20 Kasım 2024 Çarşamba

SAYIN ERDOĞAN BU KAÇINCI BU SEFER YANILMAYINIZ LÜTFEN

 


Sayın ERDOĞAN;size, politikacı,yani AKP Genel Başkanı kimliğinizle yazıyorum bu yazımı.


Türk siyasi tarihinde belki de ileride hiç kırılamayacak,hiçbir politikacıya nasip olmayacak bir politikacı rekorunun sahibi olarak tarihe geçeceksiniz.


Gençliğinizden,tabiri caizse delikanlılığınızdan itibaren politikanın içinde aktif bir şekilde yer almanıza rağmen;Türk Milleti, sizi rahmetli ERBAKAN'ın partisinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak seçim öncesinde katıldığınız açık oturumlara kadar pek tanımıyordu.


O seçimlerdeki güçlü aday enflasyonu sonucu laik ve demokrat merkez sağ partilerin oyları aralarında paylaşarak bölmesi sonucunda, din ağırlıklı bir partinin adayı olarak aradan sıyrılarak,İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiniz.Yani, seçimle ve halkın tercihleriyle başkan oldunuz ve karizmanız,koşullar, şansınız ve gayretinizle otuz yıl içinde basamakları tırmanarak belediye başkanlığı, milletvekilliği, Başbakanlık ve derken Cumhurbaşkanlığı makamına kadar tırmanarak bugüne geldiniz.


Kim ne derse desin,ülke sizin bu makamlardaki çalışmalarınız nedeniyle umulan refah seviyesine erişmiş,uluslararası başarı elde etmiş olsun veya olmasın,bizatihi sizin,eşit koşullarda yapıldıkları tartışmalı olsa da, seçim yoluyla demokratik bir şekilde, peş peşe sırayla bu makamların koltuklarında oturabilmeniz, ülke için olmasa da,siyaseten ve şahsınız adına gerçekten büyük başarı ve kırılması imkansız bir rekordur.


Sizinle aynı politika ve dünya görüşünü paylaşmadığımı ve ülkemiz adına uzun süreli iktidarınızda başarılı olamadığınızı,bani ve ülkemin çoğu insanını,hatta AKP'ye oy veren çoğu seçmen kitlesini de hayal kırıklığına uğrattığınızı,açık yüreklilikle ve samimi bir şekilde beyan ediyorum.


Bugüne kadar ülkeyi yönetirken,sayısız kere, çok yanıldınız.


Yanılmak insanlara mahsustur ve doğaldır biliyorum.Bir insan olarak,ben dahil herkes yanılabilir.


Ancak,yıllarca tek başına iktidar olarak ülkeyi yöneten ve ülkenin kaderini elinde tutan belli mevkilere gelen ve önemli koltuklarda oturan kişilerin;ülkenin ekonomisine,siyasetine,dış politikasına,eğitim ve sağlık sistemine, telafisi zor büyük zararlar veren, birden ziyade yanılma hakları ve lüksleri yoktur.


Sayın ERDOĞAN;siz,aslında yerinde ve ülkenin birlik ve beraberliği,barış ve huzuru için çok yararlı olacak olan Kürt açılımını, büyük bir cesaretle başlattınız. Ancak,bu açılımı iyi yönetemediğiniz,belki de samimi olmadığınız için, başarıya ulaştırıp sonuçlandıramadınız.Sanırım, Kürt açılımının içeriğinde,koşullarında ve zamanlamasında yanıldınız ve Kürt sorunu hala gündemizin ilk sıralarında varlığını korumaktadır.


Asıl niyeti ve amacı,sinsi bir şekilde,atamalar yoluyla mensuplarını ülkenin tüm kurumlarına yerleştirerek devleti içeriden ele geçirip,son yumruk olan silahlı darbeyle iktidara gelerek,demokratik ve laik Cumhuriyete son vermek olan FETÖ Silahlı Terör Örgütünü fark edemediniz,veya aynı menzile doğru ilerlediğiniz için fark etmek istemediniz, kendi ellerinizle attığınız imzalarla ve çıkardığınız yasalarla FETÖ'yü darbeyle devleti ele geçirme gücüne ulaştırdınız,FETÖ'nün Türk Silahlı Kuvvelerinin ATATÜRKÇÜ subaylarını,düzmece ve uyduruk kumpas soruşturma ve davalarla hapse atarak tasfiye etmesine göz yumdunuz,hadi size inanalım,elinizdeki tüm istihbarat raporlarına rağmen gerçekleri göremediniz ve ne istediler de vermedik dediğiniz,gel artık bu hasret bitsin diyerek meydanlardan ülkeye dönmesi için davetler yaptığınız FETÖ, sizi yanılttı.Buna da kabul Sayın ERDOĞAN.


Amerikanın ve batının dolduruşuna geldiniz,Esad'ı devirip Müslüman Kardeşler iktidar olsun diye, Suriyede başgösteren iç çatışmalara destek verdiniz,bundan ülkemiz adına ve kendi din ve mezhep anlayışınıza uygun çıkarlar elde edeceğinizi,kısa zamanda Şamda Cuma namazı kılacağınızı düşündünüz ve buna inandınız,Suriyenin bölüneceğni,kuzeyinde yeni bir Kürt oluşumunun meydana geleceğini,sınır ötesi harekatlarla ülkemizin iktisaden zayıflayacağını,Suriyenin bölünmesi sonucunda,Amerika,Rusya ve Kürtlerle sınır komşusu olacağımızı, ülkemizin geleceği ve güvenliği adına büyük tehlikelerin oluşabileceğini düşünemediniz ve yine yanıldınız,Sayın ERDOĞAN.


Ülke ekonomisinin, Cumhuriyetin yüzüncü yılında erişeceği gelişmenin seviyesinde ve gayri safi milli hasıladan kişi başına düşecek olan dolar miktarının tahmininde ve faiz sebep, enflasyon sonuçtur tezini savunarak, enflasyon tahminlerinde hedefleri tutturamadınız ve yine yanıldınız.Aşırı enflasyon sonucu,ülke ekonomisi büyük zarar gördü, halkımız pahalılıktan geçinemez oldu,fakirleşti,ülkenin kaynakları alınan dış borç faiz ödemeleriyle eridi.Merkez Bankasının döviz rezervi de dibe vurdu.Yine yanıldınız.Bu ekonomik yanılmanız da, halkımızı per perişan yaptı Sayın ERDOĞAN.


Daha fazla uzatmaya gerek yok.Asıl konumuza gelecek olursak,şu 30 Ağustos mezuniyet töreninde kılıçlarını çekerek anayasanın gereği olan demokratik ve laik Cumhuriyetin değerlerini,ATATÜRK ilkelerini koruma adına ant içen ve çok doğal olarak,kendilerini ATATÜRK'ün askerleri olarak betimleyen sloganı paylaşan genç teğmenleri,hiç gereği yokken,bunlar ileride darbe yaparlar kuşkusuna ve vehimine kapılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç ederek yaşayacağınız yeni bir yanılgının eşiğindesiniz Sayın ERDOĞAN.


Türk halkı üzerinde büyük bir travma etkisi yapacak,Türk Milletinin vicdanını sızlatacak,giderek azalmaya yüz tutatan sevenlerinizin daha da erimesine yol açacak,size itibar ve seçmen kaybettirecek,Türk Silahlı Kuvvetlerini ayrıştıracak,tam anlamıyla siyasetin içine çekecek ve bunun sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatacak olan bu düşüncenizden ve yanılgınızdan, vakit geçmeden dönünüz,ileride bu ihraçların yaratması muhtemel ülkeye ve şahsınıza yönelik kötü sonuçlarını yaşayarak gördükten ve iş işten geçtikten sonra,”ben yanılmışım halkımdan özür diliyorum”deme durumunda kalmayınız,bu haksızlığın muhtemel kötü sonuçlarını, ülkemize ve kendi şahsınıza yaşatmaya hakkınız ve lüksünüz yoktur,Sayın ERDOĞAN.20/11/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





18 Kasım 2024 Pazartesi

MESELE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN İTİBARININ ZEDELENMESİYMİŞ!...

 



Milli Savunma Bakanlığı; mezuniyet töreninde kılıçlarını çatarak Mustafa Kemal'in askerleriyiz diye slogan atıp ATATÜRK'e ve onun kurduğu Cumhuriyete bağlılık yemini yaptıkları için ordudan ihraç talebiyle Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edilen teğmenlerin, kamuoyunda gördükleri destek karşısında, savunma amaçlı olarak bir açıklama yaparak;”mesele,okunan metin değil, teğmenlerin emre uymamasıdır,Türk Silahlı Kuvvetleri tartışmaya açılarak itibarının zedelenmesidir”demiş.


Vay be.Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarırnı ne kadar düşünüyorlarmış da bizim haberimiz yokmuş.


Türk Silahlı Kuvvetlerinin itiarını düşünmek şimdi mi aklınza geldi?


Günaydın efendiler.


Şöyle arkanıza yaslanın,rahat edin ve geçmiş yıllara bir yolculuk yaparak hafızanızı yoklamaya başlayın beyler.


Eski Adalet Bakanının tabiriyle; bilge ve saygın adam, ülkemizin yetiştirdiği büyük ve değerli din alimi sümüklü FETÖ; aynı menzile birlikte yürüdüğü AKP iktidarının desteğini arkasına alarak ele geçirdiği emniyet ve yargıyı ve AKP iktidarını kullanarak, düzmece delillerle Türk Silahlı Kuvvetlerinin saygın ve değerli üst rütbeli subaylarına kurduğı kumpas ve açtırdığı davalarla,ATATÜRK'çü değerli subaylarımızı ve ülkenin genel kurmay başkanını dahi terörist ilan ederek hapse attırdığında,ele geçirdiği Türk Silahlı Kuvvetlerine 15 Temmuz darbe girişiminde bulundurduğunda,bu darbe girşimi sırasında iş başındaki Orgeneral rütbesindeki Genel Kurnay Başkanının; etrafının FETÖCÜ subaylar tarafından kuşatıldığından, darbe girişiminden bihaber otalıkta dolaşırken, FETÖ'cü darbeciler tarafından tartaklanarak esir alındığında,esir alınmış bu genel kurmay başkanının bu basiretsizliği nedeniyle görevden alınmayarak,kendisine mağdur muamelesi yapılıp onunla yola devam edilmesi ve sonrasında da Milli Savunma Bakanı yapılarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendsine bağlandığında,Kuzey Irak da Türk askerlerinin başına çuval geçirildidğinde ve bu aymazlığa sessiz kalındığında,Cemaat ve tarikatların TSK de cirit atmaya başladıklarında.Mehmet Sarı isimli sarıklı ve cüppeli bir amiral'in Türk Silahlı Kuvvetlerinde itibar görüp hakkında hiçbir cezai işlem yapılmayarak,disiplin yoluyla ordudan atılmayarak, hiçbirşey olmamaış gibi,tüm özlük haklarıyla doğal yollardan emekli edildiğinde,Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarı niçin aklınıza gelmedi efendiler.?


Şimdi sıkı durun en önemlisi de;bu ülkenin yetiştirdiği en büyük ATATÜRK düşmanı ve vatan haini Fesli Kadir;ATATÜRK'e en galiz küfür ve hakaretleri yaparken,kurtuluş savaşını keşke Yunan kazansaydı diyecek kadar alçaklaşırken, kurtuluş savaşının önderi ve ordumuzun ezeli ve ebedi Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şahsında,aslında Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmasına rağmen,bu ATATÜRK ve onun şahsında TSK düşmanı vatan haini Fesli Kadir'e, hastalığı vesile edilerek, devletin en üst yöneticileri ve Diyanet İşleri Başkanı tarafından resmi kuyafeti ve resmi makam aracıyla Vip ziyaretler yapılarak hediyeler sunulurken aklınız nerelerdeydi,o diyanet işleri başkanı hala vazifesinin başında durmaktadır.Hani,nerede TSK'nın itibarı?


Yaşanan bu gerçekler karşısında diyoruz ki; ATATÜRK'e ve onun ilke ve inkılaplarına, Cumhuriyetin değerlerine,laik cumhuriyete bağlılıklarını, ettikleri yeminle beyan eden ve “Mustafa Kemal'in,ATATÜRK'ün askerleriyiz”diye slogan atarak yeminlerini perçinleyen genç teğmenlere,ATATÜRK ve ona bağlılık yeminleri üzerinden en büyük cezayı,ordudan tart cezasını vermek,asla ve asla ordunun itibarını koruma amacına yönelik değildir.


Bu iktidar döneminde; ordunun, zerre itibarı düşünülseydi, yukarıda sıraladğımız olaylar olduğunda sessiz kalınmaz ve gereği yapılırdı.


Asıl amaç;Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarının korunması olmayıp,genç teğmenlerin ATATÜRK'e,onun ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyete bağlılıklarını ifade eden bu yeminlerinden işkillenen,ATATÜRK'e ve laik Cumhuriyete soğuk bakan, siyasal İslamcı,hem demokrat ve hem de laik olunamaz düşüncesnde olan ERDOĞAN'ın; genç teğmenlerin bu yemininden,istikbale matuf kendisine yönelik potansiyel bir tehdit algılaması ve bu tehdide karşı önlem alma paranoyasıdır,ERDOĞAN'ın bu yeminle sarsıldığına inandığı ordu üzerindeki mutlak otoritesinini sağlama ve kendi itibarını koruma altına almaktır.19/11/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

12 Kasım 2024 Salı

GAZİ ON YIL DAHA YAŞASAYDI...

 



Partili Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; 10 Kasım günü yaptığı bir konuşmada,”Gazi on yıl daha yaşasaydı bugün bambaşka bir Türkiye olurdu” demiş.


ERDOĞAN;bu beyanıyla ne demek istediğini açıkça söyleyerek altını doldurmamış,yorumu bilerek ve isteyerek,bu beyanını lehine yorumlayacak olan kendi seçmenlerine bırakmış,bu beyanı bizim gibi muhalif ve ATATÜRK sevdalısı laik ve demokrat seçmen kitlesinin de,bugün memleketin içinde bulunduğu kötü koşullara göre, en doğru bir şekilde yorumlayacağını aklına getirememiş olmalıdır.


ATATÜRK'ü ve onun kurucusu olduğu CHP'yi sevmediğini,laik ve demokratik düzenden hoşlanmadığını bildiğimiz, ülkeyi tek adam olarak kendi iradesyle yönetmekten hoşlanan otokrat ERDOĞAN'ın bu beyanı,sadece ATATÜRK sonrası İNÖNÜ ve CHP yönetimi dönemini,hatta üstü kapalı olarak, bizzat ATATÜRK dönemini kötülemek amacıyla söylediğini, ülkenin menfaatleri,ülkenin gelişmesi ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalamak,cumhuriyetin temel değerlerini yükseltmek,demokratik ve laik cumhuriyeti daha da ileri seviyelere ulaştırmak adına söylediğini, asla düşünmüyoruz ve ERDOĞAN'ın bu beyanını;ülkenin bugün içinde bulunduğu tüm olumsuz koşullara vurgu yaparak, en gerçekçi ve olması gereken şekilde biz yorumlamaya ve değerlendirmeye çalışacağız.


Evet ERDOĞAN'ın neyi kast ettiğine bakmaksızın,Gazi on yıl daha yaşasaydı bambaşka bir Türkiye olurdu sözü, lafzen çok doğrudur.


Gerçekten, ATATÜRK; on yıl daha yaşasaydı ve ülkenin başında Cumhurbaşkanı olarak kalarak ülkeyi yönetseydi,1950 seçimlerinde ülkenin yönetimi Demokrat Parti'ye ve sonrasında da iş başına gelen din simsarı,laiklik karşıtı sağ partilerin eline geçmezdi.


Bunun sonucu olarak da;


Kapatılan tekke ve zaviyeler,cemaatler yeniden hortlamazdı.


Bir devrim yasası olan ve anayasanın sözde koruması altında bulunan Öğretim Birliği Yasası ve onun getirdiği laik eğitim rafa kaldırılmaz ve aşama aşama bugüne gelen dini eğitim, laik eğitimin önüne geçmez,İmam hatipler meslek okulu olarak kalır,üniversitelere öğrenci yetiştiren liseler konumna getirilmez ve kız imam hatip liseleri açılmaz,sayıları giderek azalan laik eğitim kurumlarımızda, sarıklı ve cüppeli sözde din adamları cirit atarak çocuklarımızın beynini yıkamaz,ülkemizin çadaş medeniyeti yakalalamasının olmazsa olmazı olan; akıl,bilim ve laik eğitimden uzaklaşılmazdı.


ATATÜRK devrimleri ve ilkeleri bizzat ATATÜRK'ün iş başında bulunacağı artı on yıllık dönemde daha kökleşir,yerleşir ve boy atardı ve sonrasında, kökleşen ve iyice yerleşen devrim ve ilkelerin yozlaşması,sağ iktidarlara rağmen daha bir zorlaşırdı.


Bilim ve aklın, laik eğitimin öncülüğünde ve eşliğinde, ülke kısa zamanda kalkınırdı.


Ülke;iş başına gelen sağ ve din tabanlı iktidarlara mahkum olmayacaktı.


Darbelere zemin oluşturan antilaik ve antidemokrat kötü siyasetten uzak olacak ülkemizde,halkın da yeşil ışık yakması sonunda, on yılda bir gelen askeri darbeler de yaşanmayacaktı.


En önemlisi de ERDOĞAN'ın başında bulunduğu AKP; iş başına gelmeyecek ve bunun sonucu olarak;


Siyaset tamamen dinselleşmeyecek,siyasal dinci bir iktidar, 22 yıl boyunca kesintisiz olarak ülkeyi yönetmeyecekti,


Parlamenter sistem değiştirilmeyecek ve yerine tek kişinin dudağından çıkanların yasa haline geldiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kurulmayacaktı,


Hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu ilkesi geçerliliğini korumaya devam edecek,Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsiz ve etkisiz bırakılamayacak,saraydan gelen kanun teklifleri,meclis çoğunluğu tarafından aynen onaylanarak yasa haline gelmeyecekti,


Masumluk karinesine rağmen,hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmayan seçilmiş belediye başkanları, uyduruk suçlamalarla görevlerinden alınarak hapse atılmayacak ve yerlerine kayyum adı altında atanmış belediye başkanları getirilmeyecekti,


Devletin temeli olan Yargı ve adalet esir alınamayacak ve devletin temeline dinamit konulamayacaktı,


Devleti yöneten ve halktan vergi olarak toplanan devlet gelirlerini istediği gibi harcayan, tek adam;icraatları ve harcamaları nedeniyle denetimsiz kalmayack ve ülkeyi keyfine göre,kendi koltuğunu koruma ve yandaşlarını zengin etme amacıyla yönetemeyecek ve halka hesap verecekti.


Devlet Planlama Teşkilatı kaldırılmayacak ve planlı kalkınma sürdürülecekti,


ATATÜRK ve İNÖNÜ dönemiminde CHP iktidarı tarafından yapılan üretime dönük tüm iktisadi ve sanayi tesisleri yok değerine özellleştirilerek yandaşa peşkeş çekilemeyecek ve kapılarına kilit vurulmayacaktı,


Tarikat ve cemaatler mantar gibi çoğalmayacak ve devletin kaynakları bunlara peşkeş çekilmeyecekti,


FETÖ Silahlı Terör Örgütü yetiştirilmeyecek ve 15 Temmuz darbe girişimi yaşanmayacak,onun sonucunda ilan edilen olağanüstühal'den yararlanarak,çıkarılan KHK'larla ülkenin en önemli kurumlarının kapılarına kilit vurulmayacak, demokrasi,insan hak ve özgürlükleri budanmayacaktı,


Cari açık,iç ve dış borçlar tavan yapamayacak,ülkemizin çalışan emekçi ve emeklilerimiz yoksullaşmayacak,gelir dağılımında yandaş sermayenin lehine bir eşitsizlik yaşanmayacaktı,


Devlet yönetiminde israf tavan yapmayacak,devletin kaynakları halkın yararına kullanılacaktı,


Yap işlet devret yöntemiyle yapılan yatırımlar vasıta kılınarak, bir avuç yandaş iş adamları ve müteahitlere, kar garantili para transferleri yapılamayacaktı,


Yeşil korunacak ve maden arama bahanesiyle ormanlarımız kesilerek yok edilemeyecekti,ATATÜRK'ün Yalova Termal Tesislerinde bulunan köşkü için ağaç kesilmeyerek binanın kaydırılarak ağacın yaşatılması,bir mucize gibi abartılmayacak ve hala günümüzde dahi tüm canlılığıyla gündemde kalmayacaktı,


Aklımıza gelenleri yerimizin elverdiğince yazdığımız ve daha nice tüm bu olumsuzluklar yaşanmayacaktı.


ERDOĞAN'ı iyi tanıyorsak,hiç ihtimal vermiyoruz ama;şayet,ERDOĞAN da “Gazi on yıl daha yaşasaydı bambaşka bir Türkiye olurdu” derken,ülke olarak,bizim sıraladığımız ve daha nice olumsuzlukları yaşamazdık demek istemişse,kendisini tebrik ediyoruz, bu çok haklı çıkışı ve beyanı için.12/11/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





9 Kasım 2024 Cumartesi

10 KASIM 2024 -ATATÜRK KONUŞABİLSEYDİ

 


02.02.2021 tarihinde yazmışız “ATATÜRK KONUŞABİLSEYDİ” başlıklı, aşağıya aynen aldığımız yazımızı.

Yarın 10.Kasım.2024.

ATATÜRK'ün hakkın rahmetine kavuşarak ölümsüzleştiği 10.Kasım.1938'in yıldönümü.

Demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olarak kurulan, T.C.Devletimizin kurucusu Aziz ATATÜRK'ü;beden olarak bu fani dünyadan ve aramızdan ayrılarak ölümsüzleştiği günün yıldönümünde rahmatle,minnetle ve özlemle anıyoruz.Mekanı cennet ruhu şad olsun.09/11/2024 Güner YİĞİTBAŞI-Hukukçu

ATATÜRK KONUŞABİLSEYDİ” başlıklı yazımızı Okumaya başlayalım mı?


Ey Türk Milleti.

Benim cansız bedenimi Anıtkabire defnettiniz,milli bayramlarda ve diğer özel günlerde,özellikle ölüm yıldönümüm olan 10.Kasımlarda,kabrime gelerek, beni anıyorsunuz,mutlu oluyorum.Hepinize teşekkürler ediyorum.

Ancak,ülkenin gidişatı beni çok endişelendiriyor,hiç huzurlu yatmıyorum.

Herkesin ağzında bir ATATÜRK sözüdür gidiyor.

Görünüşe bakarsanız;herkes, beni seviyor ve ATATÜRK'çü olduğunu savunuyor.

Ama ben,kimlerin ve hangi kesimlerin beni sevmediklerini çok iyi biliyorum,inanın bana,bir kesimin beni sevmemelerine hiç de üzülmüyorum,hatta seviniyorum. Herkesin beni sevmesini,ilkelerimi benimsemesini de beklemiyorum,bu benim için akılcı ve gerçekçi bir beklenti olamaz.

Kalben, beni çok sevdiklerinden emin olduğum,bir araya geldiklerinde “Mustafa Kemal'in,ATATÜRK'ün askerleriyiz” diye slogan atıp bağırarak,sonra hiçbirşey olmamış gibi susarak,seslerini çıkaramayanlaradır, benim asıl üzüntüm ve kızgınlığım.

Ben sizlere; demokratik,laik ve özgür bir devlet bıraktım,birilerinin beni sevmeme özgürlükleri de vardır tabi,ama hakaret etmeden.

Duydum ki;devletimizin yönetim sistemi değiştirilmiş,parlamenter sistem rafa kaldırılarak, kurtuluş savaşını yöneten, kurucusu olduğum Türkiye Büyük Millet Meclisi, işlevsiz bırakılmış,Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında, benim hiç duymadığım ve bilmediğim,ülkenin tüm kaderini sarayda oturan bir şahsın iki dudaklarının arasına bırakan, ucube bir sistem tesis edilmiş ve sizler de oylarınızla bu ucube sisteme onay vermişsiniz.

Beni çok yanılttınız,bu sisteme onay verenlerin çoğunlukta olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti;benim kurarak sizlere ve Türk Gençliğine emenet ettiğim Türkiye Cumhuriyeti olamaz.

Sizler ne biçim ATATÜRKÇÜ'sünüz, bana söyler misiniz?

Bu ükenin; emperyalistlerden ve onların yerli işbirlikçisi,işgal altında bulunan İstanbuldaki Osmanlı Saraylarında oturan hainlerden kurtaran benim dahi,tek başıma sahip olamadığım,sahip olmak da istemediğim, sınır ve denetim tanımayan yetkileri,hangi hakla ve akılla o tek adama verebildiniz?

Hangi hakla,benim kurduğum ve kurtuluş mücadelesinin mabedi gazi meclisi devre dışı bıraktınız,işlevsiz bir siyasi dernek haline getirdiniz,bu mudur sizin ATATÜRK severliğiniz?

Ben sizlerden; sözde değil, özde ATATÜRKÇÜ olmanızı,beni özde sevmenizi ve sizlere bıraktığım eserlere,demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkarak korumanızı istiyorum ve hatta emrediyorum.

Cumhurbaşkanlığı sarayı da ne demektir,benim dahi oturduğum ve Türkiye Cumhuriyetini yönettiğim,o tek adama kadar ülkeyi yöneten tüm Cumhurbaşkanlarının oturup çalışmalarını yürüttüğü Çankaya Köşkü neyine yetmemiş,o tek adamın,0 kişi,saraylarda doğup saraylarda mı yaşamış ki?

Ben,saraylara yakışan,saraylarda oturan ve oradan ülkeyi yönetmeye çalışan, saraylarla özdeş saltanatı, boşuna mı kaldırdım,benim canım yok muydu saraylarda oturmak için?

Ben, milletimin gönül saraylarında oturarak,ülkeme yararlı çalışmalarımı mütevazi Çankaya Köşkünden yürüttüm,milletimden uzaklaşmadım,sarayların kalın duvarları arkasında milletimden gizlenmedim,milletimden korkmadım,kendimi uzun koruma konvoylarıyla koruma altına alarak özgürlüğümü kısıtlamadım,yaşarken öldürmedim kendimi.

O tek adam saray yönetiminin,Osmanlı saray ve saltanat rejiminden dahi otoriter,can sıkıcı ve özgürlükler düşmanı olduğunu,devletin temeli olan adaletin yok edildiğini,adalet sağlayan yargının, saraydaki tek adamın emir kulu haline getirildiğini,insan hak ve özgürlükleinin,basın özgürlüğünün yok edildiğini,herkesin saraydaki o tek adam gibi düşünmesinin istenildiğini,liyakatin değil, itaatin, saray yönetiminin önceliği olduğunu,anayasanın rafa kaldırıldığını,İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi,millet iradesine saygının kalmadığını,Türk Milletinin yaklaşan seçimleri endişe ile beklediklerini görüyorum.

Saraydaki tek adamın;halk oylaması ve anketlere göre,gidici olduğunu sarayı boşaltmak zorunda kalacağını bildiği için,bir arayış içinde bulunduğuna,muhalefeti ve demokrasi cephesini parçalamak için elinden gelen çabayı gösterdiğine, tanık oluyorum.

Ben,kurucusu olduğum CHP'nin altı okundan birisi olan milliyetçilik ilkesini;bir üst kavram olarak, Türk Milletini oluşturan tüm yurttaşların etnik,dinsel ve mezhepsel kökenenlerine bakmaksızın,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çatısı ve bayrağı altında toplanan,yürekleri hep birlikte ve aynı amaçlarla,devletimizin,güzel yurdumuzun ve asil milletimizin yararları doğrultusunda çarpan,ülkesinin yararlarını,kendi yararlarının üzerinde tutan insanların yüreklerinde hissettikleri bir değer ve güzel bir duygu olarak anlıyorum ve kabul ediyorum,bu nedenle,sizlerden de milliyetçiliği,ayrıştırıcı değil, birleştirici bir değer olarak kabul edip benimsmenizi istiyorum.

Saraydaki tek adam'ın;anayasaya göre bağlayıcı ve uyulması zorunlu olan Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin kararlarına uyulmamasını savunarak,mahkemeleri bu şekilde etkisi altına alıp,ugulanma bekleyen bağlayıcı yargı kararlarını uygulatmazken,anayasanın değiştirilmesi zamanı gelmiştir diye ortaya çıkmasındaki gerçek sebebi, kavrayın lütfen.

Demokratik devletlerde, anayasalar; zaman içinde özgürlükleri daha da artırmak,genişletmek ve ülkeyi daha emokratik kılmak amacıyla değiştirilir.

Saray yönetiminin;sarayın kalın duvarları ardından ülkeyi şeffaf olmayan antidemokratik usullerle yönettiğine bakarak;anayasaya ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bu yönetimin, milletin hayrına ileri ve özgürlükçü bir anayasa değişikliği yapmasının mümkün olmadığını,asla aklınızdan çıkarmayın ve bu değişiklik tekliflerine kulak asmadan, yapılacak olan ilk seçimlerde birlik olun ve bu saray yönetimine, geldikleri gibi demokratik seçimlerle son verin.

Saray yönetiminin yeni anayasa girişimi;seçim anketlerine göre sona erecek olan saltanatlarını devam ettirme arayışı ve gayretidir.Tek adam,Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yine kırmızı çizgileri olacak ve bu ucube yönetim, yerini parlamenter sisteme bırakmayacak,tavşana sunulacak bir iki göstermelik havuç karşılığında,cumhurbaşkanı seçim koşulları değiştirilerek, iki dönemden fazla seçilemez kuralı değiştirilerek ve yüzde elli artı bir seçim oranı terk edilerek, en fazla oyu alan şahsın cumhurbaşkanı seçilmesi yolunun önünün açılması, denenecektir.Asıl amaç budur.

Mevcut anayasayı bile uygulamayan,sürekli ihlal eden,Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararını uygulatmayan saray yönetiminin iyi niyetine inanmak, büyük bir gaflet ve hatta vatana ihanettir.

İktidar böyle de, sanki muhalefet hırlı mıdır?

Muhalefet de aklını başına toplamalı ve yaklaşan seçimlerin,kendileri ve ülkeleri için son şansları olduğunu, akıllarından çıkarmamalıdır.

Benim kurucusu olduğum,ülkeye büyük hizmeter yapmış olan CHP içindeki kaynamalara da canımın çok sıkıldığını belirtmeliyim.

Benim de mezun olduğum Kara Harp Okulu mezunu,mevcut iktidarın ve ortağı bir cemaatin gadrine uğrayarak, kendisine CHP tarafından sahip çıkılan ve kendisini ATATÜRKÇÜ ilan eden bir eski teğmen,kalkmış benim adımı da kullanarak,bu kritik dönemde CHP'yi ağır bir şekilde suçlayarak istifa etmiş.

Bu, nasıl bir Harp Okull'u olmaktır?

Parti yönetimini beğenmiyorsan,uygun bir ortam ve zamanda, parti içinde demokratik olarak mücadele ederek, gördüğün hataların düzeltilmesi için, çaba sarf edersin,parti içinde kalarak mücadeleni verirsin.

Bu teğmenin yaptığı şey,harp meydanından kaçmaktır.Bir de ATATÜRK'çü olduğunu söylüyor ve eleştirdiği yönetimdeki partili arkadaşlarının ATATÜRK'çülüklerine dil uzatıyor,bu ülkenin kurtuluşu adına, ben de; kafa yapılarımız,Dünya görüşlerimiz asla uyuşmayan insanlarla,ülkenin kurtuluşu ve özgürlüğüne kavuşturulması ortak paydasında birlikteliğimi sürdürdüm,pes etmedim, ülkenin kurtuluşu için yapmam gereken mücadeleden, cepheden asla kaçmadım,gemiyi terk etmedim.Sonunda millet kazandı.

Bu,milliyetçi ve ATATÜTK'çü olduğunu iddia eden teğmen;CHP'nin, yasal bir parti olan HDP'ye yakınlaşmasını da içine sindirememiş.Bunu asla kabul edemem,hakimiyet kayıtsız şartsız millete ait olduğuna ve o partinin taraftarı olan Kürt seçmen vatandaşlarımız da,benim etnik olmayan Türk Milleti anlayışımın bileşenleri olduğuna göre,o teğmen dahil,hiç kimsenin kurtuluş savaşında yanımda savaşan Kürt kökenli vatandaşlarımı;oy verdikleri partinin üzerinden dışlayıp,itibarsızlaştıramazlar,buna hak ve yetkileri asla yoktur.

İktidarıyla,muhalefetiyle aklınızı başınıza toplayınız,ülkenizi seviniz,ülkenizin yararını, kendi yararlarınızın üzerinde tutunuz.

Beni üzmeyiniz.

Aksi halde,gelmeyiniz yanıma ve beni rahat bırakınız.

Olmadı,ayaklarıma, çizmelerimi giymek zorunda bırakmayınız.”

Der miydi sizce?02/02/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



5 Kasım 2024 Salı

A.Ü.HUKUK FAKÜLTESİ 99 YAŞINDA

 



1970 Yılının mezunu ve 1970 mezunlarının bir numaralı diplomasına sahip olmakla gurur duyduğum A.Ü.Hukuk Fakültesi, 05/Kasım/1925 tarihinde;Cumhuriyetin kuvvetlendiricisi olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım ve bunu açıklamakla ve anlatmakla memnunum”sözleriyle Büyük ATATÜRK tarafından kurulup öğrenime açılmış pırıl pırıl bir Cumhuriyet kurumudur.


A.Ü.Hukuk Fakültesi, 05/Kasım/2024 tarihinde,yani bugün, 99. yaşını kutlamaktadır.


A.Ü.Hukuk Fakültesini önemli ve değerli kılan ve biz mezunlarını onurlandıran en büyük özelliği;kurtuluş savaşından sonra,tüm kurumlarıyla, hilafeti ve saltanatıyla köhnemiş ve yıkılmış Osmanlı'nın küllerinden yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bir kuruluşu ve Cumhuriyetin ilanından hemen iki yıl sonra, laik ve çağdaş Cumhuriyet yasalarını uygulayacak hukuk adamlarını yetiştirmek üzere,büyük kurtarıcı ve devlet adamı ATATÜRK tarafından bizzat gerekli görülerek kurulup hizmete açılmış olmasıdır.


Bu nedenle, A.Ü.Hukuk Fakültesinden 1970 senesinde mezun olup, 54 yıldır Türk hukukuna ve yargısına hakim,savcı ve emekli olduktan sonra da avukat olarak hizmet etmiş ve halen de etmekte olan,T.C.Yasalarının doğru ve adil bir şekilde uygulanmasına katkı sunmuş ve hala sunmaya,ülkesini seven hukukçu bir aydın olmanın ve bu sıfatla halkımızı aydınlatma sorumluluğunun gereği olarak yazdığı güncel olayları değerlendiren siyasi ve halkı bilgilendiren hukuki makaleleriye devam eden bir hukukçu olmanın mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum.


Bizler,hukukta okurken ve mezun olduğumuz 1970'li yıllarda;sadece, A.Ü.Hukuk Fakültesi ve bir de kuruluşu Osmanlı dönemine ait olan İ.Ü.Hukuk Fakültesi vardı.


Her iki Hukuk Fakültemizde de, çok değerli hocalarımız görev yapıyorlardı, küçümsemek amacıyla yazmıyorum, bizleri yetiştirmek için derslerimize giren öğretim üyelerimizin neredeyse tamamına yakını, dallarında profesör olmuş çok deneyimli kişilerdi.Derslerimize, bugün olduğu gibi, oradan buradan devşirilen hangi koşullarda ve eğitim düzeyiyle akademisyen ünvanı aldıkları tartışma götüren doktor seviyesinde bir öğretim üyemiz yoktu, akademik yeterliliği tartışma götürmeyen fakültemizin değerli hoaları tarafından yetiştirilen doktor payesi alan asistanlarımız, ancak kur pratik dediğimiz, hukuki problemleri çözdüğümüz uygulama derslerine girerlerdi.Doçent öğretim üyelerimiz de çok deneyimli ve değerli hukukçulardı. Bizleri bu değerli hocalarımız yetiştirdiler,ölenlere Allahtan rahmet,halen sağ olanlara da sıhhat ve afiyetler diliyorum.


Mezunu olduğum, katışıksız Cumhuriyet kurumu ATATÜRK'ün eseri A.Ü.Hukuk Fakültesinin öğrencisi olduğum yıllarda,İ.Ü.Hukuk Fakültesinin hocaları ve öğrencileri; Osmanlı'dan kalma bir kurum olmalarının ve kuruluşu itibariyle bir Cumhuriyet kurumu olan A.Ü.Hukuk Fakülteli olamamalarının pozitif,olumlu kıskançlığından olsa gerek,biz Ankara Hukuklulara karşı,sözde beynelmilel olduklarını savunarak ve çok değerli idare hukukçusu,üç ciltlik İdare Hukukunun Genel Esasları isimli,benim de kütüphanemde yer alan, hala çok değerli, adeta başvuru kitabı niteliğindeki dev eserin yazarı olan rahmetli hocaları Ord.Prof.Dr.Sıddık Sami ONAR'dan sınıf geçmenin zorluğu ile övünerek moral bulmaya çalışırlar ve bu iki güzide hukuk fakültemiz arasında,bu şekilde kırıcı olmayan tatlı bir rekabet ve çekişme yaşardık.


Ankara ve İstanbul Hukuk Fakülteleri arasında bu tatlı rekabet yanında her ders yılında, belli derslerde ve belli dönemlerde karşılıklı olarak misafir öğretim üyesi değişimi olur ve her iki fakülte öğrencileri, diğer fakültenin öğretim üyelerinden ders alma ve onları tanıma fırsatı bulurlardı.Ben Ankara Hukuk Fakültesininin 1.sınıfında okurken, Roma Hukuku dersimize misafir öğretim üyesi olarak,İ.Ü.Hukuk Fakültesinin değerli hocası, rahmetli Prof.Dr Ziya UMUR gelmiş ve bizim hocamız değerli ve rahmetli Prof.Dr Kudret AYİTER de İstanbul Hukuk Fakültesinin öğrencilerine ders vermek üzere İstanbul Hukuk Fakültesine misafir öğretim üyesi olarak gitmişti.Çok güzel ve anlamlı günlerdi, o günler.


Daha sonraki yıllarda,özel vakıf üniversiteleri kuruldu,yeterli öğretim üyesi ve alt yapısı olmadan, çeşitli ilerimizde lise ve orta okul açar gibi, plansız ve programsız bir şekilde siyasi yarar amacıyla açılan üniversitelerin bünyesinde mantar gibi açılan hukuk fakülteleri ile bugün sayısını dahi bilemediğimiz birçok hukuk fakültesinin sonucu olarak, maalesef, hukukçu kalitesinde büyük bir seviye kaybına uğramış bulunuyoruz.


Bugün,iş başındaki siyasal iktidardan ve yürürlükteki yönetim sisteminden kaynaklı olarak, hukuk ve devletin temelini oluşturan adalet büyük yara almış ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok olmuş,yargı siyasi rakiplere ve muhaliflere karşı bir silah olarak kullanılıyor hale gelmiş ise;bu, hukukun irtifa kaybetmesinde,yara almasında ve yargının bağımlı hale gelmesinde;siyasi iktidarın payının yanında,yetersiz hukuk fakültelerinde yetişen,gerekli hukuk nosyonunu ve ahlakını edinememiş,yeterli kaliteye ulaşamamış bazı hukukçuların paylarının varlığı da, yadsınamaz bir gerçektir.


A.Ü.Hukuk Fakültesinin 99.kuruluş yıldönümü; bu fakülteden mezun olan devre arkadaşlarım 1970'liler en başta olmak üzere,tüm A.Ü.Hukuk Fakültesi mezunlarına ve halen öğrenci olan kardeşlerime kutlu ve mutlu olsun,bizi yetiştiren ve çoğu rahmetli olan öğretim üyelerimize teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyor, ölenlere rahmet, sağ olanlara sağlıklar diliyorum.


A.Ü.Hukuk Fakültesinin;halen çalışan ve emekli olan hayattaki öğretim üyelerine ve sair çalışanlarına,günümüze gelene kadarki tüm mezunlarına ve mezun olacak genç hukuk öğrencisi kardeşlerime,buradan selam olsun,ne mutlu Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülteliyim diyenlere.05/Kasım/2024



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



4 Kasım 2024 Pazartesi

KİMLER ÖRGÜT ÜYESİ OLMAKLA SUÇLANABİLİRLER?-2

 


Bu yazı dizimizin ilkini; “AHMET ÖZER VE ÖRGÜT ÜYELİĞİ” başlığı altında,

koşulları ve kanıtları mevcut olmadığı halde, haksız ve hukuksuz olarak, PKK silahlı terörö örgütü üyesi olmakla suçlanarak görevden alınan ve tutuklanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet ÖZER ile ilgili olarak yazıp, 02/11/2024 tarihinde yayınlamıştık.


İlk yazımızı, fazla uzadığı için bir yerde sonlandırmak zorunda kalmıştık.


Bu nedenle,iş bu yazımızda konuya devam etmek istiyoruz.


İlk yazımızda, illegal örgütlerin, resmi üye kayıt defter ve belgeleri olmadığı için, üyelerine ulaşmanın zorluğu ve imkansızlığından bahsetmiş ve kural olarak, bir kişiyi illegal silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlayabilmek ve bunu kanıtlayabilmek için, o kişinin;mensubu olmakla suçlandığı örgütün amacı ve stratejisi doğrultusunda,örgüt adına işlediği ve somut bir şekilde dış aleme yansıyan eylem,faaliyet ve söylemlerinin saptanmş olmasının zorunluluğunu belirtmiştik.


Aynı kriteri tekrarladıktan sonra,örgüt üyeliği ile örgüt sempatizanlığının da uygulamada karıştırıldığını,örgütün sempatizanı durumunda olan kişilerin dahi,hakız bir şekilde, örgüt üyesi olarak suçlanarak cezalandırıldıklarını, üzülerek belirtmek istiyorum.


Örgütün;bir veya birden ziyade, hiçbir yasa dışı eylemine katılmadığı halde,örneğin sadece FETÖ Örgütünün lideri GÜLEN veya PKK Örgütünün lideri ÖCALAN'ın değişik posterlerini,özel konutunda bulunduran,örgütün kitaplarını,dergi ve gazetelerini,okumak için ve sadece şahsına ait olmak üzere, bir adetle sınırlı olarak, kendi şahsi konutunda bulunduran,bu posterleri odasının duvarına asan,kullandığı akıllı telefon ve bilgisayarlarında bunlara yer veren,güvenlik güçlerince edinilen istihbarat raporlarının tespitlerine göre,aslında perde arkasından illegal silahlı bir örgüt tarafından düzenlendiği halde,insanların yasal olduğuna inandırıldıkları, düzenleyecilerinin legal görünümlü kişilerin olduğu, silahsız ve barışçıl tolantı ve gösterilere katılan,eylem ve söylemleri; bu ve buna benzer sempatizanlık düzeyinde kalmış olan kişileri, varsayımlara dayalı olarak, örgüte üye olmakla suçlayamazsınız.


Hal böyle olduğu halde, ülkemizin yargı uygulamalarında, maalesef, sempatizanlar da varsayımlara dayalı olarak örgüt üyesi olmakla suçlanmaktadırlar.


Ceza hukukunda kıyas ve varsayımların yeri olamaz.Bir kişinin suçlanabilmesi için kesin ve inadırıcı eyleme dayalı somut delliler elde edilmelidir.


Halen iş başında bulunan AKP iktiarı döneminde; Gülen Cemaatiyle,17/25 Aralık.2013 çatışmasına ve 15 Mayıs 2016 darbe girişimine gelene kadar, bizzat AKP iktidarı tarafından korunup kollanan ve beslenen,mensupları devletin güvenlik ve askeri kadrolarına ve tüm bürokrasiye yerleştirilen ve bu kadrolarda hakim düzeye ulaştırılan,eğitimde,sanayi ve bankacılık sektöründe söz sahibi haline getirilen,adeta bir kutup yıldızı gibi parlatılan,masum bir hizmet hareketi olarak değerlendirilen ve lideri hain FETÖ için; bizzat dönemin Adalet Bakanı tarafından kendisine din alimi,saygın bir kişi olduğu iddiasıyla sahip çıkılan ,muhalefetin FETÖ için söylediği silahlı terör örgütü lideri suçlamasının inkar edildiği, Fetullah GÜLEN Cemaatinin ülkeye hizmet eden hizmet hareketini başlatan yasal bir dini cemaat olarak lanse edilen ve ülkemizde yaşaya mütedeyyin insanlaımızın kendisine yönlendirildikleri,Cemaat referansı omayanların devlet katında ve kadrolarında önemli mevkilerde yer bulamadıkları bu cemaatin 15 Temmuz darbe girişimi ile açığa çıkan gerçek yüzünden hareketle;devletin tüm istihbarat raporlarına sahip olmalarına rağmen,FETÖ tarafından kandırıldıklarını iddia ederek, sorumluluktan kaçan ve suçu üzerine almayan iktidarın;Cemaate ilişkin olarak yarattığı olumlu algılarla, hiçbirşeyden habersiz, devletin istihbarat raporlarından ve gerçekleden bihaber,kendilerini hizmet hareketi ifa eden mütedeyyin yasal bir cemaat ve hizmet hareketi olarak gördükleri Cemaate samimi bir şekilde inanmış olan,dini inanışlarına göre faize karşı oldukları için, cemaatin; T.C.Yasalarına göre yasal olarak kurularak, devlet tarafından para toplama lisansı verilen,17/25 Aralıktan sonra da hain darbe girişimine kadar lisansı iptal edilmeyerek faaliyetine göz yumulan, Bank Asya isimli katılım bankasına para yatırıp çeken,iyi eğitim verdikleri için çocuklarını cemaatin kontrolü altındaki okullarda parasıyla okutan,işsizlik cenneti olan ülkemizde, Cemaatin yasal iş yerlerinde çalışarak nafakasını sağlamak zorunda kalan,neymiş efendim FETÖ Cemaati Balkan ülkelerinde etkinmiş gerekçesiyle, seyahat özgürlüklerini kullanarak Balkan ülkelerine turistik seyahatler eden masum insanlaımızın bir takım varsayımlarla FETÖ Terör Örgütü Üyesi olmakla suçlanarak yargılanıp ağır cezalar almalarının,keza son örneğini yaşadığımız Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet ÖZER'in,PKK Silahlı Terör Örgütütnün amacı doğrultusunda, örgüt adına işlemiş olduğu dış aleme yansıyan somut bir yasa dışı eylemi olmadığı halde, PKK Silahlı Terör Örgütünün üyesi olduğu iddiasıyla görevden alınarak tutuklanmasının makul ve haklı hukuki bir izahı olamaz.


Şayet diyorum,kesin bir yargıda bulunarak yargısız infaz yapmıyorum.


Niyetimin, hiçbir kişiyi, boş yere ve haksız bir şekilde suçlamak olmaksızın ve nihai değerlendirmesini okuyucularıma bırakarak soruyorum?


Doğmalarında,ilk ortaya çıkmalarında değilse de,sonradan gelişip bugüne gelmelerinde ve ülkenin başına dert olmalarında,devletin istihbarat raporları kendilerine sunularak aydınlatılmalarına ve tüm tehlikeden haberdar olmalarına rağmen; özellikle FETÖ Terör Örgütünün, darbe girişiminde bulunabilecek güce ve cürete ulaşmasına, imzalaıyla,atama kararlarıyla,koruyup kollamalarıyla doğrudan katkı sunan siyasal iktidarın mensupları, sizce daha mı az suçlu ve masum?


Dini duyguları istismar edilerek kandırılan masum ve mütedeyyin insanları yargılatarak zindanlara atanlara,Esenyurt Belediye Başkanını sudan sebeplerle delilsiz ve kanıtsız, görevden alarak tutuklatanlara,nerede FETÖ'nün siyasi ayağı diye sorarlar haklı olarak.04/11/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu









1 Kasım 2024 Cuma

AHMET ÖZER VE ÖRGÜT ÜYELİĞİ

 



Uzun yıllar, illegal silahlı terör örgütleriyle ilgili soruşturmalar yapmış emekli bir savcı ve sonrasında da aynı tür davalarda savunmanlık yapmış bir avukat olarak;silahlı terör örgütü PKK üyeliğinden tutuklanarak Esenyurt Belediye Başkanlığından alınan Ahmet ÖZER soruşturması nedeniyle; bu yazımızda hukukçu olmayan okurlarımı,”kimler örgüt üyesidir”konusunda aydınlatmaya çalışacağım.


Amacına ulaşmak için terörü ve cinayet,yaralama,gasp,adam kaçırma,devletin sivil ve asker silahlı kuvvetlerine ve kurumlarına yönelik her türlü bombalı ve silahlı şiddet eylemlerini yöntem olarak kullanan PKK ve benzeri örgütlerin, illegal silahlı terör örgütü olduklarında hiçbir şüphe yoktur.


Uygulamada bu konuda bir tereddüt ve anlaşmazlık yoktur.PKK ve benzeri illegal kuruluşarın silahlı çete ve silahlı terör örgütü olduklarında herkes hemfikirdir.


Uygulamada tereddüt,zorluk ve ihtilaf yaratan husus; kimlerin ve neye göre silahlı terör örgütü üyesi sayılacağıdır.


Bu zorluk da; terör örgütlerinin, illegal örgütler olmalarından,yasa dışı olmaları nedeniyle, örgüt üyelerini kayıt altına alacakları bir üye kayırt defteri ve beşge tutma mecburiyetinde olmamalarından kaynaklıdır.


Yasal; dernek,siyasi parti,sendika gibi örgütlerde; bu kuruluşların üyelerinin kayıtlı olduğu belge ve defterler olduğu için, yasal örgütlerde üyelerin belirlenmesi adına bir zorluk yaşanmaz.


Yasaya bağlı olmadıkları, yasa dışı oldukları için, üyelerini kaydedecek bir belge ve defter düzünleme yükümlülükleri olmamasına rağmen; bazı silahlı terör örgütlerinin,bir zorunlulukları olmadığı halde,arşiv niteliğinde üye ve mensuplarını,bunlarla ilgili bilgileri kaydettikleri yazılı veya dijital materyaller olabiliyor.Güvenlik güçleri yaptıkları operasyonlar sonucunda bu tür materyallere ulştıklarında,bazen bunların içeriklerinden de örgütün bazı mensuplarını ortaya çıkarmak mümkündür,ancak bu durum çok istisnai bir durumdur.


Peki öyleyse bir kişinin illegal silahlı bir terörö örgütüne mensup üyesi olup olmadığını, nasıl anlayacağız?


Her ne kadar örgüt üyesi olmak için örgü adına bir eylem yapmak mecburiyeti olmasa da,yani örgüt üyeliğinin statik bir statü ile de kazanılabilecek olmasına rağmen,bir kişinin örgüt üyesi olduğunun en önemli ve kesin kanıtı,o kişinin örgütün amacına yönelik olarak örgüt adına işlediği, gün yüzüne çıkan, silahlı veya silahsız her türden somut eylem ve söylemleridir.


Özellikle silahlı terör örgütü PKK açısından dikkate alınması zorunlu hassas bir konu vardır ki;bu asla gözden kaçırılmamalı ve de unutulmamalıdır.


Şöyle ki;


PKK terör örgütünün üyelik ve militanlıklarına büyük oranda kaynaklık yapan ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızdan oluşan ailelerin içinden; dağa, PKK üyesi ve militanı olarak çıkan bir aile ferdi olabildiği gibi,aynı aileden, aynı ana ve babadan doğan diğer aile fertleri, yaşadıkları T.C. Devletinin yasalarına bağlı ve saygılı kalabiliyorlar.Hatta dağa çıkan ve PKK terör örgütünün üyesi ve militanı olan bazı teröristlerin; örgütün zoruyla dağa kaçırıldıklarını ve iradaleri dışında PKK mensubu yapıldıklarını da biliyoruz.


Yine yöredeki bazı annelerin; PKK tarafından kaçırılarak zorla militan yapılan çocuklarının, dağdan indirilmesi için devletimize sığınarak yardım talep ettiklerini de biliyoruz.


Şöyle veya böyle,isteyerek dağa çıkan veya zorla dağa çıkarılarak PKK üyesi ve militanı olan veya yapılan bu insanlarımız da; o yaşa gelene ve dağa çıkana kadar, yöresinde okula gitmiş, mahallesinde arkadaşlarıyla oynamış ve top koşturmuş iyi veya kötü bir arkadaş çevresi oluşturmuş,o yörenin sosyal yapısı içinde yer almış kişilerdir.Bu kişiler,sonradan PKK örgütüne katılmış olsa da,PKK üyesi ve militanı olmayarak temiz kalmış arkadaşlarıyla beşeri ve insani bağlarını tamamen koparmamış olabilir,eski hukuklarına,arkadaşlıklarına ve gönül bağlarına dayanarak karşılıklı olarak isimleri, telefon numaraları üzerlerindeki bir kayıtta kalmış alabilir,örgütsel amaç dışında beşeri ve insani bir nedenle, aralarında kısa bir telefon konuşması da olabilir.Örneğin bir ölüm sebebiyle,bir telefon taziye araması da yapılabilir,teröröstin örneğin ölen annesinin veya babasının iyi bir insan olduğu da dile getirilebilir.


Diyelim ki;birisi dağa çıkarak terörist olmuş, diğeri ise,ülkesinin yasalarına saygılı ve bağlı kalmış PKK örgütü üyesi olmayan iki eski arkadaş arasındaki, bu beşeri ve insani, eski hukukarına dayalı gelip geçici, örgütsel olmayan ilişki, bir vesileyle seneler sonra ortaya çıktı,şimdi siz, bu dağa çıkan ve PKK militanı olan kişinin arkadaşına nasıl PKK üyesi diyebilirsiniz?Bu kişi, PKK'nın amacını,stratejisini ve yöntemini benimsememiş,devletine ve onun yasalarına saygılı kalmış,eline silah almamış,PKK adıan hiçbir eyleme katılmamış ve katılmayı da düşünmemiş,PKK örgütünün suç teşkil eden eylemlerini övmemiş,örgüte yardım ve yataklık yapmamş,bu kişiyi nasıl PKK örgütünün üyesi olmakla suçlayacaksınız?Suçlayamazsınız kardeşim.Örgüt üyesi olmak o kadar basit,kolay ve ucuz değil.


Bu nedenle,ülkenin bu acı sosyolojik gerçeğini gözardı eden bir ceza hukukçusu, savcısı ve yargıcı, büyük bir yanılgı içine girer.Bugün,ülkemizde,savcılarımızın; örgüt üyeliğinin koşullarını, yasaya aykırı olarak,sulandıran mantığından hareket edecek olursak,dağa çıkarak PKK militanı olan bir kişinin annesini de, sen bu çocuğu niçin doğurdun? bu çoçuğu doğurduğun için seni PKK üyeliğinden tutukluyorum demek gerekecek ve trajikomik bir durum ortaya çıkacaktır.


Sonç olarak belirtmek gerekirse;Türk Ceza Yasasına göre, silahlı terör örgütüne üye olmak,bu örgüte doğrudan yardım ve yataklık etmek,örgütün propagandasını yapmak,örgütün eylemlerini övmek suç olup,Örgüt üyesi olmak ve örgüt üyeliğinden ceza almak için de;örgüt adına ve onun amacı doğrultusunda bir eylem gerçekleştirmiş olmak yasal bir zorunluluk olmasa da,bir kişinin örgüt üyesi olmakla suçlanabilmesinin yasal koşulu;örgüt üyeliğinin ispat koşulu ve kanıtı; kural olarak, gün yüzüne çıkan ve kanıtlanan, örgüt adına ve onun amacı doğrultusunda işlenmiş somut eylemleridir.Bu eylemler kanıtlanamadan kimseyi örgüt üyesi olarak yaftalayamazsınız,tutuklayamazsınız ve belediye başkanlığını sonlandıramazsınız. 02/11/2024


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu