30 Eylül 2018 Pazar

AF ÜZERİNE



Milliyetçi Hareket Partisinim sunduğu af teklifi,toplumsal barışı ve kamuoyunun yaralanan vicdanını rahatlatacak bir teklif değildir.

Hırsızların,gaspçıların,katillerin,adam yaralayanların,suç örgütü kuranların, rüşvetçilerin,zimmetine para geçirenlerin,yolsuzluk yapanların,ihaleye fesat karıştıranların,dolandırıcıların,uyuşturucu tacirlerinin affedilmeleri, bu suçların mağdurlarının ve tüm kamuoyunun vicdanlarını ağır şekilde yaralayacak ve toplumsal barışın sağlanmasına hiçbir katkı sunmayacaktır.

Emekli bir yargıç ve savcı ve halen faal bir avukat ve yaklaşık elli yıllık hukukçu olarak,sosyal demokrat bir siyasi ve dünya görüşüne sahip olmamıza,kendileriyle aynı ideolojik görüşleri paylaşmamamıza rağmen,hukukun üstünlüğüne saygımız ve adalet anlayışımızın gereği olarak, bazılarının savunmanlıklarını üstlenerek kendilerini daha yakından tanıma fırsatı bulduğumuz ve suçsuz olduklarına yürekten inandığımız,15.Temmuz darbe girişimi ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, gerçekten aldatılmış,dini duyguları istismar edilerek hataya düşürülmüş,siyasi iktidarın Fetullah GÜLEN ve Cemaatine yönelik ona destek çıkan ve öven eylem ve söylemleriyle,Fetullah GÜLEN Cemaatinin kucağına itilmiş,bu cemaate ve Fetullah GÜLEN'e sempati duymaları adeta özendirilmiş, 15.Temmuz darbe girişiminden sonra ise,her biri FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olmakla suçlanarak hapse atılmış,haklarında davalar açılmış gerçek kader mahkumu olan kişiler öncelikle affedilmeli ve bu kişilere yönelik haksızlık giderilmeli, kamu barışı sağlanarak,kamu vicdanında açılmış bulunan derin yara sonlandırılmalıdır.

15.Temmuz darbe girişiminin içinde bizzat bulunan eline silah alan gerçek örgüt mensupları en ağır cezaları almalıdır mutlaka.

Ancak,bizim de müvekkillerimiz olan ve ellerine mutfakta ekmek kesmek ve soğan doğramak için sadece mutfak bıçağı dışında silah almamış,gerçek bir silahı sadece filimlerde görmüş ev hanımı bazı kişilerin de içlerinde bulunduğu mütedeyyin binlerce insan;

Bir zamanlar siyasi iktidar tarafından haklarında övgüler düzülen,yasal bir cemaat ve hizmet hareketi olarak göklere çıkarılan,kendilerine ne istedilirse verilen,açtıkları okullar Türkçe'yi veTürkiye'yi Dünyaya tanıtıyor diye göklere çıkarılan,Dışişleri Bakanı tarafından, Elçiliklere yurt dışında açılan bu okullara yardımcı olun diye talimatlar gönderilen,bu okullarda okuyan öğrencilere devlet tarafından teşvik bursları verilen,bankaları Bank Asya'nın açılış kurdelesi siyasal iktidar mensuplarınca kesilen,Mecliste, ana muhalefet partisi milletvekilleri tarafından teröristlikle suçlandığında,zamanın Adalet Bakanı tarafından bu suçlamaya karşı çıkılarak,ülkenin yetiştirdiği büyük bir din adamı ve değerli bir alim olarak nitelendirilerek hakkında övgüler düzülen,örgüt kurucusu olmakla suçlandığı mahkemede beraat ederek bu beraat kararının Yargıtay tarafından onandığı dile getirilen,devletin tüm istihbaratı ellerinde olmasına rağmen,siyasal iktidarın başındaki en üst düzey devlet adamının dahi,ancak 15.Temmuz darbe girişiminden sonra gerçek yüzlerini anlayabildikleri ve yanılmış oldukları için, Allahtan ve halkından özür ve af dilemek zorunda kaldığı, FEtullah GÜLEN ve Cemaatinin silahlı bir terör örgütü olduğunu bilmeleri mümkün olmadığı,yanılmış ve hataya düşmüş olmaları muhakkak olmasına rağmen,niçin FETÖ okullarında çocuk okuttun.niçin Bank Asya Katılım Bamjasında hesap açtın,niçin FETÖ denetimindeki yasal derneklere üye oldun bu derneklere girip çıktın,niçin FETÖ'nün hakimiyet kurduğu yabancı ülkelere seyahat ettin,niçin FETÖ kontrolündeki iş yerlerinde ücretli çalıştın,niçin onların gaztelerini ve dergilerini okudun,niçin onların dersanelerinde üniversite sınavlarına hazırlık kurslarına devam ettin gibi abuk subuk anayasaya ve yasalara aykırı iddia ve suçlamalarla,FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olmakla suçlanmış ve tutuklanmış ve mahkum edilmiştir.

Bize göre;şayet,af ile gerçekten toplumsal barış sağlanmak ve kamu vicdanı tatmin edilmek isteniyorsa, tek merkezden idare edilen,şablon kriterlere göre ülkenin tüm ağır ceza mahkemelerinde aynı tek tip güdümlü tensip kararları ile kovuşturulan ve soruşturulan bu masum kişiler, öncelikle af kapsamına alınmalıdırlar,toplumsal barışın başka şekilde sağlanması,kamu vicdanının tatmin edilmesi asla mümkün değildir. 01/10/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

27 Eylül 2018 Perşembe

BAZI PİŞMANLIKLARINIZDAN ANCAK KISMEN ARINABİLİRSİNİZ





Bir hata yapıp,daha sonra bu hatalı davranışından dolayı kendini kötü hissetmek,üzülmek anlamına gelen pişmanlık duygusunu, yaşamlarında herkes mutlak surette yaşamış olmalıdır.

Bazı pişmanlıklar vardır ki;onların, daha sonra telafisi asla mümkün olamaz. Örneğin;annesine ve babasına veya diğer yakınlarına karşı,onların sağlıklarında, gerekli ilgi ve saygıyı gösteremedikleri,onlara kötü davrandıkları için,daha sonra onların ölümü üzerine ben ne yapmışım?diyerek üzülen ve kendisini çok kötü hissederek pişmanlık duyan insanların,son pişmanlık fayda etmez deyimi ile karşılık bulan pişmanlıkları, asla telafi edilemez ve hayatları boyunca bu pişmanlıkları ve üzüntüleriyle yaşamak zorunda kalırlar.

Ama,bazı pişmanlıklar vardır ki;son pişmanlık fayda etmez sözünün bir anlamı yoktur.O pişmanlıklardan,şayet istersek, daha sonra arınıp kurtulabiliriz.Ama şu gerçeği de kabul etmeliyiz ki; arındığımızı sandığımız o pişmanlığımızdan dahi, tamamen kurtulamayız,pişmanlığımızın tümünü asla yok edemeyiz.

Bu yazımıza ilham kaynaklığı yapan,benim bizzat yaşadığım bir pişmanlığımın; sonradan kısmen telafi edilebilen pişmanlığa güzel bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum.

1970 senesinde A.Ü.Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra,tüm arkadaşlarımızdan her birimiz, ülkenin çeşitli il ve ilçelerine genellikle avukat,hakim ve savcı olarak görev yapmak üzere dağıldık.

Bunlardan biri de bendim tabi. 1970'li yıllar ülke büyük çalkantılar yaşıyordu,12 Mart Muhtırası,12 Eylül askeri darbesi ve bunun öncesindeki kanlı olay ve çatışmalar,bu dönemde çok genç yaşlarda yüklendiğimiz yargı görevimizin ağırlığı ve hassasiyeti,o dönemdeki yasaların katı ve acımasızlığı,savunma hakkının kısıtlılığı,avukatın hemen suçlama ile soruşturma sürecine dahil olamaması,buna karşılık 90 gün gibi uzun gözaltı süreleri, sanığın ve suç dosyasının yargıya intikaline kadar, kollukta geçen sürece, yasaların ve dönemin ağır koşulları nedeniyle müdahale edememenin yarattığı mağduriyet ve acılara, yargı aşamasında bir an önce son vererek,haksız olarak özgürlükleri kısıtlanan kişileri acele tespit ederek özgürlüklerine kavuşturma gayreti içindeki yoğun çalışmalarımız nedeniyle,1970 mezunu arkadaşların düzenledikleri sınıf toplantılarına maalesef katılamadım,bu haklı ve meşru mazeretlerim nedeniyle,bu toplantılardan uzak kalmamız nedeniyle oluşan kopukluk,sürüden ayrılanı kurt kapar misali gözden çıkarılmamız ve sosyal medyanın bugünkü kadar gelişmemesi nedeniyle,sonraki toplantılardan haberdar olamamamız,bizim hiçbir sınıf toplantısına katılamamamıza neden oldu,işte bu durum, benim en büyük pişmanlıklarımdan ve üzüntülerimden en önemlisi ve ilki oldu.

Bu pişmanlığımı ve üzüntümü tamamen gidermem elbette mümkün değildi,ama kısmen de olsa giderebilirdim.Değerli sınıf arkadaşım, Emekli Hakim Leyla UÇURUM ile sosyal medyada görüşürken, 2018 yılının Ekim ayının 12'sinde,Bursa ilimizde A.Ü.Hukuk Fakültesi1970 mezunları toplantısı düzenlemeye karar verdik ve uygulamaya koyduk,inşallah bu toplantıya katılarak bu büyük pişmanlığımdan arınacağım,ama tamamen arınmak ne mümkün.Aramızdan, vefat ederek, bir daha geri dönmemek üzere ayrılan o kadar fazla arkadaşımız var ki;mazeretleri nedeniyle veya ulaşamadığımız için katılamayacak olan arkadaşlarımız hariç, ancak otuz civarında bir katılım olacak,48 senedir göremediğim otuz civarındaki arkadaşlarımı görecek ve görüşeceğim,ya; hakkın rahmetine kavuşarak gelemeyecekler ne olacak?

Onlarla ilgili pişmanlığım ömür boyu sürecek tabi.Tek tesellimiz,onların da mekanları cennet olur inşallah.27/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Eylül 2018 Çarşamba

SEVGİMİZİ HİÇ KAYBETMEYELİM!...





Sevgisiz bir insan düşünemiyorum.

İnsanlar,ölene kadar sevmeye ve sevilmeye muhtaçtırlar,sevgisiz kalan bir insan, kuruyan bir pınar gibi, kurumaya ve yok olmaya mahkumdur.

Bu nedenle, insan olarak,aile yakınlarımız dışındaki insanları da,tanıyalım veya tanımayalım,sevelim ve sevdiğimizi onlara da hissettirelim.

Sevgi; insan'ın hissettiği en güzel ve asil bir duygudur.

Sevgi; tüm güzelliklerle zenginleşen bir pınardır

Sevgi;yeri geldiğinde, karşılaştığımız bir insana günaydın,iyi akşamlar,iyi geceler,merhaba diyebilmektir.

Sevgi;uzun süre görüşemediğimiz bir yakınımızı veya bir arkadaşımızı arayarak, onun hal ve hatırını sorabilmektir.

Sevgi;büyüklere saygıyla,küçüklere şefkatle yaklaşabilmektir.

Sevgi;sokakta karşılaştığımız, karşıdan karşıya geçmekte zorlanan bir yaşlı'nın elinden tutarak, onun sokağın karşısına geçmesine yardımcı olabilmektir.

Sevgi;toplu taşım araçlarında ayakta kalan yaşlılara yerimizi verebilmektir.

Sevgi;elindkileri,yeri geldiğinde yoksullarla paylaşabilmektir.

Sevgi;karşılık beklemeden insanlara değer vermektir.

Sevgi;insanlara, insan oldukları için saygı göstermektir.

Sevgi;kendi hakkına razı olup,diğer insanların haklarına el atmamaktır.

Sevgi;yeri geldiğinde empati yaparak,kendini diğer bir insanın yerine koyabilmektir.

Sevgi;adil olabilmektir.

Sevgi;her konuda paylaşmaya açık olabilmektir.

Sevgi;ülkesinin ve vatanının menfaatlerini gözetebilmektir.

Sevgi;işini iyi yapmaktır.

Sevgi;karşındaki insanların sevgisini kazanabilmektir.

Sevgi;sevildiğini bilmek ve seveni de sevip takdir edebilmektir.

Sevgi;iyi bir insan olabilmektir.

Sevgi;İnsanları, güzelliklere ve iyiliklere götüren tüm kapıları kolaylıkla açan bir anahtardır.

Lütfen, sevgimizi; en güçlü bir şekilde, sürekli ayakta ve zirvede tutalım,muhafaza edelim,hiç kaybetmeyelim. 26/09/2018

Güner YİĞİTBAŞI

24 Eylül 2018 Pazartesi

DEVLETE KARŞI İŞLENEN SUÇUN NE OLDUĞUNU BİLİYOR MU ACABA?




AKP Genel Başkanı ERDOĞAN,Amerika Birleşik Devletlerine uçmak üzere geldiği Yeşilköy ATATÜRK Havaalanında gazetecilerle konuşmuş ve MHP'nin af teklifiyle ilgili olarak, "Af konusu, eğer bir suç devlete karşı işleniyorsa devletin bunu af yetkisi olabilir. Fakat şahıslara karşı işleniyorsa bunun af yetkisi devlette değildir. Bunu affedebilecek merci mazlum mağdur insanların ta kendisidir. Af ile ilgili talebin içeriği meclise gönderildiğine göre arkadaşlarımız gerekli çalışmaları yapar atılacak adım varsa üzerinde durulur" diye beyanat vermiş.

ERDOĞAN doğruları beyan etmiş.

Gerçekten, Devletin Yasama yetkisini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, çıkaracağı bir yasa ile şahıslara karşı işlenen,doğrudan şahısları hedef alan ve onların canlarını,vücut bütünlüklerini,ırz ve namuslarını,şereflerini,özgürlüklerini ve mallarını hedef alan kişilere zarar veren ve onları doğrudan mağdur eden suçların faillerini,bu suçlardan zarar görüp mağdur olan kişilerin rızalarının aksine affedememelidir. Zira,ateş düştüğü yeri yakar.

Çok doğru ve güzel de,acaba bu beyanatı veren AKP Genel Başkanı, Devlete karşı işlenen suç ile kişi ve şahıslara karşı işlenen suç kavramlarının ne anlama geldiğini bilerek mi,bilinçli olarak mı bu beyanatı vermiştir?

Asla,Sayın ERDOĞAN laf olsun torba dolsun kabilinden,hukukçu kurmaylarına danışmadan,devlete karşı işlenen suç kavramı ile kişilere karşı işlenen suç kavramlarının hukuken ne anlama geldiğini bilmeden, bu demeci vermiştir.

ERDOĞAN; devlete karşı işlenen suç kavramının, hukuken ne anlama geldiğini,hangi suç tiplerinin devlete karşı işlenen suçlardan sayıldığını gerçekten bilseydi, bu demeci asla vermez ve sadece kişilere karşı ilenen suçları affedebilriz demek zorunda kalırdı.

Zira;RDOĞAN'ın eski dostu ve yol arkadaşı, günümüzde ise, can düşmanı olan Fetullah GÜLEN tarafından kurulan Silahlı Terör Örgütü'nün 15.Temmuz darbe girişimi,bu örgüte üye olmak,anayasal düzeni devirmeye,hükümeti ve meclisi çalışamaz hale getirmeye ve devirmeye teşebbüs suçları ile bölücü PKK Silahlı terör örgütünün, ülkemizi parçalamaya,ülke topraklarından bir bölümünü ülkemizden ayırmaya yönelik bölücü eylemleri, temelde devletin aleyhine,devlete karşı işlenen suçlardandır.

ERDOĞAN'ın bilinçsiz olarak söylediği,biz devlet olarak ancak devlete karşı işlenen suçları affedebiliriz,kişilere karşı işlenen suçları affedemeyiz şeklindeki beyanlarına bakıp,bu beyanlara itibar edersek,af yasasının kapsamına,terör örgütlerinin yukarıda saydığımız suçlarını almamız gerekecektir.Adam öldürme,yaralama,hakaret, tehdit,kişi özgürlüklerini yok etmeye veya kısıtlamaya yönelik her türden eylemler,hırsızlık,gasp,dolandırıcılık,emniyeti kötüye kullanma,cinsel taciz,uyuşturucu ve benzeri adi suçların hiçbirini, af yasasının kapsamına almamamız gerekecektir.

Ülkemizde buna imkan var mı?Asla.

Kendisini devlet olarak gören,aslında devlete karşı işlenen suç kavramı içinde kalan suçları, kendi şahsına ve iktidarına karşı işlenmiş suç olarak nitelendiren ERDOĞAN hukuki konularda kurmaylarına danışmadan beyanat vermemeldir.

Bu ülkede, BAHÇELİ'nin dayatmasıyla,yeni bir af yasası çıkarsa,siz ERDOĞAN'ın bilinçsizce söylediği sözlerine inanmayın,devlete karşı suç işleyenler değil,yine kişiler aleyhine işlenen suç kavramı içinde kalan suçların failleri bu aftan yararlanacaklardır.

Bu böyle biline.24/09/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




22 Eylül 2018 Cumartesi

DANIŞTAY ŞU ANDA BAŞKANSIZDIR




Yazımızın başlığına bakınca, Danıştay şu anda nasıl başkansız olabilir,başında Zerrin GÜNGÖR yok mu diye hayretle sorduğunuzu görüyor gibiyim.
Bize göre,fiili duruma bakarak hüküm vermeyiniz
Evet, şu an itibariyle Danıştay, Anayasamıza ve yasalarımıza göre başkansızdır.
Zira,Danıştay'ın başkanlık koltuğunda fiilen oturmakta olan hanımefendi, bağımsız ve tarafsız olması gereken hakimlik ve başkanlık niteliklerini yitirdiğini,hal ve hareketleriyle kamuoyuna açıkça göstermiştir.
Yürütmenin başı ile çay toplama gezilerine çıkan,CHP'yi eleştiren siyasi beyanlarda bulunan, yürütme karşısında bağımsız ve dik duramayan, cüppesinde ilikleyecek ilik ve düğme arayan bu hanımefendi,işgal ettiği başkanlık koltuğunun şeref ve onurunu,bağımsız ve tarafsızlığını koruyamamış,yürütme erkinin önünde eğilmek zorunda kalmıştır.
Biz hukukçu kimliğimizin gerekli kıldığı titizliğimizin gereği, bizde çok önce oluşan bu kanaatimizi, iyice emin olmadan,kamuoyu ile paylaşmakta acele etmedik.
Danıştay,Anayasamıza göre idarenin,yani yürütmenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyen,yürütmenin bazı işlemleri için ilk derece ve genel olarak da yüksek bir denetim mahkemesidir.
Bu itibarla, Danıştay'ın ve onun başkanlık koltuğunda oturan kişinin bağınsızlığı ve tarafsızlığı,demokrasimiz açısından çok önemlidir.
Tarafsız ve bağımsız olması gereken bir Danıştay Başkanı,tarafsızlığı konusunda şüphe doğuracak şekilde,yürütmenin başı ile dirsek temasına giremez,onunla sıkı fıkı olamaz,aile yakınlarından birinin hak etmediği görevlere getirilmesini talep edemeyeceği gibi,kendisinin istek ve talebi olmadığı halde,kendisine yaranılmak için böyle bir işlem tesis edilmesi halinde de,sessiz kalamaz ve bunu kabul edemez.
Danıştay Başkanlığı koltuğunu işgal eden hanımefendi,eylem ve işlemlerinin hukuki denetimini yapacağı yürütmenin başının;kur'a ile ilk kez atandığı Elazığ hakimliğinden,daha göreve dahi başlamadan bir gün sonra Ankaraya Yargıtay Tetkik Hakimliğine atanan öz kızını, Sarayında yanına alarak, hukuk işlerinde daire başkanı olarak görev vermesini, asla kabul edemez ve etmemelidir.
Bizim Danıştay Başkanımız olan hanımefendi,bu atamaya sessiz kalmış ve atamayı kabullenmiş olmakla,kesin bir şekilde bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiğini, Danıştay Başkanlığı niteliklerini kaybettiğini kanıtlamıştır.
Bu nedenle,bu hanımefendinin Danıştay Başkanlığı, bize göre yok hükmündedir.
Bu yazımız nedeniyle; bu hanımefendi bize sakın ola ki,darılıp gücenmesin,hakarete uğradığını iddia ederek nağdurluğa soyunmaya kalkmasın,bu hanımefendi kendi eylem ve davranışlarıyla,hakimlik mesleğine ihanet etmiş, kendisinin ve temsil ettiği Danıştay'ın şerefini,bizzat kendisi ayaklar altına almıştır.Yargı yetkisini,adına kullandığı Türk Milleti ve onun bir ferdi olan biz bu hanımefendiden şikayetçi ve davacıyız,bu böyle biline. 22/09/2018

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

20 Eylül 2018 Perşembe

ATATÜRK DÜŞMANLARINA MI İADE EDİLECEK?



AKP'nin koltuk değnekliğine soyunan Bay BAHÇELİ;ATATÜRK'ün, temsil ve yönetimini kurucusu ve genel başkanı olduğu CHP'ye bıraktığı ve vasiyet ettiği %28.09 oranındaki hisseyle ilgili sorulan soruya,”CHP'nin Atatürk'ün mirası diye nitelendirilen yüzde 28'i Türk milletine iade etmesi lazım Atatürk'ün gerçek varisi Türk milletidir. Herhangi bir kurum ve kuruluş değildir. Bunu Türk milletine iade ettiğini beyan etsin mesele kalmaz.” diye cevap vererek,bu tartışmayı gündeme getiren, biat ettiği AKP Genel Başkanı'na sahip çıkmıştır.

Bahçeli'nin bu beyanına hiç şaşırmadık,zira sahibinin sesi gibi konuşmak zorunda, siyasi geleceği için.

Bizi şaşırtan husus şu oldu;güya Atatürk'ün gerçek varisi Türk Milletiymiş,CHP değilmiş,CHP bu hisseleri Türk Milletine iade etmeliymiş.

Bay BAHÇELİ;sen,ATATÜRK'ün gerçek varisi addettiğin hangi Türk Milletinden bahsediyorsun,ATATÜRK'ü seven,onun şahsına,eserlerine ve en başta laiklik ilkesi olmak üzere devrimlerine ve ilkelerine saygılı olan ve onun gerçek varisliğini gerçekten hak eden Türk Milleti çoğunluğu mu bıraktınız ülkemizde?

Sürekli ve sistemli olarak; statlardan,havaalanlarından,meydanlardan,caddelerden,okullardan ATATÜRK'ün ismini silerek,buralara Osmanlı'nın isimlerini veren ve vermeye çalışan,İstanbuldaki Atatürk Havaalanı'nın yerine yapımına başlanan ve yapımı bitme aşamasında olan,ATATÜRK Havaalanı'nın sadece adresini ve kapasitesini değiştirecek olan İstanbul'un 3. Havaalanı'nın ismini Abdülhamit Han olarak değiştirmeyi düşünen ve planlayan,ATATÜRK'ün büst ve heykellerini şehir meydanlarından kaldırarak salaş depolarda köhnemeye terk eden,ATATÜRK'ün büst ve heykellerine saldırıp tahrip eden,kişi ve kuruluşlara,belediyelere karşı suskun kalarak,bu aymazlıklara adeta destek veren,ATATÜRK'ün laik eğitim sistemini yerle bir ederek sadece ülkenin imam ihtiyacını karşılamak için açılan imam hatip meslek okullarını lise haline getirerek,üniversitelerin tüm dallarında okuma hakkı tanıyan,düz liselerin neredeyse tamamına yakınını din ağırlıklı eğitim veren antilaik eğitim kurumu imam hatip liselerine dönüştüren,ATATÜRK'ün değer verdiği bilim ve aklı eğitimden çıkaran,ATATÜRK'ün hediyesi milli bayramları layık olduğu şekilde kutlamakta nazlanan,tescilli Atatürk düşmanı fesli sözde tarihçi bir şahsı el üstünde tutan ve kendisine vip ziyaretlerde bulunan bir siyasi iktidara tahammül eden, onu on altı yıl sandıkta oy vererek iktidara getiren ve sırtında taşıyan,tüm bu olup bitenler karşısında sessiz kalan seçmen çoğunluğunun da içinde bulunduğu,tüm bunlara ilaveten,Suriyeli ne idükleri belirsiz kişilerin de vatandaş yapılarak,Türk Milleti içinde yer verildiği insanlar mıdır ATATÜRK'ün gerçek varisleri?

Saçmalama Bay BAHÇELİ.Nüfus kağıtlarında Türk Vatandaşı da yazsa,Türk Milletinin unsurları olarak da kabul edilseler, ATATÜRK'ün;ATATÜRK düşmanı insanlara ve milletin parasını kendi şahsi lüks ve şatafatları için acımasızca harcayan iktidarlara, çarçur etmeleri için iade edilecek İş Bankası hissesi olamaz. 20/09/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Eylül 2018 Pazartesi

ATATÜRK'ÜN VASİYETİ İŞ BANKASI HİSSELERİ




İş Bankasını, verdiği talimatla kurduran ve kuruluş sermayesine katkı sunan önderimiz ATATÜRK; yaptığı vasiyet ile İş Bankasında sahip olduğu %28 hissenin yönetimini kurucusu ve ebedi genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisine,parasal getirisini de, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına bırakmıştır.

AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;ATATÜRK'ün vasiyeti gereği,sahibi olduğu hissesi oranında yönetimine katıldığı, ancak parasal hiçbir getiriye sahip Olmayan CHP'nin, İş Bankasındaki hisselerinin Hazineye devredilmesini talep eden bir beyanatta bulunmuş.

ERDOĞAN'ın;kendisini, Türkiye Varlık Fonu'nun başkanı olarak ataması kararından sonra, böyle bir talebi dile getirmesi, hiç de sürpriz olmamıştır.Birgün çıkıp, İş Bankasının; yönetimi CHP'ye ait %28 hissesi dahil,tüm hisselerini başkanı olduğum Varlık Fonu'na devrettim diye bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarırsa,hiç şaşırmayınız.

Varlık Fonu,ERDOĞAN'ın son şansı olup,yabancı dış finans kurumlarından çok miktarda dış kredi alabilmek için, sahip olduğu varlıklarının güvence olarak gösterileceği Varlık Fonu'nun; gelir getiren, yabancı finans gruplarına güven veren İş Bankası gibi ciddi finans kurumlarına ihtiyacı vardır.

Bu iktidar, ne yaparsa yapsın, içeride ve dışarıda güvenini yitirmiş olup, ATATÜRK'ün vasiyetini yok sayarak,İş Bankasındaki CHP hisseleriyle ilgili bugünkü talebi,kendisine duyulan güveni, daha da sarsmış olup,korkarız ki;ERDOĞAN'ın bu beyanlarının, dövizi yeniden dalgalandıracak olumsuz sonuçları olacaktır.

CHP'nin İş Bankasındaki hisselerinin hazineye devredilerek, buradan gelecek kar payı paraların,iktidarın çok alışık olduğumuz doymak bilmeyen israf ve lüks harcamalarda kullanılacağı şüphesi dahi, insanların tüylerini diken diken etmeye yeterlidir.

Hisselerin Hazineye devri,CHP'nin İş Bankasındaki yönetim kurulu üyeliklerinin de hazineye,yani Sayın ERDOĞAN'a devri sonucunu doğuracak ve yandaş partililere İş Bankası yönetiminde yeni arpalıklar yaratacaktır.

Sayın ERDOĞAN,aslında demek istiyor ki; Ey CHP, bugüne kadar, İş Bankası yönetimini hissen oranında sen arpalık olarak kullandın,CHP hisselerini hazineye devrederek,İş Bankasını biraz da ben arpalık olarak kullanmak, kendi yandaşlarıma arpalık olarak açmak istiyorum,oradan gelecek paralarla da, belki uçak kolleksiyonumu daha da zenginleştiririm, haberin ola.

ERDOĞAN,inşallah bizi yanıltır ve mahcup eder.17/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

SONBAHAR





1 Eylül de Yaz'ı Kış'a bağlayan ara mevsim Sonbahar'ı yaşamaya başladık.
Hazan mevsimi olarak da adlandırılan;güz, yaprak dökümü mevsimi olan sonbahar,nedense çoğu insanlarımız tarafından hüzün ayı olarak da adlandırılır.

Hüzün içeren Sonbahar,hazan mevsimi, birçok güfte ve bestecimize, hüzün dolu güzel şarkıların ilham kaynağı olmuştur.

Renkler ve zevkler gibi, mevsimler ve onların güzellikleri de görecelidir,insandan insana farklılıklar gösterir.

Genellikle, İlkbahar ve Yaz mevsimleri insanlarımızca çok sevilir.

İlkbahar; uzun süren yağmur,kar,buz,soğuk ve çamurdan usanan insanların,kasvetli Kış Mevsiminden kurtuluşlarını müjdeleyen, karların eridiği,yağmurların ise; aşıkların altında el ele yürüyerek birlikte ıslanmaktan zevk aldıkları enayi ıslatan olarak da tabir edilen düzeye indiği,havaların ısınmaya başladığı,insanların ağır kış giysilerinden yavaş yavaş soyunmaya başladıkları, ortalığın yeşillendiği,kırmızı gonca güllerin açmaya başladığı,papatyaların açtığı,aşıkların papatya fallarıyla moral buldukları,yaz tatillerinin hayallerini kurdukları bir mevsim olduğu için, genellikle insanlarımız tarafından çok sevilir.

Yaz mevsimi;biraz azalsa da,İlkbahar'ın izlerini taşıyan,havaların iyice ısındığı,parlak bir Güneş ve Gökyüzü içeren,denizlerin ısınarak,insanları kendisine davet ettiği,çalışanların izinlerini kullanarak dinlendikleri,denize ve Güneş'e kucak açtıkları,çiçeklerin ve ağaçların en yeşil'e ve meyve'ye oturarak en verimli çağlarını yaşadıkları,meyve ve sebzelerin bollaşarak ucuzladığı,bu nedenle insanların ekonomik sıkıntılarını en az düzeyde hissettikleri,sere serpe oturabildikleri,güneşi ve rüzgarı direk tenlerinde hissedebildikleri güzel bir mevsim olarak,ilkbahar gibi insanlarımız tarafından genellikle çok sevilir.

Kış ayı;genellikle sevilmez.Kasvetlidir,Güneş'i ve Gökyüzü'nü o parlaklıklarıyla göremezsiniz,kalın ve kaba kış giysileri, sizin Güneş ve rüzgar ile teninize işleyen o direk temasını önler,soğuktur,kar ve buz, yaşam koşullarınızı olumsuz etkiler, yağmurlar ilkbahar tadında ve yumuşaklığında değildir,aşıklar dahi,el ele tutuşarak,kış yağmuru altında yürüyerek ıslanmayı göze alamazlar,çünkü zevk vermez,Sonbaharda yapraklarını dökmeye başlayan ağaçlar ve çiçekler Kış aylarında tüm yapraklarını dökmüş ve adeta çırılçıplak kalarak boyunlarını bükmüşlerdir, insanların yüzlerine bakmadıklarının sanki farkındadırlar, kuşlar dahi yapraksız ve çiçeksiz kalan çıplak ağaç dallarına konmakta adeta nazlanırlar.

Kış mevsiminin sevenleri de vardır mutlaka.Kayak merakı olan insanlar, kış'ı ve Kış'ın o kar'ını dört gözle beklerler,sıcak evinin camından, lapa lapa yağan karı izlemekten hoşlanan insanlarımız da az değildir.

Aslında,her yaşın olduğu gibi tüm mevsimlerin de mutlaka iyi ve güzel yanları vardır.

İşte,içinde bulunduğumuz Sonbahar ve hazan mevsimini hüzünlü yapan da,aslında çok sevilen İlkbahar ve Yaz mevsimlerini Kış'a bağlayan ara mevsim olmasında gizlidir.

Sonbahar aslında güzel bir mevsimdir.Ağaçlar ve çiçekler; meyvelerini vermeyi sonlandırsalar,yavaş yavaş yapraklarını sarartarak dökmeye başlasalar da, o sararmaya başlamış, her geçen gün yeşilden sarının değişik tonlarına bürünerek,renk cümbüşü yaratan yaprakları, insanlara hüzünle karışık da olsa hoş duygular yaşatır.İnsanlar, sararmış yapraklarının altında,yaprakları sarının tonlarından renk cümbüşü içeren ağaçlara sarılarak, poz poz fotoğraf çekerler,duygusal öğrenci gençlerimiz; bu sararan yaprakları,kitap ve defterlerinin sayfalarının arasına koyarlar,onları adeta koruma altına alırlar ve sonraki İlkbahara kadar,zaman zaman o sararan yapraklara bakarak avunurlar.

Sonbahar biter ve kasvetli ve soğuk uzun bir Kış'a gireriz,Sonbahar'ın en büyük şansızlığı,insanlarımızın çok sevdikleri İlkbahar ve Yaz aylarından sonra gelmesi,Yaz Mevsimini Kış Mevsimesine bağlayan,Yaz ile Kış'a aracılık eden bir mevsim olmasıdır.İnsanlarımız,Kış'ın acısını Sonbahardan çıkarırlar,Kış'ın suçusu olarak Sonbahar'ı görürler.

İnsanlarımız;Sonbahar'ın solan ve yaprak döken yüzünü,her sene yaşlanmaya ve solmaya başlayan kendi yüzleri ile özdeşleştirirler,kendi hayatlarındaki Kış'a,hayatlarının sonlanacağı o güne bir adım daha yaklaştıklarını hissederler ve içlerine bir hüzün çöker.

Ama biliniz ki;Sonbahar'ı yaşamadan, bir sonraki İlkbahar ve Yaz'ı yaşamak asla mümkün değildir. 17/09/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


15 Eylül 2018 Cumartesi

YAVRU TEKİR KEDİ'NİN KARŞILIKSIZ SEVGİSİ



Bugün politika yazmayalım,ülkemizde kaybolup giden sevgiden bahsedelim biraz.

Yaklaşık bir ay önce,bir gece vakti Kuşadasındaki yazlığımızın verandasında kızım Pınar ile oturuyorduk, avukat olan kızım, ertesi güne yetişmesi gereken bir dilekçe yazıyordu bilgisayarında.

Gecenin sessizliğinde, o sessizliği bozan yavru bir kedinin acı miyavlaması yüreğimizi acıttı, sahipsiz hayvanları çok seven ve onları sahiplendirmeyi kendisine görev sayan kızım Pınar, acele yazıp bitirmesi gereken dilekçesini yazmayı bırakarak o yürekleri dağlayan acı miyavlama sesinin geldiği yere gitti,annesinden ayrılan ve annesini aradığı için acı acı miyavlayan tekir yavru bir kedi ile geri döndü, o andan itibaren kızımın koruması ve bakımı altına giren bu sevimli tekir kedi, ben dahil tüm ailenin sevgilisi oldu,şu anda kendini kurtarmış duruma geldi.

Niçin bu sevimli tekir kediyi bugünkü yazımıza konu aldık merak ediyorsunzdur mutlaka.

Bu sevimli tekir kedinin, o küçücük masum yüreği, bugün artık insanlarda dahi çok azalan gerçek ve karşılıksız bir sevgi ile dopdoluydu.

O kadar ki; kendisine açlığını gidersin diye mama vermek istediğimizde,ayağımıza dolanıyor, sürtünüyor ve sevgisini; tenini tenimize değdirerek, bize dokunarak ancak ifade edebiliyordu,hele kucağımıza alıp bir de sırtını sıvazlarsak, hırlayarak mutluluğunu ifade ediyor ve sevgisinin doruğuna ulaşıyordu.Bu sevgi gösterisinden sonradır ki; ancak, kendisine verilen mamayı yemeye başlıyordu.Tam bir gerçek,saf ve karşılıksız sevgi sizin anlayacağınız.

Bu sevimli tekir kediyi,sezon sonunda, yaz kış yazlıkta oturan arka komşumuza bırakıp İzmir'deki kışlığımıza döneceğiz.Arka komşumuzun;kışın,bu tekir kedinin bakımını üstlenmesinin huzuru içinde ayrılacağız bu sevgi dolu sevimli tekir kediden.

Sevgisi yüreğimizi yumuşatan,yüreğimizdeki sevgiye sevgi katan bu tekir kedinin bu karşılıksız saf ve temiz sevgisini,insanlarda da görebilmek, en büyük dileğimizdir.

Yazlıkta olduğum sabahları mayomu giyerek sahile deniz kenarına iniyorum, çıplak ayakla kumda iki üç kilometre yürüyüş yapıyor ve daha sonra denize giriyorum.Sahildeki bu yürüyüş sırasında benim gibi yürüyen kadınlı ve erkekli insanlarla karşı karşıya geliyoruz,bu insanlara ben günaydın demezsem kendiliğinden günaydın diyen yok maalesef,kimi yüzünüze bön bön anlamsız bir şekilde bakıp geçiyor,kimi de yüzünüze dahi bakmaya tenezzül etmiyor,nasıl bir insanlıktır bu,ben inadına içimdeki insan sevgisinin dürtüsüyle karşımdan gelenlere günaydın diyorum,insanlar duyduğukları bu günaydın sesi ile irkiliyorlar ve şaşkınlıkla bakıyorlar,beni geçtikten sonra cılız bir sesle cevabi günaydın diyenler olduğu gibi, günaydın dememi karşılıksız bırakanlar çoğunlukta tabi.

Tanımasa da,karşısındakine günaydın demeyi bile beceremeyen,bir günaydın'ı bile karşısındaki insandan sakınan bir toplumun insanlarından,sevgi beklemek imkansız tabi.

Sevgiyi,ancak aile yakınlarına,çok yakın arkadaşlarına,eşine veya sevgilisine gösterebilen,sevgiyi gönül ilişkisine,hissiyata,aşka ve tutkuya indirgeyen insanların, benim o tekir kedimin insan sevgisinden alacakları çok ders olmalı.

Bu toplumda, eşin veya sevgilin dışındaki karşı cinsten samimi olduğun bir arkadaşına; duygusallık ve aşk içermeyen temiz bir sevgi gösterisinde bulunmak,yeri geldiğinde,kendisini sevdiğini söylemek,canımlı,cığımlı hitap etmek dahi, bu toplumda karşınıza dedikodu olarak çıkıveriyor.

Geçtiğimiz günlerde yine deniz kıyısında yürüyüş yaparken,oldukça yaşlı ve toplu bir bayan, denizden çıkmak istiyor, ancak,dalgaların kıyıda oluşturduğu yüksek kum setini aşarak bir türlü kıyıya çıkamıyordu,aslında benin hemen gidip ellerinden tıtarak yardım etmem ve o yaşlı bayanı kıyıya çıkarmam gerekiyordu ama,çağrı almadan bu yardımı yapmak istemedim,çaresiz kalan kadın benim hamle yapmadığımı görünce, “lütfen bana yardım edebilir misiniz” diyerek yardım talep ettikten sonra, ellerinden tutarak sahile çektim ve yaşlı kadını denizden çıkardım,teşekkür etti yanından ayrıldım.

Bırakın herşeyi, eşini veya sevgilisini aşk ve duygusal anlamda sevmeyi dahi beceremiyor insanlarımız. Çabuk aşık oluyoruz,daha doğrusu aşık olduğumuzu zannediyoruz ama,gerçek aşkın ne olduğunu ve bize yüklediği sorumluluklarını bilmiyoruz.Aşık olduğumuzu, çok sevdiğimizi sandığımız eşimizi ve sevgilimizi,güvenlerini kaybederek terk edildiğimizde,kolayca öldürebiliyoruz ve sonra da başında göz yaşı dökebiliyoruz.

Tabi,toplumdaki tüm insanlarımız sevgiden yoksun diyemeyiz,ama toplumdaki yürekleri sevgi dolu insanların çoğunluğu oluşturmasını arzu ediyoruz ve bekliyoruz.

Değerli okurlar,hepinizin yüreği,insan,hayvan ve doğa sevgisiyle dolu olsun,hepinize sevgi dolu günler,daima seviniz ve seviliniz,yaşamdan daha fazla zevk aldığınıza ve daha çok mutlu olduğunuza tanık olacaksınız. 15/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Eylül 2018 Cuma

İKİ UCU BOKLU DEĞNEK BİR UÇAK ALIŞVERİŞİ




Yazımızın başlığına aldığımız iki ucu boklu değnek sözünün tanımına baktığımızda, bu sözün; “Kaba ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç iş veya durum.” olarak tanımlandığını görmekteyiz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın Katar Emiri'nin 400 milyon dolar değerindeki süper lüks uçağını, önce satın aldığı ve daha sonra da eleştiriler üzerine, bu uçağın Katar Emiri tarafından ERDOĞAN'a parasız hediye edildiği haberlerinin basında yer alması üzerine,bu iki haberden hangisine inanacağımızda zorlanınca,aklımıza iki ucu boklu değnek lafı geliverdi.
Bilemiyoruz,daha doğrusu hangi haberin doğru olduğunu,uçağın satın mı alındığını,yoksa gerçekten hibe mi olduğunu kestiremiyoruz.artık yoğurdu üfleyerek yemek durumundayız.
Diyelim ki; 400 milyon dolar değerindeki bu süper lüks uçak, parası devletin kesesinden ödenerek satın alındı.
Bu durumda bu fakir halk, korkusundan açıkça değilse de, kendi iç vicdanında; uçan kuşa borçlu,iç ve dış borçları zirve yapmış,parasının değeri pul olmuş,döviz rezervleri erimiş,döviz cinsinden dış borçlarını çevirmekte zorlanan,dış ticareti açık veren bir ülkenin Cumhurbaşkanı, mevcut olan zengin uçak filosuna rağmen, bizim vergilerimizden oluşan devletin parasını,ihtiyacı olmadığı halde,yeni bir lüks uçak alımı için çarçur etmekten utanmıyor mu,hiç mi vicdanı sızlamıyor diye sormaz mı?
Aksini düşünelim ve diyelim ki,bu süper lüks uçağı Katar Emir'i Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'a gerçekten parasız olarak hediye ve hibe etti.
Bu durumda da,halkımız;Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'a,Katar Emiri ile aranızda ne türden bir dostluk ve yakınlık olursa olsun,siz, Katar Emirinin ülkesinde bulunmayan demokratik ve laik,insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı olarak,filonuzda yer alan bunca lüks uçaklara rağmen,ihtiyacınız olmadığı halde,400 milyon dolar gibi çok yüksek değeri olan süper lüks bir uçağı, Katar Emirinden hediye olarak kabul ederseniz,birgün bunun diyetini ödemek zorunda kalabilirsiniz, ödemek zorunda kalacağınız bu diyet, ülkemizin menfaatlerine aykırı sonuçlar doğurabilir,siz petrol zengini olmak dışında hiçbir özelliği olmayan,demokrasi ve laiklik karşıtı bir ülkenin emirine,Türkiye Cumhuriyeti Devletini gebe ve utlu bırakamazsınız,buna asla hakkınız ve yetkiniz yoktur,Allah gözünüzü doyursun deme hakkına sahip olmayacak mıdır?
Devlet memurlarının dahi hediye kabul etmelerinin yasak ve suç olduğu ülkemizin Cumhurbaşkanının;bu devlet kendisine yeterinden fazla uçak tahsis etmesine ve uçak ihtiyacının bulunmamasına rağmen,sırf gözü doymayarak, başka bir devletin Emir'inden 400 milyon dolar değerinde süper lüks bir uçağı hediye olarak kabul etmesi; bize göre suçtur,ülke menfaatlerini Katar'a ipotek etmektir,herşeyden öteye etik dışı bir davranıştır.
İşte, size iki ucu boklu değnek olan 400 milyon dolar değerindeki süper lüks bir uçak alışverişinin hikayesi,mübarek bu Cuma günü Allah kabul etsin.
Hepinize iyi hafta sonları. 14/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



13 Eylül 2018 Perşembe

REYHANLI FAİLİNİN YAKALANMASININ DİPLOMATİK SONUÇLARI





53 Kişinin ölümüyle sonuçlanan Reyhanlı saldırısının planlayıcısı Yusuf NAZİK,Suriye Lazkiye'de MİT tarafından gerçekleştirilen bir operasyonla yakalanarak ülkemize getirildi,bu gelişmeden dolayı,bir Türk Vatandaşı olarak ziyadesiyle mutlu olduk ve sevindik,operasyonu gerçekleştiren MİT görevlilerimizi tebrik ediyoruz.

Yakalanan fail ilk ifadesinde Reyhanlı saldırısının planlayıcısı olduğunu itiraf etmiş,bu eylemin arkasında Suriye'nin istihbarat birimi olan Muhaberatın olduğunu,talimatı onlardan aldıklarını beyan etmiştir.

Failin,eylemin arkasında Suriye Muhaberatının olduğuna ilişkin beyanı, büyük bir ihtimal ile doğrudur.

Suriye,Rusya ve İran güçlerinin; İDLİP'te yuvalanan ve sıkışıp kalan muhalif silahlı unsurları temizlemeye yönelik silahlı harekatının gündemde ve bu harekata karşı Türkiye'nin koyacağı tavrın belirsiz ve önemli olduğu bir sırada,Reyhanlı failinin yakalanarak bu eylemin arkasında Suriye'nin olduğunu açıklaması,Türk yetkililerin zaten karışık olan kafalarını iyice karıştıracak ve Suriye yönetimi ile doğrudan görüşme ihtimali tamamen suya mı düşecektir?

Bize göre dış politika ve diplomaside,kızgınlıkların,dargınlıkların, intikam duygularının,hissiyatın ve duygusallığın yeri olmamalıdır.Reyhanlı saldırısının arkasında Suriye'nin bulunduğu sürpriz de değildir,kimse darılmasın ve gücenmesin,Suriye'nin iç işlerine karışan,bir hafta sonra Şamdaki Emevi Camisinde Cuma namazı kılacağız diyecek kadar Suriye yönetimine düşmanlık gösteren ülkemize,Suriye'nin de düşmanlık besleyeceği inkar edilemez bir gerçektir.

Bu nedenle, sevindirici olana Reyhanlı failinin yakalanması ve onun Suriye'yi suçlayan beyanları;Türk yetkililerin, İDLİP konusunda,bölgenin koşullarına uygun,diplomasinin zorunlu kıldığı duygusallıktan uzak,aklı selime,bölgenin ve ülkemizin kısa ve uzun vadeli menfaatlerine en uygun ve yararlı kararı almalarının önüne asla geçmemelidir.

Türk yetkilileri;Suriye'nin toprak bütünlüğüne,yaptıkları açıklamalar gibi gerçekten saygılı,bunda gerçekten samimi ve en önemlisi de, Suriy'nin Fıratın doğusunda kalan Kuzey bölgesinde bir Kürt oluşumundan rahatsız ise'ler,Reyhanlı failinin beyanlarına rağmen,duygusallıktan,kişisel kızgınlıklardan,kin ve nefretten sıyrılarak,bölge barışı ve ülkemizin menfaatlerini gözeterek kalıcı olduğu anlaşılan Esad yönetimi ile doğrudan ilişki kurmak zorundadırlar. 13/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



12 Eylül 2018 Çarşamba

DEVLETİN İTİBARI DEYİNCE NE ANLAŞILMALIDIR?




Ülkemiz yöneticileri,kendilerine yönelik israf derecesindeki harcamalarına haklı olarak yapılan eleştirileri,aymaz bir şekilde “devletin itibarı” saçma savunması ile karşılamaya çalışmakta ve bu ülkenin yoksul vatandaşlarının vergileriyle oluşan kamu parasını gereksiz bir şekilde çarçur ettiklerini,asla kabul etmemektedirler.

Devletin itibarına geçmeden önce, kelime anlamı olarak itibar ne demektir ona bir bakalım.

İtibar;”saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma”demektir.

Devletin itibarı deyince de,o devletin; bizzat kendi halkından,diğer devletlerden ve halklarından,uluslararası kuruluşlardan saygı görmesi,onlar tarafından değerli ve güvenilir bulunmasıdır.Devletin itibarlı olup olmadığının objektif ve evrensel kriterleri,saygı görme,değerli ve güvenilir olmadır.

İtibar'ın tarif ve içeriğinde,devleti yönetenlerin; oturdukları resmi konutların,sarayların,çalışma makamlarının, kullandıkları resmi otomobillerin,yiyip içtiklerinin,devlet resepsiyonlarında konuklara sundukları yiyecek ve içeceklerin maddi değerlerinin yeri yoktur.

Bir ülkenin ve devletin itibarı, maddi değerler ve yöneticileri için sarf edilen israf derecesindeki paralarla ölçülseydi,demokrasinin adının bulunmadığı,insan hak ve özgürlüklerinin yok sayıldığı, en başta arap ülkeleri olmak üzere, yöneticileri; ülkelerinin tüm maddi zenginliklerinin tek sahibi olan krallık,monarşi ve her türden diktatörlüklerin, en itibarlı devletlerdan sayılması gerekmeyecek miydi?

Devletin itibarını yönetenlerin harcadıkları kamu paralarının miktar ve değeriyle eşdeğer gören zihniyet;demokrasi karşıtı,halkın hak ve özgürlüklerine, ezilmişliklerine gözlerini kapayan antidemokratik şark zihniyetidir.

Bize göre,insan hak ve özgürlüklerine,yargının bağımsızlığına,demokrasinin evrensel ilkelerine saygılı itibarlı bir devlet olabilmek için;

O devlet ve ülkede, evrensel tüm kurum ve kurallarıyla tıkır tıkır işleyen gerçek bir demokrasi olmalıdır.

Yargısı tam bağımsız,en başta basın özgürlüğü olmak üzere, tüm insan hak ve özgürlükleri,sözde değil uygulanabilir olmalıdır.

Devleti yönetenler,yoksul halktan toplanan kamu paralarını, toplumun ihtiyaçlarını sıraya koyarak adil bir şekilde harcamalı,lüks ve şatafattan uzak olmalı,devletin parasını harcamaktan dolayı hesap verme yolları açık olmalıdır.

Devletin dış politikası tutarlı ve sürekli olmalı,günün koşullarına göre günden güne,haftadan haftaya,aydan aya sıkça ve kolaylıkla değişmemeli,dünyada güçlerine göre iki kutba ayrılan süper devletlerin arasında gidip gelen zikzaklar çizmemelidir.

İtibarlı devletin ekonomisi güçlü olmalıdır.Bu anlamda,üreten dış ticareti açık vermeyen,cari açığı yıldan yıla sürekli artmayan,parası değerli,halkının büyük bölümü işsiz olmayan,halkının büyük bölümü yönetenlerin oy için çalışmadan doyurdukları yardımlar ile geçinen kişilerden oluşmamalıdır.

Devletin Milli Eğitim Politikaları her sene değişmemeli,modern,çağdaş,laik ve bilimsel eğitime öncelik verilmeli,dini eğitim, sadece din adamı ihtiyacı ile sınırlı ve istisnai olmalıdır.

Allah ile kul arasında olan din,politikaya alet edilmemeli,dinden siyasi çıkar sağlama yoluna gidilmemelidir.

Devletin en üst makam ve koltuğunda oturan kişi,bir anonim şirketin yönetim kurulu başkanlığı koltuğuna kendisini layık görmemeli,bir A.Ş.'nin yönetim kurulu başkanlığı koltuğuna oturmak için, ara sıra da olsa, en üst koltuktan asla inmemelidir.

Dünyanın büyük bir lider olarak kabul etmek zorunda kaldıkları,değeri dünya tarafından bilinen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu olan ATATÜRK gibi tartışmasız değerlere sahip çıkılabilmeli,ona düşman gözüyle bakılmamalı,adı ATATÜRK olan, ülkenin en büyük şehrinin en büyük hava alanının kapatılacağını fırsat bilerek,onun yerine yapılan yeni hava alanına,faşizmin,istibdadın,demokrasi ve özgürlükler karşıtlığının sembol ismi olan ABDÜLHAMİT Han isminin verilmesi gündeme dahi getirilmemeli,böyle bir şeyin olması halinde ise,tüm Türk Halkı ayağa kalkarak,bu tasarrufa karşı çıkabilmelidir.

Bunlardan hiçbirinin esamesi dahi okunmuyorsa, o ülkenin itibarsız olduğu, itibarının ayaklar altında ezildiği, üzülerek de olsa kabul edilmeli ve bu duruma yol açan mevcut yönetim ve sistem, demokratik seçimlerle mutlaka sonlandırılmalıdır. 12/09/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



5 Eylül 2018 Çarşamba

ŞARBON


16 Yıldır tek başına iktidar olan AKP ve onun liderinin yarattığı;ülkemizin, içeride ve dışarıdaki acıklı durumunu, Allahın verdiği aklı kullanarak muhakeme edebilen ve sorgulayabilen vatandaşlarımız, gayet iyi biliyorlar. Ancak, onların bu gerçekleri bilmeleri; bu iktidarı, sandıkta ülke yönetiminden uzaklaştırmaya sayı olarak yetmiyor maalesef.
Biz artık,işsizliği,pahalılığı,cari açığı,paramızın değer kaybını,dış politikadaki ilkesizliği, başarısızlığı ve fiyaskoyu bir kenara koyduk,onları artık düşünmüyoruz bile,zira onları düşünmeye sıra gelmiyor,bu ülkenin tarımını ve hayvancılığını bitirdiler,tarıma ve hayvancılığa gerekli önem ve destek verilmedi,Türk köylüsü ve çiftçisi üretmiş üretememiş,kar etmiş edememiş, iktidarın ve onun başındaki kişinin umurunda değil,üretilemeyen tarıma dayalı yiyecek maddelerini ve eti dışarıdan ithal eder ve halkımızın ihtiyacını bu şekilde karşılarız diye düşünüyorlar ve bu yola gitmekte inat ediyorlar.
Dolardaki umulmadık,aslında bize göre umulan yükselme üzerine, tarıma dayalı yiyecek maddelerinin ve etin ithali için yabancılara dolar bazında ödenecek paralar büyük miktarlara ulaşıyor ve fazla olan cari açık daha da kabarıyor.
Tarıma dayalı yiyecek maddelerinin ve etin ithaline ödenen yüklü dövizden de vazgeçtik,büyük paralarla ithal edilen tarım ürünleri ve etlerin gerekli sağlık kontrolleri yapılmadan, ithal GDO'lu tarım ürünleri ve hastalıklı etler halkımıza yediriliyor ve gelecek kuşağın sağlığı ile oynanıyor.
İşte, alınız son ithal et rezaletini, ithal etler vasıtasıyla ülkemize şarbon mikrobunun geldiği ve bu hastalığın bazı illerimizde görülmeye başlandığı basında yer almaktadır.
Geçtiğimiz gün yeni adli yıl, yürütmenin vesayeti altında Saray'ın müştemilatında yapılan sözüm ona bir törenle başladı,çok lazımmış gibi, kendisini yargısal faaliyetlerinden çok, yürütmeye yakınlığı ve birlikte çay topladığı için siyasi ve magazinel olarak tanıdığımız Yargıtay Başkanımız, yeni adli yılın açılışı nedeniyle,yanılmıyorsak Mecliste bir açılış resepsiyonu verdi,medyadan izlediğimiz kadarıyla,toklar birbirini ağırlar misali, bütün tok üst düzey devlet adamları, bakanlar,milletvekilleri ve bürokratlar resepsiyondaydı,sıra sunulan yemekleri yemeye geldiğinde yemeklerin başına geçen üst düzey zevat, özellikle şarbon salgını nedeniyle et yemeklerini alıp tabaklarına koymakta tereddüt geçirdiler ve arkasından da,halkının sağlığını düşünmedikleri, koruyamadıkları, halkına şarbon mikroplu et yedirdikleri için istifa etmeleri,o resepsiyona gelip halkın karşısında boy göstermemeleri gereken bizi yöneten kişiler,utanmadıkları gibi, şarbon mikropu ithal etler üzerinden birbirleriyle şakalaştılar,espri yaptılar,gülüştüler,bu manzarayı bugün sabah FOX TV.de üzülerek ve yüzümüz kızararak izledik. Hani bir zamanlar Çernobil olayı patlak vermişti de,Karadenizde yetişen çaylar radyasyonlu diye dedikodular çıkınca,bunların yalan olduğunu iddia eden zamanın tarım bakanı, halkın huzurunda çay içmişti ya,bugün izlediğimiz meclisteki resepsiyon tiyatrosunda da,hayvancılık bakanı öne atılarak etleri öncelikle yemek suretiyle, sözüm ona şarbon mikrobuna kafa tuttu ve halkın yemek istemediği şarbonlu ithal etlerin elde kalmaması için gayret sarf etti.
Bir ülkede demokrasi yoksa,en başta basın olmak üzere halk özgür değilse,yargı bağımsız değilse,bağımsız olmayan yargının başının, yeni adli yılın açılışı için verdiği resepsiyonda, bizi yönetenlerin ve sözüm ona adalet dağıtan bağımlı yargının,utanmaları ve sıkılmaları gerekirken, şarbon mikroplu ithal etler üzerinden espri üreterek hep birlikte eğlenip gülmeleri, çok normal karşılanmalıdır. 05/09/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu