29 Haziran 2018 Cuma

BU ÜLKE BÖYLE BİR İÇİŞLERİ BAKANI'NI ASLA HAK ETMİYOR




Seçimler öncesindeki propaganda konuşmalarında ve seçim sonrasında yaptığı balkon konuşmasında,ülkedeki demokrasiyi daha da geliştireceğiz, 81 milyonu kucaklayacağız diyerek, birlik ve beraberlik mesajı veren, yeni Başkanlık sistemi Cumhurbaşkanımız ERDOĞAN,İçişleri Bakanı denilen zat'a hak ettiği yaptırımı uygulamak zorundadır.

Aksi halde, ERDOĞAN'ın;81 milyonun birlik ve beraberliğine işaret eden beyan ve mesajları havada kalacak,inandırıcılığını yitirecek ve CHP İl Başkanlarına yönelik demokrasi ve hukuk dışı beyanları ve aldığı kararlarıyla bölücülük yapan,halkı birbirlerine karşı kin ve düşmanlığa iten, bu nedenle dilimizin kendisine bakan demeye zorlandığı Süleyman SOYLU denen zat'a arka çıkmış ve bu zatın demokrasi ve hukuk dışı beyan ve uygulamalarını onaylamış sayılacaktır.

Süleyman SOYLU denen zat ne yapmak istiyor,seçim sonuçlarına bakarak ve güvenerek, demokrasiye ve demokrasiye inanan halkımıza meydan mı okuyor?Bu ülkeyi Dingo'nun ahırı ve Muz Cumhuriyeti mi zannediyor?Öyle zannediyorsa yanılıyor.

İçişleri Bakanının;kesin yargı kararı olmaksızın, kendi şahsi ve siyasi düşünceleri,kab ul ettiği kendi doğruları ve hezeyanları ile bu ülkenin insanlarını teröristlikle suçlayarak ve yaftalayarak,halkın seçimlerdeki demokratik ve özgür oy tercihlerini yok sayıp, seçmeni kendi kafa yapısına göre yargılayarak kendince bir sonuç çıkarıp, bu sonuç üzerinden halkımızı birbirlerine düşman etmek,birbirlerine düşürmek, toplumun değişik kesimlerine kin tohumları ekerek,ülkenin huzurunu bozmak gibi bir görev ve yetkisinin olmadığını,bilakis toplumun huzurunu, güvenini,halkın değişik kesimleri arasındaki kin ve düşmanlıkları yok etmekle,tüm halk kesimlerinin mal ve can güvenliklerini sağlamakla görevli ve yetkili olduğunu, kendini İçişleri Bakanı zanneden bu Süleyman SOYLU isimli zat ve onun üzerndeki makam sahipleri bilmiyorlar mı?

Bize göre pekala biliyorlar ama, o gerçekler işlerine gelmiyor ve kendilerince Devlet terörü estirmeye, halkımızı sindirmeye çalışıyorlar.

Bizler ve demokrasiye inanan tüm halkımız, nasıl ki; tüm adaletsiz ve eşit olmayan ve ohal koşullarında yapılmış olmasına rağmen, seçim sonuçlarına saygılı isek,AKP'ye ve ERDOĞAN'a oy veren seçmen halk kitlesinin bu tercihlerine saygılı davranıyor ve onlara oy veren halk kesimini,şöyle veya böyle eleştirme,şucu veya bucu olarak suçlama hak ve yetkisini kendimizde görmüyorsak,kendisine İçişleri Bakanı denilen zat da; yasal bir parti olan ve meşru zeminde seçimlere katılmaya hukuken hak kazanan, Meclis dışında kalmaktansa meclise girerek, kendisini destekleyen halk kesimini mecliste temsil etmesi, ülkemizin ve halkımızın yararına olan HDP'ye ve barajı aşması için HDP'ye oy desteği sağladığını iddia ettiği CHP'ye yönelik haksız,hukuksuz,yargısız,demokrasi karşıtı suçlamalarda bulunmaya ve ülkeyi bir çatışma ortamına sürüklemeye neden olacak yasak kararları almaya görevli ve yetkili değildir.

İçişleri Bakanının almış olduğu karar,AKP'lilerin Avrupa Birliği Kararlarını yok saydıkları gibi, yok hükmündedir.

Sayın ERDOĞAN;İçişleri Bakanı denilen bu zatı derhal görevden almalıdır. Aksi halde, bu zat'ın; hukuk tanımazlığına,demokrasiye,insan hak ve özgürlüklüklerine meydan okumasına,keyfi bir yönetime onay vermiş sayılacak ve biz dahil,tüm halkımızın,böyle bir İçişleri Bakanının görevde kalması nedeniyle, huzuru bozulacak,can güvenliğinden endişe duymaya başlayacaktır.

Sayın ERDOĞAN'ın bu konuda sergileyeceği suskunluk veya atacağı demokratik adım;yeni dönemde, ülkedeki demokrasinin gelişeceğinin veya daha da gerileyeceğinin de aynası olacaktır.

Bu ülke, böyle bir İçişleri Bakanı'nı, asla ve asla, hiç hak etmemektedir. 29/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


27 Haziran 2018 Çarşamba

BU MAKALEMİZ OKURLARLA SİYASİ BİR DERTLEŞME YAZISIDIR




24 Haziran seçiminin resmi olmayan sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra,seçim sonuçlarını yorumlayan bir makale yayınlamıştık,umarım okumuşsunuzdur.

Bugünkü makalemizde,seçim sonuçlarına da bakarak,tamamen kendi düşüncemizi ifade eden bazı gerçekleri açıklamak ve siz okurlarla paylaşarak dertleşmek istedik.

Önce,ülkemizdeki seçmen profiline bakacak olursak,seçmenlerimizden azımsanamayacak büyüklükteki bir bölümü,maalesef ülkenin siyasi,kütürel,eğitim,dış politika,terör ve ekonomi gibi önemli sorunlarını izlemiyorlar ve bu sorunlarımızla ilgili gerçekleri bilmiyorlar,bu konuda iktidar mensupları ne derlerse, ona olduğu gibi inanıyorlar,gerçekleri sorgulayamadıkları için, iktidarın propagandalarına kanarak oylarını bilinçsiz olarak sandığa atıyorlar.

Bu olumsuzlukta,siyasi iktidarın düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü yok sayan ve engelleyen,yazılı ve görsel basını tamamen kendi tekeline alan ve halkın aydınlanmasını, gerçekleri görmesini engelleyen anti demokratik tutumu, en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk seçmeninin büyük bölümü,yukarıda belirttiğimiz nedenlerin de etkisiyle,politikacıların ve parti liderlerinin fikirlerini ülke için yapacakları yararlı çalışmaları, projelerini,ekibinin gücünü arka plana iterek,liderlerin boyuna, posuna,yaşına,mezhebine,etnik kökenine,hitabetine,sesinin tonuna,bağırıp çağırmasına ve hatta güzel ve inandırıcı yalanlar söyleyip söyleyemediğine bakarak,ön yargılarla liderlere puan ve oy veriyorlar.Seçmen çoğunluğu, bu geçersiz kriterlerle ve ön yargılarla,bir liderin üzerini çizmişse,o liderle arasına bir mesafe koymuşsa,o lider ne kadar iyi ve memleket yararına politikalar üretip sergilese de,Nuh diyor Peygamber demiyor,ön yargısını kıramıyor ve kendince bir neden bularak,yıldızının barışmadığı o lidere asla seçilme şansı tanımıyor.

Türkiyede siyaset akıl ile yapılmıyor,duygusal ve tepkisel bir politika izleniyor.

Önceki bir seçimde uygulanan bir yöntem; şu veya bu nedenle olumsuz bir sonuç vermişse,öbür seçimde,sorgusuz ve sualsiz hiç tartışmadan, hemen o yöntemden vaz geçilebiliyor.

Bir örnek vermek gerekirse,bundan önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP Ekmelettin İHSANOĞLU'nu çatı aday olarak müştereken Cumhurbaşkanı adayı yaptı ve seçimi %51 gibi az bir oyla ERDOĞAN kazandı,çatı adayı da,o zamanki iktidarın adayı ERDOĞAN'ın aleyhinde bugünkü kadar olumsuz koşullar olmamasına rağmen,aslında %38 gibi azımsanamayacak bir oy almıştı.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündeme geldiğinde, muhalefet kanadında yer alan büyük bir çoğunluk:bir önceki seçimdeki olumsuz sonuç nedeniyle,aman bu sefer ayı yanlışı yapmayalım, çatı aday olmasın, her parti kendi adayını göstersin ki, oylar bölünsün ve dağılsın,bu suretle seçim ikinci tura kalsın ve ikinci turda muhalafetin adayı seçilme şansını yakalasın.

Biz yazdığımız makalelerde, her şeye rağmen ikinci turun garantili olmadığını,seçimin ilk turda sonuçlanması halinde sadece soğuk bir su içileceğini, Millet İttifakının kuvvetli seçilebilecek bir kişi üzerinde anlaşarak ortak bir adayla seçime girmelerini savunduk.Herkes bize yukarıdan baktı ve ağır yorumlarla karşılıklar verdiler.Kim haklı çıktı? İstemezdik ama, biz haklı çıktık.

Millet İttifakı; örneğin, İNCE üzerinde karar kılıp, İNCE tek başına muhalefetin ortak adayı olarak mücadele etseydi,bize göre, seçim nasıl olsa iş ikinci tura kalacak gevşemesine ve rehavetine kapılmayacak olan muhalif seçmenler, seçimlere daha fazla asılacaklar ve daha iyi bir sonuç alma şansı doğacaktı.Buna rağmen,ERDOĞAN seçilseydi dahi,ortak aday İNCE'nin aldığı oylar, bugün aldığı oylardan fazla olacaktı.

Bir de,en önemlisi ne olurdu biliyor musunuz?Temel KARAMOLLAOĞLU ve Meral AKŞENER Cumhurbaşkanı adayı olmadıkları için milletvekili seçilirler ve şimdi mecliste olurlardı.

Politikacı ve bir lider gücünü ve kapasitesini ve de haddini çok iyi bilmek ve gerçekçi olmak zorundadır.

Kimse gücenmesin,İYİ Parti ve lideri Meral AKŞENER; boylarına, poslarına ve kadrolarına,hiç seçim deneyimi yaşamadıklarına,çiçeği burnunda tap taze ve yeni bir parti olduklarına bakmadan,kendilerini dev aynasında gördüler,anketlere ve meydanlara bakarak yanıldılar,CHP'nin desteğiyle seçimlere girebildiklerini unuttular,AKŞENER'in bir alternatif olabileceğine inandılar,sonunda ne oldu?Millet İttifakı olmasaydı barajın altında kalacaklar ve meclise dahi giremeyeceklerdi, AKŞENER de partisinden dahi daha az oy alarak,Cumhurbaşkanı olamadığı gibi,mevzuat gereği milletvekili olama imkanını elinin tersiyle iterek milletvekili dahi olamadı ve siyasi geleceğini büyük bir risk altına soktu.

CHP'nin oyları artmadığı gibi,oran itibariyle geriledi de, buna karşılık,CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı İNCE, partisinden daha fazla,%30 küsur oranında oy aldı.

Bu sonuç, CHP de haklı olarak bir lider tartışmasına ve arayışına kapı araladıysa da, gerçekçi bir yorum yaparsak,İNCE'nin partisinden fazla oy almasında, kendi performansının ve inandırıcılığının bir payı varsa da, bu fazla oylarda,uyguladığı taktikle KILIÇDAROĞLU'nun da katkısının olduğunu inkar etmek insafsızlık olur.KILIÇDAROĞLU; İNCE'nin önünü açmış ve parti rozetini çıkarttırarak, onu CHP destekli tarafsız bir Cumhurbaşkanı adayı olarak lanse etmiş ve bu nedenle de;CHP seçmeni dışında, Millet İttifakına dahil partilerin ve hatta HDP'nin bazı seçmenlerinin de oy vermesi nedeniyle, İNCE oy oranında CHP'ye fark atabilmiştir.İNCE'nin; bugün CHP'nin başına geçmesi ve yarın bir seçim yapılması halinde,aynı oyu alabileceği bize göre şüphelidir.

CHP'nin oy oranındaki gerilemenin bir nedeni de;duygusal nedenlerle İYİ PARTİ'ye ve baraj sorunu nedeniyle de HDP'ye kaptırdığı azımsanamayacak orandaki oylardır.

Bu değerlendirmeyi şunun için yapıyoruz.Hani, biz dahil, CHP'nin çoğu seçmeni, seçim sonuçlarına bakarak, KILIÇDAROĞLU istifa etsin ve koltuğunu İNCE'ye bıraksın diyoruz ya,bu söylemimizle, aslında KILIÇDAROĞLU'na haksızlık yapmıyor da değiliz.

KILIÇDAROĞLU;son seçimler öncesinde,gerçekten çok iyi çalıştı,iyi bir liderlik yaptı,iyi projelerle halkın karşısına çıktı,bugüne kadar ki en iyi seçim performansını ortaya koydu,iyi bir Cumhurbaşkanı adayı belirledi,iktidar tarafından seçime katılması önlenmek istenen İYİ PARTİ'nin seçimlere katılmasını sağladı, ancak buna rağmen, sonuç itibariyle ve yukarıda açıkladığımız nedenlerle seçmen çoğunluğu ile yıldızının bir türlü barışamaması,seçmen çoğunluğunun yaptığı ülke gerçekleriyle çelişen haksız tercih ve değerlendirmeleri nedeniyle,seçimi kaybetti.

Bize göre,iyi performansına rağmen,şu veya bu nedenle iyi sonuç alamadığı ve seçmenle yıldızını barıştıramadığı,seçmenin ön yargılarını kıramadığı için, KILIÇDAROĞLU; partisinin ileriye dönük menfaatlerini,daha öncelikli ve üstün tutarak, onurlu bir şekilde istifa etmeli ve bir ilki gerçekleştirerek Türk siyaset tarihine ismini altın harflerle yazdırmalıdır.

Bu onurlu davranışı sergileyecek olan KILIÇDAROĞLU'nu, bugünkü toz duman içinde taktir edenler belki az olabilir ama,ileriki yıllarda, ileriki kuşaklarca, KILIÇDAROĞLU'nun bu onurlu davranışı, mutlaka layık olduğu değeri bulacaktır.

Aksi halde,en başta CHP olmak üzere,KILIÇDAROĞLU'nun kendisi de zarar görecek ve o da, diğer alıştığımız politikacılar gibi, koltuğuna yapışmakla suçlanacaktır. 27/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Haziran 2018 Pazartesi

24 HAZİRAN SEÇİMLERİNİN YORUMU




2002 Yılında yapılan seçimlerle iktidarı eline geçiren AKP ve Erdoğan'ın, bunun devamında da kazandığı,bizim sayısını unuttuğumuz seçimler göstermiştir ki;seçimlere, iktidarda iken, tüm iktidar olanaklarını acımasızca ve sonuna kadar kullanarak girmek, büyük bir avantajdır.

Bizim halkımızın çoğunluğunun demokrasi,insan hak ve özgürlüklerinden ziyade,kendisine devlet imkanlarıyla verilen mütevazi yardımlarla, yarı aç ve yarı tok bir vaziyette, karın tokluğuna yaşamlarını sürdürebilmeyi daha üstün tuttukları anlaşılmıştır.

Halkımızın güce, siyasi kudrete ve üstünlüğe önem verdiği ve iktidar gücünü kendi benliğinde hissederek,bu güce oylarıyla katkı vermekten haz duyduğu anlaşılmıştır.

Bu nedenle, halk çoğunluğun; AKP'nin dümen suyuna giren MHP'nin, bu seçimlerde eriyeceğine,bir varlık gösteremeyeceğine,oylarının çoğunu İyi Partiye kaptıracağına,yüzde 4 bandında oy alacaklarına,barajı aşacak oyu dahi toplayamayacaklarına dair tahminleri tutmamış,MHP tabanı, siyasi iktidar ile işbirliği yapan Cumhur İttifakı kuran ve kazanılacak bir seçim sonunda AKP iktidarına ortak olacaklarını,iktidarın gücünden ve nimetlerinden kendilerinin de yararlanacaklarını düşünerek, partilerini desteklemeye devam edip, seçimden MHP'nin yaklaşık elli civarında milletvekili kazanmasını sağlamışlardır.Bu sonuç,halkımızın, mevcut siyasi iktidarın gücünün yanında yer almaktan haz duyduklarını açıkça göstermiştir.

Bu seçimin gerçek kazananı Bahçeli ve partisi MHP olmuştur.

Bahçeli'yi benim de içlerinde bulunduğum büyük bir kesim, teslimiyetçi,iktidara koltuk değnekliği yapan politikası ve stratejisi nedeniyle eleştirmiş ve Bahçeli'yi, partisini yok eden bir lider olarak yaftalamıştır.Malesef yanılmışız.Bahçeliyi aslında siyasi etik olarak eleştirsek de,seçimin sonuçları göstermiştir ki; kendisi ve partisi adına çok iyi bir politika ve strateji uygulamış ve kendisini eleştirenleri yanıltmayı başarmıştır.

Bahçeli ve MHP milletvekillerinin oyları, Mecliste kilit oy niteliği kazanmıştır.

AKP ,301 Milletvekilliğine ulaşamadığı için tek başına iktidar olamamış ve MHP'ye mahkum hale gelmiştir.

Muhalefet açısından da durum farklı değildir,muhalefet de çoğunluk oylarını ancak Bahçelinin MHP'sini yanına alarak sağlayabilmektedir.,bu durumda Bahçeli ve MHP hem iktidar ve hem de muhalefet için, adeta her kapıyı açabilen maymuncuk parti haline gelmiştir.

AKP,gerilemiş,tek başına meclis çoğunluğunu kaybederek,Cumhur İttifakına devam etmek durumunda kalmış,adeta MHP''nin ağzına bakan ve Bahçeli'nin sürpriz çıkışlarının muhatabı olacak hale gelmiştir.

İyi Parti,resmi olmayan sonuçlara baktığımızda, kırk beş civarında milletvekilliği kazanarak meclise girmiş ve grup oluşturmuş ise de;bize göre, bu seçimin kaybedenlerinden birisi olmuş,büyük iddialarla Cumhurbaşkanı adayı olan,yine bize göre, partinin kurucularından Koray AYDIN tarafından bu adaylığa adeta itilen ve zorlanan genel başkan Meral AKŞENER, partisinden daha az oranda oy alarak partisinin gerisine düşmüş,cumhurbaşkanı adayı olduğu için yasa gereği milletvekili de olamayan ve meclisin dışında kalan,bu nedenle mecliste grubunun başında bulunamayacak olan Meral AKŞENER'in bu durumu, kısa süre sonra,genel başkanlığını tartışılır hale getirecek,milletvekili olup da gözü genel başkanlıkta olan sivri kişiler tarafından Meral AKŞENER'in genel başkanlık koltuğundan düşürülmesi mücadelesi başlatılabilecektir.

Saadet Partisine gelince,genel başkanı KARAMOLLAOĞLU'nun kararlı ve ilkeli beyanlarına ve duruşuna rağmen,maalesef halkımızın güce tapma ve güçlünün yanında yer alma özelliği nedeniyle,alacağı oylar ne olursa olsun baraj problemi olmamasına rağmen,muhafazakar kanat,iktidar olamayacağını,Cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini bildikleri Saadet Partisi ve liderine gözlerini kapatmışlar ve oylarını esirgemişlerdir.Saadet Partisi ve lideri, sandıkta hiçbir varlık gösterememiş ve Millet İttifakına ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına hiçbir katkı sağlayamamıştır.

Doğu PERİNÇEK ve partisi Vatan Partisi;bizi yine yanıltmamış ve seçimde hiçbir varlık gösterememiş,partiye ve PERİNÇEK'e verilen marjinal oylar çöpe giderek,az da olsa iktidar partisine katkı sunmuştur.PERİNÇEK artık bu inadından vaz geçmeli ve daha akıllı ve mantıklı politikalar uygulamalıdır.

Gelelim ana muhalefet partisi CHP'ye.Oylarını,yine kemikleşmiş oranların üzerine taşıyamamış, seçimin kaybedeni ve müzmin ana muhalefet partisi olarak kalmıştır.

Bize göre bunun en önemli sebebi,CHP'ye yönelik; ATATÜRK döneminden itibaren yapılan acımasız ve yalan beyan ve iftiralardır.ERDOĞAN'ın,daha doğmadığı halde tek parti döneminde 75 kişilik sınıflarda okuduğuna ilişkin beyanı dahi kendi lehine prim olabilmiştir.AKP'nin başarısı ve CHP'nin başarısızlığının en önemli nedenlerinden biri de,AKP'nin iktidar olanaklarını çok iyi kullanması,en başta devlet televizyonu olan TRT olmak üzere,görsel ve yazılı basında tekel oluşturarak, dördüncü güç olan Basından tek yanlı olarak yararlanmasıdır.

CHP yönetiminin; kendinden kaynaklı,eleştirilecek çok yönleri de var tabi.CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İNCE'nin, CHP'nin oylarını delerek, partisinden daha fazla oy almış olması da,CHP'nin mevcut yönetiminin eksikliğini,partiyi yeni stratejilerle Anadolunun tüm illerinde güçlü hale getirememelerinin, seçim kazanmalarının önündeki en büyük engel olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu seçim sonuçları, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na bir görev ve sorumluluk yüklemiştir.Buna göre,KILIÇDAROĞLU derhal,onurlu bir şekilde parti genel başkanlığından istifa ederek, partisinin seçimli olağanüstü kurultayını toplamalı ve koltuğunu,seçimlerde yeni bir rüzgar estiren,CHP'nin aldığı oyların çok üzerinde oy alan Muharrem İNCE'ye bırakmalıdır.

Seçimlerin;tüm eşitsizliklerine ve eksilerine rağmen, milletimize ve seçilenlere hayırlar getirmesini diliyoruz.25/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Haziran 2018 Cuma

MUHTEŞEMSİN GAVUR İZMİR




Muhteşemsin Gavur İzmir.

Muhteşemsin Gavur İzmir'li.

Yine, yapacağınızı yaptınız ve tüm Türkiye'ye örnek oldunuz.

İzmir ve İzmir'li;sen gavurluk yapmaya,gavur olarak kalmaya devam et lütfen. Gavurluk sana gerçekten çok yakışıyor.

Bu ülkenin Gavur İzmir'e ve daha başka Gavur İzmir'lere gerçekten ihtiyacı var.

Demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini,laikliği,hukukun üstünlüğünü,yargı bağımsızlığını,kuvvetler ayrımına dayanan parlamenter demokrasiyi ağızlarına almaktan korkanlar,İzmir'imizi bu üstün vasıflarıyla nitelendirerek anmak yerine,kısaca ve üstü kapalı bir şekilde gavurlukla suçlamayı tercih ediyorlar.

Laiklik ve demokrasi karşıtlarının; İzmir'imizi anarlarken,İzmir ve İzmir'liden bahsederlerken, İzmir'in önüne ekleme gereği duydukları “gavur” kelimesi;demokrasiyi,laikliği, insan hak ve özgürlüklerini,yargı bağımsızlığını,kuvvetler ayrımını,parlamenter demokrasiyi simgelemektedir.Bu nedenle biz İzmir'liler, gavurluğumuzla gurur duyuyoruz,ne mutlu gavur İzmir'liyim diyene.

Muharrem İNCE'yi ağırlayan ve bağrına basan dün meydanlardaki o iki buçuk milyonluk Gavur İzmir Halkı,kelimenin tam anlamıyla muteşemdi,coşkulu ve AKP iktidarının yolcu edileceğinin,parlamenter demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yeniden tesis edileceğinin müjdesini veren habercileriydi.

Dün, sadece Gavur İzmir'in kurtuluşunun değil, tüm ülkenin,insan hak ve özgürlüklerinin,parlamenter demokrasinin,yargı bağımsızlığının,laikliğin yok edildiği tüm Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluşunun müjdelendiği gündü.

Doğma büyüme İzmir'li olmamakla birlikte, çok uzun senelerden beri bu ilde oturuyor,yaşıyor,çalışıyor ve yerleşmiş olmam nedeniyle, ne kadar gurur duysam azdır.

Ülkemizin,Karadeniz'inde,İç Anadolusunda,Doğu Anadolusunda ve Güneydoğu Anadolusundan da, çok değil birer tane daha Gavur İzmir çıkabilse,bu ülkenin gökkubesinin altında, demokrasinin,insan hak ve özgürlüklerinin,hukukun üstünlüğünün, laikliğin,yargı bağımsızlığının,kuvvetler ayrılığının, zerre zarar görmesi asla mümkün olamaz.

Dünkü Muharrem İNCE mitinginde toplanan o muhteşem ve coşku dolu yaklaşık iki buçuk milyon kişilik Gavur İzmir'li; demokrasiden yana olanların umudu,demokrasi karşıtı tek adam yanlılarının ise,korkulu rüyası olmuştur,meydanlarda toplanan yaklaşık iki buçuk milyon Gavur İzmir'li,24 Haziran demokrasi şöleninin öncü habercileri ve simgesi olarak sürekli hatırlanacaktır.

Her zaman olduğu gibi;yine, demokrasi tarihine not düştün ve kendine altın bir sayfa açtın benim Güzel ve Gavur İzmir'im ve İzmir'lim.

Ne mutlu Gavur İzmir'e ve Gavur İzmir'liyim diyene.22/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

18 Haziran 2018 Pazartesi

BUNUN ADI MİNDERDEN KAÇMAKTIR





AKP Genel Başkanı ve o partinin cumhurbaşkanı adayı ERDOĞAN; seçim konuşmalarında, sürekli olarak CHP adayı İNCE'ye laf atıyor,sözüm ona onu eleştiriyor,küçük görüyor,kendisini usta İNCE'yi çırak olarak nitelendiriyor,İNCE de bu sataşmalara karşı,madem ki sen ustasın,ben çırağım,istediğin bir televizyonda karşıma çık,karşılıklı olarak ekonomiyi,dış politikayı ve eğitimi tartışalım, halkımız kimin usta kimin çırak olduğunu görsün değerlendirsin ve sandıkta ona göre oy versin çağrısını sürekli yineliyor.

ERDOĞAN,İNCE'nin bu çağrısına ve meydan okumasına olumlu cevap vererek karşısına bir türlü çıkamıyor,çıktığı takdirde başına gelecekleri,İNCE'nin karşısında ecel terleri dökeceğin,yetersiz kalacağın,mahcup olacağını,düşmekte olan oylarının daha da düşeceğinden korkuyor,er meydanından,güreş minderinden adeta kaçıyor.Bunun başka hiçbir izahı yoktur.

ERDOĞAN; er meydanından bu kaçışına gerekçe olarak,kendine üzerimizden reyting sağlayacak,biz seni muhatap alır mıyız diyerek çamura yatıyor.

Peki reyting ne demektir?

Kitle iletişim araçlarında izlenme durumu,izlenme oranı demek olan reyting'i politikaya uyarlarsak,yani iki politikacının karşılıklı tartıştıkları programlara uyarlarsak,tartışan bu iki politikacıdan herbirinin,bu tartışmadaki başarı oranlarını,halktan aldıkları takdir (beğenme)oranını ifade eder.

Sayın İNCE; televizyon yapımcısı ve sahibi olmayıp, cumhurbaşkanı adayı bir politikacı olduğuna göre,ERDOĞAN ile tartışacağı televizyonun o tartışma programı süresince elde edeceği izlenme oranı İNCE'yi ilgilendirse bile,onun için önemli olan husus,bu tartışmada ERDOĞAN'ı mat ederek ondan daha başarılı bir cumhurbaşkanı olabileceği konusunda, halkın takdirini (beğenisini)kazanmak ve halkın kendisine yönelik takdir oranını ve dolayısıyla da oylarını yükseltmektir.

İşte ERDOĞAN da,aslında üstü kapalı olarak;televizyonlarda senin karşına çıkıp seninle ekonomiyi,dış politikayı eğitimi tartışırsam, senin karşında tutunamam,benim on altı yıllık başarısızlığımı,metal yorgunluğumu,proje üretmekte çektiğim sıkıntıları ortaya koyarsın,ipliğimi pazara çıkarırsın,rezil olurum, sen ise; performansınla halkın takdirini kazanarak oylarını artırır ve cumhurbaşkanlığını garanti edersin,ben sana bu imkanı verir miyim,senin anan güzel mi?Demek istiyor.

Sayın ERDOĞAN; bizimkine hiç benzemese de,Amerikan Başkanlık sistemini örnek alıyor ama, Amerikan Başkanlık seçimlerinin simgesi ve olmazsa olmazı olan adayların halkın önünde tartışarak düello etmeleri kuralını, görmezlikten geliyor, yok sayıyor.

Seçmen, başka şeyleri bırakın,İNCE'nin; gel seninle televizyonlarda karşılıklı olarak ekonomiyi,dış politikayı ve eğitimi tartışalım davetinden korkarak kaçan ERDOĞAN'ın bu kaçışı ve antidemokratik tutumunu iyice sorgulayabilse, bu dahi tek başına ERDOĞAN'n seçimlerde hezimete uğraması için yeterli bir nedendir. 18/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




16 Haziran 2018 Cumartesi

EVRENSEL HUKUK KURALLARINI TANIMAMAK




Önümüzde seçimler var,her parti seçim bildirilerini yayınladı.Bunlardan birisi de iktidardaki AKP.

AKP seçim bildirisinde, demokrasiyi insan hak ve özgürlüklerini daha da geliştireceklerini vaat ediyor.

Biz, AKP kadrolarının demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini geliştirmesinden vaz geçtik, mevcut olan evrensel hukuk kurallarına saygılı olsalar yeter de artar.

Evrensel hukuk kurallarından en önemlilerinden biri de, kısaca masumluk karnesi olarak ifade edilen;bir kişi hakkında, mahkemelerce verilerek,kanun yollarından da geçtikten sonra kesinleşen bir mahkumiyet kararı bulunmadığı sürece, o kişinin masum ve suçsuz sayılacağına ilişkin kuraldır.

Masumluk karinesi;demokrasilerin, olmazsa olmaz ve vaz geçilemez en önemli kuralıdır.Masumluk karinesini kabul etmeyenler, asla demokrat olamazlar,onlar en hafif tabiriyle faşist antidemokrat kişilerdir.Onların ağızlarına, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri kavramları asla yakışmaz,bu kavramları telaffuz etmeleri, münafıklıktan başka bir anlam taşımaz.

Bunları niçin söylüyoruz anlamış olmalısınız.HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı DEMİRTAŞ halen tutuklu ve yargılanmakta,hakkında verilen ve kesinleşen bir mahkumiyet hükmü mevcut değil,Anayasanın 76.maddesine ve evrensel hukuk kuralı masumluk karinesine göre, milletvekili ve dolayısıyla da cumhurbaşkanı seçilme yeterliliğine sahip.Bu nedenle de YSK DEMİRTAŞ'ın adaylığını onayladı.

Anayasanın bu açık hükmüne ve YSK'nın onayına rağmen,iktidar partisinin genel başkanı, işine öyle geldiği,HDP'nin baraj altında kalarak, hak etmediği milletvekillerini kendi partisinin hanesine yazdırabilmek için, tutuklu olan DEMİRTAŞ'ın adaylığına karşı görüşler bildirmekte hiçbir sakınca görmüyor,bu görüşünün; seçim bildirgesinde açıkladığı, demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini daha da geliştireceklerine yönelik vaatleriyle çeliştiğini gözardı ediyor,Türk seçmeninin bir bölümünün, bu çelişkiyi fark edemeyecek kadar sorgulamadan yoksun olduklarının çok iyi farkında,ilkesizlik,çifte standartlık,sadece kendine demokratlık almış başını gidiyor,Türk halkı böyle politikacıları hak etmiyor aslında,ama demokrasinin erdem ve nimetlerinden, en başta demokrat olmayanların yararlanmaları nedeniyle, yapacak bir şey kalmıyor,ilkesiz yeteneksiz politikacılar, ülkemizde hak etmedikleri makamlara kolaylıkla gelebiliyorlar.

DEMİRTAŞ,halen tutuklu yargılanmakta ise de,hükümlü değildir,hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü yoktur.Tutuklu yargılanan bir kişi sonunda beraat da edebilir,tutuklu yargılanmak bir istisnadır,asıl olan tutusuz yargılanmaktır,bizim hukuk sistemimizde mecburi tutuklama yoktur,bir tedbir olan tutuklamanın yasal koşulları mevcut olsa dahi,yargıç tutuklama kararı dahi vermeyebilir,bu gerçekler karşısında,demokrat olduğunu,seçim kazanırsa demokrasiyi,insan hak ve özgürlüklerini daha da artırıp geliştireceklerini vaat eden AKP Genel Başkanına,kim inanır?

Masumluk karinesine dahi saygı duymayanların bu vaatlerine kargalar bile gülerler. Umarım, bizim bazı seçmenlerimiz de,bu defaki 24 Haziran seçimlerinde kargaların gerisinde kalmazlar,bu asılsız vaatlere kanmayıp gülüp geçerler. 17/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

13 Haziran 2018 Çarşamba

BAYRAMLARIN ANLAMI




Bayramların anlamı,amacı ve işlevi nedir?

Üzülerek söylemem gerekirse;bayramların tamamen yozlaştığı,anlamını ve amacını yitirdiği,çoğunluk tarafından sadece tatil olarak algılandığı günümüzde, bayramların gerçek anlamını ve işlevini konu alan bu yazıyı yazma gereği duyduk.

Çok acı ama, gerçek bu maalesef.

Yarın arefe ve 15.Haziran günü de Ramazan Bayramının birinci günü.

Önce Ramazan ve oruç'tan başlamak gerekirse, oruç;gün boyu aç ve susuz kalarak,Allahın biz kularına verdiği nimetlerin değerini,aç ve yoksul insanların sıkıntılarını anlayabilmemizi,onlara yardım duygularımızın körelmemesini,bize göre çok tali olarak da, sindirim sistemimizi dinlendirerek sağlığımıza katkı yapmamızı, nefsimize hakim olabilme disiplinini edinmemizi sağlayan, yılda bir kez ve otuz gün devam eden kutsal bir süreçtir.

Özellikle Ramazan Bayramı, otuz günlük bu açlık ve susuzlukla terbiye (ORUÇ) sürecini yaşayan insanlarımızın ödüllendirildiği,oruç'un taçlandırıldığı,Oruç'un zevkinin doruğa ulaştırıldığı, üç günlük bir sevinç ve mutluluk sürecidir.

Bayramlar;

Allahın kullarına bağışladığı bir ödüldür.

İnsanların tüm kötülüklerden arınmasıdır.

Şu veya bu nedenle ayrışan,küsen birbirlerine düşman olan insanların; aralarındaki ayrışmaya ve bölünmeye son vererek birbirleriyle birleştikleri,küslüklerine son verdikleri ve kucaklaştıkları gündür.

Bayram sadece küs olanların değil,hayatın meşakketi ve geçim derdi yüzünden uzun süre ayrı kalan arkadaş,dost ve akrabaların arasındaki mesafelere son veren, birbirlerine kavuşmalarını, kucaklaşmalarını, öpüşüp koklaşmalarını,birbirlerinin sıcaklığını duymalarını sağlayan,sevgileri tazeleyen bir mucizenin adıdır.

Bayram; temizliktir, yeniliktir,yenilenmedir,açılan yeni beyaz ve tertemiz bir sayfadır.Bunun içindir ki;en başta çocuklarımıza olmak üzere, bayramlarda yeni elbiseler, ayakkabılar alınır ve giyilir, evlerimizde bayram temizlikleri yapılır,herşeyin yeni ve beyaz sayfa gibi temiz olmasına özen gösterilir.

Bayramlar,vicdanlarımızın da en temiz ve iyiliklerle dolup taştığı günlerdir.

Bayramlar,çocukların sevindikleri,sevildikleri, sevindirildikleri ve ödüllendirildikleri,çocuklarımızın hayallerini geliştirdikleri,özgüvenlerinin çoğaldığı,yarına umutla bakmaya başladıkları günlerdir.

Sonuç olarak, bayramlar;insanlara, insanlıklarını,tüm güzellikleri ve iyilikleri hatırlatan ve yaşatan sevinç ve neşe dolu çok özel bir gündür.

Bu duygular içinde,tüm okur,dost,arkadaş ve akrabalarımın Ramazan Bayramını kutluyorum, onların bayram neşe,sevinç ve mutluluklarını paylaşıyorum, sağlık,mutluluk,neşe,sevinç,huzur ve barış içinde nice bayramlar diliyorum. 13/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


12 Haziran 2018 Salı

ARKADAŞ DOĞRU SÖYLÜYOR!




Arkadaş doğru söylüyor,nüfusuna bakarsanız 1954 doğumlu gözüküyor ama,o her devrin adamıdır.

Kendisi, Osmanlının kuruluşu 0lan 1299 senesinden bu yana, her devirde yaşamıştır.Osmanlıyı çok iyi bilir,yaşayarak o devirlere bizzat tanık olmuştur.Kendisinin Osmanlı hayranlığı da buradan gelir.

Aramızda beş yaş fark olmasına rağmen,Osmanlıdan bu yana birlikte çok güzel günlerimiz geçti,aynı mahallelerde oturduk ve aynı okullarda okuduk!

O zamanlardan bu yana okumayı çok sever,ne bulursa okur ve bu nedenle de her konuda bilgi sahibidir.Eğitimden anlar,ekonomiden anlar,askerlikten anlar,Osmanlı döneminde, kendisiyle onar kişilik sınıfları olan çok güzel okullarda okuduk ve çok iyi eğitim aldık!

Birlikte Fatih Sultan Mehmetin İstanbul'u fethine tanık olduk,Fatih surlardan İstanbu'a gidiğinde kendisini karşılayan büyük topluluğun en ön safında birlikte yer aldık ve Fatih Sultan Mehmet'i avuçlarımız patlayoncaya kadar alkışladık.O anı hiç unutamam!

Kanuni Sultan Süleyman'ın o muhteşem devrine arkadaşla birlikte tanık olduk, Kanuni,oğlu Şehzade Mustafa'yı boğdurarak öldürttüğünde, ben çok üzülmüştüm,iktidar uğruna insan bir kuşkuya kapılarak kendi öz oğlunu nasıl öldürür diye çok üzüldüğümü gördüğünde;arkadaş,beni, devletin bekası ve geleceği,ülkenin menfaati için, insan gözünü kırpmadan kendi öz oğlunu da öldürterek feda edebilmelidir diyerek, beni teselli etmiştir.Şimdi bakıyorum da, ta o zamandan bugünleri görmüş gibi sanki,devletin bekaası gerekçesiyle herşeyi gözünü kırpmadan kendisi de yapıyor,can düşmanı BAHÇELİ ile Cumhur İttifakını da,kendisi için değil,devletin bekaası için yapmadı mı?

Ulu Hakan Abdülhamit Han dönemini de arkadaşla birlikte yaşadık,özgürlükler aynı bugün olduğu gibi yerlerde sürünüyordu, Abdülmamit Han Ulu Hakanımız saltanatını sürdürmek için, gözünü kırpmadan insanları sürgüne gönderiyor,hapse tıkıyor ve öldürtüyordu,korkudan Cuma namazları dışında pek dışarı çıkamıyor ve halkının arasına karışamıyordu.Onun ki yaşamak değildi aslında,bunlara gözlerimizle bizzat tanık olduk!

Birinci Düna Savaşı sonunda Osmanlı esir alınıp toprakları işgal edilince ATATÜRK ortaya çıktı ve hepimizin bildiği gibi yurdumuzu sömürgeci devletlerin işgalinden kurtardı ve Osmanlının küllerinden yepyeni bir devlet,Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu,Osmanlının zulmünden ve işgalci devletlerin işgal ve esaretinden kurtulmuştuk artık.

Atatürk, eğitimi laikleştirdi eğitimimize Cumhuriyetin laik eğitim kurumlarında devam ettik,liseyi arkadaşla birlikte aynı okulda okuduk, ben kendisinden üst sınıflardaydım,tek parti dönemiydi,yokluklar ve kıtlıklara rağmen, güzel bir eğitim alıyorduk.Arkadaşın,bugün iddia ettiği gibi,sınıflar yetmiş beş kişilik falan değildi,nerede o insan bolluğu,harpten yeni çıkmışız,okuma yazma oranı çok az,lisede bir sınıfta yetmiş beş öğrenci mümkün mü,keşke olsa,belki okulun tüm sınıflarındaki öğrenci sayısı yetmiş beş olabilir,arkadaş tüm okul mevcudu ile bir sınıfta okumakta olan öğrenci sayısını karıştırmış olmalı!

Arkadaş, bildiğim kadarıyla pek başarılı değildi,liseden sonra yüksek öğrenim görüp görmediğini bilemiyorum.Liseden mezun olduktan sonra yollarımız ayrıldı,ben hukukçu oldum,onun bir ara futbolcu olduğunu duymuştum,sonra politikaya falan atılmış,Osmanlı hayranı olduğu için Osmanlıyı yeniden geri getirmek için politikada çok iddialı bir şekilde ilerledi,koşulların da yardımcı olmasıyla bugünlere geldi ve kendisini tek adam ilan ederek, Osmanlı dan kalan saraylarla yetinmeyerek Cumhuryet döneminde de saray inşaatlarına devam etti,önce Ankarada Atatürk Orman Çiftliği arazisinde 1150 odalı saray yaptırdı ve bu da kesmedi son olarak Marmaris Otluk Koyunda on binlerce ağacı katlederek, 300 odalı yeni bir yazlık saray yaptırıyor,ama yol bitti, önümüzde 24.Haziranda yeni bir seçim var,vaziyet o ki,yazlık saray öksüz kalacak.

Arkadaş, 1299 yılından bu yana her devirde yaşıyor,insan vücudu bu, bir yere kadar dayanabiliyor tabi, metal yorgunluğu başladı,artık dinlenmesi ve tüm yaşadığı devirlerin anılarını yazma zamanı geldi,özellikle 2002 yılından 2018 yılına kadarki dönem için neler yazacağını,tek parti döneminde yaşadığını iddia ettiği kalabalık yetmiş beş kişilik sınıfların, kendi yönetim döneminde de devam edip etmediğini,eğitimin yaz boz tahtası haline getirildiğini,eğitimim gerilediğini yazıp yazmayacağını merak ediyoruz doğrusu.

Sürçü lisan ettiysek affola.Tüm okurların Ramazan Bayramlarını yürekten kutluyorum. 12/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Haziran 2018 Cumartesi

TALAT BULUT OLAYI VE MASUM ERKEKLERE TAVSİYELER




Bugün politikadan biraz uzaklaşmak istedim.

Politika, o kadar kötüleşti ve kirletildi ki, özellikle Cumhur İttifakının liderlerinin yalan ve iftira dolu, gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi olmayan,yalan ve iftira oldukları,olayın geçtiği tarihlerden apaçık anlaşılan beyanlarını muhatap alarak makale yazmak, onların seviyesine inmek anlamına geleceği için, biz bugünkü yazımıza, magazin basınında yer alan bir iddia ve haberi konu olarak seçtik.

Magazin basınında yer alan bir habere ve iddiaya göre, Talat BULUT isimli sinema ve dizi oyuncumuz, çekmekte oldukları bir dizinin setinde,kravatını düzeltmekle görevli bir set çalışanını, arka tarafa geçerek kravatını orada düzeltmesini istemiş ve bu işlem sırasında set görevlisi bayanı,isteği dışında zorla öperek cinsel tacizde bulunmuş.

Talat BULUT'u gömüş ve kendisiyle tanışmış değiliz,oyuncu olarak tanırız, kendisinin bir veya iki sinema filmini izledim,televizyon dizisi izleme huyumuz olmadığı için, dizilerini izlemedim,eşim izlediği için bazen gözümün kaydığı kısa anlar oluyor tabi.Edindiğim kanaat;Talat BULUT'un yaşına ve kırlaşmış saçlarına rağmen,kendine özgü alışılmışın dışında değişik bir tipinin olduğu ve aşk filimlerine yakıştığıdır.

Biz asıl konumuza gelecek olursak,Talat BULUT hakkındaki cinsel taciz suçlaması; gerçek de olsa,gerçek dışı da olsa, ceza hukuku ve uygulaması açısından çok ciddi bir iddia olup,bu iddia, bu oyuncunun başını ciddi olarak ağrıtacaktır.

Cinsel saldırı ve taciz suçlarında,zorla bir cinsel ilişki söz konusu ise,mağduru muayene eden adli tabibin raporu,iddayı doğrulama açısından önemli bir delildir.

Ancak,elle sarkıntılık,orasını burasını elleme ve sıkma,tasaddi,zorla öpme gibi cinsel saldırı ve tacizlerde, olayı adli tabip raporu ile desteklemek mümkün olmadığı gibi,bu tür eylemlerde; eylem,genellikle yalnız ortamlarda, ani ve gizlice gerçekleştirildikleri için, tanık delili bulmak da imkansızdır.Bu suçların doğası gereği,aşikar gerçekleştirilen bazı istisnai eylemlerin dışında, tanık delili yoktur.

Bu nedenle, cinsel taciz suçlarında,tacize uğrayadığını iddia eden mağdurun beyan ve iddiaları, yargıç tarafından genellikle sanığın aleyhinde delil olarak kabul edilir ve mahkumiyet hükmü kurulur.Bir benzetme yapmak gerekirse, cinsel taciz suçlarında fail olan erkek, mağdura karşı maça üç sıfır mağlup başlar.

Yargıçlarımız genellikle;sanığın,eylemin gerçekleştirildiği andan önceki anlara ilişkin bazı beyanlarını,ikrar kabul eder,örneğin; evet, iddia sahibi bayanla,kravatımı düzeltmesi için arka tarafa geçtik ve benim kravatımı düzeltti,ama ben kesinlikle kendisini zorla öpmedim dediğini düşünelim,beyanlarının zorla öpmedim kısmı cımbızlanır ve diğer beyanları, tevilli (kaçamaklı) ikrar olarak kabul edilir.

Yargıçlarımız,bu suçlarda mahkumiyet kararlarına gerekçe olarak; mealen “iddia sahibi genç bayan, gerçekten maruz kalmadığını bile bile,niçin cinsel tacize uğradığını iddia ederek geleceğini kirletsin,söylentisi dahi,gerçekleşmesinden beterdir,sanık ile arasında iftira atmasına neden olacak bir husumet de yok”şeklinde bir akıl yürütmeyi çok severler.

Bu akıl yürütme ve mantık,yargıçlarımızı her zaman doğru sonuca ulaştırmaz tabi,binbir dertle boğuşan,bu nedenle psikolojileri bozuk olan insanlarımız içinde; bir fırsatını bulduğunda masum insanlara iftira atabilecek birçok ruh hastası ve kötü kalpli kişilerin dolaşmakta olduğu da bir gerçektir.

Bu nedenle, biz bir ceza hukukçusu olarak, gerçekten masum erkekleri buradan uyarıyoruz.Tanımadıkları karşı cinslerinden uzak dursunlar,otobüs,tranvay,metro gibi çok kalabalık ortamlarda, ayakta durmak için bayanlardan uzak köşeleri seçsinler,tanımadıkları bayanlarla tek başlarına asansörlere binmesinler.Ben şahsen,göğüslerinin sadece uçları kapalı diğer yerleri açık dekolte bluzların giyildiği yaz aylarında, tek başıma tanımadığım bir bayanla asansöre binmemeyi prensip edindim doğrusu.Düşünebiliyor musunuz,tanımadığım ruh hastası ve dekolte bir bayanla, tek başıma asansörle yukarı katlara tırmanırken veya inerken,bayan aniden bluzunun düğmelerini koparsa ve imdat bana saldırıyor diye avaz avaz bağırsa ne yapabilirim? Hiç bir şey yapamam,derdimi ve suçsuz olduğumu anlatamam rezil ve cinsel taciz suçlusu olur kahrolorum.

Bizden söylemesi beyler. 09/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

4 Haziran 2018 Pazartesi

AKP ŞAKŞAKCISI SÖZDE GENERALİN EYLEMİNİN HUKUKİ BOYUTU




2.Ordu Komutanı Korgeneral'in yediği haltı bilmeyen kalmadı.

Orduya politika bulaştıran,ordunun temeli olan askeri disiplininin temeline dinamit koyan bu kendini bilmezin; AKP'nin siyasi toplantısında, hem de resmi kıyafetiyle hazır bulunması ve de, konuşmacının siyasi rakiplerine yönelik haksız eleştirilerine alkış tutması, bir askerin kendi mensubu olduğu Türk Ordusuna karşı yaptığı bir darbedir.

Belki de bu darbe bir ilktir ve böyle giderse arkası da gelecektir.

Bu generale sorsanız,”ben,ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanının konuşmacı olduğu bir toplantıya katıldım,konuşmasını dinledim ve sonunda alkışladım,bu siyasi bir toplantı değildir. Cumhurbaşkanı, benim de bir mensubu olduğum Türk Silahlı Kuvvetlerinin; savaşta, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen başkomutanıdır,ben başkomutanımı alkışladım, bu nedenle benim bu toplantıya katılmamda ve alkışımda yadırganacak,suç teşkil edecek hiçbir şey yoktu.” diye kendisini savunmaya çalışacaktır.

Ama, işin aslı hiç de öyle değildir.İşte görüyor musunuz partili ve taraflı Cumhurbaşkanının ülkeye ve Türk Silahlı Kuvvetlerine verdiği büyük zararı.

Bu haddini ve sorumluluğunu bilmeyen general böyle bir savunmaya kalkışsa da,işin aslı öyle değildir.Bu general, Cumhurbaşkanının siyasi kimliği ile AKP Genel Başkanı sıfatıyla siyasi bir konuşma yaptığı,siyasi rakiplerini ağır bir şekilde eleştirerek yerden yere vurduğu siyasi bir toplantıya resmi kıyafetiyle katılmış ve ERDOĞAN'ın,Cumhurbaşkanı sıfatıyla alakası olmayan siyasi bir konuşmasına alkış tutmuştur.

Bu general,bu eylemiyle,askerliğin ve askeri başarıların temelini oluşturan askeri disiplini ağır şekilde ihlal etmiş ve Askeri Ceza Kanununun 148 maddesine göre askeri disiplini bozan siyasi faaliyette bulunma suçunu işlemiştir.

211 Sayılı TSK İç Hizmet Kanununun 13. maddesinde askeri disiplin tarif edilmiş ve disiplin'in; Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat olduğu ve askerliğin temelinin disiplin olduğu açıkça vurgulanmıştır.

Askeri Ceza Kanununun onuncu faslında askeri disiplini bozan sair fiiller başlığı altında, siyasi faaliyetlerde bulunanlar alt başlığında yer alan 148. maddesinin (D) fıkrasında; askeri şahıslardan,Siyasi toplantılara resmi veya sivil kıyafetle katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, bir aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar, hükmü yer almaktadır.

211 Sayılı TSK İç Hizmet Kanununun askeri disiplini tarif eden 13. ve askeri Ceza Kanununun 148/D maddesinde yer alan bu hükümler karşısında, AKP'nin siyasi toplantısına resmi kıtafetiyle katılarak bir de alkış tutan bu general kisveli zat; askerliğin temeli olan askeri disiplini ihlal ettiği gibi, askeri disiplini bozan suçlar arasında yer alan ve bir aydan beş yıla kadar hapis cezası öngörülen bir suç işlemiştir.

Bakalım bu general hakkında hukuk işleyecek ve hakkında yasal işlem yapılacak mıdır?

Muharrem İNCE'nin Cumhurbaşkanı seçilirse bu general hakkında yapacağını vaat ettiği şeyler, haklı ve yerindedir.

Hiç kimsenin;bu tür davranışlarla, askerliğin temeli olan ordunun disiplinini bozmaya ve ordumuzu yıpratmaya hakkı ve haddi yoktur. 05/06/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu