27 Ağustos 2021 Cuma

TÜRK MİLLETİNİN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN


Batı cephesinde yeni birşey yok.

30 Ağustos Zafer Bayramıyla ilgili olarak, geçen sene 28/08/2020 de yazıp yayınladığımız,güncelliğini yitirmeyen makalemize, noktasına virgülüne kadar hiç dokunmadan aşağıda aynen ve yeniden yer veriyoruz.28/08/2021

Güner YİĞİTBAŞI


BUNLAR LAİK ATATÜRK'E VE DEVRİMLERİNE KARŞILAR


Saray,

Saraylarda yaşama tutkusu,

Milletinden uzaklaşmak,

Ümmet özlemi,millet kavramı yerine ümmet kavramına ve anlayışına üstünlük tanımak,

Din ve mezhep üzerinden politika yapmak,

Türk Milleti diyememek,demek gerekirse de,sadece milletim diyerek yetinmek,

ATATÜRK diyememek,demek gerekirse de, Gazi Mustafa Kemal diyerek yasak savuşturmak,

Hem laik ve hem de Müslüman olunamaz diyerek,laiklik ikesine olan allerjisini ve düşmanlığını dile getirmek,

Bilerek ve isteyerek yaptığı kendi yanlışlarının sonucu olan 15 Temmuz'u kutsamak ve onu ülkenin kurtuluş savaşı olarak görmek,

Kendi yanlış yasal düzenlemeleri sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin ATATÜRK'çü vatansever subaylarını tasfiye ederek,FETÖ'cü çetenin subaylarının Türk Ordusunu ele geçirerek darbe girişiminde bulunmalarına yol açan AKP çoğunluklu Türkiye Büyük Millet Meclisinin; 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde bombalanması nedeniyle;1920'li yıllarda ülkenin emperyalist işgalci devletlerden kurtarılması için girişilen ve 30 Ağustos 1922 de zaferle sonuçlanan kurtuluş savaşının karargahlığını yaparak hak ettiği asıl gazilik unvanını bir kenara bırakarak,15.Temmuz Fetöcü çetenin saldırısı nedeniyle,Türkiye Büyük Millet Meclisine yeniden gazilik unvanı vermeye kalkışmak,

Tüm bu gerçekleri alt alta koyup bir değerlendirme yaptığımızda,

İş başındaki AKP iktidarının; ATATÜRK ve milli bayramlara olan düşmanlığını anlamamak mümkün değildir.

30.Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarını, pandemi gerekçesiyle yasaklamak ve kısıtlamak,

Ama,aynı pandemi ortamında,hiçbir kısıtlama yapmadan,büyük bir katılım ve cemaatle Cuma namazı kılarak AYASOFYA'yı ibadete açmak,

Kısa süre önce kutladığımız dini bayram olan kurban bayramında, virüsün yayılmasına yol açacak kurban kesimlerini yasaklamamak,bu konuda hiçbir kısıtlama getirmemek,

26.Ağustosta, 949 yıl dönümünü idrak ettiğimiz Alparslanın Malazgirt Zaferini,hiçbir kısıtlama ve yasak getirmeden devlet erkanıyla kutlamak,

ATATÜRK imzalı tüm milli bayramlara soğuk bakmak ve bir neden bulup,bunu bahane ederek milli bayramlara yasak ve kısıtlamalar getirmek.

Bunun tek nedeni var bize göre,hem laik hem de Müslüman olunamaz diyen iktidardaki ümmetçi ve mezhepçi, bölücü ve gayri milli zihniyetin,laiklik ilkesini ülkemizde yerleştiren ATATÜRK'e yönelik düşmanlığı ve ATATÜRK'ü halkın gözünde küçük düşürüp itibarsızlaştırma isteği.

Bu zihniyetin, ATATÜRK'e yönelik düşmamlığı o kadar kök salmış ki;ATATÜRK'ün başkomutanlığını yaptığı kurtuluş savaşını ve 30 Ağustos Zafer Bayramını dahi görmezlikten gelebiliyorlar,ellerinden gelse yok sayacaklar.

Aslında onlar da çok iyi biliyorlar,ATATÜRK olmasaydı, ülkenin vatan olmasını sağlayan kurtuluş savaşının kazanılamayacağını,bugünkü bağımsız ve özgür Türkiye Cumhuriyetinin yerinde yeller eseceğini,bu yalın gerçeğe rağmen,onlara göre varsa da yoksa da,Fatih,Alparslan ve 15 Temmuz.

Fatihi de Alparslanı da seveceğiz tabi,onlar da bizim atalarımız,ancak bugüne bakmak ve bugünün değerini de bilmek zorundayız.

Evet bugünleri,Alparslanlar ve Fatihlere de borçluyuz,onları da çok seviyor ve saygı duyuyoruz,minnetle anıyoruz.

Tıpkı,dünlerde kalan dedelerimizi sevdiğimiz ve saydığımız gibi.

İçinde bulunduğumuz bugünleri de, dedelerimizin Dünyaya getirdiği babalarımıza,yani ATATÜRK ve silah arkadaşlarına borçlu olduğumuzu unutmamalıyız.

Bize göre;bu ülkenin tek kurtuluş savaşı ve zaferi vardır ve o da;26 Ağustos 1922 de büyük taarruz ile başlayan ve 30 Ağustos 1922 de ATATÜRK'ün başkomutanlığı altında emperyalist devletlere karşı kazanılan ve vatanın dış düşmanlardan kurtarılarak Türkiye Cunhuriyeti Devletinin kurulmasıyla sonuçlanan ve her 30 Ağustoslarda bayram olarak kutlanan kurtuluş savaşıdır.

Yine bu ülkenin tek gazi meclisi vardır ve o da;kutuluş savaşının kazanılmasında etkin rol oynayan ve kurtuluş savaşına karargahlık yaparak hak ettiği gazilik unvanını alan meclistir.

15 Temmuz da meclisi bombalayanlar,Fetöcü çetenin içerdeki hain mensupları olup,meclisin maruz kaldığı bu bombalı saldırı, içerideki hainlerin bir başkaldırısı ve isyanıdır,bu çete ile aynı menzile gittiklerini itiraf eden iktidar ile çetenin iktidar mücadelesinin bir tezahürü olup,zaten gazi ünvanına sahip olan meclise,alternatif bir gazi unvanı verme mertebesinde ve değerinde asla değildir.Yüz karası çirkin bir eylemdir.

Bu nedenle; pandemiye rağmen,15 Temmuzda darbe girişiminin önlenmesini; kurtuluş savaşımızın ve gazi meclisimizin bir alternatifi kabul ederek, hiçbir kısıtlama yapmadan coşkuyla kutlayan iktidarı;gerçek kurtuluş savaşımızın kazanılması nedeniyle, her 30.Ağustosta milli bayram olarak kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramını,hiçbir kısıtlama ve yasağa tabi tutmadan,Türk Milletine yakışır şekilde coşkuyla kutlamaya davet ediyoruz.

30 Ağustos Zafer Bayramımız Tük Milletine kutlu ve mutlu olsun.

Bize bu zaferi ve bayramı kazandıran ATATÜRK ve silah arkadaşlarını,rahmetle ve minnetle anıyoruz.28/08/2020


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



 

25 Ağustos 2021 Çarşamba

KANUNSUZ SUÇ VE CEZA OLMAZ GERÇEK HUKUKÇU OLMAK İÇİN DE BİLGİ CESARET VE MANGAL GİBİ YÜREK İSTER

 



Suçta ve vezada kanunilik ilkesi de denilen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi;iç hukukumuzun ve evrensel hukukun en temel,olmazsa olmaz, ceza hukukunun en temel ilkesidir.

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi;halen yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinde,suçta ve cezada kanunilik ilkesi başlığı altında düzenlenmiştir.

TCK'nun 2.maddesinde, bu ilke aynen;

(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2)İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3)Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”şeklinde, çok açık ve net bir şekilde hüküm altına alınmıştır.

İç ceza hukukumuzun ve evrensel ceza hukukunun bu en temel kuralı,insanların özgürlüklerinin garantisidir.

Bu kurala göre;hiçbir hukukçu,savcı,hakim ve iktidar,ben öyle istiyorum,bu fiilin suç olması gerekir veya bu fiil suç olmamalıdır şahsi sübjejtif istek ve arzularına göre,suç olmayan bir fiili suç,suç olan bir fiili de, suç olmaktan çıkaramaz.

Kıyas yoluyla suçlar yaratılamaz,suç sayılan bir fiilin yasadaki tanımı geniş ve amacı dışında yorumlanarak,yasaya göre suç sayılmayan bir fiil suç sayılarak, kişilere ceza verilemez.

Peki ülkemizin taraflı ve bağımlı yargısı ve hukuk tanımayan iş başındaki siyasal iktidarı, suçta ve cezada kanunilik,kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine saygı gösteriyor mu?Asla.

İşte 28.Şubat kararı ve hapse atılan generaller gerçeği tüm çıplaklığıyla ortada duruyor ve kamu vicadanını yaralıyor ve kanatıyor.

28 Şubat 1997 de toplanan MGK'nın; 18 maddelik,laiklik karşıtı,karşı devrimci cemaat,tarikat ve örgütlerle mücadeleye yönelik kararlar alarak, laiklik karşıtı cemaat,tarikat ve örgütlerin, laiklik karşıtı darbe yapmalarının önünü kesmeyi amaçlayan ve alınan kararları zamanın hükümetine tavsiye eden kurulun asker kanadı,hükümete yönelik darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla,aradan yıllar geçtikten sonra müebbed hapis cezaalarına çarptırılarak ileri yaşlarına rağmen hapse atıldılar.

28 Şubat 1997 nin bir darbe girişimi olmadığını,”28 ŞUBAT DARBE DEĞİLDİR YARGI HUKUKİ DEĞİL SİYASİ BİR KARAR VERMİŞTİR!... başlığıyla yayınladığımız,20/08/2021 tarihli makalemizde gerekçeleriyle açıklamıştık.İsteyen o makalemizi okuyabilir.

28 Şubat'ın, ceza kanunlarımıza göre darbe girişimi olmadığı,TCK.nın 2. maddesindeki suçta ve cezada kanunilik ilkesinin çiğnenerek,TCK da yer alan ceza hükümlerinin; ceza hukukunda yasak olan kıyas ve kıyasa yol açabilecek biçimde geniş yorumlanarak, olmayan bir suçun sunni olarak bir zorlamayla yaratıldığı, çok açıktır.Bu,yasa dışı zorlamayı en güzel ifade eden de; 28 Şubat'a açıkça darbe denilememesi ve postmodern darbe olarak tanımlanması, açıkça ortaya koymaktadır.

Hukukçuların,savcı ve hakimlerin en asli ve zorunlu görevi ve yetkisi,Ceza kanunlarında açıkça tanımı yapılan yürülükteki pozitif ceza kurallarını, eğmeden ve bükmeden, kıyas ve kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlayarak olmayan suçlar yaratmadan,tarafsız ve objektif olarak uygulamaktır.

Savcı ve hakim;önüne gelen ve yürürlükteki yasalara göre suç sayılan bir eylemin, aslında suç olmaması gerektiğini veya yasalara göre suç olarak tanımlanmayan bir eylemin de suç olması gerektiğini düşünse dahi,kendi şahsi düşüncesini bir kenara bırakarak,yürürlükteki yasa kuralını, aynen yasadaki tanımına uygun bir şekilde uygulamak,buna uygun gerekli kararı vermek zorundadır.

28.Şubatı değerlendirdiğimiz yukarıda bahsettiğimiz makalede de dile getirdim, öneğin; 12 Eylül darbesini gerçekleştiren ve teşebbüs aşamasında kalmadan sonlanan ve tamamlanan ve kendi anayasasını yaparak,ezici çoğunlukla halk oyundan geçirip, milletin güven oyunu alarak meşrulaşan ve en önemlisi de,yaptığı anayasası halen yürürlükte olan Kenan EVREN ve arkadaşlarının, darbe yaptıkları gerekçesiyle yargılanmaları bize göre pozitif hukuk kurallarına açıkça aykırıdır.

Evet biz de her türlü darbeye karşıyız ama, bir de hukuki gerçeklik vardır.Ceza yasalarımız tamamlanmış ve meşruiyet kazanmış darbeleri suç saymamaktadır, esasen suç sayılması da işin tabiatına aykırıdır.Hiçkimse,hele hukukçular,hakim ve savcılar,teşebbüsü suç olan bir darbe eyleminin,tamamlanmış hali nasıl suç olmazmış diyerek yorum ve kıyas yapma hakkına sahip değildir.

Ceza Yasalarımız,örneğin; yaralama,adam öldürme,gasp,hırsızlık,dolandırıcılık ve benzeri suçların,teşebbüs aşamasını da geçerek tamamlanmış olması halini de,daha ağır ceza yaptırımını gerektiren suçlar olarak açıkça düzenlediği içindir ki; yaralama,öldürme,hırsızlık,gasp,dolandırıcılık gibi ve benzeri suçlara teşebbüs edilmesi hali dışında,tamamlanmış ve gerçekleşmiş hali de, cezayı gerektirmektedir.

Darbeye teşebbüs suçunun;tamamlanmış, sonuçlarını doğurmuş ve meşruiyet kazanmış halini cezalandıran bir açık ceza maddesi yoktur.Aksi,işin tabiatına aykırıdır.Teşebbüsü cezalanadırıldığına göre, tamamlanmış hali de, evleviyetle,yani öncelikle suç sayılmalıdır diyerek, kıyas ve kıyasa yol açabilecek geniş yorum yapılarak,ceza yasasında tanımlanarak bir ceza öngörülmeyen, tamamlanmış ve meşruiyet kazanmış bir eylemden darbe suçu yaratılarak,ceza hükmü kurulamaz.

Bu ülkede Cumhuriyet döneminde başbakan ve bakan asan 27.Mayıs darbacileri yargılanmışlar mıdır?Hayır.

İşte,1961 anayasası gibi dünyanın en modern anayasasını yaparak milletten güvenoyu almaları,meşruiyet kazanmaları ve yasalarımızda tamamlanmış darbenin faillerinin suçlu olduklarını açıkça kabul eden ve tanımlayan,bir ceza öngören bir hüküm olmadığı için,27 Mayıs darbecileri yargılanmamışlar ve tabii senatör olarak mecliste görev yapmışlar,rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ gibiler, politika yaparak, Başbakan yardımcılığı koltuğuna dahi oturmuşlardır.

Bilmem anlatabildim ve siz okurları aydınlatabildim mi?

Bu nedenle,gerçek hukukçu,savcı ve hakim olabilmek için;olanları ayrı tutuyoruz, bilgi, cesaret ve mangal gibi yürek ister. 25/08/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


24 Ağustos 2021 Salı

ŞU HUKUKSUZLUK BİTSİN ATIK

 



Ülkenin onca sorunu arasında bir de cumhurbaşkanı'na hakaret suçu sorunu var, bu ülkenin.

Bize göre bu sorun, diğer sorunlar kadar önemli.

Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu,bağımlı yargının bağımlı savcıları ve hakimleri tarafından, amacı dışında, hukuka ve yasaya aykırı olarak uygulanmakta ve bu uygulama artık kamu vicdanını yaralamanın da ötesinde, kamu vicdanında büyük bir yara oluşturmuştur.

Türk Ceza Kanununda düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçu;yeni sisteme geçmeden önce,parlamenter sistem döneminde,partilerüstü ve tarafsız, göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yaptığı tarafsızlık ve anayasaya bağlılık yeminine sadık kalacak Cumhurbaşkanlarını korumak amacıyla yasaya konulmuş olan bir suç tipi olup;bu suçun yasamıza konulmasından sonra, ülkemizin yönetim sisteminde ve Cumhurbaşkanının tarafsız kişiliğinde yapılan anayasal değişiklikler üzerine, şu anda birisi AKP Genel Başkanlığı ve diğeri Cumhurbaşkanlığı olmak üzere kafasına iki şapka geçiren partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;parti lideri şapkasıyla yapyığı konuşmalarında,kendisine muhalif olan partililere ve halka hakaretler etmeyi,ağır sözlerle saldırmayı, kendisine reva görüp içine sindirirken,parti lideri olarak yaptığı bu hakaretlerine, eleştiri mahiyetinde cevaplar veren muhalif kesimin, hakaret teşkil etmeyen ağır eleştirilerine dahi tahammül edememekte ve savcılara suç duyurularında bulunmakta veya savcılar resen harekete geçmektedirler.

Demokrasilerde böyle bir hukuk rezaleti olamaz.

Anayasa'nın,yasalar önünde eşitliği düzenleyen 10.maddesine göre,hiçbir kişiye özel bir ayrıcalık ve imtiyaz tanınamaz.

Sayın ERDOĞAN;taraflı cumhurbaşkanı olmayı,AKP Genel Başkanı olarak siyasi kimliği ile Cumhurbaşkanlığı görevini de yürütmeyi, kendisi istemiş olup,bırakınız Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarını,siyasal kimliğiyle,AKP Genel Başkanı olarak yaptığı konuşmalarında dahi,kimseye hakaret etme hak ve imtiyazına sahip değildir.

Siyasi kimliği ile yaptığı konuşmalarında,muhalefete yaptığı hakaretlerden sonra, Cumhurbaşkanlığı şapkasını giyerek,kendisine yönelik cevabi eleştirileri Cumhurbaşkanı şapkasıyla karşılayıp savuşturmaya kalkışması,cumhurbaşkanlığı makamını ve o makama sağlanan yasal korumayı paratoner olarak siyasal kişiliğine yönelik olarak kullanmaya kalkışması,ne yasalara ve ne de mertliğe asla sığmamaktadır.

Böyle bir imtiyaz ve ayrıcalık,asla olamaz.

Savcılar ve hakimlerimiz; her türlü baskılara göğüs gererek,bundan sonra ERDOĞAN'ın cumhurbaşkanlığı sıfatıyla asla bağdaşmayan, AKP Genel Başkanı siyasi kimliğiyle yaptığı eylem ve söylemlerine karşılık olarak, muhataplarının yaptıkları,hakaret dahi oluşturmayan ağır eleştirilerini ve dahi, hakaret oluşturan fiillerini,Cumhurbaşkanına hakaret olarak nitelendirerek dava açmaktan vazgeçmelidirler.

Adalet Devletin Temelidir.ERDOĞAN devlet değildir.

Adalet;partili Cumhurbaşkanının, anayasaya göre yaptığı yeminini çiğneyerek,siyasal kimliğiyle yaptığı,bize göre devleti temelinden sarsan,milleti ayrıştıran ağır söz ve hakaretlerini aklayan ve bu hakaretlere bekçilik yapan,partili cumhurbaşkanına siyasal kimliğine yönelik olarak yapılan ağır eleştirileri,Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu kabul ederek, partili Cumhurbaşkanına koltuk değneği olma kurumu değildir.

Yargı artık üzerine düşen yasal görevini yapmalıdır. 24/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

23 Ağustos 2021 Pazartesi

MÜJDE NE DEMEKTİR?


Bir insana veya insanlara veya bir topluma, sevindirici bir haber verileceği zaman,müjde denir ve ilave edilir,müjdemi isterim diyerek.

Bundan da anlaşılıyor ki;müje;sevndirici bir haber verileceği zaman söylenen bir sözdür,sevindirici bir haberdir müjde.

İnsanlar;bir söz veya haberden dolayı ne zaman sevinirler?

O haber veya söz, kendilerine maddi ve/veya manevi bir yarar ve menfaat sağlıyorsa sevinirler ve memnun olurlar.

Saray iktidarı;partili Cumhurbaşkanı her kurumu ve kavramı bozarak yozlaştırdığı,anlamını ters yüz ederek tanınmaz hale getirdiği gibi,bazı kavramların anlamlarını da değiştirdi ülkemizde.

Baklayı ağzımızdan çıkarıp esasa girecek olursak;partili Cumhurbaşkanı, müjde kavramını da gerçek anlamından bambaşka ve tersi bir kavrama dönüştürdü.

Partili Cumhurbaşkanı,iç politikada sıkıştığı zaman, halkın dikkatini dağıtarak başka yönlere çekmek için,altı ayda veya sene de bir halkın karşısına çıkarak,önümüzdeki günlerde size inşallah bir müjdem,müjdeli bir haberim olacak diye beyanlarda bulunuyor ve o gün geldiğinde de,tahmin ettiğimiz gibi,falanca denizde, falanca yerde şu kadar milyon metre küp doğalgaz ve petrol yatağı bulduk diye beyanda bulunarak;sözüm ona haklımıza maddi ve manevi katkı ve yarar sunacak sevindirici bir haberi müjde olarak sunuyor.

Ama,kazın ayağı hiç de öyle olmuyor.

Halkımız,milyonlarca metre küp doğalgaz kaynağına sahip olduğumuza göre,artık dışa olan bağımlılığımız kısmen azalacak ve doğalgaz fiyatlarında hemen bir indirim yapılmasa da,hiç değilse bundan sonra artık zam yapılmaz diye düşünerek seviniyor, kısa bir süre.

Sonra ne oluyor?

Müjdenin verildiği andan sonra geçen altı ay veya bir sene içinde, doğal gaza indirim gelmediği veya fiyatları sabit tutulmadığı gibi,döviz fiyatlarının artışı gerekçe gösterilerek,doğalgaz fiyatlarına on beş kez zam üzerine zam yapılıyor.

Neymiş efendim? partili Cumhurbaşkanı halkına doğalgaz müjdesi vermiş.

Müjde kavramının, bu kadar güzel çarpıtılarak istismar edildiğini,anlamının tamamen tersine çevirildiğini,muz cumhuriyetleri dahil,bizden başka hiçbir devlette göremezsiniz.

Türk milleti; artık, doğalgaz yatağı bulduk müjdesini istemiyor partili Cumhurbaşkanından.

Partili Cumhurbaşkanının; bu millete verebileceği en güzel müjde,sandıktan yolcu edileceği,erken seçim müjdesidir.

Ancak,o müjdeyi vermeye, siyasi gücü, itibarı ve cesareti yeterli değildir maalesef. 23/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

22 Ağustos 2021 Pazar

ERDOĞAN İKTİDARINI NAKAVT'A GÖTÜRECEK SON YUMRUK((MU)?

 


Halk nezdinde inandırıcılığını,itibarını ve desteğini hızla kaybeden ve 2023 seçimlerinde sandıkta yok olup gideceğini anlayan ERDOĞAN iktidarı;uğrayacağı bu ağır yenilginin farkında olmanın ve bu kesin yenilgiye bir çare üretememenin hırçınlığı ve çaresizliği içinde,muhalefeti saldırılarla ve kaba kuvvetle yıldırıp korkutacağını ve bu şekilde iktidarda kalacağını zannetme gaflet ve yanılgısını sürdürmeye devam etmektedir.

Bugüne kadar,birçok muhalif siyasiye,aydın ve gazeteciye yönelik,saldırı ve kaba güç gösterisinde bulunulmuş,kalleşçe saldırılar düzenlenmiş,bu saldırılara ses çıkarmamak ve önlememek suretiye, bu saldırıların sorumluluğu,iktidar tarafından susarak üstlenilmiştir.

Son olarak da,geçtiğimiz gün,İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, Halk TV'de İpek Özbey'in sunduğu programa katılarak gündemi yorumlamış ve program sonrası Halk TV'den ayrıldığı sırada kimliği belirsiz bir şüpheli tarafından yumrukla saldırıya uğramıştır.

Bu sistematik saldırıların,muhalefeti yıldırıp susturmak için iktidar tarafından tek merkezden planlandığı,en azından desteklendiği ve teşvik edildiği, artık gün yüzüne çıkmıştır.

Siyasal iktidar,çaresizlikten,çare üretememekten,ileriyi görme ve iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğini kaybetmiş,kendisini iktidardan alaşağı ve nakavt edecek ( Boks maçında yumruk etkisiyle yere düşen ve on saniye içinde kalkıp devam edemeyen oyuncunun yenilmesi durumu) yumruklu saldırılar zincirine, yeni bir halka ekleme basiretsizliğini göstermeye devam etmiş ve kendisini nakavt olmaya götürecek son yumruklardan birini de,İYİ Parti İstanbul İl Başkanının şahsında kendi iktidarına sallamıştır.

Allah,siyasal iktidara ve onun trollerine akıl ve fikir versin diyelim ve 2023 seçimlerini bekleyelim,herkesin tek duası olan;”Allahım,şu zalim iktidarın seçimlerle iş başından uzaklaştırıldığını görmeden canımı alma,bu mutluluğu görmeyi bana nasip eyle,gözümü açık bırakma” duasını tekrarlayalım.22/08/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




20 Ağustos 2021 Cuma

28 ŞUBAT DARBE DEĞİLDİR YARGI HUKUKİ DEĞİL SİYASİ BİR KARAR VERMİŞTİR!...

 


Zamanın Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman DEMİREL başkanlığında 28 Şubat 1997 de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 8 saat gibi uzunca bir zaman süren toplantısında alınan ve rahmetli ERBAKAN'ın başkanlığındaki zamanın hükümetine tavsiye edilen 18. maddelik kararlardan hareketle,FETÖ'cü oldukları 15.Temmuz gerçek FETÖ darbe girişimi sonunda anlaşılan savcılar tarafından,yıllar sonra açılan 18 Şubat darbe girişimi davası, mahkumiyetle sonuçlanmış ve Milli Güvenlik Kurulunun 28 Şubat toplantısında, anayasaya göre üye olarak yer alan ve alınan kararlara imza atan,şu anda emekli ve ileri yaşlardaki, kurulun askeri kanadına mensup orgeneral rütbesindeki en üst düzey generalleri,mahkumiyet kararlarının 24 yıl aradan sonra Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesi üzerine,birer birer yakalanarak cezaevine konulmaya başlanmıştır.

Mesleki ömrü,sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde,bu tür davalarda hakim ve savcılık yaparak geçen 52 yıllık bir hukukçu olarak,28 Şubat eyleminin;eski ve yeni ceza kanunlarımıza göre; asla ve asla bir darbe veya darbe girişimi olmadığını,bu mahkumiyet kararının;darbe paranoyası yaşayan,kendilerinin ülke yönetiminde gösterdikleri beceriksizliklerini örtmek isteyen,özeleştiri yapmakatan aciz, basiretsiz,koltuğa zamkla yapışan ve koltuktan asla kalkmak istemeyen siyasilerin;bağımlı yargıyı alet ederek,laik ve demokratik T.C.Devletini kuran ATATÜRK'e ve onun eseri,onun da içinden çıktığı Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik düşmanlık ve kinden kaynaklı bir öç alma ve intikam operasyonu olduğunu,en baştan belirtmek istiyoruz.

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) anayasal bir kurul olup,ülkenin iç ve dış güvenliğine, selametine,meşru rejimine yönelik içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere dikkat çekilerek alınması ve hükümete tavsiye edilmesi gereken kararların alındığı ve tartışıldığı bir kurul olup,darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla yargılanarak mahkum olan onlarca emekli general de, bu kurulun anayasal üyeleridir.

Mahkum olan kurul üyesi generallerin; bu toplantıda,kurula başkanlık eden zamanın Cumhurbaşkanı rahmetli DEMİREL ile zamanın Başbakanı rahmetli ERBAKAN'a ve kurulun diğer sivil üyelerine, emirlerindeki silahlı kuvvetleri cebir, şiddet ve baskı unsuru olarak kullanarak ve darbe ima ederek,bu kararları zorla dikte ettirip imzamaları için cebir ve şiddet uyguladıklarına dair, en küçük bir kanıt,beyan ve iddia mevcut değildir.

Türk Ceza Yasalarımızda (eskisinde ve yenisinde) mevcut olan ve genel anlamda darbe ve darbeye teşebbüs olarak nitelendirilen;Anayasayı ihlal,yasama organına ve hükümete karşı suçlar olarak nitelendirilen Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar'ın tümünün ortak özelliği ve suçun oluşması için gerekli olan en önemli unsur;hedefe ulaşmak için, cebir ve şiddet kullanılmış olmasıdır.

28 Şubat 1997 de toplanan MGK da alınan 18 maddelik kararların altına, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil, tüm kurul üyeleri, hür iradeleriyle imzalarını atmışlar ve daha sonraki günlerde de, kurulun asker kanadına mensup üyelerin cebir ve şiddetine maruz kaldıklarına,kararları cebir ve şiddet altında imzalamak zorunda kaldıklarına dair, bir itiraz ve şikayette bulunmamışlardır.

Dönemin Başbakan'ı rahmetli ERBAKAN,hükümetine tavsiye edilen MGK kararlarının uygulanması için,bakanlıklara yazılar göndermiş ve dört ay sonra 18 Haziran 1997 tarihinde kendi isteğiyle başbakanlıktan istifa etmiştir.İstifası da askerlerin cebir ve şiddetine dayalı değildir,ÇİLLER ile yaptıkları protokol gereği, başbakanlık nöbetini ÇİLLER'e teslim etmek amacıyla istifa etmiş olup,Cumhurbaşkanı DEMİREL,yeni hükümeti kurma görevini ÇİLLER'e vermemiş,Mesut YILMAZ'ı görevlendirmiştir.Bu itibarla, Başbakan ERBAKAN'ın istifasının ve ÇİLLER yerine hükümeti kurma görevinin Mesut YILMAZ'a verilmesini,ERBAKAN hükümetini istifaya zorlamak,görev yapmasını cebir ve şiddet uygulayarak engellek olarak nitelendirmek öküz altında buzağı aramaktan farksız ve hukuk dışıdır.

Şu da unutulmamalıdır ki;28 Şubat kararlarının alınarak hükümete tavsiye edildiği MGK'nın asker üyelerinin tüm özlük hakları,terfi,atama ve emekli edilmeleri konusundaki yetki, kurulun sivil kanadına mensup,bakan,Başbakan ve Cumhurbaşkanına ait olup,asker üyeler hakkında MGK toplantısını takip eden günlerde herhangibir yaptırım da uygulanmamıştır.

İş başındaki sivil otoritenin, askerlerin tehditlerine,cebir ve şiddetlerine marzu kaldık deme hakları olmadığı gibi,böyle bir iddia ve şikayetleri de hiç olmamıştır.

28 Şubat MGK toplantısında alınan kararların içeriklerine bakıldığında;hepsinin laiklik ilkesinin savunulmasına,cemaat ve tarikatlarla mücadele,ATATÜRK'e saldırıların önlenmesine,Türk Silahlı Kuvvetlerine dinci kesimlerin,cemaat ve tarikatların sızmasının önlenmesine,demokratik ve laik T.C.Devletinin, laiklik karşıtı tehlikelerden korunmasına yönelik kararlar olduğu görülmekte olup,28 Şubatta alınan kararların ne kadar isabetli kararlar olduğu,o kararların sulandırılmadan siyasiler tarafından harfiyen ve titizlikle uygulanması halinde,FETÖ dahil, hiçbir cemaat ve tarikatın, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatı olmak üzere devleti işgal edemeyecekleri ve nihayetinde 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişiminin olmayacağı,onlarca şehit ve gazi verilmeyeceği,meclisin bombalanmayacağı,bugün laik Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları olarak,bizim ülkemiz de Taliban gibi mi olacak korkusuna kapılmayacaktık.

Bu açıdan bakıldığında,28 Şubat darbe olmadığı gibi,15.Temmuz darbe girişimini ve benzerlerini önlemeye yönelik,bir darbe savar olarak değerlendirilmelidir.

Bu itibarla, 28 Şubat darbe girişimi davası ve çıkan ağır mahkumiyet kararları, hukuki değil siyasidir.Antilaik kesimlerin, laiklik ilkesini savunan ATATÜRK'ün silahlı kuvvetlerine yapılan bir karşı darbe ve intikam operasyonudur.

Emekli olmuş,yaşlarını ve başlarını almış, bu ülkeye yıllarca hizmet etmiş üst düzey generallerin,unsurları itibariyle hukuken oluşmayan uyduruk ve zorlama bir darbe suçlamasıyla müebbed hapis cezasına çarptırılarak hapse konulmaları, kamu vicdanını ağır şekilde yaralamıştır.

Bazı kesimler,generalleri Cumhurbaşkanı affetsin diyorlar,biz generallerin bu teklifi kabul edeceklerini hiç zannetmiyoruz,aslında şu anda mevcut olmayan gerçek anayasal düzene seçimlerle ulaşıldıktan sonra bu generallerin yeniden yargılanarak aklanacakları veya seçimler dahi beklenmeden, Anayasa mahkemesinin hak ihlali kararıyla bu mağduriyetlerin sonlanacağına inanıyoruz.

Burada,bir hukukçu olarak içimizde ukte kalan bu konuya,zamanında makalede yazıp yayınlamış olduğumuz,başka bir hukuk garabesi siyasi yargı kararına değinmek istiyoruz.

Kenan EVREN ve arkadaşları tarafından 12.Eylül.1980 tarihinde gerçekleştirilen ve başarı ile tamamlanarak teşebbüs aşamasında kalmayan,kendi yeni anayasasını yaparak,anayasası ve kurduğu yeni anayasal düzeni ezici bir halk çoğunluğu ile kabul edilen ve anayasası hala uygulamada olan 12 Eylül darbecilerinin;buna rağmen, anayasayı ihlalden yargılanmaları da, hukuken asla mümkün değildi.Ama,bizim ülkemiz korkak ve bağımlı yargı sayesinde bu hukuk dışı garabeti de gördü.

Şimdi birileri bizi darbecileri savunmakla suçlayacaklar ama gerçek bu.

Biz de demokrat ve hukukçu kimliğimizle her türlü darbeye karşıyız.

Ancak,darbeciler darbe girişimlerinde başarılı olurlar ve anayasal düzeni yok ederek yeni bir anayasal düzen kurarlarsa meşruiyetlerini kazanırlar,suçlu olmazlar, yıktıkları eski anayasal düzenin savunucuları ve yöneticileri suçlu olurlar ve yeni yönetim tarafından yargılanırlar.

Beğenelim beğenmeyelim,destekleyelim desteklemeyelim, hukuki gerçeklik budur.

Biz de 12 Eylül darbesine karşıydık ve anayasalarına hayır oyu verdik.Siz bakmayın yıllar sonra bugün, 12.Eylül darbe karşıtçısı geçinen iki yüzlü sözde demokratlara. Hepsi, başımızdan gitmezle gerekçesiyle evet oyu verdik diye günah çıkarıyorlar.

Kenan EVREN ve arkadaşları darbeyi başarmışlar ve yeni anayasa yaparak meşruiyet ve milletten güven oyu almışlardır,şimdi mızıkçılık yaptıklarına bakmayın, o sözde demokratların.

Sizlere soruyorum;Kenan EVREN ve arkadaşlarının darbeci oldukları gerekçesiyle haklarında dava açan o savcılar ve karar veren mahkeme hakimleri,anayasal meşruiyetlerini ve Türk Milleti adına yargı yetkisini nereden alıyorlar?

İşte darbeci diye mahkum ettikleri,halen yürülükte olan Kenan EVREN darbe anayasasından.

Sivil iktidarların da yok bir farkları onlardan,hala onların anayasasını tamamen yok edip kaldırabilmiş değiller,en acısısı da, Kenan EVREN darbe anayasası diye kötüledikleri burun kıvırdıkları anayasadaki özgürlükleri dahi şu anda millete çok görüyorlar,12 Eylül darbe anayasasını dahi çok fazla özgür buluyor olmalılar ki;milletten, o özgürlükleri kullanmalarını dahi esirgiyorlar.

Aralarındaki fark nedir biliyor musunuz?

Birisi postallı,öbürü rugan ayakkabı giyiyor.

Ha,Kenan EVREN ve arkadaşları,yeni anayasal düzenlerini kurarak meşruiyet kazanmalarına rağmen,faşist uygulamalara imza atmışlar,halkımıza eziyet ve işkenceler uygulamışlar ve buna göz yummuşlar,yolsuzluk yapmışlar ve darbeden sonra bazı insanlık dışı suçlar işlemişlerse,ki; işlemişlerdir, tabi bu suçlarının hesabını vereceklerdi.Ancak, bu suçun adı darbe,anayasal düzeni yok etme olamaz.Türk Ceza Kanunu; darbeye teşebbüsü,darbe girişiminde bulunup da başarı gösteremeyenleri işaret etmektedir.Aynen,15.Temmuz da olduğu gibi.Evrensel ceza hukuku ilkesi vardır,kanunsuz suç ve ceza olamaz.Kenan EVREN bu ilke çiğnenerek yargılanmıştır.

Bu ülke;kullandığı yargı yetkisini,her türlü özlük haklarını ve meşruiyetini kendisinden aldığı anayasayı yaparak uygulamaya koyan ve hukuken meşruiyet kazanan 12 Eylül darbecilerini,hukuk adına koruyamayan,hukuki düşünemeyen,hukuki karar veremeyen savcı ve hakimler görmek istemiyor artık. 20/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




19 Ağustos 2021 Perşembe

SARAYDAN BİR AÇIKLAMA YAPILMALIDIR

 


AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Etiyopya Federal Cumhuriyeti Başbakanı Abiy Ahmed Ali ile gerçekleştirdiği baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak basın toplantısı düzenlemiş ve Erdoğan ile basın toplantısında konuşan Etiyopya Başbakanı'nın, "Büyük reformist ve karizmatik lider Mustafa Kemal Atatürk" sözü, 'Erdoğan'ın karizmatik liderliğine' bağlanarak tercüme edilmiş ve Atatürk'ten söz edilmemiştir.

Bu tecümede, “Mustafa Kemal Atatürk" sözüne yer verilmeyerek,ATATÜRK'e ve onun reformist ve karizmatik kişiliğine bilerek ve isteyerek bir sansür mü uygulanmıştır,yoksa anında yapılan tercümeden kaynaklı istem dışı bir hata,bir yol kazası mı yapılmıştır?

Bu konunun açıklığa kavuşturulması ve istem dışı bir tercüme ve tercüman hatası,yol kazası ise,saraydan bu konuda bir açıklama yapılmalı ve ATATÜRK adına,Türk Milletinden özür dilenmelidir.

Saray'ın sakini, partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı'nın; ATATÜRK'e yönelik allerjisi ve ATATÜRK'e yapılan onlarca hakaret ve haksızlıklıklara sessiz kalması,ister istemez bir kasıt mı var? sorusunu akla getirmektedir.

Kasıt varsa,saray tarafından bunun kabul görmesi, işin tabiatına aykırıdır.

Bu nedenle,hiç değilse, saray'ın; bu istem dışı bir hata ve bir yol kazası diyerek, Türk Milletine açıklama yapması ve özür dilemesi zorunludur.

Aksi halde,ATATÜRK'e karşı alçakça bir saldırı,saygısızlık ve sansürün uygulamaya konulduğunu kabul etmek gerekecektir.

Saray'dan bir açıklama bekliyoruz. 20/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

18 Ağustos 2021 Çarşamba

EVET HUDUT (SINIR) NAMUSTUR VAR MI İTİRAZI OLAN?

 



Son Afgan sığınmacı akını üzerine İstanbulda “Hudut Namustur” pankartı asan altı genç,polislerce gözaltına alınmışlar ve sonrasında da sorgulanarak,kendilerine yurt dışına, yani hudut dışına, çıkış yasağı konularak serbest bıraklılmışlar.

Hudutlarımızı korumakla görevli güvenlik güçlerimizi motive ederek,hudut ve sınır güvenliğimizi daha iyi korumaları için, hudut karakolları bölgesinde dahi yazılı olan “Hudut Namustur” sözünden, niçin gocunuyorsunuz,niçin üzerinize alınıyorsunuz,,bu sözün neresinde gözaltına alınmayı gerektirecek ve sorgulanarak, bir adli kontrol aracı olan yurt dışına çıkış yasağı uygulayarak serbest bırakıyorsunuz bu gençleri?

Ortada bir suç olmadığı için, gözaltı ve sorgunun dahi yapılmaması gereken bu gençlerimize yurt dışına çıkış yasağı konulması demek,siz aslında tutuklanacak bir suç işlediniz ama,tutuklama tedbiri yerine size yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükmünü uyguluyoruz denilmiş olup,gençlerimize yurt dışına çıkış yasağı koyan hakim, açıkça görevini kötüye kllanmış ve suç işlemiştir.

Bu mantıkla hareket edilecek olursa,hırsızlık ve yolsuzluk; ahlaken,dinen ve yasalarımıza göre yasaktır, suç ve günahtır da mı, diyemeyeceğiz?birileri alınır ve üzülürler belki diyerek.

Evet,bize göre de hudut ve sınırlarımız; T.C. Devetinin namusudur ve sınırlarını korumak,devletimiz adına, iş başındaki siyasal iktidarın en birincil ve asli görevidir.Tıpkı genç kızlarımızın ve kadınlarımızın,gözleri dönmüş namussuz ve ırz düşmanlarından, namuslarını korumaları gibi. O yobaz ırz düşmanları değil midir?Namuslarına saldırılan kız ve kadınlarımız için, çok afedersiniz,onlar da kıçlarını başlarını açmasaydı diyerek,kendilerini savunmaya kalkışan.

Kızlardan ve kadınlardan kıçını başını örtmelerini isteyeceksiniz,siz sınırları ardına kadar açarak ülkeyi yolgeçen hanına çevireceksiniz,buna karşı çıkarak,dudut namustur diyen gençleri gözaltına alacaksınız.

Hudut ve sınırlarımızı korumayacaksak, bu kurtuluş savaşını ve savaş sonrası sınırlarımızı çizen ve güvence altına altına alan antlaşmaları niçin yaptık?

Hudut ve sınırların korunması,devletimizin hükümranlık ve egemenlik hakkıdır.Bu nedenle,hudutlarımız ve sınırlarımız; devletimizin ve milletimizin namusudur ve bağımsızlığıdır.

Hudut ve sınırların; her türlü kötü ve olumsuz, istem dışı,harici etkilerden, ülkenin demografik ve sosyal dengesine, ekonomisine, vatandaşlarının huzur ve mutluluğuna ve ülkenin güvenliğine olumsuz etki yapacak,yasa dışı kaçak göçlerden ve sınırdaş olmadığımız ülkelerden gelen makul seviyenin çok üzerindeki,adeta o ülke insanının büyük çoğunluğunun ülke değiştirerek, ülkemize toptan taşınması anlamına gelen sığınmacı akınından korunması ve sığınmacıların engellenmesi,devletimizin namusu olup,bu namusu korumak görevi de,iş başındaki siyasal iktidara aittir.

Siyasal iktidar;hudut namustur pankartı asan gençleri gözaltına alarak vakit kaybedeceğine,derhal hudutlarımızda gerekli tedbirleri alarak, ülkenin namusunu ve egemenlik haklarını ve bağımsızlığını korumalıdır.

İş başındaki siyasal iktidar; niçin alınıyor ve gocunuyor bu sözden?

Yoksa,ben sınırlarımı koruyamıyorum,siz şimdi iktidarımıza namussuz mu demek istiyorsunuz algısına ve sonucuna mı varıyor acaba?

Biz onu bilemeyiz,aslında bizi de ilgilendirmiyor, hangi algı içinde oldukları, pankart olayını nasıl yorumlarlarsa yorumlasınlar,doğru olan bir şey var ki; o da,hudut ve hudut güvenliğini sağlamak, gerçekten namustur,vatan severliktir,bir vatan borcudur,aksine davranış vatana ve millete ihanettir.

Pazartesi günü SÖZCÜ Gazetesindeki köşesinde tarihçi yazar Sinan Meydan'ın da belgeleriyle ve görüntüleriyle çok güzel yazdığı gibi;bizim, T.C.Devleti olarak,ATATÜRK'ün; silah arkadaşları ve Türk Miletiyle kazandığı, kurtuluş savaşının kazanılmasında ve T.C.Devletinin kuruluşunda,Afganistan'ın,manevi katkısı ve bizi tanıyan ilk ülkelerden biri olma dışında,hiçbir askeri ve mali katkısı olmamıştır,bilakis ATATÜRK Afganistan'a önderlik yapmış,Afganistanın kalkınması için uzmanlar göndermiş,maalesef Afganistan, ATATÜRK gibi bir deha ve devlet adamından yararlanamayı becerememiş olup; bu nedenle, sınırdaşımız dahi olmayan ve ülkesini korumaksızın Taliban'dan kaçan genç Afganlıları,namusumuz olan hudutlarımızı açarak, kitleler halinde sığınmacı olarak ülkemize kabul etme gibi bir diyet borcumuz olmadığı gibi,ülkelerini korumadan Talibandan kaçan bu kadar büyük bir sığınmacı kitlesini ülkemize kabul ederek, kendi insanımızın ve ülkemizin huzur ve güvenliğini,ekonomisini,demografik yapı ve dengesini yok etme gibi, insan üstü,bir insanlık görevimiz de yoktur.

İktidar aklını başına toplamalı ve bırakmadıkları yok ettikleri büyük Türkiye ve itibar edebiyatına son vermeli,ülkeyi düşürdükleri bugünkü haline, gerçekçi bakıp, hadlerini bilerek, hudut güvenliğini sağlayıp bu büyük ve genç Afgan insanının,istila derecesine varan göçüne engel olmalı ki; bu konuda,milletimizin,dışişlerinin ve parlamentomuzun bilgileri dışında,kapalı kapılar ardında, ABD ve AB ülkeleriyle gizli antlaşmalar yapıp sözler vererek, kendilerini ve ülkemizi bağlamadıklarını, kanıtlamalıdırlar.

İktidarın öncelikli görevi budur.

Bunun dışında,gençlerin ve CHP'nin astıkları “hudut,sınır namustur” pankartını nasıl yorumlarlarsa yorumlasınlar,o Türk halkını ve T.C.Devletini ilgilendirmemektedir. Ülkemizde bir devlet sorunu değil,ülkeyi bilerek ve isteyerek kötü yöneten bir iktidar sorunu vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti;er ya da geç, tekrar asıl gücüne ve potansiyeline,eski saygınlığına ve değerleine kavuşacaktır. 18/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

16 Ağustos 2021 Pazartesi

TALİBAN AFGANİSTANINA BAKINIZ VE AKLINIZI BAŞINIZA DEVŞİRİNİZ!...

 



Ve nihayet;Afganistan'ın başkenti Kabil'i de ele geçirerek,özgürlüklerin ve kadının adının dahi olmadığı Afgan İslam Emirliğini Dünya'ya ilan eden,çağ, insanlık ve hatta İslamlık dışı, iğrenç ve eli kanlı TALİBAN,resmen huzurlarınızda.

Şimdi, bazı okurların,ne alakası var,ülkemizi Taliban Afganistanı ile mukayese ederek,ülkemize ve insanlarımıza haksızlık ediyorsunuz dediklerini,duyar gibi oluyorum.

Bize göre;ha Taliban,ha Maliban.Al birini vur öbürüne.

Ülkemizde de, İslami ve şeriat esaslarına dayalı olarak,siyasal İslam, antilaik bir devlet düzeni kurmaya,millet ve ulus yerine, ümmet'i esas almaya kalkışırsanız,üç aşağı ve beş yukarı sizin de Taliban'dan bir farkınız olamaz.

Ülkemizde olup bitenlere bir bakınız,lütfen.

İnsanların yaşam biçimlerine, islami esaslara dayalı olarak müdahaleler ve dayatmalar olmakta,Diyanet İşleri Başkanı,laik bir devlete yakışmayacak bir şekilde protokolün en ön sıralarında yer almakta,Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş amacını aşan faaliyetlerin göbeğine çekilmekte,Devletin önemli tüm açılışları Diyanet İşleri Başkanının hazır olduğu ve okuduğu dualarla açılmakta,ATATÜRK'ün şahsı ve en başta laiklik olmak üzere, ATATÜRK'ün tüm ilke ve devrimleri,sistemli ve planlı bir şekilde saldırıya uğramakta ve saldırganlara devletin en üst makamlarından sahip çıkılmakta,bu saldırılara en küçük bir tepki gösterilmemekte,bu ülkenin partili Cumhurbaşkanı olan zat;ta, 24/Kasım/2014 tarihinde, Kadın ve Demokrasi Derneğinin İstanbulda düzenlediği KADEM 1.Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesinde yaptığı konuşmasında, “kadın ve erkeğin eşit olması fıtrata ters” diyerek, kadın ve erkek eşitliğini ret eden bir görüş açıklamakta,yine partili Cumhurbaşkanı olan iş başındaki zat;her fırsatta,hem Müslüman ve hem de hırsız ve yalancı olunamaz diyecek yerde,hem laik ve hem de müslüman olunamaz diyebilmekte,yine aynı zat, daha yakın bir tarihte, KKTC ziyareti öncesi yaptığı açıklamada; “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” diyebilmekte,kadın erkek eşitliğine dayalı,kadını erkek şiddettinden ve istismarından korumaya yönelik İstanbul sözleşmesi, yine partili Cumhurbaşkanı tarafından tek yanlı feshedilebilmekte, muhalefet susturulmakta,orman yangınlarına ve sel felaketlerine ilişkin haberlere sansür uygulanmakta,tüm bu olup bittelere, insanlarımız demokratik tepkilerini ortaya koyamamakta,Kastamonu'nun ilçelerinde vukubulan sel'in, önüne kattığı tomruklarla ilçeleri yok ettiği gibi,antilaik ve antidemokratik uygulamalarla,laik ve demokratik ATATÜRK Cumhuriyetinin değerleri, bir, bir ve sinsice yok edilerek,ülkemiz;Türk İslam Devleti oluşumuna doğru, adım adım yol almaktadır.

Buradan,ülkemize Bir şey olmaz diyerek kendilerini avutan insanlarımıza sesleniyoruz.Taliban Afganistanına bakınız ve aklınızı başınıza devşiriniz.

Bugün gerçek habercilik yapan bağımsız televizyon kanallarının yayınladığı,Kabil Havaalanında yaşanan o içleracısı,Taliban zulmünden kaçış için, insanların uçaklara binebilmek uğruna yaşadıkları dramı görmüş olmalısınız.

Antilaik ve totaliter siyasal İslam Devletlerinin; insanlık ve hatta İslam dışı ilkel ve çağdaşlıktan yoksun,insana,özgürlüklere ve özellikle kadına değer vermeyen içyüzünü ve gerçekleri görünüz artık,demokratik ve laik ATATÜRK Cumhuriyetinin değerine ve geleceğine sahip çıkınız,demokratik yollardan yeter artık hayır demekte geç kalmayınız.16/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Ağustos 2021 Pazar

SANATÇILAR BU ÜLKENİN GERÇEK AYDINLARI OLUP ÜLKELERİYLE İLGİLİ KAYGILARINI DİLE GETİRMEK DE ASLİ GÖREVLERİDİR

 



Sanatçılar Girişimi çok sayıda sanatçı ve yazarın imzasıyla, ülkede yaşanan sorunlara dair bildiri yayımladı,geçtiğimiz günlerde.

Sevgili halkımıza” seslenişiyle başlayan ve her biri kendi alanında seçkin yazar, ressam, heykeltıraş, müzisyen, tiyatro ve sinema sanatçısının imzalarının yer aldığı bildiride; siyasal iktidarın çağdaşlık değerlerine karşı eylem ve girişimleri eleştirilirken, muhalefetteki güçler de, daha cesur ve kararlı olmaya çağırılıyor.

ERDOĞAN da bu bildiriye tepki göstererek;"Bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyor. Onların meslekleri sanat. Hangi sanatsa sanatlarını icra etsinler. Biz de onlara saygı duyalım. Erken seçimmiş, başkanlık sistemiymiş. Bırakın bunlar bizim işimiz. Ömrümüzü buna vermişiz, siz anlamazsınız. Piyano, keman, sazını çal dinleyelim. Bu işlere burnunu sokma" diyerek, karşılık vermiş.

Hep aynı taktik.

Ülkeyi kötü yönet,anayasa ve yasaları çiğne,devletin geleneklerini ve Cumhuriyetin değerlerini,demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini,kuvvetler ayrımını, parlamentoyu, yargı bağımsızlığını yok et, hazineyi boşalt,128 milyar doları buharlaştır,fakir halktan topladığın trilyonlarca dolar vergilerden oluşan devletin paralarını çarçur et,lüks ve saltanatında kullan,yatırımları ülkenin ve halkın önceliklerine göre yapma,üretimi yok et,üretmeden tüket, tarımı yok et,tarım ürünlerini dahi dövizle ithal et,ülkenin tüm ekonomik varlıklarını yok pahasına sat,elde kalanları da, varlık fonu adı altında bir havuzda topla ve özel hukuk kurallarına göre yönet,Sayıştay denetiminden sakla,hesap verme,bu ülkenin gerçek aydınları, düşünen ve olup bitenleri sorgulayan beyinleri,ülke sorunlarını yaptıkları sanata ve ürettikleri sanat eserleine yansıtan her dalda sanatçımızın, ülke sorunlarıyla ilgili kaygılarını dile getirdikleri bildiriye karşı çık ve ülkenin gerçek aydınları olan sanatçılarımızı, siyaset yapmakla suçla ve sanatçılarımıza karşı “Bırakın bunlar bizim işimiz. Ömrümüzü buna vermişiz, siz anlamazsınız. Piyano, keman, sazını çal dinleyelim. Bu işlere burnunu sokma” deme hakkını kendinde gör.

Saraya yağ çeken,yandaş sözüm ona sanatçılara ses çıkarma,onları sarayda ağırla ve sırtlarını sıvazla,saray yönetimini eleştiren,ülkesinin ve halkının yararlarını savunan,kötü yönetime karşı haklı kaygılarını bidiriyle açıklayan gerçek sanatçıları,siyaset yapmakla suçla.Yok öyle yağma.

Sen, ülkeyi anayasaya ve yasalara göre, adam gibi yönet ki;gerçek sanatçılar rahat bir şekilde,huzur içinde sanatlarını yapabilsinler ve kaygılarını dile getirmesinler.

Ne demek;siz anlamzsınız,bu işlere burnunu sokma?

Asıl siz, bu işlerden anlamadığınız içindir ki;ülkenin gerçek aydınları olarak sorumluluk duyan sanatçılarımız, kaygılarını açıklamak zorunda kalmışlardır.

Sanatçılarımız da, bu ülkenin insanları olup,ülkenin iyi yönetilmesini isteme ve kötü yönetimleri eleştirme ve uyarma hakkına sahiptirler.

ERDOĞAN ve onun temsil ettiği zihniyet;çok sesli ve çoğulcu demokrasiyi,sadece seçimlerden seçimlere sandığa giderek oy atmaya indirgediği,demokrasiyi çoğulcu değil,çoğunlukçu bir sistem olarak gördüğü için,ülke sorunlarına kafa yormakla ve ülke sorunlarını, yaptıkları sanatlarına ve ürettikleri sanat eserlerine yansıtmakla görevli sanatçılarımızın, halkımıza duyurdukları haklı kaygılarından,kendi siyasal gelecekleri için kaygı duymuşlardır.

Her zaman söyledik ve söylemeye devam edeceğiz,demokrasi;çok sesli ve çoğulcu bir sistemdir,yönetenleri seçen halk ve toplumun sosyal katmanları,sanatçıları,bir sonraki seçimlere kadar, kendilerini yönetenleri eleştirmekle görevlidirler,yani eleştirmek ve kaygı bildirmek, hak olmanın yanında bir görevdir.

Demokrasilerde; seçimler bittikten sonra,demokrasinin olmazsa olmazı,sivil toplum örgütleri,barolar,sendikalar,meslek kuruluşları, birer baskı grubu olarak devreye girerler ve politik görüş ve eleştirilerini dile getirirler,ülkeyi yönetenler de bu eleştirilere kulak kabartırlar ve ders çıkarırlar,eleştiriye eleştiriyle cevap verme ve demokratik baskı gruplarını yok sayma hakları yoktur.

Demokrasi;demokrasiden anlayan,demokrasinin ne olduğunu bilen,demokrasiyi hazmeden,özümseyen,demokrasiyi seçimden,oy sandığından ibaret saymayan,gerçek aydın,özgürlüklere saygılı ve laik insanların siyaset yaptıkları,çok değerli ve asil bir rejim olup,bu asaleti yok etmeye kimsenin hakkı yoktur.Aksini düşenenler,demokrasi düşmanı olup, demokrasi kelimesini ağızlarına dahi almamalıdırlar. 15/08/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


11 Ağustos 2021 Çarşamba

YAZIKLAR OLSUN SİZE

 



Yazıklar olsun size.

Ülkenin, T.C.Devletinin tüm kazanımlarını;hazinesini,demokrasisini,Cumhuriyetin tüm kural ve kurumlarını,Devletin ve dışişlerinin tüm geleneklerini,özgürlükleri yiyip bitirdiniz.

Demokrasiyi;eşit koşullarda yapılmayan,muhalefetle silahlarda eşitliğin olmadığı göstermelik seçimlere indirgediniz.Seçim eşittir, demokrasi dediniz.Eşit koşullarda yapılmayan seçimleri kazanmakla, yasalara ve anayasaya aykırı her istediğinizi yaparak halka kabul ettireceğinizi zannettiniz ve bunu kendinize hak bildiniz.

İyi Parti Genel Başkaını AKŞENER;bu sefer,Sivas ilimizde yine sözlü taciz ve saldırıya uğradı,halkla ve esnafla yaptığı görüşmelerde saldırıldı,Rize de olduğu gibi.

Muhalefete yönelik bu saldırılar, bir türlü sonlanmak bilmiyor. Saldırılar,saldırganların yanında kar kalıyor ve topluma ve siyasete korku salınıyor,muhalefetin pes etmesi ve meydanı AKP ve genel başkanına bırakması isteniyor, adeta.

Bir hatırlayınız,AKŞENER'in Rize ilimizde uğradığı saldırıdan sonra, partili cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı EROĞAN,bu saldırıyı kınayacağına, kınamadığı halde ne demişti?”Daha neler olacak neler,dur bakalım bunlar iyi günler” dememiş miydi.?

Aynen bunları söylemişti.

Cumhurbaşkanı olarak,olmayan anayasamıza ve ettiği yemine göre, tüm milletin birliğini temsil etmesi gereken partili Cumhurbaşkanı; bu ve benzeri onlarca söylemiyle, toplumun birliğini ve dirliğini bozan,toplumu ayrıştıran bölücü ve kutuplaştırıcı bir iklimin ülkemizde oluşmasına neden olmuştur.

Bu nedenle,AKŞENER'e ve diğer muhalefet partisi liderlerine ve gazetecilere yönelik saldırılar,bize sürpriz gelmemektedir,partili cumhurbaşkanının bu topluma ektiği nifak tohumları yeşerdikçe ve seçimler yaklaştıkça,muhalefet partilerini ve tüm muhalif kesimi susturmak,korkutmak ve yıldırmak için bu tür saldırılar maalesef artarak devam edecektir.

Ülkeyi,ABD başkanı BİDEN ile devlet ve dışişleri geleneklerine aykırı olarak yaptığınız kayıt dışı ve gizli görüşmelerde verdiğiniz sözlerle, Suriye'den sonra, Afganistan ve Taliban bataklığına sokmanın hazırlığı içindesiniz.

Bu nedenle, tüm muhalefet partilerini susturmak ve ülkenin zararına ama kendi çıkarlarınıza uygun karar ve politikaları engelsiz bir şekilde uygulamak istiyorsunuz.

Rize de ve Sivas da, parti çalışmaları yaparken ve halkın dertlerini dinlerken saldırıya uğrayan İYİ Parti Genel Başkanı'nı, bırakınız parti lideri olmasını,bir kadın olarak dahi koruyamadınız.İstanbul Sözleşmesini, tek yanlı olarak fesih etme nedeniniz,şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Sizin tek derdiniz,ömür boyu iktidarda kalmak ve bu nedenle sadece saray ve kendinizi ve çevrenizi korumak,devletin tüm imkanlarını,kendi yararınız için kullanmaktır.

Son günlerde ortaya saçılan uyuşturucu baronlarına yönelik iddiaların ve bu iddialara karışan şahsiyetlerin, saray ile olan yakınlıkları ve içli dışlı ilişkileri de, ülkemiz adına büyük bir üzüntü ve utanç kaynağı olmuştur.

Bu ülkenin tek sorunu vardır bize göre,işbaşındaki AKP iktidarının ülkemizi yönetemediği değil,kendi çıkarları için,bilerek ve isteyerek,kötü ve anayasa dışı yönetmesidir.

Bir bayan parti iderini dahi koruyamayan,temel hak olan siyaset yapma ve yaşam hakkkını koruyamayan ve can güvenliğini sağlayamayan,beyanlarıyla saldırganlara cesaret aşılayan iş başındaki AKP saray yönetiminin,bir de yeni anayasa yapmaya soyunması, iyice canımızı sıkıyor ve yakıyor.

Güler misiniz, ağlar mısınız, ülkemizin bu içler acısı hazin haline? 11/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

5 Ağustos 2021 Perşembe

ERDOĞAN DİYELİM Kİ GÖZLERİNİZ KÖR VİCDANINIZ DA MI KÖR SİZİN?

 


Aslında, bu sıcakta, bugün makale yazmamaya karar vermiştim.

Ama,ülkemizin gündemi o kadar hızlı çalışıyor ve değişiyor ki;mutlaka yazacak bir konu çıkıyor ve yazmak zorunda kalıyorsunuz.

Dün gece, partili Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı,ülkemizi yasa boğan son orman yangınlarıyla ilgili bilgiler vermek ve sorulan çanak soruları cevaplandırmak için yandaş kanallara çıkarak beyanlarda bulundu.

En dikkat çeken husus,ormanlarda çıkan yangının kısa sürede söndürülemeyerek yerleşim merkezlerine de yayılmasının sorumluluğunu, çoğu CHP'nin yönetimindeki büyük şehir belediyelerinin üzerine yıkmış olmasıdır.

AKP Genel Başkanının bu şaşırtan beyanları;bize,diyelim ki;gözleriniz kör oldu,sizin vicdanınız da mı kör oldu sözünü söylememize neden oldu.

ERDOĞAN demiş ki;”Devlet olarak bizim görevimiz nedir? Devlet olarak görevimiz, tarım, orman ve hayvancılık, bütün bu ormanların bakımı, ıslahı; yangınların söndürülmesi birinci sorumluluğumuz. Yerleşim yerlerindeki yangınların sorumluluğu ise, büyükşehir belediyelerine aittir. Antalya Büyükşehir Belediyesi birinci derecede sorumludur. Muğla, İzmir ve Aydın'da belediyelerin birinci sorumluluğudur. Bunlar 'Hayır bizim sorumluluğumuz yok' diyemezler. Açsınlar yerel yönetimlerle ilgili yasayı iyice incelesinler. “

Bu beyan, tam bir demagoji ve gerçekleri siyasi çıkarı için çarpıtmadır.

Adama sorarlar.

Güzel doğru söylüyorsun Sayın ERDOĞAN; ormanların bakımı,ıslahı,orman yangınlarının söndürülmesi,yasalarımıza göre, Devlet olarak,merkezi yönetim olarak,birinci derecede sizin sorumluluğunuz ve göreviniz. Yerleşim yerlerindeki yangınların söndürülmesinin sorumluluğu ise, büyükşehir belediyelerine aittir.

Ama,ülkemizin yaşadığı,yerleşim alanlarına da sirayet eden somut olayımızdaki orman yangınlarının bir özelliği var.Öyle,soyut yasa maddelerine sığınarak kendinizi savunup temize çıkamazsınız ERDOĞAN.

İnsan da biraz insaf olur,vicdan olur,herşey halkımızın gözleri önünde cereyan ediyor,halkımız da tüm gerçekleri görüyor,bu nedenle de, emrinizdeki RTÜK devreye girerek, doğruları haber yapan yangınlardan ve bu yangınların söndürülmesi için canla başla çalışan merkezi yönetime destek olan belediyelerin ve halkımızın cansiperane topyekün mücadelesinin haber ve görüntülerini ekranlara taşıyan ve gerçek gazetecilik yapan televizyon kanallarımıza, bu görüntüleri verdikleri için cezalandırılacakları tehdidini ve sansür içeren yazılar göderiliyor.

Sayın ERDOĞAN;size sorulamayan bir soruyu sormakla başlamak istiyoruz.

Güzel,çok doğru,sizin de söylediğiniz gibi,yerleşim yerlerindeki yangınların söndürülmesinin sorumluluğu, büyükşehir belediyelerine aittir.

Bize söyler misiniz lütfen, bu yangınlar ilk olarak nerede çıktı,yangınların ilk çıkış yerleri,odağı ve orijini neresi,sizin,yani devletin,merkezi yönetimin,Orman Bakanlığının sorumluluğu altındaki ormanlarımız değil midir?

Haydi vicdanınız körleşmiş,gözünüz de mi kör oldu sizin?

Ülkemizdeki son orman yangınlarının tümü de orman mıntıklarımızda çıkmış ve zamanında etkin bir mücadele ortaya koyamadığınız,aciz ve şaşkın kaldığınız için, maalesef şehirlerimize ve yerleşim yerlerimize sirayet etmiştir.

Sayın ERDOĞAN; sizin suçladığınız ve doğrudan kendi sorumluluğunuzu,haksız ve insafsız bir şekilde üzerlerine attığınız Büyük Şehir Belediyeleri;sizin,çıkan orman yangınlarını,çıktıkları anda,gecikmeksizin ve yayılmadan söndürerek kontrol altına alabilmek için,ülkemizin ihtiyaçlarına yeterli ve en uygun,yangın söndürme uçakları ve helikopterleri ile sair araç ve gereçleri ve personeli,kiralık ve geçici olaarak değil,demirbaş ve kadrolu olarak,önceden hazır kuvvet şeklinde hazır etmediğiniz için bu orman yangınları günlerce sürmüş ve maalesef belediye hudutlarına, yerleşim merkezlerine ulaşmıştır.Bu nedenle,belediyeleri suçlayacağınıza,beldeleri,şehirleri yanan belediye başkanlarından ve belediye başkanlarının şahsında, şehirlerimizde yaşayan ve ormandan sirayet eden yangın nedeniyle mağdur olan halkımızdan, özür dilemek zorundasınız.

Ormanlarda başlayan ve ormanlarımızı yok ettikten sonra,yerleşim merkezlerine kadar ulaşan sizin sorumsuzluğunuz ve ihmallerinizin eseri, temelde orman yangını olan bu yangını;şehirde bir ev veya bir mahalle ile sınırlı mevzi ve klasik bir şehir yangınıymış gibi göstererek,bu yangından Büyük Şehir Belediyeleri sorumludur diyerek sıyrılamazsınız ve Güneş'i balçıkla sıvayamazsınız.

Biraz insaflı ve vicdanlı olunuz,halkı enayi yerine koymayınız.

Kaldı ki;belediyelerimiz ve halkımız;sizin deyiminizle, oman yangınlarından yasal olarak sorumlu olmadıkları halde,vicdanlı oldukları için, ormanlarımızın cayır cayır yanmasına seyirci kalamamış ve ormancıların yangınla mücadelesine, tüm imkanlarıyla ortak ve yardımcı olmuşlardır.

Korkunun ecele faydası yok,boş yere gerçekleri saptırarak çırpınmayınız.Bu yangın, sizi de sandıkta,demokratik yollarla yakacak ve ormanlarımız gibi, yok olacaksınız siyaset sahnesinden. 05/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

4 Ağustos 2021 Çarşamba

RTÜK ACİZ VE BECERİKSİZ SİYASAL İKTİDARLARIN JANDARMASI DEĞİLDİR!...

 


Kısaca RTÜK olarak ifade edilen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu;

Radyo ve Televizyonların Kuruluş Ve Yayın Hizmetleri Hakkında kanun uyarınca;

Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idarî ve malî özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliği niteliğinde kurulmuş bir kuruldur.

Üst Kurul, bu Kanun ve mevzuatta kendisine verilen görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır.

Peki.nedir RTÜK'e verilen görev ve yetkiler?

Bu ilgili yasanın 37.maddesinde açıkça belirtilmiştir.Bu maddeye göre RTÜK;

Yayın hizmetleri alanında ifade ve haber alma özgürlüğünün,

Düşünce çeşitliliğinin,

Rekabet ortamının ve

Çoğulculuğun güvence altına alınması,

Kamu menfaatinin korunması amacıyla gerekli tedbirleri almak,

Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yerleşik medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerini, bu Kanun hükümlerine ve Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalara uygunluğu açısından izlemek ve denetlemektir.

Buna göre RTÜK'ün;radyo ve televizyon yayını yapan kuruluşlara,yayından önce, sansür anlamına gelen tehditler içeren yazılı ve/veya sözlü emir ve talimat vermek,aksi halde ceza uygulayacağı konusunda alenen tehditler savurmak görev ve yetkisi yoktur.

Hal böyleyken;ülkemizi,büyük acılara yasa boğan son orman yangınlarının seyri konusunda,halkımızı bilgilendirmek,halkın haber alma özgürlüğüne katkı sunmak,halkımızı ülkeyi tehdit eden orman yangınlarına karşı daha duyarlı kılmak,yangının acı tahribatını gözler önüne sererek,tehlikenin ciddiyetini gören halkımızı önlem almaya çağırmak,yangınların biran önce söndürülmesi için yardım ve dayanışmaya davet etmek,bu büyük acı ve tehlike karşısında halkımızda milli birlik ve beraberlik ruhunu canlandırmak ve canlı tutmak amacıyla, yangınları naklen mahallinden görüntülü olarak yayınlayarak,canları pahasına ve milyonlarca para harcayarak halkımızı bilgilendiren ve adeta bir kamu hizmeti sunan televizyon yayıncı kuruluşlarımıza,RTÜK Başkanlığı imzasıyla bir yazı gönderilerek;

Medyamızın sorumluluk şuuru içinde hassaslıkla hareket etmesi, vatandaşlarımızın ve yangın söndürme gruplarının moral ve motivasyonu açısından çok önemlidir.

Birçok yayıncı kuruluşun bu mevzuda gereken hassasiyeti göstermediği, kamuoyunda dehşet ve telaş uyandıracak halde haberlerin aktarıldığı, alandan yapılan devamlı canlı yayınların halkın ve yangın söndürme gruplarının motivasyonunu kıracak halde oldığı görülmektedir.

130 farklı noktada çıkan yangınlar acil müdahale grupları tarafından muvaffakiyetle söndürülmüşken buraları hiç görmeksizin yalnızca yanan alanların ısrarla ekranlara taşınması, kaos havası beklentisinde olan çevrelerin istediği istikamette bir yayıncılıktır.

Bugün prestiji ile, RTÜK uzmanları tarafından cezai yaptırıma temel oluşturulması gayesiyle raporlama çalışmasına başlanılmıştır” şeklinde, tehdit ve sansür içeren beyanlara yer verilmesi,RTÜK'ün görev ve yetkilerini kötüye kullanmak olup,bu aynı zamanda soruşturma konusu yapılması gereken bir suçtur.

RTÜK;üstüne vazife olmayan, gerçeklerle de bağdaşmayan,yanlış ve maksatlı sübjektif değerlendirmeler içeren, siyasal iktidarın;orman yangınlarının söndürülmesindeki başarısızlığını,çaresizliğini aczini,şaşkınlığını,yangınla mücadele için önceden tedarik etmekle görevli olduğu yangın söndürme uçak ve helikopterlerinin tedarikindeki büyük ihmalini gizlemek amacıyla,televizyon yayıncı kuruluşlarına gönderdiği bu sansür ve tehdit içeren yazısıyla; idarî ve malî özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliği olma niteliğini kaybetmiş ve siyasal iktidarın bir maşası ve kuklası olduğunu, bir kez daha göstermiş ve suç işlemiştir.

RTÜK gönderdiği yazısında;” kamuoyunda dehşet ve telaş uyandıracak halde haberlerin aktarıldığı”değerlendirmesinde bulunuyor.

Allahtan korkun bari,yayıncı kuruluşların; yangın yörelerinden, halkımızı bilgilendirmek amacıyla aktardığı haber ve görüntüler, gerçek olup,canlı yayında görüldüğü gibi, o anda canlı olarak yaşanan haber ve görüntülerdir.Bu nedenle, bu gerçek haber ve görüntülerin, kamuoyunda dehşet ve telaş uyandırdığını ve bu haber ve görüntülerin, dehşet ve telaş uyandırmak amacıyla verildiğini,hangi akıl ve mantıkla söyleyebiliyorsunuz?Aktarılan görüntü ve haberler,aslında vukubulmadığı ve gerçek olmadığı halde;halkımıza,gerçek dışı ve yalan haber ve montaj görüntüler, gerçekmiş gibi verilirse,ancak bu bu taktirde, o gerçek dışı haber ve görüntülerin kamuoyunda dehşet ve telaş uynadırdığından söz edilebilir.RTÜK bu gerçeği dahi görmezlikten gelmektedir.

Mümkün değil ama,tabii bir afet olan depremlerin önceden tespit edilmesi mümkün olsa ve televizyonlar gerçekten kesin olarak gelecek olan depremi halka haber olarak aktarsalar,kamuoyunu ve halkı dehşet ve telaşa düşürmüş mü olacaklardır?RTÜK'ün mantığından ve aklında hareket ederseniz,kamuoyunu dehşet ve telaşa düşürmüş olacaklardır.

RTÜK'ün bu tehdit içeren yazısında;”130 farklı noktada çıkan yangınlar acil müdahale grupları tarafından muvaffakiyetle söndürülmüşken, buraları hiç görmeksizin yalnızca yanan alanların ısrarla ekranlara taşınması”eleştiriliyor.

Ey RTÜK;haber değeri olan haber diye bir şey vardır, yayıcılık ilkeleri arasında

Burada,öncelikli haber değeri taşıyan husus;hala devam etmekte olan yangınlar olup,televizyonlar öncelikle, yanan kesimleri haber ve görüntü olarak sunmuşlardır,kaldı ki,kontrol altına alınan yangın bölgeleriyle ilgili haberlere de yer vermişlerdir.

Bu itibarla, siyasal iktidarın jandarmalığına,siyasal iktidarın orman yangınlarının söndürülmesindeki acz ve beceriksizliğini gizlemeye soyunarak, televizyon yayıncı kuruluşlarına tehdit ve sansür içeren talihsiz yazıyı gönderen RTÜK'ü kınıyor ve yasal görev ve yetki sınırları içinde iş yapmaya davet ediyoruz. 04/08/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




3 Ağustos 2021 Salı

YANDAŞ YAZARLARDAN İNCİLER

 


İktidar yandaşı havuz medyasının yazarlarının yüreğimizi yakan orman yangınlarına yaklaşımını ibretle izliyoruz.

Hürriyet gazetesinin iktidar sözcüsü yazarı Abdülkadir SELVİ yazmış ve diyor ki;

Deprem oluyor, sel geliyor, ormanlarımız yanıyor, insanlarımız ölüyor, cinayet işleniyor. Biz o derdimizi bırakıp sosyal medya terörü ile uğraşmak zorunda kalıyoruz.

Bu durum artık bir sosyal medya sorunu olmaktan çıktı. Tam olarak adını koyacak olursak bu durum artık bir milli güvenlik sorununa dönüştü.

Ormanlarımız yanıyor, insanlarımız yanıyor, börtü böcek yok oluyor. Ama bunlar içsavaş çıkarmak için sosyal medyayı bir silah olarak seçmişler, oradan yeni ateşler yakmanın peşindeler.”

Tarafsız olduğunu iddia ederek, bilmiyorum şimdilerde devam ediyor mu,zira izlemiyoruz,tarafsız bölge Tv.programının yapımcı ve sunucusu ve yandaş Hürriyet Gazetesinin genel yayın yönetmeni Ahmet HAKAN da;

Bir yanda orman yangınları...

Bir yanda da nifak yangınları... “diyerek,

Yangınları söndürmekte acizlik gösteren,ihmalleriyle ve vurdumduymazlıklarıyla ormanlarımızın yanmasının tek sorumlusu siyasal iktiadara sahip çıkıyorlar ve yangınlar karşısında aciz kalan ve şaşkınlık yaşayan iktidara,demokratik haklarını kullanıp, haklı olarak yapıcı eleştirilerde bulunan,bu konuda sosyal medyada veya diğer ortamlarda eleştiriler yapan kişi ve kurumları terörist ilan edip, nifak yangınları çıkarmakla,yangın felaketinin üzerine, ikinci bir felaket, adeta bir milli güvenlik sorunu yaratmakla,iç savaş çıkarmakla,bunun için de sosyal medyayı silah olarak kullanmakla,yeni ateşler yakmanın peşinde koşmakla suçluyorlar.

Aymazlığın ve yandaşlığın bu kadarına da pes doğrusu.

Demokratik eleştiri haklarını kullanarak sosyal medyada kalemleriyle görüş açıklamak,nasıl terör oluyor anlamakta zorlanıyoruz.

Daha da ileri giderek, bunun bir milli güvenlik sorununa dönüştüğünü iddia ediyor utanmadan.

Yine utanmadan;”Ormanlarımız yanıyor, insanlarımız yanıyor, börtü böcek yok oluyor. Ama bunlar içsavaş çıkarmak için sosyal medyayı bir silah olarak seçmişler, oradan yeni ateşler yakmanın peşindeler.”demekte.

Ormanlarımız yanıyor, insanlarımız yanıyor, börtü böcek yok oluyor.”diyorsun,peki niçin yanıyor bunlar,niçin söndürülemiyor çıkan yangınlar, bir düşündün mü? SELVİ efendi.

İşte, sizin adeta terörst ve milli güvenlik sorunu yaratmakla suçladığınız o insanlarımız;ormanlar,insanlar,börtü böcek yanarak yok oldukları için, ciğerlerini yakan bu acı ve üzüntülere tepkisiz kalamayarak,ormanlarımızın,insanlarımızın,börtü ve böceklerin yanmaları karşsısında çaresiz ve aciz kalan siyasal iktidarı haklı olarak eleştiriyorlar.

Ülkemizde, kağıt üzerinde de kalmış olsa, bir açıklık ve çoğulcu bir özgürlükler rejimi olan demokrasi olduğuna göre,halkın eleştiri haklarını kulllanmalarını, nifak tohumu ekmekle,milli güvenlik sorunu çıkarmakla suçlamak, büyük bir haksızlık,had bilmezlik ve aymazlıktır. 03/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

2 Ağustos 2021 Pazartesi

HIRSIZA YOL GÖSTERMEK



Hırsıza yol göstermek,yılanı deliğinden çıkarmak diye deyimler vardır, sık kullandığımız.

Bu deyimler, kısaca;birine, bilmeyerek kötü bir işte yardımcı olmak,uyuyan yılanı uyandırarak harekete geçirmek, kötü bir eyleme sevk etmek anlamına gelmektedir.

Bu nedenle,ülkemizin birçok yerinde çıkan ve yüreklerimizi yakan son orman yangınlarının,soruşturmalar sonlanmadan, PKK terör örgütü militanları tarafından çıkarıldığını iddia eden iktidar yandaşlarını anlamakta, zorlanıyoruz.

Kaldı ki;yangınların, PKK terör örgütü militanları tarafından kasten çıkarılmış olması,bu yangınları sömdürmekte acizlik gösteren,şaşkınlık içinde kazazedelere çay dağıtan siyasal iktidarın sorumluluğunu asla ortadan kaldıramaz.

Diyelim ki;yangınları PKK militanları çıkardılar,ülkeyi yöneten iş başındaki siyasal iktidar,ben bu yangından sorumlu tutulamam,bunu söndürme görevi bana ait değil diyebilir mi?

Tabii ki;diyemez.

Hal böyle iken;kesin kanıtlarına ulaşmadan, yangınları PKK militanları çıkarmıştır demek;beceriksizliğe bahane uydurmak ve büyük bir haksızlık olduğu kadar,uyuyan yılanı uyandırmak ve hırsıza yol göstermektir.

Bu iddialar üzerine,yangınların oluşmasında hiçbir rolleri olmayan PKK militanlarına yol göstermiş olmuyor musunuz?

Bu haksız ve gerçek dışı iddialar nedeniyle;PKK militanlarını yuvalarından çıkararak, onlara orman yangınları çıkarmaları konusunda fikir verip yardımcı olmak ve örgütün propagandasını yapmalarına olanak sağlamak ve mücadele ettikleri T.C.Devletine zarar vermelerine yol açmak hangi akla sığar anlamakda zorlanıyoruz.

Bir takım sabotaj iddialarında bulunurken, herkes akıllı olmak ve bunun muhtemel zararlı sonuçlarını da düşünmek zorundadır.03/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

BİR BARDAK DEMLİ ÇAY'DA BOĞULMAK

 



Gerçek anlamıyla, insan bir bardak demli çay içinde boğulmaz tabi.

Mecazi olarak kullanılırsa, insan bir bardak suda da,çay'da da boğulabilir.

Bir bardak çay,bazen insanın boğazında kalır, ya da midesine oturur.

İş başındaki; beceriksiz,ülkeyi yönetmekten aciz,ülkenin değil kendi politik çıkarlarını ve siyasal iktidarının geleceğini düşünen ve tüm faaliyetlerini ve yatırımlarını buna odaklayan,söndüremediği orman yangınlarından utanarak istifa edip halkından özür dilemesi gereken, ülkeyi babasının çiftliği gibi kendi sübjektif ve yanlış kararlarıyla tek başına yöneten AKP Genel Başkanı,ülkemizi büyük acı ve yasa boğan son orman yangınlarını yerinde izlemek üzere geldiği Marmaris'de de,her felaket mahallinde tekrarladığı gibi,yangınzede Marmaris halkına da, 200 gramlık çay paketlerini,alın başınıza çalın görüntüsü içinde atarak, ulufe dağıtır gibi dağıtmıştır.

Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı sözünü hatırlatan büyük bir gaf ve garabet içeren bu hareketi,ben veya bir başkası yapsa,poposundan soluyan Marmaris halkı,sen bizimle alay mı ediyorsun diyerek, sanırım benim aklımdan şüphe ederler ve gereğini yaparlardı, oracıkta.

Yangın ile çay arasında ne gibi bir ilişki var ki;acı içinde kıvranan,buldukları bir bardak suyu dahi, yanan ormana dökerek, acılarını dindirmek isteyen halkımıza, hangi yüzle ve gerekçeyle çay dağıtırsınız siz?

Bu davranış;düpedüz,halkımızla alay etmektir.

Şaşkınlık ve acizlik alametidir.

Halkımızın;çay demlemeye bulacak ne suyu,ne zamanı ve ne de keyfi vardır.

Çay,yoksulun keyif içkisidir.Keyifliyse, çay içer ve çay içmekden zevk alır.

Bir zamanlar bir reklam vardı televizyonlarda.Bir firma verdiği reklamlarda;”size ceket veremedik,pantolon verelim” derdi.Aslında bu reklamda dahi, bir uyum vardı,ceket ve Pantolon birbirini tamamlayan şeylerdi.Sırıtmıyordu bu reklam.

AKP Genel Başkanı ise;Marmaris halkına,cayır cayır yanan ormanlarınızı söndürmek için yeteri kadar uçak,helikopter ve sair araç ve gereç veremiyoruz ama,sizlere 200 gram paketler halinde çay verelim diyor ve çay paketlerini halkın üzerine fırlatıyor,pes doğrusu.

AKP Genel Başkanının bu gafları duracağına, artarak devam ediyor.

ERDOĞAN ve partisi AKP için hiç hayra alamet değil bunlar.

ERDOĞAN'ın; bu garabet içeren,acılı ve üzüntülü halkıyla adeta alay eden bu gafları,inşallah milletimiz ve ülkemiz için hayırlara vesile olacak ve zamanında veya erken yapılacak ilk seçimlerde,millete dağıttıkları bir bardak çay suyunda (Yani sandıkta) boğularak, iktidarı gerçek sahiplerine bırakıp gideceklerdir. 02/08/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu