29 Aralık 2018 Cumartesi

YILBAŞI




Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre,1.Ocak günü,içinde bulunduğumuz 2018 yılının bitimi ve gireceğimiz yeni 2019 yılının başlangıcı ve ilk günüdür.
Yılbaşı,İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır.Yılbaşı'nın, dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır.
Bunu karıştıran bazı dini kesim, biz Hristiyan değiliz,Müslümanız, yeni yılı kutlamayız diyerek, yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar.Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır.
Yılbaşı bir bayram değildir,bir takvim olayıdır.
İçinde bulunulan yılın bittiği günü,yeni yılın ilk gününe bağlayan gece, insanların; evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında, masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlenmeleri,yeni yılı kutlayarak karşılamaları,yeni yıla mutlu bir şekilde girmek istemeleri ve girmeleri, bir gelenek ve kültür olayıdır.
Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle, aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır,bunun bilincindeki insanlarımız, o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler,bu bir çelişki değil midir? Diye düşünenler olabilir.
Ben şahsen öyle düşünmüyorum,hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama, korkunun ecele bir faydası da yoktur,her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye,oturup ağlayacak da değiliz tabi.
Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak,insanların; gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri,gayeleri ve umutları vardır.İnsanlar; gayesiz,umutsuz, umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar,umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir.
İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için,her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir.
Örneğin,insanlar bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak,daha sonra evlenip yuva kurmak,çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak,emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için, yılların çabucak geçmesini, yeni yıllara ulaşmayı iple çekerler.
İşte,insanların bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi, yeni yılları ve yeni yılbaşılarını zorunlu kıldığı için,insanlar yaşlanmalarını,ömürlerinden kopup giden yılları düşünmüyorlar bile.
Bana sorarsanız,sizler de;yaşlanacağım korkusuyla,ileriye dönük isteklerinizden, gayelerinizden, arzularınızdan, umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden asla vaz geçmeyiniz,ileriye dönük gayeleri, beklentileri ve umutları olmayan insanların, yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız.
Bu vesileyle,hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2019'un; sizlere sağlık,mutluluk,huzur,başarı, ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirmesini diliyorum. 29/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Aralık 2018 Pazar

BİR AŞK ÖYKÜSÜ



Dün,Bostanlı çarşısındaki terzimde pantolonumu daralttırmak için,yürüyerek evden çıktım,yolumun üzerindeki her zaman geçtiğim parka geldiğimde,banklarda oturan yeşil gözlü sarışın 17 yaşlarında bir genç erkek çocuğunu, tek başına hıçkırarak ağlarken gördüm,içim parçalandı,kayıtsız kalamadım ve yanına giderek, derdini niçin ağladığını sordum.
İsminin Ahmet olduğunu ve lisede okuduğunu,aynı okuldan sevdiği bir kız arkadaşının olduğunu,kız arkadaşının,tüm uyarılarına rağmen, sosyal medyada yaptığı kendisine yakışmayan ve kendisine zarar veren paylaşımlarına devam etmesi üzerine tartıştıklarını ve kız arkadaşının biraz önce elveda diyerek kendisinden ayrılıp gittiğini,buna üzüldüğü için ağladığını beyan etti.
Çok ilginç değil mi?Ben dilim döndüğünce genç çocuğu teseli etmeye çalıştım,daha çok genç olduğunu, önüne daha ne güzel kısmetler çıkacağını,öncelikle okulunu bitirerek hayata atılmasının gerektiğini söyledim, ama genç hala ağlıyordu,beni dinlemiyordu bile.
Yanından üzüntü içinde ayrıldım.
Gençlerimizi,sosyal medyanın zararlarından nasıl koruyacağımızı düşünerek.
Yaşadığım bu olay, beni çok etkiledi ve tanık olduğum bu elveda'yı konu seçerek aşağıdaki makaleyi kaleme aldım.


SİZ BİR ELVEDA'YA TANIKLIK ETTİNİZ Mİ?

Önce elveda ne demek onu belirtmeliyim.
Elveda, vedaların en hazinidir,en korkuncudur.
Veda'da dönüş vardır,sevdiğiniz kişiyle kucaklaşırsınız, öpüşüp koklaşırsınız tokalaşırsınız, helalleşirsiniz,buruk da olsa gülerek ve el sallayarak veda eder ve geçici olarak ondan ayrılır gidersiniz.
Bilirsiniz ki;er veya geç,günün birinde yollarınız bir yerde kesişecek ve tekrar kavuşacaksınız,bunu bilmek,veda edip ayrılanlar için bir umuttur,tesellidir.
Bu nedenle; yaşadığınız ayrılık size,yüreğinize bir acı verse de, bu acınız artmayacak ve bir yerde durup kalacaktır. Zira, veda edip ayrıldığınız kişiye bir gün tekrar kavuştuğunuzda, yeniden mutlu olacak ve çektiğiniz önceki o acılarınızı unutacaksınız.
Ya kör olası o elveda!
Elveda,bir veda değildir.Keşke veda olabilse.
Elveda diyerek sizi terk edip giden, sizi öksüz bırakan sevdiğiniz o kişi ile ayrılmadan önce kucaklaşamazsınız, öpüşüp koklaşamazsınız, helalleşemezsiniz,tokalaşamazsınız,bunların hiçbirine fırsat bulamazsınız,belki de ömrünüz boyunca bir daha hiç bir araya gelemezsiniz.Zira, elveda kavuşamamak üzere ve geri dönüşü olmayan bir ayrılıktır.
Elveda'nın telafisi yoktur.Kalanın yüreği daima yaralı ve paramparçadır.
Elveda da,bırakıp giden için fazla bir zorluk yoktur.Onun, kendisini teselli edecek, kendince haklı nedenleri vardır elbette,ama kalanın işi çok zordur,kalan kendisini neyle teselli edecektir?Tıpkı,tanık olduğum o yeşil gözlü sarışın genç çocuk gibi.
Bu nedenle, elveda'ya; veda gibi ayrılık demek yetersiz kalır.
Elveda; adeta bir ölümdür,hissettirdiği acı,ölüme eş değerdir,sizden kopup ayrılan,aniden elinizden kayıp gidiveren  o  çok sevdiğiniz insanla birlikte ölümün karanlığında yok olmaktır,yaşarken ölmektir.
Siz hiç yaşanmış bir elveda'ya canlı tanık oldunuz mu?
Tanık olmadıysanız elveda'nın ne olduğunu pek anlayamazsınız.
Bana sorarsanız; başkaları tarafından da yaşanmış olsa,yaşanmış bir elveda'ya tanık dahi olmayın ve  elveda'nın ne olduğunu hiç öğrenmeyiniz.23/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Aralık 2018 Çarşamba

DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK



Demokrasi ve diktatörlük,birbirinin karşıtı iki ayrı siyasi rejim ve yönetim biçimidir.
Demokrasinin karşıtı olan diktatörlüklerin,dayandıkları ideolojik temellere göre,sağ,sol ve dini olanları vardır.
İngilterede, geleneksel ve sembolik hanedana dayalı bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere, tam anlamıyla demokrasi ile yönetilen bir ülkedir.Yönetimde yetkisiz ve etkisiz sembolik bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere demokrasinin beşiği olarak bilinir.
Bu nedenle,demokrasilerde seçim ve sandık gerekidir ancak, demorasinin tek ve yeterli koşulu değildir.Seçim ve sandık var,öyleyse orada demokrasi de vardır denilemez.
Demokrasi ile yönetilen çoğu ülkede; kadınlar, seçme ve seçilme hakkını Türkiyeden sonra elde etmişlerdir, bu ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakları mevcut değilken,seçme ve seçilme hakkı sınırlı iken de demokrasi vardı.
Diktatörlükle yönetilen ülkelerde de seçimler vardır,diktatörler de seçimle iş başına gelirler.
Demek ki,seçim ve sandık var, ülkeyi yönetenler seçimle iş başına geliyorlar, öyleyse o ülkede demokrasi vardır tezi, asla doğru değildir.
Demokrasi karşıtı olan diktatörlükle yönetilen,anayasası buna göre yazılan ülkeler de,bu ülkeleri yöneten diktatörler de saygındırlar.
Bu nedenle,anayasasına göre diktatörlükle yönetilen ülkeleri yöneten diktatörlere diktatör demek, asla hakaret değildir,bilakis onlar için övünç vesilesidir.
Bir de, anayasasına göre, aslında diktatörlükle yönetilmeyen,anayasasında insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı,yargısı bağımsız,demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılı olmasına rağmen,anayasanın bu amir hükümlerine uyulmayan, demokrasinin fiilen rafa kaldırıldığı ülkeler vardır ki;bu ülkelere, seçim ve sandık var, öyleyse o ülke demokrasiyle yönetiliyor denilemez.
Bu tür ülkelerde,yani aslında demokratik olmasına rağmen fiilen demokrasinin askıya alındığı ülkelerde,anayasayı ve demokrasiyi rafa kaldıran yöneticilere diktatör diyemezsiniz, derseniz alınırlar kendilerine hakaret ediliyor zannederler, aslında hakaret değil, sadece bir durum tespitidir bu.
Diktatör demek gerçekten bir hakaret değildir,bir durum tespitidir,dikte eden,dayatan,muktedir kişi anlamındadır.Bir kişi gerçekten diktatör değilse,el alem ne derse desin,asla üzerine alınmamalıdır.
Bir ülkede,fiilen yargı bağımsız değilse,tüm devlet yetkileri tek kişide toplanmışsa,parlamento işlevsiz kalmışsa,devleti yönetenler; yönetimleri ve harcadıkları devletin paraları nedeniyle denetlenemiyorsa,en başta düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,insan hak ve özgürlükleri sınırlandırılmışsa,insanlar ve gazeteciler, düşündüklerini açıklamaktan ve yazmaktan korkuyorlarsa,korkmayanlar da, açıkladıkları ve yazdıkları düşüncelerinden dolayı hakarete ve tehdit'e maruz kalıyorlarsa,basın özgür değilse,basının çoğunluğu yandaş edilmişse,yandaş olmayan basın da korkudan otosansür uygulamak zorunda kalıyorsa,devletin ve milletin birliğini temsil eden yönetimin en üst tepe noktasındaki kişi, vatandaşların en temel anayasal hakkı olan silahsız,şiddet içermeyen barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını hatırlattığı gerekçesiyle, soy adıyla alay ederek, “Birileri çıkmış,portakal mıdır,mandalina mıdır,narenciye midir,sokağa çağırıyor,..Haddini bil. Haddini bilmezsen bu millet patlatır senin enseni” diyerek,dördüncü kuvvet olarak demokratik görevini yapan bir gazeteci ve televizyoncuya alenen hakaret ve tehditler yağdırabiliyorsa, adına ne derseniz deyiniz, bu ülkenin demokratik olduğunu söyleyebilir misiniz?19/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Aralık 2018 Cuma

BARIŞÇIL DİRENME HAKKI ANAYASAL BİR HAKTIR





Direnme hakkı kavramı, siyasi literatürde yeri olan meşru bir kavram olup,gerçek demokrasilerde bu kavramdan asla korkulmamalıdır.Direnme hakkı ve bu hakkın silahsız olarak,yıkmadan,yakmadan ve dökmeden, barışçıl olarak kullanılması,iş başındaki siyasal iktidarları cebren ve zorla devirmeye kalkışma olarak iddia ve kabul edilemez.
Demokratik bir hak olan direnme hakkının reddi;ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Gençliğe Hitabe'sinde; Türk gençliğine, yeri geldiğinde ve koşulları gerçekleştiğinde, iç ve dış düşmanlara ve siyasal iktidarlara karşı direnme hakkının kullanılması için verdiği direktifi yok sayarak, Sevgili ATATÜRK'ümüz de suç kışkırtıcısı olarak yaftalamak anlamına gelecektir.
Demokrasilerde, direnme hakkı Anayasal bir haktır. Bu hak demokrasinin,demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı ve sigortasıdır.
Anayasamızda, direnme hakkı madde başlığı altında, açık bir düzenlemenin mevcut olmaması, siyasal iktidarların, Anayasaya ve rejime saldırı niteliğindeki girişimlerine sessiz kalınacağı, bu girişimlere yasal ve demokratik barışçıl tepki konulamayacağı anlamına gelemez.Anayasamızda yer alan,düşünce ve düşünceyi açıklama,toplantı ve gösteri yüşü hakları da, barışçıl direnme hakkının tezahürüdür.
Direnme hakkı, demokrasinin doğasında mevcut olan tabii bir haktır.
Direnme hakkına, ülkemizde demokrasinin gelişmesine büyük bir katkı yapmış bulunan 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde açıkça yer verilmiştir.
Demokrasileri;sağ, sol ve dini esaslara dayalı tüm dikta rejimlerinden ayıran en temel ve belirgin özellik; yönetilenlerin, kendilerini yöneten siyasi iktidarlara karşı sahip oldukları bu demokratik hak ve özgürlükleridir.
Ülkeyi yönetecek olanları belirlemek amacıyla,dört veya beş yılda bir yapılan seçimler, demokrasinin gerekli ve zorunlu, ancak yegane koşulu değildir.
Dikta ile yönetilen ülkelerde de, seçimler yapılmakta ve ülkeyi yönetenler seçimlerle belirlenmektedir.
İleri derecede demokrasi ile yönetildikleri halde, kadınlarının, seçme ve seçilme hakkını, ülkemizin kadınlarından çok daha sonra kazandıkları ülkelerin varlığı unutulmamalıdır. Bu dahi göstermektedir ki; ülkeyi yönetecek olanları belirleyen seçimler, tek başına demokrasinin koşulu ve ölçütü olarak kabul edilemez.
Bu itibarla, gerçek demokrasilerde, ülkeyi yönetecek olan siyasal iktidarlar; demokratik seçimlerle iş başına gelmeleri kadar, kendilerini seçerek iş başına getiren vatandaşların, Anayasa ve yasalarla tanınmış bulunan hak ve özgürlüklerine saygılı olmak ve iş bu hak ve özgürlükleri, antidemokratik bir şekilde sınırlandırmaya yönelik girişimlerden sakınarak, meşruiyetlerini tartışılır hale getirmekten uzak durmak zorundadırlar.
Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarların; yönetimleri altındakilerin, demokrasinin gereği olan hak ve özgürlüklerine ilişmeye başlayarak meşruiyetlerini yitirmeye başlamaları halinde, vatandaşların, mevcut hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak, hak ve özgürlüklerini savunmak amacıyla yapacakları ve ortaya koyacakları bireysel veya örgütlü, yasal,anayasal silahsız ve barışçıl her tepki ve karşı koyma eylemi, direnme hakkı içinde mütalaa edilmelidir.14/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





12 Aralık 2018 Çarşamba

CUMHURİYETİN SAVCILARI


Yapmayın,Cumhuriyetin savcıları olun lütfen!
Genel olarak ön yargı kötüdür ama,adalet dağıtımında ön yargı, asla kabul edilemez, bunun sonu demokrasinin de sonu olur.
Demokrasilerde; yıllar sonra,arşivdeki eski defterleri karıştırarak,günün koşullarına uygun ısmarlama suç yaratılamaz.
Basın özgürlüğünün,halkın haber alma hak ve özgürlüklerinin gereği olarak,gerçekleşen kanıtlı maddi olaylara dayalı haberleri,yorumsuz salt haber şeklinde sunan eski gazete küpürlerini,haberlerini ve makalelerini yeniden ısıtarak,bunlara bir de bilirkişi raporları katarak suç ve suçlular yaratılamaz.
Kanıtlarıyla, ortada işlenen gerçek bir suç varsa,anında savcılar tarafından gereği yapılır, belki bir gün lazım olur da kullanırız diye bir kenarda bekletilemez.
Demokrasilerde, delillerden suça ve suçluya gidilir, bir suç ve suçlu yaratmak için sonradan zorlama deliller yaratılamaz.
Demokrasilerde,basın yoluyla işlenen bir suç varsa,basın savcıları,Basın Kanununa tabi günlük gazeteleri inceleyerek, Basın Kanununun ilgili maddesinde yer alan çok kısa zamanaşımı süreleri içinde, o suç ve suçlu gazeteci hakkında kamu davasını açmak zorundadırlar,süre geçmişse, o eski haberleri yeniden ısıtarak,zorlama bir şekilde davalar açamaz.Günlük gazeteler ve tüm basılmış eserler, parasız olarak bunun için savcılıklara verilmektedir,savcılar bedava gazete okusunlar diye değil.
Bugün bakıyoruz,Basın Kanununda öngörülen kısa zamanaşımı süresi çoktan geçtiği halde,üç beş sene geçmişte kalan SÖZCÜ Gazetesinin küpürleri ve haberlerinden suçlar yaratılıyor ve ülkenin en değerli,FETÖ düşmanı gazetesi ve yazarları FETÖ Örgütüne yardım ediyorlar gerekçesiyle suçlanarak, haklarında kamu davası açılıyor.
Tam bir akıl tutulması yaşıyoruz.
Hukuk tahsili yapan savcılar, geçmişe dayalı gazete başlık ve haberlerinden ve yazılarından suç yaratmak için bilirkişilere başvuruyorlar.Aslında, basın yoluyla işlenen gerçek bir suç varsa, gazetede yayınlanan haberlerde ve makalelerde suç usuru olup olmadığını,teknik bir bilgi ve uzmanlık istemediği için,savcıların bizzat değerlendirmeleri zorunludur.
SÖZCÜ Gazetesinde yer verilen başlık, haber ve makalelerle, halkta FETÖ'yü öven algı yaratarak suç işlendiği iddiasıyla dava açan savcılar;bu konuda kendilerini bilgisiz ve yetersiz sayarak bilirkişilere başvuruyorlarsa,bu haber ve makalelerin, hukukçu olmayan halkta,FETÖ lehine ve onu öven algı yarattığını, nasıl iddia edebilir ve davalar açabilirsiniz,bu büyük bir çelişki değil midir?
Demokrasilerde;Savcıların bile, üç beş sene gecikmeyle ve ancak bilirkişi raporlarıyla farkına varabildikleri algılarla suç yaratılamaz.
Tam bir hukuk ve yargı trajedisini ve komedisini aynı anda birlikte yaşıyoruz.
Gerçekten,demokrasimiz trajikomik bir şekilde felakete doğru emin adımlarla ilerlemekte, ne yazık ki. 12/12/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Aralık 2018 Pazartesi

LÜTFEN ARTIK UYANIN BEYLER!...



Siyasal iktidarı ibretle ve hayretle izliyoruz.

Bugün kamuoyuna bomba gibi düşen bir habere göre, SÖZCÜ Gazetesinin çok okuman ve sevilen iki yazarı, Necati DOĞRU ve Emin ÇÖLAŞAN hakkında, FETÖ Silahlı Terör Örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek suçlamasıyla kamu davası açılmış,hayret etmemek mümkün değil.

Bu ülkede FETÖ Örgütüne yardım edecek en son insan, bu iki yazar olmalı.Bu yazarların, bugüne kadar savundukları fikirler,dünya görüşleri ve yazdıkları yazılar ortada ve hepimizin malumu.

Akıl tutulması gibi bir şey.

Ülkemizde, özgür basın adına ayakta kalan muhalif iki üç gazeteden en başta geleni olan SÖZCÜ Gazetesinin, bu ünlü yazarları üzerinden,yerel seçimler öncesinde susturulmasının planlandığı çok açık.

Nedir bu ihtiras ve doyumsuzluk anlamak mümkün değil.

Basını, tamamen saraya biat eden tek ses,sarayın sesi haline getirmek isteyenler; bindikleri dalı kendi elleriyle kesmek üzere olduklarını,artık fark etmelidirler.

Dünya siyasi tarihi bir çok trajediye ev sahipliği yapmaktadır.Tarihin sayfalarını şöyle biraz karıştırıp okuyun lütfen,okuyun ki, tarih sizler için de tekerrür etmesin.

Demokrasiden eser bırakmadınız ülkede, 12 Eylül darbe anayasası bile, sayenizde isyanda,beni ayaklarının altına aldılar beni yara bere içinde bıraktılar, her yanımdan kanlar akıyor,içim yanıyor,kendimi tanıyamıyorum diyerek, feryat figan ağlıyor.

Ülkede,demokrasiden yana muhalif insanların nefes alabilecekleri, baca ve delik bırakmadınız,halk boğulmak üzere,şiştikçe şişiyor vücuduna dolan ve artık kendisini rahatsız etmeye başlayan gazı boşaltarak rahatlamak istiyor,ama sizler insanların içlerine dolan gazı boşaltacağı deliklerin tümünü tıkayarak, insanları kendi ellerinizle patlamaya hazır birer bomba haline getirmek üzere olduğunuzun farkında değilsiniz.

Halkın selameti ve rahatlaması için olmasa da,kendi geleceğiniz için, artık uyanın ve demokarsinin hava delikleriyle oynamayınız beyler. 10/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

4 Aralık 2018 Salı

ÇÖKEN SADECE ERGENEKON DAVASI MIDIR?


Türk yargı tarihine Ergenekon Davası olarak geçen ve FETÖ'nün kumpası olduğu ve aslında böyle bir örgütün bulunmadığı kanıtlanarak, bu davanın tüm sanıkları aklanmışlardır.
Başka bir anlatımla,ERGENEKON davası tamamen çökmüş ve yargının karanlık çöplüğüne atılmıştır.
Bu kumpas dava nedeniyle binlerce insan, haksız yere tutuklanarak zindanlara atıldılar,uzun süre yargılanarak mağdur edildiler,içlerinden bazıları yargılama evresinde hayatlarını kaybetti,bu davanın şüphelisi ve sanıkları olarak doğrudan zarar görüp mağdur olan bu kişler yanında, bunların aile yakınları ve dostları da, acı çekip zarar gördüler.Bu insanların çektikleri acıların hiçbir bedeli asla olamaz.Hiçbir bedel, bu acıları ortadan kaldıramaz.Bu gerçek, madalyonun sadece bir yüzüdür.
Zira;çöken, sadece ERGENEKON Davası değildir,bu davanın çöküşü, aynı zamanda Türk Yargısını,Türk İnsanının hak ve adalet duygularını,adalete ve yargıya olan güveni de çökerterek, yerle bir etmiştir.Bu çöküş'ün doğurduğu toplumsal ve kitlesel zarar, davanın mağdurlarının şahsen gördükleri zararlardan çok daha fazla ve korkunçtur.
Bu çöküş,yani;Türk Yargısının,Türk insanının hak ve adalet duygusunun,adalete ve yargıya olan güvenin çöküşü ve yok olması,doğrudan devletimizin varlığına,gücüne ve itibarına,insanların özgürlüklerine yönelik, onarılması çok zor ve uzun bir zamanı gerektirecek,yıllara mal olacak büyük bir tehlike oluşturmuştur.
Zira,adalet; mülkün, yani devletin temelidir. Çöken ve yok olan adalet ve adalet duygusu, devletimizin temellerini yerinden oynatmış ve sarsmıştır.Bu sarsıntı nedeniyle, sadece davanın mağdurları değil, yetmiş milyon tüm Türk insanı zarar görmüştür.
ERGENEKON Davasının çöküşü ile çöküşü tescillenen Türk Yargısı ile Türk yargısına olan güveni,vakit geçirmeksizin,yeniden tesis etmeye başlayacak yerde,yargıya olan güveni daha da sarsan ve sıfır noktasından eksilere taşıyacak olan yargıya yönelik baskılar ve müdahaleler,maalesef bugün de, daha büyük bir hızla ve başka mağdurlar yaratacak şekilde tüm hızıyla devam etmektedir.
Öyle ki, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve İnsan Hakları Mahkemelerinin verdikleri kararlar,siyasal iktidar tarafından tanınmamakta,yok sayılmakta ve zaten güven yitiren ve itibarı sıfırlanan yargı, giderek itibarsızlaştırılmakta ve adalete olan güven tamamen yok edilmekte, hukukçularımız,Barolar,Sivil Toplum Kuruluşları, Üniversiteler ve aydınlarımız,suskun kalıp hiçbir tepki vermeyerek, olup bitenlere sadece seyirci kalmaktadırlar.
Biz, Türk Yargısının içine düşürüldüğü bu üzücü durumunu, hayretle ve ibretle izliyoruz.Bizim aydın bir kişi ve hukukçu olarak elimizden gelen, bu sorunu yazarak ve çizerek, kamuoyunun bilgisine ve ilgisine sunmakla sınırlı ne yazık ki.
Yüce ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri, ne kadar sağlam ve kuvvetliymiş ki; devletin temeli olan adaletin çökmesine rağmen hala ayakta durabiliyoruz. 04/12/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Aralık 2018 Pazar

DEĞERLİ BİR SAVCI!..




Bugün (02/12/2018) SÖZCÜ Gazetesindeki Uğur DÜNDAR'ın köşe yazsısını okurken dikkatimi çekti, Sayın DÜNDAR;FETÖ'NÜN CADI AVINA MEYDAN OKUYAN KAHRAMANLAR!..başlıklı makalesinde,”Nihayet önceki gün,değerli bir savcı Yargıtay'ın Ergenekon adlı bir terör örgütü tespit edlememiştir şeklindeki görüşüne uyarak.....yurtsever subay,aydın ve siyasetçinin bu FETÖ kumpasından beraatlerini istedi” diye yazmış.

Uğur DÜNDAR,FETÖ kumpasından haksız yere suçlanan ve zindanlara atılanların beraatlerini talep eden savcıya değerli bir savcı diye hitap ediyor.

Ne günlere kaldık,biz bu savcıyı tanımıyoruz kim olduğunu da bilmiyoruz ama, Sayın DÜNDAR ile aynı görüşte değiliz.Subaylarımıza,aydınlarımıza ve gazetecilerimize kumpas kurduğu, ayan beyan ortaya çıkan, bırakınız kumpaslar kurmayı, darbe girişiminde bulunacak kadar gözü dönen hain FETÖ gerçeğine, Yargıtay'ın kararlarına,iş başındaki iktidarın, 180 derece dönerek, eski ortağı FETÖ'yü can düşmanı ilan etmesine rağmen;FETÖ'nün iktidar ortağı ve çok güçlü olduğu, kumpas soruşturmaları ve davalarıyla vatansever subaylarımızın, aydınlarımızın ve değerli gaztecilerimizin tutuklanarak zindanlara atıldıkları dönemde seslerini çıkaramayan savcılarımızın,FETÖ'nün gerçek yüzünün ortaya çıktığı bugün,malumu ilan ederek, FETÖ kumpasını kabul edip, kumpas mağdurlarının beraatini talep etmekten başka bir alternatifleri var mıdır ki?

Bu nedenle;ortaya çıkan bugünkü siyasi koşullarda,aksini savunma şansları, seçenekleri ve imkanları bulunmayan savcıların;Ergenekon isimli bir örgüt yokmuş,bu bir FETÖ kumpasıymış diyerek, kumpas mağdurlarının beraatlerini talep etmeleri, bize göre,tek başına o savcıyı değerli kılamaz.

Koşulların tamamen tersine döndüğü, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı bugün,hukukun üstünlüğü ve yaptığı hukukçu yeminine sadık kalarak ve en önemlisi,adaletin; devletin temeli olduğuna inanarak,her türlü riski,başına gelebilecek her türlü tehlikeyi,meslekten atılmayı dahi göze alarak;

Çocuklarını,iyi yetişmeleri,bir lisan öğrenmeleri,kalabalık sınıflarda okumamaları için,fedakarlık yaparak, bugün FETÖ okulları olarak suçlanan, ama yakın zamana kadar iktidar tarafından açılmaları teşvik edilen,öğrencilerine devlet tarafından burslar verilen, övgüler yağdırılan,bugünün Maliye Bakanının dahi mezunlarından olduğu,okullarda okuttukları için,

Açılışını devlet adamlarımızın yaptıkları,açılış kordelasını kestikleri,destek için kamu paralarını yatırdıkları,düne kadar her türlü desteği verdikleri, eski genel müdür yardımcısını daha birkaç ay önce SPK Başkanlığına atadıkları, Bank Asya isimli katılım bankasına,sırf inançları gereği ve faize karşı oldukları için para yatırdıkları ve paralarını bu bankada değerlendirdikleri,çocuklarının okul taksitlerini yatırmak için mecburen bu bankada hesap açtırdıkları için,

Yıllar önce bile, güya FETÖ yanlısı oldukları iddia edilen iş yerlerinde çalışıp sosyal sigorta kayıtları olduğu için,

Güya, FETÖ'nün okullarının fazla ve FETÖ'nün etkili olduğu bazı yabancı ülkelere seyahat amacıyla giriş ve çıkış yaptıkları için,

Bu ülkenin eski Adalet Bakanı'nın; daha yakın zamanlarda,büyük din alimi olarak meclis kürsüsünden övgüler yağdırdığı,devleti yöneten en tepe noktasındaki yetkililerin, emirlerindeki MİT ve sair istihbarat örgütlerinin raporlarına rağmen, kendisini yasal bir cemaatin lideri olarak lanse ettikleri savundukları,kutup yıldızı gibi parlattıkları,taraftarlarına ayrıcalıklar tanıyarak, devletin en üst bürokrasi makamlarına atadıkları,bizi yönetenlerin; FETÖ'nün, meğerse azılı bir silahlı örgüt kurduğundan habersiz bulunduklarına ve FETÖ tarafından aldatıldıklarına ilişkin itiraflarını görmezlikten gelerek,sanki uzaydan gelmişler gibi,FETÖ'nün gerçek yüzünü,FETÖ'nün Silahlı bir terör örgütü olduğuna ilişkin hal ve sıfatlarını bilmeden,yasal olduklarına iktidar tarafından inandırılan ve kandırılan, GÜLEN Cemaatine ve GÜLEN'e şu veya bu şekilde yanılarak sempati duydukları için tutuklanan ve haklarında ceza davaları açılan dindar,suçsuz ve saf vatandaşlarımızı ayırarak, bu gerçekleri dile getirerek, masum insanların beraatlerini korkusuzca talep edebilen bir savcı çıkarsa,işte o savcı bize göre gerçekten değerli bir savcı ve değerli bir hukukçudur.02/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

NOT; Bu makalenin yazarı da,uzun yıllar siyasi mahkemelerde
savcılık ve hakimlik yapan, illegal örgüt davalarında uzmanlaşmış emekli bir
savcı olup,tek derdi; hukukun üstünlüğü olan,hangi görüşten olur-
larsa olsunlar, tüm sanıklara tarafsız davranan, maddi hakikatleri savunan
sosyal demokrat görüşlü, ATATÜRK'çü ve yaklaşık elli yıllık bir hukukçudur.
Bu makalenin altında, hak ve adaletten,yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığını savunmakta başka bir niyet aramaya kalkışmasın kimse.