12 Ağustos 2025 Salı

BAHÇELİ İY İYİ POLİS ROLÜNDE

 


BAHÇELİ; yine gündeme oturan önemli bir açıklama yaparak, belediye soruşturmaları süratle sonuçlandırılsın demiş.


BAHÇELİ'nin bu beyanı; bize, hiç samimi ve inandırıcı gelmedi doğrusu.En başta İMAMOĞLU soruşturması olmak üzere, CHP'li belediyelere yönelik soruşturmaların uzaması kamuoyunda sıkıntı yarattığı için, BAHÇELİ kamuoyunun gazını almak üzere sahneye çıkarak,böyle bir yazılı açıklama yapma gereğini duymuştur.


Niçin bu kadar kesin konuşuyoruz?


BAHÇELİ ile ERDOĞAN kader birliği yapmışlar ve iktidarlarını birlikte devam ettirmek istiyorlar.İktidarını sürdürmek konusunda,ERDOĞAN'ın önündeki en büyük engel,İMAMOĞLU'nun adaylığı,İMAMOĞLU'ndan kurtulmak ve onun adaylığının önünü kesmek, ERDOĞAN ve BAHÇELİ ikilisinin olmazsa olmazlarıdır.


İMAMOĞLU kumpas bir soruşturma ile tutuklanarak Silivri zindanına atıldı.Beş ayı aşkın süredir tutuklu ve hakkında bir iddianame dahi düzenlenemedi henüz.Elle tutulur bir kanıt yok ortada, mahkumiyet için yeterli olmayan bir itirafçının beyanı dışında bir delil yok dosyada.Bu nedenle,hemen uyduruk bir iddianame ile dava açılması halinde, bu davanın kısa sürede beraaatla sonuçlanacağı kesin.Bu nedenle, bu soruşturmayı sürüncemede bırakarak davanın açılmasının uzatılması gerekiyor.


Bu sonuca nasıl mı vardık?


Herşey çok açık.İMAMOĞLU ile başlayan büyükşehir soruşturması,belediyenin tüm üst düzey bürokratlarını da kapsayacak şekilde, dalgalar halinde genişletildi.Bir soruşturmanın uzatılması ve sürüncemede bırakılması için, soruşturmaya yeni şüpheli ve suçluların, yeni iddiaların ilave edilmesi şarttır.Bir örgüt yaratıp, bu örgütün üyelerini ve eylemlerini çoğaltırsanız o soruşturma koca bir çınar ağacının dalları ve yaprakları gibi genişler ve büyür, iddianame nerede kaldı diye sorulduğunda cevap hazırdır.Soruşturma çok sayıda şüpheli ve iddia içerdiğinden bu şüpheli ve iddiaların tek tek araştırılarak bir sonuca ulaşılması vakit amaktadır, acele etmeyin cevabı verilecektir.


BAHÇELİ'de tam bu aşamada iyi polis rolüne soyunarak, soruşturmanın sonuçlandırılmasının gecikmesinden kaynaklanan kaynayan kazanın üzerine bu beyanıyla soğuk su serperek kazanın patlamasının önüne geçmektedir.


BAHÇELİ çok iyi biliyor ki;ERDOĞAN iktidarı kendisinin iki dudağının arasında ve pamuk ipliğine bağlı.Haydi erken seçime dediği anda ERDOĞAN'a yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur.Bu gerçeği bilen BAHÇELİ; şayet beyanında samimi ise,soruşturmaların gecikmeksizin sonuçlandırılması talebini erken seçim kartını ortaya koyarak yapmalıdır.


Bu yazımızda değinmek istediğimiz ikinci konuya gelince.


Malum komisyonun ikinci oturumu MİT raporları açıklanacağı gerekçesiyle gizli yapıldı ve bu tolantının tutanakları on sene açıklanamayacak.


Bize göre kırk senelik yılan hikayesine dönen ve bugüne kadar birkaç kez açılıma konu olan PKK terörünün bilinmeyen gizli kapaklı hiçbir yanı kalmamıştır,kaldı ki, bu örgüt, sözüm ona kendisini fesetmiş ve silahlarını yakmıştır.Gizli kapaklı neyi kalmıştır da halkımızdan gizliyorsunuz?


MİT denince niçin herşey gizli olacak?Mit gizli bir teşkilat olabilir,doğası gereği bazı kritik çalışanlarının kimlikleri ve faaliyetleri,bazı raporları gizli olabilir tabi.


Ancak, bazı MİT raporlarının sadece ülkeyi yönetenlerce bilinmesi, halktan gizli tutulması, fayda değil bilakis zararlı sonuçlar verebilir.Tıpkı FETÖ Silahlı Terör Örgütünde olduğu gibi.İş başındaki siyasal iktidar,aynı menzile doğru kol kola yol aldıkları için MİT tarafından kendilerine sunulan ve bunda GÜLEN Cemaatinin anayasal düzene musalat olan yasa dışı bir ötgüt haline geldiğini ortaya koyan istihbarat raporlarına kulaklarını tıkamışlar ve zamanında gerekli önlemleri almamışlar ve bu GÜLEN Cemaati, 15.Temmuz.2016 da, ele geçirdiği ordu eliyle darbe girişiminde bulunmuştur.GÜLEN Cemaati ile ilgili MİT ve sair istihbarat raporları halkımızdan gizlenmeseydi, mütedeyyin insanlarımız bu cemaatin tuzağına düşmekten kurtulacak ve siyasal iktidar GÜLEN Cemaatinin gerçek yüzü ortaya çıktığı ve halkımzca da öğrenildiği için gereğini yapacak ve belki de 15 Temmuz darbe girişimi olmayacktı,binlerce mütedeyyin günahsız insanlarımız kandırılmamış ve FETÖ Silahlı Terör Ögütü üyesi oldukları iddiasıyla zindanlara atılmamış olacaktı.Şeffaflık olmadığı için ülkemiz FETÖ belasının ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır.


Bir örnek daha verecek olursak.Diyelim ki;MİT istihbarat raporlarına göre, bir terör örgütü toplu katliam yapmak üzere üç canlı bombasını sınırdan içeri sokmuş, MİT de bu istihbarata ulaşmış, şimdi, bu canlı bombaların yakalanarak etkisiz hale getirilmelerini tehlikeye sokar,ülkemize turist gelmez endişeleriyle, bu istihbarat raporu bilgilerini halkımızdan saklayacak mıyız,yoksa halkımıza açılayarak,dikkatli olmaları, toplu ve kalabalık yerlerden uzak durmaları konusunda onları uyaracak mıyız?


Bu nedenle, MİT açıklamaları ve raporları deyince,hiçbir ayırım yapmadan tamam gizlilik kararı alınmalıdır diyenlere asla katılmıyoruz.13/08/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

30 Temmuz 2025 Çarşamba

ADI DAHİ NETLEŞMEYEN BİR KOMİSYON

 


Adına ne derseniz deyiniz,ister Terörsüz Türkiye,ister Milli Birlik Ve Beraberlik Kardeşlik, ne derseniz deyiniz,kurulması planlanan komisyonun üye sayısı toplam 51 olup,komisyona üye verecek partiler,aslında bugün yapılacak olan bir seçimde sandayla sayıları kesinlikle değişecek olmasına rağmen, meclisteki bugünkü sandalya sayılarına göre belirlenmiş olup,mecliste grubu olmayan partilere de birer üye ile komisyonda yer verileceği açıklanmıştır.


Kendisine üç üye tahsis edilen İyi Partinin komisyona katılmayacağı netlik kazandığından,komisyona katılmayacak başka bir parti ortaya çıkmazsa, komisyonun 51 yerine toplam 48 üye ile çalışacağı anlaşılmaktadır.


Anket sonuçlarına göre her vesileyle Türkiyenin birinci partisi olduğunu açıklayan ve bununla övünen bugünün ana muhalefet,yarının iktidar namzedi CHP;maalesef, azınlıkta kalacağı ve isteklerini kabul ettiremeyeceği,istemediklerini de reddettiremeyeceği bu komisyona katılıp katılmama konusunda henüz bir karara varamamıştır.


Bu kararsızlığının sebepleri,böyle bir meclis komisyonunun kurulmasını ilk olarak kendilerinin önermesi ve buna bağlı olarak da şimdi kendi önerdikleri komisyonda yer almayacaklarını açılamanın, seçmen nezdinde partiye bir zarar vereceği endişesine kapılmalarıdır.


Bu kadar ince düşünen bir CHP'nin;ince düşünmesine hiç gerek yok,şöyle kabaca geriye doğru bir düşünse,23 yıllık AKP iktidarı döneminde,CHP'nin meclisin kabulüne sunmuş olduğu binlerce kanun teklifi,araştırma önergesi ve komisyon kutulması tekliflerinden birinin dahi kabul edilmediğini,mevcut iktidar çoğunluğu tarafından hepsinin reddedildiğini, görecektir.CHP;bu yalın gerçeğe rağmen,hala,demokrasinin en tipik özelliği olan çoğulcu ve ülke yararına düşünmeyen,kendi siyasal ikbali için sürekli çoğunlukçu ve kelle sayısına göre düşünüp iş yapmayı kendisine şiar edinen AKP iktidarına güvenmekle, büyük hata işlediğinin farkına varmalıdır artık.


Ben lafımı esirgemeyen birisiyim,CHP'nin tavrı; daha açık bir ifadeyle,tipik bir seçmen korkusudur.Özellikle Türkiye İttifakında oy desteklerine güvendikleri Kürt seçmeni karşılarına almak istememeleridir.Ancak, korkunun ecele faydası yoktur.


CHP'nin Kürt Vatandaşlarımıza yönelik; eşit yurttaş esasına dayalı,demokratik bir düzen içinde eşit hak ve özgürlükler düşüncesi, Kürt Vatandaşlarımız tarafından da çok iyi bilinmektedir.


Mevcut iktidarın; insan hak ve özgürlüklerinden,yargı bağımsızlığından,hukukun üstünlüğünden, demokrasiden nasibini almamış,her önceliğinin AKP ve liderinin siyasal geleceğine endeksli olduğunu,hak ve özgürlüklerin kullanılmasında,adaletin sağlanmasında çifte standart bir uygulama içinde olduğunu, aklı başında, terörden yana olmayan, devletin milleti ve vatanıyla bölünmez bir bütün olduğunu benimseyen ve kabul eden aklı selim sahibi tüm Kürt kökenli vatandaşlarımız da çok iyi bilmekte ve bu yalın gerçeği yaşayarak görmektedirler.


Bu nedenle CHP'nin komisyona katılmama gerekçelerini,katılmalarının bir fayda sağlamayacağını,komisyonda alınacak kararların,komisyonun yapısına göre şimdiden belli olduğunu açıklayarak, komisyona katılmamaktan dolayı duydukları yersiz endişelerinden uzaklaşmaları gerekir.


Siyaset korku değil cesaret ister.


AKP lideri ERDOĞAN'dan ders alsınlar.Görüntüleriyle arşivlerde yer almasına ve yüzüne vurulmasına rağmen,çelişkilerini hiç tınlamayan cevap dahi vermeyen,dünün koşullarına ve siyasi yararına göre dün söylediklerinin tam tersini bugün söyleyebilen ve yapan bir ERDOĞAN, bu ülkede 23 seneden beri iktidardır.


Komisyonun 2/3 nitelikli çoğunlukla karar alacağı kabul edilse dahi,oy dağılımına ve AKP/DEM/MHP ittifakı ve onlara katılabilecek oylarla nitelikli çoğunluğun dahi işe yarayamayabileceği,CHP'nin komisyonda bir etkinlik sağlayamayacağı,iyot gibi açığa çıkabileceği unutulmamalıdır.


Kaldı ki;her ne sebeple olursa olsun,iyi niyetli olarak komisyona dahil olacak bir CHP'nin,alınacak kararlarda etkin olamadığını,çoğunluk oylarıyla, işin arzulamadığı bir istikamete doğru seyrettiğini görmesi üzerine,yarı yolda komisyondan ayrılması,masayı deviren olarak suçlanmasına neden olacak,ayrıca bu gelişmeleri önceden öngöremeyen bir parti olarak suçlanacak,bu da partiye daha çok zarar verecektir.Bizim seçmenimiz, masayı devirenleri ve öngörüsüzleri fazla sevmez biliyorsunuz.


Haydi Özgür ÖZEL ve CHP;biraz daha öngörü ve cesaret sizi bekliyor.30/07/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

22 Temmuz 2025 Salı

ÜLKEYİ SURİYE LÜBNAN VE IRAK GİBİ BÖLMEYE ÇALIŞMA GAFLETİ

 


Türkiye Cumhuriyeti Devleti; ATATÜRK tarafından kurulan, etnik kökenine,dinine ve mezhebine bakılmaksızın, devletimize vatandaşlık bağı ile bağlı eşit yurttaşlardan oluşan,etnik kimlik din ve mezhebin hiç öneminin olmadığı,insanları Türk vatandaşlığının tutkal gibi bir arada tuttuğu,demokratik,laik ve sosyal,üniter bir hukuk ve ulus devletidir.


Hal böyleyken, bu milletin birliğini temsil etmesi gereken ve bu görev anayasa ile kendisine tevdi edilmiş olan partili cumhurbaşkanı çıkmış ve beyanlarıyla, bu gerçekleri ters yüz edercesine, ülkemizde Türk-Kürt ve Arap kardeşliğinden ve ulus ve üniter devlet yerine ümmete dayalı çok parçalı,dinin ve mezheplerin ve etnik kimliğin,ülkenin yönetiminde esas alınarak ön planda olacağı bir devlet yapısının sinyallerini vermiş bulunmaktadır.


Nitekim;çok geçmeden ERDOĞAN'ın küçük ortağı BAHÇELİ de sazı eline alarak, yeni sistemde iki adet cumhurbaşkanı yardımcısı,biri Kürt diğeri alevi olsun demeye başlamış, basında yer alan bu beyanlar henüz yalanlanmamıştır.Sanırım, şimdilik üç cumhurbaşkanı yardımcı olsun biri de Arap olsun demeye dili varmamıştır.


ERDOĞAN'ın ve BAHÇELİ'nin birbirlerini onaylayan ve tamamlayan bu beyanları;milletimzi, çatışmasız bir şekilde bir arada tutan vatandaşlık esasına dayalı Türk Milleti kavramına ve üniter ulus devlet kavramına aykırı bölücü , ülkenin birlik ve beraberliğinin ve bekasının altına yerleştirilen bomba etkili ülkeyi bölüp parçalayacak çok tehlikeli beyanlardır.


Dünyada örnekleri var,Lübnan,Irak,Suriye ve benzeri birçok coğrafyada,etnik,din ve mezhep kimliklerinin esas alındığı devletlerde; huzurun, barışın,birliğin,mutluluğun ve kalkınmanın asla mümkün olamayacağını yaşayarak gözlemliyoruz.


ERDOĞAN ve BAHÇELİ'nin; kısaca ümmet olarak tanımlayacağımız, cumhurbaşkanının sünni, yardımcılarının ise Kürt ve Alevi olacaklarına,Türk-Kürt ve Arap kardeşliğine dayalı etnik,din ve mezhep temelli yeni millet ve devlet anlayışının gündeme getirilmesinin nedenlerinden birisi de; bize göre,parlamenter sisteme dönüşün önünün kesilerek,şu anda yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin ilelebet devam ettirilmesi,bunun için de yapılması planlanan anayasa değişikliğinde; Kürt ve Alevi toplumsal muhalefeti,CHP'nin önderliğindeki özgürlükleri ve parlamenter sistemi geri getirmeyi savunan ve planlayan muhalefet kanadından kopararak, Cumhur İttifakının saflarına çekmenin gizli planıdır.


Ülkemizin; demokrat ve parlamenter sistemden,ulus temeli üniter devletten yana özgürlükçü tüm insanları ve toplumsal tüm muhalefeti, bölünmeden ve birlik olarak,iktidar tarafından uygulamaya konulmak istenen bu gizli planın farkına vararak,sandıkta bu planı bozmak zorundadırlar.22/07/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Temmuz 2025 Salı

15 TEMMUZ'U DEMOKRASİ GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYA YÜZÜMÜZ VAR MIDIR?

 



Bugün,15/Temmuz/2025

15 Temmuz;ülkemizde demokrasiye son vererek, tek adama (FETÖ) dayalı otoriter ve faşist,dini esaslara dayalı,anti-demokratik ve anti-laik bir diktatörlük kurmak için, sinsi planlar yaparak,bu planı bir bir uygulamaya koyan hain FETÖ'nün;iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde,Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bölümüne sızarak ve yuvalanarak,amacını gerçekleştirmek için düğmeye basıp darbe girişiminde bulunduğu günün, dokuzuncu yıl dönümüdür.


Gün,hamaset yaparak,sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup,ülkemizde olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil,korkmadan ve çekinmeden,eğri oturup doğru konuşma,objektif olarak,15 Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin;demokrasi adına,demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak, gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin,darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür.


Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün;paralel bir yapı olarak, devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde;AKP iktidarının, atama kararnamelerindeki,meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak,sadece FETÖ'yü suçlamak,FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak, kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülük olur.


15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur?


Ondan sonra neler yapılmıştır,darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar,samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak,demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır?


Yoksa,demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar, yine seçimle iş başından gitmelidir düşüncesiyle,demokrasiyi sadece seçimlere mi indirgemiştir?


Siyasal iktidarın tek derdi,FETÖ darbesiyle iktidardan düşürülmemek midir,yoksa gerçekten demokrasinin özü olan laik ve demokratik insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak mıdır?


Bugün,ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar;korkmamak ve hamaseti bırakarak,eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar.


15.Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de, sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen.AKP iktidarı,darbe girişiminin önlenmesinden sonra,FETÖ yerine bizzat kendisi, demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki;bu ülke insanı, FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi,sevinci kursaklarında kaldı.


Sahi,bir hatırlayınız,ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini.


Ne istediler de vermedik,ne istedilerse verdik.


Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk.


Demedi mi?


FETÖ ile AKP iktidarı ortaklaşa aynı menzile birlikte giderken,iktidar hırsı ve yarışı içindeki FETÖ, AKP iktidarını alaşağı ederek hedefe tek başına gitmeye kalkışmış ve darbe girişiminde bulunmuştur.Bu darbe girişimi; laik demokrasiyi yıkarak siyasal islami esaslara dayalı otoriter bir rejim kurmayı ve AKP iktidarını dışlayarak yok etme amacına yönelik illegal bir eylemdir. İşin korkunç ve düşündüren yanı ERDOĞAN'ın aynı menzile birlikte gidiyorduk şeklindeki samimi itirafıdır.


Darbe girişiminden sonra, darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında; FETÖ'nün menzili,hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır, açınız bakınız ve AKP iktidarının FETÖ ile birlikte gitmekte olduğu menzili anlayınız.Bu menzilin; demokrasi,laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz.


Sayın ERDOĞAN'ın;15.Temmuzu, demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız.O, ülkenin darbe girişiminden, demokrasinin, FETÖ'nün elinden kurtulduğuna değil,iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir,kendisinin, FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir.


Parantezi kapayarak devam edelim.


Darbe girişiminden beş gün sonra,bu darbe girişimi vesile yapılarak, 20.Temmuz günü,darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan,demokrasiye şükretmesi ve iyi ki demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca, bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi.

Olağanüstü hal yönetimi,geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır,koşulları varsa ilan edilebilir,buna bir diyeceğimiz yoktur.


Ancak,olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır.Olağanüstü hal döneminde acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konulara sınırlı kanun hükmünde kararnamaler çıkarılabilecekken,ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle,devletin yapısı değiştirilmiş,kökleşmiş kurumlar kapatılmış,demokrasiyi teminat altına alan kurum ve kurallar yok edilmiştir. Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında, yasa gibi her alanı düzenleyen kurallar içeren olağüstü hal kararnamaleri çıkarılarak, meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş, ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur.


Sonrasında anayasa değiştirilerek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş,partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve antilaik düzen kurulmuş,yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış, yasama,yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş,ülke; saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle,yargıya ve yasama'ya saraydan verilen talimatlarla yönetilmeye başlanmıştır.


Yargı bağımsızlığı yok edilmiş,yargı Türk Milleti adına değil saray adına yetki kullanmaya başlamıştır.


FETÖ'nün iktidar ortağı iken yargı ne ise, bugün de yargı odur.

Kumpas davalar,haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir.

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler,bugün de, AKP iktidarını eleştirdiler diye,bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılnmaktadır.


Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir.Dün FETÖ'nün, bugün ise, ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları;laik,demokrat,özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır.


Seçimle iş başına gelen ana muhalefet partisinin belediye başkanları, hukuk dışı gerekçelerle, kanıt olmaksızın tutuklanarak görevden uzaklaştırılmakta ve milli irade yok sayılmaktadır.


Dinin ve etnik kökenin yok sayılarak,etnik kökeni ve dini ne olursa olsun, sadece Türk vatandaşlığı kavramına dayalı,üniter devlet olmanın olmazsa olmazı, ulus devlet kavramı yok edilerek,Türk,Kürt ve Arap etnik kökenini ve islamı temel kabul eden ümmet esasına dayalı ve çok parçalı yeni bir millet ve devlet kavramı icat edilerek,üniter ve ulus devleti terk etmenin sinyalleri verilmektedir.


Bu koşullarda,bu güzel ülkemizde; 15.Temmuzları, demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya, en başta AKP iktidarı olmak üzere, kimsenin yüzü ve hakkı yoktur.

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir fatiha okumak, tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.


Demokrasi;ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş,ha devleti yönetenler tarafından, devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş,biz insanlar için hiç önemli değil,önemli olan demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir.

15 Temmuzda darbe girişiminden dersler çıkarılmamış ve darbeci GÜLEN Cemaati yerine yeni cemaatler Devlet'e sızmış ve siyasal iktidarın gözdeleri olmuştur.

15/Temmuz/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


8 Temmuz 2025 Salı

HUKUK'UN GÜCÜ MÜ YOKSA GÜÇLÜLERİN HUKUKU MU?

 


Devlet denen organizasyonun amacı ve en temel işlevi;yürürlüğe koyduğu yasaları ve anayasasıyla tesis ettiği meşru hukuk düzeni içinde tarafsız kalarak ve her yurttaşa karşı eşit ve adil davranarak,en başta kendisi olmak üzere,yasalara ve anayasaya mutlak itaati sağlayarak, hukukun gücüyle kamu düzenini sağlamak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini garanti altına almak ve onların huzur ve hukuki güvence içinde yaşamalarına imakan sağlamaktır.


İdeal ve demokratik devletlerde; hukukun gücü vardır,güçlülerin hukuku değil.Güçlüler değil, eşit yurtaşlar vardır,güçlülerin güçsüzleri ezdikleri, güçlülerin hukuku yoktur.


Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarlar; görev süreleri içinde, adına görev yaptıkları milletin ve temsil ettikleri devletin yasa ve anayasalarına harfiyen uyarlar, meşruiyetlerini kaybettirecek ve tartışmaya açacak, hukuk ve anayasa dışı davranışlardan sakınırlar.Bunun karşılığında da, ceza yasalarının suç saydığı iktidarlarına yönelik yasa dışı kalkışmalara karşı korunurlar.Anayasal düzen,Türkiye Büyük Millet Meclisi,Yürütme organı,görevlerini yapmalarının engellenmesine yönelik yasa dışı şiddete dayalı saldırı ve kalkışmalara karşı korunurlar,böyle kalkışmalara yeltenenlere çok ağır cezalar öngörülmüştür ceza yasalarında.


Olması gereken budur.


Ülkemizin bugün içinde bulunduğu koşullarda,yasalara ve anayasaya saygılı normal bir yönetimin ve düzenin varlığını kim savunabilir?


Seçimle iş başına gelen iktidar Partisi; mevcut şartlarda yapılacak olan ilk seçimlerde iktidarını yitireceğini hissetmenin endişesi ve kaybedeceğinden emin olduğu bir sonraki seçimlerin uzak bir tarihte yapılacak olmasının rahatlığı içinde, hukukun gücünü gerçek suçlulara gösterecek yerde, iktidarda olmanın kendisine sağladığı güçten yararlanarak,adeta güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.


Devletten ve yerel yönetimlerden ihaleler alarak zenginleşen bir iş adamı üzerinden,onu itirafçılığa zorlayarak elde ettiği gerçek dışı beyanlarla,iktidara yürüyen ana muhalefet partisinin önümüzdeki seçimlerde lokomatif görevi yapacak olan başarılı belediye başkanlarını ipe dizip bir bir tutuklatarak güçlülerin hukukunu topluma dayatmaktadır.


Bu itirafçı iş adamnın; ana muhalefet partisine yönelik suçlayıcı rüşvet ve yolsuzluk beyanları gerçekten doğru ise, aynı iş adamının yıllarca çok yoğun bir şekilde ihale aldığı iktidar partisinin belediyelerine de aynı yöntemi uyguladığı o belediyeleri de rüşvet ve yolsuzluk batağına sürüklediği ayan beyan ortada iken,iktidar partisinin hiçbir belediye başkanı ve diğer görevleri hakkında savcılar tarafında soruşturma açılmaması,hayatın olağan akışına ve eşitlik kuralına aykırıdır.Demek ki;amaç yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadele değil, güçlülerin hukukunu hakim kılarak muhalefeti itibarsızlaştırmak ve zayıflatmak ve iktidar partisine iktidarını koruması için hayat öpücüğü vermektir.


Tüm bunlar olurken,iktidar partisinin bir eski milletvekili çıkmış ve 1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir diyerek, ATATÜRK'e ve onun kurduğu Cumhuriyete dil uzatarak savaş ilan etmiştir.


Hadi bu eski milletvekili bir densizlik yaptı diyelim,iktidar partisinin üst yönetiminden Cumhuriyete yönelik bu saldırıyı kınayan ve reddeden kesin ve net bir dille ciddi bir karşılık verilmediği gibi,ünvanlarının başında Cumhuriyet olan yetkili ve görevli savclar tarafından resen açılan bir soruşturmaya da bu saate kadar tanık olunmamıştır.Bu eski milletvekili, 1923 hesaplaşılması gereken kanlı bir darbedir demek suretiyle, Cumhuriyet Savcılarımızı da,hesaplaşılması gereken kanlı darbenin savunucuları ve koruyucuları olarak suçlamış ve itibarsızlaştırmıştır.Bu ülkede, bu saldırı karşısında meslek onurlarını kurtaracak bir Cumhuriyet Savcısının çıkacağını hala umuyor ve bekliyoruz.


Ülkemizde askıya alınan ve rafta beklemede tutulan anayasanın tesis ettiği sözde kalan ve fiilen işlemeyen bir anayasal düzen ve askıdaki bu anayasadan yetki alan yasama,yürütme ve yargı organları var ise de;içinde bulunduğumuz koşullarda işletilmeyen bu anayasal düzen ve organların ceza yasalarında yer alan hukuki güvenceleri hak etmediklerini,yok edilen anayasal düzeni,insan haklarını

hukukun üstünlüğünü ve cumhuriyeti savunan ve bu değerler için demokratik, silahsız,şiddete dayalı olmayan barışçıl direniş haklarını kullanmakta olan yurttaşların,tüm toplumsal ve siyasal muhalefetin bu demokratik ve barışçıl direnişlerini, darbe ve darbe girişimi eylemler olarak nitelendirmek, hukuken mümkün değildir.


Hukukun üstünlüğünün ve anayasal düzenin yok edildiği,askıya alındığı bir düzende,olmayan anayasal düzene karşı darbe girişiminde bulunulamaz.Ancak, yok edilen anayasal düzen,demokratik ve barışçıl bir direnişle hayata döndürülebilir belki.09/07/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


29 Haziran 2025 Pazar

CHP KONGRESİ HAKKINDA AÇILAN İPTAL DAVASI

 


Anayasamıza ve ilgili yasalarımıza göre; siyasi partilerle ilgili tüm seçim işleri yargı denetiminde yapılır.Buna da seçim yargısı denir.


Seçim yargısının görev ve yetkileri sınırlı olup, seçimlerin yasal usul ve nizamıyla ilgili hukuksuzlukları inceler ve karara bağlar. Bunlar,ilçe,il ve Yüksek Seçim Kurullarıdır.


Seçim yargısı dışında, Siyasi Partiler Yasasının 121 maddesindeki genel atıf nedeniyle,seçim yargısının görev ve yetkileri dışında kalan,hakikate ulaşmak için daha derinlemesine soruşturma ve kovuşturma yapılmasını,tanık,bilirkişi dinleme ve sair yargısal soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yapılmasını zorunlu kılan sahtecilik,yolsuzluk ve rüşvet iddialarının yer aldığı seçim yolsuzluk ve usulsüzlükleri söz konusuysa, Adli Yargının devreye girmesi zorunludur.


Özgür ÖZEL'in genel başkan seçildiği,KILIÇDAROĞLU'nun kaybettiği son kurultayın iptali için açılan davayı irdelediğimizde;bu davanın temel dayanağının,kurultayda oy kullanan,oy ve iradeleriyle seçimin sonucunu belirleyen bazı delegelere madi menfaat sağlandığı, yani,kendilerine rüşvet verildiği ve karşılığında oy desteklerinin sağlandığı iddia edilmektedir.


Ortalık,buna rağmen butlan ve mutlak butlan sözleriyle toz duman olmuştur.Sadece hukukçuların bildikleri bu kavramları, en sade vatandaşlarımız dahi, bu sayede öğrenmişleridir.


Bize göre; konu, butlan veya mutlak butlan değildir.


Kendilerine, oylarını alabilmek için maddi menfaat sağlandığı iddia edilen seçilmiş kurultay delegeleri,Türk Ceza Kanununun 6. maddesinde tanımlanan seçilmiş kamu görevlileridir.Zira,siyasi partiler anayasamıza göre demokrasinin vazgeçilmez unsurları olup,siyasi partilerin en üst karar organı olan büyük kongre delegeleri de bu anlamda,yani Türk Ceza Kanunu anlamında birer kamu görevlisidir.Bu nedenle de büyük kongre üyesi olan delegelere oyları karşılığında bir maddi menfaat sağlanmışsa,ortada Türk Ceza Kanununun 252 maddesinde tanımlanan rüşvet alma ve verme suçu söz konusudur.


Tabi bunun bir iddia halinde kalması, kongrenin iptali için Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmasına ve bu davanın yürütülmesine gerekçe yapılamaz.


Öncelikle, bu rüşvet iddiasının, yetkili ve görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından soruşturularak, gerekli delillere ulaşılabilirse rüşvet alma ve verme suçundan dava açılması ve görevli ve yetkili adliye mahkemesinde rüşvet iddiasının kovuşturulması ve bu iddiaya taraf olan rüşvet verenlerle alan delegelerin hiçbir şüpheye yer vermeyecek kesin ve inandırıcı delillerle mahkum edilmeleri ve bu mahkumiyet kararının da denetim yollarından geçerek kesinlik kazanması zorunludur.


Örneğin,hakkında sadece bir tanık anlatımıyla ceza mahkumiyetine uğrayan bir kişinin,dinlenen tanık ve/veya tanıkların yalancı tanıklık yaptıklarını iddia ederek hakkındaki yargılamanın yenilenmesini talep edemeyeceği,tanıklık eden kişilerin gerçekten yalan tanıklık ettikleri,o kişiler hakkında yalan tanıklıktan dava açılarak suçlarının sabit görülüp yalan tanıklıktan mahkum edilerek bu kararın kesinleşmesinin beklenmesinin zorunlu olduğu gibi,CHP kongresinin iptalinin dava konusu yapılabilmesi için de,kongrede oy kullanan CHP delegelerinden kaçına,kimlere ve kimler tarafından rüşvet verildiğinin somut bir şekilde kesinleşen mahkumiyet kararıyla ortaya konulması,bu konunun ön mesele yapılması hukuken zorunludur.


Böyle bir soruşturma ve kovuşturmanın asılsız çıkması veya bin delegeden bir veya iki kişinin rüşvet aldığının kesin hükümle belirlenmesi halinde, bir iki delegenin rüşvet karşılığı sakatlanan oylarının seçim sonuçlarına etkisinin olmadığı,bu rüşvet eylemiyle seçim sonuçları arasında bir illiyet rabıtasının bulunmadığının anlaşılması halinde, o kongre niçin iptal edilecek miş?Bu saçmalığı hukuken anlamak mümkün değil.İki sakat oy ile verilecek bir mutlak butlan kararının yaratacağı kaosu düşünebiliyor musunuz?


Bana göre CHP'ye yapılmakta olanlar hukuken çok yanlış ve tamamen siyasi ve düzmece bir kumpastır.29/06/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



11 Haziran 2025 Çarşamba

BUGÜN İTİBARİYLE ÖZGÜR ÖZEL

 



CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL hakkında, ben dahil, aklı başında çok kişi aleyhe çok şeyler yazdık ve konuştuk.


Millet olarak bu bizim biraz genlerimizde var, çok acele ve ön yargılı davranıyoruz,biraz gelişmeleri bekleme huyumuz yok maalesef.


Özgür ÖZEL'in genel başkan seçildiği kurultayda,çok sayıda delege ile temsil edilen İstanbul örgütünün ve partinin güçlü ismi İMAMOĞLU'nun, blok halinde, Özgür ÖZEL'e destek vermeleri,bu seçimde etkin rol oynamaları,acaba Özgür ÖZEL İMAMOĞLU'nun emanetçisi midir?kuşkularını doğurmuş,keza Özgür ÖZEL'in genel başkan olmasına rağmen,Türk siyasetinde hiç alışık olmadığımız bir şekilde, ileriye dönük olarak hiçbir makamda gözü olmadığını,tek arzusunun ATATÜRK'ün partisi CHP'yi yıllar sonra birinci parti ve iktidar partisi yapmak olduğunu açıklaması,ilk başta pek inandırıcı ve samimi bulunmamış,bunun politikanın doğasına aykırı olduğu düşünülerek, Sayın ÖZEL'e kuşku ile bakılmıştır.


Keza, Özgür ÖZEL'in; iş başına gelir gelmez,ERDOĞAN'ın 22 yıllık uygulamalarını ve siyaset stratejisini hiç bilmiyormuş gibi,kırk yıllık Yani'nin Kani olacağına inanarak ERDOĞAN'a dostluk elini uzatıp yumuşama ve normalleşme sürecini başlatması,Özgür ÖZEL'e yönelik kuşku ve tereddütleri körüklemiştir.


ERDĞAN'ın; siyasetteki uzlaşma tanımayan,gerilim ve kutuplaştırma politikasına geri dönerek,bir türlü içine sindiremediği, hazmedemediği yerel seçim yenilgisinin,özellikle İstanbul belediyesini kaybetmesinin intikamını almak için, en başta İstanbul olmak üzere, CHP belediyelerine yönelik olarak;mali,siyasi ve adli savaş açarak CHP belediyelerini çalışamaz hale getirme ve kumpas davalarla Esenyurt,Beşiktaş,Şişli belediye baaşkanlarından başlayarak, BBBaşkanı İMAMOĞLU'nu da, uyduruk soruşturmalarla Silivri zindanına göndermesi ile ortaya çıkan siyasi kaos ortamında, CHP Genel Başkanı olarak Özgür ÖZEL'in siyaset sahnesine çıkışına ve gerçek performansını ve samimiyetini göstermesine tanık olduk.


Bir genel başkan ve liderin gerçek yüzünü, becerisini,performansını,politik direncini,partisi ve ülkesi yararına alabileceği olumlu kararlarını,samimiyetini, gücünü ve cesaretini gösterebileceği demokrasinin ve hukukun,millet iradesinin ayaklar altına alındığı bu zor dönemde;düzenlediği ve partili partisiz milyonları meydanlarda topladığı ardı arkası kesilmeyen mitinglerle seçmen iradesine sahip çıkan Özgür ÖZEL, başarısını ve samimiyetini tescil ettirmiş ve hakkındaki tüm kuşkuları ve ön yargıları gidermeyi başarmıştır.


Tüm bunlara ilaveten,Manisa BBBaşkanı Ferdi ZEYREK'in elim bir elektrik kazasında ağır yaralanması üzerine; tedavisi ve ölümünden sonraki süreçte,hemşehrisi ve genel başkan olarak aday yapıp bizzat seçtirdiği memleketinin belediye başkanı ve çocukluk arkadaşına yönelik olarak;onun zamansız ve ani kaybından duyduğu derin acıyı,herkezin gözleri önünde akıttığı gözyaşlarıyla ve tüm doğallığıyla hiç çekinmeden gösterebilmesi,insanlarımıza erkekler de ağlarmış dedirtmesi,duygusal ve yürek taşıyan, içinde biraz insan ve dost sevgisi olan insanlığını ortaya koyması, Özgür ÖZEL'in;politikacalarda fazla görmediğimiz, duygusal,fedakar,dost ve insani yönünü de gözler önüne sermiştir.


Özgür ÖZEL; bir liderde bulunması gereken politik ve insani tüm vasıflara sahip olduğunu,sözde değil,özde kanıtlamış,”ayinesi iştir kişinin söze bakılmaz” vecizesini olumlu olarak kanıtlayan bir politikacı olarak Türk siyasetine adını yazdırmayı başarmıştır.


Hukuk,yasa ve anayasa tanımayan, kendi politik yararı için her kanunsuzluğu göze alabilen siyasi rakibi AKP Genel Başkanı ERDOĞAN ile mücadele etmek zorunda olan Özgür ÖZEL'in;yükü çok ağırdır,görevi çok zordur.Ancak, politikacının asıl görevi de, bu zoru başarmaktır.Öyle görünüyor ki;Özgür ÖZEL, tüm ekibiyle bu zoru başaracaktır.12/06/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



10 Haziran 2025 Salı

MANİSA BBBAŞKANI FERDİ ZEYREK'İN KAYBININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 



Güzel Manisa'mızın; genç, çalışkan ve herkesçe sevilen,kibirsiz Büyük Şehir Belediye Başkanı Ferdi ZEYREK'in, hiç beklenmeyen bir anda,zamansız ve çok genç yaşında, daha hizmeterinin çok başlarında,elim bir elektrik kazasında akıma kapılarak ölümü;bir CHP seçmeni ve herşeyden önemlisi de bir insan olarak, beni çok üzdü, aynı üzüntüyü tüm Manisa'lıların ve Türk halkının derinden yaşadığına, bugün yapılan çok kalabalık, gözyaşlarının ve insanların sel olarak aktığı cenaze töreni tanıklık yaptı.


Öncelikle; bugün toprağa vediğimiz değerli başkan Ferdi ZEYREK'e Allahtan rahmetler,ailesine,Manisa'lılara ve tüm halkımıza başsağlığı diliyoruz.Mekanı cennet olsun inşallah.


Manisa'nın, benim yaşamımda önemli ve özel bir yeri ve önemi vardır.


Daha değerli başkanın doğmamış ve hayata gözlerini açmamış olduğu 1971 senesinin Ekim ayında, 22 yaşında Piyade Yedek Subay Asteğmeni olarak ilk kez Manisa'ya gelmiş ve batı kışla olarak anılan 8.Piyade Alayındaki görev yerime katılmıştım. Henüz bekar olduğum ve yer de müsait olduğu için, Manisa Orduevine yerleşmiş ve sabahları batı kışlaya giderek görev başı yapıyor, akşamları da ikamet ettiğimiz Orduevine geliyorduk ben ve diğer asteğmen arkadaşlarımla birlikte.


Manisa Orduevi; betonların hakim olmadığı, yeşillikler arasında güzel bir bahçesi olan,yazlık bahçesinin ortasında bir havuz ve havuzun ortasında da dans pisti bulunan o zamana göre oldukça güzel bir yerdi.Akşam yemeklerimizi, genellikle Orduevinde yerdik, kapalı bir sinema salonu da vardı ve yemeklerden sonra sinemaya giderdik,film başlamadan önce çok güzel müzik sunan bir orkestrası vardı,zira er eğitim tümeni olduğu için her meslekten insanların ve müzisyenlerin asker olarak geldikleri ilk durak olmanın avantajını yaşıyorduk.Manisa'nın sivil halkının da sanırım bazı koşullarla sinemaya gelme hakları vardı, bu da Manisa halkıyla askerlerin kaynaşmasına çok güzel imkan tanıyordu.


Manisa o tarihlerde çok küçük bir ilimizdi,İzmir'e yakın olmanın ve onun gölgesinde kalmanın zorunlu ve zararlı bir sonucuydu bu durum.


Ancak, daha sonraki yıllarda İzmir ilinde görev yaparken ve halen İzmir ilinde yaşarken gördüm ki;Manisa, o 1971 ve 72'lerin Manisa'sı değil,çok büyümüş nüfusu artmış bir sanayi kenti olmuş,bırakınız İzmir'in gölgesinde kalmayı,Manisa'nın gölgesi İzmir'in üzerine düşmüş, İzmir insanının işvereni haline gelmiş.


Bu kısa anımızdan sonra tekrar asıl konumuza dönecek olursak.Hepimizi çok üzen değerli başkan Ferdi ZEYREK'in geçirdiği talihsiz kaza üzerine,kısa süren tedavi sürecinde ve ölümünden sonra cenazesinin kaldırılması için düzenlenen cenaze töreninde, başta Manisa olmak üzere,tüm ülke olarak tek yürek haline geldiğimiz, gözyaşlarının sel olduğu büyük üzüntü,duygusal bütünlük ve beraberlik,Ferdi başkanın kaybından geriye kalan tek tesellimiz oldu.


Tüm Türkiye olarak gördük ki;yüz yüze tanımasak,hiç karşılaşıp tokalaşmamış olsak dahi,bir insanın,diğer insanlar tarafından sevilmesi için,çok değil,parayla pulla alınıp satılmayan,büyük yatırımlar gerektirmeyen,insanlığını kaybetmemiş,bu dünyanın faniliğine inanarak insanca yaşamaya devam etmiş,hangi makama gelirse gelsin kibirlenmemiş,diğer insanlara değer vermiş,onları küçük görmemiş,makamlarını kendi ikballerine alet etmemiş,diğer insanlar için çalışmış,görevini iyi yapmış,diğer insanların mutluluğundan mutlu olmuş olmak, yeterli olmaktadır.


Tüm politikacıların;Ferdi başkanın, milyonlarca insanın tek yürek olarak çarptığı,göz yaşlarının sel olarak aktığı cenaze töreni görüntülerini özel arşivlerine alarak,zaman zaman ve defalarca izlemelerini,insanlıklarını,fani bir dünyada yaşadıklarını hayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu asla unutmamalarını, naçizane olarak öneriyoruz. 10/06/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

21 Mayıs 2025 Çarşamba

CHP'NİN HAFTALIK ÇARŞAMBA GECE MİTİNGLERİ ÜZERİNE

 



CHP'nin; ÖZGÜR ÖZEL ile başlayan ve sokağa ağırlık veren bol mitingli yeni siyaset yöntemini, temelde olumlu buluyoruz.


KILIÇDAROĞLU dönemindeki; ERDOĞAN'ın sokak siyasetine kötü gözle bakmasından,sokağa çıkanları terörist olmakla suçlayan tehditlerinden çekinerek ortaya konulan, sokağın dışlandığı korkak siyasetten vaz geçilmesi, CHP adına büyük başarıdır.


Ancak,özellikle İMAMOĞLU'nun tutuklanmasında sonra İstanbulun ilçelerinde her çarşamba günü düzenlenen gece mitingleri, ERDOĞAN iktidarından memnun olmayan en başta CHP'liler olmak üzere, her partiden muhalif seçmen kalabalıklarını bir araya getirmekteyse de;bu mitinglerin, CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in otobüs üzerine çıkarak kendini tekrarlamaya başladığı,artık sıradanşlanan, monotonlaşan tek düze konuşmasından sonra sonuçlanıp o muazzam kalabalığın hiçbir sonuç alamadan dağılmaları ve İMAMOĞLU'nun bırakınız salıverilmesini, İBB'ye yönelik operasyonların hızla dalga dalga yayılması,İMAMOĞLU hakkında henüz bir iddianamenin bile düzenlenmemiş olması,sadece bu gece mitingleri ile bir sonuca varılamayacağını işaret etmeye başlamıştır.


Biz, CHP bu etkin sokak muhalefetine son versin demek isemiyoruz,ancak artık tek düze hale gelen,monotonlaşan bu mitinglerin yönteminin değiştirilmesi, konuşmacıların ve konuşmaların içeriklerinin çeşitlendirilmesi,ülke sorunlarının ve çözüm yollarının da miting meydanında toplanan kalabalıklarla paylaşılması zorunludur.


İktidarın; ortada bir yolsuzluk hırsızlık ve yağma olmadığı halde,en başta İBB olmak üzerer CHP belediyelerinde büyük yolsuzluklar ve hırsızlıkların işlendiğine dair kamuoyuna yaymaya başladığı algının yanlışlıkları,gerçek dışılıkları, belgeleriyle açıklanmalı,karşı taaruza geçilerek, asıl yolsuzlukların AKP belediyelerinde olağan hale geldiği,bıkmadan ve usanmadan, belgeleriyle halka açıklanmalıdır.


İBB'deki AKP döneminde yapılan büyük yolsuzlukların, eski İçişleri Bakanı SOYLU tararfından üstünün örtüldüğü, belgeleriyle kamuoyu ile paylaşılmalıdır.


Mitingler,artık sadece İMAMOĞLU endeksli mikro düzeyden çıkarılmalı ve tüm muhalefet partileriyle işbirliği yapılarak ve onların da konuşmacılar dahil her konudaki katkıları sağlanarak Türkiye meydan ititfakı içinde makro düzeye çıkarılmalı ve CHP Genel Başkanı Özgür ÖZEL'in, daha ne kadar taşıyabileceği şüpheli olan omuzlarındaki büyük yükünün, tüm muhalefet partileri tarafından paylaşılmasının yolları bulunup uygulamaya konulmalıdır.


Bu çok soluk isteyen uzun yolun, tüm muhalefet partilerinin el vermesiyle başarıya ulaşacağı gerçeği, akıldan çıkarılmamalıdır.


Son söz,ben artık her çarşamba gecesi aynı replikleri aynı yüzden dinleyerek aynı filmi seyretmekten sıkılmaya başladım doğrusu.21.05.2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

20 Mayıs 2025 Salı

NİÇİN JANDARMA?

 



2803 Sayılı Jandarma Teşkilat,Görev Ve Yetkileri Kanununun jandarmanın görev ve sorumluluk alanını belirleyen 10.maddesine göre;jandarmanın, kural olarak, görev ve sorumluluk alanı,polis görev sahası dışı olup,bu alanlar il ve ilçe belediye hudutları haricinde kalan veya polis teşkilatı bulunmayan yerlerdir.


Yasada bu kurala bir istisna getirilerek, belediye sınırları içinde olmakla birlikte hizmet gerekleri bakımından uygun görülen yerlerin,İçişleri Bakanının kararıyla jandarmanın görev ve sorumluluk alanı olarak tespit edilebileceği hüküm altına alınmış ise de,daha önceden alınmış ve duyurulmuş, uygulamaya konulmuş,İçişleri Bakanınca alınan böyle bir karar var mıdır?


Tüm teşkilatıyla yeterinden fazla polis kaynayan İstanbulun göbeğinde, bırakanız belediye hudutları içinde olmayı, belediyenin tam merkezinde, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin içinde yapılan üçüncü dalga operasyonunda,görev ve sorumluluk alanı içinde bulunmayan yetkisiz jandarmanın ne işi vardır?


Bunun haklı ve gerekli nedeni,Türk halkına açıklanmalıdır.


Daha ne kanunsuzluklara ve garip uygulamalara tanık olacağız bakalım.Bekleyip hep birlikte göreceğiz.20/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

17 Mayıs 2025 Cumartesi

TÜRKAN SAYLAN

 


18.05.2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli insan ve doktor Sayın Türkan SAYLAN için, ölümü nedeniyle, 19/05/2009 tarihinde yazdığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlıklı makalemizi, Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayımlayarak kendisini anmayı, gelenek haline getirdik ve bu yıl da,16.ölüm yıldönümünde aynı geleneğe uyarak, bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaştık.

Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi,saygı ve rahmetle anıyor,şükranlarımızı sunuyoruz. 18/05/2025 Güner YİĞİTBAŞI



GÖZÜNÜZ AYDIN

Aydınlanmanın simgesi..

Laik..

Demokrat..

Atatürkçü..

Doktor..

Eğitimci..

Çağdaş ATATÜRK kadını..

Darbe karşıtı..

Gerçek Vatansever..

Sözde değil, eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden, insan sevgisiyle dolu..

Ergenekon gazisi..

Hukuk mağduru..

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı, geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.

Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek, kanıttan suçluya gidecek yerde, belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle, ağır hasta olmasına rağmen, hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..

Laiklik karşıtları..

Demokrasi ve Atatürk düşmanları..

Çağdaş, modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen, kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..

Türk insanına ve toplumuna, tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip, onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..

Gözünüz aydın...

Ancak, onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.

SAYLAN' ın, bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...

O sözleri, size bir kez daha hatırlatalım.

Sayın Türkan SAYLAN, ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım, ölüme de hazırım” demiş.

Çok doğru söylemiş, kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız, Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.

Dün, bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.

Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler, yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..

Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak, yapanlar adına senden özür diliyoruz.

Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN. 19.05.2009



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu









16 Mayıs 2025 Cuma

İMAMOĞLU DURUŞMALARININ TRT'DEN NAKLEN YAYIMLANMASI MÜMKÜN MÜDÜR?

 


Ana muhalefet partisi Genel Başkanı ile halen Silivri cezaevinde tutuklu bulunan İMAMOĞLU; yapılan haksızlıkların tüm milletimiz tarafından canlı olarak görülmesini sağlamak adına,büyük bir özgüvenle, ne zaman açılacağı belirsiz olan İMAMOĞLU davasının TRT'den naklen yayımlanmasını, gerçeklerin tüm Türk Milleti tarafından izlenmesini talep etmektedirler.


Gördüğümüz kadarıyla, Saray iktidarı, yani ERDOĞAN, bu talebe sıcak bakmamaktadır.


Ceza Muhakemesi Yasasının buna olanaklı olmadığı, gerekçe olarak sunulmaktadır.


Bize göre,Ceza Muhakemesi Yasasının 183.maddesi ile duruşma salonunda ses ve görüntü alıcı aletlerin kullanılması yasağı getirilmişse de,bu yasak duruşmaların hakimlikçe alınacak bir kararla, herhangibir yorum katmaksızın, başından sonuna kadar, aynen ve naklen TRT aracılığıyla yayımlanarak Türk Milletine iletilmesine asla engel değildir.


Anayasamıza göre, Türk Milletine ait olan egemenlik hakkının bir kolu olan yargı yetkisni, mahkemeler Türk Milleti adına kullanmaktadırlar.


Yine Ceza Muhakemesi Yasasının182.maddesine göre duruşmalar alenidir ve herkese açıktır.


Yasanın öngördüğü çok istisnai durumlarda duruşmalar gizli olarak yapılabilir.


Kamuoyuna mal olan önemli davaların duruşmalarına;sanık,avukat ve izleyici sayısı itibariyle duruşma salonlarının kapasitelerinin sınırlı olması ve güvenlik nedeniyle,herkes katılamamakta ve aleniyet ilkesi gereği herkesin serbestçe izleyebilmelerine açık olması gereken duruşmalar, tüm isteklilerin izleme arzularını karşılayamamakta ve duruşmaların aleniyeti ilkesi zorunlu sebeplerle ihlal edilmektedir.


Duruşmaların TRT'den naklen yayımlanması, bu ihtiyacı karşılayacak ve duruşmalara izdihamın önüne geçecek ve duruşmaların aleniyeti ilkesi tam olarak yerine getirilmiş ve Türk Milleti, kendi adına mahkemelerce kullanılan yargı yetkisinin kullanılışına bizzat tanıklık etme olanağını elde edeceklerdir.


Ceza Muhakemesi Yasasının 183.maddesinde yer alan;”duruşma başladıktan sonra duruşma salonunda her tütlü sesli veya görüntülü kayıt veya nakil olanağı sağlayan aletler kullanılamaz” hüküm ve yasağının amacı başkadır.Bu yasak hükmü ile amaçlanan;herkes tarafından, gelişi güzel ve kötü niyetlerle izinsiz ve korsan olarak ses ve görüntülerin alınmasının önüne geçerek, bu ses ve görüntülerin kötü amaçlarla kullanılmasını engellemektir.Bu itibarla, bu yasak hükmü,amacı dışına çıkılarak, duruşmaların resmi devlet televizyonundan kontrollü bir şekilde ve bir disiplin altında yayımlanmasının yasak olduğu şeklinde asla yorumlanamaz.


Bu ülkede anayasalar uygulanmamakta, anayasalar delinmekte anayasanın amir hükmüne göre uyulması zorunlu Anayasa Mahkemesi kararları, iş başındaki saray iktidarı tarafından uygulanmamaktadır.


Ceza Muhakemesi Yasasının 183.maddesinde yer alan, başka bir amaca matuf yasak;amaç dışına çıkılarak,duruşmaların,duruşmaların aleniyeti ilkesi gereği olarak, yargı hakkının asıl sahibi Türk Milletine iletilmek üzere,devlet televizyonundan yayımlanmasının önüne bir engel olarak çıkarılamaz.16/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



13 Mayıs 2025 Salı

PKK FESİH BİLDİRGESİNİN ŞİFRESİ

 



Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; kurtuluş,kuruluş ve bağımsızlık senedi olan Lozan anlaşması ile 1923 de Cumhuriyeti ilan edenTürkiye Cumhuriyeti Devletini modern bir ulus devlet haline getiren 1924 anayasasının;Kürtlerin inkar ve imhasına, soykırımına kaynaklık ettiği gerekçesiyle tartışma konusu yapılarak günah keçisi ilan edilmesi,PKK'nın fesih bilidrgesine damgasını vurmuş ve PKK'nın oluşumuna neden gösterilmiştir.


Bildirgede çok açık ve net bir şekildeü PKK'nın amacı;Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ilkesine göre silahlı müzadele yöntemiyle meşru ve haklı bir mücadeleyi yürütmek olduğu açıklanmıştır.


Ulusların kendi geleceğini,kaderini tayin hakkı ve ilkesi;bir halkın yaşam hakkını diğer devletlerden bağımsız olarak bizzat kendisinin özgürce istediği kararları alabilmesidir.Özgür,bağımsız ve özerk bir yönetim sistemini kurabilmesidir.


PKK ve onun ilkelerini benimseyen Kürtler;her ne kadar amaçlarının Türkiye Cumhuriyeti Devletinden özerk ve bağımsız bir yönetim yapısını amaçlamadıklarını beyan etmekte ve bu amaçlarını Kürt sorunu olarak açıklamakla yetinerek gerçek amaçlarını gizlemekteyseler de,asıl amaçlarının;yerel meclislerinin,yönetim birimlerinin,mali yapılarının,bayraklarının,resmi dillerinin olduğu özerk ve bağımsız bir yönetime sahip olmak olduğu, kesindir.


O nedenle,Lozan antlaşmasına karşı cephe almışlar ve Lozanı tartışmaya açmışlardır.


PKK'nın amacı,kurtuluş savaşını kazanarak imzalanan T.C.nin kurtuluş,kuruluş ve bağımsızlığının senedi olan Lozanı inkar ederek, Sevr anlaşmasının referans alınmasıdır.


Peki niçin?


Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan ve Osmanlı Devletini paramparça yapan 10.Ağustos.1920 tarihli Sevr Anlaşmasının 62-64 maddelerine göre, bir Kürt Bölgesi oluşturulmakta ve buna göre;İngiliz,Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon,Fıratın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak bir yıl sonra,Kürtler dilerse Milletler Cemiyetine bağımsızlık için başvurabileceklerdir.


İşte PKK fesih bildirisinde, Kürtlerin özerkliğinden ve bağımsızlığından ve de bir Kürt bölgesinden bahsedilmeyen Lozanın dışlanıp tartışma konusu yapılarak, Sevr antlaşmasına çağrışım yapılmasının,keza ulus devlete yer veren,etnik kimliklere atıf yapmayan,tüm etnik kimlikleri Türk Milleti ortak kavramında bir araya getiren 1924 anayasasının dışlanmasının nedeni ve şifresi budur.


PKK Fesih bildirgesi; tahmin ediyoruz ki,Kurtuluş savaşında yenilen ve Lozan anlaşmasıyla bu yenilgileri tescillenen sömürgeci dış güçlerin de katkılarıyla, Lozan Antlaşmasının rövanşını almak amacıyla hazırlanan,iş başındaki iktidarın küçük ortağı tarafından şükranla karşılanan bir utanç belgesidir 14/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





12 Mayıs 2025 Pazartesi

T.C.Nİ KÜRTLERİ İMHA EDİP SOYKIRIMDA BULUNMAKLA SUÇLAYAN YÜZ KIZARTICI BİR FESİH KARARI

 


Kendini fesheden PKK tarfından,nihayet beklenen açıklama yapıldı.


Açıklanan fesih bildirgesinde,T.C.suçlayan ve aşağılayan,binlerce masum insanın acımasızca katledilmesine,binlerce masum insanın yaralanmasına yol açan silahlı terör eylemlerini meşru bir hak mücadelesi olarak kutsayan ağır ifadelerin yer aldığını görüyoruz.


Fesih bildirgesi;


Partimiz PKK;kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkar ve imha siyasetine karşı,halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” değerlendirmelerinin yer aldığı ifadelerle başlamakta ve T.C.Devleti Kürtleri inkar ve imha etmekle suçlanmakta olup,bu inkar ve imha hareketine T.C.Devletinin tapu senedi olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasının kaynaklık ettiği beyan edilerek,Lozan Antlaşması ve 1924 T.C.Anayasası yaftalanmakta ve değersizleştirilmektedir.


Bildirgede yer alan;”Partimiz PKK;ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek,silahlı mücadele stratejisi temelinde,meşru,haklı bir mücadele yürüttü”ibaresi, dikkat çekicidir.Bu ibareden açıkça anlaşılmaktadır ki;ülkemiz sınırları içinde kurularak faaliyete geçen,faaliyetlerini sınır ötesine de taşıyan ve kendini feshettiğini açıklayan PKK tarafından temsil edilen,fesih kararıyla bugün için barış ile sonuçlandığı zannedilen Kürt hareketinin asıl ve nihai amacı;Kürt Ulusuna dayalı, adına ne derseniz deyiniz, T.C.Devletinden,İrandan koparılacak olan, Irak ve Suriye'den zaten koparılmış olan topraklar üzerinde özerk,bağımsız bir Kürt Devletinin,Büyük Kürdistanın kurularak hayata geçirilmesidir.


Bildirinin devamında da, mealen;


Kürt inkarı,buna dayalı Kürt imha siyaseti,soykırım ve asimilasyon politikları egemen olmasaydı PKK kurulmazdı,PKK'yı kurup silahlı özgürlük mücadelesine başladıktan sonradır ki;Kürt varlığı kabul edildi ve Kürt sorunu realitesi kabul edildi.


1990'lı yılların koşularında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın Kürt sorununu siyaset yoluyla çözme arayışına önder Apo'nun destek çıkmasıyla başlayan çözüm süreci,Turgut ÖZAL ve ekibinin derin devlet tarafından ortadan kaldırılması sonucunda sabote edilerek Kürtlerin inkar ve imha siyasetinde ısrar ve devam edildi.


Buna karşılık,Kürt özgürlük hareketi;hem nicel hem de nitel olarak büyüdü,PKK'nın gerilla savaşı Kürdistan ve Türkiye'ye yayıldı,Gerillanın yürüttüğü savaşın etkisiyle Kürt halkı başkaldırıya kalktı.Böylece her iki taraf açısından savaş temel seçenek haline getirildi,Önder Apo'nun Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollardan çözme çabaları sonuçsuz kaldı beyan ve değerlendirmelerinde bulunulmuş,PKK terörü;T.C.Devletinin Kürtlere yönelik imha siyaseti,soykırım ve asimilasyon politiklarının eseri olarak ortaya çıkan silahlı ve meşru bir mücadele olarak açıklanmış, bu mücadelenin galibinin PKK,mağlup olan tarafın ise T.C.olduğu ima edilmiş,PKK'nın legal siyaset içinde yer alması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması talep edilmiştir.


En üzücüsü de T.C.Devletinin tapu senedi olan Lozan Antlaşmasına dil uzatılmıştır.


PKK'nın fesih kararıyla;bu kararın kapsamı dışında kalan PKK'nın diğer kollarına meşruiyet ve dokunulmazlık kazandırılmış,Büyük Ortadoğu Projesinin amaçladığı Büyük Kürdistan'ın kurulmasının önüne set çekilememiştir.Bu proje Amerika,İsrail, İngiltere,Fransa ve benzeri devletlerin himayeleri altında emin adımlarla ilerlemektedir.


T.C.ne yönelik ağır ve haksız suçlamaların yer aldığı PKK'nın fesih bildirgesine karşı,siyasal ikbal endişesiyle sessiz kalınması,ileride devletimizin başını ağrıtacak gelişmelere neden olabilecektir.


Bugün ERDOĞAN'ın dile getirdiği,PKK'nın fesih kararının en fazla Şehit ve gazilerimizin yararına olduğuna yönelik üzücü beyanları,siyasal iktidarın bu fesih kararından ne kadar fazla memnuniyet duyduğunu, açıkça ortaya koymaktdır.


ERDOĞAN yanılmaktadır.Fesih kararı,genç yaşlarda hayatlarını yitiren şehitleri geri getirmediği gibi, sakat kalan gazilerimizi de şifalı kılmamış olup,şehit yakınlarının, gazilerimizin ve yakınlarının üzüntülerini tazelemiştir. 12/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



10 Mayıs 2025 Cumartesi

ANNE (KADIN) OLMAK BİR AYRICALIKTIR ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN

 


Bugün (11/05/2025) anneler günü.


Çok anlamlı ve çok özel bir gün.


Dünyada ve ülkemizde, yıl içinde çok çeşitli günler kutlanır,çoğunu şimdi hatırlamamız dahi mümkün değildir.


Ama, anneler günü için öyle söyleyebilir miyiz?


Bizi dünyaya getiren,hiçbir karşılık beklemeksizin, büyük zahmet ve fedakarlıklarla büyüterek bizleri yetiştiren annelerimizi;hayatta olsunlar veya olmasınlar, istisnasız, yılın her günü hatırlar ve çok severiz.


Ancak;anneler gününde, annelerimize diğer günlere nazaran çok daha özel ve yoğun bir sevgi göstermek ve onlara şükranlarımızı sunmak,sağ iseler gidip ellerinden ve yanaklarından öpmek, onlara sarılarak kucaklamak, ana şefkatini ve yüreğinin sıcaklığını yüreğimizde hissetmek, bir başka güzeldir,büyük bir onur ve mutluluktur.


Anne olmak,Dünya'nın en güzel duygusu ve zevki olduğunu tahmin ettiğimiz analık duygusunu ve zevkini tadabilmek,Allah tarafından sadece kadınlarımıza tanınan bir ayrıcalıktır.


Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı kadın,diğer yarısı olan biz erkekleri doğurarak Dünya'ya getiren de, yine kadındır.Yani kadın;erkek ve kadınlardan oluşan tüm Dünya nüfusunun tamamında,yüzde yüzünde de vardır ve söz hakkına sahiptir.


Bu yalın gerçek dahi, annelerimizin ve kadınlarımızın önemini ve vazgeçilemezliğini, onları çok sevmemiz,başımızın tacı yapmamız,saygı göstermemiz gerektiğini, açıkça göstermektedir.


Dünya'ya kadın olarak gelen herkes;yaradılışı gereği, erişkin yaşlara geldikten sonra evlenip bir yuva kurarak mutlaka bir çocuk sahibi olmayı arzular.


Ancak,kısmet olup da evlenemediği veya evlendiği halde,kendisinden veya kocasından kaynaklı tıbbı bazı eksiklikler ve bozukluklar nedenleriyle çocuk sahibi olmayan kadınlarımız da,toplum içinde az değildir.


Bizler,çok iyi biliyoruz ki;doğurup çocuk sahibi olamasalar da,bu kadınlarımız da;kadın olarak,doğuştan bir ana yüreği ve şefkati taşımakta ve çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadırlar.


Bu nedenle,biz anneler gününü;evlenemedikleri için çocuk doğurup anne olamayan veya evlenseler de,çeşitli nedenlerle çocuk doğuramadıkları için anne olamayan kadınlarımız da dahil olmak üzere,çocuk doğurarak anne olan tüm kadınlarımızın günü olarak kabul ediyoruz ve tüm kadınlarımızı yürekten kutluyoruz.


Şu veya bu nedenle çocuk sahibi olamamış kadınlarımızı,anneleri hayatta olsun veya olmasın,tüm çocukların manevi anneleri olarak kabul ediyoruz.


Gerçekten,tahmin ediyoruz ve görüyoruz ki;kadın olmak,anne olmak, çok özel ve güzel bir duygu ve zevk olup,bu duygu ve zevk,kadınlarımızı erkeklere nazaran ayrıcalıklı ve üstün kılmaktadır.


Sanırım,özellikle ülkemizde,kadınlarımızın;bazı erkeklerin şiddetine ve kötü muamelesine maruz kalmalarının altında yatan şuur altı gerçek neden de,kadınların erkeğe karşı olan bu ayrıcalıklı üstünlüğüdür.


Maalesef bu anneler gününde de,kadınlarımızı erkek teröründen koruyamamanın büyük ezikliğini ve utancını yaşıyoruz.


Bu duygularla;

En başta;ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Sevgili ATATÜRK'ü doğuran hepimizin sevgili annesi ZÜBEYDE annemiz ve rahmetli kendi annem,çocuklarımın annesi eşim olmak üzere;hayatta olan veya olmayan tüm annelerin, anne adaylarının, şu veya bu nedenle anne olamayan, ancak annelik özlem ve duygularını bedeninde ve ruhunda taşımaya ve yaşamaya devam eden tüm kadınlarımızın Anneler Günü'nü; en derin saygı,sevgi,minnet ve şükran duygularımla kutluyorum.


İyi ki,varlar.


Halen hayattaki tüm annelerimize ve kadınlarımıza selam,hayatta olmayanlara Tanrıdan gani gani rahmetler olsun.11/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6 Mayıs 2025 Salı

DENİZ GEZMİŞ VE ARKADAŞLARI 3 FİDAN

 



Benim gibi 68 kuşağından olan Deniz GEZMİŞ ve iki arkadaşının idam edilmelerinin üzerinden elli üç sene geçmiş.


Kendilerine Allahtan rahmetler diliyorum,mekanları cennet olsun.


İdam'a mahkum olmayı ve bu cezalarının kesinleşerek,yaşamlarının baharında genç bir fidan olarak asılıp ölmeyi hak ettiler mi?


Tabii, kocaman bir HAYIR.Asla hak etmediler.


Herşeyden önce,idam bir ceza değildir.Ne kadar suçlu olurlarsa olsunlar, insanların hayatına son vermek,asla bir ceza olamaz.


İdam cezası;devletin,yani kamunun,karşı taraftan bir öç almasıdır.Kan gütme ve öç alma saikiyle adam öldürmek, nasıl öldürme suçunun ağırlaştırılmış haliyse ve kişilere yasak ise, kan gütme ve öç alma saikiyle bir kişiyi öldürme ve cinayet suçundan farksız olan idam cezası da,bize göre,devlet'in;kan gütme ve öç alma saikiyle işlediği bir cinayettir.


Bu gerçeği en başta vurguladıktan sonra,diğer gerçekleri de objektif olarak sıralamaya devam edersek,ülkede yürürlükte olan pozitif hukuk kurallarına,beğensek de beğenmesek de riayet etmek,herkesin görevidir.


Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına;o günün yürürlükte olan ceza kanunu hükümlerine göre illegal olarak kurdukları örgüt adına işledikleri ve ceza kanununda tarif edilen anayasayı ihlale cebren teşebbüs suçunun unsurlarını asla oluşturmayan münferit silahlı şiddet eylemleri nedeniyle verilen idam cezası;eylemlerinin hukuki karşılığı olmayan ağırlıkta ve vasıfta,hukuken hiç hak etmedikleri bir ceza olup, hayatları haksız ve hukuksuz bir şekilde ellerinden alınmıştır.


Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının; ülkelerini seven,ülkelerinin tam bağımsızlığı ve halkının özgürlük ve refahı için,ellerini taşın altına sokarak mücadele verdiklerinden en ufak bir şüphemiz asla yoktur.İdamlarından bu yana 53 sene geçmesine rağmen, hiç unutulmamaları ve hala çok sevilmeleri ve özlemle anılmalarının nedeni de budur.


Ancak,amaç ne kadar ulvi ve yüce olursa olsun;her insan gibi,onların da yürürlükteki pozitif ceza hukuku kurallarına göre suç teşkil eden şiddete dayalı bir yöntemi seçerek mücadele verecek yerde, legal ve suç teşkil etmeyen silah ve şiddet içermeyen bir yöntemi kullanarak mücadele etmeleri gerekirdi diye düşünenlerdenim.Zor ve meşakkatli ve uzun bir zaman isteyen bu legal ve demokratik siyaset yolunu tercih etselerdi,onların gayretleriyle ve devrimci ruhlarıyla, ülkemiz ve halkımız;belki de, bugün içinde bulunduğumuz, siyasi,ekonomik ve hukuki tüm sıkıntıları yaşamayacak olabilirdi.


Kurtuluş Savaşında ATATÜRK ve silah arkadaşlarının;empeyalist istilacı devletlere ve düşmanla işbirliği yapan Osmanlı Saray yönetimine karşı halkımızı da arkasına ve yanına alarak gerçekleştirdikleri örgütlü ve silaha dayalı mücadele ve kurtuluş savaşıyla, Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarının iktidara yönelik şiddet içeren yöntemlerle giriştiği mücadeyi,asla aynı kefeye koyamayız.Bu ülkenin, meşru tam bağımsızlık mücadelesi veren ve kazanan tek devrimcisi, Mustafa Kemal ATATÜRK ve yakın arkadaşlarıdır.


Amerikan emperyalizminin dümen suyuna giren kurulu düzenin parti ve iktidarlarına karşı tam bağımsız ve özgür bir düzen kurulması için mücadele veren Deniz GEZMİŞ ve arkadaşlarına sevgi ve saygı duyuyorum,ölüm yıldönümlerinde onları sevgiyle ve rahmetle anıyorum.Mekanları cennet olsun.


Ancak, kaşılığı kesinlikle idam olmayan,hukuk eğilip bükülerek,ihlal edilerek idam cezasına çarptırılmalarının çok büyük haksızlık ve hukuksuzluk olduğu gerçeği kadar,o tarihte yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre, daha hafif cezaları içeren,karşılığı idam ve ölüm olmayan bazı münferit suçları işlemiş oldukları hukuki gerçeğini de, herkes kabul etmelidir.


Tüm gerçekler, gazete arşivlerinde yerli yerinde durmaktadır.06/05/2025


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu