29 Aralık 2019 Pazar

YILBAŞI


Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre,1.Ocak günü,içinde bulunduğumuz 2019 yılının bitimi ve gireceğimiz yeni 2020 yılının başlangıcı ve ilk günüdür.
Yılbaşı,İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır.Yılbaşı'nın, dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır.
Bunu karıştıran bazı dini kesim, biz Hristiyan değiliz,Müslümanız, yeni yılı kutlamayız diyerek, yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar.Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır.
Yılbaşı bir bayram değildir,bir takvim olayıdır.
İçinde bulunulan yılın bittiği günü,yeni yılın ilk gününe bağlayan gece, insanların; evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında, masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlenmeleri,yeni yılı kutlayarak karşılamaları,yeni yıla mutlu bir şekilde girmek istemeleri ve girmeleri, bir gelenek ve kültür olayıdır.
Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle, aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır,bunun bilincindeki insanlarımız, o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler,bu bir çelişki değil midir? Diye düşünenler olabilir.
Ben şahsen öyle düşünmüyorum,hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama, korkunun ecele bir faydası da yoktur,her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye,oturup ağlayacak da değiliz tabi.
Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak,insanların; gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri,gayeleri ve umutları vardır.İnsanlar; gayesiz,umutsuz, umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar,umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir.
İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için,her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir.
Örneğin,insanlar bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak,daha sonra evlenip yuva kurmak,çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak,emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için, yılların çabucak geçmesini, yeni yıllara ulaşmayı iple çekerler.
İşte,insanların bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi, yeni yılları ve yeni yılbaşılarını zorunlu kıldığı için,insanlar yaşlanmalarını,ömürlerinden kopup giden yılları düşünmüyorlar bile.
Bana sorarsanız,sizler de;yaşlanacağım korkusuyla,ileriye dönük isteklerinizden, gayelerinizden, arzularınızdan, umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden asla vaz geçmeyiniz,ileriye dönük gayeleri, beklentileri ve umutları olmayan insanların, yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız.
Bize göre,her yeni yıl,yeni bir umut ve umuda yolculuğun başlangıcıdır.
Bu vesileyle,hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2020'nin, sizlere sağlık,mutluluk,huzur,başarı, barış,ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirmesini diliyorum.30/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



27 Aralık 2019 Cuma

İSTESENİZ DE İSTEMESENİZ DE KANAL İSTANBUL YAPILACAK


AKP Genel Başkanı, halka meydan okumuş yine.
Halkın karşı çıkmasına rağmen,isteseniz de istemeseniz de yapılacak demiş.
Bu, ne biçim bir demokrasi anlayışı ve mantığı?
Demokrasinin en bilnen ve klasik tarifi nedir?
Halkın kendi kendisini yönetmesidir.
Meclisin duvarında ve Anayasa da ne yazıyor?
Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.
Bu yalın gerçeklere rağmen,siz bu gücü nereden alıyorsunuz da,isteseniz de istemesenizde,Kanal İstanbul yapılacak diyerek halka karşı direnebiliyorsunuz ve dayatmada bulunabiliyorsunuz?
Sandıktan çıkmanız, size bu hak ve yetkiyi veremez.
Halka rağmen dayatma ile bir yerlere varabilen,başarılı olabilen bir yönetim bugüne kadar görülmemiştir.
Bir de şikayet ediyor,bana diktatör diyorlar diye.
Ne demelerini bekliyorsunuz?
Demokrasi havarisi mi desinler.
İşte,bu zihniyetle yönetilen bir ülkenin yargısından da; hak,hukuk ve adalet bekleyemezsiniz,beklerseniz hayal kırıklığına uğrarsınız.
İşte bugün SÖZCÜ yazarlarıyla ilgili karar açıklandı.
FETÖ düşmanı olan Sözcü yazarları,FETÖ örgütü üyesi omamakla birlikte bilerek ve isteyerek örgüte yardım ettikleri gerekçesiyel suçlu bulunarak mahkum edildiler.
Hiçbir somut yardım eylemi ve kanıt yokken.
Ergenekon kumpas davalarının günümüzdeki versiyonu,hep aynı amaç ve aynı taktik.
Aynı menzile birlikte yürürlerken güç ve iktidar mücadelesi nedeniyle yolları ayrılan iki ortaktan biri olan AKP'nin uygulamaya koyduğu FETÖ yargısının tıpkısının aynısı.
Gazeteci olarak halkın haber alma hakkına saygılarından dolayı, basın özgürlüğüne dayanarak yazdıkları haber ve yazılar;yıllar sonra, Basın Kanununda ön görülen zamanaşımı süresi dolduğu halde ısıtılarak, ne idüğü belirsiz bilirkişilerin taraflı yorum ve değerlendirmelerini içeren suçlayıcı raporlarına dayanılarak, hukuka aykırı ve kişiye özel sunni olarak yaratılan dava ve basın özgürlüğünü yok eden hukuk dışı esef verici taraflı ve birilerini tatmin için verilen paçavra mahkumiyet kararı.
Al birini vur öbürüne
Bize göre hiç sürpriz değil, beklediğimiz hukuk dışı paçavra yok hükmünde bir karar.
Umarız Yüksek yargıdan döner.
Yargının üç ayağı olan iddia,savunma ve karar makamlarında görev yapmış elli yıllık bir hukukçu olarak çok üzgünüz,meslek hayatımızın sonunda, jübilemizi böyle sözde ve hukuk dışı yargı kararlarıyla yapmak, Allahın bize en büyük gazabı olsa gerek.
Düşünüyorum,ben ve bu millet nerede hata yaptık da Allah bize böyle bir yönetim ve yargıyı reva gördü?
Tanrı,varsa taksiratımızı affetsin.
Acısın artık bu millete.27/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI

26 Aralık 2019 Perşembe

BİZ DAVET EDİLEN YERE GİDERİZ



Hayır,gidemezsiniz.
Her davet edilen yere gidilmez efendim.
Al oğullarını ve damatlarını yanına git,eyvallah.Bize bu konuda söz düşmez.
Ama,Türk askerini Libya'ya ölüme gönderemezsiniz.Buna hakkınız ve yetkiniz yok.
Demokrasi bu değildir.
Bırakınız demokrasiyi,diktatörkük dahi bu değildir.
Bu ne demokrasi, ne de diktatörlüktür.
Diktatörlükde dahi bazı kurallar vardır,diktatörlüğün dahi bir raconu vardır.
Bugün anayasanın askıya alındığı ülkemizde,tek kişinin iki dudağının arasında tam bir keyfilik ve kabile yönetimi söz konusu ülkemizde.
AKP Genel Başkanı;sandıktan çıktım diyerek, seçmen iradesini beş yıllığına ipotek altına almış ve sandıktan az bir farkla çıkmasına dayanarak, dediğim dedik, çaldığım düdük demekte ve kafasından geçenleri halkımıza dayatmaktadır.
Bu ülkede; yıllarca, yaz saati kışın da uygulanmakta,küçücük çocukarımız, gecenin karanlığında okula gitmk için yollara dökülmekte ve tüm haklı uyarılara rağmen, yaz saati uygulamasına ve dayatmasına, kışın da devam edilmektedir.
Kanal İstanbul inadı da devam etmektedir.Rant paylaşımı yapılmış ve tüm haklı uyarılara rağmen, Kanal İstanbul saçmalığından geri adım atılmamaktadır.
Suriye bataklığı henüz kurutulmamış,Fırat'ın doğusuna girilmiş, ancak ABD'nin baskısıyla harekat sonlandırılmış ve Fırat'ın doğusunda açılan çukur, üzeri kapatılmadan unutulmaya terk edilmiştir.
Muktedir;şimdi de Libya'da yeni bir cephe ve çukur açmak üzeredir.
Kendisinin de katkısıyla devrilen ve öldürülen Kaddafiden sonra iç savaş çıkan parçalanan ve çift başlı bir yönetimin hakim olduğu Libyanın Trablus yönetiminin isteğiyle, Libya'ya Türk askeri göndermeye hazırlanmaktadır.
Bugün konuşmuş ve “biz davet edilen yere gideriz” diyerek, Türk askerini Libya çöllerine gönderme konusundaki kararlılığını dile getirmiştir.
Biz davet edilen yere gideriz, diyor.
Sanki; düğüne,kokteyl'e davet edilmiş gibi, çok rahat.Türk askerinin ölüme davet edildiğinin farkında değil,aslında farkında ama, umurunda değil.
Madem ki, davet edildiğin yere gidersin, al Bilal'i yanına git kardeşim,seni tutan yok ki.
Allah biraz akıl fikir ve vicdan versin, ne diyelim.
Sanki sinemaya,tiyatroya çağırıyorlar.
Libya da bizim ve askerimizin ne işi var?
Libya'ya asker gönderilir ve cesetler gelirse, bunun sorumlusu,AKP Genel Başkanı ERDOĞAN olacaktır.
Ölen askerler de, asla şehit sayılmayacaktır.
Yeter, şehit aldatmacasına son vermenin zamanı geldi ve geçti artık.
Hani bir söz vardır ya,”ne şehittir ne gazi b.k yoluna gitti bizim Niyazi.”
İşte,Libyada ölecek olan her askerimiz,şehit değil Niyazi olacaktır.
Yeter artık, bu keyfilik daha nereye kadar sürecek?
Türk Halkının demokrasiye olan inancını ve saygısını,demokratik sabrını daha fazla sınamayınız ve kötüye kullanmayınız,
Her sabrın bir sonu vardır,sakın unutmayınız.26/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


25 Aralık 2019 Çarşamba

KANAL İSTANBUL VE MONTRÖ SÖZLEŞMESİ



Kanal İstanbul'un yapılış nedeninin; Montrö Sözleşmesini delme ve Karadenizde kıyısı olmayan Amerikan savaş gemilerinin sınırsız olarak Karadenizde hakimiyet kurmasının önünü açmak olduğu tezini biz kabul etmiyoruz.
AKP iltidarının kafası, Montrö Sözleşmesine ve bu sözleşmenin arkasından dolanıp bu sözleşemeyi delip geçmeye basmaz bize göre.
AKP iktidarının ve başının tek amacı,ikinci bir boğaz yaratıp rant elde etmek,kanal çevresini parsel parsel yabancı para babalarına satarak, iktidarına gelir elde etmektir.
Montrö Sözleşmesi boğazlardan geçişin kurallarını düzenlediği gibi,bir iç deniz olan Karadenizin de statüsünü belirlemekte ve Karadenize sınırdaş olmayan devletlerin savaş gemilerinin uzun süre Karadenizde çöreklenerek askeri güç gösterisi yapmalarını da engellemektedir.
Örneğin;Montrö Sözleşmesinin 18/2 maddesine göre,Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri, bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaklardır.
Montrö Sözleşmesinin bu hükmü var olduğu sürece,Karadenize kıyıdaş olmayan bir ülkenin,örneğin ABD'nin savaş gemileri;Karadenize, ister boğazdan, isterse açılması planlanan Kanal İstanbul'dan girsinler,isterse gökten zembille Karadenize insinler,bize göre sonuç değişemez,Karadenizde yirmi bir günden çok kalamayacaklardır.
Bunun aksine bir düşünce,Kanal İstanbul'un Montrö ile belirlenen Karadenizin statüsünü değiştireceği görüşü,Rusya ve Çin gibi diğer süper devletlerin şiddetli itirazlarına ve belki de üçüncü Dünya savaşına neden olacaktır.
Bu nedenle, Kanal İstanbul'un;İstanbul'a yönelik ekolojik,jeolojik,ekonomik ve sosyal asıl mahzur ve zararları üzerinde yoğunlaşıp akıl yormalıyız.25/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Aralık 2019 Pazar

SİZCE ZAMANINDA SEÇİM OLACAK MI?



Herkes birbirine soruyor, erken seçim olacak mı,olacaksa ne zaman olur?
Hatta, SÖZCÜ Gazetesi başyazarı Rahmi TURAN; erken seçim istemiyor,zil takıp oynamıyor diye CHP Genel Başkanını haksız olarak suçluyor,sanki erken seçim kararını almaya KILIÇDAROĞLU tek yetkiliymiş gibi.
Biz de tüm okurlara ve kamuoyuna soruyoruz,erken seçimi bir kenara koyalım, zamanında seçim olacak mı?
Bize göre,bu şartlarda erken bir seçim imkansız,AKP lideri ERDOĞAN erken bir seçim yapıldığında iktidarını ve artık onun için vaz geçilemez hale gelen ihtişamlı sarayını kaybedeceğini çok iyi biliyor.Normal şartlarda cumhurbaşkanlığına aday olması dahi,yasa gereği mümkün değil,aday olabilse bile seçimi kaybedeceği kesin.
İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder diyen ERDOĞAN'ın kendisi.İstanbul'u kaybetti ve Türkiye'yi de kaybedecek, kendisi söylüyor.
Kaybedeceğine kesin gözüyle baktığı bir seçimi niçin erkene alsın ERDOĞAN?
ERDOĞAN'ın;en başta Kanal İstanbul olmak üzere yapmak istediklerine, rahatlığına,iktidarda kalacakmış gibi rahat duruşuna,muhalefet'in elinde bulunduğu belediye başkanlıklarını bir bir muhalefetin elinden alarak kayyumlar vaıtasıyla kendi yönetimine geçirme plaanlarına baktığımızda, 2023 yılında dahi bir seçim düşünmediği,kafasındaki,teokratik yeni Türkiye Cumhuriyetini kurma düşüncesinde olduğunu ve 2023 de bunu alenen ilan edeceğini tahmin ediyoruz.
ERDOĞAN çok emin adımlarla menziline doğru ilerliyor,eski ortağı FETÖ'den avantajlı,devlet zaten kendi avauçlarında ve yeni sistemde tek yetkili,bir darbe ile yönetimi ve devleti ele geçirme endişesi yok,Devlet zaten partinin devleti oldu,dini esaslar, bir bir devletin işleyişine monte edilmeye başlandı.
ERDOĞAN; çok güzel ve emin bir strateji izliyor,bu koyun halkı iyi analiz etmiş.Yapmak istedikleriyle ilgili önce bir olta atıyor,halk yutarsa ve sesini çıkarmazsa, onu hemen uygulamaya geçiriyor.Çok azalan muhalif medya karşı çıkar ve güçlü bir kamuoyu yaratırsa,hemen geri adım atıyor,çok akıllı bir taktik.Termik santrallerin bacalarına filtre takılması ve Ziraat Bankasının simitçi kurtarma operasyonunda olduğu gibi.Kamuoyu sesini yükseltirse hemen geri adım atıyor.
Bize göre,ne erken seçim olacak ve ne de zamanında seçim.Halk uyumaya devam ederse,2023 de laik cumhuriyet yerine teokratik bir cumhuriyete uyanacağız seçim meçim hak getire.22/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Aralık 2019 Perşembe

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI UYANINIZ LÜTFEN!...


Ülkemizde evrak üzerinde bir anayasa var ve bu anayasaya göre; T.C.Devleti, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik bir hukuk devletidir.
Ama,bugünk fiili duruma ve uygulamalara baktığımızda;ülkemizde, bizi idare edenlerin, uymakla mükellef oldukları uygulanabilir bir anayasa yok maalesef.
Ülke,fakir fukara halkımızın paralarını sünger gibi emen ve saray tabir edilen bir külliyeden, AKP Genel Başkanı tarafından,kendi siyasi amaç ve beklentilerine göre,keyfi bir şekilde yönetilmektedir.
Cumhuriyetin nitelikleri olan demokratik ve laik hukuk devleti olma özelliğini, ara da bulasın.
Anayasanın;Cuhuriyetin niteliklerini belirleyen hükmü; sözüm ona, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.
Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen Anayasa hükmü;değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez olsa da,AKP iktidarı ve genel başkanı,anayasanın bu maddesini, metin olarak değiştirme lüzumunu dahi hissetmeden, ülkenin demokratik ve laik hukuk devleti olma niteliğini, söylemleriyle,uygulamalarıyla, çıkardıkları kararnamelerle, çoktan ortadan kaldırmaya başladı ama, bunun farkına varan yok.
Bu ülkede,Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerini, iktidardaki ve muhalefetteki siyasi partilerden korumakla görevli olan kurum, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığıdır.
Ülkede, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı,hakim ve savcı teminatı, bilinçli olarak yok edildiği için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından, anayasal görevini yerine getirerek Cumhuriyeti yasal yollardan koruyup kollamasını beklemek, büyük bir iyimserlik haline gelmiştir.
Yargının, daha bağımsız ve tarafsız ve daha güvenceli olduğu dönemde, Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından açılan kapatma davası üzerine Anayasa Mahkemesi, kapatma kararı vermeye cesaret edemese de,hem de kaç yıl önceki koşullara göre bile, AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiğine hükmetmiş ve AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu, en üst mahkeme olan Anayasa Mahkemesi tarafından tescillenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yıllar önce verdiği bu karardan sonra, köprülerin altından çok sular akmış,ülke; demokrasisiyle,laik düzeniyle ve özgürlükleriyle, çok daha gerilemiş,ülkenin;insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokrat ve laik hukuk devleti niteliği,git gide tahrip edilerek yok olma aşamasına getirilmiş,kuvvetler ayrılığı ilkesi,en başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlükler,yargı bağımsızlığı ve teminatı yok edilmiş,laik eğitim düzeni,öğretim birliği yasası büyük yara almış,dini eğitim git gide yaygınlaştırılmış,Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş amacında saptırılmış,dini vakıf ve cemaatleri parasal olarak besleyen bir hiyanet kurumu haline getirilmiş,Atatürk ve laiklik düşmanı,keşke Yunan gelseydi diyen vatan haini Fesli Kadir, bizi yönetenlerin ve Diyanet İşleri Başkanının gözdesi haline getirilmiş ve baş tacı edilmiş,dini vakıf ve cemaatlere devletin arsaları ve paraları peşkeş çekilmiş,ne idüğü belirsiz vakıflara üniversiteler kurdurularak arsalar tahsis edilmiş,devlet bankalarından yüklü krediler verilmiştir.
AKP Genel Başkanı,Cumhurbaşkanı seçilmesine rağmen;bunu yeterli görmemiş ve boşuna anayasayı değiştirerek,tüm yetkileri üzerinde toplamamış ve parlamentoyu işlevsiz bırakmamış ve partisinin başında kalmamıştır.Tüm bu değişiklikler, cumhurbaşkanlığı dokunulmazlığını arkasına alarak,tüm muhalifleri cumhurbaşkanına hakaret suçlamalarıyla sindirerek, tesis etmek istediği,bir zamanlar el ele ve kol kola oldukları,bugün can düşmanı olarak bellediği FETÖ haini ile aynı menzile ilerlediklerini açıklayarak gizlemeden ortaya koyduğu, laiklik karşıtı sünni İslami ilkelere dayalı yeni bir devlet düzenini oluşturma zincirinin halkalarıdır.
Ülkemizde; dini esaslara,din kurallarına ve şeriat'a dayalı bir devlet düzeni oluşturma gayretlerine kanıt mı istiyorsunuz?
İşte kanıtlar;
Sözüne ve yazdıklarına çok güvendiğim,çok değerli sınıf arkadaşım değerli hukukçu ve emekli hakim Leyla ALKAN Uçurumun; ekim 2017 de yazdığı bir yazısında dile getirdiği gibi,Osmanlı döneminde İslam hukukuna bağlı olarak hazırlanarak yüürlüğe konulan ve o dönemde uygulanan şeriat yasası MECELLE,Atatürk tarafından yapılan hukuk devrimi ile yürülükten kaldırılarak yerini medeni yasalara bırakmış olmasına rağmen,2017 senesinde ülkemizde görevli hakimlere yürürlükte olmayan bu MECELLE ile ilgili bilgilendirme seminerleri düzenlenmiş olup,bu seminerlerin yürürlükten kalkan MECELLE'nin, kaldırılmasından doksan bir yıl sonra yeniden yürürlüğe sokulacağının ayak sesleri olarak değerlendirilmelidir.
AKP Genel Başkanı'nın;6.Din Şurası Kapanış Programında yaptığı konuşmada,
İslam'ın sadece belli mekanlara veya haftanın belli günlerine ayrılmış bir olgu olmadığını, hayatın tümünü kuşatan bir kurallar bütünü olduğunu dile getirerek "Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz. Özellikle dini hayattan tecrit eden belli kalıplara belli davranışlara hapseden dogmatik anlayışlara itibar etmeyeceğiz."
Müslümanlar maalesef başkalarının yönlendirilmesine kimi zaman da manipülasyona açık hale gelmiştir. Ne yazık ki İslam ümmeti zamanla bir araya gelme, sorunlarına müşterek çözüm üretme platformlarını da kaybetmişlerdir. Bugünlerde pek çok konuda eksikliğimizi görüyoruz."
Bizim inancımızda din sadece belli mekanlara haftanın belli günlerine hasredilmiş bir olgu değildir. İslam, hayatımızın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan ve kurallar, yasaklar manzumesidir. Yaşantımızın her anını düzenleyen bir dine inanıyoruz. Ömrümüzün sonuna kadar Müslümanca yaşamakla emrolunduk.
"Dinde ekleme çıkarma olmaz. Bana uymuyor, zamana uymuyor, aklım almıyor bahanesiyle kimse nasları inkar edemez."
"Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz.Özellikle dini hayattan tecrit eden belli kalıplara belli davranışlara hapseden dogmatik anlayışlara itibar etmeyeceğiz."
Artık,kapımıza gelene dini anlatalım anlayışından dönülecek ve "yüce dini anlatmak için her kapıyı çalma dönemi başlayacaktır”
"Bugün sosyal hayatta yüzleştiğimiz pek çok problemin ardında İslamın doğru anlaşılamaması vardır. Türkiye'de güçlü bir Diyanet camiamız var. Bugün 150 bini aşkın kadrosuyla diyanet camiamız bu gücüyle mütesanit bir tevhi görevini yerine getirmesi gerekir. "
"Bizim sizden beklentimiz omuzlarınızdaki yükün hakkını vermenizdir. Bunun için her din görevlimizin sıradan bir memur gibi değil 'peygamberlerin vaizleri gibi ' hareket etmesi gerekiyor. Sizden kuranı gönüllere ve zihinlere nakşetmenizi bekliyoruz. " şeklindeki sözleri.
14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan; Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulunun, 12/12/2019 tarihli kararları da çok dikkat çekicidir.
Bu kararlarla;faizsiz finans kuruluşlarının bağımsız denetimini yürüten denetçiler için etik kurallar belirlenerek yayınlanmıştır
Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler için Etik Kurallar başlığı altında yer alan;
Muhasebe,İslam dininin Farz-ı kifaye olarak gerekli kıldığı mesleklerden biridir.
Etik ilkeler dinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Etik ilkelerin başlıca dini dayanakları şunlardır;
Dürüstlük;İslam,dürüstlüğe yüksek değer veren bir din olup,dürüstlüğün tüm davranışlara hakim olmasını sağlar.
Denetçi mesleki görevlerini yerine getirirken Allah'dan korkar.
Denetçi,üstlerinin ve diğer insanların görüşü ne olursa olsun,Allah korkusuyla hareket etmelidir.
Denetçi tüm davranışları için,kendi kendini hesaba çekmelidir.
Denetçi mesleki görev ve hizmetlerini yerine getirmesiyle ilgili her hususun fıkhı ilke ve kurallara uygun olduğundan emin olmalıdır.
Mesleki hizmet ve görevleri yerine getirirken denetçinin tutum ve davranışları fıkhi ilke ve kurallar esas alınarak oluşturulan dini değerlerle tutarlı olmalıdır.Denetçinin özellikle ağağıdaki sorumlulukları vardır:
Allah-u Tealanın kendisini izlediğinin sürekli bilincinde olmak
Kıyamet gününde Allah-u Teala'ya hesap vereceğinin sürekli bilincinde olmak.
Bu düzenleme,laik bir ülkeye yakışıyor mu?
AKP iktidarının; laiklik karşıtı dayatma ve uygulamaları bu kadar da değil.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Helal Akreditasyon Kurumu kurulmuştur. Ticaret Bakanlığı ile ilgili olan bu Kurum; Türkiye'de ve yurt dışında yerleşik helal uygunluk değerlendirme kuruluşlarına helal akreditasyon hizmeti sunacak, helal akreditasyonla ilgili kıstas ve tedbirleri belirleyecek ve uygulayacaktır.
Laik bir devlet,dini kavramlar olan helal ve karşıtı haram kavramlarıyla uğraşamaz.Sana ne helal ve haramdan.Sen, vatandaşlarının helal ve haramıyla uğraşacağına, sağlıklı ve temiz,ilaçsız,hormonsuz organik yeme ve içmesiyle uğraş.
Helal ne demek?
Dinî bakımdan kullanılması, yapılması, söylenmesi, yenilip içilmesi yasaklanmamış olan şey demektir. Buna göre bir şey, dinin açık bir hükmüne, yasağına ve ilkesine aykırı olmadıkça helaldir,
Haram ne demek?
Yasak anlamına gelir. Dinimize göre yapılması kesin bir delille ve açık bir şekilde yasaklanan fiiller haram kapsamında değerlendirilir.
Al sana,bir kanıt daha.Kırıkkale Üniversitesinde okunan ve buna göz yumulan arapça istiklal marşı.
Bekleyelim bakalım daha neler göreceğiz ilerleyen günlerde.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını, AKP'nin eylem,söylem ve uygulamalarını izlemeye, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini korumak için gerekli anayasal ve yasal görevini yerine getirerek, yasal uyarı ve girişimlerde bulunmaya davet ediyoruz. 19/12/2019

YAZAR'IN NOTU:Yazı, önemine binaen biraz uzun oldu,bazı okuma özürlülerden özür diliyorum.Okumak zorunda değiller,gölge edip uzun diye eleştirmesinler yeter ki.Daha iyisini yazarlarsa ben de zevkle okurum.

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



17 Aralık 2019 Salı

LİBYA'YA ASKER GÖNDERMEK


Bizler;yurt da sulh, cihan da sulh diye diye dilimizde tüy biterken,başkomutanımız ERDOĞAN,savaşa doymuyor bir türlü.
Bir cephedeki savaş devam ederken,ikinci bir cephe açmakta beis görmüyor.
Başkomutanlık da oldukça hızlı,cepheden cepheye koşuyor adeta.
Şimdilerde,Libya cephesini açarak,oraya da asker gönderme hazırlığı içinde.
Vatandaşlarına iş bulamıyor ama,gencecik askerlerimizi dış cephelere sürerek şehit ve gazilikle taçlandırıyor,şehit ailelerine şehit maaşları,gazilere de gazi maşları bağlayarak, işsizlikten kaynaklı yoksulluklara bir nebze merhem oluyor!
Yani,açtığı cephelerden kendisine siyasi nema toplamaya,işsizliğe de şehit ve gazi maaşlarıyla çözüm üreterek,bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor.
Suriye batağına girerek ülkenin geldiği çözümsüz durum ortada,Suriye'nin Kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulmak üzere.Devirmek istedikleri Esad ve yönetimi,aslanlar gibi dimdik ayakta,ABD ve Rusya arasında gidip gelen ve savrulan ERDOĞAN ve onun şahsında ülkemiz oldu.Suriye batağından ne şekilde çıkacağımız da henüz meçhul.
Başarısız,ülke ekonomisi için yıkım olan Suriye örneği ortada durup dururken,bu cephe henüz kapanmamışken,ERDOĞAN;şimdi de Libya'nın içindeki iktidar mücadelesine ve iç çatışmaya niçin burnumuzu sokmak istiyor, anlamak mümkün değil.
Libya'yı hak ettiği şekilde idare eden,ülkemize sempati ile bakan,Kıbrıs çıkarması sırasında yaptığı desteği unutamadığımız Kaddafi'yi devirerek öldürmek isteyen ABD ve batıya,ilk önce Nato'nun Lidbya da ne işi var diyerek karşı çıkmasına rağmen,hemen sonra Kaddafi'nin düşürülmesi için elinden geleni yapan ve Libya'nın bugünkü kaos ve iç savaşında etkin rol oynayan AKP iktidarının başı ERDOĞAN,şimdi oluşmasına katkı sunduğu Libya'daki iç savaşa asker göndererek Trablus yönetimine arka çıkmanın planlarını yapıyor.
Güzel bir söz vardır,sorunu yaratan o sorunu çözemez.
Libya nere,Türkiye nere.
Libya'yı o kadar çok seviyor ve düşünüyorsan eğer,zamanında Kaddafi'ye sahip çıkacaktın efendi.
Şimdi çıkmışsın ortaya,Suriye de olduğu gibi,tamamen dinsel ve ideolojik nedenlerle,ülke çıkarına hiçbir katkısı olmayan,Müslüman Kardeşler ideolojisini benimsemiş Trablus Hükümetini Libya da hakim kılmak ve Trablus Hükümeti emrinde iç savaşta görev yapmaları ve ölmeleri için Türk askerlerini Libya'ya göndermeye kalkıyorsun.
Yazıktır,aklınızı başınıza devşirin lütfen.
Trablus Hükümeti ile Doğu Akdeniz'deki doğal gaz yataklarını,Doğu Akdeniz'deki ekonomik haklarımızı koruma altına alma adına imzaladığınız ve çok önemli bir iş becermiş gibi övüne övüne bitiremediğiniz mutabakat muhtırası mıdır size Libya'ya asker gönderme kararını aldıran?
Eğer öyleyse,biz de deriz ki;bugüne kadar aklınız neredeydi,Kıbrıs Rumları Doğu Akdeniz'deki doğal gaz yataklarını çıkarmak için anlaşmalar yaparken,sizler ise Suriye ve sair lüzumsuz işlerle uğraşmaktan, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'deki ekonomik münhasır haklarımızı göz ardı ettiniz ve son anda gözünüzü açarak, Libya'nın Trablus Hükümetine sarılmak zorunda kalıp,karşılığında da Libya'ya asker gönderme diyetini kabullendiniz.
Çok yazık.
Ülkeyi,ekonomi,siyaset,özgürlükler,yargı bağımsızlığı,iç ve dış politika alanlarında içinden çıkılamaz krizlere sürükleme başarısını gösterdiğiniz için ne kadar övünseniz azdır! 17/12/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Aralık 2019 Pazartesi

YİNE KANAL İSTANBUL


Kanal İstanbul projesine, ülkesini ve milletini seven herkes karşı çıkmalı ve tepkisini açıkça ortaya koymalıdır.
Ülkenin bu ekonomik kriz ortamında,hazinenin parasızlıktan kırıldığı,uçan kuşa borçlu olduğu,ödemeler dengesinin yerlerde süründüğü,bütçenin büyük açıklar verdiği,asgari ücretle çalışanların açlığa mahkum edildiği,asgari ücret zamlarına soğuk bakıldığı,vergi üstüne vergilerin konulduğu günümüz şartlarında, Kanal İstanbul projesini savunarak hayata geçirmeye çalışanlar, bu ülkeye ve ülkenin fakir halkına ihanet içindedirler.
Demokrasi;tek başına,sandıktan en çok oyu alarak çıkmak ve iktidar olmak değildir.
Demokrasi,çoğunlukçu değil çoğulcu bir sistemdir.
Kanal İstanbul;astarı yüzünden pahalı, öncelikli ve elzem,vazgeçilemez hayati bir proje değildir.
Üretime yönelik hiçbir katkısı olmayacaktır.
Kanal İstanbul,Panama ve Süveyş Kanalları gibi,bir yere ulaşmak için mesafeleri yüzlerce mil kısaltan ve ekonomik getirisi olan devrim niteliğinde ve kaçınılamaz bir proje değildir.
Aynı şekilde, iddia edildiği gibi,boğaz trafiğini hafifleterek muhtemel kazaları önleme gibi, elzem bir ihtiyacın karşılığı da değildir.
Yıllarca, Montrö Sözleşmesine göre yapılan boğaz geçişlerinden kaynaklı istenmeyen kazaların sayısı ortadadır.
Kaldı ki;iş başındaki iktidarın, boğazın muhtemel kazalardan korunması ve emniyet altına alınması gibi samimi bir endişesi de yoktur.Bu gerekçe kuyruklu yalan ve bir bahanedir.
İktidarda kaldıkları on yedi senede, İstanbul'u ve boğazları korumadıkları,taş yığını binalar ve gökdelenlerle İstanbul'un ve boğazın doğal güzelliğini yok edip mahvettikleri ortadadır.
İstanbul ve boğazları,imar planlarıyla,çarpık rant amaçlı yapılandırmalarla boğazlayanların,Kanal İstanbul ile boğazı koruyacağız,emniyet altına alacağız sözleri bir safsata ve büyük bir yalandır.
İstanbul ve boğazlar da güzellik mi bıraktınız da şimdi korumaya çalışacaksınız.
İstanbul'un nüfusu on altı milyon olmuş,Kanal İstanbul boyunca yeni uydu kentler oluşturarak İstanbul'a yeni bir İstanbul katıp,bu güzel ilimizi yaşanmaz ve idare edilemez hale getirmeye yemin mi ettiniz siz?
Siz,İstanbul'u ve boğazı gerçekten seviyor ve korumak istiyorsanız,artık elinizi İstanbuldan çekiniz ve rahat bırakınız.
Siz,İstanbul'u Türkiye Cumhuriyetinden ayırıp ikinci bir devlet mi kurmak istiyorsunuz?
Gerekçenizde samimi iseniz, yapmayı planladığınız 45 kilometrelik Kanal İstanbul güzargahını, kıyısından bir kilometre derinliğe kadar doğal ve kültürel sit alanı ilan ederek,imara kapatma sözünü Türk Halkına verebiliyor musunuz?
Montrö Antlaşmasını delme gibi bir niyetiniz varsa,hiç heveslenmeyiniz, bunu asla başaramazsınız.Karadenize, ister boğazdan, isterseniz açmayı planladığınız Kanal İstanbuldan geçiniz,kimse tek yanlı olarak, Karadenizin statüsünü değiştiremez. Geçiş yolu, Karadenizin statüsünü değiştirmeye etkili olamaz,Rus ve Çin gerçeğini kimse unutmamalıdır.
İstanbul'luya sormadan,referandum yapmadan; böyle çılgın bir projiyi, ben istedim oldu diyerek, oldu bittiye getiremezsiniz,buna hakkınız,yetkiniz ve haddiniz yoktur.
Ekonomik önemi ve doğal güzelliği nedeniyle, İstanbul tüm Türkiye'dir.Bu nedenle, İstanbul'u yok edecek olan Kanal İstanbul girişimi, tüm Türkiye'yi ve Türk halkını ilgilendirmektedir.
Bu nedenle;olası referandum, ülke çapında yapılmalıdır diye düşünebilirsiniz ama, bize göre bu referandum İstanbulda yaşayan ve İstanbul'un sorunlarıyla doğrudan muhatap olarak boğuşan İstanbulda yaşayan vatandaşlarla sınırlı tutulmalıdır
Zira,İstanbul'u hiç görmemiş, sıkıntılarını ve mahvedilmiş halini görüp bilmeyen ve bu nedenle iktidarın yalanlarına inanarak Kanal İstanbul projesi lehine evet oyu kullanması muhtemel,AKP'nin güçlü olduğu ve partisel düşüncelerini ön planda tutacak olan özellikle kırsal kesim seçmenlerinin bu referandumdan uzak tutulmaları bize göre zorunludur.Referandumun İstanbul halkı ile sınırlı tutulması,hem ekonomik ve hem de sağlıklı bir sonuç alabilmek için zorunludur.
Bize göre Kanal İstanbul projesine sahip çıkanlar ile buna karşı çıkanların mücadelesi;ülkesini,milletini ve İstanbul'u sevenlerle, sevmeyenlerin, ülkesine milletine ve İstanbul'a ihanet içinde olanların mücadelesiyle eş değerdir.Kimse kusura bakmasın,şapkasını önüne koyarak yeniden düşünsün.
Bu böyle biline.16/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

13 Aralık 2019 Cuma

KANAL İSTANBUL


28/04/2011 tarihli bir makalemizde,yani sekiz yıl önce, Kanal İstanbul ile ilgili bakın neler yazmışız.Hatırlatmakta yarar var.Bu nedenle, ilgili makalemize aşağıda aynen yer veriyoruz.13/12/2019 Güner YİĞİTBAŞI

ÇILDIRMADAN GÖZE ALINAMAYACAK OLAN BİR PROJE!..

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN nihayet çılgın projesini açıkladı.

Recep Bey; “Kanal İstanbul” adını verdiği ve kesin güzergahı henüz netleşmeyen, ancak, basında yer alan bilgilere göre, Silivri yakınlarından geçeceği tahmin edilen yapay bir kanalla, Karadeniz ile Marmara denizlerini birleştireceklerini, İstanbul'un Avrupa yakasında yeni bir ada oluşturacaklarını, İstanbul Boğazının tanker trafiğini rahatlatacaklarını, bu bağlamda öncelikli olarak, İstanbul'u ve boğazı, olası bir tanker kazasının yol açacağı felaketlerden korumayı amaçladıklarını beyan etmiştir.

Recep Bey, çılgın proje olarak açıkladığı ve gerçekten, ancak çılgın bir kişinin göze alabileceği yaklaşık 50 kilometre uzunluğunda, 150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğindeki Karadeniz ile Marmara Denizini birleştiren kanalın açılma gerekçesini açıklarken, İstanbul'u ve İstanbul Boğazını olası tanker felaketlerinden koruma arzusuna öncelik vermişse de, bu gerekçenin göstermelik ve halkın proje aleyhindeki tepkilerini frenlemek ve projeye halk desteği sağlamak amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Recep Bey'in aklına, İstanbul ilinde uzun süre belediye başkanlığı yaptığı ve dokuz yıldan bu yana da, Başbakan olarak iktidarda olduğu halde, İstanbul'u ve boğazı tanker facialarından kurtarmak, İstanbul Boğazı ve çevresi talan edilip öldürüldükten sonra ve de seçimlere çok az bir zaman kala mı gelmiştir?

Yapılmak istenen, İstanbul'u ve İstanbul boğazını, boğazdan geçiş yapan tankerlerin sebebiyet verebilecekleri olası facialardan korumak değildir.

İstanbul Boğazı talan edilmiş ve bitirilmiş, buradan rant elde etme olanakları azalmış olup, yapay bir kanal ile yeni bir İstanbul boğazı yaratılarak, buraları imara açıp, yeni rant alanları yaratmak ve alın teri dökmeden yeni gayrimenkul zenginleri türetmek asıl amaç olup, bu projenin uygulamaya konulması, günümüzde boğaz köprüleri ve çevre yollarıyla aşırı derecede büyüyerek idare edilemez bir mega kent haline gelen İstanbul'un ölüm fermanın imzalanması sonucunu doğuracaktır.

Milyar dolarlara mal olacak olan bu kanal projesinin, İstanbul Boğazının gemi ve tanker trafiğini hafifleteceği de şüphelidir.

Uluslar arası hukuk kurallarına ve Montrö Sözleşmesine göre, Boğazlardan geçiş hakkı bulunan gemilerin, açılacak olan yeni kanala yönlendirilip buradan geçişlerinin sağlanmasının bir garantisi de yoktur.

Devlet olarak; gemi ve tanker geçişlerinin, açılacak olan yeni kanaldan yapılmasını zorlayacak bir yaptırım gücüne ve yetkisine sahip olmadığımız, geçişlerin, açılacak olan yeni kanaldan yapılmasına yönelik talebimizin, karşı tarafın anlayışına ve kabulüne bağlı bir temenniden öteye, hukuken bir değer ifade etmeyeceği asla unutulmamalıdır.

Bu gerçekleri, projeyi ortaya atan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın bilmemesi mümkün değildir.

Bu itibarla, projenin açıklanmış bulunan, İstanbul'u ve İstanbul Boğazını, boğazdan geçen tankerlerin yol açabileceği kaza ve facialardan korumaya yönelik görünürdeki amacı, kanal projesinin asıl amacını perdeleyerek gizleme ve felaket tellallığından öteye bir anlam taşımamaktadır.

Devlet idaresinde, ülkenin ihtiyaçlarındaki önceliklere göre icraatta bulunma prensibi egemen olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti İstanbul ilinden ibaret olmadığı gibi, çılgın projenin sahibi Recep Tayyip ERDOĞAN da, İstanbul Eyalet Valisi olmayıp, tüm Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak, Devlet olanaklarını ve hizmetlerini, dengeli bir şekilde, tüm yurda yaymak ve dağıtmak mecburiyetindedir.

Yazımızı, 17.04.2011 tarih ve ”TÜRKİYE'Yİ İSTANBUL'A İNDİRGEYEN ERDOĞAN PLANI” başlıklı makalemizde yer alan değerlendirmelerimizi içeren bazı alıntılarla sonlandırıyoruz.
Recep Bey'in dün (16.04.2011) Türk Milletine açıkladığı ve 2023 yılına kadar uzayan bir sürece işaret eden seçim beyannamesinde yer verdiği vaatlerin; ülkemiz gerçekleri ile örtüşen, ülke kalkınmasını top yekun ülke geneline yayıp, dengeli bir ekonomik ve sosyal gelişmeyi ve kalkınmayı sağlayarak, en başta Kürt sorunu olmak üzere, ülkemizdeki işsizlik, yoksulluk, çarpık kentleşme gibi önemli sorunlarımızı çözmeyi, tüm toplumsal katmanların milli gelirden adil pay almalarını ve gelir dağılımındaki mevcut adaletsizliği ortadan kaldırmayı veya asgari düzeye indirmeyi sağlayacak olmaktan uzak olduğu gibi, mevcut sorunları, çarpıklıkları, kalkınmadaki dengesizlikleri ve adaletsizlikleri körükleyen ve Türkiye'yi, sadece İstanbul dan ibaret sayarak, ülkemizi bu ilimize indirgeyen ve ülkemizin kaderini, büyük bir deprem yaşayarak büyük bir felakete maruz kalacağı açıklanan İstanbul'a mahkum eden, İstanbul dışında ve hatta İstanbul'un bazı bölgelerinde de var olan bugünkü Türkiye gerçeklerini görmezlikten gelerek inkar eden, ayrımcı, kayırmacı, gayri adil, gerçekçi ve ülkemizin makro menfaatlerine uygun olmayan, sadece göz kamaştıran içi boş magazin' el vaatler olduğu, yadsınamaz.


Bugün, İstanbul ilimiz; nüfusu ile çoğu dünya ülkesinden büyük bir şehir olup, idare edilemez bir konumdadır. Tabiat harikası olan İstanbul Boğazı başta olmak üzere, İstanbul, büyük rantlar uğruna yağmalanmış ve o güzelim İstanbul Boğazı, adeta yok edilmiştir.

İstanbul'un; daha da büyümeye, nüfus artışına ve çevresinde birer milyonluk yeni şehirler oluşturmaya ve buna bağlı olarak da yeni rant savaşlarına ev sahipliği yapmaya tahammülü kalmamıştır.

Recep Bey; kendisini hala İstanbul Belediye Başkanı zanneden uykusundan derhal uyanmalı, ülkemizin İstanbul dan ibaret olmadığını görerek, ülkenin kaderini İstanbul iline bağlamaktan, İstanbul şehrini yüz ölçümü ve nüfus olarak daha da büyüterek, idare edilemez ve yaşanmaz bir kent haline getirmekten vazgeçmelidir.

Yapılması gereken; İstanbul'u, yeni yatırımlarla cazibesini artırarak, yaşanmaz bir kent haline getirmek olmamalı, devletin ve özel sektörün yatırımlarını, İstanbul ve çevresinin dışına kaydırarak, İstanbul'u cazibe merkezi olmaktan çıkararak, ekonomik ve sosyal alandaki kalkınmayı, doğu ve güneydoğu illerimiz başta olmak üzere, dengeli bir şekilde tüm ülke geneline yayarak, ülke genelinde işsizliği ve gelir dağılımındaki adaletsizliği en alt düzeye indirmeyi sağlayacak olan projeleri üretip uygulamaya koymak olmalıdır.

Türk insanının, Recep Bey'in yaşayıp büyüdüğü ve belediye başkanlığı yaptığı, Başbakan olarak dahi, fırsat bulduğunda Ankara dan kaçıp yaşamak istediği, Marmara bölesindeki İstanbul dışında, tüm bölgelerde inşa edilmiş, birçok İstanbullara ihtiyacı vardır ve Türk insanı buna layıktır.”

Haksız mıyız değerli okurlar? 28.04.2011

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu







12 Aralık 2019 Perşembe

BUNLARI BEN SÖYLEMİYORUM



-İngiltere,Almanya,Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık
-Fransada,bir bakıyorsunuz bir kadını yerde sürüklüyorlar, nerede insan hakları?Almanya da da böyle,bizde böyle bir şey göremezsiniz.
-Nobel Türkiye'den bir teröriste ödül vermiştir.
-Libya'ya asker gönderebiliriz.
-Ve daha nice inciler.
Bu inciler bana ait değil,olamaz da zaten.
Ben bu sözleri söylesem,avukatlık ruhsatımı elimden alrlar sanırım.
Bu ülkede,insanların mal kadar değeri yok.
Belli bir yaşın üzerindeki insanlardan, tapu idareleri akıl sağlığı raporu istiyorlar.Alt tarafı bir gayrimenkul satışı yapılacak.İnsan hayatı, toplumun huzuru, güveni ve geleceği,ülkenin menfaatleri söz konusu değil.
Bu ülkede politikacı olmak,ülkeyi yönetmek çok kolay ve ayrıcalıklı,sandıktan çıktın mı tamam.
Demokrasi bu olmamalıdır.
Demokrasinin, insanların ve ülkenin geleceği ve menfaatlerinin, mal kadar değeri yok.
Ben yetmiş yaşındayım aklım başımda ama,elimde doktor raporu olmadan işlem yapmak için tapu dairesine giremiyorum,poltikacı olsaydım mecliste de sarayda da görev alabilecektim.
Ülkenin hali,herşeyi,bütün çarpıklıkları,tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Başka söze gerek yok sanırız.13/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


MERKEZ BANKASI

MERKEZ BANKASININ İSTANBUL'A NAKLİ KESİNLEŞTİ.BİZİM SÜREKLİ MAKALE YAZMAYA BAŞLADIĞIMIZ 2008 DE DE BUNUN DEDİKODUSU ÇIKMIŞTI VE BİZ MERKEZ BANKASI BAŞLIKLI İLK MAKALEMİZİ YAZMIŞTIK.23/01/2008.BU TARİHİ MAKALEMİZE,AYNEN AŞAĞIDA YER VERİYORUZ.12/12/2019 Güner YİĞİTBAŞI


Sayın Başbakan Recep Tayyip EDOĞAN’ın, bugün içinde bulunduğu ruh halini anlamak, gerçekten zor.İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı görevine seçilmeden önce,kendi partisinin İstanbul İl Başkanlığını yapmış olsa da,partisinin mensupları dışında, ülke çapında tanınan,karizmatik bir kişi olmadığı yadsınamaz.Yanlış hatırlamıyorsak,diğer partilerin, İlhan KESİCİ ve Zülfü LİVANELİ gibi,ülke genelinde kamu oyunun yakından tanıdığı ve sevdiği kişileri aday göstererek, oyların bölünmesi sonucunda,bugün başbakanlık koltuğunda oturan sayın Recep Tayip ERDOĞAN, aradan sıyrılarak,İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş olup, bu seçim başarısı,kendisini T.C.Başbakanlığına ve bugünkü karizma’ya ulaştıran yolun açılmasına vesile olmuştur.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığındaki performansını, İstanbul’da yaşamadığımız için bilemiyoruz.AKP adıyla kurmuş olduğu yeni partisi ile girdiği 2002 genel seçimlerinden başarı ile çıkıp tek başına iktidar ve başbakan olduktan sonra,kendisini daha yakından tanımak fırsatı doğmuş ve 2007 genel seçimlerinde oylarını daha da artırıp,tek başına yeniden iktidara gelerek ikinci kez başbakan olan Recep Tayip ERDOĞAN,bazı iyi işlere imza attığı gibi,daha çok,kamu oyunu şaşırtan icraat ve davranışların odağında olmaktan da hiç geri kalmamıştır.2007 seçimlerinin resmi olmayan sonuçlarının alınmasından hemen sonra,seçimi kazanmanın rahatlığı ve sevinci içinde yaptığı konuşma ile kendisine oy veren veya vermeyen herkesi kucaklayarak,bu anlayış içinde görev yapacaklarını belirterek büyük bir demokratik olgunluk sergilemiş,hatta seçim sonrası yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, muhalefetin görüşlerini alarak bir aday belirleyeceklerini açıklamasına rağmen,hiçbir uzlaşma yapmaksızın,önceki adayları olan Sayın Gül’ü yeniden aday göstererek, Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştır.Yine seçimlerden hemen sonra,önceki iktidar dönemlerinde,bir bilim heyetine hazırlattıkları yeni bir Anayasa taslağı ile kamu oyu önüne çıkarak,Anayasa gibi bir temel yasanın değiştirilmesi konusunda, sadece kendisinin ve partisinin insiyatifi ile hareket etmek suretiyle,seçim gecesi yaptığı ve demokratik bir olgunluk olarak nitelendirdiğimiz konuşmasıyla taban tabana zıt, anti demokratik bir tavır sergilemekten geri kalmamıştır.Anayasa taslağı halen,kamu oyunun tartışmasına dahi açılmamıştır.Bu günlerde üniversiteye türbanlı girilip girilemeyeceği tartışmasını gündeme getirmiş ve üniversitelere türbanla girme yasağının,Anayasa değişikliğine eş zamanlı olarak kaldırılacağını beyanla,kamu oyunu şaşırtmaya devam etmiş,yine son günlerde,sürpriz bir şekilde,T.C.Merkez Bankasının merkezinin İstanbul iline taşınması konusundaki ciddi niyetlerini Türk kamu oyuna açıklamıştır.
Sayın Başbakan’ın arka arkaya gelen ve büyük tartışmalara yol açan bu sürpriz çıkışlarının nedenleri, kanımızca,İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına seçildiği andan itibaren başlayan önlenemez yükselişin, başbakanda oluşturduğu ruh halinde gizlidir.
Biz bu yazımızda; sayın başbakan’ın, Merkez Bankasının merkezinin İstanbul iline taşınmasına ilişkin girişiminin,hiçbir haklı gerekçesinin olamayacağını,bu girişimin gerisinde,kamu oyundan saklanan, gizli niyetlerin olduğunu izah etmeye çalışacağız.
Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki;Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası,diğer özel veya yarı özel bankalar gibi,halktan para toplayıp para satmak suretiyle,sadece kar amacıyla kurulmuş ve ticari piyasada faaliyet gösteren klasik ticaret şirketi konumunda bir banka değildir.Bu nedenle;kar amaçlı ticaret şirketi olan diğer bankalar gibi,merkezinin,finans ve ticaret başkenti olan İstanbul iline taşınması zorunluluğu yoktur.
T.C.Merkez Bankasının kuruluş yasası olan 1211 sayılı yasanın 1.maddesine göre,Merkez Bankası;Türkiye’de banknot ihracı imtiyazına münhasıran sahip olmak ve yine özel yasasında belirtilen görev ve yetkileri yapmak ve kullanmak üzere,”Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” unvanı altında anonim şirket olarak kurulmuş olan ve tabir yerinde ise,Türkiye Cumhuriyetinin hazinesi konumunda bir bankadır.
1211 sayılı kanunun 4.maddesine göre; Bankanın temel amacı;fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler.
Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak ve yabancı paralar ile altın karşısındaki muadeletini tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemek, Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki değerinin belirlenmesi için döviz ve efektiflerin vadesiz ve vadeli alım ve satımı ile dövizlerin Türk Lirası ile değişimi ve diğer türev işlemlerini yapmak,Bankaların ve Bankaca uygun görülecek diğer mali kurumların yükümlülüklerini esas alarak zorunlu karşılıklar ve umumi disponibilite ile ilgili usul ve esasları belirlemek,reeskont ve avans işlemleri yapmak,Ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmek,Türk Lirasının hacim ve tedavülünü düzenlemek, ödeme ve menkul kıymet transferi ve mutabakat sistemleri kurmak, kurulmuş ve kurulacak sistemlerin kesintisiz işlemesini ve denetimini sağlayacak düzenlemeleri yapmak, ödemeler için elektronik ortam da dahil olmak üzere kullanılacak yöntemleri ve araçları belirlemek,finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak,mali piyasaları izlemek,bankalardaki mevduatın vade ve türleri ile özel finans kurumlarındaki katılma hesaplarının vadelerini belirlemek,merkez bankasının temel görevlerindendir.
Tek elden Türkiye'de banknot ihracı imtiyazı,Hükümetle birlikte enflasyon hedefini tespit etmek ve buna uyumlu olarak para politikasını belirlemek,tek başına para politikasını uygulamak,fiyat istikrarını sağlamak amacıyla bu Kanunda belirtilen para politikası araçlarını kullanmak, uygun bulacağı diğer para politikası araçlarını da doğrudan belirlemek ve uygulamak, Merkez Bankasının başlıca temel yetkileri olup,ayrıca Merkez Bankası;Hükümetin mali ve ekonomik müşaviri, mali ajanı ve haznedarıdır. Bankanın Hükümetle ilişkisi, Başbakan aracılığı ile sağlanır.Merkez Bankası,müşavirlik görevinin gereği,finansal sistemle ilgili olarak istenilecek hususlarda Hükümete görüş verir,bankalar ve uygun göreceği diğer mali kurumlar hakkındaki görüşlerini ve tespitlerini Başbakanlık ile bu kurum ve kuruluşları düzenleme ve denetleme yetkisine sahip kuruluşlara bildirebilir.
Merkez bankasının kendi özel kuruluş yasası olan 1211 sayılı yasanın 4.maddesinde yer alan ve yukarıda özetlediğimiz,temel kuruluş amacı,temel görevleri ve temel yetkileri,mali ve ekonomik konulardaki hükümete yapacağı müşavirlik görevleri dikkate alındığında,Merkez Bankasının,merkezi hükümetin görev yaptığı Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara’da görevine devam etmesi,yasal bir zorunluluk olup, İstanbul’un, finans ve ticaret merkezi olması,Merkez Bankasının merkezinin,bu ile nakledilmesinin haklı ve yasal nedeni olamaz.
Biz,banka merkezinin İstanbul’a nakli’ne ilişkin, sayın başbakanın asıl niyeti konusunda komplo teorileri üretmeden,başbakan’ın, konunun üzerinde yeniden ve daha sakin kafa ile düşüneceğini umarak,başbakan olmadan önce İstanbul ilinde oturması ve bu ilde Belediye Başkanlığı yaparak,başbakanlığa kadar uzanan önlenemeyen yükselişinin bu il’de filizlenmesi nedeniyle,İstanbul iline olan diyet borcunu ödemek amacıyla böyle bir girişimde bulunmak istemiş olabileceğini düşünmek istiyoruz.23.01.2008
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Aralık 2019 Pazartesi

GÜNAYDIN SAYIN ERDOĞAN!...



AKP Genel Başkanı zorda.
ERDOĞAN;başka partileri yok edip, onların bitpazarına düşen liderlerini kendi partisine dahil ederek, onlara “U” dönüşü yaptırmaya,eskiden AKP için söyledikleri en ağır sözleri yalatmaya alıştığı için,bu sefer AKP'den koparak AKP'ye rakip olabilecek yeni parti kuran,eski başbakan ve bakan seviyesindeki arkadaşlarını yemeye ve onları yolsuzlukla,dolandırıcılıkla suçlamaya başladı.
Dinime söven Müslüman olsa bari.
Neymiş efendim, Şehir Üniversitesini kuran Bilim ve Sanat Vakfına İstanbul Kartal Cevizlideki TEKEL arazisini bedelsiz devretmişler ve Halkbank'dan kredi kullanmalarına olanak sağlamışlar.
Aslında bu araziyi,2009 yılında adı geçen üniversiteye bilmem kaç yıllığına bedelsiz tahsis eden bizzat ERDOĞAN'ın kendisi.
Bu tür değerli kamu arazilerinin, bedelsiz olarak vakıflara tahsisi yanında,bedelsiz devri için yetki veren yasayı 2014 yılında çıkaran da AKP meclis çoğunluğu.Kamu arazilerinin bedelsiz devrine yetki veren bu yağma Hasanın böreği yasasının çıkarılmasından ERDOĞAN habersiz midir?
Asla.
AKP'de; milletvekilleri,ERDOĞAN'dan habersiz bırak yasa çıkarmayı, ERDOĞAN'dan habersiz su içemezler.
Bu arazinin devrini başbakanlığı döneminde,Özelliştirme İdaresi Başkanı olarak gerçekleştiren DAVUTOĞLU; zamanında ERDOĞAN'ın güvenini kazanan ve onun tarafından partinin başına getirilerek başbakan atanan kişi.
DAVUTOĞLU,gerçekten başbakan gibi hareket etmeye başlayınca,her konuda ERDOĞAN'a biat etmeyince yolları ayrıldı ve başbakanlık görevinden alınarak parti içinde itibarsız ve yetkisiz kılındı,dışlandı ve bugünlere gelindi.
DAVUTOĞLU; yeni parti kurarak politikaya devam kararı alınca, ERDOĞAN'ın aklı başına geldi birdenbire.
ERDOĞAN;kendisinin sıkça başvurduğu,yüzlercesini yaptığı, kamu arazilerinin vakıflara tahsisi ve devri,kamu bankalarından kredi kullandırılması işlemlerini suç ve dolandırıcılık olarak görmeye başlayarak,kendi bindiği dalı kesti.
Tam bir çifte standart uygulama.
ERDOĞAN yaparsa meşru ve hukuki,siyasi rakibi haline gelen çırağı DAVUTOĞLU yaparsa gayrimeşru ve dolandırıcılık.
DAVUTOĞLU baskın çıktı ve derhal bir yazılı mesaj yayınlayarak hodri meydan dedi.
Bugüne kadar aynı yöntemlerle vakıflara bedelsiz devredilen kamu arazilerini ve kamu bankalarından kullandırılan kredileri mercek altına alalım,hayattaki eski ve yeni cumhurbaşkanlarının,başbakanların,özelleştirmeden sorumlu bakanların ve bürokratların,birinci derece akrabalarının mal varlıklarını, mecliste bir komisyon kurarak araştıralım dedi.
Ne güzel bir teklif değil mi?
Madem ki usulsüzlüklerin ve dolandırıcılıkların üzerine gidilecek,DAVUTOĞLU'nun belki de kendisini dahi suçlu kılacak bu önerisi bulunmaz bir fırsat deil midir?
Bugün bakıyoruz,AKP adına konuşan AKP yetkilileri,DAVUTOĞLU'nun bu önersine Fransız.
Her söylenen şeyin peşine mi düşeceğiz diyerek, yan çizmeye başladılar.
Bu araştırmanın, kim ya da kimlere dokunacağını en iyi onlar biliyorlar tabi.
Ne demişler büyük lokma ye ama, büyük konuşma.
Önümüzdeki günlerde politik ortam çok ısınacak ve şenlenecek gibi.
Haydi hayırlısı,ülkede ileriye dönük çok hayırlı işler olacak gibi.
Allahın sopası yok,insanlar bazen kendi sopalarıyla kendilerini de dövebiliyorlar.
Allah tüm insanlara,kendi söylediklerini öncelikle kendi kulaklarının duymasını nasip etsin. 09/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

6 Aralık 2019 Cuma

ÖNLENEMEYEN KADIN CİNAYETLERİ


Gün geçmiyor ki,ülkemizde bir kadın öldürülmesin.
Bugüne kadar,nişanlısı, sevgilisi,boşandığı veya boşanma aşamasındaki eşi tarafından sokak ortasında öldürülen kadınlara alıştırılmıştı bu toplum.
Son Ceren cinayeti gösterdi ki;aramızda hasta ruhlu caniler dolaşıyor,hiç tanımadıkları kadınları öldürmekten zevk alan.
Bu son cinayet, toplum olarak insanların ruh hallerinin ne kadar çok bozulduğunu ortaya sermektedir.
Asla tasvip etmiyoruz ama;hadi, eski eşi,aşkına karşılık bulamayan eğitimsiz sapık sevgilisi tarafından öldürülen kadınları anladık da,hastalıklı ruhunu tatmin etmek ve toplumdan intikam almak için, toplumsal bir kin ve nefret duygusuyla,rast gele seçtiği ve hiç tanımadığı, kendisinden güçsüz ve savunmasız bir kadını takip edip tenha bir yerde kıstırarak hunharca öldüren canilerin aramızda serbestçe dolaştıkları bir toplum olduk adeta.
Herkes, bu cinayetlerin, polisiye tedbirler ve ağır cezalarla önlenebileceği yanılgısı içindeler.
Bize göre çok yanlış bir teşhis. Kadına yönelik şiddetin polisiye tedbirlerle ve ağır ceza tehditleriyle önlenmesi, asla mümkün değildir.Her kadının başına bir polis dikecek değiliz.
Daha geçtiğimiz gün bir mahkemenin, bir kadın cinayetinin failine iyi halden indirim yaparak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını müebbet hapse çevirmesi, toplum tarafından ağır eleştiri aldı.Nasıl olur da, iyi halden, ağırlaştırılmış müebbet hapis,müebbede çevrilirmiş.Duyan da zannedecek ki;cinayet işleyen kişi sanki beraat ettirilmiş ve salıverilmiş.
İşte,teşhis ve çözüm yollarında ne kadar geri ve yanılgı içinde olduğumuzu bu örnek de göstermektedir.
Siz, müebbed hapsi niçin küçümsüyorsunuz.765 sayılı eski Türk Ceza Kanununa göre; cinayetten,bazı ağırlaştırılmış vasıflı cinayet fiilleri dışında, müebbet hapis dahi veremiyordunuz.
Biz diyoruz ki;cezalar asla hafif değil,müebbet hapsi dahi küçümser hale geldik ama,buna rağmen cinayetleri önleyemiyorsak,toplum olarak çok iyi düşünmemiz gerekiyor.
Hiçbir cani,çok ağır ceza alırım ve hapislerde çürürüm korkusunu aklına getirmemektedir.Tanrı'nın verdiği bir canı alma aşamasına gelecek kadar gözü dönmüş, vicdanını ve ruhsal sağlığını kaybetmiş bir insan; asla, fiilinin cezai sonuçlarını düşünemez.Bunu düşünebilse,cinayet işlemez zaten.
Gelişmiş ülkelerde; aynı cezalarla,bizim ülkemizde olduğu kadar fazla, kadına yönelik şiddet ve cinayet eylemi görülmüyorsa,bunun bir nedeni olmalı tabi.İşte biz toplum olarak,bu nedenlere inmeden, kadına yönelik şiddetin asla önlenemeyeceğini kabul edemiyoruz,her kadın cinayetinden sonra, havanda su dövüp duruyoruz.
Son Ceren cinayetinin faili,uzun süre cezaevlerinde yatmış,cezaevinin sıkıntılarını yaşamış olmasına rağmen,hala nadim olamamış ve cezaevinden kaçarak gözünü kırpmadan yeni bir cinayet işlemiş,toplum olarak bu adama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası versek ne olacak ki,bu eylemlerin nedenlerine,kökenine inemedikten,bu bataklığı kurutamadıktan sonra.
Nasıl tıp'da hastalığın yanlış teşhisinde,hastalığın gerçek nedenini bulamadığımızda sağlıklı bir tedavi yöntemi bulunamıyor ve hasta iyileştirilemiyorsa,toplumsal bir hastlık haline gelen ülkemizdeki kadın cinayetlerinin önüne geçilebilmesi, kadınlarımıza yönelik şiddet ve cinayetlerin kesin bir çözümüne ulaşılabilmesi için,kadına yönelik şiddetin,kadın cinayetlerinin temel nedenlerini, iyi tespit edip teşhis etmemiz zorunludur.
Son birkaç sene içindeki,cinayete kurban giden, şiddete maruz kalan kadın sayısındaki giderek artış ile ülkenin; sosyo ekonomik,politik,kültürel,eğitim ve dinsel kötüye gidişi arasındaki paralelliği unutmamak,polisiye ve cezai tedbirlerden önce,kadına yönelik şiddete karşı alınması gereken,sosyo ekonomik,politik,kültürel, eğitim ve dinsel tedbirleri,ivedilikle tespit ederek hayata geçirmek zorundayız. 06/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Aralık 2019 Pazartesi

CUMHURBAŞKANI'NIN VETOSU


Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;geçtiğimiz gün mecliste AKP ve MHP'li vekillerin oylarıyla kabul edilerek yasalaşan,termik santrallerin bacalarına filitre takılması zorunluluğunu iki buçuk yıl daha erteleyen maddeyi veto etmiş,bu veto haberini AKP sözcüsü kammuoyuna açıkladı.
Sizler, bu vetoda bir samimiyet emaresi görebiliyor musunuz?
Kimse kusura bakmasın ama,ERDOĞANîn bu vetosu;bize göre, asla samimi ve inandırıcı değildir.
Bu veto bize göre, ya bir kurgudur veya kamuoyunun ağır eleştirileri karşısında bir geri çekilmedir.
ERDOĞAN;mevcut sisteme göre,parlamentonun da üzerinde, ülkenin tek söz ve yetki sahibi güçlü bir konumdadır.Dediğim dedik ve ağzından çıkan yasadır.
AKP ve onun küçük ortağı MHP gruplarının,ERDOĞAN'ın istemediği ve karşı çıktığı bir düzenlemeyi mecliste kabul ederek yasalaştırmaları, imkansızdır.
Bu nedenle,ilk ihtimal;bacalara filitre takılmasını iki buçuk yıl erteleyen düzenleme,ERDOĞAN'ın bu düzenlemeyi veto edeceği bilinerek ve önceden kurgulanarak meclisten geçirilmiş ve ERDOĞAN'a ilk kez veto yetkisini kullanmanın yolu açılarak,ERDOĞAN'ın meclis çoğunluğu üzerindeki mutlak hakimiyetinin üzeri örtülmeye ve meclisin ERDOĞAN'dan bağımsız ve onun istekleri dışında yasa çıkarabileceği, kanıtlanmaya çalışılmıştır.
İkinci ihtimal olarak da;bacalara filitre takılması zorunluluğunu iki buçuk yıl erteleyen yasa maddesi,ERDOĞAN ve meclis çoğunluğunun ittifakı ve anlaşmaları üzerine kabul edilerek yasalaşmışsa da,muhalif basın ve kamuoyunda ağır bir şekilde eleştirildiği için ERDOĞAN geri adım atarak bu yasal düzenlemeyi veto etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Her iki ihtimal de,AKP iktidarının insan sağlığına önem vermediği gerçeğini açıkça ortaya koymaktdır. 02/12/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu