30 Kasım 2018 Cuma

ATATÜRK


ATATÜRK,bu ülkenin ve Türk Milletinin varlık nedeni olan, en az peygamber mesabesinde yüce ve çok değerli bir varlığımızdır.
ATATÜRK,ölümünden geçen bunca yıla, malum çevrelerin onu unutturma ve karalama çabalarına rağmen, giderek daha çok sevilmekte ve ölümsüzleşmektedir.
Bunun farkında olan, ATATÜRK ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyetine ve demokrasiye düşman olan vatan hainleri, giderek azgınlaşmakta ve onun kurduğu demokratik cumhuriyeti, ilkelerini, devrimlerini ve onu meydanlarda simgeleyen heykellerini yok etmek için, son çırpınışlarını sergilemektedirler.
ATATÜRK düşmanlarının;bizzat, ya da şartlar gereği sessiz kalmak suretiyle, açıkça destekledikleri ve teşvik ettikleri çok iyi anlaşılan tescilli hainleri kullanarak korkusuzca sergiledikleri bu alçak ve hain saldırıları,gerçek ATATÜRK'çüler olarak,üzülerek ve ibretle izliyoruz.
Dün ve bugün, bazı gazetelerde yer alan habere göre,Bayburt Belediyesinin kent merkezindeki ATATÜRK ve Milli Mücadele Kahramanlarının heykellerini söküp molozların arasına atması eylemini, şiddetle kınıyoruz ve o belediyenin başındaki bu uygulamayı yapan kişi ve kişiler ile bu eyleme sessiz kalarak o şahsa destek verenleri, ATATÜRK düşmanı ve vatan haini olarak ilan ediyoruz.
Bir kent meydanı,ihtiyaçlara göre yenilenmek üzere yeniden düzenlenebilir ve burada bulunan ATATÜRK heykeli, geçici olarak yerinden kaldırılabilir ama,sonradan yerine tekrar konulması düşünülen heykel'e layık olduğu saygı da gösterilmelidir.Bayburt Belediyesinin yaptığı gibi üstüne yırtık branda örtülerek çöplüğe atılamaz.Asıl çöplüğe atılacak olanlar, ATATÜRK ve ATATÜRK aydınlanmasına düşman olanlar,demokratik ve laik cumhuriyeti içlerine sindiremeyen ve yok etmek isteyenlerdir.
Bu ülkede, bizzat ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının başında bulunan ve iktidar tarafından halife muamelesi gören şahsın, daha geçenlerde 10 Kasım'dan bir gün önce, resmi kıyafetiyle ve resmi aracıyla, ATATÜRK,laik ve demokratik cumhuriyet düşmanı vatan haini MISIRIĞLU isimli şahsı ziyareti ve bu kişinin hala görevde tutulması,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin ve milletimizin hiç hak etmediği büyük bir kara lekedir.
ATATÜRK ve onun kurduğu laik demokrasi ve cumhuriyet sevdalısı insanlar,üzerlerine kabus gibi çöken bu kara lekeyi,demokratik yollarla, mutlaka temizleyeceklerdir,buna inancımız tamdır.
ATATÜRK'e saldıranlara, ona diktatör diyenlere şu cevabı vermek istiyoruz.
ATATÜRK;hem laik ve hem de dindar olunamaz diyenlere inat, hem laik ve hem de dindardır, dinine sahip çıkmış ve şu anda kuruluş amacından saptırılarak,ülkemizin sırtında kambur olan ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı halne gelen Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusudur,yüzünü modern batıya dönmüş, aklı ve bilimi kendisine rehber edinmiş,bağımsızlık aşığı,özgürlüklerden yana,demokrasi aşığı,Türk Milletini seven,her icraatını milletin yararına ve onu yanına alarak yapan yüce bir kişidir.
ATATÜRK'ün;gerici ve şeriat yanlısı asilerin ve çevrelerin,cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında, laik cumhuriyete yönelik, gerici,saltanat,hilafet ve şeriat yanlısı saldırı ve isyanlarını önlemek için kullanmak zorunda kaldığı sertliğe ve radikal önlemlere bakarak,örneğin,Menemendeki gerici ayaklanmada Kubilay'ın kafasının kesilmesi üzerine,söylediği bilinen “ yakın şu Menemeni” sözü ve benzeri radikal uygulamaları nedeniyle,bugün bazı malum kişi ve çevrelerin sıkça dile getirdikleri, ATATÜRK'ün bir diktatör olduğuna yönelik suçlamalarına da,yeri gelmişken, buradan bir cevap vermek istiyoruz.
Evet,saltanatın,hilafetin,tekke ve zaviyelerin,cemaatlerin,dini eğitimin olmadığı,akla ve bilime dayanan laik ve demokratik bir cumhuriyete karşı çıkanlara, ayaklananlara,isyan edenlere karşı acımasız bir diktatördür ATATÜRK.Bu gerçeği,biz dahil kimse inkar edemez, inkar eden de yok zaten.ATATÜRK'ün o dönemlerde diktatörce uyguladığı tedbirler alınmasaydı, bugün demokratik ve laik cumhuriyet olabilecek miydi?Tabii ki, olamayacaktı.
Evet ATATÜRK; yabancı devletlerin hayranla baktıkları,ilkelerini benimsedikleri,milli mücadelesini rehber aldıkları, adına kitaplar yazdıkları,özel yayınlar yapıp kitap ve dergilerine kapak yaptıkları,tüm kurum ve kurallarıyla,kalıcı laik ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyetini oluşturmayı kendine amaç edinen,diktatörlüğü kalıcı ve nihai bir amaç değil,geçici bir süre araç olarak kullanan,nihai ve gerçek amacı, hak ve özgürlüklere dayalı demokratik ve laik cumhuriyet olan,hiçbir ayrım yapmadan milletini seven,milletiyle övünen ve gurur duyan, devrimci ve demokrat büyük bir devlet adamıdır.
Var mı itirazı olan? 30/Kasım/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

27 Kasım 2018 Salı

REJİMİN ADINI KOYMANIN ZAMANI GELDİ SANIRIZ!...



Anayasamıza bakıyoruz;teorik olarak, ülkemiz demokrasi ile yönetilen bir ülke.

Egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait ve millet bu egemenlik hakkını yasama,yürütme ve yargı organları eliye kullanmaktadır.

Yine anayasamıza göre,mevkii makamı,cinsiyeti,etnik kökeni,dini,mezhebi ne olursa olsun herkes yasa önünde eşittir.

Cumhurbaşkanı dahil,hiç kimse kaynağını anayasadan almayan bir yetki kullanamaz.

Anayasanın hükümleri, herkes için bağlayıcıdır,herkes anayasa kurallarına uymak zorundadır.

Cumhurbaşkanı; milletin birliğini temsi eder,Türk Milletini oluşturan herkesin Cumhurbaşkanı olarak milletini kucaklamak zorundadır.

Makamı ve mevkii ne olursa olsun, herkes anayasaya sadakat etmek zorundadır.Hiç kimse başına buyruk değildir,herkes insanlık ve anayasal kurallara uyarak haddini ve sorumluluğunu bilmek zorundadır.

Demokrasilerde, yargı bağımsızdır,yürütmeden emir ve talimat alamaz,

Demokrasilerde; savcılar ve hakimler, anayasada kuralları yazılı olan demokrasi ve cumhuriyetin bekçileridir,görevleri demokratik cumhuriyeti korumak ve kollamaktır.Anayasa ve yasaların dışına çıkan yürütmenin;dayatmacı,keyfi, baskıcı ve dikta rejimini sürdürmesinin koltuk değnekleri olamazlar.

Demokrasilerde; savcılar ve hakimler,hukukun gücünü ve üstünlüğünü temsil ederler ve uygularlar,güçlülerin ve üstünlerin hukukunu temsil edemezler.

Demokrasilerde;Cumhurbaşkanları bir siyasal partinin genel başkanı olmasalar iyi ama, diyelim ki oldular,parti genel başkanı olarak konuşurlarken dahi, Cumhurbaşkanlığının anayasal koruyucu şemsiyesine sığınarak ve kendisinden hesap sorulamayacağına güvenerek, temsil ettikleri milletin bir bölümüne kem gözle bakamazlar,onlara hakaret derecesinde kötü sözler söyleyemezler,suçlayamazlar, milleti ayrıştıramazlar, demokrasinin dışına çıkarak bunu yaparlarsa,parti lideri olarak siyasi kişiliğine yönelecek olan eleştirileri hazmetmek zorundadırlar,hemen Cumhurbaşkanlığı şapkasını giyerek,kendini eleştirenlere karşı Cumhurbaşkanına hakaret edemezsiniz diye meydan okuyamazlar,görevleri demokrasiyi ve cumhuriyeti korumak ve kollamak olan Cumhuriyet Savcıları da, durumden vazife çıkararak, demokrasiyi rafa kaldıran anayasayı ihlal eden parti liderine dur bakalım sen parti lideri olarak haksız bir şekilde söylediğin sözlerin karşılığını aldın, Cumhurbaşkanlığı makamını siyasete alet etme,yıpratma bakalım, demek zorundadırlar.

Demokrasileri dikta rejimlerinden ayıran, bu kurallar ve özellikleridir.

Bir ülkenin anayasasında yer alan demorasinin gereği olan kurallar uygulanmıyor,demokrasinin yukarıda belirttiğimiz özellikleri fiilen yok ediliyor, paralel bir devlet yapısı oluşturuluyor ve halk bu hukuksuzluğa rağmen sesini çıkaramıyor ve eleştiremiyorsa, sesini çıkarıp eleştiren azınlık da, haksız olarak Cumhurbaşkanına hakaret ile suçlanıyorlar ve Cumhuriyet Savcıları da demokrasiye ve Cumhuriyete sahip çıkacak yerde,anayasayı ve yasaları hiçe sayan güçlülerin ve üstünlerin yanında yer alıyorlarsa,o rejimin gerçek adını açıkça koymak gerekiyor.

Bayram değil seyran değil,bir hukukçu olarak, bu demokrasi dersini niçin verdik sizlere?

Bu sorunun cevabını, aynı zamanda Cumhurbaşkanı şapkası giyen AKP Genel Başkanının AKP grubunda bugün (27/11/2018) yaptığı aşağıda tırnak içinde yer verdiğimiz konuşmasını okursanız çok iyi anlayacaksınız değerli okurlar.

Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor. “

AKP Genel Başkanı çok haklı,ülke talan ediliyor,ülkenin kaymağı bir azınlık tarafından gerçekten yeniyor. Ancak, bir farkla,ülkenin kaymağını AKP Genel Başkanının dediği kesimlerde oturanlar ve yaşayanlar değil,;kupon arazilerin,değerli arsaların,İstanbul,Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapılan plan değişikliklerinin,İstanbul'un yağmalanmasının,devlet garantili yap işlet devret projelerinin rantını aralarında pay ederek zenginleşen,varoşlardan gelen sonradan görme sınırlı sayıdaki kişiler yiyorlar.27/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




25 Kasım 2018 Pazar

AF TAMAM GİBİ



Başlığı görünce hayda bu af da nereden çıktı? diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Bizim ki bir tahmin sadece.

Peki bu tahmini nereden çıkarıyoruz.

Biliyorsunuz, MHP'nin Meclise sunduğu ve Adalet Komisyonunda bekletilen bir af teklifi var,MHP Genel Başkanı BAHÇELİ,Alaattin ÇAKICI'ya verdiği sözü yerine getirmek için, bu teklife çok önem veriyor ve bu af teklifini, onur meselesi haline getirdi bize göre.

Andımız tartışması nedeniyle, önümüzdeki yerel seçimlerde Cumhur İttifakı yapmama ve İstanbul,Ankara ve İzmir başta olmak üzere,her ilde belediye Başkanı adayı gösterme kararı alan ve bu kararı 23/Ekim/2018 de açıkladığında MHP grubunun ayağa kalkarak şiddetle alkışlayıp destek verdiği BAHÇELİ, yine büyük bir “U” dönüşü yaparak,ERDOĞAN ile yaptığı görüşme sonunda, bir ay ara ile İstanbul,Ankara ve İzmirde aday göstermeyeceklerini, bu illerde AKP'den kim aday olursa olsun,bu AKP adaylarını destekleyeceklerini açıklamış ve bu kararı da aynı MHP grubu ayakta alkışlamış,BAHÇELİ bu açıklamasının sonunda,bu ititfak kararının alınmasında hiçbir pazarlık yapılmadığını belirtmek zorunda kalmıştır.

Bize göre, pazarlık yapılmış ve karşılıklı tavizler verilmiştir.

MHP'nin geleceği,kaç belediye kazanacakları BAHÇELİ'nin umrunda değildir,bilemediğimiz bir nedenle verdiği af teklifinin yasalaşması, onun tek isteğidir,bunun için andımızdan dahi vaz geçmişe benziyor,BAHÇELİ af tekliflerinin seçimden önce yasalaştırılması tavizini ERDOĞAN'dan almış olmalı ki,bir ay ara ile “U” dönüşü yaparak,Türk Halkını,seçmenini ve Meclis grubunu ters köşeye yatırmayı göze alabilmiştir.

Bu nedenle biz diyoruz ki,aftan yararlanacak mahkumların ve aile yakınlarının gözleri aydın olsun.

Bu etik dışı, güvenilemez “U” dönüşü kararlarıyla siyaseti kirleten, halkı siyasetten soğutan,siyaseti itibarsızlaştıran BAHÇELİ'ye de yazıklar olsun.25/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

13 Kasım 2018 Salı

DEMOKRASİLERDE HERKES HADDİNİ BİLMEK ZORUNDADIR




Demokrasilerde sıfatı ve makamı ne olursa olsun;herkes, anayasa ve yasaların emrettiği şekilde hareket etmek ve haddini bilmek zorundadır.

İnsanlar bulundukları makam ve mevkisinin imkan,yetki ve dokunulmazlıklarından yararlanarak,kendilerini anayasa ve yasaların üstünde görerek,kendi gizli ideolojilerinin ve özledikleri düzenin gerektirdiği şekilde davranış sergileyebilirler ve işgal ettikleri makam itibariyle,bugün için kendilerinden hesap sorulamayabilir.Ama bu demek değildir ki,suçsuzlar.Suçludurlar ama takipsiz kalmışlardır.

Şu Diyanet İşleri Başkanının yaptığı rezalete bir bakar mısınız?

Bu ne büyük bir cür'et,Türk Milletine ne büyük bir saygısızlıktır.

Bu ülkenin ve Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusu ATATÜRK, 10 Kasım Cumartesi günü ölüm yıl dönümünde anılacak,bir gün önce Cuma Namazında okunan hutbede, ATATÜRK'ün adı anılmıyor ve ondan övgüyle bahsedilmiyor ve ona rahmet dilenmiyor,yok sayılıyor.

Buna karşılık,Diyanet İşleri Başkanı denilen o zat;zamanlama itibariyle çok manidar olan aynı gün, ATATÜRK'e salyalarını saçarak hakaret eden,Yunan askerini öven, kurtuluş savaşında Yunan'ın galip gelmesini arzuladığını korkusuzca açıklayabilen,şerefsiz, vatan haini ve karşı devrimci bir mahluku ziyarete koşuyor.

Hem de resmi sıfatıyla,resmi kıyafetiyle ve makam aracıyla.

Ben hukukçuyum,ceza hakimliği,savcılık yapmış ve şu anda da ceza avukatlığı yapmaktayım, bu nedenle çok iyi bilirim.İllegal örgütler vardır,şimdilerin gündemindeki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü gibi.İllegal terör örgütlerinin üyesi olmakla suçlanarak çok kişi yargılanmaktadır.

Peki güzel de,bir kişinin terör örgütü üyesi olduğunu nasıl anlayacak yargıçlarımız?

İllegal örgütlerin,gizlilik gereği, tutmak zorunda oldukları aleni bir üye kayıt defterleri yoktur,bu nedenle olmayan üye kayıt defterine bakıp bir sonuca varamazsınız.O zaman ne yapılacak?Örgüt üyesi olmakla suçlanan kişinin üzerinde,evinde ve iş yerinde yapılan aramalarda ele geçirilen belge ve sair maddi bulgu ve delillere ve/veya kişinin dış aleme yansıyan illegal eylem ve söylemlerine bakılarak bir sonuca varılacaktır.

Şu anda, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyeliğinden suçlanan binlerce kişi ağır ceza mahkemelerinde yargılanmakta ve çocuklarını Fetö yanlısı olduğu iddia edilen hem de yasal olan okullarda okuttukları,Fetö yanlısı olduğu iddia edilen yasal bir bankada hesap açtırdıkları,Fetö yanlısı olduğu iddia edilen bir şirkette ekmek parası için çalıştıkları,bazı ülkelere seyahat ettikleri, Fetö yanlısı oldukları iddia edilen bazı yasal derneklere üye oldukları gerekçeleriyle FETÖ/PDY Silahlı Terör Ögütü üyesi olmaktan ağır cezalara çarptırılmaktadır.

Yargının bu uygulamasından hareket ettiğimizde, ATATÜRK'e ve onun şahsında demokratik ve laik hukuk düzenine ağır küfürler eden,eleştiren, demokratik ve laik düzenin değişmesini,saltanatı ve hilafeti savunan,istiklal savaşının zaferle sonuçlanmasına üzüldüğünü beyan eden ve ülkenin bağımsızlığını inkar eden Kadir MISIRLIOĞLU'nun savunduğu tüm bu fikir ve düşüncelerini, arzularını ve özlemlerini bilerek ve isteyerek, o vatan haini karşı devrimciyi,hangi nedenle olursa olsun ziyaret eden ve ona arka çıkan her kimse,hukuk nazarında onun en büyük destekçisi ve teşvikçisi,ona ve onun zihniyetine yardım ve yataklık eden kişi konumuna gelecektir.

Bu itibarla,buradan ilan ediyoruz,geçmişe bir çizgi çekiyoruz ve bugünden itibaren beyaz bir sayfa açıyoruz ve diyoruz ki;,bugünden itibaren,cinsiyeti,etnik kökeni,dini,makamı,mevkii ne olursa olsun, Vatan haini,karşı devrimci ve ATATÜRK düşmanı Kadir MISIROĞLU'nu ve onun zihniyetindeki kişi ve kurumları,hangi nedenle olursa olsun ziyaret eden,öven,arka çıkan,destekleyen kişiler;bize göre ve hukuk nazarında, aynı kafa yapısında ve aynı zihniyetin temsilcileri ve karşı devrimci olup,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik hukuk devleti ve Cumhuriyet ve de ATATÜRK karşıtı ve düşmanıdırlar. 13/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



11 Kasım 2018 Pazar

İNSANİ DUYGULARLA YAPILMIŞ MIŞ!



Varlıklarını ATATÜTK'e borçlu olan,ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının görevdeki başkanı Ali ERBAŞ,hem de 10.Kasımdan bir gün önce, 9 Kasımda,çok manidar bir şekilde ATATÜRK düşmanı,ATATÜRKe ağıza alınamayacak hakaretleri yapan, vatan haini ve karşı devrimci fesli yaratık Kadir Mısırlıoğlunu,taşıdığı sıfata yakışmayacak şekilde ve pek gerekliymiş gibi ziyaret ediyor,buna karşılık ise, ATATÜRK'e yönelik övücü ve onun ölüm yıldönümü ile ilgili bir söz çıkmıyor ağzından.

Hadi diyelim ki; o satılık adamı seviyorsun ve sevgini göstermek için illaki ziyaret etmek istiyorsun,başka bir gün bulamadın mı,diğer günler çuvala mı girdi,Diyanet İşleri Başkanı denilen be adam?

Bir de akademisyen geçiniyorsun,hiç düşünmedin mi,ben ATATÜRK hakkında olumlu bir kelam dahi etmediğim bir ortamda,hem de 10 Kasımdan bir gün önce, bu fesli pespaye adamı ziyaret edersem,Türk toplumu beni yanlış değerlendirir diye,senin bu kadarcık da mı aklı selimin yok?İnsan, göstermelik de olsa biraz politik davranır hiç değilse.

Ama,çok talihsiz bir şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı makamını işgal eden,belki de bilerek bu makama özel olarak getirilen bu zat; bu inceliği gösteremeyecek kadar, ATATÜRK düşmanı,vatan haini ve karşı devrimci Kadir Mısırlıoğlu denilen mahlukun hayranı ve aynı düşünceleri taşıyan bir zihniyetin sahibi ki,10 Kasımdan bir gün önce bilerek ve isteyerek bu adamı ziyaret edebiliyor,bu riski göze alabiliyor.

Bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu; ATATÜRK'ün bu kurumu kurma amacının dışına çıkmış ve siyasal iktidarın arka bahçesi olmuş,kuruluş işlevini tamamen yitirmiş,misyonunu tamamlamış ve bütçeden yuttuğu her yıl artan, sağlık ve milli eğitime ayrılan ödenekleri de geride bırakan büyük ödeneklerle, ülkenin kalkınması ve gelişmesinin önünde bir kambur haline gelmiştir.

Bu kurum ya tamamen kapatılmalı veya acilen çok köklü bir şekilde ıslah edilmelidir.

Diyanet işleri Başkanı; üzerine çektiği halkımızın haklı tepkisi nedeniyle, kendini savunmak amacıyla,Kadir Mısırlıoğlu denilen mahluku ziyaret sebebini,tamamen insani duygularla yapılmış bir hasta ziyareti olarak açıklamıştır.

Bu açıklama haklı ve yerinde değildir,insanlık dışı bu vatan haini ve ATATÜRK düşmanını,insanlık adına dahi olsa, Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla ve resmi kıyafetiyle ziyaret etmeye hakkı ve yetkisi yoktur.

Bize insanlık dersi vermeye çalışan Diyanet İşleri Başkanı,insan kisvesi giymiş insanlık dışı bu haini ziyaretinin gerekçesi yaptığı insanlığın aynısını, ATATÜRK'ten hangi nedenle esirgemiştir,din adamı dürüstlüğüyle açıklamak zorundadır.12/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu










9 Kasım 2018 Cuma

10 KASIM 2018 ATATÜRK'ÜN ÖLÜMSÜZLEŞTİĞİNİN 80 NCİ YIL DÖNÜMÜ





Her fani gibi, Mustafa Kemal ATATÜRK de, 1881 yılında Selanik'de doğarak bu fani dünyaya adımını atmış ve Osmanlı Devletinin, 1914-1918 yılları arasında cereyan eden Birinci Dünya Savaşı sonunda, en başta başkent İstanbul olmak üzere, emperyalist devletler tarafından işgal edilip paylaşılması üzerine başlattığı kurtuluş mücadelesini kazanarak, çöken Osmanlı Devletinin küllerinden, bugünkü, modern, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kurup, bugüne ulaşmamızı sağlayan, din,eğitim,hukuk,kılık kıyafet, ekonomi ve sosyal alanda gerekli devrimleri yaptıktan sonra, kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetini, yarının büyükleri ve idarecileri olacak olan Türk Gençliğine emanet ederek, 10.Kasım.1938 tarihinde saat 09.05 de bedenen aramızdan ayrılmıştır.
ATATÜRK için,bilerek ölmüş demiyor ve sadece aramızdan ayrılmıştır diyoruz.
Zira, Sevgili ATATÜRK'ümüz; ölmemiş, her fani gibi, sadece bedenen bu fani dünyadan göçüp gitmiş olup, taht kurmuş olduğu Türk Milletinin gönlünde ve kalbinde, eserleri,ilkeleri,devrimleri ve tüm benliğiyle yaşamaya devam etmektedir. Dünya yerinde durdukça da, yaşamaya devam edecektir.
Bu nedenle, biz, 10 Kasım günlerinin, ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümü olarak anılmasına karşı çıkıyoruz.
Bize göre, 10.Kasım.1938 tarihi, ATATÜRK'ün ölüm tarihi değildir.10.Kasım.1938 tarihi,Sevgili ATATÜRK'ün, fanilikten çıkarak, Türk Milleti için, gerçek anlamda ölümsüzleştiği ve Türk Milletinin kalbinde ve gönlünde yeniden doğduğu gündür.
Bu nedenle,Sevgili ATATÜRK'ümüz; gençliğe hitabesinde öngördüğü gibi, bazı harici ve dahili bedhahlar ve karşı devrimciler tarafından, unutturulmaya, yaptığı devrimler ve ilkeleri ortadan kaldırılmaya çalışılsa da; onlara inat, Sevgili ATATÜRK'ümüzü, her zaman olduğu gibi, dosta ve iç ve dış düşmanlara karşı, şükran duygularımızla 80. DOĞUM (YAŞ) GÜNÜ coşkuyla anıp kutlayacağız ve bağrımıza basacağız.
Teşekkürler, çok yaşa Sevgili ATATÜRK, iyi ki doğdun ve iyi ki varsın, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte ilelebet yaşayacaksın, nice yıllara ve nice 10.Kasım doğum günlerine, seni minnetle anıyor ve sana sonsuz sevgi,saygı ve şükranlarımızı sunuyoruz.
Sevgili ATATÜRK;senin söylediğin gibi, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE. 10.Kasım.2018



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

TÜRKÇE EZAN VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ





Hepimiz biliyoruz ki,önümüzde çok önemli mahalli idareler seçimi var.

Bu nedenle, siyasi partilerimizin ve siyasilerimizin, bütün güçleriyle bu seçimlere odaklanmaları gerekiyor.

CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ,bu seçim arefesinde çıkıyor ve ezanın Türkçe okunması gerektiği tezini ortaya atıyor.

Din simsarı bazı siyasiler ve partiler, ezan'ın Türkçe okunması girişimini, dinsizlik olarak iddia ediyorlarsa da,biz şahsi görüşümüzü belirtecek olursak,namaza çağrı olan ve arapça okunmasında hiçbir kutsiyet bulunmayan ezan'ın Türkçe okunmasını ve ezan'da geçen sözlerin,çoluk çocuk.cahil ve okumuş her Müslüman Türk tarafından açıkça anlaşılmasını savunanlardanız.Arapça ezan'da geçen,Allahu ekber sözünün Türkçe anlamını dahi bilmeyen, Büyük ve Ulu Allah anlamına gelen,Arapça Allahu ekber sözünü, Allah birdir olarak yanlış bilen akademisyenlerin de bulunduğu ülkemizde, ezan'ın Türkçe okunmasının zorunlu olduğu,çok açık bir gerçektir.

Burada CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ'ı temelde haklı buluyorsak da, bu tartışmanın zamanlaması yönünden Öztürk YILMAZ'ı haksız buluyoruz ve vekili olduğu CHP'yi güç durumda bıraktığını değelendiriyoruz.

Ancak,Öztürk YILMAZ'ın bu ezan çıkışı üzerine CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun ortaya koyduğu şiddetli tepkiyi,adı geçen milletvekilini kesin ihraç talebiyle disipline sevkini de anlayamıyoruz.

Evet,en başta AKP olmak üzere bazı partiler ve siyasiler, CHP'nin iktidar olduğu tek parti döneminde ezan'ın Türkçe okunmasını istismar ederek CHP'yi dinsizlikle suçlamışlar ve seçim miting meydanlarında bu iftiralarını sürekli tekrarlamaları nedeniyle CHP oy kaybına uğramış ise de;laiklikten yana,bu ilkeyi prensip edinmiş, ilkeli bir CHP genel başkanı'nın, öncelikle kendi koltuğunu düşünerek, yerel seçimler öncesinde, muhtemel oy kaybını önlemek adına bu olayı çok önemli bir ülke sorunu haline getirerek, ezan'ın Türkçe okunmasını savunan CHP Milletvekilini afaroz edercesine, derhal kesin ihraç talebiyle disipline sevk etmesi,AKP destekçisi muhalif basında hiç ses getirmemiş ve KILIÇDAROĞLU'nun bu aşırı tepki ve duyarlılığına kulaklarını tıkamışlardır.

CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; koltuğunu muhafaza edebilmek için son kredisini kullanacağı önümüzdeki yerel seçimlerde,bu çıkışıyla dindar kesimin oylrını alacağını umuyorsa yanılıyor, bilakis bazı CHP seçmeninin oylarını kaybetme riskinin daha fazla olduğunu bilmelidir.

KILIÇDAROĞLU ve CHP'nin diğer yöneticileri hiç unutmasınlar,önümüzdeki yerel seçim propaganda mitinglerinde AKP Genel Başkanı ve diğer iktidar mensupları, hiçbir şey olmamış gibi, yine seçim kürsülerine çıkacaklar ve tek parti döneminde kısa süre uygulanan Türkçe ezan'ı,siyasi istismar konusu yapmaya devam edecekler ve CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ kesin olarak partiden ihraç edilse dahi,CHP'nin ezan'ın Türkçe okunmasını savunduğunu ve İslam dinine saldırıda bulunduklarını iddia etmeye devam edeceklerdir.

Sadece bir CHP Milletvekili olan, üzerinde hiçbir yönetici sıfatı ve yetkisi bulunmayan, bu nedenle sözleri asla CHP'yi bağlamayan Öztürk YILMAZ'ın, tamamen kendi şahsi görüşü olarak açıkladığı, ezan Türkçe olarak okunmalıdır çıkışı üzerine, bu milletvekilinin CHP Genel Başkanı tarafından vakit geçirmeden kesin ihraç talebiyle disipline sevk edilmesi işlemi de;bize göre, ezan ve dinimizi politikaya alet etmenin tipik bir örneğidir.

Hiç değilse, dini kesimlere yaranabilseler,değerleri bilinse bari,ama nerede,ara da bulasın. 09/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Kasım 2018 Perşembe

STRATEJİK ORTAK





Amerika ve Türkiye'yi yönetenler,Nato ortaklığından olsa gerek,birbirlerinden sürekli olarak stratejik ortağımız diye bahsediyorlar.

Gerçekten öyle midir,yoksa karşılıklı siyasi bir riya ve yalan içinde midirler?

Bu sorunun cevabını verebilmek için öncelikle strateji nedir,stratejik ortaklık ne anlama gelmektedir sorularını cevaplandırmak ve ABD ile Türkiye'nin bugün görünen ilişkilerine bakarak, bu ilişkilerin stratejik ortaklıkla bağdaşıp bağdaşmadığını değerlendirmek gerekir.

Strateji, sözlüklerde;önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol, olarak tarif edilir.

Bu strateji tarifini,bir devlet'in uyguladığı strateji'ye uyarladığımızda,bir devletin politik,ekonomik,psikolojik ve askeri açıdan kendisi için önemli olan bazı amaçlara ulaşmak için tuttuğu yol,o devletin stratejisi olarak tanımlanabilir.

Bu nedenle iki veya ikiden ziyade devletlerin aralarında gerçek anlamda stratejik bir ortaklık kurabilmeleri ve kendilerine gerçekten stratejik ortak gözüyle bakabilmeleri için, bu devletlerin aralarında politik,ekonomik ve/veya askeri açıdan ulaşmak istedikleri ortak amaçlarının bulunması ve bu ortak amaçlara ulaşabilmek için aynı yolu benimsemeleri,bu amaçlara yönelik bazı kararları birlikte alma konusunda anlaşmaları gerekir.

Bu nedenledir ki;stratejik ortaklık,politik,ekonomik veya askeri konularda bir ortak amacı ve bu ortak amacı gerçekleştirmeye yönelik birlikte karar alabilmeyi zorunlu kılar.

Buraya kadar yaptığımız açıklama ve tanımlamalara ve ABD Trump yönetiminin, sözüm ona stratejik ortağı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini ve bekasını ilgilendiren; en başta Kuzey Irak ve Kuzey Suriye de, İsrail'in güvenliğini ve bölgedeki petrol yataklarını düşünerek,bağımsız bir Kürt Devleti oluşumuna zemin hazırlayan,ülkemizin altını oyacak nitelikte, tek taraflı aldığı kararlara ve uyguladığı politik ve askeri stratejisine baktığımızda, ABD ile Türkiye arasındaki stratejik ortaklığın,sözde ve lafta kaldığı açıkça görülmektedir.

ABD yönetiminin almış olduğu üç PKK liderine yönelik ödüllü karar da,stratejik ortaklığın gereği alınmış bir karar asla değildir.Amaç; şu anda Fırat'n doğusunda işbirliği yaptığı, adeta stratejik ortak gibi, aynı amaçları taşıyarak bu amaçları gerçekleştirmek için birlikte ortak kararlar alıp uyguladığı, aynı yolda birlikte ilerlediği PYD ve YPG'nin önünü açmak,ülkemizin terör örgütü olarak kabul ettiği bu örgüt'ü,PKK'dan ayrı tuttuğunu ilan edip, PKK'ın vesayetinden ve gölgesinden kurtararak, yasal hale getirmektir.

Saray sözcüsünün açıklamalarına baktığımızda;bizi yönetenlerin de, ABD'nin bu iki yüzlü ve hain tutumunun farkında olduklarını anlıyoruz ve biraz rahat bir nefes alabiliyoruz. 08/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

5 Kasım 2018 Pazartesi

A.Ü.HUKUK FAKÜLTESİ




1970 Yılının mezunu ve bir numaralı diplomasına sahip olmakla gurur duyduğum A.Ü.Hukuk Fakültesi, 05/Kasım/1925 tarihinde kurulup öğrenime açılmış bir Cumhuriyet kurumudur.

A.Ü.Hukuk Fakültesi 05/Kasım/2018 tarihinde 93. yaşını kutlamaktadır.

A.Ü.Hukuk Fakültesini önemli ve değerli kılan en büyük özelliği,kurtuluş savaşından sonra,tüm kurumlarıyla ve saltanatıyla köhnemiş ve yıkılmış Osmanlı'nın küllerinden yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bir kuruluşu ve Cumhuriyetin ilanından hemen iki yıl sonra, laik ve çağdaş Cumhuriyet yasalarını uygulayacak hukuk adamlarını yetiştirmek üzere,büyük kurtarıcı ve devlet adamı ATATÜRK tarafından bizzat gerekli görülerek kurulup hizmete açılmış olmasıdır.

Bu nedenle A.Ü.Hukuk Fakültesinden mezun olup yaklaşık elli yıldır Türk hukukuna ve yargısına hakim,savcı ve emekli olduktan somra da avukat olarak hizmet etmiş,T.C.Yasalarının doğru ve adil bir şekilde uygulanmasına katkı sunmuş hukukçu olmanın mutluluğunu ve onurunu yaşıyoruz.

Bizler,hukukta okurken ve mezun olduğumuz 1970'li yıllarda;sadece, A.Ü.Hukuk Fakültesi ve bir de kuruluşu Osmanlı dönemine ait olan İ.Ü.Hukuk Fakültesi vardı.

Her iki Hukuk Fakültemizde de, çok değerli hocalarımız görev yapıyorlardı, bizleri o değerli hocalarımız yeteştirdiler,ölenlere Allahtan rahmet,halen sağ olanlara da sıhhat ve afiyetler diliyoruz.

Mezunu olduğum, katışıksız Cumhuriyet kurumu ATATÜRK'ün eseri A.Ü.Hukuk Fakültesinin öğrencisi olduğum yıllarda,İ.Ü.Hukuk Fakültesinin hocaları ve öğrencileri; Osmanlı'dan kalma bir kurum olmalarının ve kuruluşu itibariyle bir Cumhuriyet kurumu olan A.Ü.Hukuk Fakülteli olamamalarının ezikliğinden olsa gerek,biz Ankara Hukuklulara karşı,bu ezikliklerini, sözde beynelmilel olduklarını savunarak ve övünerek gidermeye çalışırlar ve bu iki güzide hukuk fakültemiz arasında tatlı bir çekişme yaşardık.

Daha sonraki yıllarda,özel vakıf üniversiteleri kuruldu,yeterli öğretim üyesi ve alt yapısı olmadan, çeşitli ilerimizde lise ve orta okul açar gibi, plansız ve programsız bir şekilde siyasi yarar amacıyla açılan üniversitelerin bünyesinde mantar gibi açılan hukuk fakülteleri ile bugün sayısını dahi bilemediğimiz birçok hukuk fakültesine paralel olarak, maalesef hukukçu kalitesinde büyük bir seviye kaybına uğramış bulunuyoruz.

Bugün ülkemizdeki siyasal iktidardan ve yürürlükteki yönetim sisteminden kaynaklı olarak, hukuk ve devletin temelini oluşturan adalet büyük yara almış ve yargı bağımsızlığı yok olmuş ise;bu hukukun irtifa kaybetmesinde,yara almasında ve yargının bağımlı hale gelmesinde,yetersiz hukuk fakültelerinde yetişen hukukçuların kalitesinin düşmesinin de etkin rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir.

A.Ü.Hukuk Fakültesinin kuruluş yıldönümü, bu fakülteden mezun olan devre arkadaşlarım 1970'liler en başta olmak üzere,tüm A.Ü.Hukuk Fakültesi mezunlarına ve halen öğrenci olan kardeşlerime kutlu ve mutlu olsun,bizi yetiştiren öğretim üyelerimize teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunuyoruz, tüm A.Ü.Hukuk fakültelilerine buradan selam olsun.Ne mutlu hepimize.06/Kasım/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu