26 Şubat 2022 Cumartesi

BARIŞ


Beş harf ve iki heceden oluşan,

Bazılarımızın nüfus kağıtlarının isim bölümünde yer alan,

Soyut ve anlamsız bir kelime değildir,

Anlam yüklü,iyiliğin, mutluluğun ve insanlığın,

Temel taşıdır,

Barış.

Yaşandıkça varlığı fark edilemese de,

Kaybedildiğinde varlığı ve değeri anlaşılandır,

Barış.

Güçlünün,gücünü kontrol edebilmesi,

Gücünü güçsüzü ezmekte kullanmak yerine,

Güçsüzlerle paylaşabilmesidir,

Barış.

Omuz omuza verebilmektir,

Kucaklaşabilmektir,

El ele tutuşabilmektir,

Düşene ellerini uzatarak,

Onu yerden kaldırabilmek,

Ve bundan mutluk duyabilmektir,

Barış.

Bir lokma ekmeği,

Mutluluğu,

Sevgiyi,

Üzüntüleri, paylaşabilmektir,

Barış.

Huzur içinde uyuyabilmek,

Güne sağlıklı uyanabilmektir,

Barış.

Nefes alıp verebilmek,

Huzurlu yaşamaktır,

Yarınından emin olmak,

Umutlarını sürekli canlı tutabilmektir,

Sevmek ve sevilmektir,

Barış.

Tüm doğanın ve canlıların korunması,

Denizlerin ve gökyüzünün mavi rengini,

Akarsuların berraklığını,

Ovaların yeşilini,

Çiçeklerin renk ve güzel kokularını,

Ağaçların dal ve yapraklarını,

Tüm doğallıklarıyla koruyabilmesidir,

Barış.

Anaların,babaların ve çocukların,

Göz yaşı dökmemeleridir,

Barış.

Bebeklerin anasız kalmamaları,

Beşiklerinde huzur içinde uyuyabilmeleridir,

Çocukların aç kalmamaları,

Sokağa çıkıp özgürce oynayabilmeleri,

Çocukluklarını yaşayabilmeleridir,

Barış.

Anaların bebeklerini emzirebilmeleri,

Onları büyüterek,yetiştiklerini görebilmeleridir,

Barış.

Sevgililerin,ele tutuşarak kırlarda koşabilmeleri,

Kucaklaşabilmeleri,

Sevgilerini huzur ve mutluluk içinde yaşayabilmeleridir,

Barış.

İnsanlıktır,

İnsanlara saygıdır,

İnsanca; huzur, mutluluk ve güven içinde birlikte yaşayabilmektir,

Umutların, isanların ve insanlığın ölmediğinin göstergesidir,

Çelikten kuşların,savaş uçaklarının değil,

Kuşların gökyüzünde süzülerek ve özgürce uçabilmeleridir,

Barış.


GÜNER






 

25 Şubat 2022 Cuma

ULUSLARARASI HUKUK VAR (MI)?

 


Rus lideri PUTİN'in;Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ülkesi iken Sovyetlerin dağılması üzerine bağımsızlığa kavuşan komşu devletlerin ABD ve batı tarafından ayartılarak birer birer Nato şemsiyesi altına alınarak,ABD ve Nato'nun doğuya doğru yayılması,son olarak da Ukrayna'nın Nato üyesi yapılmak istenmesi üzerine,ülkesinin güvenliğini gerekçe yaparak,bağımsız bir devlet olan Ukrayna'yı işgal girişimi üzerine,Rusya karşıtı tüm ülkeler,uluslararası hukuk diye bir hukuk olduğunu hatırlayarak, hep bir ağızdan, PUTİN'in işgal girişiminin Uluslararası hukuka aykırı ve bu işgalin kabul edilemez olduğunu haykırmaya başladılar.

Uluslararası hukuk diye bir hukuk var mıdır?Gerçekten.

Bize soracak olursanız,hukukçu olmamıza rağmen, maalesef Uluslararası hukuk diye bir hukuk yoktur demek zorundayız.

Hukuktan bahsedebilmek için,konulan hukuk kurallarının uygulanmasının güvence altına alınması,yürürlükteki hukuk kurallarına uyulmamasının bir yaptırımının bulunması gerekir.

Kurallarının ihlal edilmesi ve hiç uygulanmaması halinde,bu kuralları ihlal eden ve hiç uygulamayan güçlü ülkelere de, eşit ve objektif bir şekilde yaptırım uygulanamaması,güçlü devletlerin her türlü zorbalıklarının yanlarında kar kalması nedeniyle,uluslararası hukuk diye bir hukukun varlığından bahsedilemez.

Uluslarası Birleşmiş Milletler Teşkilatının dahi, Uluslararası hukuku uygulatma ve etkin kılma gibi bir işlevi maalesef yoktur.Bu teşkilatın en önemli karar organı olan Güvenlik Konseyinin yapısındaki beş daimi üye uygulaması dahi, konunun önemini ortaya koymaktadır.

Uluslararsı hukuk olsaydı,hangi haklı nedene bağlı olursa olsun,PUTİN elini kolunu salllayarak Ukrayna'yı işgal edebilir miydi?

Eski Sovyetler döneminde,Macaristan ve Çekoslavakya'ya,Sovyet tankları girebilir miydi?

Libya,Irak,Suriye parçalanabilir miydi?

Ve Dünyada daha nice haksızlıklar ,acılar yaşanabilir miydi?

Bu nedenle,ülke olarak mağdur edilmemek ve ezilmemek için, Uluslararası hukukuka güvenmeyeceğiz,ona bel bağlamayacağız,güçlü ülke olacağız,ekonomik bağımsızlığımızı kaybetmeyeceğiz,güçlü bir ordumuz olacak,kışlaya siyaseti sokmayacağız.

Peki bunu nasıl başaracağız?

Aklımızı kullanacağız,okul öncesi küçücük çocuklarımızın hafız yetiştirilmeleri,kindar ve dindar gençlik yetiştirmek için çaba sarf eden bilim ve laiklik düşmanı siyasi iktidara sandıkta dur diyeceğiz,bilimi ve fenni önceleyeceğiz,cumhuriyetin kuruluş değerlerini,milli birlik ve berabeliğimizi koruyacağız.Ülkesini ve milletini seven ve onların menfaatlerini ön planda tutan iktidarları iş başına getireceğiz.

Aksi halde,bizim de bir Ukrayna namzeti olacağımız unutulmamalıdır.25/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


23 Şubat 2022 Çarşamba

İKİ UCU BOKLU DEĞNEK



Ukrayna,Nato(ABD) ve Rusya üçlüsü arasında başgösteren Ukrayna muhtemel savaş krizinin tam ortasında kaldık, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak.

Coğrafi konumumuz itibariyle,olası bir savaşta, taraf olalım veya olmayalım, iktisaden ve siyaseten en büyük zararı görecek olan ülke Türkiye olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti olarak iki ucu boklu bir değnek elimizde bulunmaktadır.

Ülke olarak yapmamız gereken, bu iki ucu boklu sopadan en az zarar görerek çıkmanın yollarını aramak,meseleye; duygusal,şahsi siyasi çıkarlar için değil, serinkanlı bir şekilde,akılcı ve ülke yararını ön planda tutarak yaklaşmalıyız.

Hele,hele Suriye konusunda olduğu gibi,ABD'nin dolduruşuna gelerek,yanlış ata oynayarak,başka ülkelerin içişlerine karışarak meseleye balıklama dalmamalıyız.

Halk Tv de bir programa katılan emekli bir general;Rusya'dan da,Ukrayna'dan da vazgeçmemiz mümkün değilidir demiş.Bu beyan ne anlama geliyor?Tarafsız kalalım demek istiyor.

Mümkünse, en doğru karar, tarafsız kalmaktır.

Ukrayna,şu anda bir Nato üyesi olmadığı için Nato'nun koruma şemsiyesi altında değildir.Bu nedenle,ABD ve İngilterenin bu krizi Nato şemsiyesi altında aşma,Rusya ile Nato olarak savaşma kararı almaları halinde, ülke olarak Nato'dan kaynaklı bağlayıcı bir sorumluluğumuz olamayacağı için,muhtemel bir savaşta ABD'nin yanında yer almak mecburiyetimiz bulunmamaktadır.

ERDOĞAN'ın;Putin'in,Ukraynanın doğusundaki ayrılıkçı Donbas bölgesindeki iki şehir devletini tanımış olmasını, kabul edilemez diyerek eleştirmiş ve kınamış olması bile,bize göre gereksiz bir açıklama olup.ülkemiz yararına değildir.

Bu krizi; ister Ukrayna ve Rusya,isterseniz ABD ve Rusya krizi olarak değerlendiriniz,şayet eninde sonunda bir tarafı tutmak zorunlu hale gelirse,örneğin,bu krizin bir sıcak çatışmaya savaşa dönüşmesi halinde, ABD'nin ülkemizi bu savaşa dahil etme talebi söz konusu olduğunda, kesinlikle bu talebe olumlu bakılmamalıdır,demem o ki;tarafsız kalmak istememize rağmen,bu mümkün olmadığı takdirde,kesinlikle Putin ve Rusya'yı kışkırtacak ve kızdıracak eylem ve söylemlerden kaçınmalıyız.

ERDOĞAN;Kaddafinin devrilmesi ve Libya'nın parçalanmasında da, önce Nato'nun Libyada ne işi var demiş ve sonra Libya'nın parçalanmasında ABD ve batıya destek olmuştur.

Umarız,şimdi Ukrayna krizinde de aynı hatayı tekrarlamaz.

Nato,saldırı ve genişleme değil,üyeleriyle sınırlı bir savunma örgütü olup,Ukrayna Nato üyesi de değildir.

Rusya, komşumuzdur,iktisaden;turizmden elde ettiğimiz dövizin temininde,ısınma ve sanayide,enerji üretiminde kullandığımız doğalgazın temininde,tarımı ihmal ettiğimiz için açık veren ve ithal etmek zorunda kaldığımız buğday ve ayçiçeğinin temininde,nükleer enerji ve endüstri tesislerinin inşasında,en başta narenciye ürünleri olmak üzere,bazı tarım ürünlerimizin ihracında pazar olarak, tepeden tırnağa boğazımıza kadar Rusya'ya bağımlıyız.

Rusya;Suriye batağında şimdilik ülkemize destek çıkan,(İdlipte 34 askerlerimizi şehit etmiş olsalar da)en azından köstek olmayan, dostane tavrını sürdüren bir komşumuzdur.

Ukrayna ile de ülke olarak yakın ilşkilerimiz olabilir,ancak, Ukrayna ve Rusya arasında, ABD ve AB ülkelerinin kaşımalarıyla başgösteren krizde, Rusya'nın; ülkesinin güvenliği açısından haklı olduğu yadsınamaz.

Kaldı ki;bu kriz bize göre, eskiden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Devlet çatısı altında devletler olan Rusya ve Ukrayna arasında başgösteren bir aile kavgası olarak değerlendirilmeli ve Ukraynanın Notoya girmesinin, bizim için zorunlu olduğu ve bunun ilşikilerimize daha büyük katkılar sunacağı da düşünülmemelidir.

ABD;Suriyedeki Kürt oluşumuna cephane,silah ve askeri eğitim olarak destek vererek,ülkemize düşmanca tavrını sürdüren, bir sözde dosttur.

Ulusal çıkarımız;krizin iç politikaya malzeme edilmemesini,öncelikle krizin taraflarına karşı tarafsız kalmamızı,mümkün olmadığında ABD'nin muhtemel baskılarına karşı koyarak, Rusya'nın yanında tavır koymamızı zorunlu kılmaktadır. 24/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



 

21 Şubat 2022 Pazartesi

HUKUKUMUZDA GİZLİ TANIK DİYE ADLANDIRILAN BİR TANIK TİPİ YOKTUR


Son senelerde ülkemizde gizli tanık kavramının kamuoyunda çok tartışılması ve bu kavramın adil yargılanma haKkıyla doğrudan ilgisinin bulunması,Anayasa Mahkemesinin kararlarını dahi tartışılır kılması nedeniyle, ceza yargılamasında tanık delilinin ne anlama geldiğini,delil olarak önem ve niteliğini yazma gereğini duymuş bulunuyoruz.

Tanık delili;ceza yargılamasında, eskiden olduğu gibi,günümüzün çağdaş ceza ve ceza usul hukukunda da,hala vazgeçilemez önemini muhafaza etmektedir.

Tanık nedir,kimlere tanık deriz ve tanık sıfatıyla kimlerin ifadesine başvururuz?

Tanık;gördüğünü ve bildiğini anlatan.bilgi veren kişidir,kelime anlamı itibariyle.

Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan tanığa yaptırılacak yemin metnini düzenleyen 55. maddede de,”"Bildiğimi dosdoğru söyleyeceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin ederim." yazılıdır.

Bu yemin metninden de anlaşılacağı üzere;tanık ceza yarglamasına konu somut eylemle ilgili olarak bilgi sahibi olan kişidir.Suçtan mağdur olan, kendisine yönelik suç teşkil eden eylemin muhatabı kişi de, mağdur tanık sayılır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus;bu bilgi, doğrudan görgüye ve görgüyle birlikte, eş zamanlı doğrudan duyuma dayalı olmalıdır.

Dedikodulara,eylemden sonra, başkalarının söylemlerine dayalı olarak dolaylı duyulanlardan elde edilen bilgiler,tanığa sorulmamalı ve tanık beyanı olarak delil kabul edilmemelidir.

Ceza Yargılamasında; gizli tanıklık kurumu ve gizli tanık yoktur.

Ceza yargılamasında;tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması,kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; dinlenen tanıkların kimliklerinin saklı tutulması için,adalete zarar vermeyecek gerekli önlemlerin alınması ve tanıkların korunması kurumu vardır.

Nitekim CMK nın 58.maddesinin 2.fıkrasında;yer alan;“Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. “ hükmü ile

4.fıkrasında yer alan;”Tanıklık görevinin yapılmasından sonra, kişinin kimliğinin saklı tutulması veya güvenliğinin sağlanması hususunda alınacak önlemler, ilgili kanunda düzenlenir. “ hükmü bizim bu görüşümüzü doğrulamaktadır.

Ceza Yargılamasında sadece tanık vardır,gizili tanık adı altında,binbir vaatlerle,menfaat sağlanarak, sonradan yaratılan,kumpas davalarda kullanılan,ceza adaletini saptıran,düzmece ve sunni yalancı tanıklık kurumu yoktur.Tanıklık yapanların korunması söz konusudur.

CMK nın 58.maddesinin 4.fıkrasına istinaden tanıklık yapanların korunması için alınacak tedbileri düzenleyen 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu,konuyu saptırmış amacını aşan hükümlerle, tanıklık kurumunu güvenilmez kılmış ve adeta gizli tanık yaratmıştır.

Eylemden çok sonra ortaya çıkan ve tanıklık yapacağını söyleyen veya adaleti saptırmak için tanık yaratma çabasına düşen resmi görevlilerin vaad ve garantileriyle elde edilen, duruşmaya dahi gelmeden,çapraz sorguya tabi tutularak, reaksiyonlarından ve davranışlarından verdikleri beyanlarının güvenilir olup olmadığı konusunda bir kanaat edinme imkânından yoksun kalınan kişiler, ceza yargılamasında meşru tanık olarak kabul edilemezler ve bunların güvenden yoksun beyanlarına dayalı olarak mahkumiyet kararı kurulamaz,bunların beyanları tanık delil olarak asla kabul edilemez ve edilmemelidir de.

Tamık;tanıklık yaptıktan sonra korunur ve gizlenir.Önceden gizlenerek bilgisine başvurulana tanık denemez.

Bırakınız gizli tanık diye ortaya sürülen çoğu zorlama ve düzmece yalancı tanıkları;açıkça beyanda bulunan normal tanıkların beyanları dahi;ceza yargılamasında kesin delil olarak kabul edilemez,çiğ süt emmiş,yaptığı yemine rağmen, şu veya bu sebeple yalan söylemeye meyilli insan unsuruna dayalı tanık beyanları,parmak izi,DNA verileri,balistik inceleme raporları,kan örnekleri gibi kesin delil niteliğindeki delillerden farklı olarak, sadece takdiri delil vasfında olup,yargıç; diğer delillerle birlikte, tanık beyanlarını da vicdani kanaatine göre değerlendirerek bir hükme varmalıdır.

Sonuç olarak söylemek gerekirse;bizim ceza yargılama hukukukumuzda gizli tanıklık yoktur.Var olan şey;örgütlü suçlarla sınırlı olarak, adalete ve maddi hakikate ulaşmaya zarar vermeden,savunma ve adil yargılanma hakkını ihlal etmeden, ölçülü ve sınırlı tedbirlerle,tanıklık yapanların,sadece korunma altına alınmasıdır.

Ülkemizin adalet geçmişinin çöplüğü;gizli tanıkların gerçek dışı beyanlarıyla oluşturulan ve kurulan kumpas davalarının ve mahkumiyet hükümlerinin buruşturularak atıldığı dosyalarla dolup taşmıştır.

Nedir bu gayretiniz?

Yaratılan gizli tanıklarla,adil olmayan yargılama ve hukuk dışı delillerle bir masuma ceza vereceğinize,bir masumun ceza almasına yol açacağınıza,şu veya bu sebeple yargılanamayan suçlulardan geçilmeyen,suçlu cenneti olan ülkemizde,bir başka suçlu da serbest dolaşsa ne olur sanki?21/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


 

20 Şubat 2022 Pazar

TARKAN VE MAYMUNCUK ETKİSİ YAPAN GEÇÇEK ŞARKISI

 



Tarkan;çoğunun sözlerini de kendisinin yazdığı, özgün besteleriyle ve bunları kendine has danslarıyla icra etmekle ünlenen,ülkemizin mega starı olarak anılan tanınmış ve çok sevilen bir müzisyenidir.

Bundan önceki şarkıları gibi,iki gün önce klip halinde yayınlanan sözleri ve bestesi kendisine ait olan GEÇÇEK GEÇÇEK-GELDİĞİ GİBİ GİTÇEK sözleriyle hayat bulan son şarkısı da, Türk kamuoyu tarafından çok beğenilmiş ve iki gün içinde milyonlar tarafından izlenmiş,muhalefetiyle iktidarıyla, tüm yazılı ve görsel basın bu şarkıya kilitlenerek gündemin başına oturmuştur.

O kadar ki;iktidar da muhalefet de,iki gündür bu şarkının gölgesinde kalmış ve ülke gündeminde yer bulamamıştır.

Tarkanın şarkısı, sözleriyle ve bestesiyle gayet güzel.

Hele sözleri;pandemiyi çağrıştırdığı gibi,ülkemizin içinde bulunduğu politik ortama da cuk diye oturmuştur.Adeta, her kilide ve her kesimden insanın değişik yorumlarına uyan bir maymuncuk şarkı ile yüz yüze gelmiştir Türk insanı.

Tarkan,ülkemizin özgürlük ve demokrasi iklimini çok iyi gözlemlediği ve saraydan gelebilecek muhtemel hışm ve tepkiyi hesaba katmış olmalı ki;başına kötü şeyler gelmemesi için,şarkının sözlerinde çok dikkatli ve diplomatik bir dil kullanmış,sözleriyle her kapıyı açabilen,dinleyenlerin; istedikleri, arzuladıkları gibi,kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlayabilecekleri, bir maymuncuk şarkıya imza atmıştır.

Şarkının; ülkemizin içinde bulunduğu politik koşullara uyan,artık çoğunluğun umudu ve arzusu olan iş başındaki tek adama dayalı otokratik saray iktidarının, 2023 seçimlerinde,geldikleri gibi yine sandık yoluyla gideceklerinin umudunu ve müjdesini veren sözleri,saraya muhalif olan büyük kesimi memnun ve mutlu etmiş,buna bestesi ve Tarkan'ın güzel klibi de eşlik edince, şarkı birden hit oluverdi,olağanüstü söz ettirdi kendisinden.

Halkımız meğer ne kadar dolmuş da haberimiz yokmuş.Bu şarkı,sarayın baskısından ve çözüm bekleyen sorunlardan bunalan halkımızın içinde biriken kötü enerjinin boşalmasına neden olduğu için, çok sevilmiştir.

İşte bizim halkımızın en büyük eksikliği olan,herşeyi başkalarından bekleyerek hazıra konmacılığını,kendisi bir şey yapmadığı,söylemediği,yazıp çizmediği,demokratik bir eylem ortaya koyamadığı,kendisini doğrudan ifade edemediği halde,güzel bir şarkı dinlediğinde,yazı ve makale okuduğunda,karikatür gördüğünde,”ne kadar güzel,hislerime ve duygularıma tercüman oldu” diyerek,kendiliğinden ve doğrudan duygu ve hislerini açığa vurmaktaki,kendisini doğrudan ifade etme konusundaki beceriksizlik ve kayıtsızlığını,vurdumduymazlığını ve de korkaklığını,Tarkan'ın bu şarkısı açıkça ortaya sermiştir.

Bu şarkı da; diğerleri gibi,Tarkanın güzel şarkılarından biridir,ama insanlarımız; bu şarkının sözlerinde, kendilerinin doğrudan ve açıkça dile getiremedikleri,dile getirmekten belki de korktukları, kendi his ve duygularının ifadesini buldukları, Tarkan bu şarkısıyla,kendilerini ifade edemeyen sessiz kitlenenin sesi,his ve duygularının tercümanı olduğu için, olağanüstü sevilmiş ve şarkısı milyonların ilgisini çekmiştir.

Bu şarkı;insanlara umut vermiş,onları uykularından uyandırmış olduğu için faydalı olmuştur.

Ancak ve korkarız ki;o hiçbirşey yapmayan,kendilerini doğrudan ifade edemeyen, hazıra konma alışkanlığından başka hiçbir özelliği bulunmayan,his ve duygularını ifade ederek açıklamak için, hep birilerinin tercümanlığına ihtiyaç duyan, geniş ve sessiz muhalefet kitlesi;bu şarkının kendilerinde yarattığı olumlu müthiş etkisinden yola çıkarak,yine iktidarı bir kenara bırakıp, Millet İttifakının bileşenleri olan en başta CHP olmak üzere muhalefet partilerini dillerine dolayarak,bir Tarkan kadar olamadınız, bizi etkileyemediniz,bizim his ve duygularımıza tercüman olamadınız diye ağır bir şeklide muhalefet partilerini eleştirecekler ve büyük bir haksızlığa neden olacaklardır. 20/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

18 Şubat 2022 Cuma

SEDEF KABAŞ'IN ANAYASA MAHKEMESİNİN RET KARARINA İSYANI HAKSIZDIR

 


Sedef KABAŞ'ın avukatları, tahliye isteminin yerel mahkemece reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmış, başvurunun öncelikle görüşülmesini isteyerek, tedbir talebinde bulunmuş ve Sedef Kabaş'ın "tedbir yoluyla derhal tahliye edilmesi ve başvurunun öncelikli olarak pilot dava usulüne göre incelenmesi" talep edilmiş olup, Anayasa Mahkemesinin İkinci Bölümü;”Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü uyarınca, tedbir talebi, başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması üzerine verilebilir, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının yaşamına, maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik bir tehlike oluşturduğuna dair derhal tedbir kararı verilmesini gerektirir bir durum bulunmadığı sonucuna varılmıştır” gerekçesiyle,Sedef KABAŞ'ın tedbiren tahliye talebini reddetmiştir.

Sedef KABAŞ'ın; haksız tutuklanması ve bu tutuklamaya itiraz edilmesine rağmen salıverilmemesi üzerine, avukatları marifetiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı; kişi güvenliği ve özgürlüğü,düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerine,adil yargılanma hakkına ilişkin, anayasada ve İnsan Hakları Sözleşmesinde koruma altına alınan haklarının ihlal edildiğine yönelik başvurusunun,Anayasa Mahkemesince reddedilmesi,Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki Yasanın 45. maddesine ve olağanüstü bir yasal başvuru hakkı ve yolu olan bireysel başvuru hakkının özüne ve amacına uygundur.Ret kararında, asla hukuka aykırılık yoktur.

Bu nedenle; Anayasa Mahkemesinin başvurusuna verdiği ret kararına isyan eden Sedef KABAŞ, bu isyanında haksızdır.

İnsanlarımıza,anayasada ve İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi halinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak haklarını arayabilme olanağı veren ilgili yasanın 45. maddesi çok açıktır.

Bu addeye göre; Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.

Ancak;

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının, bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

Anayasa Mahkemesi İç Tüzüğünün 73. maddesine göre de:Başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması üzerine, Bölümlerce esas inceleme aşamasında gerekli tedbirlere resen veya başvurucunun talebi üzerine karar verilebilir.

Yukarıya aynen aldığımız ilgili mevzuata göre;İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması zorunludur.

Bu yasal hükümleri; Sedef KABAŞ somut olayına uyguladığımızda, şunu görüyoruz.

Sedef KABAŞ,Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında açılan soruşturma evresinde, tutuklanmıştır.

Bu tutuklama kararı; hukuka uygundur veya değildir.

Sedef KABAŞ;sadece bir atasözü söylemiş olup, bu söz, Cumhurbaşkınana yöneliktir veya değildir,içeriğinde hakaret vardır veya yoktur,suç oluşturuyor veya oluşturmuyordur,tutuklamanın yasal koşulları vardır veya yoktur.

Tüm bunları,bu aşamada, Anayasa Mahkemesinin değerlendirerek esastan br karar verme yetkisi, bize göre yoktur.

Zira;bireysel başvuru hakkını tanıyan ilgili yasanın 45. maddesinde öngörülen;” İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.” koşulu;konunun halen yargılamanın soruşturma evresinde bulunması ve kovuşturma evresine dahi geçilmemiş olması,davanın açılarak duruşma gününün verildiği ve kısa süre sonra başlayacak olan kovuşturma evresinde, yargılamayı yapacak olan mahkemenin; Sedef KABAŞ'a atılı eylemi ve hakkındaki tutuklama kararını, Sedef KABAŞ ve avulatlarının talebi ve hatta resen değerlendirerek tahliye kararı verme yolunun, halen mevcut ve açık bulunduğu, gerçeği karşısında, bireysel başvuru hakkının doğması için yasada aranan,

yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması koşulunun henüz gerçekleşmediği,inkar edilemez bir gerçektir.

Anayasa Mahkemesi;hak ihlalllerine dayalı bireysel başvurularda,iç hukuktaki en son ve olağanüstü bir başvuru merciidir.Bu unutulmamalıdır.

Bize göre; olağanüstü bir başvuru yolu olan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını doğuracak bir hak ihlalinden bahsedebilmek için;Temyiz dahil,tüm yargılama evresince başvurulablecek olağan tüm yargısal başvuru yollarının tüketilmiş olması ve hak ihlalinin, artık kalıcı hale gelmiş olması zorunludur.

İşte Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı,bu kalıcı hak ihlaline son veren olağanüstü bir başvuru yoludur.

Ülkemizde,haksız tutuklanan milyonlar vardır.Sedef KABAŞ da, popüler ve tanınmış bir gazeteci olsa da,yasalar önünde eşit olan milyonlardan sadece birisi olup,ne ilktir ve ne de son olacaktır.

Olağan yargısal yollar tükenmeden, yargılanmasına dahi başlanmadan,herkesin haksız tutuklandığı gerekçesiyle hak ihlilinden Anayasa Mahkemesine başvurması, bireysel başvuru hakkının özüne ve ruhuna aykırı olup,bu yolun açılması halinde,ülkemizin tüm il ve ilçelerinden Anaya Mahkemesine yapılacak bireysel başvurularla, Anayas Mahkemesinin asıl işlevini yerine getiremeyecek yoğunluğa dayanabilmesinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır. 18/02/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



15 Şubat 2022 Salı

SEDEF KABAŞ'A YÜKLENEN ZİNCİRLEME SUÇ İDDİASI

 


Cumhurbaşkanına hakaret suçundan halen tutuklu bulunan gazeteci Sedef KABAŞ hakkında düzenlenen iddianamede bizim dikkatimizi çeken husus;hakaret suçunun zincirleme işlenmiş olduğu iddiasıdır.

Peki zincirleme suç nedir?

Zincirleme suç Türk Ceza Kanununun 43.maddesinde düzenlenerek tanımlanmıştır.

Bu tanımlamaya göre zincirleme suç;”Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi” olup bu durumda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır”

Bu tanıma göre zincirleme suçun varlığından bahsedebilmek için;

Birden çok aynı suçun tüm unsurlarıyla işlenmiş olması,

Bu suçların değişik zamanlarda işlenmesi,

Suçun mağdurunun aynı kişi olması,

Aynı suç işleme kararının bulunması gerekir.

Biz,Gazeteci Sedef KABAŞ'ın katıldığı televizyon programında sarf ettiği sözlerin, Cumhurbaşkanına yönelik ve hakaret oluşturan sözler olup olmadığını, burada değerlendirecek değiliz.

Biz,velev ki;SEdef KABAŞ'ın sözlerinde Cumhurbaşkanına hakaret suçunun tüm unsurlarının var olduğu kabul edilse dahi,eylemin zirleme hakaret suçuna vücut verip veremeyeceğini tartışmaya açmak istiyoruz.

Sedef KABAŞ'a atılı buluna somut eylem;adı geçen gaztecinin katıldığı Demokrasi Arenası programanında sarf ettiği sözlerdir.

Bize göre,iddia konusu suçun işlendiği Demokrasi arenası programı;iki veya üç saate varan zaman dilimiyle sınırlı,bu zaman dilimi içinde başlayarak sonlanan,bir bütünü oluşturan, bir paket program olup,bir bütünü içeren bu program içinde ve süresince birden ziyade sarf edilen sözlerin,aynı zaman dilimi içinde bir kül olarak sarf edildiği dikkate alındığında, hakaret suçunun değişik zamanlarda ve birden çok işlendiğinin kabulü mümkün değildir.

Yani,Sedef KABAŞ'ın eyleminde;TCK.nın 43.maddesindeki tanıma göre zincirleme suçlarda aranan ve zincirleme suçu oluşturan zincirin haklasını oluşturan fiillerin değişik zamanlarda işlenmiş olması koşulu oluşmamıştır.

Şayet;Sedef KABAŞ,aynı 24 saat içinde veya ertesi günlerde katıldığı değişik programlarda ve platformlarda da, aynı suç işleme kararının icrası kapsamımında, hakaret teşkil eden sözlerini tekrarlamış olsaydı,ancak o zaman zincirleme suç kapsamında bir kakaret suçunun varlığından bahsedilebilecekti diye düşünüyoruz.

Bir kavga esnasında,aynı kavgaya katılan kişilerin, kavga süresince peş peşe tekrarladıkları hakaret içeren sözlerin zincirleme hakaret suçunu oluşturmayacağı gibi,bir paket halinde,belli bir zaman dilimi içinde başlayıp biten ve bir kül oluşturan Demokrasi Arenası programında sarf edilen birden ziyade sözden, zincirleme suç çıkarmanın haksız ve hukuksuz olduğunu düşünüyoruz.15/02/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Şubat 2022 Pazartesi

14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ

 


Sevgi; aslında, bir üst kavramdır.

Genel anlamda; insan sevgisi,eş,anne ve baba,çocuk,kardeş,arkadaş,hayvan,bitki ve doğa sevgisi gibi, tüm sevgileri kapsayan.

Bugün kutlanan 14.Şubat Sevgi ve Sevgililer Günü ise; genel anlamadaki bu sevgiden farklı olup,çok özel bir gündür.

Her türlü insani sevginin dışında;gönül gönüle, yürek yüreğe birbirlerini aşkla,gün ayırmadan yılın 365 günü aynı şekilde,seviyor muş gibi yapmadan, gerçekten seven ve sevilenlerin,gerçek sevgililerin günüdür.

Sevgililer;resmi nikaha dayalı eşler olabileceği gibi,evlenme imkanı bulamayan,bunu gerekli bulmadıkları için tercihan aralarında resmi bir karı koca bağı ve statüsü olmayan erkek ve kadın da, sevgili olabilirler tabi.

Ama,bizler; herkesin bir sevgilisi ve eşi olmadığının bilinci içinde,sevgilisi olmayanları üzmemek,onları mahzun bırakmamak adına;bu güne, genel anlamda sevgi günü diyoruz, nezaketimizden veya yersiz olarak, yaşımızdan başımızdan utanarak,sevmenin ve sevilmenin,iki sevgili olmanın, sanki bir yaşı varmış gibi.

Oysa;sevmek ve sevilmenin, iki sevgili olmanın,bir üst yaş sınırı yoktur,miadı bir ömürdür.

Aslında, sevgililer gününün; sadece bir güne, 14.Şubata indirgenmesi,kabul edilemez.

Sevgi varsa,yılın her gününe eşit yayılmalıdır.

Sevgililer günü;birbirlerini,ruhlarıyla olduğu kadar, yürekleri ile de seven erkek ve kadının;karşılıklı sevgilerinin, daha bir yoğunlaştığı özel bir gün olarak kabul edilmelidir.Ancak,vahşi kapiltalizm'in bir tuzağı olduğu gerçeği de, inkar edilmemelidir.

Sevgililer;kadın ve erkek, sevgide eşittir,bu günü karşılıklı eşit koşullarda kutlamalıdırlar.

Bizim ülkemize baktığımızda,kadın ve erkek eşit sayılmadıkları için,sevgililer gününde de, kadın ve erkek eşitliğine önem verilmdiğini görüyoruz.

Bizim ülkemizdeki sevgililer günü;daha çok erkeğin,sevdiği kadını pahalı hediyelere boğduğu,sevgisini sadece pahalı ve gösterişli hediyelerle ispata çalıştığı,kadının gözüne girmeye çalıştığı,hemen sonrasında da,kadına ihanet ve şiddet uyguladığı geçici bir ateş kes günü olarak değerlendirilmektedir bazı kadınlarımızca.

Sevgililer gününde eşlerin maddi karşılığı olan hediyeler almaları gerekmiyor aslında, birbirlerine gönülden ve sevgiyle sarılarak öpmeleri dahi yeterli olup,bunun dışında maddi değeri olan hediyeler de alınacaksa,kadın da sevdiği erkeğe pekala hediyeler alabilir,bu hediyelere farklı anlamlar yüklemek, bu nedenle hem erkeğe hem de kadına yapılan büyük bir haksızlıktır.

Maddi çıkara ve pahalı hediyelere dayalı,sadece 14 Şubat günü ile sınırlı sevgiye,ne kadar gerçek sevgi denebilir ki?

Bugün sosyal medyada dolaşırken tanık olduğum bir sayfa arkadaşımın 14 Şubat paylaşımında yer alan;

14 Şubat ,

Erkeklerin olmadıkları kadar romantik ,düşünmediğimiz kadar yaratıcı,bonkör,kibar nazik ,anlayışlı oldukları ;

Kadınların; birgün beylik beyliktir misali ,alabildiğince talepkar,kaprisli,nazlı olma hakkını kullandıkları sevginin değil de akraksiyonların ön plana çıktığı bu şekilde Sevginin değersizleştirildiği bir gün .

gece 24:00 çanlar çaldı; 15 Şubat külkedisi misali herşey eski tas eski hamam

Seviliyormuşuz,seviyormuş' a özendiriliyoruz, oysa sevgi muş gibi, miş gibi olmaz”görüşüne katılmıyoruz.

Bu paylaşımda yazılı olanlar,bazı erkek ve kadınlarımız için gerçek değil mi?Gerçek tabi.Ama istisnalar kuralı bozmamalı ve bu sevgi içeren özel günde,bu günün güzelliğine gölge düşürecek bir genelleme yaparak,gerçekten seven,sevdiğe kadına hayat boyu sevgisini ve saygısını gösteren erkeklere de haksızlık yapılmamalı, kadınlarımız bu kadar çaresiz,erkeğine muhtaç,zavallılar olarak gösterilerek, kadınlarımız değersizleştirilmemelidir.

14 Şubat Sevgililer Günü,aynen ibadet gibi,erkek ve kadın iki sevgili arasında en güzel şekilde çok özel kutlanmalıdır.

Bu nedenle,yazıma son verirken,14.Şubat Sevgililer Gününü, genel anlamda tüm okurlarım için kutlamaya kendimi yetkili saymıyorum,her sevgili bu özel günlerini,istedkleri gibi kendi aralarında çok özel kutlasınlar.14/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





9 Şubat 2022 Çarşamba

ERDOĞAN 2023 SEÇİMLERİNDE ADAY OLAMAZ ANCAK...



Anayasanın 101.maddesinin ikinci fıkrası çok açıktır.

101.maddenin ikinci fıkrasında,parlamenter sistem geçerli iken seçilen cumhurbaşkanı ayrık tutulmadan,bu konuda anayasaya bir geçici madde eklenmeden, açıkça;”Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. “hükmü yer almaktadır.

ERDOĞAN;parlamenter sistem cari iken birinci kez cumhurbaşkanı seçilmiş ve daha sonra da, 2018 senesinde parlamenter sistemden bugünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiktem sonra girdiği ikinci cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanarak,cumhurbaşkanlığına seçilme hakkını iki defa kullanmıştır.

2023 senesinde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden aday olmaya kalkıştığında,”Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.”hükmü, karşısına engel olarak çıkacaktır.

Yukarıda belrttiğimiz gibi,2017 senesinde yapılan rejim değişikliği sırasında anayasaya,”eski parlamenter sistem zamanında cumhurbaşkanlığına seçilmiş olan mevcut cumhurbaşkanının da,bu yeni sistemde iki defa cumhurbaşkanı seçilebilme hakkı mahfuzdur”şeklinde veya benzeri bir geçici madde konulmadığı için, üst üste iki defa cumhurbaşkanı seçilmiş olduğundan,anayasada yer alan istisnai erken seçim koşulu dışında,kural olarak ERDOĞAN'ın 2023 senesinde yapılacak seçimlerde üçüncü kez Cumhurbaşkanlığına aday olup seçilmesi anayasaya göre imkansızdır.

Bu açıklamalarımız,anayasanın geçerli olması ve uygulanması koşuluna bağlıdır.

Ancak;ülkemizde sözüm ona yürürlükte olan anayasa, geçerli midir?

ERDOĞAN anayasaya saygılı mıdır?

ERDOĞAN'ın,anayasanın amir hükmüne aykırı olarak,adaylıktaki ısrarı üzerine,bu konuda kesin kararı verecek olan Yüksek Seçim Kurulu,anayasanın açık hükmü gereğince,ERDOĞAN'ın üçüncü kez aday olamayacağını savunarak bu adaylığa karşı bir karar alabilecek güce ve iradeye sahip midir?

Bu sorularımızın cevabı maalesef olumsuzdur.

Uygulamada,anayasaya aykırı uygulamaların yüzlerce örneği mevcuttur.

ERDOĞAN;her attığı adımda sürekli anayasayı çiğnemektedir.

Bu koşullarda,ERDOĞAN'ın üçüncü kez aday olup olamayacağının tartışılması bize göre faydasızdır.

ERDOĞAN'ın anayasaya aykırı da olsa, adaylığı kesindir.

Kesin olan bir şey daha vardır,ERDOĞAN gireceği cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedecektir.

İşte tüm bu gerçekleri bilen CHP ve yönetimi; anayasaya aykırı da olsa, ERDOĞAN'ın adaylığına karşı çıkma gibi nafile bir gayretin içine girmemekte ve ERDOĞAN'ın üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmasına, şiddetle karşı çıkmamakta ve bu adaylığı önemsememektedir.

CHP yönetimi;bir benzetme yapacak olursak,sanki bir boks maçında karşısında rakip olarak gördüğü ERDOĞAN'ın,aldığı yumruk darbeleriyle kaşlarının açıldığını,burnunun ve çenesinin kırıldığını gören ve farkında olan bir boksör gibi, yanlı hakemin maçı tatil ederek EDOĞAN'ı sayı ile mağlup ilan etmemesine sesini çıkarmamakta ve rakibini,alnının akıyla nakavt ederek tartışmasız bir şekilde mağlup ederek zaferini ilan etmek isteyen bir boksör edası taşımaktadır.

Şahsi görüşümüzü soracak olursanız,ERDOĞAN'ın yıllarca yumruklarına mazruz kalan ve dayak yiyen,seçim sonrası onun muzaffer bir edayla balkon konuşmalarını dinlemek zorunda kalan CHP, Millet İttifakının gücünü de arkasına alarak,2023 seçimlerinde ERDOĞAN'ı ringde karşısında rakip olarak görmek ve bu siyasi mücadelesini nakavt ile taçlandırmak istemekte olup,bu istek ve kararı da,koşullara uygun, çok doğru bir karardır.09/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

 

6 Şubat 2022 Pazar

ÖDLEK

 



Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı denen zat da ödlek çıktı.

Bunların topu ödlektir,bakmayın siz onların üfürdüklerine.

Bir olta atarlar,millet yerse düşüncesiyle.

Sonra beklerler,milletin tepkisini ölçerler.

Millet uyanık çıkıp söylenenleri yemezse,bana bak sen ne demek istiyorsun ulan? diye karşı çıkarsa,hemen tornistan yaparlar.

Sözlerim yanlış anlaşılmış,öyle demek istememiştim,sözlerim çarptırılmış derler,tükürdüklerini yalarlar.

Bunlar,tükürdüklerini yalayarak beslenirler.

Bu, ödlek, sözde Laik Cumhuriyet Türkiyesinin Kocaeli Büyük şehir Belediye Başkanı olan zat,hiçbir yanlış anlamaya sebebiyet vermeyecek, çok açık ve net bir şekilde; “2023’te 100 yıllık hesaplaşma olacak” demiştir.

Bu sözün içerdiği anlam çok açıktır.

2023 de;1923 de kurulan Cumhuriyetin 100 yıldönümü değil mi efendi?

2023 de 100 yılını dolduracak olan demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyet değil midir?

100 yıllık hesaplaşmadan bahsederken, 100 yıllık Laik Cumhuriyetimizle hesaplaşacağınızı,Laik Cumhuriyeti devireceğinizi,artık gizliliği de kalmayan gizli ajandanızı,Dünya'ya ilan etme hazırlığında olduğunuzu bildirmiş olmuyor musunuz efendi?

Bundan birkaç yıl önce de,Laik Türkiye Cumhuriyetini,reklam arası olarak niteleyen eski bir AKP milletvekili de, sizden ve o da aynı şeyleri değişik bir şekilde ifade etmiş değil midir?

Geçtiğimiz gün,ATATÜRK'ün; Osmanlı yönetimi ile köprüleri yakarak,Anadoluya ilk adımını attığı,kurtuluş savaşının ve Laik Cumhuriyetin ilk adımının atıldığı,ilk harcının konduğu ve bunun meşalesinin yakıldığı Samsun ilindeki ATATÜRK heykeline yapılan çok manidar saldırı da,100 yıllık Cumhuriyetimizle hesaplaşmanın bir halkasını oluşturmaktadır.

Kendinize geliniz.

Allahtan,Büyük ATATÜRK kadar cesur ve kararlı değilsiniz,ödleksiniz.

Bu nedenle;sizin,gerçekleştirmek istediğiniz, çağın gerisinde kalan ilkel her düşünceniz, sözde kalmaya mahkumdur.

Bu asil millet,meydanı ödleklere bırakmayacaktır.

Hodri meydan. 07/02/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


4 Şubat 2022 Cuma

ATATÜRK'ÜN HEYKELİNE YAPILAN ALÇAK SALDIRI

 



Geçtiğimiz gün, Samsun ilimizin en işlek yerinde bulunan ATATÜRK anıtına ve heykeline yönelik olarak gerçekleştirilen alçak saldırı olayı, asla küçümsenemez.

Olay,ATATÜRK'ün anısına alenen hakaret suçu çerçevesinde değerlendirilemez.

Bu saldırı,ATATÜRK'ün şahsında,onun kurduğu laik ve demokratik hukuk devletine,T.C. ne ve onun anaysanın koruması altındaki değerlerine açık bir saldırıdır.

Bu saldırı,anayasal düzeni yıkmaya yönelik ağır bir suç olmalıdır.

Yeter artık.

Bu saldırının,kurtuluş mücadelesinin başlatıldığı,kurtuluş meşalesinin yakıldığı,ATATÜRK'ün Anadoluya ayak bastığı Samsun ilindeki ATATÜRK anıtına yapılmasının, çok özel bir anlamı vardır.

Saldırganlar,Samsun ilini bu nedenle özel olarak seçmişlerdir.

Bu olayı ve nedenlerini değerlendirmeden önce,bu ülkede geçmiş senelerde olup bitenlere bir göz atmak ve gerçeklerle yüzleşmek şarttır.

Bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı ve Cumhurbaşkanının sergiledikleri ATATÜRK düşmanı kişilerle yakın ilişkileri mercek altına alınmak zorundadır.

Bize göre,Samsun ATATÜRK anıtını halatlarla yıkmaya çalışan zavallılar bir maşadır.

Bu ülkede Fesli Kadir namıyla ünlenen bir vatan haini yaşamış ve sonunda, yaşamayı hak etmediği ülkemizdeki yaşamı, eceliyle sonlanmıştır.

Bu Vatan haini Fesli Kadir,ağıza alınmayacak küfürlerle ATATÜRK'e hakaret etmiş ve keşke kurtuluş savaşında Yunan galip gelseydi diyen bir tescilli vatan hainidir.

Bu kişinin yakın dostları ve şakşakçıları kimlerdir,bu laik Cumhuriyet ve ATATÜRK düşmanı kişiyi,kimler resmi makam otolarıyla ziyaret edip hediye ve bağlılıklarını,saygı ve sevgilerini sunmuştur?

Bu sorunun cevaplarını bulup,şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz.

Bu ülkenin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu ATATÜRK,5812 sayılı özel bir yasayla,laf olsun kabilinden cılız cezalarla korunamaz.

Aslında korunan şey;ATATÜRK'ün şahsında, laik ve demokratik anayasal düzenin ta kendisidir.

ATATÜRK'e hakaret ederek ve heykellerine,büstlerine saldırarak yok etmeye yeltenenlerin asıl amacı,ATATÜRK'ün tesis ettiği laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun,değişirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan değerleridir.

Bu eylemin karşılığı, cılız cezalarla 5812 sayılı özel bir kanun olmamalıdır.

Türk Ceza Kanunun 309.maddesinde düzenlenen anayasayı ihlal suçuna son bir 4. fıkra eklenerek;herne suretle olursa olsun,Atatürk’ü temsil eden heykel, bust ve âbideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten veya bu eylemlere teşebbüs edenlere,başka koşul aranmaksızın,309.maddenin 1.fıkrasındaki ceza(ağırlaştırılmış müebbet hapis) aynen uygulanır hükmü derhal getirilmelidir.Bu insanları özgür bir şekilde aramızda dolaşırlarken görmek istemiyoruz.

ATATÜRK ve onun kurduğu laik ve demokratik Cumhuriyet düşmanlarından ve ona saldıranlardan bıktı bu ülkenin insanları.

Samsunda ATATÜRK anıtına ve heykeline kement geçirerek devirmeye çalışan gafiller,bize göre demokratik ve laik Cumhuriyetimize,anayasal düzenimize saldırmışlardır,sözüm ona tutuklandılar,yasanın öngördüğü cezanın miktarına ve suçun niteliğine ve ülkemizde hakim olan ve onların sırtlarını sıvazlayan iklimin özelliğine göre,kısa süre sonra tahliye edilecekler ve yaptıkları yanlarına kar kalacaktır,bunu çok iyi biliyoruz.

Bize göre,bu kişiler ve onarın gizli destekçileri,anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmişlerdir,Türk Ceza Kanununda yukarıda belirttiğimiz acil değişikliğin yapılmasının zamanı gelmiş ve geçmiştir.

Saray;bizzat ve doğrudan,ERDOĞAN'ın ağzından,bu alçak saldırıyı açıkça kınayıp lanetledi mi bilemiyoruz,ben duymadım.Şayet,henüz kınamamış ve lanetlememişse, acilen emrindeki medyaya özel olarak çıkarak,Türk halkına bu saldırıdan duyduğu üzüntüyü bildirmeli ve bu saldırının hedefi ATATÜRK'e ve laik Cumhuriyet değerlerine olan bağlılığını,açıkça ifade etmelidir.04/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

3 Şubat 2022 Perşembe

BENİ DİNLE GÜZEL KARDEŞİM!...

 



ERDOĞAN;güzel kardeşim!

Önce,çıkar o Cumhurbaşkanı şapkanı.

Biraz beni dinler misin?

Senin izlediğin yol, yol değil,benim bu samimi uyarımı sakın yanlış anlama, birşeyleri ima ettiğimi,darbe çığırtkanlığı yaptığımı falan zannetme sakın,zaten darbe yapacak ordu mu bıraktın?

Bu benzetmeyi hiç sevmediğini ve darbe çığırtkanlığı olarak nitelediğini biliyorum ama,yine de bu ülkenin ne yazıktır ki;en acı ve gerçek deneyimi olan rahmetli Menderesi örnek göstererek,anmak istiyorum,bu vesileyle.

Tarihten ders almasını bilmeyenler yüzünden, tarih sürekli tekerrür eder biliyorsun.

Bu nedenle,korkmadan ve saptırmadan, tarihten ders çıkarmamız gerekiyor.

Menderes de zamanında çok güçlü ve sevilen bir liderdi biliyorsun.Kendisini çok güçlü hissediyordu.

Ama düşmeye gör,insanın başına neler gelebiliyor.

Güzel kardeşim,senin akibetin de Menderes gibi olacak demek istemiyorum, sakın yanlış anlama ve konuyu saptırmaya kalkma,bilakis olmasın diye yazıyorum bunları.

Zaten,Allah korusun,Menderese uygulanan idam cezası da yok bugün, biliyorsun.Endişeye ve konuyu saptırmaya hiç gerek yok.Kaldı ki;sen çok cesursun,sürekli kefenimi giyip çıktım ben bu yola diyorsun.Neyse konuyu saptırmayalım ve bırakalım bu kötü anıları bir yere.

Demem odur ki;güç de bir yere kadar.

Her iktidarın bir sonu vardır.

Önemli olan,demokratik yollarla iktidarın sonlanması halinde, hesabını veremeyeceğimiz yanlışları yapmamak ve bu yanlışlarda ısrarcı olmamaktır.

Zararın neresindn dönülürse kardır diye güzel bir atasözümüz vardır biliyorsun.

Sakın unutma,senin iktidarının ve gücünün de bir sonu var, Haziran 2023 de yapılacak seçemlerde, çok muhtemeldir ki;halkımız seni sandık yoluyla demokratik bir şekilde iktidardan uzaklaştıracak ve elinde tuttuğun ve acımasızca kulandığın devlet yetkilerini ve gücünü kaybedip, köşene çekileceksin,işte asıl zorluk senin için o zaman başlayacak,bağımsız yargı karşısında hesap vereceksin,demem odur ki;kendini savunacak masum birşeylerin kalsın,bırak hergün yasaları ve anayasayı çiğneme inadını.

En başta,etrafını saran o korkak ve pısırık,aslında senin dostun olmayan sözde dostlarını,aslında düşmanın olan o kişileri ve danışmanlarını,biraz kendini ve ülkeni düşünüyorsan, alayını şutla gitsinler.Kendine yepyeni bir beyaz sayfa açmayı dene.

İnan ki;sana dalkavukluk yaparak,haklısınız efendim,en iyisini siz bilirsiniz,yasalara da anayasa da ne oluyormuş ki;sizin iradeniz hepsinin üzerinde,siz sandıktan çıktınız,bu halk sizi yeniden seçecek ve Türk Halkına yasalar önünde hesap vermeyeceksiniz,bu halk sizin heykelinizi dikecek, sakın korkma diyenlere asla inanma.

Sadede gelecek olursak,bugün yine anayasa tanımayan o tavrını sürdürmeye devam ederek,Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Osman KAVALA kararına tepki göstermişsin ve”Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız. Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bu bizi ilgilendirmiyor” demişsin ve anayasayı,anayasanın 90.maddesindeki,yasalarla onaylanarak anayasanın da üzerinde uyulması zorunlu bir iç hukuk kuralı haline gelen,anayasaya aykırılığı dahi ileri sürülemeyen Uluslar arası İnsan Hakları sözleşmesini ve bu sözleşmeden doğan bağlayıcı İnsan Hakları Mahkemesi kararını yok sayarak,bizim mahkemelerimizi tanımayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini de biz tanımayız demişsin.

Güzel kardeşim ERDOĞAN;sen ne söylediğinin farkında mısın,söylediklerini kulakların duyuyor mu?

Senin sandıktan seçilerek çıkman, sana bu söylemde bulunma hak ve yetkisini veremez.

Bu halk; sana,anayasaya,onun kurallarına,anayasadan dahi üstün olan uluslararsı sözleşmelere ve o sözleşmelere göre faaliyet gösteren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin üstünlüğüne ve kararlarına uyup saygı göstereceğini zannederek ve kabul ederek oy verdiler,bu gerçeği aslında sen de çok iyi biliyorsun ama,nedir bu inadın söyler misin?

Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız.” da ne demek oluyor?

Bizim iç hukuktaki yerel mahkemelerin kararlarının; İstinaf ve Yargıtay tarafından denetlenmeleri gibi,İstinaf,Yargıtay ve Anayasa Mahkemesindeki denetim yollarından geçtiği,iç hukuktaki tüm başvuru yolları tükendiği halde,hala ortada bir insan hakkı ihlali mevcutsa,son merci olarak ancak başvurulabilen,bu amaçla kurulup faaliyet gösteren,Avrupa Konseyi Üyesi olarak bizim de seçip yolladımız Türk Yargıcının da görev yaptığı İnsan Hakları Mahkemesini ve onun verdiği bağlayıcı kararları tanımamak ve bizim mahkemelerimizi tanmayanları biz tanımayız demek,sana yakışıyor mu hiç?

Zamanında,sen de bu mahkemeye başvurarak adalet istedin.

Ayıptır,bilmiyor musun?Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin işlevi ve kuruluş amacı,iç hukuktaki bizim yerli mahkemelerimizin üzerinde, insan hakları denetimi yapmaktır.

Ben,sizin,lütfen bağışlayınız amacım hakaret etmek falan değil,başka bir kelime bulamadığım için söylüyorum,çok cahilce bu beyan ve yaklaşımınızdan dolayı,hukukun ve anayasanın üstünlüğü,insan hakları adına olduğu kadar, gerçekten utanılacak,yüksek tahsil yapmış deneyimli bir devlet adamı ve bir cumhurbaşkanına asla yakışmayacak bir gaf işlemiş olduğunuz için de,ayrıca çok, ama çok utanıyorum ve yerin dibine giriyorum.

Örneğin;iç hukuktaki yerel bir ağır ceza mahkemesi; bir karar verdiğinde,kararının İstinaf ve Yargıtay tarafından bozulması,yerinde görülmemesi halinde,benim kararımı tanımayan İstinaf ve Yargıtayı da ben tanımam deme hakkına sahip midir?

Yapma bu kötülüğü, ne kendine, ne de ülkemize,aklını başına topla lütfen.

Ülkene acımıyorsan,kendine ve ailene acı lütfen.

Son söz;bugün güçlüyken etrafında olup seni yanlış yönlendirenler,alkışlayanlar ve cesaret aşılayanlar,yarın ilk önce seni terkedecek olanlardır.

Gerçek dost acı söyler, sakın unutma güzel kardeşim. 03/02/2022


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu