23 Ağustos 2017 Çarşamba

BRE ZINDIK!




Saçı uzun aklı kısa,Meral AKŞENER isimli bir zındık(!)çıkmış ve iktidar olacağım diyerek yeni bir parti kurma hazırlığı içine girmiş.

Bu zındık (!) çizmeyi aştı artık.

Bu zındık(!); önce,ülkenin beka sorununa sahip çıkarak AKP'ye koltuk değneği olmayı dahi içine sindirebilen MHP lideri BAHÇELİ'yi gözüne kestirerek, onu MHP genel başkanlık koltuğundan indirip MHP'ye lider olma hevesiyle partide isyan çıkarmış, hukuka ve tüzüğe aykırı olarak, MHP'yi seçimli olağanüstü kurultay toplamaya zorlamış,ama tek düşüncesi ve endişesi koltuk olmayıp ülkenin bekası olan BAHÇELİ; partisi MHP'nin, AKP'nin Ankara şubesi olmasına razı olarak, AKP iktidarından yardım istemek zorunda kalmış ve MHP olağanüstü kurultayını yargı kararlarıyla engelleme başarısını göstererek, MHP'yi bu zındık'a teslim etmemiş ve bu zındık kadını MHP'den ihraç ederek,devletimizin bekası için çok önemli bir engeli aşmasını bilmiştir.

MHP'den ihraç edilen, saçı uzun aklı kısa,ülkenin bekasından habersiz ve ilgisiz bu ülke düşmanı kadın (!) MHP'den ihraç edildikten sonra da uslanıp yerinde oturmamış,yeni bir parti kurmak düşüncesiyle ülkeyi karış karış gezerek halkın nabzını yoklamış ve dışarıdan MHP'yi karıştırmaya ve zayıflatmaya devam etmiştir.

Sonunda, halkın nabzının yeni bir merkez partisi kurulması isteğiyle attığını tespit eden bu zındık(!)yeni bir parti kurma çalışmasına girmiş ve MHP'de kalarak politika yapacağını açıklayan MHP'nin ağır toplarından Koray AYDIN'ın da kanına girerek onu da ayartıp yanına almıştır.

Kamuoyundan yükselen seslere ve yaptırılan bazı anket sonuçlarına göre, bu zındığın kuracağı yeni partiye,MHP ve AKP tabanından büyük oranda kaymalar olacağı, bu nedenle bu zındık kadının (!); MHP'den sonra, devletimizin başı Cumhurbaşkanımızın ve dolayısiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin biricik ve vazgeçilemez partisi olan iktidardaki AKP'ye de zarar vereceği,onun da altını oyacağı anlaşılmıştır.

Hadi, ülkenin beka sorununa rağmen MHP'yi böldün ve bitirdin,iktidardaki devletimizin partisi AKP den ne istiyorsun be kadın, artık çok ileri gittiğinin farkında mısın?

Geçtiğimiz günlerde bir açık oturumda AKP'li bir milletvekili açıkladı,AKP demek Türkiye demektir, AKP zayıflar,zayıflatılır ve iktidardan düşerse, Türkiye zayıflar ve Türkiye zarar görür, bre zındık Meral AKŞENER(!) bunu da mı bilmiyorsun veya bilmezlikten geliyorsun?Bu kadar pişkinlik ve aymazlığa pes doğrusu.

Bre zındık, haddini bil ve Türkiye'nin zayıflamasına ve ülkenin altının oyulmasına yol açacak yeni parti kurma çabalarından derhal vazgeç!

Ha, ülkemizde darbeci FETÖ ile mücadele için ilan edilen olağanüstü hali ve her konuda çıkarılan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerini de sakın unutma!

Sayın Meral AKŞENER için bu kadar ironi yeter sanırım,işi tadında bırakıyor,şaka da olsa, saçı uzun aklı kısa zındık diye hitap ettiğimiz için kendisinden özür diliyor ve yeni merkez sağ parti kurma çalışmalarında kendisine ve yol arkadaşlarına başarılar diliyoruz. 23/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Ağustos 2017 Salı

AKP DEVLET PARTİSİ MİDİR?




AKP'nin nomal bir siyasi parti olmaktan çıkarak devlet partisi haline geldiği,partiye yönelik eleştiride bulunanlar tarafından sıkça dile getirilmektedir.

AKP gerçekten bir devlet partisi midir?

Bu soruyu biz cevaplandırır ve evet AKP devlet partisi haline getirilmiştir dersek, ayıp olur.

AKP iktidarı; Anayasada değişiklik yaparak, Cumhurbaşkanının yeniden AKP'nin başına geçip partinin genel başkan olmasının önünü açmak suretiyle, bu sorunun cevabını çok açık ve net bir şekilde vermiş ve AKP'yi devlet partisi haline getirmiştir.

Dün gece CNN TÜRK Televizyonunda yayınlanan bir tartışma programında, programa konuşmacı olarak katılan bir AKP Milletvekili de,AKP=TÜRKİYE, AKP'nin zayıflaması,Türkiyenin zayıflaması demekir sözlerini sarf ederek, adeta AKP'nin bir Türkiye ve devlet partisi olduğu algısını yaymaya çalışmıştır.

Ne demektir bu?

Atatürk'ün kurduğu koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti,o kadar aciz,güçsüz ve kimsesiz midir? Bu devletin kaderi ve yaşaması,AKP iktidarının mı elindedir?

O AKP Milletvekili halt etmiştir.

Bu devletin kurucusu Atatürk dahi, bir fani olarak; “Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır,fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyebilmiş ve ben ölürsem bu devlet zayıflar ve yok olur dememiştir.

AKP zayıflarsa ve bu zayıflamayı Türk seçmeni artık fark eder de, sandıkta AKP'yi iktidardan düşürürse, Türkiye Cumhuriyeti Devleti zayıflayarak yok mu olacaktır?

Şunu herkes bilmelidir, partiler ve seçim kazanarak iş başına gelen siyasi iktidarlar gelip geçicidir, bugün AKP iktidar olur, gün gelir başka bir parti seçim kazanarak iş başına ve iktidara gelir ve devletimize hizmet eder, siyasi partiler,yanlış iç ve dış politikaları,ülkeyi kötü yönetmeleri nedeniyle güç kaybedebilir,seçmenin gözünden düşebilir, içeride ve dışarıda saygınlığı azalabilir, bunun doğal sonucu iktidarın sandıkta el değiştirmesidir.

O,AKP Milletvekili ve onun gibi düşünen AKP'li ve yandaşları demek istiyorlar ki; AKP ülkeyi kötü de yönetse, zayıflayıp kan da kaybetse,metal yorgunu da ola,sakın AKP'yi ekleştirmeyin,onu desteklemeye devam edin, unutmayın AKP iktidardan düşerse bu devlet batar.

Hayır efendim, yanılıyorsunuz.

AKP zayıflarsa,ülkeye hizmet edemez hale gelirse,Türkiye zayıflamaz, onun çaresi vardır.Halk sandıkta çaresine bakar.

Önemli olan iktidarlar ve onların zayıf düşmesi değil, devleti ayakta tutan devletin önemli ve temel kurumlarının, iktidarlar marifetiyle zayıflatılarak çürütülmemesidir. Örneğin devletin parlamentosu,yargısı,ordusu,emniyet teşkilatı,sivil toplum kuruluşları,bürokrasisi, hala ayakta ise,önemli olan budur.Zayıflayan ve iş göremez hale gelen siyasi parti iktidarı gider, onun yerine seçilerek gelen siyasi parti,kaldığı yerden ülkeyi yönetmeye devam eder.22/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Ağustos 2017 Cumartesi

SÖZCÜ SORUŞTURMASINDA EN İYİ, YASAL VE DOĞRU OLAN BİLİRKİŞİ, SAVCI VE HAKİMLERİMİZİN KENDİLERİDİR




Ülkemizde basın özgürlüğünün sadece yandaş basın için geçerli olduğu, sayıları günden güne azalan muhalif basının ise, tamamen susturulmak istendiği, hepimizin bildiği inkar edilemez bir gerçektir.

Doğruları yazan, yanlışlarından dolayı haklı olarak iktidarı sürekli eleştirerek sadece demokratik gazetecilik görevini hakkı ile yapan ve bu nedenle adı muhalif basına çıkan SÖZCÜ Gazetesinin sesinin tamamen kısılmak istendiği,bu gazetemizin iktidarın hedefinde olduğu, suçlu ya da suçsuz, iki çalışanının üç aya yakın bir süredir haklarında iddianame düzenlenerek hakim önüne çıkarılmadığı,atmış olduğu gazete manşetlerinin suç oluşturduğu,zamanında basın savcıları tarafından değerlendirmeye dahi alınmadığı halde, içinde bulunduğumuz son günlerde, Sözcü Gazetesinin suç teşkil etmeyen,sadece iktidarı ağır eleştiri niteleliğindeki manşetlerinin topluca mercek altına alınarak bilirkişi incelemesine tabi tutulduğunu ve taraflı bilirkişiler tarafından düzelenen raporlarda, Sözcü'nün manşet yaptığı haberlerde iktidara yönelik suç unsurlarının bulunduğunun belirtildiğini üzülere izlemekteyiz.

Bir hukukçu ve Sözcü okuru olarak, Sözcü Gazetesinin; bilirkişi incelemesine tabi tutulan ve blirkişiler tarafından suç içerdiği rapor edilen manşetlerinde, eleştiri dışında hiçbir suç unsurunun oldmadığını çok iyi bilmekteyiz.

Sözcü Gazetesinin defterinin dürülerek sesinin kısılmasını amaçlayan bu bilirkişi incelemesi,açıkça hukuka ve yasalara aykırıdır. Basın kanununa tabi olan gazetenin manşetleri, zamanında günü gününe basın savcıları tarafından mutlaka değerlendirilmiş ve suç unsuruna rastlanmadığı için de herhangibir soruşturmya konu yapılmamıştır.

Anlaşılıyor ki; şu anda tutuklu bulunan, gazetenin iki çalışanı ile hakkında yakalama kararı çıkarılan gaztenin sahibinin, içi boş olan dosyalarının içi doldurulmaya çalışılıyor.

Herşeyden önce soruşturmanın metodu,demokratik ve hukuki değildir.Evrensel hukukta, insan hak ve özgürlüklerine, masumluk karinesine saygılı olan demokratik devletlerde, delilden suçluya gidilir, herhangibir suçu işlediğine dair hakkında kuvvetli suç şüphesini oluşturan yeterli deliller mevcutsa, o kişi hakkında soruşturma açılır ve kısa sürede hakkında iddianame düzenlenerek mahkeme önüne çıkarılır.Demokratik olmayan toplumlarda ise, delil önemli değildir,muhalif kişiliği ile doğruları söyleyen ve yazan kişiler ve basın hakkında, öncelikle onları susturmak için göstrmelik souşturmalar açılır, önce kişi ya da kişiler suçlu ilan edilir ve daha sonra da delil bulmaya çalışılır,yani delilden suçluya değil, suçludan delile gidilir.Sözcü için yapılmakta olan da işte budur.

İkinci olarak, önemle açıklık getirmek istediğimiz husus şudur; evet,bilirkişi delili bizim Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 62 ve devamı maddelerinde düzenlenen,yasal bir delildir, ancak savcı ve hakimlerimiz, her kafaları estiğinde bilirkişi incelemesi deliline başvuramazlar. Soruşturma ve/veya kovuşturma evrelerinde, savcı ve hakimlerimizin, soruşturdukları ve/veya kovuşturdukları, suç teşkil ettiği iddia edilen konularda bilirkişi incelemesi yaptırabilmelerinin koşulunu CMK 63. maddesi açıkça düzenlemiştir.Bu yasa maddesine göre,savcı ve hakimlerimiz; ancak, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişi incelemesi deliline başvurabilirler,genel bilgi veya tecrübeyle ya da hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvuramazlar.

Hangi sözün,yazının ve eylemin, ceza yasalarında yer alan hangi suça ya da suçlara vücut vereceğinin veya vücut vermeyeceğinin çözümünde; uzman, özel ve teknik bilgiye sahip yegane kişi, bu konuda özel ve uzmanlık eğitimi almış,hukuk tahsili yapmış olan savcı ve hakimlerimizin bizzat kendileridir.

Bu nedenle, hakkında soruşturma yürütülen Sözcü Gaztesinin çeşitli tarihlerde atmış olduğu manşet ve haberlerin herhangibir suça vücut verip vermediğini,bizzat savcı ve hakimlerimiz yorumlamak, taktir ve tespit etmek mecburiyetindedirler.

Aksine bir davranış, aslında ortada bir suç olmadığı halde, hukuka ve yasaya aykırı olarak görüşlerine başvurulan bilirkişilerin sırtından ve onların sorumluluğu üzerinden, birilerini suçlamak olarak değerlendirilecek ve bundan da, hukuk ve adalet zarar görecektir. 19/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

16 Ağustos 2017 Çarşamba

GÖKMEN ULU VE MEDİHA OLGUN SORUŞTURMASI




Sözcü Gazetesi çalışanları gazeteci Gökmen ULU ve Mediha OLGUN,tam seksen iki gündür tutuklular ve henüz haklarında iddianame düzenlenerek bir dava açılmış ve hakim önününe çıkarılmış değillerdir.

Burası; anayasasında insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik bir hukuk devleti, yargısının bağımsız ve tarafsız olduğu, yargıya hiç kimenin emir ve talimat veremeyeceğinin,telkinde dahi bulunamayacağının, insanların adil yargılanma haklarının bulunduğunun yazılı olduğu ve Atatürk'ün kurduğu, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Ülkemizin bu Anayasal konumunu bir yana koyarak, seksen iki gündür tutuklu ve davaları açılmayan Gökmen ULU ve Mediha OLGUN'a yaşatılanlara baktığımızda, ülkemizde görünen ve yaşanan fiili gerçeklerin, hiç de böyle olmadığını, açıkça gözlemliyoruz.

Gökmen ULU ve Mediha OLGUN'un neyle suçlandıklarını hepimiz biliyoruz. Gazetede yayınladıkları haberle, 15.Temmuz darbe girişimi öncesinde Tayyip Bey'in tatil yaptığı yeri ifşa ederek, tutuklanmalarına gerekçe yapılan üzerlerine atılı suçu işledikleri iddia edilmektedir.

Eylem,yasalara göre suç teşkil eder veya eymez,ona yargı karar verecktir,ancak suçlama konusu eylem, çok açık ve somut bir eylem olup,gazetede de yayınlanan haber, meydanda durmaktadır.Bu eylemi (haberi)savcı değerlendirecek ve suç içerdiği kanaatine varırsa iddianame düzenleyerek kamu davasını açacaktır.

Savcının yapacağı iş; işlendiği sabit olan ve bu konuda hiçbir tereddüt bulunmayan bu gazetecilik haber verme eylemini sadece hukuken değerlendirmek ve suç oluşup oluşmadığına karar vermektir.Bunun için seksen iki gün beklenmesine hukuken gerek yoktur.Bize göre, esasa etkili olacak toplanacak başka bir delil de bulunmamaktadır, bulunsa da iddianame düzenlenmesine asla engel değildir, henüz toplanmayan ilave deliller savcılığa ulaştığında, savcılık tarafından bilahare davanın açıldığı mahkemeye sunulabilir.

Savcılık soruşturmasının;esasa bir etkisi olmadığı halde, lüzumsuz bir şekilde uzatılması,bu suretle tutukluların hakim önüne çıkarılmalarının geciktirilmesi,hiç kimse kusura bakmasın ama, bir nevi yargısız infazdır,bunun aksini kimse savunmaya kalkışmasın.

Biz, dosyanın avukatı olmadığımız için ve dosyanın gizliliği nedeniyle, dosya içeriğini bilmemekle beraber, yirmi beş senesi hakim ve savcı, yirmi dört senesi de avukat olarak geçen yaklaşık elli yıllık bir hukukçu olarak tahmin yürütüyoruz ve Gökmen ULU ile Mediha OLGUN'un üzerlerine atılı suçtan dolayı gözaltına alındıklarında, üzerlerinde,evlerinde ve iş yerlerinde yapılan aramalarda ele geçen telefon,tablet,bigisayar,flaş bellek,CD gibi dijital dökümanlar üzerinde; savcılık tarafından, emniyetin siber suçlarla mücadele şubesinde yaptırılan incelemenin, yoğunluk nedeniyle, henüz sonuçlanarak bu konuda bir rapor düzenlenmemiş olması ve bu raporun beklendiği mazeretiyle, adı geçen gazeteciler hakkında iddianame düzenlenerek kamu davasının açılmadığını değerlendiriyoruz.

Bu değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi, şüphelilerden elde edilen dijital dökümanlar üzerinde yaptırlan bilirkişi incelemesinin henüz taamlanmamış olması, iddianame düzenlenmesine engel olmadığı gibi, henüz toplanmamış olan bu delilin,resmi bir kurumdan beklendiği ve bu nedenle de şüphelilerin bu delile etki yapmalarının ve karartmalarının imkansız olduğu gerçeği karşısında, şüpheli gaetecilerin tahliye edilmelerine de engel değildir.

Önemli olan,bu gazetecilerimize, hukuk bağımsız ve tarafsız bir şekilde uygulanacak mıdır,uygulanmayacak mıdır?Sorusuna verilecek olan cevaptır.16/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Ağustos 2017 Salı

METAL YORGUNU ACABA KİM?




AKP Genel Başkanı Tayyip Bey'i 2019 seçimlerinin endişesi sarmış durumda.

Bir parti genel başkanı, partisinin teşkilatının metal yorgunu olduğunu,yani teşkilat olarak partinin performansının düştüğünü, seçmen kitlesine alenen açıklar mı?

Doğal olarak açıklamaması gerekir.

Mızrağın çuvala girmemesi gibi, partideki bu metal yorgunluğunun ve performans düşüklüğünün apaçık ortada olduğunun farkında olan Tayyip Bey,kol kırılır yen içinde kalır diyememiş ve partideki kötü gidişi itiraf ederek,bu kötü gidişe bizzat el koyduğu ve partiyi tekrar eski performansına yükseltecek olan yenilenme hareketine başladığı algısını yaratarak, seçmenlerinin umutsuzluğa kapılmalarının önüne geçmek istiyor.

Kaçınılmaz olan bu özeleştiri ve itiraf,Tayip Beyin kibirli yapısına ve siyasi karakterine pek uygun değilse de, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığı ve düşüncesiyle,partisinin gelecek seçimleri kaybetmesine neden olacağına kendisinin de inandığı bu metal yorgunluğu ve perfermans düşüklüğü itirafını yapmak zorunda kalan Tayip Bey,bu metal yorgunluğunun suçlusu olarak parti teşkilatını göstermesi, seçmen nezdinde samimi ve inandırıcı görülmeyecektir.

Belki de partiye seçim kaybettirecek olan metal yorgunları ve performans düşkünleri; gerçekten,partinin yerel ve merkez teşkilatı mıdır?

Bu sorunun cevabı objektif olarak bulunup verilmediği sürece, parti teşkilatının tümünü de yenileseniz bir arpa boyu ilerleyemezsiniz.

Parti içi demokrasi olmayan, biat kültürünün tavan yaptığı,genel başkanın tek seçici ve karar mercii olduğu AKP de, yerel ve mekez teşkilatlarına gerek var mıdır?

Aslında yoktur ama, Siyasi Partiler Yasaının ve Parti Tüzüğünün öngördüğü formaliteyi yerine getirmek adına, partinin yerel ve merkez teşkilatı sadece formalite gereği olarak vardır.Partinin bugün geldiği son noktada bunun böyle olduğunu, tüm partili partisiz herkes çok iyi bilmektedir.

Partinin kurucularından ve önde gelenlerinden biri olan Sayın Abdullah GÜL; herşeyin farkında olup,bu nedenle,Tayyip Bey'in tek adam ve tek sahibi olduğu AKP'nin, davetlisi olduğu hiçbir etkinliğine katılmamakta ve partinin son kuruluş yıl dönümü törenlerine de katılmayarak, bu kötü gidişe yönelik tepkisini ortaya koymuştur.

AKP Genel Başkanı Tayyip Bey;parti içindeki tek adam konumuna ve demokrasi anlayışına bakarak sağlıklı bir değerlendirme yapmalı ve partideki metal yorgunluğu ve perfermans düşüklüğünü, uzaklarda değil,kendisinde aramalı ve bir değişiklik yapacaksa, kendisinin parti yönetimi ve demokrasi anlayışında köklü değişimlere gitmelidir.

Bizden söylemesi,gerçek dost acı söyler,ama doğruları söyler.

Metal yorgunluğu bahanesiyle, gizlice AKP içindeki Fetöcüler temizlenecekse ona bir şey diyemeyiz. 15/08/2017



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





12 Ağustos 2017 Cumartesi

UĞUR DÜNDAR YANILIYOR




Uğur Dündar; bugün (12/08/2017) Sözcü Gazetesindeki köşesinde yayınladığı “Kemak KILIÇDAROĞLU Turizmi Baltaladı mı?” başlıklı yazısında; “CHP herkes için adalet yürüyüşü ile yakaladığı gündem belirleme önceliğini, yine AKP'ye kaptırdı.Bunun doğal sonucu olarak da,AKP itham edip saldırmaya,CHP ise kendini savunmaya başladı.Son örnek,CHP Genel Başkanının Alman Focus Dergisine verdiği demeç,iktdar sözcüleri ve yandaş basın, günlerdir, bu röportajdaki sözleri nedeniyle KILIÇDAROĞLU'na saldırıyor ve onu Türk Turizmini baltalamakla suçluyor, CHP'liler ise,liderlerni savunuyorlar.”değerlendirmesinde bulunmuş.

Sayın DÜNDAR'ın; bu yazısının devamında, Türk Turizminin ve turizmden elde edilen döviz gelirlerinin gerilemesinin,KILIÇDAROĞLU'nun röportajdaki sözlerinden kaynaklanmadığına ve bu gerilemenin iktidardan ve onun yanlış iç ve dış politikalarından ve ülkeyi kötü yönetmesinden kaynaklandığına ilişkin çok isabetli görüşlerine ve yorumlarına biz de aynen katılıyoruz, ancak,Sayın DÜNDAR'ın; CHP herkes için adalet yürüyüşü ile yakaladığı gündem belirleme önceliğini, yine AKP'ye kaptırdı.Bunun doğal sonucu olarak da,AKP itham edip saldırmaya,CHP ise kendini savunmaya başladı,şeklindeki değerlendirmesine katılmak asla mümkün değildir,kendisi bu konuda yanılmakta ve haksız bir değerlendirme yapmaktadır.

Zira,AKP iktidarı ve onun medyadaki yandaşları;sanki iktidarda AKP değil de CHP varmış,AKP ana muhalefet partisiymiş gibi, kendi kötü ve acemi yönetimlerinden, hatalı iç ve dış politikalarından kaynaklı olarak ortaya çıkan, terörün önlenememesinden, ihracat gelirlerinin gerilemesinden,üretimin düşmesinden,sürekli artan cari açıktan, ülkenin darbe beklentilerinden bir türlü kurtulamamasından, ülkenin olağanüstühal koşulları altında idaresinden,basın özgürlüğünün ve yargı bağımsızlığının yokluğundan, Avrupa Birliği ve bu birliğe üye devletlerle sorunlar yaşanmasından,Katar dışında dost devletin kalmamış olmasından, Avrupa insan Hakları Mahkemesine yargıç beğendirememekten,işsizliğin önlenememesinden ve aklınıza gelebilecek ülkenin diğer tüm sorunlarından kaynaklı tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak, CHP ve onun liderini görmeyi alışkanlık ve refleks haline getirdikleri için, aynı alışkanlıkla, son yıllarda ortaya çıkan ülkemizdeki turizmin ve turizm gelirlerinin gerilemesinin sorumlusu olarak da, CHP ve onun liderini görmekte ve büyük bir haksızlık yapmaktadırlar.

Bu pişkinlik ve haksızlık karşısında,CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU ne yapsın?

Adamlar pişkin, kendi kötü yönetimlerinden kaynaklı ülkenin tüm sorunlarını, hiç utanmadan ve sıkılmadan, Allahtan korkmadan, halkın gözünün içine baka baka,ülke yönetiminde hiçbir sorumlulukları ve yetkileri olmayan CHP ve onun liderinin üzerine yıkma insafsızlığını gösterebiliyorlarsa,bu durum karşısında KILIÇDAROĞLU'nun ve diğer CHP'lilerin,kendilerini savunmaktan başka yapabilecekleri ne olabilir ki?


Siyasal iktidarın, iktidarda olduğunu unutarak, sanki bir muhalefet partisiymiş gibi, büyük bir pişkinlik içinde ve yüzü kızarmadan,kendilerinin hatalı iç ve dış politikalarından kaynaklı olmasına rağmen, KILIÇDAROĞLU'nu turizmi baltalamakla, turizmin ve turizm gelerlerinin gerilemesine sebep olmakla suçlaması, Sayın DÜNDAR'ın düşündüğü gibi,gündem belirleme ve gündem belirleme önceliğini CHP'nin elinden almak şeklinde değerlendirilemez.

Teşbihte hata olmaz, örneğin ülkenin bir yöresinde seri katillik yapan ve polisi aylarca peşinden koşturan bir kişinin yakalanması halinde, o kişinin özellikle boyalı basında baş haber yapılması,günlerce seri katilden bahsedilmesi, gündem belirleme olarak mı değerlendirilecektir?

Tabii ki,hayır.

Bize göre, gündem belirleme; gerçek,doğru ve ülke ile ülke insanının yararına olan konuları,herkesten önce, kamuoyunun önüne sunmakla olabilir.12/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Ağustos 2017 Pazartesi

SEVDİM SENİ AYHAN OĞAN




İroni falan yapmıyoruz,yazımıza başlık yaptığımız gibi, biz;AKP eski MKYK üyesi Ayhan OĞAN'ı, CNN Televizyonunda, hiç kıvırtmadan ve cesurca, bir suç itirafı içeren, çok açık ve net bir şekilde; “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz,beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri ERDOĞANDIR”sözünden dolayı kutluyor ve kendisine buradan alenen teşekkür ediyoruz,fikirlerinizi,yapmak istediklerinizi beğenmesek ve şiddetle karşı çıksak da, bu dürüstlüğünüzden,medeni cesaretinizden, hiç kıvırmadan tüm doğruları açıkça söyleyebilme erkekliğini gösterdiğinizden dolayı,sevdim seni Ayhan OĞAN.

Ayhan OĞAN;hukukçu değilsiniz,o kadar yanlış kadı kızında da olur, şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz demişsin ya, küçük bir teknik düzeltme yapalım, kurmaya başladığınız ve kuruluşunun neredeyse finaline doğru hızla yaklaştığınız şey;yeni bir devlet değil,emperyalist ve işgalci ülkelerle savaşarak vatan topraklarını kurtaran ve Türk Milletini esaretten özgürlüğüne kavuşturan Atatürk'ün kurduğu, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne,kuvvetler ayrılığına, demokratik ve laik,parlamenter sisteme dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu yapısını, sistemini ve rejimini, sistematik bir şekilde yıkarak, bunun yerine, aynı devletin kurumları ve arsası üzerinde, kuvvetler birliğine, tek adama ve islami esaslara dayalı anti laik otoriter bir sistem ve rejimdir.

Yani siz, elinizi taşın altına sokarak,emperyalist devletlerle savaşarak,Türk Milletini esaretten kurtarıp özgürlüğüne kavuşturduktan sonra, yoktan yeni bir devlet kurmuyorsunuz, hiçbir emek sarf etmeden,mevcut ve hazır Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rejimini,sistemini,kendi islami ideolojinize uyduruyor ve değiştiriyorsunuz Ayhan OĞAN.

Ayhan OĞAN'ın bu teknik yanlışını düzelttikten sonra biz diyoruz ki;bravo Ayhan OĞAN,bu açık yürekli,cesur, dürüst ve bugüne kadar yapılan anayasa değişiklikleri ile çıkarılan ve bundan sonra çıkarılacak olan KHK ve yasalar ile uygulamaya konulan düzenlemelerle tıpa tıp örtüşen,tüm doğruları içeren,katılmadığımız ve şiddetle karşı çıktığımız beyanlarınız ve savcılara yaptığınız bu bir nevi suç ihbarınız nedeniyle, sizi gerçekten kutluyoruz ve sizin bu açık yürekliliğinizi, gerçekleri saklamadan yaptığınız bu açıklama,uyarı ve ihbarınızı,dürüstlüğünüzü ve de cesaretinizi görmezden gelerek sizi eleştiren ve topa tutan insanların kusurlarına bakmamanızı,sizden istirham ediyoruz.

Şimdi Ayhan OĞAN'ın bu cesur ve dürüst itiraf ve beyanları, bazı kişi ve kurumlarca yalanlanacak ve bu beyanların; amacını aşan, gerçek dışı beyanlar olduğu söylenerek, Ayhan OĞAN'ın itiraf ettiği gerçeklerin üzeri örtülmeye çalışılacaktır.

Biz de diyoruz ki, ayinesi iştir kişinin, söze bakılmaz.

Herşey ortada; çok az bir farkla ve tartışmalı bir şekilde referandumdan geçen son anayasa değişikliği ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve en önemlisi de yargı bağımsızlığının yok edilişine,yasama organının sesinin kısılmasına, işlevinin sınırlandırılmasına, iç tüzük değişikleri ile muhalefetin meclisteki söz ve eleştiri hakkının kısıtlanmasına, meclisin denetim görevinin büyük oranda yok edilmesine,eğitimin laik yapısının her geçen gün yok edilerek, anti laik islami eğitim sisteminin hakim kılınmaya çalışılmasına, buna paralel olarak da, milli eğitim müfredatının islami esaslara ağırlık verecek şekilde yeniden düzenlenmesine, hiçbir haklı neden ve ihtiyaç olmadığı halde, il ve ilçe müftülerine de medeni nikah kıyma yetkisi tanıyan yasal düzenlemeye gidilmesine,dinin ve din adamlarının;Diyanet İşleri Yasasının öngördüğü sınırın dışına çıkarılarak, insanların günlük ve tüm sosyal yaşantısı içinde, daha geniş ve önemli roller üstlenmelerinin önünün açılması gayretlerine bakıldığında, beğensek de beğenmesek de, Ayhan OĞAN kutlanması gereken ve gerçekleri ifade eden çok önemli bir itiraf da bulunmuştur. 07/08/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




3 Ağustos 2017 Perşembe

SÜRPRİZ BİR ATAMA MIDIR?




Son Yüksek Askeri Şura toplantısında alınan kararla, Genekurmay Başkanı yerini korumuş, görev süreleri dolmakla birlikte,görev sürelerinin uzatılması mümkün olan Kara,Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları emekli edilerek yerlerine yeni komutanlar atanmıştır.

Kara Kuvvetleri ile Hava Kuvvetlerine atanan kuvvet komutanları açısından,askeri hiyerarşi ve kıdem esasına açık bir aykırılık olmadığını görüyoruz.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığına yapılan seçim ve atamada, aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Basından izlediğimiz kadarıyla, şu anda Gölcük Donanma Komutanı olarak görev yapan bir Oramirale rağmen; Deniz Kuvetleri Komutanlığına atanmadan önceki çok önemli ve işin olmazsa olmazı Donanma Komutanlığı dahi yapmamış, daha ast rütbeli (Koramiral) bir subayın,Donanma Komutanı Oramiral görmezlikten gelinerek ve atlanarak, Deniz Kuvvetleri Komutanı yapılmıştır.

Yine basından öğrendiğmiz kadarıyla, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına atanmayan şu andaki Donanma Komutanı, FETÖ'nün kumpası olduğu yargı kararlarıyla tescil edilen, İzmir Askeri Casusluk ve fuhuş davasının sanığı olarak yargılanmış ve beraat ederek aklanmıştır.

Sivil ağılıklı,küçük bir bakanlar kurulu olan yeni oluşumlu Yüksek Askeri Şuranın üyeleri; acaba, beraatla sonuçlanan ve Fetö'nün bir kumpası olduğu tescillenen bu askeri casusluk davası nedeniyle mi, askeri hiyerarşiyi,kıdemi,astlık üstlük münasebetini ve askeri gelenekleri yerle bir ederek, silahlı kuvvetlerdeki disiplini bozacak olan böyle bir atama yolunu seçmişlerdir?

Neresinden bakarsanız bakınız,bu tercih ve atama,siyasi ve ben yaptım oldu şeklinde değerlendirilmesi gereken bir tercih ve atamadır.Deniz Kuvvetleri Komutanlığına atanan Koramirali tanımıyoruz,kendisini tenzih ederiz, bizim onun şahsına ve askeri liyakatine bir sözümüz olamaz,kendisi; mutlaka Fetöcü değildir, yandaş da değil, her Türk subayı gibi,demokrasiye saygılı Atatürkçü bir subaydır.Ama konu bu değil.

Siyasal iktidar, var gücüyle FETÖ ile mücadele ettiğini söylemektedir, suçlu ve suçsuz binlerce kişi soruşturulmakta ve cezaevlerine kapatılmaktadır, Siyasal iktidarın, Fetö ile mücadelede samimi ise, Fetö'nün iftirasına ve kumpasına uğratılmış ve mağdur edilmiş Donanma Komutanı Oramiral'in Deniz Kuvvetleri Komutanlığına atayarak, Fetö'ye anlamlı bir ders vermesi gerekmez miydi?

Fetö ile mücadelede samimi olan bir siyasal iktidar;Fetö'nün kumpası bir davanın sanığı olarak yargılandıktan sonra aklanan bir Türk Subayını, bu sebeple,askeri teamüllere,disipline,kıdeme ve astlık üstlük münasebetine aykırı olan böyle bir atamayı yapmamalıydı.Yaptığına göre, Fetö ile mücadelesinde samimi olmadığını kabul etmiş demektir.

Peki bu tercih ve atama sürpriz midir?

Normal koşullarda sürpriz bir atama olmakla birlikte, işin içinde AKP iktidarı olduğunda, bize göre hiç de sürpriz bir atama değildir.

Şayet bu atamada, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına tercih edilmeyen Donanma Komutanı Oramiral'in,beraat ile sonuçlansa da,Fetö kumpası bir davanın sanığı olmasının bir etkisi yoksa, bize göre; askeri teamüllere, hiyerarşiye ve kıdeme açık bir şekilde aykırı olan bu atama ile siyasal iktidar olarak,Türk Sialhlı Kuvvetlerine hakimiz,Türk Silahlı Kuvvetleri sivil otoritenin emrinde ve kontrolündedir,siyasal iktidar ne derse,ne tercihte bulunursa o geçerlidir, siyasal iktidar isterse, sıradaki daha kıdemli komutan yerine, onun altındaki bir komutanı da Kuvvet Komutanı olarak atayabilir mesajı verilmek istenmiştir.

Ne diyelim,yine de Türk Milletine hayırlı olsun. 03/08/2017

NOT:Bu yazı,Donanma Komutanı Oramiral'in emekli edilmediği
düşünülerek kaleme alınmıştır.


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu