30 Eylül 2023 Cumartesi

GÜNAH KEÇİSİ OLARAK SEÇİLEN ÜÇ BEŞ KİŞİYLE HÜKÜMETİ DEVİRMEYE TEŞEBBÜS SUÇUNUN İŞLENDİĞİ NEREDE GÖRÜLMÜŞTÜR?

 



Bu hukuki rezalet demokratik hiçbir ülkede görülemez.

Ancak,Yargıtayın Gezi direnişi kararını onamasıyla, maalesef böyle bir hukuki rezalete imza attı ülkemiz yargısı.

Kısaca bir hatırlayalım Gezi eylemleri niçin ve nasıl başladı.

2013 Taksim Gezi Parkı protestoları, AKP Hükûmeti'nin, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi hizmette kullanılmak koşulu ile tapuda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı'na İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi ve 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı olduğu halde Topçu Kışlası'nı Taksim Yayalaştırma Projesi çerçevesinde imar izni olmadan yeniden inşa etmesini engellemeye yönelik silahsız ve saldırısız barışçıl anayasal protesto hakkının kullanıldığı meşru bir direniş eylemi olarak başlamıştır.

İş başındaki siyasal iktidarın Gezi Parkına yönelik Topçu Kışlası yapımı kararında ısrarcı ve kararlı olması, insanların anayasal protesto haklarını kullanmalarını engellemek için orantısız polis gücünü kullanması sonucunda eylemler tırmanmış ve diğer illere de sirayet etmiş,temelinde yasal ve meşru olan bu barışçıl direniş eylemine,zaman içinde bazı tahrikler ve polisin kullandığı orantısız şiddet nedeniyle kan karışmış, ölümler ve yaralanmalar meydana gelmiştir.

Sözün kısası,eyleme katılan insanlar; durduk yerde,hadi meşru seçimle iş başına gelen hükümeti devirelim kastıyla ve hükümeti devirmeye elverişli vasıtalarla Gezi eylemlerine başlamamışlardır.

Eyleme, İstanbul ve İstanbul dışındaki birçok ilimizde binlerce kişi katılmış,ancak eyleme katılanlar; hükümeti devirmek amacıyla ve bu kasıt altında eylem yapmak üzere aralarında önceden anlaşarak organize bir şekilde hareket etmemişler,eylemler spontane bir şekilde gelişerek birçok ilimize yayılmış ve siyasal iktidar elindeki emniyet güçlerini orantısız bir şekilde kullanarak eylemleri tırmandırmıştır.

Eylemin amacı bellidir.Amaç;Yargı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına aykırı olarak,halkın kullanımına açık olan Gezi Parkında Topçu Kışlası yapma konusunda ısrarcı olan siyasal iktidarı demokratik yollarla,demokratik protesto ve gösteri hakkını kullanarak kararından döndürmektir.

Demokrasilerde seçim zorunlu bir koşuldur ama tek koşul değildir.

Demokrasilerde, siyasal iktidarlar; meşruiyetlerini demokratik seçimlerle kazanırlar. Anacak,bu meşruiyetlerini anayasa ve yasalara riayet ederek dönem sonuna kadar sürdürmek zorundadırlar.

Seçildim, istediğim gibi keyfi herşeyi yaparım mantığı demokrasilerde söz konusu olamaz.Aksi halde,seçmenin,yani halkın anayasal demokratik protesto hakkı devreye girer.Gezi eylemleri de temelinde işte böyle bir demokratik eylemdir.

Eylemin bütününde ve genelinde,zaman içinde sonradan eyleme sızan kötü niyetli bazı illegal kişi ve kuruluşların, gösteri sırasında suç teşkil eden bazı şiddet eylemlerini gerçekleştirmiş olmaları, gezi eyleminin geneline ilişkin meşruiyetine halel getiremez.Kaldı ki,o şiddet eylemlerine karışan gösterilere sızan kişiler, şimdi nerede,yakaladınız mı onları?Mahkum edilen ve mahkumiyetleri onan üç beş kişinin yasa dışı herhangibir yasa dışı şiddet eylemi saptanmış mıdır?

Eylemde,hükümeti devirmeye teşebbüs suçunun madi ve manevi koşulları olmadığı gibi,teşebbüsün de yasal koşulları bulunmamaktadır.

Tüm ülke çapında milyonlarca insanın spontane olarak katıldığı gezi olaylarının, üç beş kişinin üzerine yıkılması,üç beş kişinin günah keçisi olarak seçilerek,yasal koşulları oluşmadan,şu anda haklarında hiçbir suçlamada bulunulmayan milyonlarla irtibatları kurulmadan,kesin ve inandırıcı deliller elde edilmeden mahkum edilmeleri, ne hukuken, ne de vicdanen asla kabul edilemez.

Yargıtay'ın onama kararı; tamamen siyasal nedenlere dayanmakta olup, hukuk dışı ve onur kırıcıdır.01/10/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


29 Eylül 2023 Cuma

VERGİ ÖDEVİ VE ANAYASA MAHKEMESİ'NİN MTV KARARI

 


Anayasamızın 73 maddesinin başlığı Vergi ödevidir.

73. maddeye göre;herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.

Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.

Demek ki,anayasamıza göre; herkes,kamu giderlerini karşılamak üzere;

Mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı asıl amaçtır.

Dikkat edilirse, vergi yükümlüsünün T.C.Vatandaşı olması gerekmiyor.

Ülkemizde yaşayan ve ülkemizde bir gelir elde eden ve/veya vergiye tabi bir mal ve hizmet satın alan,mal edinen herkes, vatandaş olsun veya olmasın ülkemizde vergi yükümlüsü olarak kabul edilmiştir.

Vergi yükünün;mali gücün yanında, adaletli ve dengeli de olması zorunludur.

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkesi, çok önemlidir.

Bizim ülkemizde vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtıldığından asla bahsedilemez.

Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağıtıldığından bahsedebilmek için,bizim ülkemizde vergi geirlerinin neredeyse üçte ikisini karşılayan,mal ve hizmet satımı karşılığında,mali gücüne bakılmaksızın zenginden de fakirden de eşit oranda alınan,KDV ve ÖTV gibi vasıtalı vergilerin miktar ve oranlarının minunum düzeyde olması ve asıl verginin gerçek kazançlar üzerinden alınması, zorunludur.

Vasıtalı vergilerin toplam vergi hasılatının büyük bölümünü oluşturduğu ülkemizde demek ki;anayasamızın 73.maddesindeki açık emre rağmen, vergi yükü adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmamakta ve anayasaya aykırı bir vergi düzeni hüküm sürmektedir.

İşte Anayasa Mahkemesinin;dün açıklanan kararıyla onay verdiği, iktidarın çıkardığı bir yasa ile aynı vergi döneminde ikinci kez tahsiline olanak sağlayan ek motorlu taşıtlar vergisi de,taşıtların özelliklerine göre miktarları farklılık gösterse de,aynı özelliğe sahip taşıtlara sahip olan zenginden de fakirden de aynı miktarda alındığı için, adil olmayan bir vasıtalı vergi olup,zaten bünyesinde adalet içermeyen motorlu taşıtlar vergisinin, bir de, ikinci kez tahsilene yeşil ışık yakılması,yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesinin açık bir anayasa ihlalidir.

Anayasa ihlallerini denetlemekle görevli ve yetkili bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesinin, dünkü anayasaya aykırı kararı,bir vatandaş ve hukukçu olarak bizi endişeye sevk etmiş,yargıya olan ve giderek azalan güven duygumuzu yok etmiştir.

Deprem gerekçe yapılarak siyasal iktidar tarafından ek kaynak yaratmak anacıyla ek vergiler alınacaksa, bunun adresi; çok kazanan gerçek usulde vergilendirilen mali gücü yüksek kişi ve kuruluşlar olmalıdır.Anayasanın 73. maddesinde yer alan vergi yükü adaletli ve dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır ilkesi, bunu gerktirmektedir.

Siyasal iktidar; yine kolaycılığa kaçmış ve kaçırılması mümkün olmayan dizginleri kendi elinde bulunan,ödenmemesi halinde;örneğin, devir ve satış imkanını ortadan kaldıran,trafiğe çıkabilmek için yaptırılması gerekli olan ve yollarda sık sık kontrol ve denetime tabi fenni muayeneye sokmama gibi,göze alınması imkansız pratik bazı yaptırımlara ve hak kayıplarına yol açan motorlu taşıtlar vergisine ek vergi getirerek,sözüm ona kurnazlık yapmış, kendi vatandaşını acımasızca zora sokmuş ve adeta tuzağa düşürmüştür.

Maalesef, Anayasa Mahkemesi de, anayasaya aykırı olan bu ek motorlu taşıtlar verisine,2003 yılındaki içtihadını görmezlikten gelerek onay vermek suretiyle, anayasa dışı bir karara imza atmıştır.

Anayasa Mahkemesinin; ek motorlu taşıtlar vergisine onay vermediği 2003 yılındaki doğru olan kararından bu yana,Anayasamızda değişen hiçir şey yoktur.

Tek değişen şey;yargı bağımsızlığının yok olması ve Anayasa Mahkemesinin; üye seçim ve atamalarından kaynaklı bugünkü siyasallaşması,bağımsız ve tarafsız gerçek bir yüksek mahkeme olma özelliğini yitirmesidir.29/09/2023



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu











25 Eylül 2023 Pazartesi

BUNUN ADI İKTİDARIN YANLIŞ OLAN SIĞINMACI POLİTİKASINI KORUMA ALTINA ALMAKTIR

 



Bu ülkede,asıl kast ve maksatları suç işlemek olmayan, Türk Halkını; ülkemizdeki Suriyeli ve diğer sığınmacılara yönelik kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve onları aşağılama olmayan,sadece iktidarın sığınmacı politikalarını,onlara kendi vatandaşlarına sağlamadığı imkanları,karşılıksız bazı ayrıcalıkları tanıdığı,ülkenin kıt imkanlarına sığınmacıları ortak ettiği,siyasi rant uğruna Türk vatandaşlığına alarak ülkenin ileride beka sorunu haline gelecek olan demografik yapısına zarar verdiği için,iktidarı sığınmacılar üzerinden eleştirmekten öte,herhangibir suç işleme ve aşağılama kasıtları olmayan,sığınmacıları açıkça hedef göstererek onlara karşı,vurun,öldürün,iş yerlerini yıkın yakın,talan edin, yaralayın ve benzeri şiddet,kin ve düşmanlık içeren suçların işlenmesi içn halkımızı alenen tahrik eden hiçbir suç teşkil eden davranışları olmadığı halde, bazı duyarlı insanlarımızın ve gazetecilerin soruşturmaya tabi tutularak gözlaltına alınmaları ve hatta tutuklanmaları,siyasal iktidarın yargıyı sopa olarak kullanarak,kendilerinin oy deposu olarak gördükleri,velinimetleri sığınmacıları açıkça koruma altına alarak sığınmacı poltikalarını dokunulmaz ve eleştirilemez kılmaktır.


Sığınmacı sorununu kökten çözecek yerde,sığınmacıları, koşulları olmadığı halde kolayca vatandaş ve ülkemizde kalıcı yapmayı, ülke yararını gözardı ederek, sığınmacıları kendi siyasi yararı için kullanmayı amaç edinen siyasal iktidar,bu konda en ufak bir eleştireye dahi tahammül edememektedir.


Biz,muhalefete seslenerek ve ısrarla; son seçimde kaç sığınmacının vatandaş yapılarak onlara oy kullandırılığının, sayıca net bir şekilde belirlenerek kamu oyuyla paylaşılmasını,Millet İttifakının seçim yenilgisinin en önemli nedenlerinden biri olan bu gerçeğin açığa çıkarılmasının,seçim yenilgisinin doğru bir şekilde teşhis ve değerlendirilmesi için elzem olduğunu sürekli yazıyoruz.Ama muhalefet tınlamıyor bile.


Evet bunda ısrarcıyız.Kaç sığınmacı vatandaş yapılmış ve son seçimde oy kullanmıştır?


Bunun net olarak ortaya çakrılamaması seçim yenilgisinin en doğru bir şekilde teşhisini ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesini zorlaştıracaktır.


Bu yapılmadığı sürece,ana muhalefet partisi CHP, istediği kadar değişsin, on takla atsın, silkelensin, beyhude bize göre.


Halkımızın; en tabii hakkı olan iktidarın sığınmacı politikasını, kendilerinin ve ülkelerinin yararı için haklı olarak eleştiren beyanlarını,sığınmacılara yönelik kin ve düşmanlığa alenen tahrik olarak değerlendirerek sertleşen ve yargıyı sopa olarak kullanmaya kalkışan siyasal iktidarın;hukuk dışı bu açık tavrına bakıldığında, siyasal iktidarın sığınmacıları ve oylarını,kendi siyasal geleceği ve yararı için kıymetli gördüğünü onları velinimet kabul ettiğini, ciddi olarak düşündürmekte olup, ülkemizde vatandaş yapılan ve oy kullanan tüm sığınmacıların gerçek sayısı,mutlaka belirlenerek kamuoyu ile paylaşılmalıdır.


Bunda da,en büyük görev; en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, tüm muhalefet partilerine düşmektedir.Peşini bırakmadan bu görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidirler. 25/09/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

13 Eylül 2023 Çarşamba

SAYIN ERDOĞAN BIRAK ANAYASAYI DEĞİŞTİRMEYİ SEN ÖNCE O BEĞENMEDİĞİN 1982 ANAYASASINI BİR UYGULA VE AKARYAKITIN ALEVİNİ SÖNDÜR SONRA DÜŞÜN ANAYASA'YI

 



Daha on gün önce “ANAYASALAR NİÇİN DEĞİŞİR?” başlıklı bir makale yazıp paylaşmıştım.


Demiştim ki;


Mevcut anayasalar, niçin değiştirilirler?


Mevcut anayasa özgürlükçü,demokrat ve laik değildir,anayasada yer alan açık hükümlerle bazı özgürlüklere sınırlar ve yasaklar getirirlmiştir,özgürlüklere yönelik bu sınırların ve yasakların kaldırılarak, daha özgür,demokrat ve laik bir toplum yaratma ihtiyacından dolayı, anayasalar pozitif ve olumlu olarak değiştirilebilir.


Ya da,mevcut anayasa; içerdiği hükümleri itibariyle olabildiğince özgürlükçüdür, demokrat ve laiklikten yanadır.Ama,buna rağmen,mevcut iktidar;bu özgürlükleri kullanarak iktidara geldiği halde, fiilen bu özgürlükleri ve laikliği içine sindirememektedir,laikliği ve özgürlükleri,anayasaya rağmen sürekli ihlal etmektedir,bu fiili durumu hukukileştirmek için, mevcu anayasayı geriye doğru,olumsuz olarak değiştirmek ister.


Demokrasi ve özgürlükler bilinci, kültür ve refah düzeyi gelişmiş,laik toplumlarda, aslında yazılı bir anayasanın mevcudiyeti dahi gerekli değildir.İngilterede olduğu gibi.”


Sarayın tek adamı partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;darbe anayasası olarak suçladığı 1982 anayasasının mutlaka değişmesi ve yeni bir anayasa yapılması konusundaki ısrarını sürdürüyor.


ERDOĞAN'a sormak lazım.Sayın ERDOĞAN; beğenmediğin ve aslında hiç uygulamadığın,1982 anayasasında yer alan, darbecilerin tanıdığı özgürlüklere dahi tahammül edemiyorsun,en basit barışçıl ve silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşlerini dahi,beni devirecekler korkusuyla, insanlara çok görüyorsun,önemli toplumsal davaların aleni duruşmalarını, mahkemelerin gizlilik kararı olmadığı halde, gazetecilerin ve vatandaşların izlemelerini, polis barikatları ve kalkanlarıyla sert bir şekilde önlüyorsun,sonra da, bu özgürlükleri vatandaşına tanıyan 1982 anayasasını darbeci diyerek suçlayarak değiştirmek istiyorsun.


Bu tutumunda gerçekten bir anormallik ve gariplik var Sayın ERDOĞAN.


Gerçekten sen ne yapmak istiyorsun?


Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi?


Sayın ERDOĞAN;uygulanmayan ve aksayan sonuçları açıkça görülmeyen anayasalar değiştirilmek isteniyorsa, kusura bakma ama, bunda kesinlikle bir kötü ve art niyet vardır.Sen, önce o beğenmediğin darbeci olarak suçladığın 1982 anayasasını eksiksiz uygula,onun tanıdığı tüm özgürlükleri engellemeden halkına kullandır, anayasada yer alan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı,basın özgürlüğü,laiklik gibi temel ilkelere riayet et,saygılı ol ve uygula,özgürlükler aleyhinde aksayan bir yönü varsa,özgürlükleri daha da genişletmek amacıyla,demokratik yönde bu anayasayı değiştirmek üzere harekete geç lütfen.


Bugüne kadar ki uygulamalarından ve özgürlük anlayışından çıkardığımız kesin sonuca göre;sen,eleştirdiğin 1982 darbe anayasasının vatandaşa tanıdığı hak ve özgürlükleri, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını içine sindiremiyorsun ve 1982 anayasasını daha da geriye götürerek,tek adama dayalı bu ucube sistemi daha da sağlamlaştıracak,yetkilerini daha da genişletecek,bir dönem daha Cumhurbaşkanı kalmanın önünü açacak, siyasal İslamcı bir düzeni, yapacağın yeni anayasa ile meşrulaştırarak sarayında çok daha rahat ve huzur içinde iktidarını sürdürmek istiyorsun.


Sayın ERDOĞAN;bir elbise alırken dahi,üzerimize bir giyer prova ederiz.Elbise bedenimize bol mu gelecek, dar mı gelecek, yoksa cuk oturacak mı diye.


Şu beğenmediğin darbecilikle suçladığın 1982 anayasasının tanıdığı tüm özgürlükleri,yargının bağımsız ve tarafsız olduğu ilkelerini bir uygula görelim bakalım.Bu anayasa mevcut haliyle halkımıza bol mu geliyor, yoksa dar mı geliyor.


Ondan sonra düşünürüz hep birlikte,1982 Anayasasını değiştirelim veya değiştirmeyelim diye.


Sayın ERDOĞAN;size bir teklifim var.Anayasadan önce, şu neredeyse her gün fiyatı artan,domino etkisiyle maliyet enflasyonunu sürekli yukarı çeken,böyle giderse sittin sene enflasyonu kontrol altına almayı asla başaramayacağınız,sosyal patlamalara neden olacağınız akaryakıt fiyatlarına, ne yapacaksanız bir an önce yapıp bir çare bulunuz,gerekirse vergi yükünü tamamen kaldırınız,devlet olarak sübvanse ediniz,ama, lütfen;ne yapalım, dolar yükseliyor,varil fiyatı yükseliyor bahanesine sığınmayınız.Şunu da unutmayınız,dolar niçin yükseliyor,Türk Parası niçin dğer kaybediyor,bunun da sorumlusu sizsiniz,doları sabit tutabilmek,Türk Parasının değerini koruyabilmek için alaınması gereken her türlü tedbri almak benim görevim değil, iktidar ve tek adam olarak sizin asli göreviniz,yapamıyorsanız istifa kurumunu kullanınız,Sizi o makamda zorla tutan yok.


Sayın ERDOĞAN;şunu da biliniz ki;seyahat özgürlüğü,konut dokunulmazlığı ve sair klasik anayasal özgürlüklerin,kağıt üzerinde anayasalarda yer alması yeterli değildir.Bu özgürlüklerin kullanılabilir hale getirilmesi de gerekir, bu da ekonomik özgürlüklerle sağlanır.Anayasada yer alan seyahat özgürlüğüne rağmen,akaryakıt zamları nedeniyle en kısa mesafe ulaşım bilet ücretleri halkın ödeme gücünü aşacak fahiş boyutlara gelmişse,anayasada yer alan klasik seyahat özgürlüğünün bir anlamı olamaz, sadece kağıt üzerinde kalır.


Keza,insalar gelirleri yetmediği,ekonomik özgürlükleri olamdığı için konut sahibi olamıyorlar, ev kiralarını dahi karşılayamıyorlar ve parklarda yatmak zorunda kalabiliyorlarsa,parkta açık havada yıldızları sayarak uyumak zorunda bırakılmaları nedeniyle, konut dokunulmazlığı özgürlüklerini kullanamıyorlar demektir.


Demem o ki;ekenomik özgürlükler,klasik özgürlüklerin hayata geçirilebilmesi uygulanabilmesi için zorunludur.Ekonomik özgürlük yoksa, klasik özgürlük de fiilen yoktur.


Ekonomik özgürlük ve bağımsızlık;borç batağına gömülen ülkemiz için de bir beka sorunudur.Ekonomik özgürlükleri ve bağımsızlıkları yok olan ülkeler,eninde sonunda yok olmaya mahkumdurlar.


Sayın ERDOĞAN;şimdilik maruzatım bu kadar.Sizin anayasayı değiştirmeden önce yapacağınız çok acil ve önemli işler var Sayın EDOĞAN.


Sakın unutmayınız,akılsız ve sizi uyarmayan dostlarınız olacağına,akıllı ve yapıcı olarak sizi uyaran düşmanlarınız,daha doğrusu muhalifleriniz olsun. 13/09/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu




12 Eylül 2023 Salı

KİRLİ SİYASET VE İMAMOĞLU'NUN ŞANSI

 



Temiz siyaset ne için yapılır?


Öncelikle, ülkenin ve ülke insanlarının yararları için yapılmaz mı?


Siyasi partilerin, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olmasının asıl nedeni de bu değil midir?


Ama,ülkemizde maalesef yürürlükte olan siyaset kirli siyaset olunca,kişisel ve partisel yarar ve menfaatler, ülke yararının ve menfaatlerinin önüne geçiyor maalesef.


İYİ PARTİ'nin; istikrarsız, sürekli yalpalayan,zikzaklar çizen lideri AKŞENER ne diyor?


İttifak falan yok,yerel seçimlerde 81 ilde de kendi adaylarımızı çıkaracağız,ağırlığımızı ölçeceğiz,yani boyumuzun ölçüsünü alacağız,biz Halk Partisinin adaylarını kazandırmak için kurulmadık,bu kararımızın olası sonuçlarına katlanmaya razıyız diyor, mealen.


AKŞENER'in bu beyanlarından açıkça anlaşılıyor ki;ülkenin ve halkımızın yararlarına öncelik vermiyoruz, partimizin yararları ülkemizin yararınından önce geliyor,İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin yeniden AKP'nin eline geçmesi,belediyelerin kaynaklarının, AKP'nin kontrolündeki ve arka bahçeleri konumundaki dinci laiklik karşıtı vakıf ve cemaatlere hortumlanarak halkın parasının üzerine çökülmesi ,AKŞENER'i ve partisini hiç ilgilendirmiyor,partinin yararları, ülkenin ve vatandaşların yararlarının önüne geçiriliyor.


İşte bu siyaset, kirli siyasetin ta kendisidir.


Bu hanımefendi değil miydi?


KILIÇDAROĞLU seçilemez adaydır,İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU veya Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ kesinlikle seçilecek adaylardır diyerek, altılı masayı deviren ve seçimin kaybına neden olan.


Şimdi ne değişti de,Cumhurbaşkanı olmaları için can atan ve altılı masayı devirecek kadar gözü dönen AKŞENER,İstanbul ve Ankarada yeniden aday olacak olan İMAMOĞLU ve YAVAŞ'ın karşılarına kendi partisinden adaylar çıkararak, bu iki değerli başkanın seçilmelerini zora sokuyor,hem de kendi adaylarının asla ve kesinlikle seçilemeyeceklerini bildiği halde?


Bu sorunun makul hiçbir karşılığı yoktur.


AKŞENER;cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki aday belirleme tutumuyla taban tabana zıt ve çelişen bu akıl ve mantık dışı tutumu ve kirli politik tavrıyla, sanırım hem kendisinin, hem de lideri olduğu İYİ PARTİ'nin sonunu hazırlıyor,adeta siyasi jübilesini yapmaya hazırlanıyor.


AKŞENER'in kendi siyasi hayatının sonunu hazırladığı bu politik tavrı,belki Ekrem İMAMOĞLU için bir şans olabilir,mevcut konumunun ve popülerliğinin avantajlarını çok iyi kullanarak, kendisinin İstanbul İttifakı olarak nitelendirdiği, her partiden seçmenin sandıkta işbirliğini sağlayıp yeniden İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini kazanırsa,en başta CHP Genel Başkanlığı olmak üzere,siyasette tüm kapılar kendisi için ardına kadar açılır.


Partiler arası ittifaksız yapılacak olan 2024 yerel seçimleri,İMAMOĞLU için bir referandum ve güven oylaması olacaktır bize göre.13/09/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


ERDOĞAN'IN ÜLKEYE YAŞATTIĞI EKONOMİK KISIR DÖNGÜ

 



Bugün 12 Eylül 2023.


12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana, tam 43 yıl geçmiş.


43 yıla rağmen; ekonomide,refah düzeyinde,kişi başına düşen milli gelirde, özgürlüklerde,demokrasi anlayışında,siyasette,yargıda,yargının bağımsızlığında, ülkenin uluslararası saygınlık derecesinde ve birçok alanda, ileriye giden,daha olumlu,bir gelişme var mı?


Maalesef, bu sorumuzun cevabı, koskocaman bir hayır.


Bu nedenle,ülkeyi 12 Eylül 1980 askeri darbesinden bu yana geçen 43 yıl zarfında ve her alanda daha da kötüye götüren iş başındaki siyasal İslamcı,demokrasi,özgürlükler ve laiklik karşıtı tek adam yönetiminin hüküm sürdüğü bugün,tümü hakkın rahmetine kavuşmuş olan,yaşananların da tek sorumlusu kendileri olmayan,12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanları eleştirerek ve lanetleyerek onlara haksızlık yapmayı düşünmüyor ve bugünün 12 Eylül dönemini aratmayan koşullarında, 12 Eylül askeri darbesine yönelik eleştirel bir yazı yazmanın ülkemize hiçbir yararının da olmadığını düşünüyoruz.


Bu itibarla bugün,siz okurlarla ekomiye yönelik bir fikir jimnastiği yapmayı uygun buluyoruz.


Seçim kazanan ERDOĞAN;daha önce yıkandığı suda yıkanmayı deneyerek,daha önce yerden yere vurduğu ekomi politikasını ve icraatlarını beğenmediği için yanından uzaklaştırdığı Mehmet ŞİMŞEK'i, yalvar yakar uzun bir uğraşıdan sonra tekrar ekonominin başına getirdi ve görünen o ki;Mehmet ŞİMŞEK sanırım müdahale edilmemesini şart koştuğu için, şimdilik, büyük ekomist ERDOĞAN'ın; faiz sebep,enflasyon sonuç teorisini terk edip,faizleri artırarak,dolaylı vergileri artırarak,fiyatlarını iktidarın belirlediği birçok temel ihtiyaç maddelerine,akaryakıta vergi ve pompa bazında büyük zamlar yaparak iş başı yaptı ve millet bu zamların etkisiyle inim inim inler hale getirildi.


Ülkemizin en büyük ekonomik sorunu;halkımıza, pahalılık ve enflasyon olarak yansıyan;yeteri kadar üretmeden tüketmek,ürettiklerini de dışa bağımlı hammade ağırlıklı olarak üretmek,üretemediklerini dışarıdan dövizle ithal ederek halka sunmak,bu nedenle sürekli döviz açığı,yani cari açık vermek,itibardan tasarruf olmaz şark kafasıyla kamudaki aşırı lüks ve israfı önleyememek,devletin giderlerini ürettiklerinden elde ettiği gelirlerden ziyade fakir halkın cebine el uzatarak özellikle dolaylı vergiler yoluyla elde ettiği vergi gelirleriyle karşılamak,her sene artarak sürekli bütçe açıkları vermek,dövizdeki arz ve talep dengesini kuramadığı için döviz fiyatlarının yükselişine engel olamamak,bu nedenle özellikle dışa bağımlı,dövizle karşılanan akaryakıt ithalatının tüm döviz yükünü,devlet olarak bir miktar sübvanse edemiyerek, fazlasıyla fakir halkın sırtına yüklemek ve tüm bu olumsuzlukların sonucunda,ülkedeki tüm hizmetlerin ve üretilen malların maliyetlerininin yükselişine,bunun sonucu olarak da,içinde yaşamakta olduğumuz aşırı hayat pahalılığına,bir başka anlatımla maliyet enflasyonuna engel olamamak.


Tam bir kısır döngü.


Bizi yönetenler;acaba, kısaca hayat pahalılığı olarak hissettiğimiz enflasyonun,talep ve maliyet enflasyonu olarak iki ayrı türünün olduğunu,şu anda içinde yaşamakta olduğumuz hayat pahalılığı ve enflasyonun talep değil bir maliyet enfalasyonu olduğunu ve bu iki ay tür enflasyonla, değişik yönetmlerle mücadele edilmesinin gerekliliğini biliyorlar mı dersiniz?


Bize göre bilmiyorlar.


Evet ülkemizde,önemli bir talep enflasyon yoktur.Yani üretilen mal ve hizmetlerin arzının,halkın talep ve tüketimine yetmediğini kimse iddia edemez.


Emekçi sınıfın; gayrisafi milli hasıladan hak ettiği payı alamadığı,emeğiyle çalışan çoğunluğun, alın terinin karşılığı,insanca yaşaması için gerekli asgari düzeydeki ücreti alamadığı,sırtına yüklenen ağır vasıtalı vergilerle de alım gücünün yok edilerek,asgari ihtiyaçlarını dahi gideremediği,taleplerinin sınırlı elzem ve hayati ürünlerle kısıtlı hale getirildiği ülkemizide;bir talep patlamasının olduğunu, arz ve talep dengesinin arz aleyhine bozularak, bir talep enfalasyonu ve pahalılığının olduğunu, kimse savunamaz.


Bu gerçeğe rağmen,iş başındaki saray yönetiminin ekonomiden sorumlu bakanı ve Merkez Bankası ne yapıyorlar?


Bir takım para oyunlarıyla;örneğin,kredi kartı limitlerini ve taksit sayısını azaltarak,dönem sonu asgari ödeme miktarlarını çoğaltarak,ihtiyaç kredilerini kısarak ve faizlerini artırarak, talebi daha da kısarak,borçla ancak geçinebilen halkın boğazını sıkıp, enflasyonu ve hayat pahalılığını önleyebilecelerini sanıyorlar.Yani,okulları kapatarak milli eğitim sorununu çözmek istiyorlar.


Ekonomide yapısal değişilklikleri yapamayan,ülkeye döviz kazandıracak katma değeri yüksek dışa bağımlı olmayan sanayi ürünlerinin üretimini sağlayacak yatırımları gerçekleştiremeyen,ülkenin tüm varlıklarını taşa ve toprağa yatıran,üretimi yok eden,devleti mirasyedi gibi yöneten,verimli arazisi,iklimi ve çalışkan çiftçisiyle, kendisine yetecek ve hatta ihraç ederek ülkeye döviz kazandıracak tarım ve hayvancılık ürünlerini üretecek büyük bir potansiyele sahip olmamıza rağmen,bu potansiyeli ateşleyecek bir tarım ve hayvancılık politikasını yürürlüğe koyamayan,tarım ve hayvancılık ürünlerini dahi dışarıdan ithal ederek, altın değerindeki ülke dövizlerini çarçur eden,sanayicisine,tarımla ve hayvancılıkla uğraşan köylüsüne ekonomik destek sağlayamayan,enerjideki,özellikle doğalgaz ve mazottaki fiyat artışlarını, olduğu gibi bu kesime de yansıtarak maliyet enflsayonunun ve dolayısıyla hayat pahalılığının yaratılmasında başrol oynayan,alın teriyle kazanmadığı için, fakir halktan topladığı vergi gelirlerini, kendisinin ve partisinin ve yandaşlarının yararına kullanmayı şiar edinmiş olan bir siyasal iktidarın varlığıdır,ülkenin yaşamakta olduğu enflasyonun ve hayat pahalılığının nedeni ve temelinde yatan asıl gerçek.


Uyan hemşehrim uyan,kovulma pahasına da olsa, gör bu gerçekleri Sayın Mehmet ŞİMŞEK.Tam bir fasit daire ve kısır döngü sarmalı içinde, akıntıya kürek çekmeye çalışıyorsunuz,halkı ezerek.


Hiç kendimi övmeyi sevmem,biraz ayıp olacak ama,Ankara Hukuk Fakültesinde okurken, kendilerinden, ekonomi ve maliye ve maliye politikaları derslerini aldığım rahmetli hocam Mahmut KOLOĞLU ve hayattaysa kulakları çınlasın Mualla ÖNCEL sayesinde güzel bir ekonomi yazısı oldu sanırım.Uzun diyerek mazeret uydurmadan,umarım okursunuz.12/Eylül/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


2 Eylül 2023 Cumartesi

ANAYASALAR NİÇİN DEĞİŞTİRİLİR?

 


Mevcut anayasalar, niçin değiştirilirler?


Mevcut anayasa özgürlükçü,demokrat ve laik değildir,anayasada yer alan açık hükümlerle bazı özgürlüklere sınırlar ve yasaklar getirirlmiştir,özgürlüklere yönelik bu sınırların ve yasakların kaldırılarak, daha özgür,demokrat ve laik bir toplum yaratma ihtiyacından dolayı, anayasalar pozitif ve olumlu olarak değiştirilebilir.


Ya da,mevcut anayasa; içerdiği hükümleri itibariyle olabildiğince özgürlükçüdür, demokrat ve laiklikten yanadır.Ama,buna rağmen,mevcut iktidar;bu özgürlükleri kullanarak iktidara geldiği halde, fiilen bu özgürlükleri ve laikliği içine sindirememektedir,laikliği ve özgürlükleri,anayasaya rağmen sürekli ihlal etmektedir,bu fiili durumu hukukileştirmek için, mevcu anayasayı geriye doğru,olumsuz olarak değiştirmek ister.


Demokrasi ve özgürlükler bilinci, kültür ve refah düzeyi gelişmiş,laik toplumlarda, aslında yazılı bir anayasanın mevcudiyeti dahi gerekli değildir.İngilterede olduğu gibi.


Anayasada bir özgürlüğü açıkça yasaklayan ,örneğin memurların ve kamu görevlilerinin sendika kurmalarını,grev ve toplu sözleşme yapmalarını yasaklayan açık bir hüküm yoksa,memurlara sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme hakkının tanınması için anayasaya açık bir hüküm koymaya dahi gerek yoktur.Yasalarla memura bu haklar verilebilir.


Demokratik toplumlarda;anayasalar,yasak getirmek,özgürlükleri sınırlamak için değil, özgürlükleri garanti ve teminat altına almak için yapılırlar


Bize gelince;iktidardaki saray yönetiminin başındaki tek adam, partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; sürekli olarak, yeni bir anayasadan bahsetmektedir.Meclisteki sayısal gücü yeterli olsa veya muhalefetten destek bulsa, kafasının içindeki anayasayı yaparak, fiilen rafa kaldırmış olduğu mevcut anayasanın hukuken de defterini dürerek,tüm özgürlüklerin güvencesi laikliği tamamen ortadan kaldırarak, ülkenin anayasal düzenini siyasal İslama dönüştürmek,onun tek hedefidir.


Hem laik, hem de müslüman olunamaz diyen,laikliği içine sindiremeyen,başında bulunduğu partisini yıllar öncesindenberi laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline getiren ve bu laiklik karşıtı eylem ve faaliyetleri Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilen,geçen o zamandan bu zamana kadar da, laiklik karşıtı eylem ve faailiyetlerini giderek tırmandıran,ekonomik kararlar alırken dahi, nas var diyerek İslami kuralları öne çıkararak,enflasyonla mücadele için gerekli olduğu halde, faizleri artıracağına, bilakis düşüren,sözüm ona, içerdiği özgürlükler açısından yetersiz bularak darbe anayasası olarak eleştirdiği 1980 anayasasının; yurttaşlara tanıdığı, en başta düşünce ve düşünceyi açıklama,basın, toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını fiilen kullanılamaz kılan, bu hakları anayasanın açık hükümlerine rağmen yok sayan ERDOĞAN'ın;taşıdığı bu antiözgürlükçü ve antilaik kısır demokrasi anlayışı dikkate alındığında, özgürlükçü bir yeni anayasa yapma konusunda, asla iyi niyetli olmadığını,açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz.


ERDOĞAN'ın gerçek amacı; daha özgür ve laik bir anayasa yapmak değil,daha özgür bir anayasa yapacağız diye yola çıkarak, mevcut darbe anayasasından dahi,onu aratacak nitelikte, daha ilkel, antilaik,antiözgürlükçü ve otoriter bir anayasayı ülkemize yamamak ve artık gizliliği kalmamış olan ajandasına, anayasal bir elbise giydirmektir.03/09/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu