26 Ağustos 2024 Pazartesi

26/30 AĞUSTOS ZAFER HAFTASI VE BAYRAMI KUTLU OLSUN

 



Milli duyguları gelişmiş bir Türk olarak;Türklerin kazandıkları, tarihin sayfalarında şanlı yerlerini alan tüm zaferleri,hiçbir ayrım yapmadan anmak ve bunlarla gurur duymak, başlıca görevimizdir.


26 Ağustos;büyük bir tesadüf eseri olarak,Türklerin Anadoluya ayak basarak ele geçirdikleri,Türklere Anadolu'nun kapısının açıldığı,Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerini sağlayan Alpaslan komutasında kazanılan 1071 Malazgirt Meydan Savaşının yanı sıra, 30/Ağustos/1922 de büyük taaruz ile sonuçlanarak bugünkü son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun temel taşını oluşturan Kurtuluş Savaşımızın ve büyük zaferin kutlandığı zafer haftasının da yıldönümüdür.


Alpaslan sayesinde elde edilen Anadolu'nun;sonradan emperyalist devletler tarafından işgal edilen topraklarında,son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna olanak sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği ve başkomutanlığında kazanılan, düşmanın denize döküldüğü, güçlü emperyalist ve işgalci devletlere diz çöktürüldüğü büyük zafer, 30 Ağustos 1922 büyük taarruzun (Kurtuluş savaşının);ATATÜRK'ün ismi dahi anılmadan,daha öne çıkarılan Malazgirt Savaşı ve zaferinin devletin üst kademelerince, mahalline gidilerek, devlet protokolüyle kutlanmak suretiyle perdelenmeye ve adeta gölgelenmeye çalışılması ve bunun adeta bir alışkanlık ve gelenek haline getirilmesi,asla kabul edilemez.


Aynı tarihlere rast gelen bu iki büyük zafer;dönüşümlü olarak, bir yıl Malazgirt de diğer yıl da Kocatepe de devlet protokolüyle, hak ettiği görkem ve önemle kutlanamaz mıdır?


Elbette kutlanır.


Ancak,iş başındaki Saray iktidarının ve bugün için, onun artık küçük mü yoksa büyük mü olduğu pek anlaşılamayan ortağı, her yıl,Malazgirt Savaşının ve zaferinin devlet protokolüyle görkemli bir şekilde mahallinde kutlanmasını tercih etmekte ve ATATÜRK ve silah arkadaşlarının kazandığı 26/30 Ağustos 1922 tarihlerini kapsayan Zafer Haftasına hak ettiği önemi vermediklerini Türk Milletine göstermektedirler.Bu saygısızlığı, millet olarak asla kabul etmiyoruz.


İş başındaki Saray iktidarının ileri gelenleri;bu kabul edilemez ayrımcılıklarıyla, adeta,kendilerinin en yakın varlık nedeni olan babalarını,dedelerini, analarını, ninelerini görmezlikten gelerek,yüzlerini dahi görmedikleri, isimlerini dahi hatırlamadıkları büyük dedelerini ve büyük ninelerini önceleyerek onları yüceltme gibi bir davranışı sergilemektedirler.Olması gereken,bu konuda bir ayrımın yapılmaması,tümüne aynı önemin verilmesidir.


Dinle ilgisi kalmayan, siyasallaşan, Saray İktidarının arka bahçesine dönüşen Diyanet İşleri Başkanı da,bu tarihlere denk gelen Cuma hutbelerinde; ATATÜRK'ün adını anmamayı alışkanlık haline getirmiş olup,Diyanet İşleri Başkanının; bu sene de,Cuma'ya denk gelen 30 Ağustos günü,ATATÜRK'ün adını anıp anmayacağını,ona rahmet dileyip dilemeyeceğini merakla bekliyoruz.


Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu,bu vatanın kurtarıcısı ATATÜRK,Türk Milletinin olmazsa olmazı ve kırmızı çizgisidir.Sıfatı ve makamı ne olursa olsun,ister seçilmiş,isterse atanmış olsunlar; herkes, bu kırmızı çizgiyi bir milim dahi aşamaz.


Başkomutanlığı, oturduğu yerden ve Anayasada yer alan ve sembolik bir değer ifade eden bir hükümden yararlanarak yapay olarak değil, emperyalist devletleri harp meydanlarında dize getirerek, ülkemizi düşmanlardan kurtarmak suretiyle ve canı pahasına hak eden, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kurarak bizlere hediye ve emanet eden, ezeli ve ebedi, gerçek ve tek Başkomutanımız ve liderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün manevi kişiliğinde kutladığımız 26 Ağustos Zafer haftamız ve 30 Ağustos Zafer Bayramımız, “NE MUTLU TÜRK'ÜM” diyebilen tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun.


Bu zaferi kazanan ve bizlere yaşatan, en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, artık hepsi aramızdan ayrılmış bulunan, generalinden er'ine kadar, zaferde payları bulunan; askerinden siviline,erkeğinden kadınına, tüm silah arkadaşlarına, Allah'tan rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde minnetle ve saygıyla eğiliyoruz. 26/08/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu











23 Ağustos 2024 Cuma

CHP'DE DEĞİŞİM

 



CHP'de değişime bizde inanıyoruz ve istiyoruz.


Değişim o kadar zor ve atla deve değil.


Şu anda önümüzde ülkeyi çok kötü idare eden ve ülkeyi her alanda felakete sürükleyen bir tek adam iktidarı var.


Saray iktidarının ülkeyi felakete ve insanlarımızı mutsuzluğa ve umutsuzluğa sevk eden yaptığı kötü şeylere bakınız ve onları alt alta yazınız, bunların tamamen zıttını yapacak bir program ve yol haritası çiziniz, işte size CHP'yi iktidar yapacak olan değişim.


Yapılması gereken en önemli işlerden birisi de; şu lider ağırlıklı,lideri öne çıkaran,karizmatik bir lider arayışı içindeki particiliği bırakalım artık, CHP'yi kurumsallaştıralım.Partinin; ülkeye ve halka hizmet,demokrasiye ve özgürlüklere, cumhuriyetin kuruluş değelerine,halkın din ve vicdan özgürlüğüne,inanç tercihlerine saygı odaklı programını ön plana çıkaralım,Ahmet.Mehmet.Hasan,Hüseyin partisi olmaktan çıkaralım partiyi.Parti, lideriyle değil, ideolojisiyle,programıyla, tüzüğüyle,parti içi demokrasisiyle,liderlerin kimliğinden bağımsız eşitler arasında birinci bir kişinin başkanlığında partinin kurumsal kimliği temsil edilsin, ülkemizin ve halkımızın yararına partinin programını bir bir hayata geçirsin.Partide şucu,bucu gibi ayrımlar ortadan kalksın.


Kimlik siyaseti yapılmasın,insanların dinlerine,etnik kökenlerine,mezheplerine,emeği veya sermayeyi temsil edip etmediğine yani temsi ettiği sınıfına bakılmaksızın;Atatürk'e, Atatürk ilkelerine,cumhuriyetin kuruluş değerlerine, hukukun ve anayasanın üstünlüğüne,yargı bağımsızlığına saygılı,milliyetçilik; ırktan bağımsız, ülkesinin ve aynı ülkede birlikte yaşadığı halkının yararlarını ve mutluluğunu önceleyen bir değer olarak tanımlanarak,insanalara,salt insan oldukları için hizmet anlayışı, ilke edinilsin.


Bugün İMAMOĞLU ve YAVAŞ niçin ön plana çıktılar,her partiden insanlar bunları niçin seviyorlar?


İMAMOĞLU da YAVAŞ da, belediye başkanı olarak, halka hiçbir ayrım yapmaksızın hizmet ediyorlar,onların hayatlarını ve yaşamlarını kolaylaştırıyorlar,yoksula kucak açıyorlar,belediyenin gelirlerini israf etmiyorlar,halktan aldıklarını hizmet olarak halka sunuyorlar.Hiç kimseyi kimliklerine göre değerlendirmiyorlar,ayrımcılık yapmıyorlar ve o nedenle seviliyorlar.


Sosyal belediyecilik anlayışı,CHP'nin merkezi yönetimin başına geçtiğinde ülkeyi çok güzel idare edebileceğinin adeta bir laboratuvarı oldu.Ülkeyi de aynı anlayışla halka ve ülkeye hizmet odaklı olarak yöneteceklerinin güvence kaynağı oldu.


Bugün fakir halk sürünüyor onlardan alınan vergiler zenginlere transfer ediliyor,gerçek kazançlar vergilendirilmiyor,KDV ve ÖTV gibi vasıtalı vergiler fakir zengn herkesten eşit alınıyor vasıtalı vergiler tüm vergilerin neredeyse yüzde yetmişine tekabül ediyor,bunun sonucunda gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik yaşanıyor.


Çiftçilik ve hayvancılık yapan köylülerimiz desteklenmiyor yok sayılıyorlar, ürettikleri ürünler ellerinde ve tarlada kalıyor zarar ediyorlar,çok mutsuzlar, çiftçi isyanarda hergün televizyonlardan iziyoruz.


Sanayici de mutsuz o da zor şartlarda üretim yapıyor ve ürettiklerinden kazanç elde edemiyor.


Devlet yönetiminde israf almış başını gidiyor.


Herşey meydanda.Bu koşularda değişim nasıl olacak diye uzun uzun düşünmeye gerek yok.


Kimlik siyaseti yapmayan,insanların dinine,mezhebine,başörtüsüne,giyim kuşamına etnik kökenine ilişmeyen,insana insan olduğu için değer veren,Atatürk'e ve onun ilkelerine,cumhuriyetin kuruluş değerlerine,hukukun ve anayasanın üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmak koşuluyla; muhafazakar ortanın sağından, soluna kadar geniş bir siyasi yelpazeye dahil insanlarımızı kapsayan merkez partisi olmayı içine sindirebilen ve bu konuda halka güven veren,devletin yatırımlarında ülkenin ve ülke insanlarının ihtiyaç önceliğini ve planlı bir ekonomiyi rehber edinen,vergilerdeki ve dolayısıyle gelir dağılımındaki adaletsizliği gideren,hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını benimseyen,parlamenter sisteme geri dönmeyi vaad eden bir program ile partiiçi demeokrasiyi sağlayan bir tüzük üzerinde ittifak edilerek halkın önüne çıkmak,değişim için yeterlidir sanırım.23/08/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

8 Ağustos 2024 Perşembe

DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK

 



Demokrasi ve diktatörlük,birbirinin karşıtı iki ayrı siyasi rejim ve yönetim biçimidir.

Demokrasinin karşıtı olan diktatörlüklerin;dayandıkları ideolojik temellere göre,sağ,sol ve dini olanları vardır.

İngilterede, geleneksel ve sembolik hanedana dayalı bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere, tam anlamıyla demokrasi ile yönetilen bir ülkedir.Yönetimde yetkisiz ve etkisiz sembolik bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere demokrasinin beşiği olarak bilinir.

Bu nedenle,demokrasilerde seçim ve sandık gereklidir ancak, demorasinin tek ve yeterli koşulu değildir.Seçim ve sandık var,öyleyse orada demokrasi de vardır denilemez.

Demokrasi ile yönetilen çoğu ülkede; kadınlar, seçme ve seçilme hakkını Türkiyeden sonra elde etmişlerdir, bu ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakları mevcut değilken,seçme ve seçilme hakkı sınırlı iken de demokrasi vardı.Zira,demokrasinin tek koşulu seçim değildir.

Diktatörlükle yönetilen ülkelerde de seçimler vardır,diktatörler de seçimle iş başına gelirler.

Demek ki,seçim ve sandık var,kadınların da seçme ve seçilme hakları var, ülkeyi yönetenler, kadın erkek ayrımı gözetilmeksizin tüm seçmenlerin oylarıyla ve seçimle iş başına geliyorlar, öyleyse o ülkede demokrasi vardır tezi, asla doğru değildir.

Demokrasi karşıtı olan diktatörlükle yönetilen,anayasası buna göre yazılan ülkeleri yöneten diktatörler de, saygın kişilerdir.

Bu nedenle,anayasasına göre diktatörlükle yönetilen ülkeleri yöneten diktatörlere diktatör demek, asla hakaret değildir,bilakis onlar için övünç vesilesidir.

Bir de, anayasasına göre,yönetim biçimi demokrasi olan ve aslında diktatörlükle yönetilmemesi gereken,anayasasında; insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı,yargısı bağımsız,demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılı olmasına rağmen,anayasanın bu amir hükümlerine fiilen uyulmayan, demokrasinin fiilen rafa kaldırıldığı ülkeler vardır ki;bu ülkelere, seçim ve sandık var, öyleyse o ülke demokrasiyle yönetiliyor denilemez.

Bu tür ülkelerde,yani aslında anayasasına göre yönetim biçimi demokrasi olmasına rağmen, fiilen demokrasinin askıya alındığı ülkelerde,anayasayı ve demokrasiyi rafa kaldıran yöneticilere, açıkça diktatör diyemezsiniz,diktatör olduklarının farkında bile değildirler,diktatör derseniz sanki kötü birşeymiş gibi,çok alınırlar, kendilerine hakaret ediliyor zannederler, aslında hakaret değil, sadece bir durum tespitidir bu.

Diktatör demek gerçekten bir hakaret değildir,bir durum tespitidir,dikte eden,dayatan,muktedir kişi anlamındadır.Bir kişi gerçekten diktatör değilse,el alem ne derse desin,asla üzerine alınmamalıdır.Gerçekten diktatörse de, sesini kısıp oturmalıdır,oturduğu yerde.

Bir ülkede; yargı fiilen bağımsız değilse,tüm devlet yetkileri kendisinden hesap sorulamaksızın tek kişide toplanmışsa, parlamento işlevsiz kalmışsa,tek kişinin dikte ettiği yasa teklifleri emrindeki iktidar milletvekilerinin oylarıyla yasalaşayor ve muhalefet milletvekillerinin muhalefeti dikkate alınmıyorsa,çoğulcu değil çoğunlukçu bir sistem söz konusuysa,devleti yönetenler; yönetimleri ve harcadıkları devletin paraları nedeniyle denetlenemiyorsa,halkına hesap vermiyorlarsa,en başta düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,insan hak ve özgürlükleri sınırlandırılmışsa,insanlar ve gazeteciler, düşündüklerini açıklamaktan ve yazmaktan korkuyorlarsa,korkmayanlar da, açıkladıkları ve yazdıkları düşüncelerinden dolayı hakarete ve tehdit'e maruz kalıyorlarsa,soruşturmaya maruz kalıyorlarsa,basın özgür değilse,basının çoğunluğu yandaş edilmişse,yandaş olmayan basın da korkudan otosansür uygulamak zorunda kalıyorsa, ülkeyi yöneten tek kişi;tek doğru olduğuna inandığı kendi dini ve mezhepsel inançlarını, halkına tek doğru olarak dayatıyor ve terör örgütü olup olmadığı tartışmalı bir örgütün öidürülen lideri için, yasalara ve teamüllere aykırı olarak milli yas ilan edebiliyorsa,buna haklı olarak karşı çıkan ve eleştiren halkın saygın büyük kesimine,partili Cumhurbaşkanı sıfatının koruma zırhına güvenerek,bu gerçek cibiliyet sahibi insanlara, cibiliyetleri bozuk diye hakaret edebiliyorsa,aslında gerçek bir cumhurbaşkanının;halkına, bu tür hakaretleri yapma görev, hak ve yetkisinin olmaması,bu tür hakaretleri yapan kişilerin, cumhurbaşkanına tanınan yasal korumaları hak etmemesi nedeniyle, bu hakaret içeren sözlerinden dolayı partili cumhurbaşkanına verilecek olan hak ettiği cevapların, asla cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturmayacak olmasına rağmen, bağımlı yargının savcılarının bu hukuki gerçeği görmezlikten geldikleri bir ülkede,demokrasinin var olduğunu savunabilir misiniz?08/08/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu