacizde bulunan,kafa yapısı ve zihniyeti itibariyle sana yakın olan ırz düşmanlarının bu ahlak ve insanlık dışı eylemlerinden, hiç utanıp bunları kınayan paylaşımlarda bulundun mu?

Tabii ki; hayır.

Fesli Kadir,İhsan ŞENOCAK denilen sen ve tüm benzerleriniz ile sizlere sessiz kalarak dolaylı bir şekilde sizlere destek çıkıp azmettirenlerin tümü;ATATÜRK'e ve onun devrimlerine, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine düşman,karşı devrimci, İhvan ve Taliban zihniyetinin tıpkısı,millet kavramını inkar eden, ümmetçi siyasal islam temeline dayalı bir şer'i diktatörlüğü, bu ülkede tesis etmek için çaba sarf eden zavallılarsınız.

AKP Genel Başkaını ve partili Cumhurbaşkanının voleybolcu kızlarımızı arayarak kutlaması bizi yanıltmasın.

Hain 15.Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ ile aynı menzile yürüdüklerini ve daha yakın bir tarihte, “Türkiye'nin,Taliban'ın inancıyla ters yanı yok” demecinde bulunan AKP Genel Başkanı ERDOĞAN ve partisinin, bu densiz adama karşı sessiz kalmaları,hepimizi kaygılandırmalı ve düşündürmelidir. 27/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

24 Temmuz 2021 Cumartesi

ÜLKEMİZİN TAPU SENEDİ LOZAN'DAN BU SENEDİN DELİK DEŞİK EDİLDİĞİ GÜNÜMÜZE KADAR GEÇEN 98 YIL

 


Bugün,(24/07/2021) Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan,savaş meydanında yedi düvele karşı kazanılan büyük askeri zaferin resmen ve hukuken tescil edildiği,ülkemizin tapu senedinin elde edildiği Lozan Antlaşmasının, 98.yıldönümü.

Yazımızın başında;bize, Tükiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak kazandıran,en başta ATATÜRK olmak üzere,Lozan Barış Konferansının ve antlaşmasının başarılı mimarı İSMET İNÖNÜ ve tüm emeği geçenleri,minnetle ve saygıyla anıyor,şükranlarımızı arz ediyoruz.Mekanları cennet olsun tümünün.

Lozan Antlaşmasını sürekli tartışan ve eleştiren,Lozan antlaşmasından çok önce Osmanlı tarafından kaybedilen bazı adaların kaybını dahi,cahilce ve kötü niyetli olarak, Lozan antlaşmasına ve o antlaşmayı imzalayan ATATÜRK ve İNÖNÜ'ye mal ederek, bu kahramanları itibarsızlaştırmaya ve başarısız göstermeye çalışan,devlet adamı geçinen,değerleri kendilerinden menkul sözde devlet adamlarına, lanet olsun.

Lozan antlaşmasından sonra,koşullar elverdiğinde Hatay ilimiz de Türkiye Cumhuriyetine katılmış ve bugünkü sınırlarımız çizilmiştir.

Daha iyisi olamaz mıydı?

Musul ve burnumuzun dibindeki,Meis ve Sisam gibi bazı adalar da alınamaz mıydı?

Alınırdı demiyoruz,alınabilseydi tabi çok güzel olurdu.

O günün koşullarına göre elde ettiklerimizle yetinmesini,onların kıymetini bildik mi de,Lozanı imzalayanlar eleştiri konusu yapılıyorlar?

Lozan antlaşmasına göre silahlandırılmaları yasak olan Yunanistana bırakılan adalar, bugün silah ve asker deposu haline gelmiş ve burnumuzun dibinde birer uçak gemisi konumunda bekliyorlar.

Siz,Lozan'ı eleştiren aymazlar,o günün çetin koşullarına göre,Lozan ile alamadığımız adaların silahlandırılarak, pimi çekilmek üzere bekleyen el bombası ve uçak gemisi haline getirilmesine niçin göz yumdunuz,tarafsız ve boş kalması gereken küçük adacıkların Yunan tarafından işgal edilerek silahlandırılmasına, niçin göz yumuyorsunuz?

Lozan ile kaldırılan kapitülasyonlar ve Osmanlıdan kalan dış borçların ödenmesine rağmen,bugün yetmiş sente muhtaç kalarak,128 milyar doları hortumlayıp hazineyi tamtakır bırakarak,ülkemizi ekonomik olarak dış güçlere teslim eden,ülkenin dış borçlarını 500 milyar dolara çıkararak,Lozan ile kaldırılan kapitülasyonu fiilen hortlatan,ülkemizi dış güçlere bağımlı kılan sizler değil misiniz?

Ülkenin tüm ekonomik varlıklarını,ülke topraklarını, döviz açığınızı kapatmak ve israfınıza devam etmek için satarak,ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokan,ülkeyi Lozan koşullarının dahi gerisine getirerek,ülkenin Lozan ile elde ettiği tapu senedini delik deşik eden siz aymazlar değil misiniz?

Oturun oturduğunuz yerde,utanmadan konuşmayınız ve susunuz,Lozan'a gölge etmeyiniz, başka ihsan istemiyoruz sizlerden.24/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


23 Temmuz 2021 Cuma

MAALESEF BİZ PROF.HİKMET SAMİ TÜRK GİBİ İYİMSER DEĞİLİZ!...

 



Amerika ve Noto üyesi ülkelerin sonbaharda Afganistandan çekilmelerinden sonra,Türkiye'nin Afganistanda kalarak Kabil Havaalanının korunması görevini üstleneceğinin açıklanmasından sonra,Türk askerinin Taliban saldırılarına maruz kalarak telef edileceğine yönelik yapılan eleştirilere cevap olarak,partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın sarf ettiği “Türkiye'nin,Taliban'ın inancıyla ters yanı yok”sözlerini değerlendiren eski Adalet Bakanı Hikmet Sami TÜRK'ün sorduğu,”Şeriat devleti mi düşünülüyor?” sorusuna biz de katılıyoruz ve bu soruya cevap veriyoruz;evet, partili Cumhurbaşkanı, ülkemizde de Taliban benzeri bir şeriat devleti kurmayı ve ölünceye kadar bu şeriat devletinin başında kalmayı düşünüyor ve planlıyor,bu düşüncesini ve planlarını emin adımlarla uygulamaya koyuyor.

Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami TÜRK'ün;partili Cumhurbaşkanının, “Türkiye'nin,Taliban'ın inancıyla ters yanı yok”sözleri üzerine yaptığı;”Türkiye'de şimdiye kadar takiyye yapılarak açıkça söylenmemiş bir şeriat devletinin kurulmasının zamanının geldiği düşünülüyorsa,bu tam bir yanılgıdır.Türk Milleti,Atatürk'ün emaneti Cumhuriyet'e ve Anayasa'daki niteliklere sahip çıkmasını bilecektir.”şeklindeki değerlendirmesine, maalesef katılamıyoruz.Atı alan Üsküdarı geçmek üzeridir.

Türk Milleti; Atatürk'ün emaneti Cumhuriyet'e ve Anayasa'daki niteliklere sahip çıkmak için, bugüne kadar cılız muhalefetten başka ne yapmıştır da, bundan sonra da yapmaya devam edecektir?

Ülkede; anayasa,demokrasi,parlamento,halk iradesine saygı,kuvvetler ayrımı,denge ve denetim,yargı bağımsızlığı,laiklik,düşünce ve düşünceyi açıklama,basın özgürlüğü,barışçıl protesto özgürlüğü,yaşam tarzını tercih özgürlüğü mü bırakılmıştır?

İfade özgürlüğü,diğer tüm hak ve özgürlüklere saygının teminatı olup,ifade özgürlüğü olmadan,diğer özgürlükleri hayal etmek ve uygulamaya koymak imkansızdır.

Bu özgürlükler olmadan,Türk Milleti,Atatürk'ün emaneti Cumhuriyet'e ve Anayasa'daki niteliklere sahip çıkmasını, nasıl becerecekktir?

Türkiye'nin,Taliban'ın inancıyla ters yanı yok”sözü, bilerek ve isteyerek,kendinden emin bir şekilde,çok bilinçli olarak söylenmiş bir sözdür,herkesin;Godot'yu bekler gibi, 2023 seçimlerini bekleme mahmurluğu ve ataleti içinde bulunmasından yararlanılarak,atını alan Üsküdarı geçecek,40 yıl öncesine kadar modern bir devlet olan,kadınlarının eğitimde iş hayatında erkeklerle birlikte yer alabildiği,kıyafet özgürlüğünün bulunduğu modern Afganistan'ın bugünkü haline düşersek, kimse şaşırmamalıdır.

İş başındaki AKP ve başındaki partili ve tek yetkili Cumhurbaşkanı,bu rejim değişikliğini boş yere yapmamış,yargıyı boşuna doğrudan kendine bağımlı kılmamış,Türk Silahlı Kuvvetlerinin genleriyle boşuna oynayarak içini boşaltmamış,kendisine doğrudan bağlı emniyet'i boşuna ağır silahlarla donatmamış,yandaşlarını boşuna kayıp ve kayıt dışı silahlarla donatarak kendisine bağlı sivil bir milis gücü yaratmamıştır.

Tüm bu çabalar,Taliban benzeri bir şeriat düzeninin kurulmasına giden yolun çakıl taşlarıdır.

Dikkat ediniz,silahsız ve barışçıl amaçlarla iki veya üç kişi,kadın olsun, erkek olsun bir araya gelip bir protesto yapmaya kalkışsa, anında polislerin saldırısına ve orantısız güç kullanımına maruz bıraklılarak bastırılmakta,kafaları ezilmekte ve çevre demir polis barikatlarıyla örülmektedir.

Bu polis şiddetinin amacı;halkın, anayasal direnme hakkı için gerekli olan direnç ve alışkanlıklarını yok etmek ve halkı, her tür kanunsuzluğa,anayasa ve yasa dışılığa karşı sessiz kalıp, pasif durmaya alıştırmak ve bunu olağan kılmaktır.

Biz;maalesef, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami TÜRK'e katılmıyoruz, onun gibi iyimser düşünemiyoruz.23/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




22 Temmuz 2021 Perşembe

BU KAFAYLA GİDERSENİZ KKTC'Yİ KİMSE BAĞIMSIZ DEVLET OLARAK TANIMAZ!...

 


Bu kafayla giderseniz ve bu yaklaşımı sergilerseniz,bizden başka hiçbir devlet, KKTC'yi bağımsız bir devlet olarak tanımaz ve biz de niçin tanımıyorsunuz büyük elçilik açmıyosunuz diyerek diğer devletlere kızma hakkına sahip olamayız.

KKTC'nin; diğer ülkeler tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması ve bunu diğer devletlerden beklememiz için,ilk önce, T.C.Devleti olarak bizim, KKTC'yi bağımsız bir devlet olarak görmemiz, KKTC'ye bu anlayışla yaklaşmamız ve bu ülke ile ilişkilerimizi,bağımsızlığına saygı göstererek, insanlarının soydaşımız olması ve garantör devlet çerçevesinde,çok hassas bir şekilde yürütmemiz zorunludur.

Bu zorunluluğa rağmen;iş başındaki AKP iktidarının, KKTC ile ilişkilerimizde uyguladığı politikalara baktığımızda,her alanda bu ülkenin içişlerine burnumuzu soktuğumuzu,KKTC'yi bir sömürge,bir vilayetimiz gibi kabul ettiğimizi, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale ederek, istediğimiz adayın cumhurbaşkanı seçilmesi için elimizden gelen gayreti gösterdiğimizi ve istediğimiz adayı cumhurbaşkanı seçtirdiğimizi, görüyoruz.

AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı, geniş bir heyetle Kıbrıs barış Harekatının 47.yıldönümü için KKTC'ye giderek KKTC parlamentosunda bir konuşma yapmış,KKTC'ye gitmeden önce,ülkemizde KKTC için vereceğini beyan ettiği müjdeyi açıklamış olup,bu müjdesinde;”KKTC'nin cumhurbaşkanlığının ne doğru dürüst cumhurbaşkanlığı binası var, ne de parlamento binası var. Bunu KKTC'ye yakıştırmıyoruz. Cumhurbaşkanlığı binası bir gecekondu bunu da yakıştırmıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile ilgili çalışmanın projesi bitti, inşasına başlıyoruz. 500 dönüm arazi içinde külliyeleri yapacağız. İstiyoruz ki millet bahçesini de orada gerçekleştirelim. “demiştir.

Şu müjdeye bakar mısınız?

KKTC'nin içişlerine doğrudan müdahale ve bağımsız bir devlet yerine bir vilayetimiz gibi yaklaştığımız yetmiyormuş gibi,sözüm ona bağımsız olan ve diğer ülkelerin tanımalarını istediğimiz KKTC'nin Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento binasına dahi karşırıyoruz,mevcut binaların KKTC'ye yakışmadığını söyeleyerek,KKTC'ye sormadan,Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile ilgili çalışmanın projesinin bittiğini,500 dönüm arazi içinde Külliye inşasına başlayacağımızı sürpriz bir müjde olarak açıklama hakkını kendimizde buluyoruz.

Sana ne kardeşim,KKTC'nin Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento binasından,bunların gecekondu gibi olup KKTC'ye yakışmadığından?

Renkler ve zevkler tartışılmaz.Anavatandan yardım görerek ayakta durmaya çalışan, henüz diğer ülkeler tarafından tanınarak tam bağımsızlığına kavuşmamış olan KKTC'nin itibarını,orada Cumhurbaşkanı Sarayı ve Külliyesi yaparak sağlayacağınızı mı zannediyorsunuz?

Ülkemizde,itibardan tasarruf olmaz mantığı ile yaptırdığınız 1150 odalı kışlık,500 odalı yazlık ve Ahlat saraylarından sonra,sıra KKTC'de yaptırmayı planladığınız Cumhurbaşkanlığı Kıbrıs adası sarayına mı geldi?

Maraş'ın kullanıma açılacağı konusunda da açıklamalar yapılarak, KKTC'nin geleceği tehlikeye atılmakta,Birleşmiş Milletler ile KKTC karşı karşıya getirilmek istenmektedir.

AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı;KKTC'yi, bağımsız bir devlet olma statüsünden uzaklaştıran ve onu T.C.nin bir vilayeti,KKTC Cumhurbaşkanını da,T.C.nin;KKTC nezdinde bir il valisi konumuna düşüren beyan ve davranışlarından vazgeçmelidir.

Sanırız;AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı;KKTC Parlamentosunda yaptığı konuşmasında açıkladığı müjde ile KKTC Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Külliyesi müjdesi adı altında ve üstü örtülü bir şekilde,ülkemizdeki kışlık,yazlık ve Ahlatdaki Van Gölü manzaralı sarayından sonra,Kıbrıs adasında, Akdeniz manzaralı,sayıca dörde ulaşan Kıbrıs Sarayının müjdesini vermiş olmalıdır.

İtibardan tassarruf olmaz.Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Külliyesi yetmez,Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı Sarayından hemen sonra, KKTC'yi ülkemize karadan bağlayacak olan,geçiş garantili bir asma köprü istiyoruz, Sayın ERDOĞAN'dan.22/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


17 Temmuz 2021 Cumartesi

İZMİR MARŞI'NA KARŞI ÇIKMAK VATAN HAİNLİĞİDİR

 



Aydın ilimizin İncirliova ilçesinde, önceki akşam 15.Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik günü nedeniyle yapılan etkinlikte, mehter İzmir rmarşını çalarken, AKP İlçe Başkanı; sanki üstüne vazifeymiş gibi,bu etkinikte, siyasi marş çaldırmam, kesin diye bağırmış ve marşın çalınmasına son verdirmiş.

Olamaz böyle bir hainlik.Bu bir vatan hainliği,ATATÜRK ve Kurtuluş Savaşı düşmanlığı,kurtuluş savaşımız için,keşke Yunan kazansaydı diyen vatan haini Fesli Kadirin kafa yapısının,İncirliovada hortlaması ve dışa vurumudur.

Sen kimsin ya, AKP ilçe başkanı,cürüm olsan nereyi yakarsın?

Sen,İzmir Marşının ne anlama geldiğini,bu marşın; ATATÜRK sevgisini ve Kurtuluş Savaşı destanını anlattığını biliyor musun diye sormuyorum.Zira,bu marşın ne anlama geldiğini ve yazılış gerekçesini sen çok iyi biliyorsun,bu marşın ATATÜRK sevgisini ve Kurtuluş Savaşı destanını anlattığını,kazanılan büyük taaruz sonrasında düşmanın,Yunanlı'nın İzmirden denize döküldüğünün destanı olduğunu çok iyi biliyorsun,bütün huzursuzluğun ve sıkıntın, bundan kaynaklı senin.

Ey ilçe başkanı;sen, ATATÜRK düşmanısın, ATATÜRK'ü sevmiyorsun,Fesli Kadir gibi,aynı zihniyeti taşıyorsun, keşke Yunan kazansaydı diyen vatan hainlerinden birisin,İzmir Marşına allerjin ve düşmanlığın buradan kaynaklı bunu biliyoruz ve seni çok iyi anlıyoruz.

Ey ilçe Başkanı, siyasi olan sensin,İzmir Marşının hiçbir satırında siyaset yoktur,ATATÜRK sevgisi ve kurtuluş savaşının destanı vardır orada,vatanını seven her Türk vatandaşının severek söylediği,söylerken ve dinlerken tüylerinin diken diken olduğu,duygu yüklü bir şahaserdir o marş,sen ve senin gibiler, o marşın değerini anlayamazsınız,zira sizde vatan sevgisi,ATATÜRK sevgisi,milli ruh ve minnet duygusu asla yoktur.Siz ve sizin gibi ümmetçilerin,antilaiklerin,vatan ve millet sevgisi olmayanların bu marşa olan düşmanlıklarını anlayabiliyoruz. Anlayamadığımız tek tek şey,AKP ilçe başkanının; aynı etkinlikte bulunan ilçenin mülki amiri kaymakam' a rağmen,kendisini onun da üzerinde görerek, İzmir Marşına tepki gösterip bu marşın çalunmasını engelleme cüretini gösterebilmesi ve törendeki Kaymakam,ilçe emniyet müdürü,jandarma komutanı ve diğer konulkların tepki göstermeyerek,sessiz kalmalarıdır.

AKP İlçe Başkanının sıkıntısını anlıyoruz.

AKP'ye göre;kendisinin palazlandırıp darbe girişimine hazırladığı FETÖ'nün imamlarının 15 Temmuzda Meclisi bombalamaları sonucunda meclis gazi olmuş,Fetö'nün kalkışmasının bastırılması da, kurtuluş savaşının kazanılması olmuş ve bir destan yaratılmıştır.

Bu nedenle,AKP ilçe Başkanı,kendisinin ve partisinin anlayışına göre; ülkenin, ATATÜRK ve silah arkadaşları tarafından, meclisin denetiminde gerçekleştirilen kurtuluş savaşı sonunda emperyalist devletlerden kurtarılarak ülkenin ve milletin bağımsızlığa kavuşturulmasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu,kurtuluş savaşı olarak kabul etmiyorlar,onlara göre tek gazi meclis,Fetönün 15 Temmuzda bombalattığı bugünkü meclis,tek kurtuluş savaşı da; Fetö'nün darbe girişiminin önlenmesi olduğu içindir ki;bize göre tek olan ve ATATÜRK'ün önderliğinde gerçekleşen,düşmanın İzmir'den denize döküldüğü kurtuluş savaşını ve ATATÜRK sevgisini anlatan İzmir Marşına karşı çıkmış ve çalınan marşı sonlandırma gafletinde bulunmuştur.

İlçe Başkanının bu eyleminin altında; ATATÜRK'ün ve onun önderliğinde gerçekleştirilen tek ve gerçek kurtuluş savaşının inkarı ve itibarsızlaştırılması yatmaktadır.

Şunu herkes çok iyi bilmelidir ki;bu ülkenin; tek gazi meclisi vardır,o da; 23 Nisan 1920 de ATATÜRK tarafından açılan ve Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren 1920'lerin ilk meclisidir.Tek kurtuluş savaşı vardır, o da; 1922 de büyük taaruz ile düşmanın İzmirde denize döküldüğü kurtuluş savaşıdır.

15 Temmuz Fetö darbe girişimi sırasında meclisin bombalanması;meclis çoğunluğunu elinde bulunduran ve bilerek ve isteyerek devleti FETÖ'ye teslim eden,FETÖ ile aynı menzile yürüdüğünü alenen açıklayan,Fetöye terörist diyenlere karşı,Fetö'yü büyük din alimi ve adamı,ülkenin değerli bir şahsiyati olduğu iddiasıyla savunan zamanın AKP'li Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ ve partisi AKP'nin; bu ülkeye ve laik demokrasiye yaptığı ihanetin bedeli olan bir yol kazasıdır.Meclis düşman tarafından değil,AKP iktidarının ülkeyi teslim ettiği,bu ülkenin vatandaşı hain Fetö ve militanları tarafından bombalanmıştır.

Bize göre,geliyorum diye bağıran bu bombalar;meclisi, gazi değil, niyazi yapmıştır,bu meclis, darbe girişiminin perde arkasındaki sis bulutunu dağıtamamış ve darbe girişimininin siyasi ayağını ortaya çıkaramamıştır,bu nedenle de gazilik ünvanının asla hak etmemiştir.

Bu ülkenin tek kurtuluş savaşı vardır,bu kurtuluş savaşı da;ATATÜRK'ün önderliğinde ve gazi meclisin denetiminde gerçekleştirilen düşmanın İzmirden denize döküldüğü kurtuluş savaşıdır.

AKP İlçe Başkanı ve onun gibilerin İzmir Marşına karşı çıkışlarının gerçek sebebi de;ATATÜRK'e ve onun önderliğinde gerçekleştirilen,gerçek kurtuluş savaşımıza yönelik karşı duruş ve düşmanlıkları,bu vatana ihanetleridir.

Başınıza, İzmir kadar taş düşsün sizlerin.

Yaşasın;ATATÜRK, İzmir ve İzmirliler,selam olsun;bu ülkenin tüm ATATÜRK sever laik ve demokratlarına.17/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Temmuz 2021 Çarşamba

15 TEMMUZ'U BUGÜN DEMOKRASİ GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYA YÜZÜNÜZ VAR MIDIR?

 


Yarın,15/Temmuz/2021

15/Temmuz/2016; hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik hukuk devletini işbirliği içinde fiilen yok ettikten sonra,aynı menzile giderlerken giriştikleri iktidar çatışmasının beşinci yıldönümüdür.

15/Temmuz/2016 klasik bir askeri darbe girişimi değildir.Bu nedenle başarılı olamamıştır.

15 Temmuz;ülkemizde, anayasal meşru düzene, demokrasiye, fiilen olduğu gibi hukuken(darbe hukuku tabi) de son vererek, tek adama (FETÖ) dayalı otoriter, faşist,dini esaslara dayalı bir diktatörlüğü ilan etmek için,hain FETÖ'nün;iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde, büyük bölümünü ele geçirdiği,Türk Silahlı Kuvvetlerini ve silahlarını kullanarak uygulamaya koyduğu, hain silahlı çapulcu girişimin beşinci yıldönümüdür.

15/Temmuz,Türk Milletinin; laik demokrasiye aşık evlatlarının,asla tasvip etmediği klasik ve geleneksel askeri darbelerden değildir.

15 Temmuza gelinene kadar gerçekleşen askeri darbelerin tümünün, kendi içinde bir mantığı,gerekçesi ve kim ne derse desin, sonradan inkar etseler de,ilk başta azımsanamayacak çoğunlukta bir halk desteği vardı ve darbeleri gerçekleştirenler, en azından demokrasiyi koruma ve kollama amacını taşıdıklarını ilan ederler ve bir süre sonra demokratik seçimlerle normal düzene geçilirdi.

Bu yönüyle,AKP iktidarının el vermesiyle gerçekleştirilen 15/Temmuz/2016 askeri çapulcu girişimi,klasik bir askeri darbe girişimi değil,aynı menzile birlikte giden iki ortağın iktidar kavgası, birinin diğerine ihaneti ve bu kavgayı ve ihaneti bastırarak aynı menzile tek başına ulaşmaya çalışan AKP'nin,aynı menzile tek başına ulaşmak üzere olduğu bir iktidar zaferidir,ortada bir demokrasi zaferi asla yoktur.

15.Temmuz da silahlı kavgayı kazanan, AKP olmuş,bugüne gelindiğinde açıkça görülmektedir ki;15.Temmuzun ilk başlarda kazananı gibi gözükse de,bugün gelinen noktada,tek kaybedeni laik ve demokrat Türk halkı ve laik Türk demokrasisi olmuştur

Gün,hamaset yaparak,sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup,olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil,korkmadan ve çekinmeden,eğri oturup doğru konuşma,objektif olarak,15 Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin;demokrasi adına,demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak, gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin,darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği, bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür.

Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün;paralel bir yapı olarak, devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde;AKP iktidarının, atama kararnamelerindeki,meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak,sadece FETÖ'yü suçlamak,FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak, kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülüktür.

15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur?

Ondan sonra neler yapılmıştır,darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar,samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak,demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır?

Yoksa,demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar;bugün,kayıp binlerce silah ve illegal gizli oluşumlarla, seçimleri kaybetse de,iktidarı devretmemenin hain planlarını yapmakla mı meşguldür?

Bugün,ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar;korkmamak ve hamaseti bırakarak,eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar.

Bu ülke insanı;15/Temmuzdan sonra Mecliste oluşturulan darbeleri araştırma komisyonunun hazırladığı raporu dahi henüz görememiş ve sözüm ona darbe mağduru olan AKP iktidarının Meclis Başkanı, bu raporu yok etmiştir.

15.Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de, sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen.AKP iktidarı,darbe girişiminin önlenmesinden sonra,FETÖ yerine bizzat kendisi, demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki;bu ülke insanı, FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi,sevinci kursaklarında kaldı.

Sahi,bir hatırlayınız,ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini.

Ne istediler de vermedik,ne istedilerse verdik.

Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk.

Demedi mi?

FETÖ ile aynı menzile birlikte giderken,iktidar hırsı ve yarışı içinde, birbirlerini yok etme ve yeme yarışına giren AKP iktidarı,FETÖ ile aynı hedefe gitmekte ise,bu hedefin ne olduğu çok açıktır.

Darbe girişiminden sonra, darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında; FETÖ'nün menzili,hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır,açınız bakınız ve AKP iktidarının gitmekte olduğu menzili anlayınız.Bu menzilin demokrasi,laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz.

Sayın ERDOĞAN'ın;15.Temmuzu demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız.O;ülkenin darbe girişiminden, demokrasinin, FETÖ'nün elinden kurtulduğuna değil,iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir.Kendisinin, FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir.

Parantezi kapayarak devam edelim.

Darbe girişiminden beş gün sonra,bu darbe girişimi vesile yapılarak, 20.Temmuz günü,darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan,demokrasiye şükretmesi ve iyi ki; demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca, bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi.

Olağanüstü hal yönetimi,geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır,koşulları varsa ilan edilebilir,buna bir diyeceğimiz yoktur.

Ancak,olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır.Olağanüstü hal döneminde acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konularla sınırlı kanun hükmünde kararnamaler çıkarılabilecekken,ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle,devletin yapısı değiştirilmiş,kökleşmiş kurumlar kapatılmış,demokrasiyi yok etmenin önündeki her engel bir bir yok edilmiştir.Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında, yasa gibi, her alanı düzenleyen kurallar içeren olağüstü hal kararnamaleri çıkarılarak,meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş, ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur.

Sonrasında anayasa değiştirilerek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş,partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve antilaik düzen kurulmuş,yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış,yasama,yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş,ülke; saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle,yargıya ve yasama'ya saraydan verilen talimatlarla,halka hesap vermeden ve sormadan yönetilmeye başlanmıştır.

Yargı bağımsızlığı yok edilmiş,yargı Türk Milleti adına değil, saray adına yetki kullanmaya başlamıştır.

FETÖ; iktidar ortağı iken yargı ne ise, bugün de yargı odur.

Kumpas davalar,haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir.Menzil aynı olunca,demokrasi amaç değil,menzile ve hedefe ulaşmak için kullanılan bir araç olunca,yargının farklı olmasını beklemek de abesle iştigaldir.

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler,bugün de, AKP iktidarını eleştirdiler diye,bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılnmaktadır.

Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir.Dün FETÖ'nün, bugün ise, ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları;laik,demokrat,özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır.

Bu gerçek dahi, AKP iktidarının;darbeci hain FETÖ ile laik demokrasi ve özgürlükler karşıtı oldukları ve aynı hedefe birlikte yürüdükleri gerçeğini, açıkça ortaya koymaktadır.

Hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı laik demokrasinin ortadan kaldırılmış olduğu bugün;bu üzücü sonucu, ha FETÖ sağlamış,ha AKP iktidarı, bizim için önem arz etmemektedir.Ne yazık ki;sonuç olarak,laik ve özgürlükçü demokrasimiz,bağımsız yargı,insan hak ve özgürlükleri yok edilmiş,meclisimiz dışlanmış,demokrasi sadece sandıktan ibaret, çırılçıplak bırakılarak içi boşaltılmıştır.

Bu koşullarda,bu güzel ülkemizde; 15.Temmuzları, demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya, en başta AKP iktidarı olmak üzere, kimsenin yüzü ve hakkı yoktur.

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir fatiha okumak, tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.

Demokrasi;ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş,ha devleti yönetenler tarafından, devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş,biz insanlar için hiç önemli değil,önemli olan; her koşulda, laik demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir.

Sadece,ERDOĞAN ve yandaşları için var olan demokrasi ve özgürlükler,böyle sözde demokrasi olacağına, hiç olmasın. 14/Temmuz/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


10 Temmuz 2021 Cumartesi

TUTUKLAMA KARARLARINDA CİNSEL SUÇLARDA DA ARANACAK OLAN SOMUT DELİL NE ANLAMA GELİYOR?

 



Meclisten geçerek yasalaşan 4.yargı paketi ile içinde cinsel saldırı ve küçüklerin cinsel istismarı suçlarının da bulunduğu katalog suçlar tabir edilen suçlarla suçlanan şüpheli ve sanıkların tutuklanmaları için gerekli kılınan kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut delil nedir,buradaki somut delilden ne anlamak gerekir?

Ülkemizde çok kötüye kullanılan,her mağdurun;kendi sanığının tutuklu yargılanmasını istediği ve beklediği ülkemizde, tutuklama müessesinin amacına uygun kullanılması için,aslında net olmasa da katalog suçlar için de eskiden de var olan kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut delillerin var olması koşulunun,4.yargı paketi ile çok açık ve net olarak Ceza Muhakemesi Kanununun 100.maddesinin 3.fıkrasına eklenmesi,bir önceki yazımızda açıkladığımız gibi,çok isabetli olmuştur.

Katalog suçlar içinde, cinsel saldırı ve küçüklerin cinsel istismarı suçlarının da yer alması,evrensel bir ceza usulü kuralının; yasaya açıkça ilavesine engel olmamalı ve bu yasal düzenlemede, kötü niyet aranmamalıdır.Asıl olan iyi niyettir.

Katalog suçlarda da,tutuklamanın ana ve ön koşuluna getirilen, bu somut delil koşulu,kimseyi endişelendirmemeli,tutuksuz yargılanmayı istisna kılacak bu değişiklikten, herkes mutlu olmalıdır.

Evrensel ceza hukuku kurallarının en başında masumluk karinesi gelir.Haklarında verilerek kesinleşecek olan mahkumiyet kararı öncesinde, herkes masumdur.

Okuduysanız görmüş olmalısınız ki;”TUTUKLAMANIN CEZA DEĞİL GEÇİCİ BİR EMNİYET TEDBİRİ OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR” başlıklı bir önceki yazımızda,tutuklamanın bir ceza olmadığını,maddi hakikate ulaşmak için başvurulan geçici bir emniyet tedbiri ve asıl olanın tutuksuz yargılanmak olduğunu izaha çalışmıştık.

Somut delil kavramını,ikiye ayırarak incelemek gerekir.

Tutuklamada aranacak olan somut delil;yargılama sonunda,mahkumiyet hükmünü kurmak için aranacak olan somut delilden çok farklıdır.

Tutuklamada aranacak somut delil;ilgili yasa maddesinde de açıklandığı gibi,sadece kuvvetli suç şüphesini ortaya koyacak derecede,nitelikte ve güçte somut delil olacaktır.Aynı baz istasyonuna,yakın çevrede mobesa kamera kayıtlarına takılma,HTS kayıtları,atılan bir sevgi ve/veya tehdit içeren mesaj bulguları gibi.

Yargılama sonunda, sanığın suçlu olduğuna hükmederek onu cezalandırmak için aranacak olan somut delil ise;mahkumiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı niteliklerde ve derecede,her türlü şüpheyi de ortadan kaldıracak güçteki somut delillerdir.

Zira,yine evrensel ceza ve ceza usulü hukuku kurallarına göre,toplanan delillere göre,bir sanığın suçluluğu şüpheli kalmışsa,şüpheden sanık yararlanacak ve sanığın beraatine karar verilecektir.

Çünkü,bir şüphe ile masum bir insanın cezalandırılarak özgürlüğünden mahrum edilmesi yerine,suçu şüpheli kalan bir suçlunun özgür bırakılması, yeğlenmelidir.

Tutuklamada aranacak olan somut delil;mahkumiyete esas alınacak güçte, her türlü şüpheyi ortadan kaldıracak nitelikte bir delil olmayacak,sadece kişinin suçlu olduğu şüphesini ortaya koymaya elverişli derecede,somut olgulara dayalı bir delil olacaktır.Tutuklamada aranacak olan somut delilden bu anaşılmalı ve 4.yargı paketi ile yapılan değişiklikten sonra,bir katalog suç olan cinsel saldırı ve küçüklerin cinsel istismarı suçlarında, herkesin tutuksuz olarak yargılanacakları endişesine kapılmak çok yersiz olup,bu olumlu değişikliği eleştirmek,diğer birçok katalog suçlardan haksız olarak kolayca tutuklanan kişilere yönelik büyük haksızlıktır.

Ceza ve ceza usulü yasaları genel olup,her kesimden insanı ve zümreyi memnun edecek, kişiye özel yasa çıkarılamaz.

Hukukçu olanın da olmayanın da,bilenin de bilmeyenin de konuştukları bir toplum olma alışkanlığından kurtulmalı ve hakimlerimizi, etki altına almadan, vicdanları ve yasalarla başbaşa bırakmalıyız,artık. 10/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

9 Temmuz 2021 Cuma

TUTUKLAMANIN CEZA DEĞİL GEÇİCİ BİR EMNİYET TEDBİRİ OLDUĞU UNUTULMAMALIDIR.

 



Ülkemizde, herkesin çok iyi bildiklerini zannettiği, ancak ve maalesef bazı hukukçuların dahi tam anlamıyla bilemedikleri bir müessesedir, tutuklama.

Öncelikle şu bilinmelidir ki;tutuklama bir ceza değildir.

Tutuklama,ileride verilmesi muhtemel bir cezalandırma kararının peşinen infazına başlamak,infazı garanti haline getirmek de değildir.

Asıl olan tutuksuz yargılanmak olup,tutuklama; maddi hakikate ulşabailmek için geçici olarak öngörülen,şüpheli ve/veya sanığın adaletten kaçmasının ve/veya delillerin yok edilip karartılmasının önlenmesine yönelik,geçici bir tedbirdir,geçici bir önlemdir.

Ülkemiz mevzuatında;yaasal koşulları mevcut olsa dahi,hakimi bağlayıcı mecburi tutuklama yoktur.

Hakim, tutuklamanın yasal koşulları mevcut olsa dahi,şüpheli ve/veya sanığı tutuklamayabilir.

Tutuklu yargılanmak istisnaidir.Ana kural tutuksuz yargılanmaktır.

Tutuksuz yargılanmak,tutuklama müessesesinin amacına ve ruhuna uygun bir uygulamadır.

Tutuklamanın ön ve ek koşulları olmak üzere iki ana koşulu vardır.

Tutuklamanın ön koşulu olan;kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut delillerin var olması,tutuklamanın olmazsa olmaz, ana ve temel koşulu ve kuralıdır.

Tutuklamanın ek koşulları ise;

Kısaca,şüpheli ve/veya sanığın kaçma ihtimalinin bulunması ve delilleri yok etme ve karatma ihtimalinin ve tehlikesinin bulunmasıdır.

Öncelikle,bir suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini ortaya koyacak somut deliller,yani ön koşul olacak ki;tutuklamanın ek koşullarının da var olup olmadığı araştırılsın.

Kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut deliller yoksa,tutuklamanın ek koşulları zaten yok demektir.

Bazı hakim ve savcılar dahil,bazı hukukçular, tutuklamanın olmazsa olmazı asli ve ön koşulu ile bu ön koşulun varlığı halinde araştırılması gereken ek koşullarını, birbirine karştırmaktadırlar ve şüpheli ve/veya sanığın kaçma ihtimalinin,delilleri yok etme ve karartma ihtimalinin varlığını gerekçe yaparak, tutuklama kararı vermektedirler.Bu yanlış bir uygulamadır.

Ülkemizde gözardı edilen bir gerçek de şudur; sanıldığı gibi,tutuklu yargılanan kişi mutlaka ceza alacak,tutuksuz yargılanan da mutlaka beraat edecek değildir.

Ülkemizde hakimlerimizin sıkça yaptıkları,tutuklamanın kötüye ve amacı dışında kullanılmasına neden olan bir hata da şudur;tutuklu yargılanan kişinin mevcut delil durumuna göre,çok muhtemel bir mahkumiyete doğru gittiği ve tutuklu kalınan sürenin de muhteemel cezayı henüz karşılamadığı gözlemlendiğinde, tutuklamanın ek koşulları olan kaçma şüphesi ve delillerin karatılması ihtimali kalkmış dahi olsa, tutukluluk hali evam ettirilerek,tutuklama muhtemel bir cezanın peşinen infazına dönüştürülmekte ve ceza henüz kesinleşmeden,cezanın infazı garanti altına alınmaktdır.

Uygulamada hakimlerin sıklıkla yaptıkları bir hatada şudur;bazen deliller henüz tam olarak toplanmamış olabilir.Henüz toplanacak delil mevcut olabilir,ancak henüz toplanmayan delil,resmi bir kurumdan beklenen bir rapor veya benzeri bir delil ise,bu delilin sanık tarafından karatılması ihtimali asla yoktur,zira sanığın tahliyesi halinde,devletin resmi bir kurumuna,örneğin emniyet müdürlüğüne nüfuz etme ve onu etkileyerek delil karartma ihtimali asla yoktur.

Meclisten geçen ve yasalaşan 4.yargı paketi ile Ceza Muhakemesi Kanununun, katalog suçlara ilşkin 100.maddesinin 3.fıkrasında yer alan;”aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir hükmüne;”suçların işlendiği hususunda” kelimesinden sonra “somut delillere dayanan” ibaresinin eklenmesi, kamuoyunda haksız bir tartışmaya neden olmuştur.

Katalog suçlar dediğimiz bazı suç tiplerini içinde barındıran 3.fıkrada;birçok suç arasında, cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı suçları da yer aldığı için,sanki sadece cinsel suçlarda tutuklamanın zorlaştırılmasına gidildiğine yönelik bir şüphe doğmuş ve bize göre yersiz ve haksız eleştiriler yapılmış ve halen de yapılmaktadır.

Aslında,ülkemizde en çok işlenen ve sanıkları ve şüphelileri tutuklanarak tutuklu yargılanan suç tipleri, CMK 100. maddesinin 3.fıkrasında sayılan katalog suçlarına ilişkindir.

Katalog suçlardaki tutuklamanın ön koşuluna ilişkin belirsizlik ve bu suçlarda tutuklamanın ek koşullarının var sayılabileceğine ilişkin bir peşin kabul nedeniyle,katalog suçlardan biriyle suçlanan kişiler, kolaylıkla tutuklanabilmekte ve tutuklama kurumu amacı dışında kullanır hale getirilmektedir.

Bu nedenle, katalog suçlara ilşkin olarak, uygulamada başgösteren kötüye kullanmanın önüne geçilmesi,tutuklamanın ön koşulunun daha belirgin ve net hale getirilmesine yönelik bu yeni değişiklik, bize göre yerinde ve çok isabetli olmuştur.

Hatta, bu maddede yapılan iyileştirme, bize göre,eksik kalmıştır.Asıl yapılması gereken, katalog suçlar ayrımının tamamen kaldırılması ve bu suçlarda da,diğer suçlarda olduğu gibi, tutuklama kararı verilebilmesi için gerekli olan tutuklamanın ek koşulları olan kaçma şüphesi ve delilleri karartma ihtimalinin, hiç araştırılmadan peşinen var sayılabileceğine yönelik karine getiren hükmün yürürlükten kaldırılması olmalıydı.

Cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı suçları da, diğer katalog suçlar arasında yer aldığı için, kısmi iyileştirme bu suçları da kapsamıştır.Yani,kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut delil koşulu, bu suçlar için de geçerli hale gelmiştir.

Şu unutulmamalıdır ki;suçlar arasında, bir tedbir olan tutuklama nedenlerine ilişkin olarak,bir ayrımcılık asla yapılamaz.Cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı suçları için,tutuklama nedenleri konusunda ayrı bir düzenleme yapılamaz.

Bize göre,katalog suçlarda da,tutuklamanın ana ve ön koşuluna açıklık getiren;”somut delillere dayanan “ibaresinin eklenmesi, yerinde olup,eksik bile davranılmış ve katalog suçlar ayrımına tamamen son verilmemiş ve bir isna olması gereken tutuklu yargılanmayı kural haline getiren,kötüye kullanılmaya çok açık olan bu garabet hüküm, CMK da varlığını korumuştur.

Tutuklamanın geçici bir tedbir olduğunu ve istisnaen uygulanmasının gerektiğini, tutuksuz yargılanmanın asıl olduğunu, kimse aklından çıkarmasın,birgün tutuksuz yargılanmayı ister hale hepimiz gelebiliriz,sakın unutmayınız. 10/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


YÜZBİNLERCE KAYIT DIŞI VE KAYIP SİLAH İDDİASI

 


Sedat PEKER iddialarına devam ediyor.

Şimdi de 15.Temmuzdaki kayıp silahlar ve sonrasında sivil yandaşlara dağıtılan kayıt dışı silahları gündeme getirmektedir.

Bu iddianın sahibi olan kişinin Sedat PEKER olması;aslında, bu iddiaların uyduruk iddialar olduğunu göstermekten ziyade,iddiaların gerçek iddialar olduğu konusunda ciddi şüpheler uyandırmalı ve ciddiye alınarak, üzerine gidilmelidir.

Sedat PEKER,cami avlusundan gelen alelade bir kişi değildir.Bu işlerin içinde aktif rol üstlenen ve bilgi sahibi olan bir kişidir.

15.Temmuz darbe girişimi sırasında sivil halka dağıtılan silahların bir kısmının geri dönmediği ve kayıp olduğu iddiaları zaten vardı.

Bize göre,demokratik, anayasa ve yasaların uygulandığı ciddi devletlerde kayıp silah diye bir olgu asla olamaz.Ne demek kayıp silah?devlet bu silahları isterse bulup çıkarır ve yerine koyar.

Siyasal iktidar tarafından, sivil yandaşlarda gerektiğinde kullanılması için bırakılmasına göz yumulan silahlardan,ancak bizim ülkemizde bahsedilebilir.

Peker,15.Temmuz darbe girişiminden sonra da, Özel Harp Dairesinin kontrolü ve gözetiminde envantere kayıtlı,yasal sivil milislere dağıtılan silahlar dışında,yandaş illegal örgütlenmelere dağıtılan kayıt dışı silahların varlığından bahsetmekte ve illegal sivil milis güçlerin oluşturulduğu, vurgusunu yapmaktadır.

Bu iddianın,iktidarların seçimlerle demokratik yoldan el değiştireceği sözde demokratik bir ülke olan ülkemizde söz konusu edilmesi ve bu konuda ciddi şüphelerin var olması,demokrasimizin geleceği açısından, çok korkutucudur.

Bu illigal sivil silahlı milis güçlerin oluşturulmaya çalışıldığı iddiası,iktidar dışındaki tüm muhalefet partilerinin ve demokrasiyi savunun tüm halk kesiminin üzerinde ciddi bir şekilde durmalarını ve bu konuyu sürekli gündemde tutarak, çok dikkatli ve uyanık olmalarını zorunlu kılmaktadır.

15.Temmuz darbe girişimi;iş başındaki siyasal iktidarın, aynı hedefe birlikte ilerledikleri,devlet içinde paralel ve illegal bir şekilde örgütlenen ortağı Gülen Cemaati tarafından planlanıp sahneye konulmuş, Gülen Cemaati ile AKP iktidarının devleti ele geçirme konusunda giriştikleri güç mücadelesi olup,bu mücadeleyi; AKP iktidarı, silahlandırdığı halk ve demokrasiye sadık kalan Türk Silahlı ve Emniyet Güçlerinin çabalarıyla kazanmıştır.

Burada dikkat edilmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken husus,15.Temmuz darbe girişiminin bastırılması ile demokrasinin yok olmasının önlenmesi ve daha da güçlenmesi amaçlanmamıştır.Siyasal iktidarın demokrasi karnesi zayıflarla doludur.Onun amacı,demokrasiyi değil, kendi iktidarını ve koltuğunu darbecilerden korumak olmuştur.

AKP iktidarı;darbelere karşı dururken,darbe paranoyasını kafasından bir türlü atamazken,sadece kendi iktidarını düşünmüş,hiçbir dönemde özgürlüklere dayalı gerçek demokrasiyi amaçlamamış,demokrasiden araç olarak faydalanmış ve iktidarındaki uygulamalar,12.Eylül darbecilerini ve onların yaptıkları yasa ve anayasayı dahi, gündüz fenerle aratır hale getirmiştir.

Ülkenin içinde bulunduğu tüm özgürlüklerin yok edildiği ağır koşullar artadadır.

AKP iktidarının, seçim sonuçlarına bakış açısı,milli iradeyi yok sayan davranışları ortadadır.

Yandaşların; illegal kayıt dışı bir şekilde gizlice silahlandırılmasının, sadece iş başındaki AKP iktidarının yararına olduğu, apaçık ortadadır.

Güçlü ve demokratik bir devlet de,siyasal iktidarın bilgisi dışında,sivil halkın illegal bir şekilde kayıt dışı silahlandığından bahsedilebilir mi?

Ülkemiz ve ülkemizde yok aşamasına gelen demokrasimiz üzerinde,çok tehlikeli büyük bir oyunun oynandığı ve sahneye konulduğu,2023 seçimlerinde muhtemel bir mağlubiyetin, iş başındaki siyasal iktidar tarafından asla kabullenmeyecği,iş başındaki iktidarın, iktidarı sandıkta kaybetse dahi,iktidarı devretmemek için elinden gelen antidemokratik her yola başvurabileceğini ciddi olarak düşündüren iddialar,havada uçuşmakta ve bu iddiaların araştırılması için, siyasal iktidar tarafından hiçbir çabanın sarf edilmemesi, bu iddiları iyice güçlendirmektedir.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, parti genel merkezinde düzenlenen AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında yaptığı şu konuşmaya bir bakar mısınız?

Partili Cumhurbaşkanı diyor ki; “"İstikametini kaybetmiş, avara kasnak gibi dolaşanlara, bu memleketi teslim edemeyiz."

Sivil bir kesime, illegal sivil bir çeteye, binlerce kayıt dışı silahın dağıtıldığı,illegal milis bir gücün oluşturulmaya çalışıldığı iddialarının havada uçuştuğu ve bu iddiaların,iş başındaki siyasal iktidar tarafından ciddiye alınarak üzerine gidilmediği bir sırada,anketlere göre seçimi kaybedeceği, hatta tekrar aday dahi olamayacağı tartışılan bir partili cumhurbaşkanının;"İstikametini kaybetmiş, avara kasnak gibi dolaşanlara, bu memleketi teslim edemeyiz." sözü, tüm muhalefet partileri ve demokrasiden yana halkımızın,üzerinde ciddi olarak durmaları ve düşünmeleri,bu sözün üzerine gitmeleri, sivil illegal örgütlenmelere dağıtıldığı iddia edilen bu kayıp ve kayıt dışı silahların, ülkenin demokrasisinin sonu olmaması için, hayati önem taşımaktadır. 09/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6 Temmuz 2021 Salı

UMUDUNU YİTİRMEK

 



İnsanlar ve milletler,yaşamlarında zaman zaman çok zor koşullar altında kalabilirler,zorluklar çekebilirler.

Buna rağmen;bir gün gelecek ve bu zor günler de geçecek umuduyla, zor günlerin ağırlığını hissetmemeye çalışılar.

Ta ki;umutlarını yitirene kadar.

Her yeni gün, bir umut derler ama, ülkemizin ağır koşulları her geçen gün daha da ağırlaşmakta,ekonomik koşullar,ağır yaşam şartları,özgürlükler, hergün daha da zorlaşmakta ve ağırlaşmakta,umutlarımız adeta tükenmekte.

İş başındaki Cumhur İttifakı, kendi canının derdine düşmüş,ülkenin ekonomik,sosyal ve özgürlükler sorunları, onların umurunda değil,varsa yoksa kendi iktidarlarının ilelebet sürmesi.

İktidardan düştüklerinde, başlarına gelecekleri,yasa önünde hesap vermekte zorlanacaklarını, çok iyi biliyorlar.

İktidar nimetlerinden mahrum kalmaktan,koruma ordusuyla,lüks ve şatafat içinde sürdürdükleri yaşamlarının sonlanarak, kendilerinden yasa önünde hesap sorulacak olmasından ödleri kopuyor.

Cumhur İttifakının ortakları,iktidarı kaybetmekten o kadar çok korkuyorlar ki;aslında birbirlerine mahkum olduklarını,aralarında ne türlü ihtilaf çıkarsa çıksın, asla bu ortaklığı bozmayı göze alamayacaklarını dahi düşünemiyorlar ve bu nedenle, birbirlerine tahammül etmeyi ve karşılıklı tavizler vermeyi,göze alabiliyorlar.

Örneğin,firari bir mafya liderinin ağzına sakız olan,adeta onun maskarası haline getirilen,onun boynuna tasma takıp gezdireceğim diyen bir mafya liderine tahammül ederek,hakkındaki tüm iddialara ve itibarsızlaştırılmaya rağmen,bulunmaz Hint kumaşıymış gibi istifa etmeyen bir İçişleri Bakanına, ittifakın sayıca küçük ama etkinliği çok büyük ortağı sahip çıkıyor ve partili cumhurbaşkanı arzu etmesine rağmen,çok yıpranmış olan bu İçişleri Bakanını görevden alamıyor ve onunla çalışmak zorunda kalıyor.

Dedik ya,aslında her iki ortak birbirlerine muhtaçlar,her ikisi de, bu ittifaka isteseler de son veremezler,ama iktidarı kaybetmekten o kadar çok korkuyorlar ki,partili cumhurbaşkanı ittifak ortağı BAHÇELİ'den öcü görmüş gibi korkuyor ve çekiniyor,onun tuttuğu yıpranmış,hakkında bir sürü iddia bulunan İçişleri Bakanını görevden alamıyor.

Partili Cumhurbaşkanı;İçişleri Bakanını görevden alsa,inanın BAHÇELİ de,alıştığı Cumhur İttifakı iktidarının bozulmasını göze alamayıp,sesini çıkarmadan kuyruğunu kıstırıp oturacak oturduğu yerde.

Partili Cumhurbaşkanı,on dokuz yıllık iktidarına ve hüküm sürdüğü saltanata o kadar çok alıştı ki;seçimle, iktidarı devretmeyi asla düşünmüyor.

Bunun için her yolu mübah sayıyor.Belaltı siyaset yapıyor.

Yalan değil,kuyruklu yalanlar söylemeyi dahi göze alabiliyor.

Bir Cumhurbaşkanı; milletine, açıkça, hem de kuyruklusundan alenen yalan söyler mi,Cumhurbaşkanlığı makamı yalan söyleme makamı mı,Cumhurbaşkanlarının milletine yalan söyleme, hak ve yetkileri var mıdır?

Cumhurbaşkanına hakaret suçunun korumasının arkasına sığınarak,doğruların dile getirilmesini engellemeye çalışmanın da bir sınırı olmalı.

Doğruları,siyasi ikbali için bilerek ve isteyerek çarpıtarak yalan söyleyen bir Cumhurbaşkanı olamaz,açıkça milletine yalan söyleyen bir kişi Cumhurbaşkanına tanınan özel yasal korumadan asla yararlanamaz.Buna rağmen yararlanmaya kalkması, yalanının yüzüne vurulmasını Cumhurbaşkanına hakaret olarak nitelemeye kalkışması,erkekliğe de sığmaz.

Partili Cumhurbaşkanı; geçtiğimiz günlerde,siyasi ikbali için,halkın gözünün içine baka baka,covit aşısının,ülkemizde ücretsiz yapılmasına rağmen, Amerika ve Avrupa ülkelerinde ücret karşılığı yapıldığını söyleyebildi.Televizyondan izlerken donup kaldık,o kadar inandırıcı söylüyor ki; yüz ifadesine ve vücut diline baktığımızda,bu yalana kendisinin de inandığını görür gibi oluyorsunuz.Neredeyse biz de inanacağız.Hatta konuşmasında rakam veriyor,şu kadar dolara,sterline bu aşılar yapılıyor diyerek, halkını kandırmaya çalışıyor.

Gerçekten, pes artık dedirtecek cinsten, kuyruklu bir yalan.

Partili Cumhurbaşkanının, gerçek dışı olduğu apaçık meydanda olan bu beyanlarına,seçime çok az bir zaman kalmasına rağmen,iktidar koltuğunu hiçbir şekilde bırakmayacak izlenimi doğuran rahat tavırlarına,Kanal İstanbul,yazlık ve kışlık saray yapımı gibi icraatlarını sürdürmesine bakıldığında,şu veya bu şekilde iktidarı asla devretmeyeceğini,bu konuda elinden geleni yapacağını düşünerek,maalesef ülkemizin geleceğine yönelik umudumuzu yitirme aşamasına gelmiş bulunuyoruz. 07/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

4 Temmuz 2021 Pazar

KADINI ERKEĞİ HİÇ FARK ETMİYOR İNSANLAR KÖTÜ

 


Bir erkek olarak;kadın ve erkek arasındaki, cinsiyet ayrımcılığına karşı biriyim.

İnsanlara, kadın veya erkek olarak değil,insan olarak yaklaşmışımdır her zaman.

Bizim toplumumuzda, kişiden ziyade dişi olarak değerlendirilen ve erkeklerle eşit yurttaş muamelesi görmeyen kadınlarımızı ve onların haklarını sürekli savunmuşumdur günlük hayatımda ve yazılarımda.

Ama,geçtiğimiz gün kaleme alıp yayınladığımız “CİNSEL SUÇLARDA GERÇEK ADALETİ SAĞLAMANIN ZORLUĞU “başlıklı çok uzun son yazımızın bir satırında, bir kız çocuğu için kullandığımız,çoğu okurun dikkat dahi edemediği “kaşar” sözü, mesele yapıldı, hukukçu bayan okuyanlar tarafından.Bir linç edilmediğimiz kaldı.

Demek ki;bu linç kültürü, bizim topluma has bir şey.Kadın olsun,erkek olsun fark etmiyor.Eline fırsat geçen herkes, vur abalıya diye düşünüyor.

Cinsel suçlarda gerçek adaleti sağlamanın zorluğuna ilişkin bu yazımızda;ceza yasamızda bu suçlara ilişkin olarak yer alan bazı çarpıklıklara da değindik.

Bunlardan birisi olarak;ceza yasamızda suç olarak kabul edilen ve takibini de mağdur tarafın şikayetine bağlı tutan küçüklerle,yani on beş yaşını dolduran ama on sekiz yaşını doldurmayan küçüklerle rızaya dayalı cinsel ilişki suçunun,hak ararken bazı mağduriyetlere yol açtığını ve kötüye kullanıldığını izaha çalıştık ve bir hukukçu avukat olarak canlı olarak yaşadığımız bir olayı örnek gösterdik.

Amacımız,kimseyi küçük düşürmek,kimseye kem gözle bakmak değildi.

Bu suç yüzünden,aslında aile ve toplumun günahını çeken küçük çocuklarımızın bir an duygularına ve cinsel dürtülerine hakim olamayarak cinsel ilişkiye girmeleri halinde,ilişkiye giren her iki küçüğün de, bu suçun hem mağduru ve hem de sanığı konumuna getirildiğini,bundan da küçüklerin yarar değil zarar gördüklerini,normal koşullarda,bir suçun bir mağduru ve bir sanığının olması gerekirken, bu suçun aynı anda,iki mağdur ve iki sanık yaratan,taraflarını hem mağdur ve hem de sanık konumuna getiren saçma bir suç olduğunu dile getirmeye ve bu eylemin iki küçük arasında vukubulması halinde, suç sayılmamasını,taraflardan birinin büyük, diğerinin küçük olması halinde, büyük yönünden suç sayılması gerektiğini savunduk.

Canlı örneğini ve uygulamasını yaşayarak gördüğümüz ve yazımızda yer verdiğimiz somut olayda;biz,ilişkiye giren küçük erkek çocuğun avukatıydık,karşı taraf küçük kız çocuğu şikayetçi idi,her ikisi birbirlerini seven aynı yaşta kişilerdi,erkek çocuk varlıklı bir aillenin çocuğuydu,kızın annesi uyanıktı ve kızını bu aileye gelin vermek istiyordu,bu nedenle bu olayı fırsata çevirmek için bizim müvekkil erkek çocuktan şikayetçi olunduğunu,bunun üzerine bizim de şikayetçi olduğumuzu, küçük kız çocuğununun hak aramaya kalkarken,aynı zamanda sanık konumuna düştüğünü, her ikisini de yargılanarak, hem mağdur hem de sanık konumunda ceza almak zorunda kaldıklarını,bu durumun bizi üzdüğünü,bu yargılamada hakim olsaydık her iki küçüğün de beraatine karar verecek olduğumuzu veya en azından konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyacağımızı,somut olayımızda,küçk kızın daha önceden de yine bir küçük erkek arkadaşı ile cinsel ilişkiye girmiş deneyimli bir kişi olduğunu,bizim küçük erkek müvekkilimizin kandırıldığını,kıza nazaran daha masum olduğunu,kızın deneyimli olduğunu belirtmiştik ve belki de amacını aşacak şekilde kızın deneyimli olduğunu belirtmek için kaşar lafını kullanmıştık.

Vay sen misin küçük kıza kaşar diyen diyerek, bazı bayan hukukçular üzerimize çullandılar ve haksız yorumlarda bulundular.

Yazının bütününü, yazılış amacını ve savunduğu ana fikire bakmadan, sen nasıl kaşar yazarsın diyerek bu söze kilitlendiler.Hiç empati yapmak gelmedi akıllara.

Biz; aslında, yazının ve verdiğimiz örneğin bütününde,hümanist bir yaklaşımla, iki küçük arasında vukubulan rızaya dayalı cisnsel ilşkinin suç sayılmasında küçükler adına hiçbir yarar bulunmadığını,küçüğün hakkını ararken aynı zamanda onu sanık yaparak mağdur ettiğimizi,bu eylemin iki küçük arasında vukuu halinde suç olmamasını savunmayı amaçladığımız halde,bu ana fikire bakılmadan kaşar sözü üzerinden, itibarsızlaştırılmaya çalışıldık.

Bizi linç etmeye kalkan bayan hukukçular;aslında,önyargılarıyla cinsiyet ayrımcılığı yapıyorlardı bize karşı.

Hiç fark etmiyor,erkek olsun kadın olsun, Allah kötü insanların şerrinden korusun hepimizi.

Bırakın, cesurca yazanların yazdıklarında mercekle kusur aramayı,yazılanların özüyle ilgilenin ve siz daha iyisini yazmaya çalışın,haksız yere eleştirip linç edeceğinize. 04/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

2 Temmuz 2021 Cuma

CİNSEL SUÇLARDA GERÇEK ADALETİ SAĞLAMANIN ZORLUĞU

 



Ataerkil aile düzeninin hakim,cinsel doyumsuzluğun,cinsel bilgi eksikliğinin, eğitimsizliğin had safada olduğu ülkemizde,cinsel suçları ağır cezalarla ve kolay tutuklama ve mahkumiyet kararlarıyla durdurmak asla mümkün değildir.

Yaradan,insanların nesilleri devam etsin düşüncesiyle,cinsel ilişkiyi cazip kılarak ve bu ilişkiyi görev olmaktan çıkarıp, dayanılmaz bir zevk haline getirmeyi uygun bulmuş ve bu ilişkiyi, zevkin doruğu olan orgazm ile ödüllendirmiştir.

Bu gerçekleri yalın bir şekilde yazmanın bile cesaret istediği bir toplumda yaşadığımın farkında olarak ve her türlü tepkiyi göze alarak, bu satırları yazmanın toplumsal utancını yaşadığımı belirtmek zorundayım.

Geçenlerde sayfamda bir alıntı yazı paylaştım.O yazıda aynen;”çok net! Bu ülkenin tek temel sorunu “CİNSEL DOYUMSUZLUK”tur. Diye başlıyordu ve devamında;”Sinir krizinin eşiğindeki kadınlarla dolu her yer. Patladı patlayacak erkeklerle dolu evler, köyler, mahalleler, sokaklar, şehirler, meclis, ordu, partiler.

Ömründe sevgiyle bir kadını okşayıp öpememiş, bir kadın tarafından tek bir kez bile sevgiyle sarılıp öpülmeden ömür geçiren erkekler, hiç yanağı, başı okşanmamış, gözünün içine sevgiyle bakılmamış anneler, kızlar, kadınlar...

Ve bu kadınlar, erkekler çocuk yapıyorlar. Cinselliği tatmadan, kendi bedenlerinin, ruhlarının en temel içgüdüsünü karanlıklara gömüp, içlerinde bir canavar büyütüyorlar.

Canavar ortalara çıktığında milletin de amına koyuyor, minik köpeğin de, 6 yaşında çocuğun da, askere yolladığın evladın da, 80 yaşında evinde oturan ninenin de, “kafir”in de, “gavur”un da. Ama en çok kendi gibi olana arzu duyuyor.

Cinselliği beden ve ruh el ele yaşayamamak bütün karanlık öfkelerin, nedensiz ve rast gele görünen kötülüklerin mayası.” deniyordu.

Tam da bizim toplumun acı gerçeklerini anlatıyordu, bu yazı.

İşte böyle bir toplumda;biz ağır cezalarla,basit ve kolay tutuklama ve mahkumiyet kararlarıyla, cinsel suçları önleyeceğimizi ve düze çıkacağımızı zannediyoruz ve yanılıyoruz.

Suç;tipi ne olursa olsun değişmez, aynu usul hükümlerine ve kanıtlara göre sonuca ulaşmak zorundadır hukuk.

Cinsel suçlarda, bu suçların mağdur ve şikayetçileri ile ailelerini memnun etmek için,evrensel ceza ve ceza usul hukuku kurallarının dışına çıkılamaz.Bir suç iddiasının,her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı somut delillerle kanıtlanması,zorunludur.

Bir kesin hüküm olmayan, tedbir niteliğindeki tutuklama için dahi,kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut deliller arandığına göre,cinsel suçlarda da ağır cezalara hükmedebilmek için,kuvvetli şuç şüphesinin de üzerinde,her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillere ulaşmak zorunluluğu vardır.

Bizim toplumu anlamak mümkün değildir.Şayet mağdur ve şikayetçi ve mağdur ve şikayetçinin yakınları isek;iddiamız üzerine, şüpheli kişi hemen tutuklansın ve en ağır şekilde cezalandırılsın istiyoruz,şüpheli ve şüpheli yakınlarıysak, böyle adalet mi olur diye karşı çıkıyoruz.

Çatışan iki menfaat söz konusu,arada ezilmeye çalışılan da yargı oluyor.Tutuklasa da, serbest bıraksa da,mahkum etse de,beraat kararı verse de, kimselere yaranamıyor.

Cinsel suçlar'ın en büyük zorluğu,fazla kanıt elde edilememesi,gizli ve kapalı ortamlarda işlendiği için,özellikle tanık delilinin yok denecek kadar az olması.Bazı maddi bulgu ve kanıtlara da,yok olmadan zamanında derhal ulaşmak çok zor oluyor.Özellikle aile içi küçük ve yetişkin kız çocuklarına,gelinlere yönelik cinsel taciz ve saldırı suçlarında,mağdur olan kişilerin aile ve mahalle baskısı nedeniyle sıcağı sıcağına şikayetde bulunmamaları,aradan geçen uzun zamandan sonra olayı şikayete konu etmeleri,bu suçların mağdurda oluşturduğu izlerin ve kanıtların kaybolmasına neden olabiliyor ve tek kanıt mağdurun beyanına dayanıyor.Yargıç ne yapsın?.Şüpheli ile mağdur arasında iftira atmasına neden olacak bir husumet var mı yok mu onu araştırıyor,bu yüz kızartıcı eylemin mağduru olmasa, kendisini niye ortaya atsın,şuyuu vukuundan daha beterdir,hayatın olağan akışına göre mağdur olmasa şikayet etmezdi gibi varsayımlara dayanarak, ağır cezalara hükmediliyor.İki ucu boklu değnek.Mahkum etse de etmese de, yargıçlarımızın vicdanları yara alıyor.

Bu nedenle,bu tür suçlardan dolayı ağır cezalar vermenin dışında,bu tür suçları besleyen ve ortaya çıkaran bataklığın kurutulmasına öncelik vermek ve buna yönelmek gerekiyor, bize göre.

Cinsel suçlardaki 765 sayılı eski ceza yasasındaki uygulama, bazı istisnalar dışında, daha adildi bize göre.Cinsel suçlar; daha adil çeşitlendirilmişti.Söz atmadan, sarkıntılıktan,tasaddiden tecavüze doğru cezaları artarak giden ve tanımlanan bir suçlar silsilesi vardı.Bu nedenle ceza vermek ve uygulamak daha kolaydı.

Cezalar arttıkça bu suçların kararlarını vermek de zorlaşıyor.

Çok kişi de,haksız bir şekilde suçlanarak, bu suçların mağduru oluyorlar.

Örneğin; kalabalık toplu taşım aracında sıkış tepiş yan yana oturmak zorunda kalan bir erkeğin ayağının, yanlışlıkla, yanında oturan bayana değmesi ve bayanın da bunu büyüterek cinsel tacize uğradığını avazı çıktığı kadar bağırması halinde,o adamın yerinde olmayı ister misiniz?

Diyelim ki;hasta ruhlu hiç tanımadığınız bir bayanla tek başınıza asansöre bindiniz, mevsim de yaz, o hasta ruhlu bayan size iftira atmayı kafasına koymuş,bulüzünün düğmelerini elleriyle çekip koparsa,göğüslerini meydana salsa ve asansörde avazı çıktığı kadar cinsel saldırıya tacize uğradım diye bağırsa,yanındaki masum adamın yerinde olmak ister misiniz?

Adalet dağıtmak zor zanaat.Kimseyi memnun edemezsiniz.Hele bu cinsel suçlarda.

Bu ülkenin yargısı, eskiden nelerle uğraşıyordu.Çok eskiden, evlenmek vaadiyle kızlık bozmak diye bir suç vardı.Bir bayan savcılığa gidiyor ve bu adam bana evlilik vaat ederek benimle yattı ama benimle evlenmiyor, kızlığımı da bozdu, kendisinden şikayetçiyim diyordu ve devletin savcısı,başka işi gücü yokmuş gibi, o bayanın bozulan kızlığının peşine düşüyordu.

Ne malum senin kız olduğun?Evlenmeden niçin yattın elin adamıyla?

Böyle saçma sapan aşağılık bir suç olur mu? vardı eskiden.Bu suç aslında bayanlara hakaretti bana göre.

Yani, bir zamanlar devletin koruması altında fuhuş yapılıyordu bu ülkede.Evlenmek vaadiyel kızlığımı bozdu şikayetçiyim.Şu saçmalığa ve adliğe bakar mısınız?

Örneğin zina da suçtu.Din kitaplarında var diye böyle bir suç olur mu?Boşarsın olur biter,zorla güzellik olur mu?Onun da altını deşersen, ne gerçekler çıkar meydana.

Bir saçma suç daha var.Şu anda da suç olmaya devam ediyor.

15 yaşını doldurup da,henüz 18 yaşını doldurup reşit olmayan küçüklerle, karşılıklı rızaya dayalı olarak cinsel ilişkide bulunmak suçu.

Bize göre, bu suç da kısmen saçma ve hukuk dışı.

Evet,erişkin 18 yaşını tamamlamış büyük bir kişi,15 yaşını tamamlamış bir küçük ile rızaen de olsa cinsel ilişkide bulunmuşsa,küçüğün rızası olsa da, hayat tecrübesinden ve bu ikişkinin kötü sonuçlarından habersiz olan küçüğü,rızasına rağmen,büyüklere karşı korumak için bu eylemi suç saysak da,diyelim ki;rızasına dayalı olarak cinsel ilişkiye girilen 15 yaşını doldurmuş küçük ile ilişki yaşayan karşı taraf da 15 yaşını doldurmuş ama 18 yaşını doldurmamış küçük ise, ne yapacaksınız?

Gülmeyin,bizim ceza kanunumuz,karşılıklı rızaya dayalı olarak ilişki yaşayan kızın da erkeğinde veya iki erkeğin de yaşlarının küçük, hatta aynı yaşta olmalarına bakmaksızın, küçüklerle rızaya dayalı cinsel ilişkiyi suç saymakta.Böyle saçmalık olabilir mi?Alan razı veren razı ve her ikisi de küçük.Yasa, kız ve erkek ayrımı da yapmıyor,kişi diyor.Bu durmda, cinsel ilişki yaşayan her iki küçük de, yasaya göre,hem mağdur ve hem de suçlu.

Avukat olarak başımıza geldi.ben rızaya dayalı cinsel ilişki yaşayan küçük yaştaki erkek çocuğun avukatıydım.Kız, rızaen cinsel ilişkiye girmiş ve hatta bizim küçük erkek çocuğunu ayartmış ve tahrik etmiş olmasına rağmen,annesinin baskısıyla bizim müvekkil hakkında şikayetçi oldu,şikayetçi kız benim küçük yaştaki müvekkilimden önce de başka bir küçük erkekle cinsel ilişki yaşamış bakire de değil,bu konuda erkek çocuktan daha deneyimli ve kaşar.İlk,ilişki yaşadığı küçük yaştaki erkek çocuğunun ismi ve adresi de açıkça dosyada yazılı,şikayetçi küçük kız,ilk deneyimini yaşadığı küçük erkek çocuğunu şikayet etmediği ve suç da şikayete tabi olduğu için,o serbestçe dolaşıyor,hakkında şikayetçi olduğu benim müvekkilim küçük savcı karşısna suçlu olarak çıkıyor,yasaya göre, mağdurların illaki kız olması gerekmediği için,benim müvekkilim ile hem de onu tahrik edip ayartarak cinsel ilişkiye giren sonra mağdur olduğunu iddai ederek şikayetçi olan kız çocuğu hakkında da biz aynı suçtan şikayetçi olduk ve her iki küçük çocuk rızaya dayalı reşit olmayan kişilerle cinsel ilişkide bulunmak suçundan birlikte yargılanarak mahkum oldular.Ben bu davanın avukatı değil de yargıcı olsaydım, çok güzel gerekçelerle her iki küçüğün de beraatine karar verirdim,hiç değilse konuyu anayasa mahkemesine taşırdım, ama nerede öyle vicdanlı ve adil yargıç ara da bulasın.

Çok uzadı,bu konuda toplum olarak yapılacak çok şey var.ama biz kolaycılığa kaçarak ağır cezalarla cinsel suçlarla mücadele edeceğimizi zannediyoruz maalesef. 03/07/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu