30 Ekim 2018 Salı

DÜNYA'NIN EN BÜYÜK LİDERİ ATATÜRK'E SAHİPKEN....


Dünya'nın en büyük havalimanı'na sahip olduk dün.Sanki buna gerek ve öncelik vardı.
Dün,görkemli bir törenle,başka bir gün yokmuş gibi,hem de en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramında açılışı yapıldı,Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, bu sözde en büyük havalimanının açılışı kutlamalarıyla gölgelendi.
Aslında, Dünya'nın gelmiş ve geçmiş en büyük liderlerinin ve devlet adamlarının en başta geleni ATATÜRK'e ve onun devrimleri ve kurduğu Cumhuriyet'e sahip olan Türkiye'nin; bugün için,sadece Dünya'nın en büyük havalimanına sahip olmaya ihtiyacı ve isteği yoktu.
Bizler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Dünya'nın en büyük lideri ve devlet adamı ATATÜRK'e sahip olmakla gururlu ve mutluyduk,Dünya'nın en büyük liderine ve devlet adamına sahip olmak bize yetiyordu,ülkemizi bundan daha fazla onurlandırıcı ve gururlandırıcı başka bir şey olabilir mi?
Bizler,ülkemizin demokrasisi,insan hak ve özgürlükleri,üretimi,parasının değeri,yargısının bağımsızlığı,eğitim düzeyinin yüksekliği ile anılmasını ve bu konularda dünya sıralamasının en üstlerinde yer almasını istiyorduk.
Dünyanın en büyük havalimanını yaptırıp hizmete sokmakla üvünen Sayın ERDOĞAN;ülkesine iyi hizmetler sunarak,kendi ismini ve ülkesi Türkiye'yi, gerçekten onurlandırmak ve gururlandırmak istiyorsa,bıraksın gökdelenleri,kanal İstanbulları,havalimanlarını,önce ülkesini saygın kılacak değerleri ülkemizde geçerli kılsın.
Ülkemizde şu anda olmayan halkın iradesini,seçim sandığına indirgemekten vazgeçerek, gerçek anlamda ve özünde halkın iradesini hakim kılsın,Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerindeki vesayetine son vererek,meclisin özgürce ve ülke yararına yasalar çıkarabilmesini sağlasın,
Ülkemizde olmayan; en başta, düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerini hakim ve uygulanabilir kılsın,
Ülkemizde olmayan ve yerlerde sürünen yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını geçerli ve hakim kılsın,yargının üzerindeki elini ve gölgesini kaldırsın,
Ülkemizde mevcut olmayan, yürütmeyi denetlenebilir ve hesap verebilir hale getirsin,
Ülkeyi, saraylardan, halkından uzak, büyük bir koruma zırhına ihtiyaç duymadan halkın içine karışarak, anayasa'ya ve yasalara saygı duyarak yönetsin,
Eğitime müdahalesine son versin,Öğrenim Birliği Yasasına aykırı uygulamalarıyla, akıl ve çağdaş bilimin dışına attığı eğitimi, yeniden akla ve çağdaş bilime dayalı laik çizgisine geri getirsin,eğitimi imam hatipleştirmekten süratle vaz geçerek, Türk Liselerini ve Üniversitelerini, Dünya'nın en iyileri arasına soksun,
Ülkenin ekonomik simgesi ve onuru Türk Parasının,diğer ülkeler paraları karşısında sürekli değer kaybetmesini önlesin,
Ülkesini,Dünya'nın en büyük üretim ve dış satım (ihracat) merkezlerinden biri haline getirsin,
İşsizliği önlesin,bırakınız kendi vatandaşını iş sahibi yapmayı, ülkemizi yabancı işçi davet eden, Dünya'nın en ileri iş merkezi haline getirsin,
Ülkesinin elde edilen yıllık milli gelirini, Dünya ortalamalarının çok üstüne çıkararak, ülkesini Dünya'nın parmakla sayılan, ekonomisi en gelişmiş ülkeleri arasına soksun,
Ülkemizde olmayan, insanların can güvenliklerini sağlayabilsin,terörü sonlandırsın, her milletten insanın, can güvenliği korkusunu taşımadan, Türkiye'ye seyahat edebilmelerini sağlasın,
Tüm bunları sağlasın ki;Türkiyemiz,Dünyanın en büyük havalimanına sahip olmakla övünen, ancak insan hak ve özgürlüklerinden ve demokrasiden yoksun,ekonomisi bozuk,can güvenliği olmayan itibar kırıcı ülke konumundan çıkabilsin,Dünya'nın en büyük havalimanı olarak övündüğümüz yeni havalimanına doğru tüm Dünya'dan havalanan uçaklardan inenler,görkemli bir havalimanından sonra,aynı görkem ve gelişmişlikteki bir ülkeye geldiklerinin huzur ve mutluluğunu hissedebilsin.
Bizler de,bir Türk vatandaşı olarak,göğüslerimizi gere gere,Dünya'nın en büyük havalimanına sahip olmakla gurur duyabilelim.
Maalesef, bugün bu gururu duyup yaşayamıyoruz. 30/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

29 Ekim 2018 Pazartesi

ŞARK KURNAZLIĞI




İstanbul 3. Havalimanı, Cumhuriyet'in kuruluşu ile eş değerde görülen bir devlet töreniyle açıldı.

Şeyhülislam efendi de oradaydı sanırım,televizyonda şöyle bir gözümüz onu fark etti.Sanırım laiklik ilkesinin gereği yerine getirilerek, Şeyhülislam efendi açılışta dua lar okudu.

Ülkemizin tapu sahibi, İstanbul'un tanınmaz hale gelmesinin mimarı ERDOĞAN; sonunda,bir şark kurnazlığıyla çözümü bulmuş ve yeni havalimanının adını,millete sormadan tek başına belirleyerek,bu adı İstanbul olarak açıklamıştır.

Şu garabete bir bakınız,bu havalimanı İstanbul'da olduğu için,adı ne konursa konsun, adından önce,yapım yeri olan İstanbul adı zaten söylenektir.

Bu nedenle;şu anda,İstanbulda faaliyet gösteren iki havalimanından Anadolu yakasında bulunana, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı,Avrupa yakasında bulanan havalimanına da, İstanbul Atatürk Havalimanı denilmektedir.

Ankaradaki Esenboğa Havalimanına da, Ankarada olması nedeniyle, Ankara Esenboğa Havalimanı denildiği gibi.

İstanbulda yeni inşa edilen ve bugün açılışı yapılan havalimanına, Atatürk allerjisi nedeniyle, Atatürk ismi yerine İstanbul ismi verilmiştir.

Bu isimle ortaya bir garabet çıkmıştır.Yeni havalimanı bundan böyle, çifte İstanbul olarak anılacaktır.Yani çifte kavrulmuş İstanbul Havalimanı.

Yazılışı şöyle olacaktır;İstanbul,İstanbul Havalimanı.

Çok keyifli ve anlamlı bir isim oldu doğrusu!

İstanbul'un karesi havalimanı,İstanbul,İstanbul Havalimanı.

ERDOĞAN bu garip ismi açıkladıktan sonra,günah çıkarmayı,yeni havalimanına niçin ATATÜRK isminin verilmediğini açıklamayı da gerekli görmüş ve İstanbul Atatürk Havalimanının, havalimanı vasfını korumaya devam edeceğini,bir bölümünün Millet Bahçesi,kapalı alanının fuar hizmeti vereceğini beyan etmiştir.

Yani, kuşa döndürülecek bir Atatürk Havalimanı ile karşı karşıya kalacağız,zaman içinde de bu alanın havalimanı olma vasfına tamamen son verileceği ve Atatürk isminin de sonlanacağı kesindir.

Hoşgeldin; İstanbul İstanbul Havalimanı.30/10/2o18


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Ekim 2018 Cuma

CUMHURİYET BAYRAMI





Cumhuriyet Bayramı haftasına girmiş bulunuyoruz.Bu sene, 29.Ekim.2018 Pazartesi günü Cumhuriyetimizin kuruluşunun 95.yıl dönümünü kutlayacağız.
İstanbul'da yapımı devam emekte olan İstanbul 3.Hava Limanının natamam açılışının, takvimde başka bir gün kalmamış gibi,Cumhuriyet Bayramının kutlanacağı güne denk getirilerek,Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının;İstanbul 3.Hava Limanı açılışına meze ve fon yapılacağını,en büyük bayram olan Cumhuriyet Bayramının, hava limanı açılış töreninin gölgesinde bırakılacağını,Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonunun, Türkiye Cumhuriyetinin başkenti ve kurulduğu yer olan Ankara yerine,Bizans'ın ve Osmanlının başkenti olan İstanbul'da yapılacağı açıklanmıştır.
Cumhuriyetin; 2011 yılında idrak edilen 88.kuruluş yıl dönümünün, Van Erciş depremi gerekçe yapılarak,sönük ve sınırlı bir şekilde kutlanmasını eleştirmek amacıyla yazıp yayınladığımız,29.Ekim.2011 tarihli “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE” başlıklı makalemizi, aşağıda aynen yayınlıyoruz.
Türk Milletinin en büyük bayramı olan Cumhuriyet Bayramı,tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun,en başta büyük asker ve devlet adamı,devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,emeği geçen ve şimdi hayatta olmayan tüm şehit ve gazilerimize müteşekkiriz,tümüne şükranlarımızı sunuyoruz,nurlar içinde yatsınlar.26/10/2018 Güner YİĞİTBAŞI


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!


Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.
Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.
Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.
Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.
Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.
İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.
Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.
Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.
Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.
Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin, her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.
Heyhat!
Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.
Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.
Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.
Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.
İşte, en önemli Milli Bayramınız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.
Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.
Hoşça kalın. 29.Ekim.2011



Güner YİĞİTBAŞI


25 Ekim 2018 Perşembe

OKURLARIMDAN ÖZÜR DİLİYORUM


Geçtiğimiz salı, MHP grup toplantısında konuşan ve AKP ve ERDOĞAN'ı ağır bir dille,bağırıp çağırarak eleştiren MHP Genel Başkanı BAHÇELİ'nin, AKP ile olan ittifaka son verildiği izlenimi veren konuşmasından hareketle, “MHP VE BAHÇELİ KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLİR (Mİ)? “başlıklı bir makale yazmış ve BAHÇELİ'nn, AKP'nin yedek latiği olmaktan vaz geçerek,yeniden bağımsız bir muhalefet partisi olabileceğini ve küllerinden yeniden doğabileceğine değinmiştik.
BAHÇELİ'ye, bu ateşli ve sert çıkışına rağmen pek güvenemediğimiz için, makalemizin başlığını, “MHP VE BAHÇELİ KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLİR (Mİ)?” Şeklinde yazmış ve görüldüğü gibi,başlığın sonuna, parantez içinde (Mİ) ibaresini ekleyerek, soru işareti koymuştuk.İyi ki,de böyle yapmışız.
BAHÇELİ'nin partisi MHP Meclis Grubu;dün, mecliste görüşülen emeklilikte yaşa takılanlar önergesini,ilk oylamada diğer muhalefet partileriyle birlikte desteklemesine rağmen,iki saat sonra yapılan oylamada bu önergeye verdiği desteği çekerek,AKP oylarıyla önergenin reddini sağlayarak “U” dönüşü yapmak ve önerge lehine oy verdikleri ilk oylamada MHP Grubunu yöneten grup başkan vekilinin de BAHÇELİ tarafından görevden alınması dikkate alındığında,BAHÇELİ ve MHP'nin aslında hiç değişmediği,Türkiye Büyük Millet Meclisinin onuruna ve ciddiyetine yakışmayan, Türk Milleti ile alay eden,ciddiyetten uzak, tutarsız muhalefet anlayışlarına ve AKP'nin koltuk değneği olmayı sürdürmeye devam edecekleri,küllerinden yeniden doğmaya hiç niyetlerinin olmadığı açıkça anlaşılmıştır.
MHP ve lideri BAHÇELİ ile ilgili başka bir yorum ve değerlendirme yapmayı değersiz buluyor ve önceki makalemizde MHP ve lideri BAHÇELİ için yanılarak yaptığımız olumlu değelendirme ve yorumdan dolayı, siz okurlardan özür diliyoruz.
Partisi AKP tarafından Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığından kovulan Melih GöKÇEK'in, MHP tarafından, Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aday yapılacağına ilişkin dedikodunun gerçekleşmesi, Melih GÖKÇEK'e MHP'den böyle bir teklif gelse bile, Melih GÖKÇEK'in bu teklifi elinin tersiyle ret etme mecburiyetinde olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz.
Zira,Melih GÖKÇEK çok iyi biliyor ki;partisi AKP aleyhine sonuç doğuracağı kesin olan böyle bir teklife evet derse,AKP lideri ERDOĞAN'ın bütün şimşeklerini üzerine çekecek ve kendisini yargıçların önünde hesap verir bir vaziyette görecektir.
Siz olsanız,bir adaylık uğruna yargıç önüne çıkarak hesap vermek ister misiniz?
Şimdi birileri itiraz edecek ve ERDOĞAN;Melih GÖKÇEK'in, yargı önünde hesap vermesine yol açacak bir yolsuzluk ve usulsüzlüğünü yargıya taşırsa, bu AKP'ye de zarar vermez mi?
Vermez değerli okurlar vermez,bizim bildiğimiz ERDOĞAN, bu halkın şifrelerini çok iyi çözmüş,ne badirelerden geçti hiç zarar görmeden.ERDOĞAN'ın seçmen tabanı, inanmaz hiçbir şeye.Siz dert etmeyiniz. 25/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Ekim 2018 Salı

TAM BİR AYDIN İHANETİNİ YAŞIYORUZ!..


Kimse alınmasın ve darılmasın,çok üzülerek ve dehşete düşerek söylüyoruz ki;şu anda ülkemizde tam bir aydın ihanetini hep birlikte yaşıyor ve görüyoruz.
Bu ülkeyi on yedi yıldan bu yana tek başına yöneten,örtülüsü ve örtüsüzü, bu milletin vergileriyle oluşan ödenek ve paraları hesapsızca istedikleri gibi sarf edip savuran iş başındaki siyasal iktidar;
Kendisini muhalefette zannederek,kendilerinin bizzat yarattıkları,ülkenin içinde bulunduğu her alandaki perişanlığın hesabını,rahmetli İsmet İnönü ve onun üzerinden ana muhalefet partisinden sormaya kalkarken,
İş başındaki siyasal iktidar döneminde;
Ülkenin iç ve dış borçları sürekli ve hızla artarken,cari açık sürekli çoğalırken,bütçe her geçen yıl artarak açık verirken,işsizlik çoğalırken, tarımda ve sanayide üretim düşerken,bu ülkenin üretebileceği et ve tarım ürünleri dahi ithal edilir hale gelmişken,
Ülkenin tüm ekonomik varlıkları yok edilirken,Atatürk'ün vasiyetini yok sayma pahasına İş Bankası hisselerine göz dikilirken,
Terörü bu ülkede hortlattıktan  sonra,terörle mücadele etmek ancak aklına gelerek,bizzat kendilerinin yarattıkları terörün müsebbibi olarak ana muhalefet partisi suçlanırken,
Laik eğitim yok edilirken,
Bizzat Atatürk tarafından,bu milletin büyük çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının; kuruluş amacından saptırılarak iktidarın arka bahçesi haline getirilerek, Diyanet İşleri Başkanlığına,ülkenin milli savunma ve milli eğitim bütçelerinin üzerinde ödenekler tahsis edilirken,
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilirken,
Anayasamızda ve duvarlarında,Egemenliğin kayıtsız şartsız millete olduğu yazılı olan ve bu egemenlik hakkının en üst düzeyde temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı ve işlevsiz bırakılırken,
Meclise sunulan ve içerik ve amaçları itibariyle, devletimizin ve milletimizin menfaatlerine uygun olmasına rağmen, kendi şahsi menfaatlerine uygun bulmadıkları için, siyasal iktidarın meclis çoğunluğunca yasa teklifleri ve araştırma önergeleri bir bir reddedilirken,
Devletimizin temeli olan adalet ve adaletin tecelli ettirildiği yargı organının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilirken,
Ülkemizin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Büyük Atatürk; büstleri,heykelleri,ismi verilen eserler üzerindeki Atatürk ismi ve ilkeleriyle,sistematik olarak yok edilirken,
Bu iktidar tarafından okunması yasaklanan andımızın, okullarda yeniden okunmasının önünü açan Danıştay kararı nedeniyle,aynı siyasal iktidar tarafından, Danıştay; yetki aşımında bulunmakla görev ve yetkisine girmeyen yerindelik denetimi yapmakla suçlanırken,
Ülkemizde; Suidi İstanbul Başkonsolosluğunda, Suidi asıllı bir Amerikalı gazetecinin uluslararası bir planla tasarlanarak öldürülmesinin baş sorumlusu Suidi İstanbul Başkonsolosunun;bize göre o ülkenin İstanbul'daki vatandaşlarına,nüfus memuru ve noter gibi hizmet sunan Büyük Elçi statüsünde bulunmayan,işlenen ağır cezalı bir suçta asla diplomatik dokunulmazlığı bulunmamasına rağmen,cinayet şüphelisi başkonsolosun elini kolunu sallayarak ülkemizi terk etmesine izin verilirken,
İş başındaki siyasal iktidar tarafından; milli günlerimiz ve milli bayramlarımız unutturulmaya çalışılırken,kutlanmasına bir haftalık süre kalan Cumhuriyetimizin kuruluşunun yıl dönümü ve simgesi olan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları,siyasal iktidarın yapımıyla çok övündüğü Atatürk'ün isminin yok edilerek bir Osmanlı Padişahının isminin verileceği muhakkak olan, İstanbul'da inşa edilen,henüz natamam 3.Hava Alanının alelacele açılışına meze ve fon yapılırken,Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının Anayasamıza göre bu ülkenin Başkenti olan Ankara yerine, Bizans'ın ve Osmanlı'nın başkenti İstanbul'da kutlanırken,
Burada saymakla tükenmeyecek bir çok anayasa ve yasa ihlalleri yapılırken,
En başta aydın geçinenler olmak üzere, muhalefeti oluşturan yüzde elliye yakın insan; sessiz ve beklemede, bütün bu olup bitenleri oturduğu yerden sessizce izlemekle meşguller.
En acı olan da, suskun kalan bu aydın çoğunluk tarafından;içinde bizim de bulunduğumuz asla susmayan, yasaların ve anayasanın verdiği düşünce ve düşünceyi açıklama ve eleştiri haklarını kullanarak suç unsuru taşımayan ve ancak ağır eleştiri içeren yazılar yazan ülkelerini seven cesur insanların,potansiyel suçlu ve tutuklanacak kişiler olarak görülmesidir.
Çoğu arkadaş ve okuyucularımın,benim yazılarımı okuduklarını,ancak,muhalif ve eleştiri dolu bu yazılarımı beğenip paylaşamadıklarını, şaka ile karışık da olsa, bana “sizi hala tutuklamadılar mı” diye hayretlerini bildirmeleri,mensubu ve yöneticisi olduğum AÜHF 1970 Mezunları kapalı grubunda,siyasal iktidarın yargı bağımsızlığını yok eden tutumunu ve yargımızın düştüğü içler acısı durumu gözler önüne serdiğimiz bir makalemizin,hukukçu arkadaşlarım tarafından, grupta ağır eleştiriye uğraması, benim siyaset yapmakla suçlanmam ve bu tür makalelerimi grupta yayınlamamam konusunda uyarılmam,buna karşın,hukukçulara ait bu grupta çoğunlukla ve sürekli,You Tube sitesinden herkesin kolayca ulaşabilecekleri müzik ağırlıklı eğlendirici paylaşımların yapılması,ülke sorunlarına duyarsız kalınması,ülkenin kötüye gidişinin seyredilerek sadece eğlenceye ağırlık verilmesi ve benim daha fazla dayanamayarak bu gruptan ayrılmak zorunda bırakılmam da,bize göre çok acı bir aydın ihanetidir.
Bu sessizliğin ve aydın ihanetinin çok iyi bir şekilde farkında olan siyasal iktidar;ajandasındaki yeni düzeni tam anlamıyla ülkemize yerleştirme,Atatürk'ü ve onun devrimlerini unutturup yok etme konusunda emin adımlarla ilerliyor.
Ne garip ve üzücüdür ki;tamamına yakını yandaşlaştırılmış görsel ve yazılı basından çok az arta kalan basın ve onların mensupları dışında,bu kötü gidişi eleştiren ve iktidara artık yeter ve dur diyebilecek insan kalmamış,
Aydınlarımız; artık,ne zaman konuşacaklarsa, suskun,guguk fakültelerimiz, pardon hukuk fakültelerimiz,sivil toplum örgütlerimiz,üniversitelerimiz ve hatta barolarımızın çoğunluğu suskun,yüksek yargı organlarımız bırakınız ses vermeyi,siyasal iktidarın vesayeti altına çoktan girmişler,yerel mahkemelerimiz bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını tamamen yitirmişler,iktidarın ağzına bakarak karar veriyorlar,
Ülkemiz, eşit ve adil olmayan seçim sandığına mahkum edilmiş,yüzde elli çoğunluk diğer yüzde ellinin ve ülkenin geleceğine ipotek koymuştur.
Tamamen sandığa endeksli, demokrasinin çoğulculuk ilkesini inkar eden ve azınlığın haklarına ve ülke menfaatlerine saygı göstermeyen bu rejime aydınlarımız hala sessiz mi kalacaklar?Merak ediyoruz doğrusu.23/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

21 Ekim 2018 Pazar

İHALE




İhale;Devlet İhale Kanununa göre,genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerin,özel idare ve belediyelerin alım, satım,hizmet,yapım gibi işlerinin,anılan yasada belirtilen hükümlere göre yürtülmesi işlemine verilen yöntemin adıdır.

Devlet alım satımlarında,hizmet ve yapım gibi işlemlerinde, ilgili yasada belirtilen ihale yöntemlerini uygulamanın amacı;

Devletin halka sunduğu ihtiyaçların ve hizmetlerin;

En iyi şekilde,

En uygun şartlarla,

Zamanında karşılanması,

Devletin alım ve satımlarında hizmet ve yapım gibi işlemlerinde şeffaflığın(açıklığın),başka bir anlatımla dürüstlüğün sağlanması,yolsuzlukların önüne geçilmesi,

Rekabetin,rekabet ortamının sağlanmasıdır.

Hal böyle iken;hasbel kader,ülkemizde Tarım Bakanlığı koltuğuna oturmuş bir zat-ı muhterem, et ithaliyle ilgili ihaleyi seçmen adına sorgulayan gazeteci bir bayana, adeta hakaret ediyor,görevini yapması ve İhale Kanununu hatırlatması nedeniyle,bu gazeteciyi ıvır zıvır işlerle uğraşmakla,maskaralık yapmakla ve kendisine kumpas hazırlamakla suçluyor,kendisine bir daha yanına yanaşması izninin verlmeyeceği ile tehdit ediyor.

Ne biçim bir terbiye ve ahlak dışı,demokrasi karşıtı,aymaz bir bir davranıştır bu Allahınız aşkına?Anlayabilene Aşk olsun.

İşte size tek adam rejiminden çok çarpıcı bir manzara.Tek adam rejimini tarif ediniz deseler,Tarım Bakanı'nın gazteci bayan'a yönelik bu davranışı kadar güzel tarif edemezsiniz.

Bu zat seçilmiş ve bakan olmuş olmakla; kendisinin,millet adına her türlü kanunsuzluğu yapabileceğini,görevini yapan dördüncü kuvvet basın organı mensuplarına hakaret edip itibarsızlaştırabileceğini zannediyor,ama yanılıyor.

Demokrasilerde bunun böyle olmadığını bilmesi gereken bu bakan, sanırım kendi aklında gizli olan, ama eylem ve söylemleriyle hiçbir gizliliği kalmayan,demokrasi dışı kendi rejimini uygulamaya koyuyor.

Gaztecilere yönelik bu anti demokratik eylem ve söylemleriyle öne çıkan Tarım Bakanı hakkında, bakalım Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor? 21/10/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu








16 Ekim 2018 Salı

ÇANKAYA KÖŞKÜ





Çankaya Köşkü,önderimiz,kurtarıcımız ve devletimizin kurucusu rahmetli ATATÜR döneminden ERDOĞAN dönemine kadar, Cumhurbaşkanlığı Köşkü olarak kullanılan, ATATÜRK'ün yadigarı onun hatıralarını ve kokusunu taşıyan,çok değerli ve tarihi bir köşktür.
ERDOĞAN;seçileceğine kesin gözle bakmış ve inanmış olacak ki;daha cumhurbaşkanı adayı olup seçilmeden çok önce,henüz başbakan iken, ayıp olmasın düşüncesiyle, Başbakanlık Sarayı adı altında ve gizlice, müstakbel Cumhurbaşkanlığı Sarayını inşa ettirmeye başlamış bile,bunu saray inşaatı ilerledikten çok sonra ancak hür basından öğrenebildi Türk Halkı.
Cumhurbaşkanlığı Sarayının yapıldığı arazi de, ATATÜRK'ün Türk Milletine yadigarı ATATÜRK Orman Çiftliğinin bir parçasıydı.
ERDOĞAN; düşlediği ve planladığı gibi,cumhurbaşkanı seçilince ağzındaki baklayı çıkardı ve Çankaya Köşküne çıkmayacağını,buranın başbakanlığa tahsis edileceğini,yeni inşa edilen 1150 odalı sarayın ise, Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılacağını ilan etti.
Rejim değişerek başbakanlık tarih olunca,boş kalan Çankaya Köşkü'nün, ERDOĞAN'a proje üretecek olan kurulların çalışmasına tahsis edileceği haberleri basında yer almaya başladı.
ATATÜRK karşıtı bu yönetimin, ATATÜRK'ün de kullandığı Çankaya Köşküne biçtiği yeni rol, bizi asla hayrete düşürmedi.Bilakis, bu kararın mevcut yönetimin zihniyetine cuk oturduğunu ve örtüştüğünü düşünüyoruz.
Her gün ATATÜRK'e hakaret eden sözde dindar ve kindar yeni bir neslin mimarı olanlara çok yakışan ve onların zihniyetiyle çok güzel örtüşen bu karar;şayet doğru ise,ATATÜRK ile anılan Çankaya Köşkü üzerinden,bu tarihi köşkün ve ATATÜRK'ün itibarsızlaştırılması çabası olarak algılanmalıdır. 16/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


15 Ekim 2018 Pazartesi

VER PAPAZI AL PAPAZI'DAN BUGÜNE





Ve nihayet beklenen gerçekleşti ve Amerikalı Rahip Brunson, hakkındaki ev hapsi adli kontrol tedbiri de kaldırılarak,ülkesine gitti ve ulusal kahraman olarak karşılandı.

ABD Başkanı Trump, Beyaz Sarayda, bu ulusal kahraman Rahip Brunsonu kabul ederek onurlandırdı.

Verin papazı alın papazı diyenler,bağımsız olduklarını, kimseden talimat almadan millet adına karar verdiklerini haykıranlar, umarız biraz olsun utanmışlardır.

Biz konuyu dillendirmeden,boş yere ABD'ye direnmeden, hadlerini bilerek,ülkemizin yüce menfaatlerini gözeterek, bir uzlaşmaya vardık ve ülkemizin ve halkımızın makro menfaatleri ve geleceği için, bu papazın serbest kalmasını yeğledik demedikleri,ama daha sonra, ABD'nin tehdit ve şantajlarına,ülkenin ekonomisinin daha da bozulmasına boyun eğerek, papazı bırakmak ve ülkesine dönmesine izin vermek zorunda kaldıkları,devletimizin ve Türk yargısının itibarını ayaklar altına aldıkları için,bizi yönetenler ve bizim adımıza yargı yetkisini kullananlar,bakalım bu milletten özür dileyecekler mi,bırakıp gidecekler mi?

Atalarımız ne demiş? “Büyük lokma ye ama büyük konuşma”

Adalet devletin temelidir biliyorsunuz.

Son Rahip BRUNSON kararı;adaletin, esasen çöken ve yok olan duvarının ayakta kalan son tuğlasını da yerle bir ettiğine göre,adaletsiz ve dolayısıyla temelsiz kalan bu devletin yurttaşları olarak, ben kendimi güvencede hissetmiyorum artık.

Bundan sonra,Amerikadaki FETÖ Papazını istemeye yüzünüz olacak mı bilemiyoruz. 15/10/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

M U T L U L U K





Mutluluk çok göreceli bir kavramdır.

Bu nedenle, mutluluğun herkes için geçerli olacak,belirli bir kalıba sokabileceğimiz bir tanımı yoktur.

Mutluluk tanımlanamaz ancak yaşanır ve hissedilir.

Mutluluğa, bana gelsin diye oturup beklemekle ulaşılamaz.

Mutluluk ve mutlu olmak emek ister,uğraş ister,irade ister.

Mutluluk,gönlü ve yüreği temiz,egosuz,yaşamının odağına parayı yerleştirmeyen,gerçekten mutlu olmayı ve diğer insanları da mutlu edip mutlu görmeyi arzulayan güzel insanların ulaşabilecekleri, parayla satın alınamayan çok ucuz ve zahmetsiz olarak ulaşabileceğimiz çok güzel bir duygudur.

Mutluluk,insanı insan olduğuna inandıran ve şükrettiren bir duygudur.

Küçük ve yoksul bir ayakkabı boyacısına ayakkabımızı boyatarak uzattığımız paranın,boya ücretinin arta kalanını, üstü sende kalsın evladım diyebilmek ve bundan keyif almak mutluluktur.

Sabahleyin sağlıklı bir şekilde kalkarak güneşin doğuşunu görebilmek mutluluktur.

Soframızda ne olursa olsun,üç öğün yemek bulup yiyerek karnımızı doyurabilmek mutluluktur

Hergün tanık olduğumuz kadınlarımıza yönelik şiddetin yaşanmadığı bir güne tanık olabilmek mutluluktur.

İnsan olarak ayağımızın üzerinde duracak kadar sağlıklı olmak,kendi günlük ihtiyaçlarımızı kimsenin yardımını almadan yerine getirebilmek,bir bardak suyu kana kana içebilmek bir mutluluktur.

Tanımadığın bir insana dahi;günaydın,iyi alşamlar,iyi geceler diyebilmek de bir mutluluktur.

Sevdiğimiz kişilerden geçici olarak uzak kalmak ve ayrılmak,o an için bizi üzüntüye boğsa da, yeni bir buluşmanın ve kavuşmanın kapısını araladığı için, bu geçici ayrılıklardan bile mutluluk duymak gerekir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Bu mutlulukların en değerlisini ve yoğun olanını,geçtiğimiz hafta Bursa ilinde düzenlediğimiz sınıf toplantısında, AÜHF 1970 mezunu arkadaşlarla buluştuğumuz iki günde yaşadığımı belirtmek istiyorum.

Gerçekten, 48 yıl aradan sonra,herbiri; avukat,hakim,savcı,Yargıtay üyesi,HSYK Üyesi olarak şerefli görevler yüklenip başarı ile yerine getiren 1970 Ankara Hukuk Fakültesi mezunu değerli arkadaşlarla Bursa ilinde buluşup bir arada iki gün geçirip, 2018 yılında, 1970 ve öncesi yıllara geri dönerek,yirmili yaşların o unutulmaz güzelliklerini ve anılarını yaşamak, yaşlanmaya yüz tutan hücrelerimizi adeta yenilemek, büyük bir mutluluk oldu benim için.

Benim yüreğimde hissettiğim bu güzel ve yoğun mutluluğu,tüm arkadaşlarımın da yüreklerinde hissettiklerine;sevgili Sedat ÖRSEL arkadaşımızın kısa süre önce geçirdiği önemli bir ameliyata rağmen bu toplantıya katılmış olmasından ve diğer sevgili arkadaşlarımın yüz ifadeleriyle,açık beyan ve mesajlarıyla tanık olmanın mutluluğunu ayrıca yaşıyorum.

Tüm insanlar mutlu olsunlar,ancak mutlu olabilmek için biraz uğraş versinler lütfen. 15/10/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



11 Ekim 2018 Perşembe

BAKAN




Çok eskilerde Nazır,daha sonraları Vekil olarak anılan, günümüzde ise, bakan olarak dile getirilen kişi; genellikle parlamenter sistemlerde, bakanlar kurulunun üyesi olan ve bir bakanlığın başında yer alan,o bakanlığın işlerinden sorumlu ve yetkili en üst düzey devlet adamıdır.

Peki, bu üst düzey kamu görevlisine, bugün niçin bakan denmektedir hiç düşündünüz mü?

Ben çok düşündüm,düşünmeye de geçtiğimiz güne kadar devam ediyor ancak bir sonuca ulaşamıyordum.

Değerli okurlar;iki gün önce, sanırım FOX TV. de görüntülü olarak izlediğim bir haber ile bu benim kafamı sürekli meşgul eden meraktan kurtuldum çok şükür. O haberi izledikten hemen sonra, elimde olmadan Arşimed misali buldum,buldum diye bağırmışım,sesimi duyan çocuklar korkmuşlar, ülkenin içinde bulunduğu her konudaki ağır koşullar nedeniyle strese giren babamız herhalde aklını yitirdi ve bağırıyor zannederek hemen yanıma koştular,onları görünce çok korktuklarını anladım ve onlara rahatlamaları için,niçin buldum,buldum diye bağırdığımı anlattım,çocuklar rahatladılar ve gülümsemeye başladılar.

Sizlere de anlatayım ki; bakan'ın ne anlama geldiğini sizler de öğrenin değerli okurlar.

Görüntülü olarak izlediğim haberde, bir gazeteci bayan, Tarım ve Ormancılık Bakanı, babadan bakan Bekir PAKDEMİRLİ'nin yanına yanaşarak, gazeteci olarak halkı bilgilendirme görevinin gereği olarak,yanlış hatırlamıyorsak et ihal ihalesiyle ilgili bir soru sormaya çalıştı,bakanın etrafı danışman ve korumalarla çevriliydi,Allah'ı var hakkını yemeyelim,bakan PAKDEMİRLİ'nin görüntüsüne ve o andaki vücut diline baktığımızda, sayın bakan; bayan gazetecinin sorusuna cevap verecekti ki, durumdan vazife çıkaran ve kendilerine, göreve başlamadan önce alındıkları kurslarda, bakan'a bir gazeteci yanaşarak soru sormaya yeltenince, derhal bakanın önüne geçeceksiniz ve gazteciye cevap vermesini,gazetecinin halkı aydınlatma ve bilgilendirme görevini yapmasını anında engelleyeceksiniz talimatı ile yetiştirilen bakan danışmanı ve korumaları,bakanı konuşturmadılar, bakanın konuşmasını engellediler, gazeteci bayanı azarladıktan sonra bakanı da oradan uzaklaştırdılar.

Bakan PAKDEMİRLİ,olanlara baka kaldı,konuşamadı sadece baktı ve uzaklaştı.

Gazeteci belki istediği haberi bakandan alamadı ama, ben büyük bir meraktan kurtuldum ve bakan nitelemesinin nereden geldiğini çözmüş olmanın buruk mutluluğunu yaşadım.

Evet değerli okurlar,bakan;aslında çok yetkili ve sorumlu ve bir bakanlık örgütünün tek temsilcisi olmasına rağmen, konuşamayan,konuşturulmayan sadece gözleriyle boş boş bakan,baka kalan, çok üst düzey bir kamu görevlisidir ülkemizde. 11/10/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Ekim 2018 Pazartesi

TABİİ Kİ 15 TEMMUZ DEĞİL ÇANAKKALE BİR DESTANDIR




İşlerimiz nedeniyle,sabah sabah daha günaydın bismillah demeden,bir makale yazmayı düşünmüyorduk.

Ofise gelir gelmez Halk TV. de bir haber dikkatimizi çekti,haberde;İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, çarpıcı bir iddiayı gündeme getirerek, Harp Okulu sınavlarında“Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu?” sorusuna, ‘Çanakkale' cevabı veren adayların elendiğini öne sürdüğü yer alıyordu.

Bu iddia doğru ise,ne kadar hazin ve üzücü değil mi?

15.Temmuz darbe girişiminin önlenmesi, önemlidir tabi.İyi ki de önlenebilmiştir ama, Çanakkale deniz ve kara zaferi gibi, birçok dış sömürgeci devletlerin Osmanlı devletini işgal ve yok etmeye yönelik,doğrudan bir dış saldırının önlendiği,bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerinin örüldüğü,milyonlarca kefensiz yatan şehit ve gazi vermemize neden olan ,ulus ve ülke olarak topyekün bir ölüm kalım mücadelesinin adı olan Çanakkale destanının yanında, 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesi için yapılan mücadelenin adı dahi olamaz,15 Temmuz ile Çanakkale zaferi kıyas dahi edilemez.

Şayet bu haber doğru ise,Harp Okulu gibi subay yetiştiren bir okulun sınavında,“Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu?” sorusunu soranları da,bu sorunun doğru cevabı olarak 15 Temmuz'u kabul edenleri ve bu zihniyette olanları şiddetle kınıyoruz.

Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu sorusunu soranlara,biz de buradan soruyoruz;15.Temmuz darbe girişimini yapanları polis teşkilatımıza ve ordumuza dolduranlar,Fetullah GÜLEN'i darbe girişiminde bulunacak kadar güçlendirenler ve ucu kendilerine dokunana kadar Fetullah GÜLEN ile kol kola olup sırtını sıvazlayanlar,bu ülke düşmanı hainleri, atama kararlarına attıkları imzalarla bu kadrolara doldurarak güçlendirenler,bu canavarı yaratanlar kimlerdir?

Mikro bazda düşünürseniz,bu sorumuzun cevabını oluşturan kişilere göre, 15Temmuz bir destan olabilir, gözleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı zaferlerini dahi görmeyebilir,zira onların tek sorunları kendilerinin iktidarda kalmalarıdır.

Makro bazda düşünüldüğünde,ERDOĞAN'ın liderliğinde gerçekleştirilen 15 Temmuz zaferinin; dış sömürgeci devletlere karşı kazanılan, topu topu üç beş saat değil, üç yüz beş yüz şehit ve gaziye mal olan değil,aylarca ve yıllarca süren,milyonlarca kefensiz şehit ve gazi verdiğimiz,millet olarak çekilen büyük sıkıntılarla topyekün bir savaşla kazanılan ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devletini küllerinden var eden, Çanakkale ve Kurtuluş savaşı ile kıyas dahi edilmesi asla mümkün değildir.

Böyle bir kıyas ve karşılaştırma ve Harp Okulu sınavında soru olarak gündeme getirmek,ATATÜRK düşmanlığının,ATATÜRK ile ERDOĞAN'ı yarıştırmanın,ATATÜRK'ü ve onun kahramanlıkları ile dolu Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarını itibarsızlaştırma gayretlerinin bir dışa vurumudur,bu böyle bilene

Selam olsun Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı destanını yaratanlara,selam olsun sevgili ATATÜRK ve silah arkadaşlarına.Sizler lütfen rahat olun ve rahat uyuyun o kefensiz kabirlerinizde,bazıları küçümseseler ve nankörlük yapsalar da,bu milletin çoğunluğu sizlere minnettardır,sizleri minnet ve şükranla anıyoruz.08/10/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






TABİİ Kİ 15 TEMMUZ DEĞİL ÇANAKKALE BİR DESTANDIR

İşlerimiz nedeniyle,sabah sabah daha günaydın bismillah demeden,bir makale yazmayı düşünmüyorduk.

Ofise gelir gelmez Halk TV. de bir haber dikkatimizi çekti,haberde;İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, çarpıcı bir iddiayı gündeme getirerek, Harp Okulu sınavlarında“Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu?” sorusuna, ‘Çanakkale' cevabı veren adayların elendiğini öne sürdüğü yer alıyordu.

Bu iddia doğru ise,ne kadar hazin ve üzücü değil mi?

15.Temmuz darbe girişiminin önlenmesi, önemlidir tabi.İyi ki de önlenebilmiştir ama, Çanakkale deniz ve kara zaferi gibi, birçok dış sömürgeci devletlerin Osmanlı devletini işgal ve yok etmeye yönelik,doğrudan bir dış saldırının önlendiği,bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerinin örüldüğü,milyonlarca kefensiz yatan şehit ve gazi vermemize neden olan ,ulus ve ülke olarak topyekün bir ölüm kalım mücadelesinin adı olan Çanakkale destanının yanında, 15 Temmuz darbe girişiminin önlenmesi için yapılan mücadelenin adı dahi olamaz,15 Temmuz ile Çanakkale zaferi kıyas dahi edilemez.

Şayet bu haber doğru ise,Harp Okulu gibi subay yetiştiren bir okulun sınavında,“Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu?” sorusunu soranları da,bu sorunun doğru cevabı olarak 15 Temmuz'u kabul edenleri ve bu zihniyette olanları şiddetle kınıyoruz.

Çanakkale mi destandır, 15 Temmuz mu sorusunu soranlara,biz de buradan soruyoruz;15.Temmuz darbe girişimini yapanları polis teşkilatımıza ve ordumuza dolduranlar,Fetullah GÜLEN'i darbe girişiminde bulunacak kadar güçlendirenler ve ucu kendilerine dokunana kadar Fetullah GÜLEN ile kol kola olup sırtını sıvazlayanlar,bu ülke düşmanı hainleri, atama kararlarına attıkları imzalarla bu kadrolara doldurarak güçlendirenler,bu canavarı yaratanlar kimlerdir?

Mikro bazda düşünürseniz,bu sorumuzun cevabını oluşturan kişilere göre, 15Temmuz bir destan olabilir, gözleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı zaferlerini dahi görmeyebilir,zira onların tek sorunları kendilerinin iktidarda kalmalarıdır.

Makro bazda düşünüldüğünde,ERDOĞAN'ın liderliğinde gerçekleştirilen 15 Temmuz zaferinin; dış sömürgeci devletlere karşı kazanılan, topu topu üç beş saat değil, üç yüz beş yüz şehit ve gaziye mal olan değil,aylarca ve yıllarca süren,milyonlarca kefensiz şehit ve gazi verdiğimiz,millet olarak çekilen büyük sıkıntılarla topyekün bir savaşla kazanılan ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devletini küllerinden var eden, Çanakkale ve Kurtuluş savaşı ile kıyas dahi edilmesi asla mümkün değildir.

Böyle bir kıyas ve karşılaştırma ve Harp Okulu sınavında soru olarak gündeme getirmek,ATATÜRK düşmanlığının,ATATÜRK ile ERDOĞAN'ı yarıştırmanın,ATATÜRK'ü ve onun kahramanlıkları ile dolu Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarını itibarsızlaştırma gayretlerinin bir dışa vurumudur,bu böyle bilene

Selam olsun Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı destanını yaratanlara,selam olsun sevgili ATATÜRK ve silah arkadaşlarına.Sizler lütfen rahat olun ve rahat uyuyun o kefensiz kabirlerinizde,bazıları küçümseseler ve nankörlük yapsalar da,bu milletin çoğunluğu sizlere minnettardır,sizleri minnet ve şükranla anıyoruz.08/10/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





6 Ekim 2018 Cumartesi

GÖREVİNİ YAPAN BİR AVUKATIN TUTUKLANMASI



Medyada yer alan bir habere göre;Ömer KAVİLİ isimli bir avukat arkadaşımız, önceki gün İstanbul 28.Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşma sırasında görevini yaparken mahkemenin başkanı ile girdiği tartışma nedeniyle önce duruşma salonundan çıkarılmış ve hakkında suç duyurusunda bulunularak daha sonra da görevli memura mukavemet ettiği suçlamasıyla tutulanmıştır.

Biz duruşmada değildik,tutuklanan avukat ile mahkemenin başkanı arasında geçen tartışmaya tanık olmadık.Tanık olmamakla birlikte,avukat hakkında başkana ve heyete yönelik bir hakaret suçlaması olmadığı ve bir avukat olarak bizim de çokça başımıza geldiği gibi,tutuklanan avukatın müvekkiline yönelik bir usul ihlali nedeniyle,görevi icabı ve haklı olarak itiraz edip, mahkemenin başkanını uyardığını ve haksız olan ve avukata göre yukarıda oturduğu için olsa gerek, savunma makamına yukarıdan ve küçümseyerek bakan başkanın, başlayan tartışmayı lehine çevirmek amacıyla konuyu abartarak,savunma makamına saygı göstermeyen bazı hakimlerce her zaman kolaylıkla başvurulduğu üzere,önce duruşma salonundan atma tehdidinin yapıldığını ve daha sonra da, avukatın dışarı atıldığını ve hakaret içermediği anlaşılan ve çok doğal olan bu tartışmanın,hukuki zorlamayla,hakime mukavemet olarak nitelendirilerek,hakim ve savcı dayanışması içinde, dışarı atılan avukatın tutuklanmasına karar verildiğini düşünüyoruz.

Avukat olarak biz de benzer bir olayı yıllar önce İzmir 5.Ağır Ceza Mahkemesinde yaşamıştık.Daha ilk duruşma, müvekkil sanık öldürmeye teşebbüsten yargılanıyor ve ilk sorgusu yapılacak,başkan sankla pazarlığa girdi ve mealen;”bak evladım suçunu kabul edersen iyi olur,bizim de elimizde bazı yasal yetkiler var,itiraf edersen bizi uğraştırmazsan cezanda belli oranda indirim yaparız”demez mi?Mahkeme başkanının bu tavrı usul yasasına açıkça aykırı olup, yasak sorgu yöntemlerinden birisini oluşturmakta,başkanın yasa dışı bu tavrı karşısında, görevini yapan tecrübeli ve kendisine ve temsil ettiği savunma makamına saygılı olan avukat ne yapmalı,ayağa kalkarak, sayın başkanı uyarmayıp susmalı mıdır,uyardığında da,uyarıya aldırmayan başkan ile tartışmaya girmemeli midir?Uyarmalıdır ve tartışmaya da girmelidir tabi. Bunun üzerine başkan ne yapar? haksız olduğu için önce sesini yükseltir avukatı susturmaya çalışır,sonra dışarı atmakla tehdit eder,aynı taktik bize de uygulandı ama dışarıya da atamadı,tutuklanmadık da,bize sökmedi ama, tansiyonumuzu fırlattı tabi,bu başkan yıllar sonra tayin edildiği için emekliliğini istedi ve İzmir Barosuna avukat olmak için başvuruda buklundu,savunma hakkına ve makamına saygılı olmadığı için, bizzat ben uğraştım ve baromun bu kişiyi baroya avukat olarak kabulüne engel oldum ve uzun uğraşlardan sonra bu kişi yargı yoluyla adını baro levhasına yazdırabildi.Bu nedenle ben sürekli derim ki;bir hukukçunun yükselebileceği en üst makam ve mevki avukatlıktır,önceki makamı savcılık da olsa, hakimlik de olsa, her hukukçu avukatlığı tadacak ve mesleğini avukat olarak sonlandıracaktır.

Asıl konuya dönecek olursak,bize göre meselenin özünde ve temelinde;bazı hakim ve savcılarımızın, savunma hakkına ve bu hakkın temsilcisi savunma makamına ve bu makamı temsil eden avukatlara tahammülsüzlükleri,savunma makamını ve avukatları, önlerinde bir engel olarak görmeleri yatmaktadır.

Oysa,1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde yer alan hükme göre,avukatlık bir kamu hizmetidir.Avukat,yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.

Madde çok açıktır,avukat; yargının üç kurucu unsurundan biridir.

Avukatlık Kanununun 1. maddesine göre,savunma bağımsızdır,avukat bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.Bu şu demektir;avukat,duruşmayı yöneten hakimlerin memuru ve müstahdemi değildir,yasalara göre görevini serbestçe ve bağımsız olarak yapar,hakimdem emir ve talimat almaz,hakimim hoşuna gitmese de temsil ettiği şüpheli ve sanıkların yasal haklarını savunur ve gözetir,üzerinde hakimlik sıfatı da olsa, savunma hakkını ihlal eden davrnış içine giren herkesle hakaret etmeden, yasaları ihlal etmeden savaşır,mücadele eder, gerekirse tartışmaya da girer,duruşma salonuna girdiğinde hakimden talimat ve izin almadan selamını verir ve masasına oturur,aslında yasal olmayan ve yanlış bir uygulama olan hakimin her her ara kararında pandomim yapar gibi ayağa kalkıp karardan sonra tekrar oturmaz,hiç ayağa kalkmaz,avukat ve duruşmayı izleyenler ve de savcı, yani iddia makamı dahil herkes, ancak nihai kararda,yani yargılamayı bitiren hüküm açıklanırken ayağa kalkarlar ve hükmü ayakta dinlerler.

Uygulamada ise;ara kararlarında, yasaya aykırı olarak avukatı ayağa kaldıran hakimlerin,asıl ayağa kalkılarak ayakta dinlenmesi gereken nihai hükümlerini açıklarlarken,duruşma salonunda bulunan izleyicilerin ayağa kalkmaları konusunda uyarıda bulunmadıklarına,izleyenlerin hükmü oturarak dinlediklerine tanık olmaktayız,bu yasal olmayan uygulamalara baktığımızda,hakimlerin gücü sadece avukatlara mı yetmekte diye düşünmeden edemiyoruz.

Bu makalenin yazarı olan bendeniz yargının üç kurucu unsuru olan iddia,savunma ve karar makamlaında da çalışan bir kişi olup,bu nedenle yazdıklarımızın bir hakim düşmanlığı olarak yorumlanmayacağını umuyoruz.

Gelelem avukatlarımıza,onların hiç mi kusurları yok?

Olmaz mı hiç,avukatların da çok kusurları var tabi.Bazı avukatlar, belki de Avukatlık Kanununu dahi yeterli bir şekilde okumamışlardır,avukatın ve avukatlığın ne olduğunu dahi tam olarak bilememektedirler.Bilseler, hakimin oturabilirsiniz talimatını bekleyene kadar ayakta bekleyip,hakimin otur talimatı ile mi oturarlar masalarına, Allahınız aşkına?Bunun hakime saygıyla falan bir ilgisi asla olamaz.Sen avukat olarak önce kendine ve temsil ettiğin makama saygılı olacaksın.Bu örnekten sonrasını artık siz anlayın, gerisini yer darlığından dolayı biz yazıp söylemeyelim.

Bu makalemizi tamamlamak üzere iken Halk Tv.haberlerinden tutuklu avukatın itiraz üzerine tahliye edildiğini öğrendik ve adaletin tecellisine sevindik.

Savunmaya saygı, adalete saygıdır.Birgün herkes, kendini savunmak ve bir avukatın yardımını istemek zorunda kalabilir ve bu kişi; hakim,savcı ve hatta bizzat avukat da olabilir.07/10/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


5 Ekim 2018 Cuma

SİZLER BİRBİRİNİZİ YEMEĞE DEVAM EDİNİZ EFENDİLER!...


Batmanda hain ve bölücü terör örgütü PKK tarafından sekiz askerimizin şehit edildiği haberi, yine yüreğimizi dağladı,millet olarak yasa büründük.
En başta iktidarın başındaki tek adam ERDOĞAN ile onun destekçisi ve adeta koalisyon ortağı BAHÇELİ olmak üzere, azgın teröre ve onlarca diger sorunlara rağmen,bu sorunları yok sayarak, iktidarıyla ve muhalefetiyle,hala birbirlerini yemeğe devam eden siyasetçiler, ülkenin içinde bulunduğu terörü önleyecek tedbirleri alacak ve toplumu sakinleştirecek yerde, birbirlerine karşı sarf ettikleri sözlerle,seviyesiz iddia ve suçlamalarla,toplumu daha da germekte ve terörize etmektedirler.
Bu siyasetçiler; şimdi bugün,geçtiğimiz günlerde birbirlerine karşı sarf ettikleri, topluma geren ve bölen kötü örnek sözlerini unutarak,sekiz şehidimiz için, sahte üzüntülerini bildirerek,belki de sahte göz yaşı dökeceklerdir.
Biz,siyasilerin; şehitlerimiz için üzüntü bildirmeye haklarının olmadığını düşünüyor ve buna rağmen bildirecekleri üzüntü ve dökecekleri gözyaşlarının;siyasilerin bu toplumun hiç de hak etmediği kötü sözleri için bildirdikleri üzüntüler ve döktükleri gözyaşları olarak değerlendirmek istiyoruz.
Dün,anayasamıza göre,sözde ülkenin birlik ve beraberliğini temsil eden bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı sıfatını da üzerinde taşıyan AKP Genel Başkanı'nın,kendisine ve partisine sandıkta yönelen oy çoğunluğunun rahatlığı ve sorumsuzluğu içinde, bu ülkenin ana muhalefet partisi liderine karşı sarf ettiği; “Sen ezandan ve kurandan ne anlarsın”şeklindeki,peşinen söyleyelim,kimse kusura bakmasın ve hakaret olarak falan yorumlamasın,basit ve seviyesiz sözleri, BAHÇELİ'nin siyasi rakibi bir bayan genel başkana yönelik,resmen açık bir tehdit ve yandaşlarını suç işlemeye tahrik ve teşvik eden seviyesiz beyanları ortalıkta uçuşurken,PKK terör örgütü ne yapacaktı sayın efendiler ve beyler,oturup bu basit ve seviyesiz sözlerinize alkış mı tutacaklardı?
Tabii ki hayır,kurt sisli havayı sever efendiler.Sizler, terörü bir kenara bırakarak, kendi aranızda sorumsuzca terör estirirseniz,beğenelim veya beğenmeyelim, bu ülkenin hayrına olmayan kötü niyet ve eylem peşindeki PKK teröristleri de boş durmaz tabi,bunu fırsat bilerek ve cesaret kazanarak hain saldırılarına devam ederler.
Bu ülkede huzuru sağlamak, toplumsal bölünmeyi ve gerginliği yok etmek için, elini öncelikle taşın altına koyması,diline sahip çıkması,meydanlara çıkarak halkı geren ve bölen sözler sarf etmemesi,muhalefeti de sakinleştirmesi gerekenler, iktidardaki siyasilerdir.
Biz,AKP iktidarına kadar, bu ülkenin ve toplumun huzurunu ve güvenliğini sağlamakla,muhalefeti sakinleştirmekle görevli ve sorumlu olmasına rağmen,toplumu ve ülkeyi daha da gerecek ve bölecek,muhalefeti tahrik edecek sözleri kolaylıkla sarf edebilen,yangına körükle giden başka bir iktidar görmedik.
Buradan,iktidarıyla ve muhalefetiyle, siyasilerimize sesleniyoruz; sizler, birbirinizi yemeye devam ediniz efendiler. Yeter ki; şehitlerimize, o sahte üzüntülerinizi bildirmeyiniz,sahte gözyaşlarınızı dökmeye yeltenmeyiniz lütfen! 05/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

3 Ekim 2018 Çarşamba

EVET BAĞIMSIZ VE ÖZGÜR MEDYA DEMOKRASİLERDE DÖRDÜNCÜ KUVVETTİR



AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;günlük harcaması 1.8 milyon Türk Lirası olan 1150 odalı para kıyma makinası sarayında çıkmış kürsüye,sözde değil gerçek ve özgürlükçü çağdaş demokrasilerde;medyanın, yasama,yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvet olduğu evrensel gerçeğini inkar eden ve eleştiren bir konuşma yapmayı kendisine hak sayabilmiştir.

Bize göre bu konuşma, Türk demokrasisinin alnına sürülen kara bir leke olup,bu konuşmanın;Anayasasına göre,Atatürk'ün kurduğu,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin seçilmiş Cumhurbaşkanı sıfatını da taşıyan bir kişi tarafından ve hem de, ülkenin gelecek kuşaklarını yetiştirecek olan akademisyenlerine hitaben yapılması ve akademisyenlerden hiçbir eleştiri almaması,Türk demokrasisi adına utanç vericidir.

Şu gerçeği, sıfatı ve makamı ne olursa olsun,her kim olurlarsa olsunlar, tüm halkımız bilmelidir ki;demokrasilerde, sandık ve seçim zorunludur,eşit koşullarda ve adil bir şekilde yapılan seçimle iş başına gelen iktidarlar, kutsal ve meşrudurlar.Ancak, sandık ve seçim,asla ve asla, demokrasinin tek koşulu değildir.

Sarayda konuşan ERDOĞAN;halkın dediği önemlidir,halk ne diyor o bize kaç puan vermiştir ona bakmak lazım,medya şunu diyor diyerek demokrasi olmaz,halkı bir yere,bir kenara koyamazsınız demiş.

Güzel de,halkı konuşturmuyorsunuz ki,halkın ne dediğini duyamıyoruz ki,halk konuşamıyor,kendisini ifade edemiyor,konuşmak isteyen halk, ağzı kapatılarak polisler tarafından susturuluyor ve karga tulumba gözaltına alınıyor,halkın konuşmalarını,figan ve feryadını dile getirdiği alan ve meydanlar kapatılıyor,halkın sesine,konuşmalarına,eleştirilerine yandaşlaştırılan medya kulağını tıkıyor.

Halk ne diyor ona bakacaksınız,medyanın dediğine değil diyen zat;halk sandıkta oy'unu kullanarak diyeceğini demiştir,bizi iktidar yapmıştır,bize yetki vermiştir,öbür seçime kadar artık sesini çıkaramaz demek istiyor aslında.

Halkın sesini, sadece seçimdem seçime verdikleri oy'lara indirgeyen,daha sonra halkın sesini kısan zat,sayıları bir elin iki parmağı kadar azalan muhalif medyayı hedef almış ve özgürlükçü gerçek demokrasilerde, ne dedikleri ve yazdıkları çok önemli ve demokrasinin emniyet sübopu olan özgür medyanın, dördüncü kuvvet olarak kabul görmesi evrensel kuralını yok sayarak,tek adam rejiminin gerçek yüzünü kamuoyuna göstermiştir.

Demokrasilerde; halk, seçimlerde verdiği oy'larla sadece siyasal iktidarı belirler, halkın bu oyları;ülkeyi kötü yöneten,anayasayı ve yasaları çiğneyen, halkın oylarıyla verdiği ülkeyi yönetme yetkisini kötüye kullanan siyasal iktidarları aklamaz,onların anayasa ve yasalara aykırı icraatlarına meşruiyet veremez.Halkın, oylarıyla ülkeyi yönetmek üzere yetki verdiği siyasal iktidar, bu yetkiyi sorumsuzluk zırhı olarak kullanamaz,halkın oylarıyla yetki verdiği siyasal iktidar,seçimlerden ve görevi devraldıktan sonra,anayasa ve yasa dışı icraatlarda bulunursa,kendisine oy vermiş olan halkın,bu seçiminde yanıldığı ortaya çıkar.Bu oylar, siyasal iktidarın anayasa ve yasalara aykırı eylem ve icraatlarını meşru hale getiremez,yeni seçimlere kadar bağımsız yargı ve eleştirileriyle özgür medya devreye girer,bu nedenle gerçek demokrasilerde özgür medyanın sesine ve eleştirilerine ihtiyaç vardır ve özgür medya dördüncü kuvvet sayılır,kim ne derse desin.Bu gerçeği inkar edenler,çoğulcu ve gerçek demokrasilerin olmazsa olmazı olan eleştiri hakkına tahammül edemeyen ve muhalif seslere de yer veren çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi tek sese indirgemek isteyenlerdir.

Dünyanın yuvarlıklığı, nasıl inkar edilemez bir gerçek ise,özgürlükçü gerçek demokrasilerde de özgür ve bağımsız medyanın dördüncü kuvvet olduğu gerçeği asla inkar edilemez,bu gerçeği inkar edenlere de demokrat denilemez. 04/10/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Ekim 2018 Salı

MCKINSEY




Türk ekonomisi ve maliyesinin, MCKINSEY isimli Amerikan kökenli Uluslararası bir denetim şirketine emanet edilmesi, son günlerin en önemli gündemi olmuş ve kamuoyu bunu tartışmaya başlamıştır.

Her konuda yerli ve milli olduğunu iddia eden AKP iktidarı ve bu iktidarın dümenini tek başına elinde tutan ERDOĞAN,Türk ekonomisinin ve maliyesinin denetimini ve peryodik raporlanmasını MCKINSEY isimli Amerikan firmasına teslim etmekle,israfa dayalı milli ve yerli ekonomi ve maliye politikalarının iflas ettiğini, bu nedenle yerli ve millilikten vaz geçmek zorunda kaldıklarını itiraf etmiştir.

Doların yedi liralara çıktığı,cari açığın ve dış borçların sürekli arttığı,üretimin ve ona dayalı olarak ihracatın gerilediği,işsizliğin çığ gibi artığı,halkın yoksullaştığı, enflasyonun ve hayat pahalılığının sürekli arttığı,dış borç ödemeleri için zorunlu olan dövizin dışarıdan borçlanma yoluyla dahi elde edilemediği,devleti yönetenlerin üretmeden aşırı lüks harcamalar yaptıkları,ülke kaynaklarını inşaata taşa ve toprağa gömdükleri,Meclisteki otuz dönüme eş değerdeki kırmızı halıların,daha eskimeden kullanılır haldeyken,tek adamın paşa keyfi ve talimatıyla ve ideolojik nedenlerle hiç yere turkuaz renkli halılarla değiştirildiği ülkemizde, hala ekonomik krizin olmadığını,bir an için, ekonomik krizin varlığı kabul edilse dahi, bu krizin Amerika merkezli dış güçler tarafından sunni bir şekilde çıkarıldığını,ülkemiz ekonomisinin bir dış saldırı ile karşı karşıya kaldığını iddia eden ERDOĞAN ve AKP iktiadarının,ekonomimize saldırı düzenleyen Amerikanın bir şirketine ekonomi ve maliyesinin denetimini teslim etmek zorunda kalması büyük bir çelişkidir.

Türk Ekonomi ve maliyesinin Amerikan MCKINSEY Şirketinin denetimine bırakılması,ben ekonomiyi ve maliyeyi yönetemiyorum,uluslararası finans kuruluşlarına ve sermayesine güven veremiyorum,bu nedenle bana borç para vermiyorlar,bu böyle devam edemez,patlayan kriz bizi iktidardan düşürecek demenin açıkça itirafıdır.

Aklı başındaki,ekonomisi kuvvetli,ekonomisi kriz riski altında olmayan hiçbir siyasi iktidar,ekonomisini ve maliyesini idare edip denetlemesini ve peryodik olarak raporlamasını yabancı bir özel şirkete bırakmak istemez,bu nedenle, AKP iktidarı kırk katır mı, kırk satır mı sözünü hatırlatan bir çıkmaz sokağın içine girmiş ve Türk Ekonomisinin ve maliyesininin denetimini ve raporlanmasını MCKINSEY isimli Amerikan şirketine teslim etmek zorunda kalmıştır.

Bu anlaşma,Türk ekonomisi ve maliyesinin yabancı bir şirketin vesayetine teslim edilmesidir,AKP iktidarı, dış borçlarını çevirebilmek ve kapıya dayanan ekonomik krizi aşabilmek ümidiyle,ihtiyaç duyduğu acil döviz açığını,dış borç yoluyla elde edebilmek için, böyle bir vesayete boyun eğmiştir,ülkemize borç verecek olan dış finans çevreleri;size borç veririz ama bir şartımız var,paramızın geri dönebilmesi için size güvenmiyoruz,MCKINSEY şirketi sizin ekonominizi denetleyecek ve durumunuz hakkında dönem dönem bize rapor verecek, onun talimatlarına göre ekonominize ve maliyenize çeki düzen vereceksiniz, aksi halde size para yok demişlerdir.

Türk ekonomisinin ve maliyesinin denetiminin,bir Amerikan firmasının vesayetine bırakılmasının başka bir izahı olamaz. 02/10/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu