30 Ocak 2019 Çarşamba

12 EYLÜL YARGISI VE BUGÜNKÜ YARGI



12 Eylül 1980 döneminde Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin Başsavcısı olarak görev yapan,bizim de yakından tanıdığımız meslektaşımız rahmetli Nurettin SOYER'in oğlu Tunç SOYER'in, CHP tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı yapılmasından sonra, Nurettin SOYER üzerinden başlatılan Tunç SOYER'i yıpratma kampanyası çok üzücü olmuştur,ne yazıktır ki;bu tartışmanın fitilini ateşleyen de, Tunç SOYER'in adaylığında bile bile ısrarcı olan CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'dur.
Şimdi, KILIÇDAROĞLU'na soruyoruz,koskocaman çınar, ATATÜRK'ün partisi CHP de, Tunç SOYER'den başka aday gösterebileceğiniz donanımlı ve iyi yetişmiş başka bir kişi bulamadınız mı?Bu soruyu sizlere,seçmenler de soracaklar ve belki de CHP'yi kadrosuzlukla suçlayarak oy dahi vermek istemeyeceklerdir.
CHP Genel Başkanı'nı, bu aymazlığından,partisinin ve kendisinin bindiği dalı bile bile kesmesinden dolayı kutluyoruz!
Gelelim asıl konumuza,12 Eylül Yargısına.
12 Eylül yargısının bel kemiğini dönemin askeri savcı ve yargıçları teşkil ederler.O dönemde, yurdun tümünde sıkıyönetim ilan edilerek askeri yargıç ve savcıların yargı yükleri artınca, sivil hakim ve savcılardan da takviye almışlarsa da,tüm rol askeri savcı ve hakimlere düşmüştür.
12 Eylül yargısında, bu yazının yazarı ben de, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcı olarak görev yaptım.O dönem de, kamuoyunda CMUK tabir edilen reform niteliğindeki yasal değişiklikler yapılmamış,antidemokratik ve faşist usul yasaları ile görev yapılmıştır.Suçlama ile savunma aynı anda devreye girmemektedir,gözaltına alınan şüphelinin, derhal bir avukat talep etme ve avukatı ile görüşme ve ifadesi alınırken avukatını yanında bulundurma ve susma hakkı dahi yoktur.Hatta, şüpheli sıfatı dahi yoktur,gözaltına alınan şahıs, bugün ancak hakkında dava açılınca kazandığı sanık ünvanını,gözaltına alınır alınmaz kazanıyordu,kendisine şüpheli bile denmiyordu.
Şüpheli;bugün olduğunun aksine, savcının emriyle değil,sıkıyönetim komutanının emriyle gözaltına alınmaktadır.İnisiyatif, tamamen Sıkıyönetim Komutanı ve onun emrindeki sivil asker kolluk kuvvetlerindedir. Askeri Savcı'nın;ilk başta, başlatılan operasyonlarda hiçbir görev ve yetkisi ve müdahalesi bulunmamaktadır. Zira,AskeriYargılama Usul Yasasına göre,askeri savcılar,asıl görev ve yetkileri, bir memur olan subay,astsubay,askeri memur ve erat gibi askeri şahısları soruşturup yargılamak olduğu için,bazı acele el koymayı gerektiren suçlar hariç,kural olarak resen hazırlık soruşturmasına başlayamazlar,12 Eylül Yargısında Askeri mahkemelerde Askeri Yargılama Usul Yasası uygulandığı için,soruşturmaları resen askeri savcılar başlatamazlar.Soruşturmalar ve operasyonlar, Sıkıyönetim Komutanı'nın emrine giren sivil ve asker kolluğa verdiği emir ve talimatla başlar ve şüpheliler; askeri savcının haberi,emir ve talimatı,hiçbir inisiyatifi olmadan gözaltına alınırlar.
Şimdi sıkı durun, gözaltı süresi de, yasaya göre 90 gündür,dile kolay tam üç ay, sanki bir ceza süresi kadar uzun.Emniyet,kolluk gözaltına aldığı kişiyi sorgular,delilleri toplar,suç evrakını ikmal eder ve Sıkıyönetim Komutanlığına gönderir, komutan da bu suç evrakını, üzerine taktığı yazılı bir soruşturma isteminin ekinde, Askeri Savcılığa gönderir,bu arada doksan günlük gözaltı süresinin kaç günü kullanılmıştır,onu savcı evrak kendine gelince görür,şüpheli emniyette,gözaltı süresince işkence de görmüş olabilir, görmüşse de askeri savcının bunda hiçbir emir ve talimatı ve bilgisi ve katkısı asla yoktur,sanık tarafından,işkence ile alındığı söylenen ifadeler, askeri yargı tarafından hükme esas alınmazlar,bu konuda Askeri Yargıtay'ın bir çok yüzakı emsal kararları mevcuttur.
Tutuklanan sanıkların kapatıldıkları askeri cezaevlerinin yönetimi ve denetimi de askeri savcılara ait olmayıp,bu yetki ve görevler, Sıkıyönetim Komutanlığına aittir,12 Eylül döneminde bu cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen işkenceler gerçekse, bunların sorumlusu askeri savcılar ve askeri yargı değildir.Askeri yargı,sanığın işkence altında alındığını savunduğu ifadesine itibar etmeyip bu ifadeleri hükmüne esas almamak suretiyle, işkence edenlerin yargıyı yanıltmalarına meydan vermemişlerdir.Bu şekilde, işkence ile sonuç alınamayacağını göstererek işkenceyi önlemeye çalışmışlardır.
Bugün ise,en modern usul yasalarımız mevcut olup,suçlama ile savunma aynı anda başlamakta, gözaltına almalar, doğrudan savcının emir ve talimatıyla olmakta,tüm soruşturma ve operasyonlar bizzat savcının bilgisi ve yönetiminde yapılmakta,gözaltı süreleri yasal sınırları içinde savcılar tarafından belirlenmekte ve kullandırılmakta,şüpheli gözaltına alınır alınmaz avukat talep ederek avukatından hukuki yardım alabilmektedir.Gözaltı süreleri de çok kısadır,bu nedenle sistematik işkence sonlanmıştır,ama yargının tarafsız ve bağımsız olmaması nedeniyle, bugünkü yargı,yukarıda açıkladığımız antidemokratik yasalarla zor şartlarda görev yapmış olan 12 Eylül yargısını mumla aratmaktadır.
12 Eylül yargısının bir süjesi olarak bir anımı paylaşmak istiyorum.İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri savcıyım.Başka bir savcı arkadaşımın davasını açmış olduğu iddianamesini düzenlediği YEHOVA ŞAHİTLERİ davasının tutuklu sanıklarının duruşmasına savcı olarak çıktım,bazı sanıkların avukatı, İstanbul Hukuk Fakültesinin ünlü hocası rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK,sanık sorguları yapıldı ve o celse itibariyle, ara kararına esas olmak üzere, görüşümüz soruldu, ben iddia makamını temsil eden savcı olarak,bana göre Yehova Şahitliği bir suç teşkil etmediği için, tüm tutuklu sanıkların tahliye edilmeleri yolunda görüş bildirdim ve sanıkların tahliye edilmelerini talep ettim.Benden sonra, savunma avukatı olarak Çetin ÖZEK hoca söz aldı,ama iddia makamı olarak bizim müvekkillerinin tahliyesini talep etmiş olmamız onun keyfini kaçırmıştı,o da şevki kırılmış olarak tahliye yönünde gönülsüz bir savunma yaptı ve tüm sanıklar tahliye edildiler,duruşmadan indikten sonra, sanıklar avukatı rahmetli Prof.Dr.Çetin ÖZEK odama gelerek,”savcı bey bizden önce tahliye talep ettiniz hiç iyi olmadı bizim rolümüzü çaldınız” diyerek tatlı bir stemde bulunma gereği duymuştu.Bu anımı hiç unutmam,biz böyle savcılık yaptık.Şimdi bakıyoruz,17/25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk operayonundan önceki tarihlerde,Fetullah GÜLEN'in yasal bir dini cemaat lideri olarak itibar gördüğü,iktidarın yardım ve yataklığı ile devleti parsellediği dönemde, askeri okulda toy bir öğrenci iken ankesörlü telefonla arandığı gerekçesiyle,arayanı ve ne konuşulduğu belli olmayan görüşmeleri Fetö örgütüne üye olmanın delili kabul ederek, varsayımlarla ve şüphelerle kişilerin tutuklandığı,devletin izniyle açılan ve siyasal iktidar tarafından darbe girişimine kadar çalışma izinleri kaldırılarak kapatılmayan bazı okullarda çocuklarını okuttukları,yasal olarak açılan ve darbe girişimine kadar siyasal iktidar tarafından kapatılmayan Bank Asyada hesap açtırıp cüzi paralar yatırdıkları,yasal olarak kurulan bazı derneklere,yasal görünümleri altında illegal çalıştıklarının farkında olmadan üye oldukları için,masum kişilere Fetöcü damgasını vurarak ağır cezalar yağdıran ve tutuklayan bugünün yargısını görünce,tüm hatalarına rağmen,kırk yıl öncesinin 12 Eylül yargısına yapılan eleştirilere üzülmemek, mümkün değil.
Haklarını teslim edelim,12 Eylülün Sıkıyönetim Komutanları, şüphelilerin gözaltı dönemlerinde,dolduruşlara gelerek emrindeki kollukla birlikte yasa dışı muamelelere tevessül etmiş olsalar da, şüphelilerin evraklarıyla birlikte askeri savcılığa sevk edildikleri andan itibaren o soruşturmadan ellerini çekip askeri savcı ve hakimlerin yargı görevlerine asla karışmamışlardır.Ben İzmir olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Elli yıllık hukukçu olarak biz sürekli şunu bilir ve söyleriz;önemli olan uygulama ve uygulayıcılardır.Kötü bir yasa, iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar,iyi yasalar da,kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar doğurur.
Sonuç olarak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki;şu sıralar,oğlunun aday yapılması nedeniyle tartışmaya açılan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcısı Nurettin SOYER ve diğer 12 Eylül yargısının savcı ve hakimleri,çağ dışı,faşist ve antidemokratik yasalarla,günün ağır koşullarına rağmen fedakar bir şekilde adalet dağıtmaya çalışmışlar, ancak dönemin antidemakratik ve faşist yasalarından kaynaklı kaçınamadıkları kötü bazı uygulamalardan,haksız bir şekilde akeri savcı ve hakimler sorumlu tutulmuşlardır,gerçek olan şudur;12 Eylül döneminde, istekleri dışında atandıkları için fedakarca görev yapmak zorunda kalan askeri savcı ve yargıçlar,tüm yasal ve dönemsel zorluklara rağmen,adaleti sağlamaya çalışmışlar ve bugünün terör suçlarına bakan yargısına fark atmışlardır,bu yadsınamaz bir gerçektir. 31/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

29 Ocak 2019 Salı

RUZU MAHŞER



Bu ülke nasıl kalkınsın,medenileşsin,insanlarımız nasıl mutlu olsunlar ki?
AKP iktidarı iş başında kaldığı,dini siyasete ve eğitime alet ettiği sürece bu imkansız.
AKP'nin Genel Başkanı; meydan konuşmalarında, sürekli olarak, CHP Genel Başkanına hitaben,” Bay Kemal söyle arkadaşını,ben sana kim olduğunu söyleyeyim” deyip duruyor.
Bu söz güzeldir ve doğru bir sözdür gerçekten.
Ama bu söz AKP Genel Başkanı'nın ağzına hiç yakışmıyor.
AKP'nin genel başkanının en yakın mesai arkadaşı,zamanında kendisinin atadığı Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlıkları yapmış,bu da yetmemiş kısa süre Meclis Başkanlığı yapmış ve şu anda da AKP Sivas Milletvekili olan İsmet YILMAZ,31 Mart seçimlerinde AKP'den aday olan bir kişiye oy istemek için,seçmenlere “adayımıza vereceğiniz oy, Ruzu Mahşerde beraat belgeniz olacak”diyebiliyor.
Bu sözü söyleyen zat ne kadar inkar etse de; seçmene söylemek istediği şey özetle şudur;”adayımıza oy verin ki, bu oy sizin cennete giriş belgeniz,tapunuz olsun”
İslama ihanet ve Allah'a şirk koşmak anlamına gelen ve büyük günah teşkil eden bu söz,bize hiç sürpriz gelmedi,bu söze hiç şaşırmadık doğrusu.
Laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği,Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilen AKP'nin bir eski bakanı ve şu andaki milletvekili olan bu zattan, başka bir söz beklenemezdi zaten.
Şimdi,bu sözü sarf eden İsmet YILMAZ'ın arkadaşlarının,”söyle arkadaşını, senin kim olduğunu söyleyeyim” sözünden hareketle, ne yaptın İsmet bizi de mahvettin demeye hakları yok mudur?
Bay İsmet YILMAZ'ın söylediği sözün internette yer alan tanımlarına bir göz atalım.
Ruz;gün anlamına gelmektedir.
Mahşer;insanların muhakeme olunmak üzere toplanacağı yer anlamına gelmektedir.
Mahşer günü;kıyamet koptuktan sonra,insanların tanrı tarafından diriltilip hesap vermek için toplanacakları gün anlamına gelmektedir.
Peki kıyamet ne anlama gelmektedir?Kelime olarak;kalkmak,dikilmek,ayaklanmak anlamına gelmektedi.
Kıyametin kopması ise; evrenin düzeninin bozulması, her şeyin alt üst edilerek yok olması, yok olan ve ölen şeylerin yeniden yaratılıp diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi demektir
Beraat;aklanma anlamına gelmektedir.Beraat belgesi de,aklanmanın belgesi anlamındadır.
İsmet YILMAZ, sonradan,”ben beraat belgesi değil, berat belgesi dedim”diyerek,sözlerinde düzeltme yapmaya kalkışmışsa da,bu dahi kendisini kurtarmaya yetmemektedir.Zira, berat da;bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge anlamına gelmektedir.
İsmet YILMAZ; “adayımıza vereceğiniz oy, Ruzu Mahşerde berat belgeniz olacaktır”demiş olsa dahi,bu sözlerden de; vereceğiniz oy,mahşer gününde Allah'a karşı hesap verirken,bu hesaptan yüz akı ile çıkarak,sizin cennete gitme hakkından yararlanmanız için gereken belgeniz olacaktır anlamı açıkça çıkmaktadır.
Bay İsmet YILMA,hiç uğraşmayınız, mızrak çuvala girmiyor,din istismarı,din simsarlığı,dini siyasete alet etmek,sizin üzerinizde eğreti durmuyor,sizin üzerinize çok yakışıyor, hiç dert etmeyiniz, keyfinize bakınız lütfen .
Anayasa Mahkemesi;AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olmuştur kararı nedeniyle,bazı kişi ve çevrelerce ne kadar çok eleştiri almıştı,şimdi bu kararın doğruluğunu herkes anlamış olmalıdır.30/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

28 Ocak 2019 Pazartesi

GÜVENLİ BÖLGE


Kimse kimseyi aldatmasın lütfen.
Bizi yönetenler; akıllarını başlarına alsınlar ve ABD ile Rusya'nın bizi oyaladıklarının farkına varsınlar atık.
ABD Başkanı Trump; ABD Askerlerinin Suriye'den çekileceğini ilan etmesine rağmen,söylemleriyle eylemlerinin örtüşmediğini, görünüz artık.
Şunu da unutmayınız ki;son sözü söyleyecek olan Trump değildir.Trump son sözü sahibinin sesinden söylemek durumunda olan bir konu mankenidir.
ABD'nin görüşü bellidir,Kuzey Irak modelini, Kuzey Suriye'de gerçekleştirmek istemektedir.Kuzey Suriyede yerleşen PKK uzantısı YPG'ye sunduğu askeri destek ortadadır ve Kürtlerle YPG'yi aynı kefeye koymaktadır.
Daha yakın zamanda Trump sosyal medyadan;Fırat'ın Doğusu'na operasyon yaparsanız, sizi ekenomik olarak mahvederiz diyerek, ülkemizi açıkça ve alçakça tehdit etmiştir.
Bizim yönetim ne yapmıştır?Telefonla arayarak,işi yumuşatmaya çalışmış,bağımsız bir devlet olarak,emperyalist ABD'ye meydan okuyamamış,sadece çok üzüldük diyebilmiştir.
Lütfen gerçekleri görünüz artık ve kimseye yağ çekmeye alttan almaya gayret etmeyiniz.
Her gün meydanlardan,seçmenlere göz kırpmak için, “bir gün ansızın gelebiliriz” diyerek, ülkemizin itibarını ve inandırıcılığını daha fazla sarsmayınız.
Güzel bir laf vardır hani,”ayinesi iştir kişinin söz bakılmaz”Bu öz deyiş,ABD ve Türkiye için aynı derecede geçerlidir.
ABD Başkanı ne kadar Suriye'den çekileceğiz dese de,Kuzey Suriye'ye yerleşmiş bulunan YPG'ye yaptığı askeri desteğe bakıldığında, Kuzey Suriye'deki projesinden vaz geçmediğini, eylemleriyle ortaya koymaktadır,bu nedenle ABD ve Trump'un söylemlerine bakılmamalıdır.
Ülkemiz yönetimi de; artık, ya Fırat'ın doğusuna askeri harekat'a başlamalı, ya da buna ilişkin söylemlerine son vererek, inandırıcılığını daha fazla yitirmemelidir.
Türk yönetimi, şu gerçeği çok iyi bilmelidir ki;güvenli bölge, tampon bölge, bir aldatmacadır.Tampon bölgeyi,güvenli bölgeyi kabul etmek, o güvenli bölgeye bitişik Suriye topraklarındaki YPG'nin bu varlığını ve hakimiyetini kabullenmek ve bu fiili durumu meşrulaştırmak anlamına gelecektir.ABD'nin de istediği tam budur.
YPY'ye verdiği silahların ve eğitimin niteliğine ve niceliğine baktığınızda;ABD'nin, Fırat'ın doğusundaki Kuzey Suriye'den çekileceğini ve YPG'yi kaderiyle baş başa bırakacağını düşünmek abesle iştigaldir.
ABD olası bir güvenli bölgeyi, Türkiye'nin güvenliği için değil, YPG'nin güvenliği için istemektedir.Bu oyuna gelir de, bilmem kaç kilometrelik bir derinlikte bir güvenli bölgenin tesisine Türkiye olarak yeşil ışık yakarsanız,Türk yönetimi olarak bundan sonra yapmanız gereken ilk iş,YPG'yi terör örgütleri listesinden çıkarmak olacaktır,bunu da asla unutmayınız.
AKP yönetimi olarak, Suriye sorununu başımıza sizler açtınız,ülkemizi gerçekten seviyorsanız,ülkemizin geleceğini ve yararını düşünüyorsanız,beğenseniz de beğenmeseniz de,hiç vakit geçirmeden, Suriye'nin bugünkü meşru yönetimi ESAT yönetimiyle tokalaşmak ve anlaşmak zorundasınız.
Bu doğru davranışınız,AKP olarak belki size seçim kaybettirir ama, sizler dahil hepimiz,ülkemizi kazanmış oluruz.
Dost acı söyler,gerçek budur beyler. 28/01/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

24 Ocak 2019 Perşembe

BU ZAFER'İ FAZIL SAY'A MI BORÇLUYUZ?



Hukuk adına ne büyük bir zafer kazandı ülkemiz!
Değerli sanatçı Müjdat GEZEN hakkında mahkemenin verdiği adli kontrol tedbiri kararı,soruşturma savcısı tarafından kaldırılmış,televizyonlar bu müjdeli haberi iki gün önce alt yazılardan geeçerek kamuoyuna duyurdu.
Bayram değil seyran değil, eniştem beni niçin öptü misali.
Türk halkı olarak,son yıllarda, bu türden göz yaşartan hukuka uygun kararlara hiç alışık olmadığımızdan,bu sürpriz karar nedeniyle duyduğum aşırı sevincimden(!) bir yerime felç gelecek diye çok korktum doğrusu.
Şimdi o savcıya sormak lazım, ne değişti de,yaklaşık bir ay önce adli kontrol tedbiri aldırdığınız Müjdat GEZEN'in bu kontrolünü kaldırma gereği duydunuz?
Madem kaldıracaktınız,o zaman niçin koydurdunuz o tedbiri?
Hukukçu olmayanlar bilmezler,adli kontrol tedbirine karar verilebilmesi için, tutuklamanın yasadaki koşullarının aynen var olması gerekir.Yani şüphelinin suç işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyacak delil olacak ve buna ilaveten de, şüphelinin kaçma ve/veya delilleri karartma ihtimalini ortaya koyan somut bulgular olacak.Ancak bu takdirde adli kontrol tedbiri kararı verilebilir.Bu nedenle hakkında adli kontrol kararı verilen Müjdat GEZEN, kamuoyuna suçlu olarak ilan edilmiştir.
O zaman yine soruyoruz, ne değişti de, siz kararınızdan döndünüz savcı bey?
Bu nedenle, biz şahsen Müjdat GEZEN hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılmasına pek sevinemedik,bu kararı adaletin ve hukukun bir zaferi olarak kabul edemiyoruz.
Acaba diyoruz,Sayın ERDOĞAN'ı konserine davet ederek,karşılıklı samimi pozlar veren, karşılıklı iltifatlaşan ve armağanlaşan,daha sonraki günlerde de, kamuoyuna yansıyan; “Hayatta hatalar yapılabilinir,Erdoğanda yapar, Say da yapar, Ahmet Mehmet de yapar, insanız hata yaparız, hatadan dönmek, hatayı düzeltmek ise erdemdir, insani bir durumdur. ben de hata yapabilirim, ERDOĞAN da hata yapabilir”şeklindeki Fazıl SAY'ın beyanları, bu kararın alınmasında etkili olmuş mudur,sanata ve sanatçıya ve de seçmenlere, seçim arefesinde şirin gözükmek için,Müjdat GEZEN'e yüksek mevkilerden bir jest mi yapılmıştır?
Bekleyip göreceğiz, bu jestlerin arkası gelecek mi,ülkede bir barış rüzgarı esecek mi,hukuk siyasetin kıskacından kurtulacak mı,31 Mart seçimlerinin sonrasını,seçim sonrasında olacakları hep birlikte izleyeceğiz,çölde serap mı görüyoruz, yoksa gerçekten normale mi dönüyoruz?25/01/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Ocak 2019 Çarşamba

UĞUR MUMCU


Uğur Mumcu'yu, yirmi altı sene önce bugün, Ankaradaki evinin önüde uğradığı hain bir bombalı suikast sonucunda kaybettik.
Değerli hukukçu,yürekli,cesur ve güzel insan,katıksız devrimci, Kemalist ve Atatürkçü,antiemeryalist,laikliğin büyük savunucusu,onurlu ve cesur gazeteci,büyük araştırmacı yazar,Sakıncalı Piyade Uğur MUMCU'nun, sonsuza uğurlanışının 26.Yıldönümü olan bugün,sevgili Uğur MUMCU'yu minnetle ve rahmetle anıyoruz.
Aradan geçen bu yirmi altı sene gibi uzun bir zamana rağmen; onun, suikast eylemini doğrudan gerçekleştiren, katil veya katillerini,yani aracına o bombayı yerleştiren veya yerleştirenleri, kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik.
Ancak, Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını;zihniyet olarak,benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında, çok iyi biliyoruz ve tanıyoruz.
Bunlar; Uğur MUMCU ve onun gibi düşünenlerin yok edilmesinden yarar sağlayacak olan,Atatürk ilke ve devrimlerine,hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine,Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olan, tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır.
Bu itibarla,bize göre; Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine,bu vatan hainlerini yetiştiren ve suça yönelten,ATATÜRK düşmanı karşı devrimcilerle top yekün mücadele ederek, onları etkisiz kılmakla da, Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız.
Çok iyi biliyoruz ki;esasen,onun katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek, Uğur MUMCU'yu mutlu kılmayacaktır.Bu nedenle,Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak,özlüyorsak,onun mutlu olmasını ve mezarında rahat uyumasını istiyorsak,bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak,onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı robotları değil, o hain suikasta karar veren ve planlayan,bu ortamı hazırlayan bize göre onun gerçek katilleri olan perde arkasında gizlenmeye çalışmalarına rağmen, hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek,Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız.
Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu, Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan, kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci ve yazar olarak tanırlar.
Uğur MUMCU;kitaplar yazan, araştırmacı bir gazeteci ve yazardır ama, her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı,emperyalizm karşıtı,ülkesinin tam bağımsızlığını savunan,ülkesini seven,hukukun üstünlüğünü,insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan, iyi eğitim almış,Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimcidir.
Uğur MUMCU; 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart öncesinde, mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde asistan olarak akademisyenlik yapmış olup, bu satırların yazarı bendeniz ve benim gibi 1970 mezunu tüm arkadaşlarım,Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken, 3.sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş kişileriz. Bana,idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan, idari yargı konusundaki değerli bilgileri, Sevgili Uğur MUMCU'nun, Danıştay kararlarından örneklerle, uygulamalı olarak yapmış olduğu, çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine borçlu olduğumu, burada belirtmeyi,şahsım adına onurlu bir görev sayıyorum.
Demokratik ve laik cumhuriyetimize,bağımsızlığımıza yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı ülkemizin bugünkü koşullarında Uğur MUMCU'ya sahip olamamak, bu ülkenin en büyük kaybı, karşı devrimcilerin ise, büyük kazancı olmuştur.Uğur MUMCU, işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan zihniyet tarafından katledilmişir.
Demokratik ve laik,bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının,karşı devrimcilerin,liboş ve döneklerin,her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası,demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu,laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda,vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan,gerçek ATATÜRK'çü ve devrimci değerli hocam,Sakıncalı Piyade Sevgili UĞUR MUMCU’yu,ölümünün yirmi altıncı yıl dönümünde, minnetle ve rahmetle anıyor,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle; kendisine, ülkem ve şahsım adına, sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.
Mekanın cennet olsun,nurlar içinde yat, Sevgili Uğur MUMCU. 24.Ocak.2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

UĞURLAR OLSUN
Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun
Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne
Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun.
(Ali ÇINAR)







22 Ocak 2019 Salı

KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ




Önümüzdeki 31 Mart seçimleri, genel seçim değildir, iktidarı belirlemeyecek ama, alınacak sonuçlar iktidar için bir güven oylaması olacaktır ve bu nedenle,en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere,bu seçimde muhalefetin alacağı sonuç ve elde edeceği başarı, iktidarın ve ülkenin kaderini ve geleceğini belirleyecektir.

Seçim sonuçları, iktidarın ve ülkenin kaderi kadar,CHP'nin ve lideri KILIÇDAROĞLU'nun da kaderini ve geleceğini şekillendirecektir.

Bu nedenle 31.Mart seçimleri herkes için,köprüden önceki,hatta cehennemden önceki, son imdat ve kurtuluş çıkış kapısı niteliğinde ve önemindedir.

Bu itibarla, 31 Mart seçimlerine,silahlardaki eşitsizliğe rağmen, CHP ve diğer muhalefet partilerimiz ve halkımız çok büyük önem atfetmeli ve asla yanlış yapmamalıdırlar.

Seçimin bu önemine rağmen bakıyoruz,ana muhalefet partisi CHP, seçimlerin çok yaklaşmasına rağmen, hala İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı adayını belirlemede zorlanıyor,keza İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adayını belirlemesine rağmen,ilçe belediye başkanları adaylarını belirleyip açıklayamıyor.İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı dahi bu duruma isyan etmiş ve koskocaman İstanbulun her noktasına tek başına ulaşma zorluğu içinde bırakılmıştır.

Bu gecikme, affedilemez bir hatadır.

Erken seçim kararı alınmış ve baskın bir seçimle karşılaşılmış değildir,seçim tarihi önceden bellidir,ana muhalefet partisi bugüne kadar niçin hazırlıklarını tamamlayarak adaylarını açıklayamıyor, anlaşılır gibi değildir.

Seçim ittifakı, bize göre,bu gecikmede bahane değildir.Rakiplerin adaylarını gördükten sonra aday belirleme taktiği de, geçerli bir mazeret olamaz,rakibe göre aday belirlemek,bir güvensizliğin ifadesidir,İzmir adayının tam açıklanacağı sırada, şimdiki başkan'ın tekrar aday adaylığını açıklaması nedeniyle,CHP'nin İzmir adayını açıklamayı ertelemesi de özgüven eksikliğidir.

CHP yönetimi ve liderinin,kararsızlıklarını,özgüven eksikliklerini kamuoyuna ve seçmene göstermeleri halinde,o seçmen, CHP'ye nasıl güvenip oy verecektir?

CHP,zaten bu ülkede pek sevilemeyen bir parti konumundadır,seçmen gözünde CHP sanki iktidardaymış gibi algılanmakta,iktidarın yaptığı kötü işlerden ve yapamadıklarından, haksız olarak CHP sorumlu tutulmakta,seçmenler gözlerini ve kulaklarını CHP'ye dikmişler ve CHP yönetiminin ve genel başkanının hatalarına odaklanmış ve bekliyorlar,iktidar partisi de, iktidarda olduğunu unutarak,muhalefet partisiymiş gibi, ülkenin sorunları nedeniyle sürekli CHP'yi eleştirmektedir.

Tüm bu gerçekler karşısında, CHP yönetiminin ve genel başkanının; kararsızlık ve özgüven eksikliği olarak görülebilecek hatalardan sakınması, kendilerinin ve ülkemizin geleceği adına çok önemlidir.

Ülkemiz insanları, CHP lideri ve yönetimi,diğer tüm muhalefet partileri; ülkenin,kötü yönetimden kurtuluşu için, köprüden önceki, son imdat çıkış kapısında olunduğunun bilincine varmalıdırlar artık. 22/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

21 Ocak 2019 Pazartesi

FAZIL SAY KONSERİ




AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı;ünlü sanatçı Fazıl SAY'ın daveti ile Ankarada icra ettiği “Truva Sonatı” konserine katılmış ve Fazıl SAY'ı ayakta alkışlamış,konser sonunda sahneye çıkarak bir konuşma yapmış,Fazıl SAY'a,Aşık VEYSEL'in Kara Toprak parçasının da yer aldığı plak hediye etmiş,Fazıl SAY da ona CD.'lerini armağan etmiş,ERDOĞAN kulise de geçerek, Fazıl SAY ile sohbet etmiş,Fazıl SAY'a sevgili Fazıl diye hitap etmiş,miş ve miş.

Bunlar,bazı ERDOĞAN gerçeklerini değiştirir mi,Sayın ERDOĞAN'ın güzel sanatlara ve santçılara olan olumsuz bakışının temelinden değiştiğini gösterir mi bizlere?

Asla,ERDOĞAN'ın; böyle sanatın içine tüküreyim gibi sanatı ve sanatçıları aşağılayan sözleri,arşivlerde yerlerini korumaktadır.

Beğenmediği bazı heykelleri söktürüp attığı,henüz belleklerdedir.

Fazıl SAY;kişisel olarak,sanattan hoşlanmayan bir Cumhurbaşkanının, davetini kırmayarak, konserine gelmesinden ve kendisini ayakta alkışlamış olmasından, kendisine hediye sunmasından, sahnesine çıkmasından, kulisine gelerek kendisiyle sohbet etmesinden, o an için mutluluk ve gurur duymuş olabilir,bu mutluluk içinde ve nezaketen Cumhurbaşkanına CD'lerini armağan etmiş olabilir.

Ama,Fazıl SAY gibi, muhalif ve gerçek bir sanatçının,kişisel olarak mutluluk duyması ve gururlanması yeterli değildir, Sayın EDOĞAN'ın, konserine gelip kendisini ayakta alkışlaması, bize göre inandırıcı değildir.

Fazıl SAY;ERDOĞAN'ı konserine davet ederken;

Aylar önce biletlerinin tükendiğini övünerek söylediği konserine önceden bilet alan gerçek sanat sever dinleyicilerinin,ERDOĞAN'ın da katılımı nedeniyle, protokol ve sıkı güvenlik tedbirlerinin yaratacağı sıkıntı ve işkence yaşayacaklarını,

ERDOĞAN'ın; meydanlarda, alenen sanata ve sanatçılara yönelik eski eylem ve söylemlerini,

Konserinin,31 Mart seçimlerinin propagandasına malzeme olabileceğini,

Bu ülkenin gerçek mizah ustaları,sanatlarıyla ülke yararına muhalefetlerini ortaya koyan ve bu nedenle haklarında soruşturmalar açılan,belli aralıklarla karakola giderek imza verme ve yurt dışına çıkamama adli kontrol tedbirlerine layık görülen Metin AKPINAR ve Müjdat GEZEN gibi sanatçılarımızın içine düşürüldükleri sıkıntılarını aşağılanmışlıklarını ve değersizleştirilmişliklerini,

Düşünmüş ve bu koşullarda dahi, mutlu olabilmiş ve gururlanmış mıdır acaba?

Merak ediyoruz doğrusu.21/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


19 Ocak 2019 Cumartesi

HEDEF TAHTASINA KONULAN GAZETE SÖZCÜ!...



Sözcü Gazetesi'nin yazarları hakkında FETÖ'ye yardım suçundan açılan ikinci davanın ilk duruşmasına dün (18/01/2019) başlandı.
Bu ikinci dava, önceki SÖZCÜ davası ile birleştirildi ve birlikte karar verilecek.
Bu iki dava da; görünürde, sanıkları gazetenin sahibi ve bazı tanınmış yazarları olsa da,asıl amaç ve hedef tahtasına konulan, SÖZCÜ GAZETESİ ve onun şahsında iktidara muhalif, demokrasiden ve özgürlüklerden yana olan halkımızın muhalif sesinin kısılmak istenmesidir.
Görsel ve yazılı basında tekel kuran ve tüm muhalif sesleri yok etmeye ant içmiş olan siyasal iktidar,SÖZCÜ Gazetesinin sesini kısmak ve gazteye el koymak için elinden geleni yapmakta ve adım adım bu amacına yaklaşmaktadır,bunda en ufak bir şüpheniz olmasın.
İktidarın tetikçileri,bazı sözde gazeteciler, SÖZCÜ'ye el konularak yönetiminin kayyuma devredileceği bilgisinin işaret fişeğini ateşlemişlerdir.
SÖZCÜ Davası, basın özgürlüğünün,demokrasinin sanık sandalyesine oturtulduğu bir davadır,yazarları hakkındaki uydurma ve gerçek dışı suçlamalar, asıl amaca ulaşmaya yönelik bir araçtır.
Koltuğu asla bırakmak istemeyen,yerel seçim olmasına rağmen, 31 Mart da alacağı bir seçim yenilgisinin; erken seçimleri tetikleyeceğinin ve sonun başlangıcı olacağının bilincinde olan syasal ktidar,işi şansa bırakmaya asla niyetli değildir. Bu seçimleri kazanmaya mahkum olduğunun çok iyi bilincindedir.
Bu nedenle önce HALK TV de Uğur DÜNDAR'ın Halk Arenasındaki muhalif sesini kısmış,kendilerinden yana taraflı bazı üyelerinin görev sürelerini uzatarakYüksek Seçim Kurulu'nun işi bitirilmiş ve sıra SÖCZÜ Gazetesinin muhalif sesini kısmaya gelmiştir.
İşin üzücü yanı,SÖZCÜ Gazetesinin işinin bitirilmesi görevi;Anayasaya göre milletin egemenlik haklarından biri olan yargı yetkisini Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız bir şekilkde kullanmakla görevli olan Türk Yargısına verilmiş olup,yargı da sergilediği tutumuyla,millet adına kullandığı yargı yetkisini kötüye kullanarak,siyasal iktidar adına hareket ettiği şüphesini ciddi şekilde ortaya koymuştur.
Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan savcılar,Gazetede yorum yapılmaksızın,salt haber olarak yer verilen 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve soruşturmaları manşetlerini delil kabul ederek, basın yoluyla işlenen ve dört aylık dava açma hak düşürücü süresini çoktan geçiren haberleri ısıtarak suçlama konusu yapmıştır.
SÖZCÜ GAZETESİ, haber ajanslarından aldığı 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddia ve operasyonlarıyla ilgili haberleri, halkın haber alma özgürlüğüne saygı gereği yayınlamış ve bu soruşturmaların gerisindeki FETÖ'yü övücü yayınlar ve yorumlar yapmamıştır.
17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması,FETÖ'nün emniyetteki ve yargıdaki uşakları tarafından, siyasal iktidarı düşürme amacıyla yapılmış olabilir,ama gazeteciler bu amaca takılmadan,para sayma makinaları,ayakkabı kutuları içinde ele geçen milyon dolarlar,teknik takip sonucunda elde edilen görüntüler,bir bakanın açık itirafları,bu soruşturmanın mimarlarının; Balyoz ve Ergenekon gibi siyasal iktidarın hoşlarına giden soruşturma ve davalarının,altlarına zırhlı mersedes makam araçları tahsisi edilen ve öve öve göklere çıkarılan savcıların olması nedeniyle,17/25 Aralık operasyonunu haber olarak gaztelerinde yayınlamışlar,bunda bir sakınca görmemişler ve gazetecilik görevlerini yapmışlardır.
Şimdi bu gazetecilik görevlerinin ve bazı eleştirel köşe yazılarının gündeme getirilerek, SÖZCÜ ve bazı yazarları hakkında FETÖ'ye yardım ettikleri iddiasıyla haksız ve mesnetsiz davaların açılması ve tüm bu yaşanan hukuk dışı gelişmeler, siyasal iktidar tarafından, SÖZCÜ Gazetesinin hedefe konulduğunun,SÖZCÜ için çanların çalmaya başladığının açık göstergeleridir maalesef.
Ülkemiz bunu hiç hak etmiyor. 19/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

18 Ocak 2019 Cuma

SUÇLU KİM?



Ülkenin kuru soğanı dahi ithal eder duruma düşürülmesinin,tarımın yok edilmesinin,cari açığın,döviz sıkıntısının,işsizliğin,pahalılığın,yoksulluğun,ekonomik krizin gerçek suçluları kim ya da kimlerdir?
Lütfen, suçlu siyasi iktidardır demeyiniz.
Bize göre, gerçek suçlular:
17 senedir ülkeyi tek başlarına istedikleri gibi yöneten,daha doğrusu bir türlü yönetemeyen ülke sorunlarına çözümler getiremediği gibi, ülkemiz için Suriye sorunu gibi yapay sorunlar yaratan siyasal iktidara karşı kullanabileceği demokratik oy silahını bir türlü kullanamayan;
Asgari ücretle yoksul bir şekilde çalışmak zorunda kalan emekçilerdir.
Her sene maaşlarına zam bekleyen ama hak ettikleri zamları elde edemeyen,yoksulluk içinde sürünen ve buna rağmen,ısrarla siyasal iktidara destek olmaya devam eden emeklilerdir.
Ağır vergi yüklerine,dövizdeki dalgalanmalara rağmen, ülke ekonomisine katkı sunmaya gayret eden bazı iş adamlarımız ve ihracaatçılarımızdır.
Mazot,ilaç ve sulama masraflarını dahi karşılayacak gelir elde edemeyen,ürettiği ürünleri yok pahasına satmak veya tarlada bırakmak zorunda kalan çiftçilerdir.
İş bulabilmek için, kapı kapı dolaşan,bir kısmı da iş aramaktan vazgeçerek kahve köşelerinde vakit geçirmek zorunda kalan işsizler ordusudur.
Ağır vasıtalı vergilere ve buna bağlı hayat pahalılığına ses çıkaramayanlardır.
Yap işlet devret yoluyla yapılan köprü otoyol gibi yatırımlardan yararlanmadığı halde,bunlar için yapımcı şirketlere verilen kar garantilerini kesesinden ödemek zorunda kalmalarına rağmen seslerini çıkaramayanlardır.
Başarısız siyasal iktidarı sandıkta demokratik yolla iş başından uzaklaştırmak için tek ölçü olması gereken,”bu iktidar gerçekten başarılı mıdır,görevde tutulmalı mıdır, yoksa iş başından uzaklaştırılmalı mıdır,bundan daha kötüsü olabilir mi?”sorusunu kendisine sorarak, kendi vicdanında vereceği cevaba göre,muhalefetteki kötünün en iyisi partiyi iş başına getirecek yerde,bu başarısızlığı 17 yıl da tescillenmiş iktidara karşı alternatif olacak bir partiyi seçebilme yeteneğinden yoksun, ön yargılı seçmenlerdir.
31 Mart seçimlerinde göreceğiz bakalım.18/01/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


13 Ocak 2019 Pazar

İSTANBUL'A BAŞKAN OLMAK YERİNE DELİKANLI OLABİLMEK!..




İstanbul'a büyük şehir belediye başkanı olabilmek,bu makama seçilebilmek, büyük bir başarı ve onurdur.Her fani böyle büyük bir şehre başkan olmak ister tabi.

Ama,her insan öncelikle delikanlı,yiğit ve mert olmasını bilmelidir.Bize göre,mert,yiğit ve delikanlı olmak,olabilmek, İstanbul'a belediye başkanı olmaktan çok daha önemli ve şereflidir.

Sözü uzatmadan konuya girmek gerekirse;Sayın Meclis Başkanı Binali YILDIRIM'ın AKP İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adaylığının, anayasanın 94 ve Siyasi Partiler Yasasının 24. maddelerine,yani hukuka ve ahlaka açıkça aykırılığı ve suç teşkil etmesi bir yana,işin en önemli yanının mertlik,yiğitlik ve delikanlılık sorunu olduğunu düşünüyoruz.

Burada delikanlı, mert ve yiğit olmaktan kastımız;dürüst,haklı,oyunun kurallarına uyan,kendi menfaatine üstünlük ve öncelik tanımayan,haktan ve doğru olandan yana kişileri işaret etmektir.

Sayın Meclis Başkanı,AKP'den belediye başkanı adayı olmanın, siyaset yapmak olmadığını,bu nedenle adaylığının, anayasanın siyaset yapma yasağının ihlali sayılamayacağını kendince iddia ederek, Meclis Başkanlığından istifa etmeden aday olmasının, anayasaya ve yasalara aykırı olmadığını savunmaktadır.

Sayın Binali YILDIRIM yanılmaktadır,anayasanın 94. maddesini işine geldiği gibi yorumlayarak,hukuk ihlali yapmanın yanında, etik dışı bir davranış sergilemektedir.

Binali YILDIRIM da, aslında yaptığının anayasa ihlali olduğunu çok iyi bilmektedir,ancak kendisini bu adaylığa layık bulan ve atayan mutlak güce karşı gelememekte ve Meclis Başkanı olarak bu seçime girmesi halinde,bu sıfatından kaynaklı devlet olanaklarıyla rakiplerine karşı üstün hale geleceğini, başkanlığı kazanma ihtimalinin artacağını düşünerek istifa etme gereğini duymamaktadır.

Binali YILDIRIM,hem anayasa kuralına ve hem de etik kurallarına aykırı bir davranış sergilemektedir.

Bize göre,Sayın YILDIRIM;bununla da yetinmemekte ve insani değerlerini de ayaklar altına almakta,delikanlılığın,yiğitliğin ve mertliğin ilkelerini de yok saymaktadır.

Meclis Başkanı,anayasaya ve etik kurallara saygılı olmasa da,delikanlılığını, yiğitliğini ve mertliğini, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına yem yapmamalı ve gecikerek de olsa,mutlaka meclis başkanlığından istifa etmelidir.13/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


9 Ocak 2019 Çarşamba

GERÇEKTEN SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ




“Sözün bittiği yer” diye güzel bir laf vardır ya.

Bu söz;gelinen bir durumun daha ötesinde artık söz söylemeye gerek kalmadığını,bir çaresizliği ifade eder.

31.Mart yerel seçimleri öncesinde ülkemizde sözün bittiği yere gelmiş bulunmaktayız.

Geçtiğimiz günlerde, “NEHİRLERİ TERSİNE AKITAMAZSINIZ” başlıklı bir makale yazmıştık,bu makalemizdeki görüşlerimizin arkasındayız.

Bu makalemizde,hiçbir seçmene sandığa gitmeyin demiyoruz.Bilakis, sandığa giderek oyumuzu vereceğimizi dile getiriyoruz,bizim sözümüz muhalefet partilerine,devletin ikanlarını ve parasını kullanarak, son açıklanan oy'a yönelik ekonomik destek paketi,meclis başkanının anayasayı açıkça ihlal ederek istifa etmemekteki inadı karşısında,muhalefet partilerinin takınacakları tavrı merak ediyoruz.

Muhalefet partilerimiz, bu aleyhe koşullara rağmen, eşit olmayan bu seçimlere katılarak alacakları bir mağlubiyetin sorumluluğunu üzerlerine alıp,bu sorumluluğu taşıyabilecekler mi merak ediyoruz.

Seçimlere kadar, sözün bittiği yerde olduğumuzu anlayarak uyanabilen ve iktidara, hak ettiği dersi sandıkta verecek seçmenlerin çoğalması ve bizi mahcup etmeleri en büyük dileğimizdir. 09/01/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



8 Ocak 2019 Salı

FIRAT'IN DOĞUSU


Sayın Cumhurbaşkanımızdan bekliyoruz.
Fırat'ın doğusunu, PKK,PYD/YPG bölücü silahlı terör örgütünden temizleyeceğine dair, Türk Milletine söz vermişti.
Bir gece ansızın teröristlerin tepesine çökeceğiz ve hak ettikleri dersi vereceğiz sözüne inanarak ve güvenerek,büyük zafer için gün ve hatta saatleri sayıyorduk.
Millet olarak çok gururluyduk.İnanmış ve güvenmiştik gerçekten.
Biliyorduk ki;Türk Milleti ve bu mileti yönetenler,ülkenin güvenliği için, verdikleri sözü tutar,”Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine saygılı olmalarına rağmen,ülkesinin snır güvenliği ve bekaası için gerekli ise,nihai ve kalıcı bir sulh için, gözünü kırpmadan silahlı gücünü devreye sokmaktan da çekinmez savaşır ve korkmaz. Tıpkı,1974 de rahmetli ECEVİT ve ERBAKAN'ın, yetersiz imkanlara rağmen deniz aşırı harekatı gözlerini kırpmadan gerçekleştirdikleri,Kıbrıs'a çıktıkları ve Türk Milletinin gururu oldukları gibi.
AKP iktidarının başı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın ERDOĞAN; meydanlardan, sık sık,bir gece ansızın Fırat'ın doğusundaki bölücü teröristlerin tepsine ineceğiz, hak ettikleri dersi vererek Kuzey Suriye'yi bölücü örgütten silip atacağız, ülkemizin güveliğini sağlayacağız nutukları atıyordu.
Koşullar da çok iyiydi, tam bu esnada ABD Başkanı Trump da,ERDOĞAN'a adeta destek çıkarak,Fırat'ın doğusundan Suriye'den çekileceğiz diye bir açıklama yapmıştı.
Tamam dedik.
Sayın Cumhurbaşkanımızın;çok açık ve kesin konuşmasına bakarak, demek ki bir bildiği varmış,bizim haberimiz olmadan, ABD yönetimi ve başkanı Trump ile gizlice müzakereler yapmış ve ABD başkanı Trump'a set çıkarak,”Ya askerlerinizi Suriye'den çekersiniz ve YPG'yi korumaktan vaz geçersiniz, ya da bizim askeri harekatımızın sonuçlarına katlanırsınız, sizi Dünya'ya rezil ederiz, sizinle de savaşır ve sizi de Suriye'den söküp atarız” deyip rest çektiğini ve bu restinde de başarılı olduğunu düşünmeye başlayarak, çok sevinmiştik,hatta ben dahi, Sayın ERDOĞAN'ın bu gizli diplomasi başarısı nedeniyle,önümüzdeki yerel seçimlerde AKP'ye oy vermeyi düşünmeye başlamıştım.
Ama,bekleyişlerimizin arkası gelmedi bir türlü,Trump ve ABD yönetimi,Suriye'den hemen çıkmayacağız,Kürtleri korumaya devam edeceğiz,Türkiye bu koşullarda askeri harekat yapmasın diye açıklamalar yapıp kıvırmaya başlayınca, anladık ki; ABD ve Trump ile yapılmış ve başarılı sonuçlar elde edilmiş,ABD'nin koşulsuz olarak Suriye'den çıkmasını sağlayan gizli bir diplomatik müzakere yapılmamış.
Yine de biz Sayın Cumhurbaşkanı'nın Türk Ulusuna verdiği sözü en kısa zamanda yerine getireceğine ilişkin umudumuzu muhafaza ediyoruz.
Bir elimizde Türk Bayrağı, diğer elimizde AKP'ye atacağımız oy bekliyoruz! 08/01/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

6 Ocak 2019 Pazar

NEHİRLERİ TERSİNE AKITAMAZSINIZ!...



En başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere,tüm muhalefet partilerine sesleniyoruz.
Hiç boşuna çaba sarf etmeyiniz,yerel seçimlerin sonuçları bellidir.
İktidardaki AKP,iktidar olmaktan kaynaklı devletin tüm parasal ve yasal yetki ve imkanlarından azami derecede yararlanarak kendi lehine yarattığı eşit olmayan koşullarda yapılacak olan önümüzdeki yerel seçimleri de açık ara kazanacaktır.Bu sonucu bilmek ve tahmin etmek asla kehanet değildir.
Azgın bir hehir'in akış gücüne karşı koyarak,onu tersine akıtmayı başaran hiçbir karşı güç, bugüne kadar görülmemiştir.
İktidardaki AKP, devleti ele geçirmiş ve devletle bütünleşerek bir devlet partisine dönüşmüştür.
AKP yöneticileri, anayasayı her gün sürekli ihlal etmekte ve ihlal ettikleri uygulamadıkları anayasada yer alan, yargı önünde hesap vermeyi kendileri için adeta imkansız kılan hükümlerden yararlanarak,kendilerinden anayasayı ihlal etmeleri nedeniyle hesap sorulamamasına karşılık, Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri iddia ve suçlamasıyla, muhalif olan insanlardan sürekli hesap sormaktadırlar.
Basın susturulmuş,esasen çoğu da ele geçirilmiş,halkımızın paralarıyla çalışan devlet televizyonu TRT, iktidarın sesi olmuş,devletin hazinesi,örtülü ve örtüsüz tüm ödenekleri, seçim propagandası olarak seçmenlere oy karşılığında sunulmakta,devletin kesesinden AKP'nin seçim propagandası yapılmaktadır.
Partili Cumhurbaşkanı;YSK nın aldığı kararla, seçim yasaklarının dışında bırakılmış,aynı zamanda iktidar partisi AKP'nin Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı,anayasaya göre yaptığı tarafsızlık yeminini hiçe sayıp, muhalefet partilerini haksız ve ağır bir şekilde eleştirip suçlayarak, dolu dizgin seçim propagandası yapmaktadır.
Çıkarılan bir yasa ile seçimlerin tarafsız ve güvenli,eşit koşullarda yapılmasının garantörü olması gereken Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin görev süreleri,dereyi geçerken at değiştirilmez gerekçesiyle uzatılmış ve YSK'nın AKP'den yana taraflı olan yapısı muhafaza edilmek suretiyle, YSK desteği de sağlanmıştır.
Meclis Başkanı, İstanbulu AKP Belediye Başkanı adayı yapılmış ve görevinden istifa etmemesi sağlanarak,Meclis Başkanlığı gücü ve imkanları da, İstanbul seçimlerinde AKP'nin emrine tahsis edilmiştir.
Bu koşullarda seçimlere girmeyi göze alabilen muhalefete,Allah önce akıl ve fikir daha sonra da kolaylıklar versin.
Biz,bu eşit olmayan koşullarda asla kazanamayacağını bilmemize rağmen,yine de sandığa gidip oyumuzu CHP'ye vereceğiz,sadece vatandaşlık görevimizi yerine getirmek adına. 07/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



1 Ocak 2019 Salı

SURİYELİ SORUNUMUZ HAYIRLI OLSUN!...



Başarısız iktidarlar yüzünden bu ülke hiçbir dönemde sorunsuz kalmadı,ülkemizin isanları hiç hak etmedikleri sorunlarla boğuşmaktan bıktı usandı artık.

Bugün televizyonda görüntülü olarak haberlerde izledim,Suriyeli büyük bir insan kalabalığı dün gece Taksim Meydanına çıkmışlar ve Suriye Bayrağı açarak yeni yıl kutlaması yapıyorlar,yapsınlar bir diyeceğimiz yok ama,bu ülkede misafir olduklarını unutmuşlar ve hiç alakası olmadığı halde bir de Suriye Bayrağı açmışlar ve Taksim Meydanına dikmişler adeta.

Bu sırada Taksim Meydanında hiçbir Türk Vatandaşı yok,adeta Suriyelilere terk edilmiş,zannederseniz ki, Şam da yılbaşı kutlaması yapıyorlar.

Bizim yöneticilerimiz Şam'a girip Cuma namazı kılamadılar ama,Suriyeliler İstanbul Taksim Meydanına girip işgal ettiler ve Suriye Bayrağı açtılar.

Ülkemizin bir Kürt sorunu vardı,o da yetmezmiş gibi şimdi bir de Suriyeli sorunu ile başbaşa kaldık.

Türk halkının;bu ülkenin has vatandaşı ve eşit sahibi,bu ülkeyi birlikte düşmanlardan temizleyen Türkiye Cumhuriyetinin asli kurucu ortağı olan Kürt etnik kökenli vatandaşlarımızla hiçbir temel sorunu olmamıştır ve onca kışkırtmalara rağmen kardeşçe barış içinde yaşamaktadırlar.

Ancak, Taksim Meydanındaki görüntülere bakınca, bu ülkede hiçbir emeği ve hakkı bulunmayan Suriyeli işgalcilerin, çok yakın tarihlerde, Türk halkının başına büyük sorunlar açacağı gün gibi aşikar. 01/01/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu