25 Mart 2024 Pazartesi

HERKES AKLINI BAŞINA TOPLAMAK MECBURİYETİNDEDİR

 



Yazımın başlığı;”Herkes Aklını Başına Toplamalıdır” da olabilirdi.


Ancak,bilinçli olarak,yazı başlığını “HERKES AKLINI BAŞINA TOPLAMAK MECBURİYETİNDEDİR” şeklinde belirledik.


Evet,seçmenin; aklını başına toplayarak, artık ülkemiz için beka sorunu haline gelen,ktidara geldikleri 22 sene önceki halimizi dahi aratır hale geteiren,çözeceğim dediği tüm sorunların bizzat yaratıcısı AKP ve Cumhur İttifakı iktidarından kurtulmamız için önemli bir dönemeç olacak olan 31 Mart seçimlerinde, AKP ve Cumhur İttifakı adaylarına asla oy vermemeleri, artık bir mecburiyet haline gelmiştir.


ERDOĞAN'a sempati duyabilirsiniz, hala onun partisinin adaylarına oy vermeyi gönlünüzden geçiriyor olabilirsiniz,ancak büyük vebal altına girersiniz,bu iktidarın ekonomi ve özgürlükler alanında ezdiği en başta emekliler olmak üzeere halkımızın çoğunluğuna karşı büyük günah işlemiş olursunuz.


31 Mart seçimlerinin telafisi yoktur.Dört sene boyunca bir daha seçim yok.31 Mart seçimlerinde AKP ve Cumhur İttifakının adaylarına oy verecek olursanız,bu oylarınızın herbiri, ERDOĞAN'a güven oyu ve onun ülkeye zarar veren tüm icraatlarını onaylama anlamına gelecek ve ERDOĞAN;halkım benim icraatlarımı onayladı, aynı şekilde yola devam demeye ve halkımızı ezmeye davam demeye hak kazanacaktır.Kendinizi düşünmüyorsanız diğer insanlarımızı düşününüz ve ERDOĞAN'a oy vermemeye mecbur hissediniz kendinizi.Aksi halde kul hakkı yemiş olacaksınız,ülkemize ve insanlarımıza büyük kötülük yapmış olacaksınız.


31 Mart seçimlerinde, kendilerini ERDOĞN'a ve onun adaylarına oy vermeme mecburiyetinde hissetmesi gerekenlerin başında da emekliler ve aileleri gelmektedir.


Evet,31 Mart seçimleri iktidara hesap sormak için en yakın ve tek şansınız.Bu işi sonrasına bırakırsanız,dört sene beklemek zorunda kalacaksınız.


Bir düşünün,aklınızı başınıza devşirin,şurada seçime bir hafta kalmış,anketler aleyhinde olduğu halde ERDOĞAN Nuh diyor Peygamber demiyor ve emeklilerin çığlıklarına gözlerini ve kulaklarını kapatıyor,dar gelirlilerin ve emeklinin geçim ve yaşam derdine çare olabilecek en küçük bir girişimde bulunmuyor.


Bir hafta kalmış ve anketlere göre bir seçim yenilgisinin nefesini ensesinde hissetmiş olan,buna rağmen,kapıya dayanmış 31 Mart seçimleri için dahi kılını kıpırdatmayan ERDOĞAN'ın;31 Mart seçimlerini, en başta emekliler olmak üzerer,ezilen halkın oylarıyla başarıyla atlatması ve yeniden güven oyu alması halinde,1 Nisan'dan sonra ezilen halkın,emekli ve çalışanların yüzlerine dahi bakmayacağını ve bunda da yerden göğe kadar haklı olacağını, aklınızdan çıkarmayınız.


Bu nedenle,31 Mart'da oy vermeden önce,sorgulayın ve iyi düşünün lütfen, ERDOĞAN'a vereceğiniz oylarınızla bindiğiniz dalı kesmeyiniz,kendiniz bir yana, diğer masum isanların da ezilmelerine ortak olmayınız.25/03/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

22 Mart 2024 Cuma

ERDOĞAN ADINA ÜZÜLÜYORUM !...

 



Evet, ERDOĞAN adına çok üzülüyorum.


Neden mi?


Ülkemizde yaşayan bazı kişi ve çevreler;ERDOĞAN'ın izni,onayı,rızası ve talimatı olmadan bu ülkede bir yaprağın dahi kımıldayamayacağını,Güneş'in dahi doğarak sabahın olamayacağını,iyisiyle kötüsüyle her şeyin ERDOĞAN'ın bilgisi dahilinde gereçekleşeceğini,ülkenin tek hakiminin ERDOĞAN olduğunu, bir türlü anlamak,EROĞAN'ın tek başına mutlak gücünü ve kudretini kabul etmek istemiyorlar.


Bu durum tek adam ERDOĞAN adına çok üzücü ve onur kırıcı doğrusu!


Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde; yasama,yürütme ve yargının,tüm devlet yetkisinin hiçbir yasa ve anayasa kuralına tabi olmaksızın, tek başına ERDOĞAN' da toplandığını, bir türlü kabul etmek istemiyorlar!


Genellikle hafta başlarında toplanan ve alacağı kararlar, hacı bekler gibi, merakla beklenen,kendisine kabine denilen kurulun, Saray'da ERDOĞAN başkanlığında toplandığını,kabine içinde yer alan ve kendilerine bakan denilen memurların,kabinede alınan kendi bakanlıklarıyla ilgili kararları tek başlarına açıklama ve bu kararları ERDOĞAN'ın talimatı olmaksızın uygulamaya yetkilerinin olmadığını,her bakanın; yaptığı icraatı kamuoyuyla paylaşırken,besmele çeker gibi,söze başlamadan önce,Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla cümlesini kurmadan, tek bir açıklama dahi yapamadıklarını,görevlerinden istifa etmek isteyen bakanların ve devlet kurumlarının başındaki üst düzey yöneticilerin, istifa özgürlüklerinin bulunmadığını,ERDOĞAN'ın atadığı makam ve koltuklarından, ancak ve ancak,ERDOĞAN'ın affıyla ayrılabildiklerini,Diyanet İşleri Başkanının; özel dini ve milli günlerdeki hutbelerinde,tek başına, ATATÜRK'ün adını anmama ve ona hayır duasında bulunmama gibi bir yetki ve insiyatifinin,ERDOĞAN'ın bilgisi ve onayı olmaksızın ATATÜRK'ü yok sayma ve görmezlikten gelme lüksünün bulunmadığını,devlet memuru olan ve devletten maaş alan ATATÜRK düşmanı bazı din adamlarının, ATATÜRK'e dil uzatmalarına ve hakaret etmelerine rağmen,ERDOĞAN'IN onayı olmadan bu suç işleyen din adamları hakkında gerekli soruşturmaların yapılmayarak,hoşgörüyle geçiştirilemeyeceğini,lafın kısası, ERDOĞAN'ın; bu ülkede yapılan ve yapılmayan iyi veya kötü tüm icraatlarda tek söz sahibi olduğunu bilmeyen,ERDOĞAN'ın tek başına mutlak gücünü inkar eden kişiler var hala bu ülkede.


Eski İstanbul Valisi İçişleri Bakanı Ali YERLİKAYA'nın;göreve geldikten sonra,eski bakan Süleyman SOYLU'nun aksine,suç örgütlerinin lider ve kadrolarıyla makamında veya başka bir yerde poz vererek album yapmayarak,suç örgütleriyle mücadeleye girişmesi,suç örgütlerine karşı operasyon üstüne operasyonlar yaparak aslında görevini yapıyor olması,bu operasyonları ERDOĞAN'ın muhalefetine ve karşı çıkmasına rağmen, bağımsız ve tarafsız bir şekilde yapıyormuş gibi,bazı kişi ve çevrelerce göklere çıkarıldığına,İçişleri Bakanı hakkında methiyeler düzüldüğüne tanık oluyorduk.


Farzediliyordu ki;bürokrasiden gelen devlet terbiyesi alan Ali YERLİKAYA,kabine içinde, tek başına kabine,ERDOĞAN'ın talimatı dışına çıkabilen ve ERDOĞAN'a rağmen tarafsız ve bağımsız bir şekilde görevini yapan asi çocuk.


ERDOĞAN'ın mutlak otoritesi ve yetkisi yok sayılarak,böyle farzedildiği ve gözlerde çok büyütüldüğü için,İçişleri Bakanı Ali YERLİKAYA'nın seçim meydanlarına çıkarak İstanbul AKP Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı Murat KURUM için seçmenden oy istemesi,gerçekleri göremeyen bazı kişi ve kesimleri hayal kırıklığına uğrattı ve SEZAR'ın;”sen de mi Brütüs” sözlerini akla getirdi,o çevrelerce.


Aslında Ali YERLİKAYA'nın da diğer bakanlardan yok bir farkı.Göklere çıkarılan Ali YERLİKAYA da dahil,kabine'nin tüm bakanları,ERDOĞAN tarafından atanan ve onun izni ve affı olmadan istifa edemeyen ve onun mutlak talimatlarıyla ve büyük bir sadakatla görev yapan,ERDOĞAN kabinesinin memurlarıdır ve bunda şaşılacak bir durum da yoktur.22/03/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



16 Mart 2024 Cumartesi

SİZİ ÖRTÜLÜ ÖDENEK HARCAMALARI DAHİ KURTARAMAYACAKTIR

 


Yazı başlığındaki örtülü ödenek nedir?


5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu diye bir kanunumuz vardır.


Bu kanunun amacı;kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.


Bu kanunun 24.maddesiyle örtülü ödenek adıyla bir harcama kalemi ihdas edilmiş ve bu örtülü ödenek harcamaları,bu kanunun denetimi ve kapsamı dışında tutulmuştur.


Örtülü ödenek; ilgili yasanın 24.maddesinde, “kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, Devletin millî güvenliği ve yüksek menfaatleri ile Devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili Devlet ve Hükümet icapları için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesine konulan ödenektir. Kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen görevlerin gerektirdiği istihbarat hizmetlerini yürüten diğer kamu idarelerinin bütçelerine de örtülü ödenek konulabilir. Örtülü ödenek, bu amaçlar dışında, Cumhurbaşkanının ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare, propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılamaz. “şeklinde tanımlanmıştır.


Yine aynı kanun aynı 24.maddesine göre; örtülü ödeneklerin kullanılma yeri, giderin kimin tarafından yapılacağı, hesapların tutulma ve kapatılma yöntemi, gideri yapanın değişmesi halinde yeni yetkiliye hangi belgelerin aktarılacağı Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir.


Uzun lafın kısası;kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri,devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ve devlet itibarının gerekleri,siyasi,sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili olarak,yasafa sayılan çok istisnai ve sınırlı amaçlarla kullanılması gereken,Cumhurbaşkanı ve ailesinin kişisel harcamaları ile siyasi partilerin idare,propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılması yasak olan bu örtülü ödenek;tamamen, Cumhurbaşkanının göreve başlarken namusu ve vicdanı üzerine yaptığı yeminine sadık kalıp kalmadığının teminatına bağlanmıştır.Bu örtülü ödenek harcamalarını apıldığı yerler gizli olup,bu ödenekten yapılan ödemeler denetim dışıdır,ödemelerin yapılacağı yerleri, Cumhurbaşkanı tek başına kendi vicdani sorumluluğu altında belirler,yine bu ödenekten yapılacak olan harcama ve giderin kimin tarafından yapılacağını da Cumhurbaşkanı belirler,yapılan ödemelerin hesaplarının tutulması,gideri yapanın değişmesi halinde gideri yapacak yeni yetkiliye hangi ödeme belgelerinin aktarılacağı, Cumhurbaşkanı tarafından belirlenir.


Görülüyor ki;adından da anlaşılacağı üzere, örtülü ödenekten yapılan sır niteliğindeki harcamaların üzerinde, kalın ve gizli bir örtü mevcut olup,bu nedenle denetimden ve hesap vermekten tamamen muaf olan örtülü ödenek harcamaları; Cumhurbaşkanı ile onun belirleyeceği sırdaşı niteliğindeki gideri yapacak olan kişinin insaf ve vicdanlarına emanet edilmiştir.


Bu bilgilerin ışığında gözlemlediğimizde; 22 senelik AKP iktidarı döneminde, örtülü ödenekten yapılan harcamaların, her geçen sene ve özellikle seçim dönemlerinde ve 31 Mart yerel seçimlerini yaklaştığı son aylarda, katlanarak inanılmaz oranda artması,Cumhuriyet tarihimizin hiçbir iktidar döneminde rastlanmayan anormal miktarlara ulaşması, bize göre dikkat çekicidir.


Seçim kazanmak,iktidardan uzaklaşmamak,koltuğunu bırakmamak için meşru veya meşru olmayan her propaganda metodunu kullanmaktan çekinmeyen,kumpas videolardan dahi medet uman,göreve başlarken mecliste namusu ve vicdanı üzerine yaptığı, yasalara ve anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine sadık kalmadığının çokça örneklerini veren ERDOĞAN;umuyoruz ki,kendisinin vicdanına emanet edilen propaganda ve seçim ihtiyaçlarında kullanılması yasak olan örtülü ödenekten, seçmen tabanı oluşturmak adına harcamalar yapmamıştır.Bir Türk vatandaşı olarak buna inanmak ve güvenmek istiyoruz.


Bu inancımız ve beklentimiz hilafına, örtülü ödenekten, ilgili yasaya aykırı olarak, siyasi propaganda amaçlarıyla harcamalar yapılmış olsa dahi,31 Mart yerel seçimlerinde,en başta İstanbul,Ankara ve İzmir olmak üzere, ERDOĞAN ve partisi AKP'nin adayları asla kazanamayacak,koşulları tamamen iktidarın lehine,muhalefetin ise aleyhine olan yerel seçimlerden, muhalefet adayları başarılı çıkacaktır,kimsenin şüphesi olmasın.16/03/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



8 Mart 2024 Cuma

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ TÜM KADINLARIMIZA KUTLU MUTLU VE SELAM OLSUN

 

Dünya Emekçİ Kadınlar günü münasebetiyle 08/03/2023 de yazıp yayınladığımız yazımızı,08/03/2024 Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle aşağıda aynen yayımlıyoruz.Tüm kadınlarımıza kutlu olsun.08/03/2024 Güner YİĞİTBAŞI

Bugün, (8.Mart.2023) Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür.


Bu güzel ve çok özel gün,tüm kadınlarımıza kutlu, mutlu ve selam olsun.


Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8.Mart'ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü kabul etmiş olduğundan,her 8.Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır.

Dünya Emekçi Kadınlar günü deyince;benim aklıma,hemen ülkemizdeki ezilen,kocaları ve hatta bazılarının da babaları tarafından fiziksel,cinsel ve psikolojik şiddete maruz kalan,can güvenliklerinden yoksun,eğitim ve çalışma alanında, siyasette, erkeklerin çok gerisinde bırakılan kadınlarımız ve çocuk gelinler geliyor.

Emekçi kadınlar deyince;sadece,bir işverene bağlı olarak ücretle çalışan ve bu çalışmalarını ev kadını olarak evlerinde de sürdüren kadınlar akla gelmemelidir.

Bir işverene bağlı olarak işte çalışan kadınlarımızın yanında,sadece evlerinde çalışan ev kadınlarımız da; bize göre, emekçi kadınlarımızdır.


Eşine ve çocuklarına, hem de bila ücret, hiçbir karşılık beklemeden,karın tokluğuna sosyal güvenceden yoksun olarak fedakarca bakan,çalışan,büyük emekler sarf eden kadınlarımızın da günüdür bugün.


Ülkemizde; kadınlarımıza verilen değeri, daha doğrusu değersizliği,kadınlarımıza çok görülen ve verilmeyen hak ettikleri değeri, bir kadın yazarımız; Duygu ASENA,“kadının adı yok” diyerek, çok güzel ifade etmiştir.


Gerçekten, “kadının adı yok”sözü, maalesef ülkemizde kadına verilen değeri,daha doğrusu değersizliği çok güzel ifade etmeye yetiyor ve artıyor da.


Aslında anayasamıza bakıyoruz,anayasanın yasa önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesinde, cinsiyet farkı gözetmeksizin,kadın ve erkek herkesin, yasa önünde eşit oldukları yazıyor.


Yüce ATATÜRK de, kadınlarımıza verdiği değer nedeniyle,kadın ve erkeğin eşit yurttaşlar olduklarını topluma yaymak ve kadınlarımızı bu konuda bilinçlendirmek için,5.Aralık.1934 tarihinde milletvekili seçme ve seçilme hakkını, demokrat geçinen çoğu Avrupa ülkelerinden çok daha önce kadınlarımıza tanımıştır.


Ancak,din kurallarının ve çağ dışı geleneklerin hakim olmaya bugün dahi devam ettiği,laiklik ilkesinin içselleştirilemediği,laik eğitimin yaygınlaştırılamadığı,erkek egemenliğinin yok edilemediği ülkemizde,hala kadınlarımıza eksik etek gözüyle bakan,kadınlarımıza; erkeklerle eşit kişi ve yurttaş olarak değil de,evde oturan,evde erkeğine hizmet eden, erkeğinin cinsel arzularını tatmin eden ve onlara soylarını sürdürmeleri için erkek çocuk doğurmakla görevli bir dişi gözüyle bakan,kadınları erkeklerle eşit düzeyde görmeyen, azımsanamayacak sayıda erkeğin,hatta kadının ve politikacıların bulunduğu, üzücü olsa da, inkar edilemez bir gerçektir.


Asıl üzücü olan da;kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, insan hak ve özgürlükleri yönünden bir eşitsizlik yaratma amacına yönelik olmadığını,kadın ve erkek cinsiyet ayrımının, iki cins arasında doğal ve işlevsel eşit bir iş bölümü olduğunu bilmeyen veya bilmek istemeyen erkekler yanında,bu gerçeği bilmeyen ve kendilerini karşı cins karşısında eşit haklara sahip bireyler olarak görmeyen,bu gerçeği kabullenmeyen ve erkeklerin kendi lehlerine yaptıkları kasıtlı ayrımcılığa,yaratılan kadın ve erkek eşitsizliğine boyun eğip destek vererek, kendi ayaklarına kurşun sıkan,kadın ve erkek eşitliğini toplumumuza yerleştirmeye çalışarak bu yolda çok mesafeler alan,kadınlarımıza kişiliklerini kazandıran ATATÜRK'e sahip çıkamayan, ATATÜRK'ü savunamadıkları gibi, hatta eleştiren ve sevmeyen çok sayıda kadınlarımızın var olmalarıdır.


Bu gerçekler karşısında, özellikle kırsal kesimlerde,daha genç kız olmaya başladıkları andan itibaren ezilmeye,cinsel istismara,çocuk gelin olmaya,fiziksel,bedensel ve ruhsal şiddete,eğitimsizliğe maruz kalan kadınlarımızı konuşmaya,kadın erkek eşitliğini,kadın haklarını savunmaya daha uzun seneler devam edeceğiz maalesef.


Bize göre,kadınlarımızın erkeklerle eşit bireyler olarak;ırz ve can güvenlikleri,eğitim ve çalışma alanındaki hakları,siyasi hakları,sosyal yaşamda hak ettikleri yere gelebilmeleri, erkeklerle her alanda eşit haklara sahip olabilmeleri için;bu konuda erkeklerden bir çaba beklemeden, bizzat kadınlarımızın kendileri,bilinçlenerek haklarına sahip çıkmaları,seslerini yükseltmeleri,örgütlenmeleri,özellikle kız çocuklarının eğitimlerine azami gayret sarf etmeleri,kendilerini erkeklere biat eden ve erkekler olmadan ayakları üzerinde duramayan kişiler olarak görmemeleri, kendilerine öz güven duymaları,özellikle; erkeklerin seks kölesi olmadıklarını göstermeleri,seks yaşamlarında erkeklerle eşit ve aktif rol üstlenerek işe buradan başlamaları,büyük ATATÜRK'ün kurtuluş mücadelesini başlattığında, Amasya Tamiminde açıkladığı gibi,nasıl ki;Milletin bağımsızlığını, yine milletin kendi azim ve kararı kurtaracaksa ki; kurtarmıştır, kadınlarımızın haklarını da,bizzat, yine kadınlarımızın azim ve kararları kurtaracak ve kadınlarımız erkeklerle eşit düzeye geleceklerdir.


Bu duygularla,varlıklarından onur duyduğum,varlığımı borçlu olduğum anamın da hemcinsleri olan,Dünyadaki insanların yarısını oluşturan,diğer yarısı erkekleri de doğurarak Dünya'ya gettiren; ücretle bir işveren yanında çalışan ve/veya sadece evinde çalışan emekçi ve fedakar tüm kadınlarımızın, Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü, en iyi dileklerimle kutluyor,fedakar ve saygıdeğer tüm kadınlarımıza, buradan selam olsun diyorum.


Ayrıca,tüm kadınlarımızı, bu özel günlerini neşe ve mutluluk içinde kutlamak üzere,barışçıl anayasal toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmaya davet ediyorum.08/03/2023


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





3 Mart 2024 Pazar

LAİK CUMHURİYETİMİZ İÇİN 3 MART GÜNÜNÜN ÖNEMİ

 


T.C.Devletinin laiklik adına attığı adımın temel taşlarını oluşturan çok önemli devrimlerin gerçekleştirildiği bir gün olması nedeniyle;3 Mart gününün önemi çok büyüktür.


Bugün (3.Mart. 2024) 100.yıldönümünü yaşamakta olduğumuz 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen ve herbiri devrim niteliğindeki;


429 Sayılı Yasayla,Şeri'yye Ve Evkaf Vekaleti(Osmanlı döneminde din hizmetleri ile beraber Vakıf hizmetleri için kullanılırdı. Aynı anlama gelen Şeriye ve Evkaf kelimelerinin bir araya gelmesi ile kurulmuş bir bakanlık olarak ifade edilebilir.) kaldırılmıştır.


430 Sayıl Tevhid-i Tedrisat(Öğretim Birliği) yasasıyla,öğretimin birleştirilmesi sağlanmış, medreseler kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır.


431 Sayılı Yasayla halifelik kaldırılmış ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti topaklarının dışına çıkarılması sağlanmıştır.


Bu yazımızda herbiri birbirinden değerli olan bu üç devrim yasamızdan,bugün uygulanmayan ve her yeri delik deşik edilen 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasasını, büyük bir üzüntü içinde gündeme getireceğim.


Öğretim Birliği Yasasının;

Diğer devrim yasalarımız gibi, Türk toplumunu, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini koruma amacını güden bir devrim yasası olduğu, Anayasanın 174.maddesinde açıkça belirtilmiştir.


Anayasamızın, devrim yasalarını koruma altına aldığı 174.maddesi;

Anayasanın hiçbir hükmünün; Öğretim Birliği Yasasının yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılıp yorumlanamayacağını açıkça hüküm altına almıştır.


Başka bir anlatımla, Öğretim Birliği Yasası hükümlerinin; Anayasanın herhangi bir hükmüne aykırı olduğu şeklinde anlaşılması ve yorumlanması, açıkça yasaklanmıştır. Tabir yerinde ise, Öğretim Birliği Yasasının hükümleri; kurallar hiyerarşisinde, Anayasa hükümlerinden de üstün tutulmuştur.


Bir devrim yasası olan 3.3.1924 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasının;


1.maddesi ile Türkiye dahilindeki bütün ilim ve öğrenim müesseseleri Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış,


2.maddesi ile Şer’ iye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler,Milli Eğitim Bakanlığına devir ve bağlanmış olup,


4.maddesi ile de,Milli Eğitim Bakanlığının, yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere, üniversitede bir ilahiyat fakültesi kurması, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi için ayrı mektepler açılması öngörülerek,

Dini eğitim ve öğretim; yüksek din uzmanları ile imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesi amacıyla ve bu amaç ve ihtiyaçla sınırlı sayıda açılacak olan, ilahiyat fakültesi ve bir meslek okulu olan imam hatip okullarıyla sınırlı tutulmuş,öğretim laikleştirilmiş ve bu suretle, Türk toplumunun, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkması ve laik devlet düzenine kavuşmasının önündeki engellerin kaldırılması amaçlanmıştır.


Anayasamızın 42.maddesi uyarınca da; eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılır ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz,


Üzülerek söylemek gerekirse; dini eğitim ve öğretimi kaldırarak, eğitim ve öğretimi laik hale getiren ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini korumak amacı taşıyan Öğretim Birliği Yasası, bugüne kadar, amacı doğrultusunda tam olarak uygulanamamıştır.Hatta, fiilen yürürlükten kaldırılmıştır.


Dini siyasete alet ederek, oy toplayıp, siyaset’ en kolayca bir yerlere gelmek isteyen din simsarı politikacılarımız ve siyasal iktidarlar;


Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesini açıkça ihlal ederek, 4.maddenin amacına aykırı şekilde, sayıları itibariyle,din hizmetlerinin ifasıyla görevli memurların yetiştirilmesine yetecek seviyelerle sınırlı kalmayıp, toplumun din adamı ihtiyacını fazlasyla aşan sayıda imam hatip okulları açarak ve bu okulları, zaman içinde,lise haline getirip, mezunlarına da, genel liseler mezunları gibi, her dalda yükseköğretim kurumlarına girme hakkı tanımak suretiyle;


Dinin; emredici, yasaklayıcı ve değişmez dogmatik katı kuralarına göre yetiştirilen anti laik,dindar ve kindar,cumhuriyetin temel ilkelerine ve kuruluş değerlerimize, kurucumuz ATATÜRK'e düşman bir kitlenin oluşumuna neden olmuşlardır.


Gerçekten, bugün ülkemizdeki imam hatip liselerinin ve mezunlarının sayılarına bakıldığında, bu sayının, imamlık ve hatiplik gibi, dini hizmetlerin ifasıyla görevli memur ihtiyacının çok üzerinde olduğu görülecektir. İmam hatip lisesi mezunlarının tümünün, din hizmetlerinde çalışmadıkları, islam dininin kurallarına göre, imam ve hatip gibi, bayan din hizmeti görevlisi olmadığı halde, kız çocuklarının devam etmeleri için dahi,kız imam hatip liselerinin açıldığı dikkate alındığında;


Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğuna ilişkin Anayasamızın 2.maddesine, eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağını ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerlerinin açılamayacağına ilişkin 42.maddesine ve 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasının 1,2 ve 4.maddelerine aykırı bir uygulamanın yürürlüğe sokulduğu, bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır.


Tüm Anayasal ve yasal engellere rağmen, böyle bir uygulamanın yürürlüğe sokulmasında, hala iyi niyet aramak, saflığın da ötesinde, açık bir aymazlıktır.


Bizler;sabırla, Öğretim Birliği yasasının uygulanarak, imam hatip liselerinin,Öğretim Birliği Yasasının 4.maddesindeki sınırları içine çekilerek, sadece din adamı yetiştiren meslek okulları haline getirilmesini ve miktarlarının da, ülkemizin din adamı ihtiyacına göre azaltılarak, ihtiyaç fazlası imam hatip liselerinin, diğer dallardaki meslek liselerine dönüştürülerek, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğine gönülden bağlı, laik genç nesillerin yetişmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını beklerken,dünleri dahi arar hale gelmiş ve İmam Hatip Liselerine olan ilgi ve tercihin istedikleri düzeyde olmadığını gören iş başındaki Saray İktidarının ve emrindeki Diyanet İşeri Başkanlığının ortaklığıyla yapılan ve uygulamaya konan sinsi programlar ve Milli Eğitim Bakanlığıyla yapılan protokallarla; din adamları, laik okullarımızın öğretim kadrolarına dahil edilmişler ve genç beyinler; küçük yaşlarda dinin ve dini eğitimin; emredici, yasaklayıcı ve değişmez dogmatik katı kuralarına esir edilmiştir.


İşin en kötüsü ve korkuncu da nedir, biliyor msunuz?


Ünvanlarının başında Cumhuriyet bulunan Cumhuriyet Savcılarımızın;,anayasamızın koruması altındaki bu devrim yasalarının delik deşik edilmesine,uygulanmamasına ve Laik Cumhuriyete yönelik karşı devrime ve saldırıya geçenlere karşı sessiz kalmalarıdır. 3/Mart/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu