29 Aralık 2017 Cuma

BYLOCK VEBASI





Yargı tarafından, bugüne kadar, FETÖ/PDY Silahlı Terör örgütü üyeliğinin en güvenli ve kesin delili olarak kabul gören, tek başına dahi örgüt üyeliğinin kesin delili sayılarak insanlara ağır cezalar verilmesinin gerekçesi yapılan Bylock haberleşme programı,Ankara C.Başsavcılığının yaptığı ve iki gün önce kamuoyuna açıkladığı Bylock kumpası tespitinden sonra, en güvensiz bir delil konumuna düşmüş bulunmaktadır.

Başta yargıtay olmak üzere, ilgili mahkemelerimiz; bundan böyle, telefonunda Bylock tespit edilmiş ise, o kişi FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kesin olarak üyesidir deme lüksünü ve kolaycılığını kaybetmiş olup,bir veba mikrobu haline gelen Bylock, tüm inandırıcılığını,güvenini ve kesin delil olma niteliğini yitirmiştir.

Bundan sonra,telefonuna Bylock programını indirmiş olduğu,telefonunun uzmanlar tarafından yapılan incelenmesi sonunda açıkça tespit edilen ve ilgili kurum tarafından da, kişinin Bylock yüklü o telefonunun; aidiyet ortaya koyan bir takım teknik numaraları ve ilgilinin hat numarası ile uyum gösteren sunucu bağlantısı tespitleri yapılan ve haberleşmenin içerikleri de açıkça belirlenen, haberleşme içeriklerine göre örgütsel bir görüşme yaptıkları kesin olarak saptanan kişilerin, örgüt üyesi olarak tanımlanmaları gerekecektir.

Ankara C.Başsavcılığının tespit ettiğini belirttiği Bylock kumpasına maruz kaldıklarını açıkladığı kişilerin,11.480 kişi ile sınırlı olamayacağı açıktır.Bu 11.480 kişi, hangi kesin kritere göre belirlenmiştir, henüz tespit edilemeyen Bylock kumpası mağduru başkaları yok mudur?Bize göre tabi ki vardır.

Ankara C.Başsavcılığının tespit ettiğini duyurduğu Bylock kumpasının, örgütün siyasi ayağını gizleme ve koruma altına alma amacıyla yapılan bir girişim olduğu konusunda kamuoyunda dolaşan bazı rivayetler mevcut olup, bizim katılmadığımız bu rivayetlerin bertaraf edilebilmesi ve bu konuda hiçbir yanlış anlamaya ve kuşkuya imkan tanınmaması için,Ankara C,Başsavcılığının Bylock kumpası mağduru olduklarını tespit edip açıkladığı kişilerin, sadece telefon hat numaraları değil,isim ve meslekleri de açıklanmalıdır.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse,ortaya çıkan ve çıkacak olan her türden kuşkuya son vermek ve bazı suçsuz insanların Bylock vebası üzerinden özgürlüklerinden mahrum edilmemeleri,haksız yere tutuklanıp örgüt üyeliği suçundan mahkum edilerek mağduriyetlerin yaratılmaması için;yargının,Bylock deliline gözü kapalı ve balıklama atlamaması ve bu Bylock delilini sıkı bir şekilde irdeleyip sorgulamaları,hukuki bir zorunluluk haline gelmiştir.

Eski yılın bu son yazısı vesilesiyle, tüm okurların yeni yılını kutluyor,daha iyi olmayacağı aşikar olan yeni yılın, hiç değilse 2017 den daha kötü olmamasını diliyoruz. 29/12/2017



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Aralık 2017 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNİ GÖREVİNİ YAPMAYA ÇAĞIRIYORUZ




Türk milleti adına yargı yetkisi kullanan Anayasa Mahkemesini,Türk Milletinin bir ferdi ve bir hukukçu olarak, anayasal görevini yapmaya çağırıyoruz.

Bizim bu çağrımız,sakın ola ki;birileri tarafından Anayasanın 138. maddesinde yer alan yargı bağımsızlığına ilişkin “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”kuralının ihlali olarak değelendirilmemelidir.

Biz bu çağrıyı, demokrasinin ilkelerine ve anayasanın üstünlüğüne inanan elli yıllık bir hukukçu olarak ve bu kuralı bilerek,görevini yapmaktan kaçınan Anayasa Mahkemesini sadece görevini yapması için dile getiriyoruz.Anayasa Mahkemesi yargı görevini, tabiidir ki,hür ve bağımsız olarak yapacak, hukuka ve vicdani kanaatine göre kararını verecektir.

Konuyu anlamış olmalısınız. Konumuz OHAL KHK'larının Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olup olmadığına ilişkindir.

Evet, Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan OHAL KHK'ları; kural olarak, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi değildir.Ancak bu kural;olağanüstü halin gerekli kıldığı konularla sınırlı olarak,
yürütmenin, olağanüstü halin ilanını gerekli kılan ve acilen düzenlenmesi gereken konu ve konularda,işin aciliyetine binaen meclis tarafından çıkarılacak bir yasayı beklemeye tahammülünün olmadığı,gecikmesinde sakınca bulunan hallerde acilen çıkarması gereken ve özü itibariyle, olağanüstü halin gerekli kıldığı kanun hükmünde kararnameler için geçerlidir.

Kararnamenin, Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılması ve kapağındaki isminin de OHAL KHK olması, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmaması için yeterli değildir.Zira, her yetki gibi, OHAL KHK'larını çıkarma yetkisi de, kötüye kullanılabilir ve olağanüstü halin ilanının gerekli kıldığı acil ve gecikmesinde sakınca bulunan konular dışında kalan, olağan konulara ilişkin düzenlemeler de, OHAL KHK'sı adı altında yapılabilir.

Nitekim siyasal iktidar, Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakmış ve birçok olağan düzenlemeleri de,olağanüstü hal KHK'sı adı altında, OHAL KHK'ları ile yapmış ve yürürlüğe koymuştur.

Anayasa Mahkemesinin,OHAL KHK' larının içeriğine bakmadan,bu kararnamelerin kapağını açıp içeriğini incelemeden, kararname içeriğindeki olağan hallere ilişkin hükümleri bir kenara ayırıp değerlendirme yapmadan,sadece kararnamanenin kapağındaki isme bakarak, ben OHAL KHK'larını denetleyemem dediği için, şu anda sistem tıkanmış,OHAL KHK'ları adı altında, olağanüstü halin gerekli kıldığı konuların dışındaki düzenlemeler için çıkarılan kararnameler için yasal bir başvuru yolu kalmamıştır.

Oysa ki;Anayasa Mahkemesi, daha önceki OHAL dönemlerinde çıkarılan OHAL KHK'larının içine, anayasaya aykırı olarak serpiştirilen olağan hallere iklişkin düzenlemeleri incelemiş ve olağanüstü halin ilanını gerekli kılan haller ile ilgisi bulumayan olağan hallere ilişkin hükümleri iptal etmiş ve görevini yapmıştır.

Anayasa Mahkemesi; önceki tutumunu değiştirerek,bu ayrımı yapmadan, önüne gelen OHAL KHK'larını sadece kapağındaki ismine bakarak, ben bu konuda yetkisizim gerekçesiyle,önüne gelen başvuruları reddetmek suretiyle çok açık bir şekilde görevini ihmal etmekte,kötüye kullanmakta, suç işlemekte ve kullanılması kendisine emanet edilen Türk Milletinin anayasal yargı yetkisinin önünü tıkayarak, Türk Milletini mağdur etmektedir.

Bu konu bir içtihat meselesi de değildir.Anayasa Mahkemesi,ben önceki içtihadımı değiştirdim diyemez.Anayasa çok açık, OHAL KHK'ları,sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konularda çıkarılabilir,anayasanın bu sınırlayıcı hükmü, Anayasa Mahkemesini, ismine bakmadan, anayasaya aykırı olarak OHAL KHK'larının içine serpiştirilen olağan hallere ilişkin düzenlemeleri incelemekle görevli ve yetkili kılmıştır.Olağan KHK'ları da, meclisin çıkardığı bir yetki yasası ile bakanlar kurulunu açıkça yetkilendirdiği konularla sınırlı olarak çıkarılabilir,yetki kanununda yer almayan ve yer alsa da özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin olan olağan KHK hükümleri, nasıl Anayasa Mahkemesi tarafından incelenerek iptal edilmeye mahkum ise, OHAL KHK'larının, anayasanın amir hükmü olan,olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konuların dışına çıkan hükümlerinin de, Anayasa Mahkemesinin denetimi sonunda iptal edilmeleri,anayasal bir zorunluluktur.

OHAL KHK'sı ismi altında çıkarılan bir kararnamede,örneğin;taşeron işçilerin kadroya alınması,Gemlik ilçesinin yerinin değiştirilmesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine ve emeklilerine milletvekilleri gibi sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkının verilmesi,kış lastiği takılması gibi, olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konularla yakından uzaktan bir ilgisi bulunmayan,acil olmadıkları için meclisin çıkaracağı yasa ile düzenlenmeleri gereken,olağan hallere ilişkin hükümlerin ne işi vardır Alahınız aşkına?

Anayasa Mahkemesinin değeri ve önemi; olağan dönemlerden ziyade, olağanüstü dönemlerde daha çok öne çıkmaktadır. Olağanüstü hallerde,olağanüstü halin kötüye kullanılmasının önüne geçerek, olağanüstü hal dönemini,anayasaya ve amacına uygun,yumuşak ve zararsız bir şekilde atlatmak, ancak Anayasa Mahkemesinin görevini yapmasıyla mümkün olabilecektir.

Bu nedenle, Türk Milletinin bir ferdi ve bir hukukçu olarak;Anayasa Mahkemesini, alenen görevini yapmaya,Türk Milletinin emanetine (yargı yetkisine)sahip çıkmaya çağırıyoruz. 26/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Aralık 2017 Pazartesi

GERÇEK PARALEL DEVLET İŞTE BUDUR!...



Herkesin anlayacağı dille çok veciz bir şekilde ifade etmek gerekirse,devlet denilen teşkilatın kuruluş felsefesi,amacı ve teorisi nedir?Toplumlardaki kaosu,kargaşayı, kaba kuvveti engellemek, insanların can ve mal güvenliklerini güvence altına almak,güçlünün güçsüzü ezmesinin ve sömürmesinin önüne geçmek amacıyla, konulacak kurallarla, toplumların güvenli ve düzenli bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerinin sağlanmasıdır.

Bu nedenle, devletlerin; o devleti oluşturan tüm kişiler tarafından uyulması zorunlu kurallarını yapan,bu kuralları uygulayan yasama ve yürütme organları, yürütme içinde de,güvenlik güçleri,kuralları çiğneyenleri adil bir şekilde yargılan yargı organları vardır.

Yasama,yürütme ve yargı yetkisi, adına devlet denilen bu teşkilatın uhtesinde ve tekelindedir.Devletin,başka bir ifade ile milletin, yetkili organlar eliyle kullandığı bu yasama,yürütme ve yargı yetkisi başka bir kişiye,kişilere ve örgütlere devredilemez.

Bu itibarla, resmi bir sıfat taşımayan ve resmi bir görevi yerine getirmekle görevli ve yetkili olmayan hiç kimse; meşru müdafaa,zaruret hali ve sair Türk Ceza Kanununun izin verdiği haller dışında,hangi amaç ve nedenle olursa olsun, durumdan vazife çıkararak,devletin ve devletin yetkili organ ve kuruluşlarının tekelinde olan, insanların can,ırz ve mal güvenliklerini yok eden ve veya tehlikeye atan hiçbir yasa dışı eylemde bulunamaz, güç kullanamz.

Hal böyle iken; 24.12.2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 696 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmündeki Kararnamenin 121. maddesi ile 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenlenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 37. maddesine ikinci fıkra olarak eklenen; “ (2) Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın,15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” yani, bunların; darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında gerçekleştirdikleri fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.
şeklindeki düzenlemeyi hukuken izah edebilmek mümkün değildir.

Bu tür bir düzenleme;devletin tekelinde olan,darbelerin ve terörün önlenmesi, toplumun güvenliğinin ve huzurunun sağlanması görev ve yetkisinin, bu konuda hiçbir resmi sıfatı ve görevi olmayan kişi veye kişilere devri olup, bu hüküm iledir ki, asıl paralel devlet yapılanmasının önü açılmıştır.

Bu düzenleme çok vahim ve tehlikeli bir düzenlemedir.

Bu hükme dayanarak durumdan vazife çıkaran bazı kişler;olağnüstü hal devam ettirildiğine göre, olağanüstühal koşulları ve darbe tehlikesi halen devam etmektedir,bu nedenle darbe teşebbüsü ve terör eylemlerinin devamı niteliğindeki muhtemel eylemlerin bastırılması adıan bir örgüt kurmak için bir araya geldik ve silahlı bir örgüt kurduk bahanesiyle silahlanarak bir araya gelip örgüt kurarlarsa ve iktidarın da, kendilerine muhalif olan, icraatlarına destek vermeyen ve eleştiren,barışcıl protesto haklarını kullanan herkesi, darbeci ve Fetöcü ilan etmeleri nedeniyle;örgüt kuran bu kişilerin, iktidarın darbeci olarak yaftaladığı muhaliflere yönelik silahlı veya silahsız şiddet eylemlerine başvurmaları halinde,bu KHK hükmü karşısında, bu saldırganların hukuken sorumsuz oldukları kabul edilebilecektir.

Bu ülkenin yargısı siyasallaşmış ve öyle bir hale gelmiştir ki; mahkemelerimiz, yürütmenin başı olan şahsın milat olarak kabul edip açıkladığı 17/25 Aralık tarihini,kendisi hiçbir yorum katmadan, doğrudan milat olarak kabul edip kararlarına esas almakta ve yine yürütmenin başı olan kişinin belirlediği ismi de, örgütün ismi olarak kararlarına esas almaktadırlar.

Şimdi siyasallaşn yargının içinde bulunduğu bu koşullarda; 696 sayılı OHAL KHK'yı çıkaran ve 121 maddesi ile sivillere insan hak ve özgürlüklerine,anayasaya ve demokrasiye aykırı olarak güç kullanma yetkisi tanıyan iktidar gücü; kişilere yönelik olarak şiddet uygulayan ve eylem yapan faillerin bu şiddet eylemlerinin, darbe teşebbüsünün devamı niteliğindeki bir eylemin bastırılması kapsamında olan bir eylem olduğunu açıkladığı taktirde, yargının eli kolu bağlanmış olacaktır.

Bu nedenle, siyasal iktidar; demokrasi,insan hak ve özgürlükleri,kişilerin can ve mal güvenlikleri açısından,çerçevesi belli olmayan,ucu, her türlü yorum ve değerlendirmeye açık çok tehlikeli bir düzenlemeye imza atmıştır.

Umarız bu yanlıştan kısa sürede dönülür. 25/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




23 Aralık 2017 Cumartesi

BİR KERE OLSUN YANILMAK İSTERDİK SAYIN ERDOĞAN!..




ERDOĞAN'ın samimiyeti konusunda bir kere olsun yanılmak isterdik ama, sağolsun ERDOĞAN bizi yine yanıltmadı.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun; Kudüs konusunda almış olduğu,Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğuna ilişkin ABD Başkanı Trump'un açıkladığı kararı ret eden ve yok sayan kararı üzerine, memnuniyetimizi belirten ve bu kararın alınmasında Türkiye Cumhuriyetinin ve onun Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın öncü çabalarını öven, bir önceki “YANLIŞ HESAP BAĞDAT'TAN DÖNER” başlıklı makalemizde, aynen şöyle yazmış idik;”Ancak, bu kararın alınmasında önayak olarak çaba sarf eden Sayın ERDOĞAN; Birleşmiş Milletlerin bu kararını,asla iç politikada propaganda aracı olarak kullanmaya kalkışmamalı, bu kararı yaklaşan seçim meydanlarında ve muhtarlar toplantılarında atacağı siyasi nutuklarına meze yapmamalıdır. Aksine davranış, bu çabalarının, Dünya ve Ortadoğu barışının sağanması adına yapılan samimi çabalar olmadığı sonucunu doğurur ki, ortaya çıkacak olan böyle bir sonuç ne ülkemize, ne de ERDOĞAN'a bir yarar sağlar.Aynı şekilde, görsel ve yazılı yandaş basın da,Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararını istismar ederek; bu kararı, AKP'nin ve ERDOĞAN'ın şahsi bir zaferi ve başarısı olarak vurgulamaya ve yaygara yapmaya asla yeltenmemelidir. Bu başarı; içeride, muhalefetiyle ve iktidarıyla Türkiye'nin ve Türk siyasetinin, dışarıda ise, tüm Dünya devletlerinin bir başarısıdır.”

Bu makalemizin henüz mürekkebi dahi kurumadan,Sayın ERDOĞAN;Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Kudüs konusunda almış olduğu kararı, iç politika malzemesi olarak kullanmaya,karar ile itibarı sarsılan süper güç ABD Başkanı Trump'u, hiç gereği yokken tahrik edici beyanlarını sürdürmeye başladı bile.

Gerçekten,ERDOĞAN'ın; Hakkari ve Şırnak AKP il kongrelerinde bu konuya ilişkin olarak bugün yaptığı konuşmaları televizyondan duyunca hiç de hayret etmedik, ERDOĞAN'ın eski ERDOĞAN olduğuna ve bizi yine yanıltmadığına, bir önceki makalemizde yağtığımız uyarılarda ne kadar haklı olduğumuza tanık olduk ve üzüldük tabi.

Erdoğan, Birleşmiş Milletlerin kararından önce, en başta Papa olmak üzere bazı devlet başkanlarıyla yaptığı telefon görüşmelerini,yaptığı kulis çalışmalarını kamu oyuna açıklıyor,yine dünyanın beşten ve birden büyük olduğunu,bu BM kararıyla ABD ve Trump'a ders verildiğini belirterek,Birleşmiş Milletlerin kararı üzerinden, partisinin ve kendisinin propagandasını yapıyor ve samimiyet testini kaybediyordu. Başbakan durur mu hiç, oda bir başka yerde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Kudüs'e yönelik kararı üzerinden partisine pay çıkaran konuşmalar yapıyor.

Burada bir konuya daha dikkat çekmek istiyoruz.

Evet, ABD ve onun başkanına hak ettiği ders verilmiştir ve iyi de olmuştur.Ancak,bu konuyu tadında bırakmaz ve sürekli tekrarlayarak kaşımaya ve ABD'yi tahrik etmeye devam edersek,bundan ülke olarak zarar gören biz olabiliriz.İster kabul edin ister etmeyin,ABD bugün dünyanın süper güçlerinden biri ve bizden çok güçlü bir devlet, Irak tezkeresinin tarihi ve ülkemiz yararına olarak reddi üzerine başmıza gelenleri,Türk askerinin başına geçirilen çuvalı ve ülkemize uygulanmak istenen ambargoyu unutmayınız.

Şu anda,Irak ve Suriye'nin kuzeyindeki PKK uzantısı PYD ve YPG varlığının, ABD tarafından desteklendiğini,ağır silahlarla donatıldığını,adeta müttefik kabul edildiğini unutmamak gerekiyor.Afrin'deki PKK/PYD varlığına son vermek için bir Afrin harekatı gündemde iken, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan mağlubiyet ile onuru kırılan çılgın Trump'un;BM'nin aldığı Kudüs kararı nedeniyle sürekli ajite edilmesi halinde,ülkemizin ileride girişeceği bir Afrin harekatında,ülkemize karşı takınacağı olumsuzlukları ve engellemeleri düşünmek dahi istemiyoruz.

Aman ha dikkat.Unutun artık Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Kudüs kararını,ayrıca bu kararın bir yaptırımının da olmadığını asla unutmayınız.

En önemlisi de;günah da gizli, sevapda gizli değil midir beyler? 23/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

22 Aralık 2017 Cuma

YANLIŞ HESAP BAĞDAT'TAN DÖNER




Bizim güzel olan atasözlerimizden biri de;“Yanlış Hesap Bağdat'tan Döner” sözü olup,bu sözü bilmeyen yoktur.

Bu atasözünü niçin gündeme getiriyoruz?

Sanırım hepiniz tahmin etmişsinizdir.

Hani şu ABD'nin, Dünyanın baş belası olmaya aday Başkanı Trump var ya;onun tarafından tek yanlı olarak alınan, “Kudüs İsrail'in başkentidir” kararına yönelik yalışlığın,haksızlığın ve hukuksuzluğun, ABD'nin vetosu nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından düzeltilememesi üzerine, Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kuruluna sunulan, Trump tarafından alınan bu kararın geçersizliğine ve tanınmamasına yönelik karar tasarısı,dün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda oylanarak, üye 172 ülkeden 128'inin,karar tasarısına olumlu oy vermeleri sonucunda, Trump tarafından alınan, Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğuna ilişkin kararı, Uluslar arası hukuk açısından geçerliliğini tamamen yitirmiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun almış olduğu bu karar;Birleşmiş Milletler Teşkilatının yüzünü ağartan,iyi ki böyle bir Dünya teşkilatı varmış dedirten olumlu ve sevindirici bir karardır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda; oylamaya sunulan karar tasarısı için, ABD aleyhinde ve karar tasarısının kabulü yönünde oy kullanan ülkelerin ne kadarının verdikleri oylarda samimi olduklarını,bazı devletlerin, özellikle Trump'un, oylama öncesinde,oy kullanacak üye ülkelere yönelik sarf ettiği tehditkar sözlerinin de gündeme düştüğü günün koşullarına göre, ABD ve onun başkanına yönelik olarak oluşan tepkilerle prestijlerini düşünerek oy kullanıp kullanmadıklarını bilemiyoruz, ancak, ABD ve onun politikalarına kendi çıkarları için sempati duyan ABD yandaşı çoğu ülkenin de, bu karar tasarısının lehine oy kullandıklarına bakacak olursak,bu oylama sonucunun samimiyetini, şu anda tam ve sağlıklı olarak kestirebilmek mümkün değildir.Bu samimiyeti, zaman içinde hep birlikte göreceğiz.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun almış olduğu kararda;Trump'un, “Kudüs İsraiklin başkentidir” kararını açıklamasından sonra bu karara karşı çıkan ve dönem başkanı olarak, derhal İslam İşbirliği Teşkilatını İstanbulda toplayarak süreci başlatan ülkemizin Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın ve Türk Dışişlerinin çabalarını görmezlikten gelemeyiz,bu çabaları biz de taktirle karşılıyoruz.

Ancak, bu kararın alınmasında önayak olarak çaba sarf eden Sayın ERDOĞAN; Birleşmiş Milletlerin bu kararını,asla iç politikada propaganda aracı olarak kullanmaya kalkışmamalı, bu kararı yaklaşan seçim meydanlarında ve muhtarlar toplantılarında atacağı siyasi nutuklarına meze yapmamalıdır. Aksine davranış, bu çabalarının, Dünya ve Ortadoğu barışının sağanması adına yapılan samimi çabalar olmadığı sonucunu doğurur ki, ortaya çıkacak olan böyle bir sonuç ne ülkemize, ne de ERDOĞAN'a bir yarar sağlar.

Aynı şekilde, görsel ve yazılı yandaş basın da,Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kararını istismar ederek; bu kararı, AKP'nin ve ERDOĞAN'ın şahsi bir zaferi ve başarısı olarak vurgulamaya ve yaygara yapmaya asla yeltenmemelidir.

Bu başarı; içeride, muhalefetiyle ve iktidarıyla Türkiye'nin ve Türk siyasetinin, dışarıda ise, tüm Dünya devletlerinin bir başarısıdır. 22/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


20 Aralık 2017 Çarşamba

DEMOKRATİK EVRENSEL DEĞERLER




Adalet,hak,hukuk,yargı bağımsızlığı,güçler ayrımı,düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü en başta olmak üzere tüm insan hak ve özgürlükleri gibi demokratik ve evrensel kavram ve değerler,günümüzde demokrasilerin olmazsa olmaz vaz geçilemez değerleridir.

Bu değerleri evrensel kılan nedir?

Bu değerlerin, kendisini demokrasi ile tarif eden tüm ülkelerde aynı şekilde tanımlanarak, bu tanıma uygun bir şekilde uygulanıyor olmalarıdır.

Bu itibarla, bir ülke şayet demokrasi ile yönetiliyorsa, o ülkeyi yönetenlerin, demokrasinin bu değerlerine sahip çıkma ve ülkeyi bu değerlere uygun bir şekilde yönetme yükümlülükleri vardır.

Demokrasinin var olduğu söylenen bir ülkenin yöneticileri, ilk önce kendi ülkelerini yönetirlerken demokrasinin tüm değerlerine sahip çıkarak bu değerlere saygı göstermelidir ki; günün birinde,bu değerlerin ihlal edildiğini gördükleri diğer ülkelere yönelik olarak eleştirel söz söyleyebilsinler ve yaptıkları bu eleştirlerin bir samimiyeti, değeri ve anlamı olsun.

Bugün,Sözcü Gazetesinin başyazarı Sayın Rahmi TURAN'ın gazetedeki köşe yazısını okuduktan sonra, bunları düşünmeye başladık.

Sayın Rahmi TURAN yazısında, Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; “ Anadolu Dünya Dolu “ programında yaptığı konuşmasında yer alan, “Kudüs adaletsizliğin yaşandığı bir yer haline gelmiştir,adalet yoksa zulüm vardır”sözüne yer vermiştir.

ERDOĞAN'ın, “adalet yoksa zulüm vardır” sözü çok doğrudur.Biz de aynen altına imzamızı atıyoruz.

Gerçekten; adalet niçin vardır,keyfiliği önlemek,insan hak ve özgürlüklerini teminat altına almak suretiyle zulmü önlemek için vardır.

Ancak, adalet; ERDOĞAN'ın iddia ettiği gibi,Kudüs için gerekli olduğu kadar,ülkemiz için de gerekli olan bir değerdir.Ülkemizde de adaletsizlikler yaşanırsa,Kudüste olduğu gibi zulmün varlığını da kabul etmek gerekecektir.

Peki, bugün için ülkemizde adalet var mıdır, adaleti sağlamakla görevli olan yargı,bağımsız ve tarafsız mıdır?

Bu sorumuzun çok açık olan cevabını, siz okurlar veriniz lütfen.

Demokrasinin en önemli ilkelerinden biri de hepinizin bildiği gibi, çoğulculuktur.Bu nedenle demokrasi; sadece bir kişinin veya tamamen tersi, bir azınlığın veya çoğunluğun düşüncelerine değil, her düşünceye değer veren ve saygı gösteren bir rejimdir.Bu itibarla, biz Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; zaman,zaman Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin sadece beş daimi üyesine tanınan ve bu beş daimi üyesinden birinin dahi karşı çıkmasıyla, Güvenlik Konseyinin karar almasını imkansız kılan veto hakkına yönelik eleştirilerine, Dünya beşten büyüktür sözüne,çoğulculuk ilkesi adına aynen katılıyoruz,ancak Birleşmiş Milletlerde çoğulculuğu savunan Sayın ERDOĞAN'ın; ülkemizde, tek adam olarak bütün yetkileri kendi elinde toplamasını, örneğin ükedeki motorlu araçların cam filmleri konusunda dahi tek başına karar alıp açıklamasını anlayamıyoruz.Biz de diyoruz ki;Türkiye birden büyüktür.

Aynı şekilde,ERDOĞAN'ın;Trump'un, Kudüs'ü İsrailin başkenti olarak tanımasından sonra Filistin tarafından İsrail'e yönelik olarak ilan edilen intifada sırasında 16 yaşındaki Filistinli bir çocuğa İsrail askerleri tarafından uygulanan şiddet hareketini terör olarak kabul ederek,İsrail'i bir terör devleti olarak tanımlamaya kalkışmasını, bir yerde anlıyoruz ama, aynı ERDOĞAN'ın; bir zamanlar Başbakan'ı, günümüzde de Cumhurbaşkanı olduğu ülkemizde, Berkin Elvan isimli 14 yaşındaki bir çocuğun başına isabet eden bir gaz bombası kapsulü ile polis şiddeti sonucunda ölmesine sessiz kalmasını, sessizliğini ölen Elvan'ın annesini eleştirmek için bozmasını, çocuk,genç ve yaşlı demeden, barışcıl anayasal protesto haklarını kullanan insanların, gözlerine göz yaşartıcı gaz sıkmaya kadar varan, polis şiddetine tabi tutulmalarını,insanların barışcıl protesto haklarının engellenmesini,hiç ama hiç anlayamıyoruz.

Sayın ERDOĞAN; yukarıda belirttiğimiz demokratik evrensel değerlere, önce kendi ülkesinde sahip çıkmalı ve bu değerleri, önce kendi vatandaşlarına tanımalı ve uygulamalıdır ki;bu değerleri,Uluslararası camiada da savunabilme hakkını kendinde bulabilsin ve samimiyetine inanılabilsin. 20/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Aralık 2017 Salı

HUKUK ASLA AFFETMEZ



Hepimiz çok iyi biliyoruz,güzel bir söz vardır.

Doğa asla affetmez.Doğa'nın kurallarını çiğnerseniz,gün gelir doğa sizden intikamını alır.

Biraz daha açalım.1999 Gölcük depremini iyi hatırlayınız,bizim de 1976-1978 senelerinde iki yıl boyunca görev yapıp yaşadığımız İzmit körfezinin kıyısındaki bu şirin ilçemizde, doğanın kuralları çiğnenerek deniz doldurulmak suretiyle yapılan tüm binalar yerle bir olmuş ve deniz suları bu binaları yutmuş ve doğa, yapay olarak insanlar tarafından yapılan bu deniz işgaline son vererek, çok acı bir şekilde insanlardan intikamını almıştır.

İşte,hukuk da tıpkı doğa gibi, asla affetmiyor.Hukuk da; ulusal ve evrensel pozitif hukuk kural ve ilkelerini yok sayarak,hukuku açık bir şekilde ihlal ederek,bir yerlerden aldıkları emir ve talimatları,hukukun ilke ve kurallarından üstün tutarak,yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerini çiğneyerek,adaleti kumpaslara alet ederek sözde adalet dağıtmaya kalkışan hakim ve savcılardan,eninde sonunda intikamını alıyor.

İşte bu nedenle, makalemize anlamlı bir şekilde;“Hukuk Asla Affetmez” başlığını koymayı uygun bulduk.

Diyeceksiniz ki;niçin bu konuyu seçtiniz,nereden aklınıza geldi?

Ülkemizde hukuk ihlalleri hiç hız kesmiyor ki, bu nedenle hukuk ihlalleri sürekli aklımızda ve kamuoyunun gündeminde,bugün Sözcü Gazetesinde ”Fetö'cü yargının hesap verme günü geldi çattı,keser döndü sap döndü” başlığı altında haber yapılan Balyoz kumpası davasının;o tarihlerde en saygın ve en güçlü kişisi,her isteği yerine getirilen,sıkı şekilde korunan,ağzından çıkan söz emir kabul edilerek yerine getirilen, duruşmalarda savunma makamını ve savunma hakkını yok sayan, savunmanın her konudaki yerinde ve haklı taleplerini reddeden,yandaş medyanın hakkında methiyeler düzdüğü, huzurundaki yargıladığı herbiri yüksek rütbeli Türk Silahlı Kuvvetlerinin emekli ve muvazzaf subaylarına tepeden bakan, onların suçlu oldukları konusunda ön yargılı tavırlar sergileyen,kumpas olduğunu,suçsuz olduklarını önceden bilmesine rağmen, masum insanlara verdiği ağır cezalar nedeniyle, birgün yargılanacağını, tutuklanacağını, kendisini yargılayan hakimlerden tahliye dileneceğini aklının ucundan dahi geçirmediğini zannettiğimiz başkanı,meslekten atılma eski hakim Ömer DİKEN'in İzmir 6.Ağır Ceza mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığını ve yaptığı hukuksuzlukların hesabını vermekte olduğunu görünce; ister istemez, aklımıza “Hukuk Asla Affetmez” sözü geldi ve bu makaleyi yazma gereğini duyduk.

Bu haberde yer alan, tutuklu sanık eski hakim Ömer DİKEN'in tahliye talep dilekçesinde yer verdiği; “Tutuklulukta makul süre geçmiştir.15 ayı bulan tutukluluğum AİHM içtihatlarına göre,uzun olup, ölçülü de değildir,Kaçma kuşkusunun somut delilleri gösterilmemiştir” şeklindeki açıklamaları,bize göre de, hukuki ve çok doğru ve yerinde açıklamalardır.Ancak,kendi lügatında tahliye sözü bulunmayan tutuklu sanık eski hakim Ömer DİKEN'in ağzına, tahliye talebine yönelik bu hukuki sözler hiç yakışmamaktadır.Ömer DİKEN;ancak, kendisi de tutuklu sanık olarak yargılanmaya başlayınca hidayete erebilmiş ve kendisinin, Balyoz davasının başkanı iken de var olan bu hukuki doğruları, ancak bugün hatırlayabilmiştir.Ancak, treni kaçırmıştır.

Biz, bu haberi ve haberin konusu eski hakim tutuklu sanık Ömer DİKEN'i vesile yaparak,yaklaşık elli yıllık bir hukukçu ve uygulayıcı olarak;şu anda, Balyoz Davasının Başkanı eski hakim Ömer DİKEN'i tutuklu olarak yargılamakta olan hakimlerimizin şahsında, bütün hakim ve savcılarımıza seslenmek istiyoruz ve diyoruz ki; her koşulda tarafsız olunuz,yasalar sizleri korumaya müsait olmasa da, bağımsızlığınızı kaybetmeyiniz,hiç kimsenin etkisinde kalmadan, milli ve evrensel pozitif hukuk kuralları içinde kalarak,devletimizin temeli olan adaleti, tartışmasız bir şekilde sağlamanın gayreti içinde olunuz ve sakın unutmayınız;hukuk asla affetmez. 19/12/2017



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

15 Aralık 2017 Cuma

ALBAYRAK




Makalemizin başlığındaki ALBAYRAK ibaresine bakarak,şanlı bayrağımız albayrak'tan bahsedeceğimizi sanmayınız.

Bu makalemize konu Albayrak,milli damadımız ve Enerji Bakanımız Berat ALBAYRAK.

Berat ALBAYRAK,bütçe görüşmeleri sırasında,kendi bakanlığının bütçesi görüşülürken,CHP'nin başarılı grup başkan vekili Özgür ÖZEL'in sıkıştırmaları sonunda,bugün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü olarak kabul edilen Fetullah GÜLEN Cemaatinin okullarında okuduğunu mecliste alenen itiraf etmiştir.

Bu ne anlama geliyor,Berat ALBAYRAK Cemaat okullarının mahsulü olduğunu kabul ediyor.

Ancak, kendisinin Gülen Cemaati okullarının mahsulü olduğu gerçeğini çarpıtmak ve günümüzde Gülen Cemaati okullarında çocuklarını okuttukları gerekçesiyle,silahlı terör örgütü üyesi oldukları suçlamasıyla tutuklanarak zindana atılan binlerce masum kişinin yaşamakta oldukları dramı perdelemek için; "Evet, cemaatin okulunda okudum, 35 sene içerisinde cemaatin yüzlerce okulunda okuyan yüz binlerce, milyonlarca gencin bir tanesiyim. Ama öyle bir anne baba yetiştirdi ki beni, hiçbir zaman ama hiçbir zaman aklımı bir beşere kiraya vermedim. Elhamdülillah, öyle vermedim ki, beni o dediğiniz güruh iyi bilir kimin oğlu olduğumu, nasıl bir hayat yaşadığımı. Hiçbir zaman inandığımdan geri durmadım. Bu ülkede o okullarda okumuş FETÖ'cü olmayan yüz binlerce gencimiz var, aklını kiraya vermemiş insanlarımız var." demek zorunda kalmıştır.

Evet,bugün binlerce anne ve baba; salt, iyi eğitim almaları için,çocuklarını devlet okullarına tercih ettikleri cemaat okullarında okuttukları gerekçesiyle gözaltına alınıp sorgulanmakta ve tutuklanarak cezaevine konulmakta ve büyük bir dram yaşanmaktadır.

Devletin izniyle faaliyet gösteren,tehlikesi saptandığı halde yetkililerce faaliyetine bir türlü son verilmeyen,öğrenci kabullerine göz yumulan cemaat okullarında çocuklarını okutan binlerce anne ve babanın,Berat ALBAYRAK'ın anne ve babasından ne farkları vardır?Sadece Berat ALBAYRAK'ın anne ve babası mı, oğullarını iyi yetiştirmiş,iyi terbiye vermiş ve oğullarının kendi aklını cemaate kiraya vermesinin önüne geçmiştir.?

Berat ALBAYRAK'ın anne ve babası;Berat ALBAYRAK gibi aynı cemaat okullarında okuyan diğer çocukların anne ve babalarından daha mı üstün meziyetli ve ayrıcalıklıdırlar?

Berat ALBAYRAK'ın anne ve babasının,aklını beşere kiraya vermemesi için oğullarına verdiği terbiyeyi,diğer çocukların anne ve babaları verememişler midir?

Cemaat okullarında okuyan Berat ALBAYRAK dışındaki diğer çocukların anne ve babalarının;çocuklarına, akıllarını beşere kiraya vermemeleri için gerekli olan terbiyeyi verip veremediklerini, nasıl anlayacağız ve belirleyeceğiz?

Böyle bir inkarcı ve çifte standart uygulama olamaz.

Şayet güçlüysen,cemaat okullarında okumuş da olsan, bu ülkede bakan da olabiliyorsun,sıkıştığında;evet cemaat okullarında okudum ama, anne ve babamdan aldığım terbiye ile aklımı beşere kiraya vermedim diyerek, tüm sorumluluklardan sıyrılabiliyorsun,hesap vermekten kurtuluyorsun.

Şayet garibansan, bu okullarda okuyan kişi olarak bizzat kendin ve anne ve baban,aklını beşere kiraya verip vermediğin sorgulanmaksızın,FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğu gerekçesiyle sorgulanarak tutuklanıyor ve ağır cezalara çarptırılıyorsunuz,işin garibi de,en başta savcı ve hakimlerimiz olmak üzere, bu haksızlığı hiç kimse umursamıyor ve sorgulamıyor bile.16/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

12 Aralık 2017 Salı

KİM BİR MİLYON İSTER?





Yanılmıyorsak, önce kim beş yüz milyon ister diye başlayan o popüler bilgi yarışması,şu anda kim bir milyon ister adı altında ülkemizde de devam ediyor.

Fırsat buldukça arada bir izlediğimiz bu eğlenceli bilgi yarışması, aynı format altında birçok ülkede yayınlanmakta.

Bu yarışma programı önceden, ülkemizde değerli tiyatro sanatçımız Kenan IŞIK tarafından sunulurdu.Programın beğenilmesinde, Kenan IŞIK'ın o güzel Türkçe'sinin ve sunumunun etkisini inkar edemeyiz.Bu vesileyle Kenan IŞIK'ı da anmış oluyoruz,kendisine acil şifalar diliyoruz.

Bu yarışma Kenan IŞIK'dan sonra, yine değerli bir tiyatro sanatçımız olan Selçuk YÖNTEM tarafından sunulmuş ve aynı beğeni ile izlenmiştir.

Sizlerin de çok iyi bildiği gibi, bu bilgi yarışmasının en önemli özelliği,bir milyona kadar çıkan ikramiye miktarı çoğaldıkça soruların zorlaşmasıdır.

Sorular zorlaştıkça, yarışmacıya sunulan jokerler bitmekte ve yarışmacılar kazandıkları garanti parayı tehlikeye atmamak için,yarışmadan çekilmek zorunda kalıyorlar.Bu nedenle, anımsadığımız kadarıyla ülkemizde en yüksek ikramiyeyi kazanan olmadı.

Bu yarışma programının demokrasinin beşiği olan İngilterede de sunulduğunu farz ederek bu makalemizi yazıyoruz.

Teşbihte hata olmaz, evet,rivayet odur ki; İngilterede de yayınlanan bu programda,ülkemizde olduğu gibi, en büyük ikramiyeyi kazanan çıkmamış. Bu nedenle, programı sunan televizyoncular bir kampanya başlatmışlar ve bir milyon sterlini mutlaka bir yarışmacının kazanmasını istediklerini açıklayarak, bu açıklamadan sonra yaynlanacak olan ilk programda, bir milyonluk son sorunun çok kolay olacağını ve bir milyonu mutlaka bir yarışmacının kazanacağını günlerce reklam etmeye başlamışlar.

Bu reklamı duyan yarışmacı adayları oldukça heyecanlanmışlar ve sıradaki aday yarışmacılar;bir milyonluk son sorunun çok kolay bir soru olacağı bu yarışmada yarışmacı olabilme şansının kendilerine gülmesi için dualar etmeye başlamışlar.

Yarışma günü gelip çatmış, o gün yarışan beş yarışmacıdan birisi olan ve İngilterede hukuk okuyan ve hukuk son sınıfta olan genç bir öğrenci; çok güç de olsa,jokerlerin de yardımıyla son soruya kadar gelme başarısını göstermiş ve son sorunun çok kolay olacağına yönelik reklamlara da güvenerek, kendisinin mutlak surette kazanacağından emin olduğu bir milyonun hayali içinde son soruyu beklemeye başlamış.

Sunucu; genç hukuk öğrencisi yarışmacıyı hazır mısınız diye uyardıktan sonra, bir milyonluk o çok kolay son soruyu sormuş.

Soru şu; geçtiğimiz gün, Avrupa Birliğine giriş müzakereleri halen devam etmekte olan Avrupa Birliği aday ülkesi,hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; konuşması alenen televizyonlarda da yer alan bir kişinin; “ KILIÇDAROĞLU, senin aklın gibi, ipin de çürüktür,açık söylüyorum sen bittin”şeklinde hakaret ve tehdit içeren etik dışı sözlerine muhatap olmuştur. KILIÇDAROĞLU'na yönelik hakaret ve açık tehdit içeren bu sözler, aşağıda şıkları belirtilen kişilerden hangisi tarafından söylenmiştir?

A-Ülkenin İçişleri Bakanı
B-KILIÇDAROĞLU'nun;CHP'nin seçimli kongresinde konuşan parti içi muhalif rakibi.
C-Ülkenin Adalet Bakanı
D-CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun ortaya çıkardığı bir kaçakçılık iddiasında adı geçen bir mafya babası.

Yukarıda belirttik,hukuk son sınıfta okuyan,öğrenimine göre,etik dışı bazı olumsuzlukların demokratik bir hukuk devletinde asla olamayacağını düşünen, Türkiyede politik etiğin yerlerde süründüğünden habersiz olan genç yarışmacı; herkesin duyabileceği bir şekilde sesli olarak düşünmeye başlar.Türkiye'ye hiç gitmedim,politikacılarını, devlet adamlarını tanımam, bunların siyasi etik ve üslupları hakkında yakın bir bilgim yok.Ancak, bildiğim kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti AB müzakeresi yapan insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk devleti, hukuk tahsilim sırasında öğrendiğim bilgileri ve ülkem İngilterede yaşadıklerımı birlikte değerlendirdiğimde,demokratik bir hukuk devleti olduğu bilinen ve söylenen Türkiye C.Devletinde,devletin Adalet ve İçişleri bakanlarının;bu hakaret ve tehdit içeren sözleri, ülkenin ana muhalefet partisi liderine yönelik olarak söylemeleri imkansız, sorunun cevabının da çok kolay olduğu reklam edildiğine göre,cevabın sürpriz olması da mümkün değil,bana göre en mantıklı,hukuki ve doğru cevap, (D) şıkkı olmalıdır.

Sunucu;yarışmacı genci son kez uyarır, son kararınız mı?

Yarışmacı, kendisinden çok emin bir şekilde,evet son kararım,cevaplıyorum;doğru cevap (D) şıkkıdır.

Teşbihte hata olmaz,yarışmacı hukuk öğrencisi bu genç İngiliz insanının; ülkemizdeki politik etiğin yerlerde süründüğünden habersiz olarak verdiği bu en kolay ve doğal cevabı sonunda kaybettiği bir milyon sterlin nedeniyle içine düştüğü halini,siz okurların takdir ve yorumlarına bırakıyoruz.12/12/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Aralık 2017 Cuma

İKTİDARI SALLAMAK MUHALEFETİN GÖREVİDİR




Demokrasilerde, bırakınız yasa dışı ve suç olmasını,şeklen yasal da olsa iktidarı temsil eden kişilerin etik dışı eylem ve faaliyetlerini belgeleyerek ifşa etmek ve halka açıklamak,demokratik ve yasal olan her yoldan iktidarı eleştirmek, bu suretle iktidarı sallayıp sarsmak,iktdarı istifaya zorlamak,istifa etmeyen iktidarı ise, yapılacak olan ilk seçimlerde sandıkta yok etmek,iktidar alternatifi olan ana muhalefet partilerinin görevleri olduğu gibi, aynı zamanda haklarıdır da.

Bu nedenle,iktidarı ve iktidar mensuplarını eleştiren,iktidarın yasa veya etik dışı eylem ve faaliyetlerini belgeleyerek halka açıklayan ana muhalefet partisini Fetöcü olmakla ve vatana hiyanet içinde bulunmakla suçlamak, abesle iştigaldir.

Man Adasıyla ilgili olarak CHP Genel Başkanı tarafından geçtiğimiz grup toplantısında açıklanan belgelerin, gerçek veya sahte olup olmadıklarını henüz bilemiyoruz.Gerçek de olabilirler,gerçek dışı ve sahte de olabilirler.

Ancak, CHP Genel Başkanının her türlü cezai ve siyasi sorumluluğu üzerine alarak açıkladığı bu belgelerin;üzerlerinde henüz hiçbir inceleme ve araştırma yapılmadan, peşinen sahte ve gerçek dışı olduklarının iddia edilerek, geçersiz ve yok sayılması,şeffaf demokrasilerde asla mümkün değildir.

Biz,bir CHP seçmeni olarak,bu belgeler henüz açıklanmadan önce, sosyal paylaşım sitelerinde bir mesaj paylaşarak aynen şunu yazdık; “Dağ'a fare doğurtursa KILIÇDAROĞLU bir saniye durmadan istifa etmelidir.”

Bu mesajın anlamı şudur; KILIÇDAROĞLU'nun açıklayacağı belgelerin, açıklandıktan sonra yapılacak olan inceleme ve araştırmalar sonunda, kesin bir şekilde gerçekdışı ve sahte oldukları ortaya çıkarsa, bunun siyasi sorumluluğuna KILIÇDAROĞLU peşinen katlanmalı ve koltuğunda bir saniye durmadan istifa etmelidir,aksi halde halkın yüzüne nasıl bakacak ve oy isteyecektir?

Demek ki,KILIÇDAROĞLU büyük bir sorumluluk almış ve siyasi geleceğini açıklayacağı bu belgelere ipotek etmiştir.

Bu saptamamızı niçin dile getiriyoruz?

Bu belgeler gerçek dışı ve sahte ise, siyasi iktidar için KILIÇDAROĞLU ve onun temsil ettiği CHP'den kurtulmak için arayıp da bulamadığı bir fırsat değil midir?

O zaman bu belgelerin muhatabı olan siyasi iktidarın,vakit geçirmeden yapması gereken şey ne olmalıdır?

Hiçbir araştırmaya,incelemeye,soruşturmaya ve somut delile dayanmadan,hatta henüz eline alıp görmeden,bu belgeler gerçek dışı ve sahtedir,KILIÇDAROĞLU haindir ve Fetöcüdür diyerek,kuru sıkı atmak olmamalıdır.

Siyasi iktidar, bu belgelerin gerçek dışı ve sahte olduğu konusunda kendinden çok eminse ve kendine güveniyorsa, bu belgelerin gerçek dışı ve sahte olduklarını ispat ederek, KILIÇDAROĞLU'nu, halkı kandırmakla suçlama, itibarsızlaştırma ve siyasi bir mevta haline getirme konusunda, kendisine CHP tarafından altın tepsi içinde sunulan imkanı, bu konuda meclis araştırması yapılsın önerisini niçin kabul etmemiştir?

Umarız,siyasi iktidar; bu belgelerin sızdırıldığından şüphelendiği bankaların ilgili birimlerinde çalışan bazı bankacıların işlerine son verme hatasını işleyerek, şüpheleri iyice üzerine çekmez. 01/12/2017

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu