21 Kasım 2016 Pazartesi

MİLLETİME SORARIM!..





Milletime sorarım.

Ne güzel bir deyim değil mi?

Millete, onun iradesine ve isteğine saygı duymanın ifadesi.

Millet; her şeyin en doğrusunu bilir ve ona göre en iyi ve en doğru kararı verir,mantık bu.

Hayır efendim, millet dediğiniz halk çoğunluğu, her zaman ve koşulda, herşeyin en iyisini ve doğrusunu bilerek karar veremez.

Demokrasileri demokrasi yapan,o millet,milli irade denilen çoğunluğun; cumhuriyetin ve demokrasinin olmazsa olmaz evrensel değerlerini, azınlığın demokratik haklarını ve yaşam tarzlarını ortadan kaldırma hak ve yetkilerinin bulunmamasıdır.

Demokrasinin ve Cumhuriyetimizin; değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ve herkes tarafından saygı duyulması zorunlu evrensel, kurucu ve milli bazı değerleri vardır.Bu değerlerin korunup muhafaza edilmesi, demokrasinin ve cumhuriyetin geleceği ve selameti açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Bu nedenle, demokrasinin ve cumhuriyetin evrensel değerlerinden yararlanarak ülkenin yönetimini ellerine geçirenlerin; eğitim sistemini değiştirerek, yoğun propagandalarla bilinçli ve sistemli olarak yarattıkları, demokrasinin evrensel değerlerini içselleştirememiş çoğunluğu teşkil eden kendi seçmen tabanlarına güvenerek, sıkıştıklarında referandum silahına sarılmaya hak ve yetkileri yoktur.

Bu millet isterse ülkeye hilafet dahi gelir diyen eski bir siyasetçinin dediği gibi, millet isterse bu ülkeye hilafet asla gelemez. Millet denen halk çoğunluğu, demokrasinin evrensel ve Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine saygı göstermek ve haddini bilmek zorundadır.

Demokrasi millet için, millet de demokrasi için vardır.Her ikisinin de birbirlerine ihtiyaçlarının bulunduğu, asla unutulmamalıdır. 22/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Kasım 2016 Çarşamba

SORUMLU OLMADAN YETKİ KULLANILAMAZ




Yaşamda herşeyin bir bedeli ve karşılığı olmalıdır.

Bir kişiye kullanabileceği çok önemli ve hayati yetkiler veriliyorsa, bu yetkilerin kullanılmasının karşılığında, o yetkiyi kötüye kullanarak suç işleyen o kişiden, işlerliği olacak bir şekilde, hesap da sorulabilmelidir.

Bunu niçin söylüyoruz?

AKP ve MHP'nin; adına ne derseniz deyiniz, ister başkanlık, ister başkan statüsünde yetkileri artırılmış ve başbakanlık görev ve yetkileri de kendisine verilmiş olan cumhurbaşkanlığı (cumhurbaşbakanlık) deyiniz, anayasada değişiklik yapılması konusunda ön anlaşmaya varmaları üzerine kamuoyuna sızan anayasa değişiklik metnine göre,ülkeyi tek başına yönetecek olan başkanın, kullanacağı onca yetkiye rağmen, üzerine neredeyse hiçbir sorumluluk almayacağını görüyoruz.

Sızan ve basında yer alan bilgilere göre,TBMM’de cumhurbaşkanına soruşturma açılması için 367, Yüce Divan’a sevk için de 413 oy gerekecektir.AKP tarafından hazırlanan tasarı taslağındaki bu düzenlemeye göre, Cumhurbaşbakan büyük yetkilerle donatılacak ve neredeyse ülkeyi tek başına yönetecek ama, göreviyle ve kullandığı yetkilerle ilgili olarak bir suç işlediğinde, hakkında soruşturma açılması ve soruşturma komisyonu oluşturulması için 367, oluşturulabilirse, soruşturma komisyonunun hazırlayacağı raporu üzerinde yapılacak olan görüşmeler sonunda Cumhurbaşbakanın Yüce Divana sevk kararının verilebilmesi için de 413 oy gerekecektir. Bu yüksek oy sayıları, suç işleyecek olan cumhurbaşbakan'dan hesap sorulmasını, fiilen imkansız kılacaktır.

Bunun anlamı şudur, Cumhurbaşbakan hiçbir zaman Yüce Divanda hesap vermesin, ama halkın ensesinde boza pişirsin.

Mademki parlamenter sisteme son verilerek başbakanlık koltuğu kaldırılacak ve bu koltuk da tüm yetkileriyle cumhurbaşkanına verilecek, o halde başbakanın görevinden doğan sorumluluğu da, cumhurbaşbakana verilmek zorundadır.

Anayasamızın 100. maddesine göre; Başbakan hakkında, TBMM'nin üye tam sayısının en az onda birinin (55) vereceği önerge ile soruştuma açılması istenebilir ve soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, mecliste grubu bulunan partilerin milletvekili sayılarına göre oluşturulacak olan onbeş kişilik bir komisyon tarafından yapılan soruşturma sonunda düzenlenecek olan raporun mecliste görüşülmesini takiben, gerek görülmesi halinde TBMM'nin üye tam sayısının salt çoğunluğunun (276) gizli oylarıyla, Başbakan (Bakanlar da aynı şekilde) Yüce Divana sevk edilir.

Anayasamızın 100. maddesine göre; bugünkü parlamenter sistemde, yürütme görevini ve yetkisini kullanan Başbakan'ın Yüce Divana sevkindeki makul ve fiilen uygulanabilir olan bu demokratik usulden, niçin kaçınılmakta ve Cumhurbaşbakan adeta sorumsuz kılınmak istenmektedir?

Sızan bilgiler doğru ise; bu, fiili sorumsuzluk (yani sorumlu olmama) hali; çok düşündürücü olduğu kadar, demokrasimizin geleceği için çok tehlikelidir.

Demokrasilerde, denetlenemeyen, kontrol edilemeyen gücün yeri olmamalıdır.Denetlenemeyen güçten, asla demokrasi çıkmaz.

Anayasa değişiklik hükümleri arasında, gerçekten böyle bir düzenleme varsa, anayasa değişiklik metninin diğer hükümlerine bakmaya gerek yoktur.16/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Kasım 2016 Çarşamba

BUGÜN 10 KASIM




Bugün, 10.Kasım.2016, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu, daha derinden büyük bir üzüntü içinde hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün 78. ölüm yıl dönümü. Bu vesileyle, 14.01.2012 tarihinde,yaklaşık beş sene önce yazıp yayınlamış bulunduğumuz “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımızı, bu günün anısına, aşağıda yeniden ve aynen yayınlıyoruz. Sevgili Atamızı, sadece beden olarak, aramızdan ayrılışının 78. yıl dönümü olan 10.Kasım.2016 günü, yani bugün, kıymetini ve büyüklüğünü çok daha iyi anlayarak, şükran ve özlem duygularımızla, sevgi ve saygılarımızla, yürekten anıyoruz. Gözün arkada kalmasın, rahat uyu sevgili Atam.10.Kasım.2016
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.
Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,
Size söyleyemedim, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012 Güner YİĞİTBAŞI-Hukukçu






8 Kasım 2016 Salı

MUASIR MEDENİYETİN ÜZERİNE ÇIKMAK ÖYLE Mİ?




Cumhurbaşkanı Tayyip Bey dün (07/11/2016) Elektrik Santralleri Açılış Töreninde, tarihi konuşmalarından birisini daha yapmış!

Haberleri izlerken, konuşmanın bir bölümüne şöyle bir tanık olduk, Cumhurbaşkanı; yine batılı Avrupa Birliği ülkelerine çatıyor ve onları, Türkiye'nin muasır medeniyetlerin üzerine çıkmasını istememekle ve ülkemizin muasır medeniyetlerin seviyesinin üzerine çıkmasına engel olmakla suçluyor ve arkasından da,onlar istemeseler de, ülke olarak ve inadına muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacağımız müjdesini veriyor!

Tabi bu sözleri duyunca donup kaldık, Türkiyede yaşayan bir Türk Vatandaşı, Allahın bize verdiği aklı kullanarak sorgulayan, tüm gerçekleri bilen ve gören bir kişi olmasak, ülkemiz muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak üzere diye sevinecek ve zil takıp oynayacaktık.

Peki, Atatürk'ün sözlerinden esinlenerek Cumhurbaşkanı ERDOĞAN tarafından teleaffuz edilen muasır medeniyet ne anlama gelmektedir? Bu soruyu cevaplamaya çalışalım.

Muasır'ın kelime anlamı çağdaş, medeniyet'in kelime anlamı ise;uygarlık olup,bu iki kelimeden oluşan Muasır medeniyet ise; insanı insan yapan,akıl,sorgulama yeteneği,düşünce ve düşünceyi açıklama,haber alma ve aydınlanma özgürlükleri en başta olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerinin, başka bir anlatımla insan odaklı tüm değerler ile sosyal,eğitim ve kültür, bilim, teknoloji,sanat ve ekonomi açısından, diğer ülkelere göre daha önde olan ülkelerin bulundukları üstün seviye ve konumu ifade eder.

Bu nedenle, muasır medeniyetlerin üzerine çıkacağız ama, batı buna engel oluyor söylemi pek inandırıcı olmuyor. Ha, emperyalist batı, ülkemizi bölüp parçalamak istiyor derseniz haklısınız.

Ama, Sayın Cumhurbaşkanı hiç kusura bakmasın, ülkemizde, eğitimin; sorgulayan,bilimsel ve laik çizgisinden geri döndürülerek, sorgulamaya yer vermeyen dogmalara dayalı dini eğitime yönelinmesi, insanı insan yapan, düşünce ve düşünceyi açıklama, haber alma ve aydınlanma özgürlükleri en başta olmak üzere,insan hak ve özgürlüklerine, insan odaklı tüm manevi ve kültürel değerlere saygı duyulmaması, sosyal,bilimsel,teknolojik,kültürel,sanatsal ve ekonomik açıdan çok gerilerde kalınması gerçeği karşısında, ülkemizi yönetenlerin; ülkemizi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak istemelerine rağmen, batının buna engel olmak istediğini söylemeye hakları var mıdır?

Şunu herkes bilsin ki; bir ülke, sadece, bölünmüş yollar, yapımında kullanılan kredileri ve bitiminde üzerinden geçecek araç sayıları ve kazançları devletin garantisi altında olan yap, işlet ve devret yöntemiyle yapılan hava alanları, boğaz köprüleri,çevre yolları, rant amaçlı olarak yapımı planlanan Kanal İstanbul, rant amaçlı olarak yapılan ve üretime hiçbir katkısı olmayan çok katlı yüksek binalar ve gökdelenlerle, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkamaz. 08/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Kasım 2016 Çarşamba

TUTUKLAMA KURUMUNU AYAĞA DÜŞÜRMEYİNİZ!




Şunu herkes çok iyi öğrensin ve bilsin.

Turtuklama;yargılama sonunda bir mahkeme kararı ile suçlu görülerek mahkum edilecek olan bir şüpheli ve sanığın kesinleşecek olan muhtemel bir cezasının peşinen infazını sağlayan ve infazı garanti altına alan bir kurum değildir.

Tutuklama; yasanın öngördüğü koşulların varlığı haklinde başvurulması gereken, maddi hakikatın ortaya çıkmasını engelleyecek olan delillerin karartılması tehlikesinin varlığını ortaya koyan ve/veya şüpheli veya sanığın yargıdan kaçacağına ilişkin somut olguların varlığı halinde, istisnaen başvurulabilecek olan bir tedbir olup, tutuksuz yargılanmak asıldır.

Bizim toplumumuza bakıyoruz, en başta savcılarımız ve hakimlerimiz olmak üzere, hiç kimse tutuklamaya bu gözle bakmıyorlar.Herkes, ileride alınması muhtemel bir cezanın peşinen infazının sağlanmasının peşinde koşuyor.Bu çok yanlış bir anlayış ve değerlendirmedir.

İnsanlarımız; mağdur iseler, tutuklama nedenleri olmasa da, şüpheli veya sanığın tutuklu yargılanmasından hoşnut oluyorlar, aksi halde tutuklama kararını vermeyen hakimlerimizi eleştiriyorlar, suçlu iseler, tutuksuz yargılanmayı savunuyorlar.

İnsanlarımızızn bu bencillikleri ve hukuk bilgilerinin yetersizliğinden, tutuklama kurumu zarar görüyor ve yozlaşıyor, tutuklama amacından saptırılıyor.

Hakim ve savcılarımız da bu toplumda yaşayan insanlar olarak, kamuoyunun bu çifte standart bencil istek ve arzuları yüzünden etki altında kalıyorlar ve tutuklnmayacak insanları da tutukluyorlar, tutuklama kurumunu yasal koşulları içinde doğru olarak uygulayan, tutuklamanın yasal nednleri varsa tutuklayan, tutuklamanın yasal nedenleri yoksa tutuklamayan hakimlerimiz de haksız bir şekilde eleştiriliyorlar.

Örnek mi? Şu kamuoyunu meşgul eden şortlu kadını tekmeleme olayı.Şüphelinin kaçma ihtimali yoksa, toplanacak ve dolayısıyla karartılacak delil de yoksa, halkın duyarlılığı nedeniyle bu şahıs niçin tutuklu yargılansın ki? İleride suçlu görülürek mahkum edilir ve mahkumiyet kararı kesinleşirse, içeriye buyur edersiniz olur biter.

Lütfen, hiç kimse bilir bilmez laf ederek, şu tutuklama kurumunu yozlaşırmasın.

Biraz sonra bir müvekkilin sorgusuna gireceğiz ve tutuklamanın, ülkemizde yozlaştırılması ve yasal amacı dışında kullanılması nedeniyle, ne acıdır ki, hakime; tutuklamanın ne olup ne olmadığını ve yasal koşullarını, uzun uzun anlatmak zorunda kalacağız. 02/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu.