31 Ekim 2021 Pazar

HAVANDA SU DÖVEN NAFİLE BİR GÖRÜŞME

 


Ve nihayet, BİDEN ile ERDOĞAN görüştüler.

Diyeceksiniz ki;görüştüler de ne oldu?

Koskocaman bir hiç.Yine havanda su dövüldü, ülkemiz yararına hiçbir somut sonuç alınmadı.

ERDOĞAN; ABD Başkanı BİDEN ile beş ayda ikinci kez ikili görüşme yapmış oldu, sadece.

ABD başkanı,lütfedip ERDOĞAN'ı muhatap alıp kabul etti.

Bu,beyhude ve nafile, ülkemiz yararına hiçbir olumlu sonuç doğurmayan görüşme ve görüşme aşkı, bir Türk olarak bizi ziyadesiyle üzüyor.

ERDOĞAN; içeride ne kadar şahin ve kendine güven içinde konuşuyor,atıp tutuyor,son on büyük elçi olayında olduğu gibi,büyük devletlere kafa tutuyor,muhalefete kem sözler söylüyor ve tehditler savuruyor,ağzına geleni söylüyor,ana muhalefet partisi liderine Bay Kemal diye hitap ederek, aşağılamaya ve onu değersizleştirmeye çalışıyor ve tehdit ediyorsa;yurt dışına çıktığında,Uluslar arası arenalarda,ABD ve Batının büyük devletlerinin liderlerinin karşısına yüz yüze ve canlı olarak geldiğinde ise, dut yemiş bülbül gibi sakinleşiyor,yumuşuyor,pamuk gibi oluyor,o dev ve uzun boyuna rağmen ezik bir vücut dili sergiliyor,yüz ifadesi yumuşuyor çok sevecen oluyor.Hani yanında olsak, boynuna sarılıp şapur şupur öpesi geliyor insanın.

İtalya'ya yaptığı G-20 ziyaretinde de,aynı sahnelere ve görüntülere tanık olduk.

T.C.Devletinin imzaladığı,yasa ve anayasa hükmündeki anlaşmalara uymadığı için; kendisini,Ankaradaki büyükelçileri marifetiyle uyarmak zorunda kalan ABD ve batılı devletlere kafa tutan ve elçilerini sınırdışı yapmaya kalkışan ERDOĞAN; deplasmanda 180 derece dönüş yaparak, birden uysallaşıveriyor.

Bu iki ayrı değişik şahsiyet sergileyen bir devle adamı olarak, etkinliğini, inandırıcılığını ve saygınlığını yitiriyor.

İçerideki,tek adam hakimiyetine dayalı,demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini, yargının bağımsızlığını tanımayan otoriterliği,dış politikadaki;koşullara göre, hem Rusya'ya ve hem de ABD'ye yanaşan iki yüzlü ve değişken istikrarsız tutumu yüzünden, ABD ve batının ERDOĞAN ve iktidarını gözden çıkardığı,anlaşılıyor ve bu nedenle ERDOĞAN ile kerhen görüşmek zorunda kalan ABD Başkanı BİDEN,aramızda sorun olan hiçbir konuda ERDOĞAN'a umut vermemiş ve sorun çözen hiçbir sonuca ulaşılamamıştır.

ERDOĞAN'ın S-400 konusunda verdiği yanlış ve duygusal kararı, başımıza bela olmuş,bu sebeple,parasını ödediğimiz halde F-35 alamadığımız gibi,F-35 ler için ödediğimiz 1.4 milyar dolara karşılık razı olduğumuz yenileştirilmiş F-16 ların alımı konusunda dahi, BİDEN kesin bir söz ve tarih verememiş ve topu ABD Kongresinin üzerine atmakla yetinmiştir.

Fıratın Doğusu ve Suriyenin Kuzeyinde kurulmaya çalışılan PKK/PYD Kürt Devleti oluşumuna, askeri ve maddi katkı veren ABD,bu katkısına devam kararından caydırılamamış,sadece ERDOĞAN tarafından bu konuda üzüntülerimiz bildirilmiştir.

ERDOĞAN bize göre,yanlış yolda yürümektedir.Artık Fıratın Batısında ve İDLİP de Rusya,Fıratın Doğusunda da ABD'nin söz sahibi olduklarını,bu nedenle,ülkemizin güvenliği için, Suriyenin toprak bütünlüğünü ESAT dan daha çok gözeterek bu konuda ESAT ile müzakere masasına oturmak zorunda olduğunu, bir türlü kabul edememektedir.

ERDOĞAN; bize göre, hem kendisini ve hem de ülkemizi savuran bir dış politikada ısrar etmektedir.

ABD ve Batı;seçimlerin ertesinde, ERDOĞAN sonrası oluşacak,tekrar parlamenter sisteme dönecek olan,tüm kural ve kurumlarıyla,insan hak ve özgürlükleriyle, bağımsız yargısıyla, demokrasinin yeniden tesis edileceği Türkiyeyi ve oluşacak yeni yönetimi beklemekte ve ABD ve batı ile aramızdaki sorunların çözümü için,ERDOĞAN yönetimi ile her geçen gün, ülkemiz aleyhine işlemektedir.

ERDOĞAN'ın; ABD Başkanı BİDEN ile görüşmesi, bundan başka hiçbir anlam ve önem taşımamaktadır. 01/11/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

30 Ekim 2021 Cumartesi

ADINI DOĞRU KOYALIM LÜTFEN!..

 



T.C.Devletinin laik ve demokrat gerçek Müslüman yurttaşlarının ortak bir dileği vardı.

Cumhuriyetimizin 98.yaşı;bu sene, mübarek Cuma gününe denk gelmişti.

Herkes, nefeslerini tutmuş ve Cuma Hutbesinde; T.C.Devletinin kurucusu, Cumhuriyeti bize hediye eden ATATÜRK'ün ismine yer verilerek, ona da özel olarak dua edilecek ve minnet duygularımız ifade edilecek miydi?

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ortak Cuma Hutbesinde;maalesef, her zaman olduğu gibi,yine ATATÜRK'ün adına yer verilmemiş ve ona dua edilmemişti.

Bugün gazeteme baktım, herkes bu affedilemez kasıtlı avranışın faili ve mesulü olarak, Diyanet İşleri Başkanını gösteriyordu.

Bu nankörlüğün,ATATÜRK'e ve Türk Halkına saygısızlığın gerçek faili, yine perde arkasında kalmayı ve gizlenmeyi başarmıştı.

Bir akıllı gazeteci çıkıp,gerçek ve tek sorumlunun Diyanet İşleri Başkanı'nın olmadığını,gerçek sorumlunun ülkemize siyasal İslamı getiren laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağında olduğu Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilen partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın kendisi olduğunu, açıkça dile getiremedi.

Evet,hutbeyi hazırlayan, aynı zihniyetteki,ATATÜRK düşmanı Fesli Kadirin hayranı ve yakın dostu Cumhuriyet düşmanı ümmetçi Diyanet İşleri Başkanıydı.

Ancak,Diyanet İşleri Başkanının; doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı olup,onun talimatına göre davranan bir emir kulu olduğu unutuluyordu.

Partilili Cumhurbaşkanın;Cuma Hutbesinde, ATATÜRK adına yer verilmesini ve özel olarak ve adı zikredilerek ATATÜRK' e de dualar edilip şükran duygularımızın açıklanmasını emretmiş ve bu isteğini talimat olarak bildirmiş olsaydı,Diyanet İşleri Başkanı ATATÜRK adına Cuma hutbesinde yer verdirip, dua ettirmeyecek miydi?

Partili Cumhurbaşkanı talep etti de;Diyanet İşleri Başkanı, partili Cumhurbaşkanının bu isteğine ve talimatına karşı mı çıktı zannediyorsunuz,bu mümkün müdür?

Asla,mümkün değildir.Aksi halde bu koltukta bir saniye dahi kalamazdı.

Sizin anlayacağınız,alan razı satan razı bir danışıklı dövüş seyrediyoruz.

Bu nedenle, gerçek suçlu partili Cumhurbaşkanıdır.

ATATÜRK ve laiklik karşıtı,hem laik, hem de Müslüman olunamaz tezinin savunucusu partili Cumhurbaşkanı istemediği için,Cuma hutbesinde ATATÜRK'e yer verilmemiştir ve bu durum asla sürpriz değildir.

Bu ATATÜRK karşıtlığı nankörlüğün,Cuma hutbesinde ATATÜRK'süz bir Cumhuriyet kutlamasının gerçek sorumlusunun partili Cumhurbaşkanı olduğu,Diyanet İşleri Başkanının da,sadece bu suçun ortağı olduğu unutulmamalıdır.

Bu nankörlüğe verilecek en güzel cevap;gerçek Müslümanların, evlerinde vakit namazlarını aksatmadan,Cuma namazlarına giderek bu ATATÜRK ve laiklik karşıtı ve düşmanı zihniyetin temsilcileri ve Diyanet görevlilerinin arkasında secdeye durmamaları, olmalıdır. 30/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

28 Ekim 2021 Perşembe

SAYIN ERDOĞAN HAYIR BÖYLE BİR CUMHURBAŞKANI'NA LAYIK DEĞİLDİR BU MİLLET

 


Yeter artık.

Bu ülke senin babanın tapulu malı değil, partili cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın ERDOĞAN.

Bu ülke şehit ve gazi kanlarıyla kurtarılarak kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.

Siz,bu ülkenin ilk Cumhurbaşkanı olmadığınız gibi,son Cumhurbaşkanı da olmayacaksınız.Koltuğu, eninde sonunda,en geç 2023 de yapılacak seçimlerle boşaltacak ve köşenize çekileceksiniz.

Bu ülke tüm 84 milyon vatandaşın eşit ve ortak malıdır.

Bu ülke insanı; sizi, anayasa ve yasalara,cumhuriyetin ve demokrasinin temel ilkelerine göre ülkeyi yönetmek ve insanlarımıza tarafsız, adil ve eşit bir şekilde hizmet etmeniz için, bu koltuğa layık görüp seçmiştir.

Bu koltuğun saygınlığına,her Türk vatandaşı gibi,anayasa ve yasa kurallarına siz de uymak zorundasınız,sizin anayasa ve yasalara uymama gibi bir imtiyazınız ve ayrıcalığınız asla yoktur.

Seçimle geldiniz,aynı yolla,yine seçimle gitmeyi kabul edip içinize sindirmek zorundasınız.

Seçimler yaklaştıkça ve anketler seçimi kaybedeceğinize işaret ettikçe, daha da sertleşiyorsunuz,anayasa ve yasalara saygısızlığınız her gün artıyor ve hata üzerine hatalar işliyorsunuz.

10 Büyükelçinin istenmeyen adam ilanındaki blöfünüz ve sonunda geri adım atmak zorunda kalışınız, bu hatalarınızdan son bir örnektir.

Sizin en büyük yanılgınız,buralara kadar geldiğiniz yeri unutup hatırlayamamak,bu makamlara doğuştan,Allahın emriyle geldiğinize,bu ülke için vazgeçilmez olduğunuza kendinizi inandırmak ve her kula nasip olmayan elde ettiğiniz bu koltukları, sanki doğuştan hak edip ölene kadar da sahip olma hakkına sahip olduğunuzu zannetmenizdir.Yok öyle bir şey,unutmayınız ve kendinize geliniz.

Siz, her vesileyle Kasımpaşalı ve mert olduğunuzu beyan etmektesiniz.

Ancak;tarafsız, anayasa ve yasalara saygılı,gerçekten korunmayı hak eden gerçek cumhurbaşkanlarını, çirkin sözlerden himaye amacıyla Türk Ceza Kanununa konulan Cumhurbaşkanına hakaret suçunu, bir silah ve tehdit olarak kullanarak,mertliğe, eşitliğe ve adalete sığmayan bir tutum sergileyip, hak etmediğiniz bu yasa maddesinin korumasını kalkan yaparak,önünüze gelen tüm muhaliflerinizi tehdit edip hakaretler yağdırıyorsunuz,buna karşılık vererek,hakaret etmeden sizi sadece eleştiren insanları,hak etmediğiniz halde mahkemelerde süründürüyorsunuz.Bunun neresi mertliğe sığar Sayın ERDOĞAN?

Gelelim son meclis grup toplantısında AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığınız konuşma sırasında yayınlattığınız KILIÇDAROĞLU'na yönelik olarak Çubuk ilçesinde yapılan linç girişimine işikin video görüntülerine ve bu görüntüler verirlirken yapılan seslendirmeye.

Siz Müslüman geçiniyorsunuz,vakit namazlarını kılıp kılmadığınızı bilmiyoruz ama,cuma namazlarınızı hiç aksatmadan eda ediyorsunuz.Bir Müslüman olarak,grup toplantısında yaptığınız konuşma sırasında, hiç gereği yokken, bu linç videosunu izlettirmenize artık pes diyoruz.

Bu görüntülerin ne gereği vardır o konuşmanızda.

Bu linç görüntüsünün eşliğinde yapılan seslendirmede yer alan; “11 yıllık mağlubiyetlerden ders çıkarmayan, halkımıza hakaretler eden” sözleri, ne demek oluyor?Seslendirmenin sonunda da yer alan, “millete hesap verecektir”sözlerini anlamak da mümkün değildir.Hangi hesaptan bahsediyorsunuz siz?Bu ülkede politikaclardan şayet hesap sorulacak olursa,yasalar önünde hesap vermesi gereken ilk kişi siz,son kişi de KILIÇDAROĞLU olmalıdır.

Grup toplantısında yer verilen video görüntülerinde mağdur olan,saldırıya uğrayan,hayatına kast edilen kişi bizzat KILIÇDAROĞLU,ancak bu görüntüler eşliğinde yapılan seslendirmede, KILIÇDAROĞLU,halkımıza hakaretler yağdıran,millete hesap vermekle suçlanan bir suçlu gibi sunuluyor.Sanırım KILIÇDAROĞLU bir başkasıyla karıştırılarak, büyük bir seslendirme hatası yapılmış.

Ülkemizde geldiğimiz bu noktada,suçlular mağdur,mağdurlar suçlu oldu sayenizde.

Seçim mağlubiyetlerini kast eder görüntüsü altında,11 yıllık mağlubiyetlerden hiçbir ders çıkarmayan KILIÇDAROĞLU derken,aslında KILIÇDAROĞLU'na yönelik linç girişiminin dahi KILIÇDAROĞLU'nun ders almasına yeterli olmadığını,hala muhalefet ederek size yönelik haklı eleştirilerine, muhalefet görevine devam ettiğini söyleyerek,KILIÇDAROĞLU'nu;şayet susmaz ve köşesine çekilmezse, ölümle tehdit ediyor olmalısınız.Ben kafası çalışan,sözlerin satır aralarını okumakta başarılı bir hukukçu olarak, bu sonuca vardım.

Siz,hiç gereği yokken KILIÇDAROĞLU'na yönelik bu linç görüntülerini meclis grup salonundan tüm millete seyrettirmekle,KILÇDAROĞLU'nun; “ülkemizde siyasi cinayetler olacağından kuşku duyuyorum” sözünün haklılığını kanıtlıyorsunuz.

İyi Parti Genel Başkanı AKŞENER'in Karadeniz gezisinde uğradığı saldırıyı da eleştirecek yerde,bunlar daha iyi günleriniz,durun bakalım daha neler olacak neler diyen de sizsiniz.

Şimdi,KILIÇDAROĞLU'nun,”ülkemizde siyasi cinayetler olacağından kuşkularım var” şeklindeki,doğru ve çok yerinde ve isabetli olan şüphe içeren bu beyanlarını, sanki suçmuş gibi savcılığa taşıyarak,KILIÇDAROĞLU'nu sanık koltuğuna oturtmak ve itibarsızlaştırmak için,savcılığa ifade vermeye zorluyorsunuz.

KILIÇDAROĞLU'nun şüphe içeren bu iddiası için savcılığa giderek beyanda bulunmasına ve kanıtlarını sunmasına gerek bırakmadınız.

Sizin,AKŞENER için söylediğiniz tehdit içeren sözler ile son grup toplantınızda meclis kürsüsünden yayınlattığınız KILIÇDAROĞLU'na yönelik linç girişim video görüntüleri ve bu görüntler eşliğinde sarf edilen sözler,KILIÇDAROĞLU'nun şüphelerinin en büyük kanıtı olup,bu konuda soruşturma açan savcılık,kendileri dahil 84 milyon Türk Vatandaşının duyduğu sizin bu tehdit içeren beyanlarınızı ve KILIÇDAROĞLU'na yönelik linç girişimi görüntülerini incelesin, KILIÇDAROĞLU'nun şüphelerinde ne kadar haklı olduğunu anlayacaktır.

Sayın ERDOĞAN;konuşmayın artık lütfen, konuştukça itibar,puan ve oy kaybediyorsunuz.

Sayın ERDOĞAN;allahın sopası yok,Allah, kendi dilinizle,eylem ve beyanlarınızla sizi ele veriyor, konuştukça batıyorsunuz.Bizden söylemesi.

29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutladığımız bu mutlu günümüzde, bunları mı yazmamız gerekirdi?Bu da ayrı bir üzüntü kaynağımız.

Tüm kötü koşullara ve üzücü eylem ve söylemlere rağmen,tüm nilletimizin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyorum.

Bize bu ülkeyi ve Cumhuriyeti kazandıran ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarına,ilk meclisin değerli milletvekillerine, şükranlarımızı sunuyor,minnet ve saygıyla manevi huzurlarında eğiliyoruz.Hepsinin mekanları cennet olsun. 29/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu






27 Ekim 2021 Çarşamba

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

 


Bayramların en büyüğü,Cumhuriyet Bayramını,Cumhuriyetimizin ilanının 98 yıldönümünü kutlayacağımız 29.Ekime,sayılı gün kaldı.

Bu sene de, en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını,geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, yine buruk kutlayacağız.

Cumhuriyet ve onun temel kurucu ilkeleri ve Cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK ile sorunları olan AKP iktidarı döneminde, tüm milli bayramlarımızı,özellikle de Cumhu riyet Bayramımızı, kısıtlı ve buruk kutlamaya alıştık artık.

Daha doğrusu, bizler alışmadık ama,AKP iktidarı bizi bu duruma alıştırmakta ısrarlı.

Mutlaka bir bahane bularak,Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarına sınırlandırma getirmeyi alışkanlık yaptılar.

Ancak,Cumhuriyetin; en başta laiklik olmak üzere, tüm değerlerine sadık bizler, Cumhuriyet Bayramını,hak ettiği coşkuda kutlamakta kararlıyız.

Hepinizin Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyor,bu vatanı ve Cumhuriyeti bize kazandıran ve emanet eden ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını,rahmetle,minnetle ve şükranla anıyorum.

29.Ekim.2011 yılında, Cumhuriyetin 88.yıldönümünü, yine çok kısıtlı ve buruk olarak kutladığımız Cumhuriyet Bayramı nedeniyle on sene önce yazdığımız ve güncelliğini hiç kaybetmeyen, “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞT!” başlıklı yazımıza,sizlerle paylaşmak üzere,aşağıda aynen yer veriyoruz.27/10/2021

Güner YİĞİTBAŞI


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!


Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.


Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.


Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.


Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.


Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak;onların, Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.


İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.


Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.


Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.


Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte, tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.



Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.


Heyhat!


Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.


Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.


Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.


Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun, çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.


İşte, en önemli Milli Bayramız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.


Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.


Hoşça kalın. 29.Ekim.2011


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





26 Ekim 2021 Salı

KİMİN GERİ ADIM ATTIĞINI GERİ ADAM ATAN KİŞİNİN KENDİSİ ÇOK İYİ BİLİYOR

 


Kimse hamasat yapmasın,vatan severlik ve vatana ihanet kavramlarını çarpıtarak, doğruları söyleyenlere, kara çalmaya zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkmaya kalkışmasın.

Biz,10 büyükelçinin,asla ve asla Türkiyenin içişlerine ve Türk yargısına müdahale olmayan,Avrupa Konseyi üyesi olan ülkemizin,altına imza koyduğu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uyma konusunda taahhütde bulunduğu İnsan Hakları Sözleşmesine ve Anayasamızın 90.maddesine aykırı olarak, Kavala hakkında verilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararına uymayan tavrı üzerine, ülkemize taahhütlerini hatırlatan elçilerin bildirisi karşısında,iktidarla birlikte,sırf oy kaygısıyla, korkak davranarak,10 büyükelçinin temsil ettikleri devletler adına yaptıkları hatırlatmayı,ülkemizin içişlerine müdahale olarak değerlendiren ve partili Cumhurbaşkanına,10 büyükelçiyi istenmeyen adam olarak ilan etme cesaretini vererek, ülkemizi büyük bir feleketin eşiğine getiren muhalefeti,şiddetle kınıyorum.

İç politikada sıkışan ve büyük oy kaybeden partili Cumhurbaşkanının, iç politikaya göz kırpan, 10 büyükelçinin snırdışı edilmeleri kararını alarak ülkemizi felakete sürekleyecek çılgın kararı almasında,korkak muhalefetin büyük rol oynadığını tarafsızlığımızın ve hukukçu olmamızın adilliği gereği açıklamak zorundayız.

Aklı başında bir hukukçu olarak; buradan ısrarla tekrarlıyoruz,10 büyükelçi içişlerimize ve Türk yargısına müdahale etmedi, bize imzaladığımız anlaşmaların ve anayasamızın 90.maddesinin gereğini yerine getirmemizi hatırlattı sadece.

Soruyorum sizlere,bu hatırlatmanın ülkemize ne zararı oldu?

Siz; örneğin, evinizi bir mukavele yaparak kiraya verdiniz,kiracınız imzaladığı mukavele ile ödemeyi taahhüt ettiği kira bedelini ödemediğ takdirde, siz ona kira ödeme taahhüdünü hatırlatmayacak mısınız,taahhüt ettiği kirayı ödemesini istemeyecek misiniz?

Biz bir hukukçu olarak, 10 büyükelçinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, ülkemizi bağlayan ve uymamız gereken kararına uymamız için yaptığı uyarı ve hatırlatmayı, asla ve asla içişlerimize ve yargımıza müdahale olarak ve de egemenlik haklarımızın ihlali olarak değerlendirmiyoruz.

Biz,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini,tüm sonuçlarını bilerek ve isteyerek imzalayarak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini,vatandaşlarımızın bu mahkemeye bireysel olarak bavuru haklarını kabul ederek,egemenlik hakkımızı bu konuda baştan kendimiz sınırlamış bulunmaktayız.

Şimdi,bu gerçekleri inkar ederek,biz AİHM nin kararlarına uymayız,bu bildiri içişlerimize ve Türk yargısına müdahaledir diye yaygara yapmak,uluslararsı mızıkçılık olup,asıl bu mızıkçılık Ülkemizin itibarına gölge düşüren, ülkemizin itibarını ayaklar altına alan bir skandaldır.

Bununla da yetinmeyerek,herbiri bizden iktisaden güçlü ve itibarlı ülkelerle diplomatik ilişkilerimizi koparacak,ülkemizi felakete ve yalnızlığa sürükleyecek Dünyaya meydan okuyan 10 büyükelçiyi istenmeyen adam ilan ederek sınırdışı edip o ülkeleri,ülkemize misilleme yapmaya zorlamak,bir akıl tutulmasıdır.

Bu çılgın kararın uygulanmasını ve ülkemizin büyük bir felakete sürüklenmesini engelleyenler ve bu diplomatik skandal krizi sonlandırarak tatlıya bağlama imkanını ERDOĞAN'a bahşedenler de, o beğenmediğimzi 10 ülke ve büyükelçilerinin ferasetli tutumu ve Viyana Sözleşmesinin 41.maddesine göre içişlerimize karışma gibi bir niyetlerinin olmadığını ve bunu teyit etmeye devam ettiklerini açıklamaları olmuştur.

On büyük elçi ve temsil ettikleri devletler,tüm gerçekleri bilmektedirler,asla geri adım atmamışlar ve özür de dilememişlerdir.

ATATÜRK Türkiyesi ile bir sorunları olmayan ve Türk Halkını seven ve bu nedenle Türkiye ile ilişkilerini koparmak istemeyen 10 büyükelçi;ERDOĞAN'ın geri adım atmak için sarılmak zorunda kaldığı,ikinci açıklamalarında,Türkiyenin içişlerine ve egemenlik haklarına müdahale etmediklerini,Viyana Sözleşmesinin 41.maddesini ihlal etmedikleri konusundaki inançlarını muhafaza ve teyit ettiklerini açıklamışlardır.

Şayet bir geri adım atan varsa,o da partili Cumhurbaşkanıdır,geç de olsa hatasını anlayarak geri çekilmiştir.

Bize göre,büyükelçilerin güven mektuplarını ve bu elçileri,ülkemiz adına kabul eden kişi ve makam,Cumhurbaşkanı olarak ERDOĞAN olduğuna göre,bu elçilere olan güvenini yitiren ERDOĞAN,yürütmenin başı ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla, bir gece yarısı çıkaracağı kararname ile sınırdışı etme kararını alıp Resmi Gazetede yayınlayarak niçin hemen yürürlüğe koymamış ve işi Dışişlerine havale ederek zaman kazanma ihtiyacını hissetmiştir? bunu da anlamak mümkün değildir. 27/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

24 Ekim 2021 Pazar

ERDOĞAN'IN KANAL İSTANBULU DA GERİDE BIRAKAN EN ÇILGIN PROJESİ

 


Evet,başlıkta gördüğünüz gibi,ülkemizi her alanda felakete sürükleyecek,esasen batık olan ülkemizin ekonomisini daha da çökertecek, halkımızı daha da fakirleştirecek,ülkemizi Dünya siyasetinden soyutlayacak ve yalnızlaştıracak, ülkemizin güven ve itibarını yok edecek, Kanal İstanbulu dahi geride ve yaya bırakacak olan,uluslararası yeni bir ERDOĞAN çılgın projesi,hatta çılgınlığın da ötesinde, akıl tutulması diyebileceğimiz,Romanın yakılması misali ülkemizin ateşe verilmesi çılgın projesinin riski ile yüz yüze bulunmaktayız.

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın;hukuk ve anayasa tanımaz tutumuyla, kendisinin hancı değil sadece yolcusu olduğu T.C. Devleti tarafından imzalanan Uluslar arası sözleşmelerden doğan taahhütlerini inkar ederek,anayasamızın 90.maddesine göre uymak ve uygulamak zorunda olduğu İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği yargı kararlarına uymayarak,bu kararları Türk yargısına müdahale olarak değerlendiren hukuk tanımaz tutumu nedeniyle,haklı olarak, İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye ile ilgili kararlarını uygulayınız uyarısı yapan 10 ülkenin ülkemizdeki büyükelçilerini istenmeyen adam (persona non grata) ilan ederek sınırdışı edilmeleri yolunda Türk Dışişleri Bakanlığına talimat vermesi,bize göre gerçekten büyük bir çılgınlıktır.

Daha önce de yazdık,10 ülkenin büyükelçileri bu uyarıyı, kendi kafalarına göre değil, temsil ettikleri devletlerin adına yapmışlardır.Bu nedenle,adı üzerinde kendileri bir elçi olan büyükelçileri,elçiye zeval olmaz sözüne aykırı olarak suçlu ilan edip, bunların istenmeyen adam ilan edilerek sınırdışı edilmeleri, neyi değiştirecek?

ERDOĞAN da bu gerçeği biliyor ama,iç politikadaki çözemediği sorunların ağırlığı altında ezilen ERDOĞAN;bu çılgın karar ve tutumuyla hamaset yaparak,milliyetçi duyguları kabartıp önümüzdeki seçimler için puan kazanmaya çalışıyorsa, çok yanılıyor.Artık,seçmenin bu tür hamasetlere karnı tok,halkımız uyandı artık,karnı doymuyor,aldığı asgari ücretle geçinemiyor,bir çoğu da işsiz.Günümüzde bayatlamış olan bu hamaset siyaseti,halkın karnını doyurmuyor.

Bu nedenle,EDOĞAN'ın;ülkenin içinde bulunduğu gerçeklerin ve yangına körükle gittiğinin farkında olmadığı,adeta akıl tutulmasına uğradığı ve gözlerinin kör olduğu anlaşılıyor.

10 ülkenin büyükelçileri sınırdışı edildiklerinde,mütekabiliyet esasına göre, onlar da bizim büyükelçilere yol verecek,10 ülkeyle diplomatik ilişkilerimiz sonlanacak,o devletler ülkemiz aleyhinde ekonomik amborgo dahil, her türlü kötülüğü yapabilecekler,aç insanlarımız açlığa devam edecek,karınları biraz doyanlar da açlığa mahkum edilecektir.

Her ülke; bir karar alırken haddini bilecek,önce kendisini sorgulayacak,ben nerede hata yaptım diyerek özeleştiri yapacak,hele ekonomik olarak yetersizse,ekonomik bağımsızlığı yoksa, bir karar vermeden önce düşünecektir.

Sayın ERDOĞAN;kendi siyasal hırsınızı ve öfkenizi kusarak, 84 milyon insanı zor durumda bırakarak, mahkum edemezsiniz.Buna hakkınız ve yetkiniz yoktur.Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sizlerin babanızdan miras, şahsi çiftliğiniz asla değildir.

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; tüm Dünya'ya açıklamış olduğı bu kararından dönse de dönmese de,kendisini çok zora sokmuş,iç politikada seçmen nezdinde itibar kazanarak tekrar seçilme şansını elde etme bir yana, bu şansını tamamen çıkmaza sokmuş ve imkansız kılmıştır.

ERDOĞAN;Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olacaktır.

ERDOĞAN; sakin kafayla düşünerek,daha önce almış olduğu snırdışı etme kararından geri döndü diyelim,bu durumda ülkemizin ve kendisinin prestiji ve inandırıcılığı yok olmayacak mıdır?

ERDOĞAN;tek adam ve otoriterliğinin bedelini sandıkta öderken,Türk Halkı ve seçmeni de, çok büyük zararlar görecektir.

Ülkeyi tek başına 20 yıl yöneten,bu fakir halkın vergileri ve ülkenin satılan ekonomik değerlerinden oluşan yaklaşık iki trilyon doları harcayarak,halkını açlığa ve isizliğe mahkum eden ERDOĞAN;ülkesini sevmiyor ve ona verdiği zarardan üzülmüyor olabilir,ama hiç değilse kendi itibarını ve prestijini düşünmeliydi ve bu çılgın adımı atmamalıydı.

Şu anda ERDOĞAN; kendi hatasıyla, eline iki ucu boklu bir değnek almıştır,almış olduğu sınırdışı edilme kararını uygulasa da,bu karardan geri dönse de,zarar görecek olan kendisi ve ülkemiz olacaktır.

Demokrasinin ve demokrasiden yana halkın en büyük erdemi;demokrasinin ve özgürlüklerin yok edilmesi pahasına, otoriterleşen ve demokrasiyi yok eden yönetimlere karşı çaresiz kalsalar da,sonuna kadar anayasa ve yasalara saygılı olmalarıdır.

Halkımızın demokrasiye olan umut ve saygısına,siz de saygılı olunuz lütfen.

Asla unutmayın,bu halkın sessizliği; demokrasiye olan sevgi, saygı,umudu ve asaletinden kaynaklanmaktadır,halkın sabrını, daha fazla sınamaktan vazgeçiniz lütfen. 24/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

22 Ekim 2021 Cuma

İNSANLARI GÜLDÜRMEYİNİZ

 



On ülkenin büyükelçileri tarafından yapılan,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Osman KAVALA hakkında aldığı tahliye kararını uygulayınız açıklaması üzerine,bu elçileri sınırdışı edin, yani haklarında istenmeyen adam ( persona non grata) kararı alın,istenmeyen adam ilan edin diye çağrılar yapılmakta ve bu konu kamuoyunda ciddi olarak tartışılmaktadır.

Bir önceki yazımızda belirttik.Bu büyükelçiler; bu açıklamayı, kendi bağlı oldukları devletlerden aldıkları talimat üzerine,kendilerini büyükelçi olarak atayan ülkelerinin devlet başkanları adına yapmışlardır.

Bu nedenle;Sayın ERDOĞAN, bu büyükelçileri istenmeyen adam ilan edemeyecektir.Boşuna tartışmayınız ve insanları güldürmeyiniz.

Bildiri yayınlayan on ülkenin büyükelçilerini istenmeyen adam ilan ederek sınır dışı etmek,bu ülkelerin bu talimatı veren devlet başkanlarına savaş açmak, onları yok sayıp inkar etmek,o devletlerle diplomatik ilişkilere son vermek,o ülkelerdeki Türkiyenin Büyükelçilerinin de misilleme ile sınır dışı edilmesini göze almak demektir.Türkiye olarak,bu riski göze alabilecek miyiz?

Alabileceksek,on büyükelçiyi istenmeyen adam ilan edip sınır dışı edelim gitsin.

Bu tartışmalar, iç politikaya yönelik,sonuçsuz ve faydasız, beyhude tartışmalardır.

Ülkenin daha önemli sorunlarını tartışalım lütfen. 22/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


21 Ekim 2021 Perşembe

BİZ DAHİL HİÇBİR ÜLKE TAM BAĞIMSIZ DEĞİLDİR VE OLMAMALIDIR DA

 



Uluslararası ilişkilerin geliştiği,sınırların yok olduğu,en gelişmiş ülkelerin dahi,diğer ülkelere muhtaç oldukları,ulusların barış ve huzur içnde insanca yaşamaları için, bazı Uluslar arası sözleşmelerle ülkelerin kendilerini bağladıkları,uymayı taahhüt ettikleri değerler nedeniyle,günümüzde, ülkemiz dahil,insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik devletlerin hiçbiri, tam bağımsız değildir.

Hele,iktisaden geri kalmış,ekonomik olarak dışa bağımlı ülkeler, hiç bağımsız değildir.

Ben tam bağımsızım diyen ülke, kendini aldatır.

ABD,Rusya ve Çin gibi Dünya lideri ülkeler,bu gerçeklere rağmen,bu gerçeklere sırtlarını dönerek ve kendi kaba güçlerine dayanarak,geri kalmış ülkelere Uluslar arası anlaşmalara,insanlık değerlerine,kendi ülkeleri için savundukları değerlere ters düşecek şekilde müdahale edebiliyorlar ve onların içişlerine karışıyorlarsa,bunun adı da zorbalıktır.

Lafı, geçtiğimiz gün 0n ülkenin büyükelçiliklerinin sosyal medyadan Osman Kavala'nın serbest bırakılması için yaptıkları çağrı nedeniyle çıkan diplomatik krize getirmek istiyoruz.

İlk olarak,bu çağrı üzerine yapılan bir yanlış bir değerlendirmeyi düzeltmek istiyoruz.

Bu çağrıyı fiilen on ülkenin Ankara Büyükelçileri yapmışlarsa da,bu çağrı; büyükelçilerin kendi insiyatiflerini kullanarak,ülkelerinin tepe yetkili yöneticilerinin bilgileri ve istekleri dışında yapılmış bir çağrı değildir.

Büyükelçilerin;kendi ülkelerini ve devletlerini,ülkeleri adına bulundukları ülkede temsil eden devlet başkanlarının yetkili temsilcileri oldukları ve büyükelçilik binası ve müşamilatının da,büyükelçinin mensubu olan devletin toprağı ve ülkesi sayıldığı gerçeğini unutarak,bu çağrıyı Büyükelçilere atfetmek ve bu çağrıyı,büyükelçilerin mensubu oldukları ülkeden soyutlayarak basite indirgemek ve içişlerimize müdahale olarak değerlendirmek,anayasamızın 90.maddesine açıkça aykırı ve büyük bir yanlıştır.

Evet,ülkeler;kendi hür iradeleriyle altına imza attıkları bazı uluslararası sözleşmelerle bazı taahhütlerde bulunrak ülke olarak kendilerini bağlamışlar ve kayıtlamışlarsa,bu taahhütlerine uygun davranmak ve bu taahhütlerine uymamaları halinde de,anlaşmanın diğer tarafı ülkeler ve ilgili kuruluşlar tarafından uyarılmayı baştan kabullenmişlerdir.

Anayasanın 90.maddesi çok açıktır.

Anayasanın 90.maddesi ne diyor?

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Demiyor mu?

O zaman,yapılan çağrıya niçin kızıyorsunuz?

Adamlar;bize, altına imza koyarak baştan bağımsızlığımızı sınırladığımız,kendimizi bağladığımız,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine,hak ihlalleri nedeniyle ülkemiz insanlarının bireysel başvuru hakkını ve yargı yetkisini tandığımız İnsan Hakları Mahkemesinin kararına uymamızı istiyorlar.

Bu çağrı bize göre,içişlerimize ve bağımsızlığımıza bir müdahale değil,anayasamızın 90. maddesine göre;altına imza koyduğumuz,usulüne göre yürürlüğe konulmuş kanun hükmündeki, Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dahi başvurulamayan,iç hukukumuzdaki kanunların, aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda dahi,öncelikli olan uluslararası anlaşmalara uymamızı hatırlatan ve isteyen anayasa üzeri bir çağrıdır.

Kimse alınmasın lütfen.

Kimse;bu çağrıyı eleştirmek için, çağrıyı yapan ülkeler sanki insan haklarına saygılılar mı diye soru da sormasınlar.Biz de,T.C.Devleti olarak, insan hakları ihlalleri karşısında,ihlalleri yapan ülkelere çağrı yapalım. 21/10/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu





17 Ekim 2021 Pazar

KANUNSUZ VEYA KANUNSUZ OLDUĞU GİBİ AYNI ZAMANDA UYGULANMASI SUÇ TEŞKİL EDEN EMİRLER

 


Ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun;demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olan parti lideri ve muhtemel ikdidar adayı olarak, kamu görevlilerinin, artık ayyuka çıkan kanunsuz emirleri ve hem kanusuz ve hem de konusu aynı zamanda suç teşkil eden emirleri kolayca yerine getirdiklerini görerek,kamu görevlilerini kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emirleri uygulamamaları konusunda uyarması üzerine,partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; KILIÇDAROĞLU'nun, bürokratları Hükümetin emirlerini uygulamamaları konusunda direnmeye çağırarak,kamu görevlilerini tehdit ettiğini ve bu suretle suç işlediğini ileri sürerek, yeni bir tartışmayı gündeme getirmiştir.

Anayasanın 137.maddesi çok açık ve nettir.

137. madde;

Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.

Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.” demektedir.

Bu anayasa hükmüne göre;konuyu ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir.

Birinci ihtimal;emir ve talimat, kanunsuz,kanuna ve mevzuata aykırı ama, konusu bir suç oluşturmuyorsa,önce yerine getirilmez,emrin kanuna aykırılığı emri veren amire bildirilir,amir emrinde ısrar ederse,yerine getir derse,yazılı emir istenir,amir emri yazılı olarak yenilerse yerine getirilir,ancak bu şekilde sorumlu olunmaz. Sorumluluk, emrinde ısrarcı olan ve yazılı olarak tekrarlayan amire ait olur.

İkinci ihtimal ise;amirin verdiği emir, hem kanunlara ve mevzuata aykırı ve hem de emrin konusu,yani emir yerine getirilirse bir suç işlenmiş oluyorsa,o emir hiçbir suretle yerine getirilmez.Yazılı olarak tekrarlansa dahi, o emire uyulmaz.Aksi halde emri veren amir de,emri uygulayan kamu görevlisi de sorumluluktan kurtulamaz.

Bir örnekle açıklamak gerekirse;şimdi gündemde olan TÜGVA üzerinden bir örnek verelim.

TÜGVA denilen kamu yararı taşımayan belli bir ideolojinin ve iktidar partisinin arka bahçesi olarak faaliyet gösteren TÜGVA isimli sözde vakfa,İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin eski AKP'li başkan ve yöneticileri tarafından,İstanbul halkının tümüne ait olan çok değerli mal ve paraların tahsis edilmesi,hem kanunsuz ve hem de zimmet suçunu oluşturduğundan, bu konudaki emir ve talimat saraydan dahi gelmiş olsa,anayasanın 137.maddesine göre hiçbir şekilde asla yerine getirilemez.Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamazlar.

Demek ki;partili Cumhurbaşkanının;KILIÇDAROĞLU'nu suçlayan bu değelendirmesi ve iddiası geçersiz olup,bu iddia ve suçlama; ERDOĞAN'ın kendisinin de uymak zorunda olduğu,anayasanın 137 maddesine açıkça aykırıdır.

Yarası olan gocunur.

KILIÇDAROĞLU;kamu görevlilerini uyarırken,sadece kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emir ve talimatlara uymamalarını beyan etmiş,anayasanın uyulması gereken 137.madesinin amir hükmünü hatırlatmıştır.Hükümetin ve amirlerinizin verdiği tüm emirleri,yasal da olsalar yerine getirmeyin dememiştir.

KILIÇDAROĞLU;gidişata bakarak,kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emirlerin ayyuka çıktığını görünce, ana muhalefet partisi lideri olarak sorumluluk yüklenerek, bu anayasal uyarıyı yapma gereğini duymuştur.

Bu uyarı hakkı bir seçmen ve vatandaş olarak,benim de hakkımdır.

Ben de,bir hukukçu ve seçmen Türk Vatandaşı olarak; anayasanın 137.maddesini hatırlatıyor ve kamu görevlilerini uyarıyorum ve benim haklarımı yok eden kanunsuz emirleri, yazılı olarak yinelenmeden, kanunsuz ve aynı zamanda konusu suç teşkil eden emirleri de, hiçbir şekilde yerine getirmeyiniz. 17/10/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu



15 Ekim 2021 Cuma

AKP'Lİ İSTANBUL ESKİ BELEDİYE BAŞKAN VE YÖNETİCİLERİ ZİMMET SUÇU İŞLEMİŞLERDİR

 


İstanbul halkının vergi ve harçlarıyla oluşan İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin para ve mallarının,iktidar yanlısı ve iktidarın çarpık din ve mezhep eksenli siyasal İslam ideolojisine göre bir gençlik ve yeni nesil yetiştirerek bunları devlet kadrolarına yerleştirmek amacıyla,iktidarın arka bahçesi olarak faaliyet göstermeleri için kurulan Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ve benzeri sözde vakıflara hortumlandığı,bu vakfın her türlü araç gereç ve ihtiyaçlarının,tüm İstanbul halkına ait olan belediyenin mal ve paralarıyla karşılandığı,vakıf yöneticilerinin belediye kadrolarına atanarak çalışmadan maaşa bağlandıkları, TÜGVA'nın kamuoyuna sızan bilgi ve belgeleriyle açığa çıkmış ve bugüne kadar bilinen bazı gerçekler, adeta belgelere bağlanmıştır.

TÜGVA'nın; Büyükada İskelesinin üzerindeki çok değerli mülke de sudan ucuz göstermelik bir kira bedeliyle çöktüğü ve mahkeme kararlarına rağmen,devlet gücünü arkalarına alarak burayı boşaltmamakta direndiği, kamuoyunun malumlarıdır.

TÜGVA ve benzeri,iktidarın arka bahçesi dini vakıfların,hizmet ettiği kendi idolojilerine bağlı ve kendilerine biat eden insanlara, bu biatlarının karşılığında sundukları hizmet dışında,faaliyetlerinde hiçbir kamu yararı bulunmamaktadır.

Bu nedenle,İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin bütçesinden bu vakıflara sürekli ve çok değerli mal,para ve hizmet tahsisinde ve aktarımında,tüm İstanbul halkının ortak ihtiyaçlarını gideren,tüm İstanbullulara hizmet eden hiçbir kamu yararı bulunmamaktadır.

Belediye ve diğer resmi kurumların bu tür vakıflara yardım etmesi bir an için normal karşılansa bile,bunun da makul bir sınırı olmalıdır.Çok büyük değerlere varan ve süreklilik arz eden mal,para ve hizmet tahsisleri,adama iş vererek çalışmadan bazı vakıf yöneticilerine maaş ödenmesi, bize göre memuriyet görevinin kötüye kullanılmasıdır ve suçtur.

Hatta,bu eylem,memuriyet görevinin nitelikli kötüye kullanılması olan TCK.nun 247.maddesinde yaptırıma bağlanan ZİMMET suçunu oluşturmaktadır.

TCK.nun 247. maddesinin 247.maddesi çok açıktır.

Md.247

(1)Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Zimmet suçunun, malın geçici bir süre kullanıldıktan sonra iade edilmek üzere işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilebilir.

İstanbul Büyük Şehir'in AKP'li eski Belediye Başkanları ve kararı alan Belediye Meclisinin AKP ve MHP'li üyeleri;bu eylemleriyle,görevleri nedeniyle zilyedliği kendilerine verilmiş,emanet edilmiş olan, koruma ve gözetimiyle yükümlü oldukları,tüm İstanbul halkının ortak sahibi oldukları mal ve paraları,TÜGVA ve benzeri siyasal amaçlı vakıflara devredip tahsis ederek,başkalarının yararına zimmet suçunu işlemişlerdir.

Bu hukuki değerlendirmelerimiz,aynı eylemlerde bulunmuş olan AKP'li eski ve halihazır tüm belediye başkan ve yöneticileri için de aynen geçerlidir.

Bugün için savcıları göreve davet etmiyoruz.Zira,bugün bağımlı yargıda buna cesaret edecek bir savcının olmadığını,ne yazık ki;çok iyi biliyoruz.

Ancak,muhtemel bir iktidar değişikliğinde,bu eylemin adının zimmet olacağı konusunda tarihe not düşüyoruz.15/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Ekim 2021 Perşembe

ERDOĞAN HANEDANLIĞI MI KURULMAK İSTENİYOR?

 


Taşlar artık iyice yerine oturmaya başladı diye düşünüyoruz.

Son günlerde kamuoyuna yansıyan haberlere göre;subay ve astsubay yetiştiren askeri okullara alınan öğrencilerin seçiminde yapılan mülakat heyetinde; amacının, ülkemizde siyasal islama dayalı bir şeriat düzeninin kurulması olduğu,cumhuriyetin kurucu temel ilkelerini inkar eden, partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın askeri danışmanlığını da yapmış olan emekli bir tuğğeneralin kurucusu olduğu,legal görünümlü,aslında illegal amaçları olan SADAT isimli askeri örgütün temsilcilerinin de yer aldığı ve SADAT'ın, cumhuriyetin kurucu temel esaslarına aykırı amaçlarına hizmet edecek subay ve astsubay yetiştirmenin amaçlandığı,

Diğer yandan,kısa adı TÜGVA olan Türkiye Gençlik Vakfının kamuoyuna sızdırılan arşiv belge ve kayıtlarına göre, ERDOĞAN'ın aile yakınlarının kurucusu ve başında bulundukları,onların himayelerinde faaliyet gösteren,AKP Genel Başkanı ve partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın,kendi kültürümüze göre bir gençlik yaratamadık, bunda başarılı olamadık şeklinde hayıflanarak dile getirdiği arzusunu yerine getirmeyi,din ve mezhep eksenli dindar ve kindar bir gençlik ve nesil yetiştirmeyi ve bunları devletin ordusuna,emniyetine,yasama organına,yargısına ve diğer kurumlarına yerleştirerek demokratik ve laik T.C.Devletini aynı FETÖ gibi içeriden ele geçirmenin ve adeta bir ERDOĞAN hanedanlığının kurulmasının istendiği,

Anlaşılmaktadır.

Bu faaliyetlerden öyle görünüyor ki;amaç,Cumhuriyetin kurucu temel ilkelerine aykırı, siyasal İslami, antilaik düşüncelere sahip gençlik ve kadrolar,subay ve astsubaylar yetiştirerek,ATATÜRK'e ve laik demokratik Cumhuriyet'e düşman bu genç kadroların, devletin tüm kurumlarına yerleştirilerek, devletin içeriden işgal edilmesidir.

Sanırım biz milletçe bu filmin;15.Temmuz darbe girişimi ile belasını bulan,hüsrana uğrayan hain FETÖ versiyonunu, ibretle izlemiştik.

Ne demişti?ERDOĞAN FETÖ için,aynı menzile gidiyorduk dememiş miydi?

Görülüyor ki;tarihten dersler alınmıyor bu ülkede,ne yazık ki.

Bu nedenle, tarih devamlı tekerrür ediyor maalesef.

TÜGVA ve benzeri sözde vakıflar gerçeğini iki sene önce görerek yazmış ve yayınlamış bulunduğumuz 09/09/2019 tarihli,” VAKIFLARA BELEDİYELERDEN AKTARILAN MAL VE PARALAR”başlıklı makalemize,tırnak içinde aynen yer veriyoruz.



VAKIFLARA BELEDİYELERDEN AKTARILAN MAL VE PARALAR

Biraz amiyane olacak ama,bizim argoda güzel bir laf vardır.

El .......le gerdeğe girilmez diye.

İşte bizim ülkemizde bugün yaşanan vakıf rezaleti, aklımıza bu sözü getirdi.

Ülkemizdeki iktidara yakın bazı dini cemaatlerin çöreklendiği,çoğunda da ülkemizin üst yönetiminde bulunan kişilerin aile yakınlarının yönetiminde oldukları,sözüm ona okul ve öğrenci yurtları açan,ancak buralardan sadece iktidar ve cemaat yanlısı grupların yararlandıkları,iktidarın arka bahçesi konumundaki,gerçek ihtiyaç sahibi laik,pozitif ilimden ve bilimden yana insanların,eşit koşullarda asla yararlanamadıkları,sadece belirli ve sınırlı gruplara ve iktidar yanlısı görüşten olanlara hizmet veren vakıfların;İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin halktan topladığı vergi,harç ve hizmet bedellerinden oluşan ve tüm İstanbul halkının ihtiyaçları için eşit olarak kullanılması gereken bütçesindan milyonlarca lirayı hortumladıklarını, önceki AKP dönemi belediye başkanlarının,belediyenin paralarını,arsalarını bu vakıflara aktardıklarını,bunlarla vakıflar adına yurtlar ve tesisler açıldığını üzülerek görüyoruz.

Ekrem İMAMOĞLU'nun Belediye Başkanı olmasıyla ortaya çıkarılan bu rezalet ve yasa dışı uygulamanın önüne geçilerek, vakıflara hukuk dışı ve haksız kaynak aktaran hortumların kesilmesi üzerine,en başta AKP Genel Başkanı olmak üzere, iktidar yanlılarının,İMAMOĞLU'na yönelik feryatlarına ve haksız eleştirilerine hepimiz,büyük hayretler içinde tanık oluyoruz.

AKP Genel Başkanı Erdoğan; İBB’nin iktidara yakın vakıflara desteğini kesen Başkan İmamoğlu'nu hedef aldığı konuşmasında:“El değiştiren bazı belediyelerde 28 Şubat dönemini hatırlatan uygulamalar görülüyor. FETÖvari taktikler kullanılarak üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunan vakıf ve derneklerimiz hedef haline getiriliyor. Millete hizmetten başka hiçbir gayesi olmayan kuruluşlarımıza yönelik itibar suikastları düzenleniyor.” demek ihtiyacını duyuyor ne yazık ki.

Vakıflar; Türk Medeni Yasasına göre,bir hükmi şahsiyet olup,gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.

Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.

Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.

Özgülenen malların mülkiyeti ile haklar, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer.

Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir.

Vakıfların, vakıf senedindeki hükümleri yerine getirip getirmedikleri, vakıf mallarını amaca uygun biçimde yönetip yönetmedikleri ve vakıf gelirlerini amaca uygun olarak harcayıp harcamadıkları Vakıflar Genel Müdürlüğünce ve üst kuruluşlarınca denetlenir.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere,vakıflar; belediyelerden mendil açarak dilenemezler.Parası,malı ve hakları olan gerçek ve tüzel kişilerin,yeterli mal ve haklarını belirli ve sürekli bir amaca tahsis etmeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.Belediyelerden hortumlanacak mal ve haklara güvenilerek,vakıf kurulmaz.

Vakıf,hortumlamaz yardım eder.Sözüm ona küçük ve sembolik bir mal ve hak tahsis edilerek vakıf kurup,belediyelerin ve devletin hortumlanacak mal ve haklarına güvenilmez,vakıf yönetimindeki iktidar sahiplerinin yakınlarının himmetiyle,iktidarın gücüyle, belediyelerden ve diğer resmi kurumlardan para,mal,arsa ve sair haklar aktarılarak,sadece kendi yandaşlarının yararlanacakları,iktidara yakın nesiller yetiştirecek vakıflar kurulamaz,Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.

AKP Genel Başkanı ve o kafadaki insanlar ne diyorlar?

FETÖ vari taktikler kullanılarak üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunan vakıf ve derneklerimiz hedef haline getiriliyor. Millete hizmetten başka hiçbir gayesi olmayan kuruluşlarımıza yönelik itibar suikastları düzenleniyor”

AKP Genel Başkanı'na buradan diyoruz ki;üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunma,milletimize hizmet etme görevi,ilk başta devletimize,iş başındaki siyasal iktidara aittir.Sizi oylarıyla iş başına getiren milletimize borçlu olduğunuz bu görevi,iktidar yanlısı hortumcu vakıflara yükleyemezsiniz.

O bazı vakıflarda vukubulan ve basına yansıyan nahoş olaylara da tüm halkımız tanıklık yapmaktadır.

Devlet;iktidar ve yandaşlarının israf,lüks ve şatafatlı harcamalarından imkan bulamadığı için olmalı,kız öğrencilerine güvenli yurt imkanı sunan hizmetleri,belediyelerden para ve mal hortumlayan vakıflara emanet etmiş bulunmaktadır.

Çok yazık,her kurumu bozduğumuz gibi,bir hayır kurumu olan vakıfları da,dilenerek,hortumlayarak amaçlarından saptırmayı başarmış bulunuyoruz.09/09/2019 Güner YİĞİTBAŞI”

Ne düşünüyorsunuz değerli okurlar? 14/10/2021



Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

9 Ekim 2021 Cumartesi

TARAFSIZ BİR HUKUKÇU OLARAK BUGÜN DE ERDOĞAN'I SAVUNUYORUZ

 


Aslında; hak,hukuk,adalet tanımayan,yargı bağımsızlığını ayaklar altına alan,Meclisi yok sayan,anayasayı sürekli ihlal eden,ülkeyi tek başına ve keyfine göre yöneten,ülke kaynaklarını yandaşlara peşkeş çekerek yok eden,ülke eknomisini çökerten,halkına milli hasıladan adil bir pay ayırmayan,gelir dağılımını bozan,halkını para makinası sayarak, vasıtalı vergilerle sürekli parasını emen,laiklik ve hukuk dışı eylem ve söylemleriyle halkımızı bölen ve toplumu geren,ülkeyi kötü yöneten,AKP Genel Başkanı,taraflı ve partili,yeminine sadık kalamayan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ı; tarafsız ve sadece ülkesini seven,hukukun üstünlüğüne inanan bir hukukçu ve kendisini hakaret etmeksizin, ancak ağır bir şekilde sürekli eleştiren bir kişi olarak; yazdığımız iş bu makalemizde,genişletilmiş il başkanarı toplantısında yaptığı bir konuşmasında yer verdiği ve ana muhalefet partisini kast ederek sarf ettiği; “ ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz”şeklindeki beyanının yanlış değerlendirilmesi nedeniyle, burada savunmak zorunda kaldığımızı belirtmek istiyoruz.

Evet bu beyanın;konuşmanın tümünden soyutlanarak,beyanın sadece bu bölümünün,cımbızlanarak alınıp dile getirilmesi halinde,demokrasimizin geleceği açısından dehşet verici,tüyler ürperten, çok korkunç bir beyan olarak değerlendirilmesi doğal ise de;doğru ve sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek, bu beyanı doğru bir şekilde anlamlandırabilmek için; bu beyanın da içinde yer aldığı konuşmayı, konuşmanın bütününe bakarak dikkate alıp değerlendirmek zorunludur.

Biz de bu beyanı,bütününden cımbızlanmış haliyle duyduğumuzda, dehşete kapıldık adeta tüylerimiz ürperdi.

Hatta,bu dehşet içinde dün gece bu beyanı kınayan bir makale yazmaya başladık, ancak tarafsızlığımızın ve hukukçu kimliğimizin gereği olarak, bir yanlışlık yapmamak için beyanın tümüne bakmak gereğini duyduk ve beyanın tümünü okuyarak yeniden değerlendirdiğimizde,konuşma metninin çok kötü kaleme alındığını,asıl maksadın açık ve net olarak ifade edilemediğini,amacın muhalefeti tehdit ve seçimle iş başına gelme arzularından caydırma olmadığını, anladık ve biraz rahat nefe almaya başladık.

Gerçekten,ERDOĞAN'ın;"Tabii, belediyeleri, hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık, taciz, tecavüz iddialarıyla çalkalanan bir partinin çalışanlara verdiğimiz bu ücret artışlarını görmelerini, anlamalarını, takdir etmelerini beklemiyoruz. Ama hiç değilse bu rezilliklerin yaşandığı yerleri örnek göstererek ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz." şeklindeki beyanını,bir hukukçu titizliğiyle, tümüyle değelendirdiğimizde,aslında ERDOĞAN'ın,özetle ve mealen,ana muhalefet partisini kast ederek,”Millet İtifakı ile kazandığınız,ancak hırsızlık,yolsuzluk,ahlaksızlık iddialarıyla çalkalanan(bu kendisinin görüşü,tabi biz katılmıyoruz bu iddialara)İstanbul,Ankara,İzmir,Adana,Mersin,Antalya ve diğer belediyelerinizin faaliyet ve çalışmalarına güvenerek ve bu çalışma ve faaliyetleri halkımıza örnek göstererek,önümüzdeki 2023 seçimlerinde ülkenin yönetimine talip olduğunuza ilişkin söylemlerinizden vazgeçiniz,bu belediyelerin çalışmalarına ve faaliyetlerine güvenmeyiniz,umduğunuz dağlara kar yağacak,avucunuzu yalayacaksınız,seçimleri kazanarak ülkenin yönetiminin başına geçemeyeceksiniz,bunu siz hatırlatmak istiyorum,bunu hatırlatmak sizin için daha iyi olacak” demek istediğini anlıyoruz.

Bir hukukçu olarak her zaman şunu savunuruz;bir beyanda, suç unsuru aramaya kalkışıldığında,o beyanı; önündeki ve ardındakilerle bir bütün olarak değerlendirerek bir sonuca varmak zorunludur.

Gerçek adaletin sağlanabilmesi için;bu zorunluluğa, öncelikle ve özellikle savcıların ve hakimlerin uymaları gerekmektedir. 09/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu


6 Ekim 2021 Çarşamba

TUZUN KOKTUĞUNU KANITLAYAN SON OLAY

 



Hepimiz biliriz, tuz koktu diye bir deyim vardır.

Bir toplumda; hukuksuzluk,kanunsuzluk ve adaletsizlik diz boyu olduğu halde insanlar çaresiz kalmışlar ve bir şey yapamıyorlarsa, tuz koktu derler.

Bir olaydaki olumsuzluğu,hukuksuzluğu gidermesi gereken unsurun da, o olumsuzluğa ve hukuksuzluğa karıştığını belirtir, tuz koktu deyimi.

İstanbul Adalar'da yaşanan son olay da tuzun artık iyice koktuğunu gözler önüne sermektedir.

Mahkeme karar vermiş,Büyükada İskelesinin üzerindki alan mukaveleye aykırı şekilde, alt kracı olarak parili Cumhurbaşkanının oğlunun himayelerindeki TÜGVA isimli bir vakfa sudan ucuz fiyatla ayda 2500 liraya kiraya verilmiş.

İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin; AKP den, CHP'li Millet İttifakı adayı İMAMOĞLU'na geeçmesinden sonra,belediyenin değerli mülklerinin önceki yönetim tarafından AKP yandaşı sözde vakıflara peşkeş çekildiğinin belirlenmesi üzerine, yeni başkan İMAMOĞLU,İstanbul halkına ait olan bu mülklerin peşine düşmüş ve haksız olarak sözde vakıf olan AKP yandaşlarının yönetimindeki vakıflardan bu mülkleri yasal yollardan geri almaya başlamış ve Büyükada İskelesinin üzerindeki, neredeyse bedelsiz olarak TÜGVA tarafından üzerine çökülen tesisin, İBB'ye geri verilmesi mahkeme kararına bağlanmış ve bu karar kesinleşmiştir.

Kesinleşen yargı kararına dayanan İBB Zabıtaları, mahkeme kararını uygulamak üzere işgal edilen mülke gittiklerinde işgalcilerin direnişiyle karşılaştıkları bir yana,Adalar Kaymakamının emriyle olay yerine gönderilen Türk Polisi,haktan ve hukuktan,mahkeme kararının uygulanmasından yana tavır alacağına,binaya çöken ve çıkmak istemeyen vakıf yöneticilerine kalkan yapılmıştır.

Bu ne cürettir anlamak mümkün değil.

Bunların gerçekten artık gözleri dönmüş,ne yaptıklarını bilmez hale gelmişler.

ATATÜRK'ün kurduğı 83 milyonluk Türkiye Cumhuriyetini, babalarını çiftliği haline getirmişler,kimsenin sesi çıkmıyor.

TÜGVA, Adalar İskelesinin üzerindeki tesise çökmüş,iş başındaki AKP ise, T.C.Devletinin üzerine çökmüş adeta.Devlet benim diyor sanki.

Devletin, halkın polisini,mahkeme kararına rağmen hukuksuz olarak işgal ettiği tesisi boşaltmamakta direnen ve belediye zabıtalarına şiddet kullanan CHP ilçe başkanını yaralayan işgalci TÜGVA vakfının himayesi için kullanan,bu hukuksuzluğa ortak olan, hukuk tanımaz yönetim, ülkemizde tuzun koktuğunu kesin olarak kanıtlamıştır.

Türk Polisi,hukuka,yasalara ve mahkemenin kesin kararına uymayan,kamu görevlisi belediye zabıtalarına şiddet kullanarak direnen, işgalci TÜGVA Vakfının illegal olarak korunması için değil,bilakis hakları ihlal edilen hukuken mağdur edilen,hukukun ve kanunların himayesindeki mağdurları ve kamunun yararını korumakla görevlidir.

Yaşanan bu olay da göstermiştir ki;iş başındaki, AKP liderliğindeki Cumhur İttifakının,ilk seçimde demokratik yollarla ülke yönetiminden uzaklaştırılması, elzem olmanın da ötesine geçmiş ve devletimizin saygınlığı ve bekası için acil bir durum kazanmıştır. 06/10/2021


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu