30 Aralık 2014 Salı

CUMHURBAŞKANI HER AKLI ESTİĞİNDE BAKANLAR KURULUNU HUZURUNDA TOPLANTIYA ÇAĞIRAMAZ



Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in, 5.Ocak.2015 de Bakanlar Kuruluna başkanlık edip etmeyeceği tartışmasına, Tayyip Bey bizzat kendi yaptığı açıklaması ile son vermiş ve bu açıklamasında, Bakanlar Kurulunu 19.Ocak.2015 de Beytepedeki Sarayında toplayacağını belirtmiştir.
Anayasamıza ve parlamenter demokrasinin ilke ve geleneklerine göre, toplantının gündemini bilmemekle beraber, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in bu girişimi, bir yetki gasbı olup, Anayasamıza açıkça aykırıdır.
Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulunu toplaması veya Bakanlar Kurulu toplantısına katılarak ona başkanlık yapması, Anayasanın açıkça öngördüğü olağanüstü ve istisnai durumlarda ve koşullarda mümkün olup, Anayasanın öngördüğü bu istisnai durum ve koşullar dışında, olağan koşul ve gündemlerle bu yetkinin kullanılmaya kalkışılması, Anayasaya aykırı ve bir yetki gasbıdır.
Cumhurbaşkanının hangi hallerde Bakanlar Kurulunu toplama ve ona başkanlık yapma yetkisine sahip olduğunu, 12/Ağustos/2014 tarihinde kaleme aldığımız, “Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulunu Toplama Ve Ona Başkanlık Etme Yetkisinin Anayasal Sınırı” başlıklı makalemizde, ilgili Anayasa maddelerine dayanarak geniş bir şekilde açıklamaya çalışmıştık.
Şayet, Tayyip Bey; bizim, 12/Ağustos/2014 tarihli bu makalemizde açıkladığımız gibi, kendisinin de Cumhurbaşkanı olarak yetkili olduğu, Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen istisnai ve olağanüstü bir hal ve durumun varlığını düşünerek ve bu durumun görüşülüp tartışılıp bir karar alınmasına yönelik bir gündemle toplantı çağrısı yapıyorsa, bu çağrıya bir diyeceğimiz olamaz.
Önümüzdeki günlerin sıcak tartışma konusu olacağı için, yeniden güncel hale gelen bu konuda okurların bilgilerini tazelemeleri amacıyla, 12/Ağustos/2014 tarihli makalemizi aşağıda aynen yayınlıyoruz. 30/12/2014 Güner YİĞİTBAŞI
CUMHURBAŞKANININ BAKANLAR KURULUNU TOPLAMA VE ONA BAŞKANLIK ETME YETKİSİNİN ANAYASAL SINIRI
Tayyip Bey, Başbakanlıktan istifa etmeden, devletin bütün imkanlarını arkasına alarak yaptığı seçim propagandasının ardından yapılan seçim sonunda, %51 küsur oy oranı ile ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı.
Başbakan olarak devlet olanaklarını sonuna kadar kullanması nedeniyle, biraz yara almış olmasına rağmen, Tayyip Bey, meşru bir seçim sonunda halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu nedenle, Tayyip Bey'in Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde bir gayrimeşruluk bulunmamaktadır.
Ancak, Tayyip Bey'in, meşru olarak Cumhurbaşkanlığına seçildikten sonra, önümüzdeki günlerde yemin ederek meşru bir şekilde görevine başlaması, bu meşruiyetin beş yıllık Cumhurbaşkanlığı süresince devam edeceği anlamına gelemez, bu meşruiyetin devamı, Tayyip Bey'in kendi elinde olup, Cumhurbaşkanlığı görevini önceden ilan ettiği gibi, Anayasa dışı yetkiler kullanarak, partisiyle alenen olmasa da gizliden gizliye ilişkisini devam ettirip bağımsız davranmayarak yapması halinde, Cumhurbaşkanı olarak, Anayasal ve hukuki meşruiyetini kaybedeceği, inkar edilemez Anayasal bir gerçektir.
Herkesi, bu arada Cumhurbaşkanını da bağlayan ve kurallar hiyerarşisinde en üst mertebede bulunan Anayasanın 8. maddesinde yer alan; “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne göre, Cumhurbaşkanının yürütme görev ve yetkisinin var olduğu iddia edilebilir ve Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey de, bu hükme dayanarak, Cumhurbaşkanı yürütmenin başıdır ve kendisinin yürütme yetkisi ve görevi vardır iddiasında bulunabilirse de, maddenin sonunda yer alan ve yürütme görev ve yetkisinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceğine ilişkin kesin uyarı ve hatırlatmanın varlığı,
Anayasanın 101. maddesinin son fıkrasında yer alan; “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.” hükmünün varlığı,
Cumhurbaşkanının göreve başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde Anayasanın 103. maddesi uyarınca yapacağı yeminin içeriğinde bulunan:”.....üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." hükmünün varlığı,
Anayasanın 104 maddesinde yer alan ve Cumhurbaşkanının partiler ve yasama yürütme ve yargı organlarının dahi üzerinde ve dışında olduğunu, Devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milletinin birliğini temsil eden, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeten, herkese ve her kuruma eşit mesafede olma yükümlülüğü getiren; “ Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” hükmünün varlığı,
Anayasanın 105. maddesinde yer alan; Cumhurbaşkanının, tek başına yapabileceği işlemleri dışındaki bütün kararlarının, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanacağına ve bu kararlardan sadece Başbakan ve ilgili bakanların sorumlu olacağına, Cumhurbaşkanının, vatana ihanet dışında suçlanamayacağı ve sorumsuz olduğuna ilişkin;“Cumhurbaşkanının, ....... tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. ....Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tam sayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.” hükmünün varlığı,
Cumhurbaşkanının değil, Başbakanın Bakanlar Kurulunun Başkanı olduğuna,Başbakanın, hükumetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceğine, hükumetin genel siyasetinin yürütülmesinden Bakanlar Kurulu olarak Başbakan ve bakanların birlikte sorumlu olduklarına ilişkin Anayasanın 112. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “ Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, Bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur.” hükmünün varlığı,
Asla unutulmamalı ve Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey; Anayasada yer alan ve kendisini de bağlayan, uymak zorunda olduğu yukarıda değindiğimiz bu ilkeleri gözeterek, görev ve yetkilerinin hududunu çizmeli, beni halk seçti kibrine ve vehmine kapılmamalı, Anayasanın çizdiği bu hudutları tecavüz etmeye asla kalkışmamalı, aksine davrandığı taktirde, Anayasal meşruiyetini kaybedeceğini ve Anayasayı ihlal etmiş olacağını, asla unutmamalıdır.
Anayasanın 104. maddesinde yer alan ve Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin görevleri arasında sayılan; “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak” hükmü, Anayasanın 8. maddesinde yer alan, “yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından,....... kullanılır ve yerine getirilir” hükmü ile birlikte yorumlanarak, en başta Tayyip Bey olmak üzere, kimseyi yanıltmamalı ve yanlış sonuçlar çıkarılmasına yol açmamalıdır.
Cumhurbaşkanının, gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu kendi başkanlığı altında toplantıya çağırmak görev ve yetkisi, istisnai olup, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırma ve ona başkanlık etme görev ve yetkisi, Anayasaya göre, kural olarak Başbakan'a aittir. Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık etme ve toplantıya çağırma yetkisi ise, ülkenin içine düşeceği olağanüstü hallerle sınırlı istisnai bir görev ve yetkidir. Bakanlar Kurulunun, hangi olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacağını, Anayasamız, aşağıda açıklayacağımız ilgili maddelerinde hüküm altına almıştır.
Bu itibarla, Tayyip Bey, aklı her estiğinde ve her canı sıkıldığında, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağıramaz veya Başbakanın toplantıya çağırdığı Bakanlar Kuruluna, sürpriz yaparak, başkanlık yapamaz. Zira, yukarıda belirttik,Anayasanın 112. maddesine göre, Bakanlar kurulunun asıl ve tek başkanı Başbakandır ve hükumetin genel siyasetinin yürütülmesinden Başbakan ve Bakanlar sorumlu olup, Cumhurbaşkanının bir sorumluluğu bulunmamaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse, Başbakanlığı döneminde Kanal İstanbul projesini ortaya atan ve bunu hayata geçiremeden Cumhurbaşkanı seçilerek köşke çıkan Tayyip Bey, bu projesine yeni Hükumetin ilgisiz kalması nedeniyle, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırarak, kendi başkanlığında bu projenin hayata geçirilmesini tartışmaya açmaya ve bu konuda Bakanlar Kurulunda bir karar alınmasını sağlamaya, asla ve asla yetkisi yoktur.
Anayasamız, Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık yapacağı olağanüstü ve istisnai halleri, 119, 12,121 ve 122. maddelerinde açık ve net bir şekilde hüküm altına almıştır.
Anayasanın 119. maddesine göre; Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, ülkenin tümünde veya belirli yerlerinde olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,
Anayasanın 120. maddesine göre; Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,
Anayasanın 121. maddesine göre; Bakanlar Kurulunun ilan ettiği Olağanüstü hal süresince, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnamelerinin çıkarılmasına karar vermek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,
Anayasanın 122. maddesine göre; Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan etme kararını almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,
Yine Anayasanın 122. maddesine göre, Sıkıyönetim süresinde,sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarılmasının karar altına almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,
Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı da katılacak ve Bakanlar Kuruluna başkanlık edecektir.
Aynı şekilde, yukarıda belirttiğimiz, Anayasanın 119,120,121 ve 122. maddesindeki olağanüstü koşulların ve hallerin ortaya çıkmasına rağmen, Başbakan ve Bakanlar, kayıtsız kalıyorlar ve ülkede kısmi veya bütünüyle bir olağanüstü hal ve/veya sıkıyönetim ilan etme girişiminde bulunmuyorlar ve ancak Cumhurbaşkanı olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanını, ülkenin menfaati ve güvenliği açısından gerekli görüyorsa, Bakanlar kurulundan bir çağrı almasa da, kendi inisiyatifini kullanarak, Bakanlar Kurulunu resen toplantıya çağırıp, ülkede olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanını gerekli kılan koşulların var olup olmadığını tartışmaya açabilir ve kendi başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun bu konularda karar almasına öncülük edebilir.
Her koşulda, olağanüstü hal, sıkıyönetim ilanı kararlarının alınacağı, olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmünde kararnamelerinin çıkarılacağı Bakanlar Kurulu, Anayasanın gereği olarak, Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanacaktır.
Kanımızca, Anayasanın 8. maddesine göre, ismi yürütme organı içinde anılmasına ve yine 8. maddede yer alan,“yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne rağmen, Anayasaya göre, doğal başkanının, Başbakan'ın kendisinin olduğu Bakanlar Kurulunu toplama ve başkanlığını yapma görev ve yetkisi, ülkenin yönetiminden ve Hükumetin genel siyasetinden, Bakanlarıyla birlikte sorumlu olan Başbakanına ait olup, Cumhurbaşkanının bu yetkisi, yukarıda belirttiğimiz Anayasamızın 119,120.121 ve 122 maddelerinde belirtilen olağanüstü hallerle sınırlı ve bağlı, istisnai bir yetkidir.
Tayyip Bey; Bakanlar Kurulunu toplama ve ona başkanlık etme görev ve yetkisini, Anayasanın, yukarıda açıklamaya çalıştığımız hüküm ve ilkelerine göre değerlendirmeli ve fiili başkanlık sistemini uygulamaya koyduğunu gösteren yetki aşımında bulunarak, ülkeyi kaosa sürüklememeli ve meşruiyetini tartışma konusu yapmamalıdır.
Umarız öyle yapar.12/Ağustos/2014
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Aralık 2014 Pazar

SEN ŞİŞLİ'Yİ BIRAK CİZRE'YE VE TÜM GÜNEYDOĞU'YA BAK!..





DAVUTOĞLU Ahmer bey; namı diğer, çakma KİZİROĞLU Ahmet Hoca, memleketi Konya AKP il Kongresinde coçmuş, Filistinli Hamas lideri Halid MEŞAL ile el ele tutuşarak girdiği kongre salonunda bulunanları gülücükler dağıtarak selamlıyor, koskoca Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, Filistinli İslami terörö örgütü lideri MEŞAL'in kongreye şeref vermesinden(!) çok mutlu ve gururlu, büyük bir iş başarmış olmanın mutluluğu içinde, sanki, ülkenin kanayan yarası PKK terörünü önlemiş, bölgeyi ve ülkeyi huzura kavuşturmuş olmanın rahatlığı içinde etrafına mutluluk ve gülücükler dağıtıyor.

Hamas lideri MEŞAL konuştukça, kongredeki partililer ve parti sempatizanları da coştukça coşuyor ve ortalık “Tekbir, Allahu ekber sesleriyle inliyor, sıkma başlı kadınları, Türk bayrağının yanısıra salonda yer alan diğer bayrak ve flamaları görünce, kendinizi, laik Türkiye Cumhuriyetinin iş başındaki iktidar partisinin il kongresinde değil de, İslami bir örgütün toplantısında zannediyorsunuz.

Konyalı olduğu için ayrı bir önem verdiği AKP Konya İl Kongresinde bir konuşma yapan Ahmet Bey; meclis içi, meclis dışı tüm muhalefete çatıyor ve “Tek tek gelmeyin, topunuz gelin, korkarsak namerdiz.Eğer birinizden bile korkarsak Allah bu emaneti bizden alsın” diyerek, onlara meydan okuyor.

CHP ile ilgili olarak, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları gibi önemli bir eleştiri kaynağı bulamayan Ahmet Bey; diline doladığı ve her vesileyle tekrarladığı üzere,yine, CHP nin elinde bulunan Şişli Belediyesindeki parti içi çekişmeden medet ummaya çalışıyor ve Şişli Belediyesi üzerinden CHP' yi vurmaya çalışarak, “Bunlara üç gün Türkiye'yi versen, Türkiye'yi şişli'ye çevirirler..” diyor.

Ahmet Bey'in, ana muhalefet partisi CHP'yi eleştiren, muhalefete meydan okuyan ve kendisinden emin rahat haline bakanlar, Türkiyenin; tüm sorunlarıAKP iktidarı tarafından çözülmüş, çok iyi idare edilen, Güneydoğusu dahil her karışı güllük gülüstanlık, rahat ve huzur içinde oaln, sadece ve sadece, yerel yönetim olarak CHP'nin yönetimindeki Şişli ilçesinde sorun yaşayan bir ülke olduğunu zannedecekler.

Oysa ki; Ahmet Bey'in, kendisinden emin, büyük bir rahatlık ve huzur içinde Şişli Belediyesi üzerinden CHP'yi eleştirirken, CHP'yi kast ederek, “Bunlara üç gün Türkiye'yi versen, Türkiye'yi şişli'ye çevirirler..” diye nutuk attığı sırada, ülkemizin: kamu düzeninin sağlanması bölücü PKK terör örgütüne bırakılan ve ihale edilen Güneydoğusu yine karışmış ve Şırnak ilinin Cizre ilçesinde PKK militanları ile Hizbullah militanları arasında uzun namlulu silahlarla çatışma çıkmış ve üç kişi hayatını kaybetmiş, onlarcası da yaralanmıştı.

CHP yönetimindeki Şişli Belediyesinde vukubulan parti içi çekişmeyi büyüterek,CHP'yi Şişli ilçesini yönetememekle suçlayan Ahmet Bey'in; bu ülkenin Başbakanı olduğunu ve kendisinin, ülkenin her karışının güvenliğini ve kamu düzenini, tüm vatandaşlarının mal ve can güvenliklerini sağlamaktan birinci derecede sorumlu olduğunu görmezlikten gelerek, partisinin Konya il Kongresinde misafir ağırlayarak muhalefeti eleştiren nutuklar atması, Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir utanç ve üzüntü kaynağıdır.

Ahnet Bey bu tavrıyla; AKP iktidarının, çözüm süreci adı altında başlattığı süreç daha tamamlanmadan, ülkenin Güneydoğu bölgesinin yönetimini, fiilen bölücü PKK terör örgütü ve yandaşlarına terk ettiğini, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki devlet otoritesini ve kamu düzenini, bu bölgedeki insanların can ve mal güvenliklerini sağlama konususnda kendisini görevli ve yetkili addetmediğini açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.

Ahmet Bey ve AKP iktidarı, keşke bu aczi göstermeseydi ve ülkemizin bölünmez bir parçası olan Güneydoğu Anadolu Bölgemizi de, hiç değilse, CHP yönetimindeki Şişli ilçesi kadar yönetebilse ve devlet otoritesini bu bölgemizde de hakim kılabilseydi.

Haziran 2015 seçimleri, ülkeyi çok iyi yönettiğini zanneden, Güneydoğudan elini çekerek PKK yönetimine bırakan Ahmet Bey ve AKP iktidarından kurtulmamız ve ülkemizin bölünmeden düze çıkabilmesi için, AKP seçmeninin de gözlerini faltaşı gibi açarak gerçekleri görmesi gereken, son şansımız olacaktır. 28/12/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Aralık 2014 Cuma

CUMHURBAŞKANINA HAKARET


5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 299. maddesine göre Cumhurbaşkanına hakaret, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir suçtur. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine tabidir.
Bu hükme göre, Cumhurbaşkanına hakaret teşkil eden bir eylemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında C.Savcısı tarafından yapılan soruşturma sonunda toplanan delillere göre dava açılmasına ve o kişinin kovuşturulmasına lüzum görüldüğünde, Adalet Bakanının izninin alınması zorunludur.
Cumhurbaşkanına hakaretin, özel bir yasa maddesiyle suç sayılmasının amacı, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişinin şahsının değil, işgal ettiği Cumhurbaşkanlığı makamın manevi kişiliğinin korunmak istenmesidir.
Zira, Anayasamızın 104. maddesine göre, Cumhurbaşkanı devletin başıdır.Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder, Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.
Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekir ve tarafsızlığının gereği olarak da, Anayasamızın 101. maddesine göre, Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir.
Cumhurbaşkanları görevlerine başlarlarken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde, başka bir ifadeyle Türk Milletinin önünde, Anayasanın 103. maddesinde yazılı şekilde yemin ederler ve Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına, görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına namusu ve şerefi üzerine söz verirler ve bu sözlerini de tutmak zorundadırlar.
İşte, Türk Ceza Kanunu tarafından korunan ve ona yönelik hakaret teşkil eden söz,yazı ve her türlü eylemi suç sayarak cezalandıran TCK. nın 299. maddesinin tanımında yer alan Cumhurbaşkanı profili budur.
Bize göre; yasaların, Cumhurbaşkanlığı makamının saygın niteliği gereği, özel olarak Cumhurbaşkanlarına tanıdığı güvenceyi hak etmeleri ve o yasa maddesinin güvencesinden yararlanabilmeleri için, Cumhurbaşkanları da, işgal ettikleri Cumhurbaşkanlığı makamının, yukarıda Anayasa maddelerine göre belirttiğimiz niteliklerine ve gereklerine, namusu ve şerefi üzerine yaptığı yemine ve milletine verdiği sözlerine harfiyen uymak ve o makamın içini doldurmak zorundadırlar.
Hukukta işlenmez suç kavramı diye bir kavram vardır.
Teşbihte hata olmaz, örneğin, adam öldürmek suçunun işlenebilmesi için, ortada canlı ve yaşamakta olan bir kişinin bulunuyor olması gerekir. Şayet, siz Ahmet isimli şahsı öldürmek için evine girmiş ve yatağında uyuduğunu zannettiğiniz halde, sizin gelmenizden beş saat önce kalp krizinden eceliyle ölmüş ve siz beş saat önce ölen ve artık yaşamayan, yani canlı olma özelliğini taşımayan Ahmet isimli kişiye canlı zannederek silahınızla öldürücü bir şekilde ateş etseniz dahi, cinayet işlemiş sayılmazsınız. Burada işlenmez bir suçun varlığı söz konusudur. Ancak, izinsiz olarak meskene girdiğiniz için mesken masuniyetini ihlal suçunun faili olursunuz.
Bu itibarla, Cumhurbaşkanları; gerekli oyu alarak, sandıktan Cumhurbaşkanı olarak çıksalar dahi, Cumhurbaşkanlığının, Anayasanın öngördüğü vasıf ve niteliklerini, tartışmalara meydan vermeyecek şekilde kazanmaları ve o makamı temsil ettikleri sürece, bu vasıf ve niteliklerini kaybetmemelidirler ki; yasaların, makamlarından ötürü Cumhurbaşkanlarına tanıdığı güvenceleri hak etsinler.26/12/2014
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

23 Aralık 2014 Salı

İHANET NEDİR?




Değerli okurlar sizce ihanet nedir?

Cevap veriyoruz.

İhanet;

Ülkemizin menfaatleri aleyhine çalışmaktır,

Ülkemizin askerini ve polisini sırtından vurmaktır,

Ülkemizi bölmeye çalışmaktır,

Bölücü PKK teröristlerinin eylemlerine göz yummaktır,

Halkımızı dinlerine, mezheplerine ve etnik kökenlerine göre ayrıştırmak ve bölmektir,

Ülkemizin iç ve dış itibarını ayaklar altına almaktır,

Ülkemizi komşu ülkelerle düşman haline getirmektir,

Ülkemizin, halkın vergileriyle oluşan hazinesini, kendi zevki, lüksü ve siyasal menfaatleri için çarçur etmektir,

İşçilerinin çalışma koşullarını çağın gerisinde tutarak, onların can güvenliklerini sağlayamamak ve toplu ölümlerine sebebiyet vermektir,

Ülkenin, tarihsel ve doğal zenginliklerini, ormanlarını, ağaçlarını yok edip koruyamamaktır,

Ülke insanının özgürlüklerini baskı altına alıp özgürlüklerini kullanamaz hale getirmektir,

Ülke insanının özel yaşamına karışmak ve bu alana dayatmalarda bulunmaktır,

Laik eğitime son vermektir,

Hergün yerli yersiz her yerde bağıra bağıra konuşarak ve bu konuşmalarını televizyonlardan yayınlatarak sürekli olarak halkı rahatsız etmek,sinirlerini bozmaktır,

Yolsuzluk ve rüşvet iddialarına muhatap olmaktır,

Anayasayı uygulamayarak rafa kaldırmaktır,

Yargı kararlarına saygı duymamak ve o kararları uygulamamaktır,

Kuvvetler ayrımını kabul etmeyerek, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek elde toplamaktır,

Ülkesinin insanını, vasıtalı vergilerle ekonomik olarak boğmaktır,

İşsizliğe çare bulamamaktır,

Ülkenin gelir dağılımındaki adaletsizliği sonlandıramamaktır,

Ülkenin kadınlarının can güvenliklerini, erkeklerin vahşetinden koruyamamaktır,

Hayır bilemediniz, bunların hiçbiri ülkemizde ihanet değildir.

Sizlere ipucu verip biraz yardımcı olalım da, ihanetin ne olduğunu çıkarın ve rahatlayın değerli okurlar.

İşte sizlere üç adet ipucu sözcük; doğum kontrol hapı, prezervatif, spiral.

Artık ihanetin ne olduğunu bilmelisiniz.

Tamam, bu sefer elimizden kaçmaz, bildik, dediğinizi duyar gibi oluyorum.Haydi cevaplayın öyleyse.

İhanet; kocanın karısını, karının da kocasını aldatmasıdır,

Hayır yine bilemediniz, sizi daha fazla merakta bırakmadan cevabını biz verelim.

İhanet; resmi nikahlı karı kocanın, doğum kontrol hapı, prezervatif ve spiral gibi gebeliği önleyen vasıtaları kullanarak, yasal ve hakça yatağa girip çiftleşmeleridir. Tayyip Bey'in ifadesiyle, doğum kontrolü, ihanetin ta kendisidir.

Tayyip Bey söylediği için, şaşırmadınız değil mi?

Sizler, tuzu kuru olan Tayyip Bey'e sakın inanmayın ve ihanetten asla vazgeçmeyin, bu işsizlik ve pahalılık ortamında ihanet etmekten başka bir çarenizin olmadığını sakın unutmayın. 23/Aralık/2014


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

20 Aralık 2014 Cumartesi

ALENEN SUÇ İHBARI VE ŞİKAYET'İNDE BULUNUYORUM







Yeter be!

Paralel yapı, paralel yapı, hükumete darbe teşebbüsü, haşhaşi, bunların inlerine gireceğiz, inlerine, sözlerini dinlemekten bıktık ve usandık.

Bir yıldır hep aynı lafları duymaktan içimiz karardı ve daraldı. Artık, bu sözleri duyunca; imdat, kurtarın bizi diye bağırmak geliyor içimizden.

Meydanlardan, kapalı salonlardan sürekli yankılanan ve kulağımızı tırmalayan, hep aynı ve benzer laflar.

Sizler; kimi ve/veya kimleri, kime şikayet ediyorsunuz, bu sözleri ve şikayetlerinizi söylemeden önce, öyle fazla gerilere değil, şöyle iki sene öncesine bir baksanıza, şimdi paralel yapı,haşhaşi olarak suçladığınız ve şikayet ettiğiniz cemaat ile kol kola ve sıkı fıkı olduğunuzu, güle oynaya çok iyi bir çift oluşturduğunuzu, gül gibi geçinip gittiğinizi, birbirinize övgüler dizdiğinizi, teşbihte hata olmaz, sadece birlikte aynı yatağa girmediğinizi, çok açık ve net bir şekilde göreceksiniz, sizlerde hiç utanma duygusu yok mudur beyler?

Biz halk olarak, artık, bir zamanlar aranızdan su sızmayan sizin o eski ortağınız cemaat ile giriştiğiniz kişisel kavgalarınızı izlemek ve birbirinize utnmadan ve sıkılmadan söylediğiniz çirkin lafları ve suçlamaları duymaktan bıktık ve yarattığınız bu durum nedeniyle dünyaya rezil olduğumuz için ülkemiz adına utanıyoruz.

Birlikte mesut ve bahtiyar olduğunuz 17 ve 25.Aralık.2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan önceki yıllarda, Ergenekon, Balyoz ve diğer soruşturma ve davalarında savcılık yaptığınızı, şimdi, paralel illegal yapı olarak suçladığınız emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasından yararlanarak, aleyhlerine birlikte kumpas kurduğunuz subaylarımızı ve aydınlarımızı hukuk dışı yollarla ve haksız şekilde zindanlara atarak yaptığınız adaletsizliği nasıl unuttunuz, büyük Allah ayağınızı dolandırdı ve cemaatle aranıza kara kedi girdi ve bardağı taşıran son damla olan 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile cemaatle kanlı bıçaklı oldunuz ve iktidarınıza yönelik bu yolsuzluk ve rüşvet suçlamasının şokuyla, cemaatin devlet içinde illegal olarak örgütlendiğini ve paralel yapı oluşturduğunu, birdenbire gaipten bir ses duyarak, anlayıverdiniz.

Gecikerek de olsa, bu anlayışınızdan dolayı sizleri gerçekten kutluyoruz, bravo sizlere!

Aslında, başından itibaren herşeyin farkında idiniz ve her şeyi, şimdi yasa dışı silahlı bir suç örgütü kurup yönettiklerini iddia ettiğiniz ve haklarında 14 Aralık operasyonunu başlattığınız, bu operasyon kapsamında hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilen ve yakalanarak yurdumuza iadesi için kırmızı bülten çıkarma hazırlığı içine girdiğiniz Amerikada yaşayan Fetullah GÜLEN ile birlikte büyük bir uyum ve işbirliği içinde hareket ettiniz, onları tetikçi olarak kullanarak kulağınızın üzerine yattınız, sizin beyanınızla, sözde askeri vesayeti sonlandırarak, onun yerine, askeri vesayeti de arattıran kendi sivil vesayetinizi oluşturdunuz Şimdi, kalkmışsınız, aldatıldık, yanılmışız diyorsunuz ve yasa dışı bir örgüt olmakla suçladığınız cemaat ile yaptığınız işbirliği ve ortaklığınızı inkar ediyorsunuz ve suçluluk psikolojisi içinde halkımıza yalan söylüyorsunuz.

Halkımızı bu yalanlarınıza inandırmak ve şayet, cemaat tarafından devlet içinde paralel bir yapı olarak oluşturulan bir suç örgütü varsa, bu suça iştirakinizi, yardım ve yataklığınızı inkar etmek ve perdelemek için, bir yıldır, illegal paralel yapı teranesi ile sürekli ortalığı inletiyor ve gerçekten halkımızın sinirlerini bozuyorsunuz.

Yeter artık.

Bizler, sade bir vatandaş olarak, şayet gerçekten var ise, cemaatin devlet içindeki illegal yapılanmasını göremeyebiliriz, yargıda ve emniyette cemaat mensuplarının kadrolaştığını bilemeyebiliriz, ama sizler devletsiniz, hükumetsiniz, devletin tüm istihbarat birimleri ve olanakları sizin emrinizde, emniyet teşkilatına dışarıdan veya naklen atanan ve/veya bir makamdan diğerine yer değiştiren emniyet kadrolarındaki tüm amirlerin bu atanmalarında sizlerin imzalarınız var, aynı şekilde, yargıda çöreklendiği iddia edilen cemaatçi hakim ve savcıların özel yetkili mahkemelere atanmalarında, en azından Adalet Bakanınızın ve Adalet Bakanınızın müsteşerının oyları ve imzaları var, bu atamaları herhalde Fetullah GÜLEN Amerikadaki ikametgahından imzalayarak gerçekleştirmedi, ortalığı niçin boş bıraktınız, atanmalarına imza koyduğunuz ve şimdi cemaatçi olduklarını iddia ettiğiniz emniyet amirleri, müdürleri, komiserleri, hakim ve savcıları niçin incelemediniz, o makamlara gelebilecek liyakatta insanlar olup olmadıklarını niçin araştırmadınız? Tabi, bu araştırmalara hiç gerek görmediniz, sizlerin de işine gelen buydu çünkü. Hanımlarının başlarının örtülü olması, atanmaları için yeterli kriterdi sizler için. Hanımının başı örtülü olsun canımı yesin mantığı geçerli idi.

Bırakınız palavrayı beyler, artık, illegal paralel yapı, haşhaşi bunlar ve benzeri lafları duymak istemiyoruz, bu sözleri dinlemek zorunda da değiliz.Çevre ve ses kirliliği oluşturan, insanları sinir hastası yapan ve sizlerin devlet yönetimindeki aczinizi ve yetersizliğinizi gösteren, işgal ettiğiniz makamları derhal terketmenizi gerektiren ve dolaylı bir suç itirafı olan beyanlarınıza son veriniz.

Bizim isteğimiz; ortada devlet içine çöreklenmiş ve illegal faaliyetlerde bulunmuş, silahlı suç örgütü mertebesine gelmiş, Gülen Cemaatinden türemiş illegal bir yapı ve örgüt varsa, bunlar yargı önünde hesap vermeliler, ancak bunların suç ortağı olan, devlet içindeki yapılanmalarına attıkları imzaları ile yardım ve yataklık yapan, zamanın başbakanı ile bakanlarının da, Türk Milleti adına yagı yetkisini kullanan bağımsız yargı önünde hesap vermeleridir.

Bu nedenle, 14.Aralık.2014 tarihinde başlatılan, Fetullah GÜLEN tarafından oluşturulduğu iddia edilen suç örgütü soruşturması kapsamında değerlendirilmek üzere, Fetullah GÜLEN suç örgütüne mensup oldukları iddiasıyla haklarında soruşturmalar açılan, tutuklanan veya tutuksuz olarak soruşturmaları ve davaları devam eden, açığa alınan, meslekleriyle ilişkileri kesilen tüm emniyet görevlilerinin atanmalarında imzaları bulunan, onların denetimlerinden ve gözetimlerinden sorumlu olan zamanın başbakanı ve ilgili bakanlar hakkında, Anayasanın 100. maddesi uyarınca, gereğinin taktir ve ifası için, bir seçmen ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir vatandaşı olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına suç ihbarında ve şikayette bulunuyorum.21/Aralık/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

19 Aralık 2014 Cuma

LİDERLİK SINAVI


Lider, dürüst ve namuslu olmalıdır.
Liderin dürüst ve namuslu olması önemlidir, ancak kesinlikle yeterli değildir.
Dürüst ve namuslu olmak, bırakınız lider olmayı, insan olmanın da en gerekli ve vazgeçilemez bir özelliğidir.
Bu itibarla, bir siyasal partiye liderlik yapan kişinin, dürüst ve namuslu olması, dürüst ve namuslu kişiliği ile övünerek liderlik yapmaya çalışması, seçmen tarafından yeterli görülmemektedir.
Lider; zaten, liderliğin ön koşulu olarak, dürüst ve namuslu olmak zorundadır.
Bir kişinin, gerçek bir parti lideri olabilmesi ve insanların güvenini ve desteğini kazanabilmesi için; esasen olması gereken namuslu ve dürüst kişiliğine ilaveten; politika da, ülke ve ülke insanının menfaatleri için yapıldığına göre, lider olan kişi, herşeyden önce, dinine, ırkına, cinsiyetine ve diğer farklı özelliklerine bakmadan ve bir ayırım gözetmeden koşulsuz ve samimi olarak insanı sevmeli, dirayetli, kararlı, cesur, iş bitirici olmalı, parti içi demokrasi kadar, yeri geldiğinde parti içi disiplinin gereği olan radikal kararları zamanında alıp uygulamaya geçirebilmeli, parti içinde bir sorun çıktığında, sezgilerini kullanarak, tarafsız bir şekilde değerlendirmeler yaparak, haklıyı ve haksızı ayırd ederek, en seri şekilde ve korkusuzca gereğini yapabilmeli, liderliğini yaptığı partinin ve toplumun menfaatlerini, kendi şahsi menfaatlerinden, kendi ikbal ve koltuğundan üstün tutabilme özelliklerine sahip olmalıdır.
Bir parti liderinin dürüst ve namuslu olması ön koşul olmasına rağmen, namus ve dürüstlük yeterli olmadığı içindir ki; özellikle ülkemizde, halkın büyük çoğunluğu, ön koşul olan dürüst ve namuslu olmayı gözardı ederek, iyi veya kötü yönde olsun, cesur, kararlı ve dirayetli bir tutum sergileyen ve irade ortaya koyan, iş bitiren liderlere daha yakın durmakta ve hatta onlar hakkında makul şüpheye dayalı yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ortaya saçılsa dahi, “çalıyor ama çalışıyor” diyerek, o liderin iktidarda kalmasına göz yumabilmektedir.
Lafı nereye getireceğimizi anlamış olmalısınız.
Bundan önce kaleme aldığımız, daha iki gün önceki makalemizde; Şişli Belediyesinde, seçilmiş belediye başkanı Hayri İNÖNÜ ile eski başkan Mustafa SARIGÜL ve oğlu Emir SARIGÜL arasında çıkan ve CHP'yi yıpratan ihtilafı konu etmiş ve CHP liderinin, Şişlinin seçilmiş belediye başkanı Hayri İNÖNÜ'den yana tavır alarak, masaya kararlı bir şekilde yumruğunu vurup meseleyi kesin olarak çözmesi gerektiğini yazmıştık.
Daha yazımızın mürekkebi kurumadan, Mustafa SARIGÜL ve oğlu hakkında, Hayri İNÖNÜ ve ailesine yönelik, daha ağır ithamlar basında yer aldı, baba ve oğul SARIGÜL'lerin, Şişli Belediye Başkanı Hayri İNÖNÜ'yü tehdit edip hakaret ettikleri iddia edildi.
Bu sorunu kökünden çözmek ve SARIGÜL ailesinin, Şişli Belediyesi üzerine çöken olumsuz ve partiye zarar verdiği kesin olan gölgesine son vermek için, CHP lideri ve partinin ilgili kurullarının; bu iddianın, kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla tescil edilmesini beleme lüksleri yoktur, seçilmiş belediye başkanı olan ve bu ülkenin en köklü ve tanınmış İNÖNÜ ailesinden gelen Hayri İNÖNÜ'nün; söylentisi, gerçekleşmesinden daha beter ve kendisini küçük düşürecek olan yalan bir iddiada bulunmasının, hayatın olağan akışına da ters düşeceği gerçeğini ve parti menfaatlerini göz önüne alarak, tırmanan bu sorunu, derhal ve gerekirse ameliyat ederek, kesin bir şekilde çözmek zorundadırlar.
Sayın Mustafa SARIGÜL, belediye başkanı olarak uzun süre Şişli'ye hizmet etmiştir, ancak, Şişli ve Şişli Belediyesi, babadan oğul'a geçecek şekilde SARIGÜL'lerin babalarının çiftliği değildir. Mustafa SARIGÜL, uzun süreli başkanlığı döneminde ister istemez oluşan ilişkileri sebebiyle mutlaka yıpranmış ve tarafsızlığını kaybetmiştir, bu nedenle Şişli için SARIGÜL soyadını taşımayan taze kan yöneticiler gerekli olup, Hayri İNÖNÜ'nün, SARIGÜL'lerin gölgesi altında kalmadan rahat ve huzurlu bir şekilde çalışması sağlanmalıdır. Partinin menfaatleri de bunu gerektirmektedir.
Sayın KILIÇDAROĞLU; kendisinden en küçük bir şüphe duymadığımız dürüst ve namuslu bir lider olmasının yanında, yukarıda belirttiğimiz diğer lider özelliklerine de sahip, gerçek bir lider olduğunu gösterebileceği bir sınavla karşı karşıyadır. 19/12/2014
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

17 Aralık 2014 Çarşamba

ŞİŞLİ BELEDİYESİNE DÜŞEN SARIGÜL GÖLGESİ





Gün geçmiyor ki; basında, Şişli Belediyesi ile ilgili olarak, Başkan Hayri İNÖNÜ ile Başkan Vekili Emir SARIGÜL arasında mevcut olduğu iddia edilen yönetim sorununa ilişkin haberler, sürekli yer alıyor.

Her seferinde, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun soruna el koyup bir çözüme ulaştıracağı yazılıp söyleniyor, ama, Emir SARIGÜL ile Başkan Hayri İNÖNÜ arasında var olduğu iddia edilen yetki paylaşımına ve yönetim tarzına ilişkin sorunlara bir türlü son verilemiyor.

Şimdi buradan açıkça soruyoruz; kardeşim, halkın oylarıyla seçilmiş Şişli Belediye Başkanı kimdir, Emir SARIGÜL mü, Hayri İNÖNÜ mü başkandır?

Hiç tartışmasız Şişlinin seçilmiş Belediye Başkanı Hayri İNÖNÜ dür. Öyleyse, bu tartışma nedir beyler, siz neyi paylaşamıyorsunuz, tüm sorumluluk ve yetki, Başkan Hayri İNÖNÜ dedir, sizin göreviniz, aranızda hiçbir çekişmeye girmeden ve hiçbir karşılık beklemeden, hiç kimseyi kayırmadan, tarafsız bir şekilde ve yasalar çerçevesinde Şişli halkına dürüst ve namuslu bir şekilde hizmet sunmak değil midir?

Emir SARIGÜL; biraz evvel internetten biyografisine baktık, iyi tahsil almış, kendisini yetiştirmiş bir kişi olmakla birlikte, daha çok genç ve 1981 doğumlu olup, yadsınamaz ki, Türkiye ortalamalarına göre çok genç yaşlarda, Şişli eski Belediye Başkanı olan babası Mustafa SARIGÜL'ün ününden ve servetinden yararlanarak, inşaat Şirketi sahibi ve Galatasaray Kulübünün yönetim kurulu üyesi olmuş ve daha sonra, Şişli Belediye Meclisi Üyeliğine seçilerek siyasete atılmış bir şahsiyettir.

Emir SARIGÜL'ü küçük ve değersiz kılmak ve göstermek için söylemiyoruz ama, bugün iş ve siyaset yaşamında gelmiş olduğu yere ulaşmasında, babası Mustafa SARIGÜL'ün ününden, maddi ve manevi desteklerinden yararlanmış olduğunu, kimse inkar edemez.

Bize göre, uzun süre başkanlığını yaptığı ve siyasetteki bugünkü ününe ve etkinliğine kavuşmasında rol oynayan Şişli Belediyesi, Mustafa SARIGÜL'ün olmazsa olmazlarından ilk sırayı almakta ve bu nedenle, Mustafa SARIGÜL, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olmak üzere ayrılmak zorunda kaldığı Şişli Belediyesine, oğlu Emir SARIGÜL'ü emanetçi bırakarak, vazgeçemediği Şişli Belediyesi üzerindeki etkinliğini, oğlu üzerinden sürdürmek istemektedir.

Bu nedenle, bizimki, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü çerçevesinde yaptığımız şahsi bir yorum olmakla birlikte, bize göre, Şişli Belediye Başkanı Hayri İNÖNÜ ile Başkan Vekili Emir SARIGÜL arasında var olan yönetimsel sorun ve çekişmenin asıl muhatabı; Emir SARIGÜL olmayıp, Şişlide yaşayan halka ve özellikle Nişantaşı esnafına el sıkma mesafesinde yakın durarak, daha ziyade göze ve duygulara hitap eden gösterişe dayalı ve popülist yönetimi ile popüler olan ve üst üste seçimler kazanarak, Şişli Belediye Başkanı olarak, şimdi kaç yıl ve kaç dönem olduğunu tam olarak hatırlayamadığımız çok uzun yıllar görev yapan Mustafa SARIGÜL'ün kendisi olup, Şişli Belediyesindeki görünürde Hayri İNÖNÜ ile Emir SARIGÜL arasında cereyan ettiği kabul edilen ve partiyi yıpratan bu sorun'a, ne yazıktır ki, CHP Genel Başkanı; Şişli Belediye Başkanı Hayri İNÖNÜ dür diyerek ve yumruğunu masaya vurarak, radikal bir çözüm getirememektedir.

Bize göre, Sayın KILIÇDAROĞLU artık yumruğunu masaya vurmalı ve hepimizin duyacağı bir şekilde, Şişli Belediyesinin seçilmiş ve meşru başkanı Hayri İNÖNÜ dür, Şişli Belediyesinde, soyadı ne olursa olsun, herkes, Başkan Hayri İNÖNÜ'nün buyruklarına uymak zorundadır diye haykırarak, Şişli Belediyesi üzerindeki SARIGÜL gölgesine son vermelidir. 17/Aralık/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






16 Aralık 2014 Salı

FOKUR FOKUR KAYNAYAN BİR TÜRKİYE



AKP'nin iktidar olduğu ülkemiz, maalesef fokur fokur kaynıyor.

Herkes tedirgin ve endişeli, yarınından ve geleceğinden emin ve mutlu olan yok gibi.

İşsiz babalar,

Parasızlıktan her gün çocuklarına ne pişereceklerini bilemeyen anneler,

Her yeni güne, kendilerine daha nelerin dayatılacağı ve eğitimde reform adı altında önlerine saçma sapan ve çağ dışı nelerin sunulacağının merak ve endişesi içindeki öğrencilerimiz,

AKP iktidarının baskısından bunalan gazetecilerimiz,

En küçük bir protesto ve gösteri yürüyüşü yapmalarına müsaade edlmeyen, yapmaya kalkışanlarının da, yakalanarak yaka paça polis merkezlerine götürülüp sorgulandığı gençlerimiz,

Yargıyı siyasallaştıran ve yandaşlaştıran AKP iktidarının, yargıya müdahaleleri karşısında direnemeyen ve tarafsızlıklarından ödün vermek zorunda kalan yargı mensuplarımız,

AKP iktidarının, çözüm süreci adı altında PKK ile müzakere masasına oturması ve bunun sonucunda da, Güneydoğuda özerk bir Kürt yönetiminin oluşturulması ve PKK lideri APO'nun serbest bırakılması ihtimalinden, en başta şehit yakınları olmak üzere, ciddi bir şekilde endişe duyan halkımız,

İş bulabilen ve asgari ücretle iş güvenliğinden yoksun olarak çalışmak zorunda bırakılan en başta madencilerimiz olmak üzere, her branştan işçilerimiz,

Ağır vergi yükü altında ürettikleri malları satamayan sanayicilerimiz,

Üzerlerine atılı çok ciddi onlarca yolsuzluk ve rüşvet iddialarına, tek adama ve onun emri altına giren meclis çoğunluğuna dayalı, meclisin denetleyemediği diktaya varan yönetimlerine rağmen, akıl almaz bir şekilde, yüzde ellilere varan seçmenin oylarıyla yönetimde kalmayı başaran AKP iktidarının karşıtı ve muhalifi olan yüzde elliyi aşan seçmen kitlesi,

Bir zamanlar AKP iktidarı ile kol kola çalışarak işbirliği yapan ve ordumuza kumpas kurarak ordumuzun emekli ve muvazzaf subay ve astsubaylarını darbecilikle suçlayarak zindanlarda çürüten ve benzeri kumpasın eski ortakları AKP iktidarı tarafından kendileri için de kurulduğuna tanık olan,14 Aralık operasyonu ile gözaltına alınarak, bu kumpası yaşamaya başlayan cemaat yanlısı sözde basın mensuplarıyla onların emniyetteki uzantıları ve aileleri,

Bu güzel ve cennet ülkemizin içine düşürüldüğü tüm olumsuzluklardan etkilenerek umutsuzluğa kapılan masum milletimiz,

Hatta, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin yönetici ve insanları,

Çok mutsuz ve umutsuz.

Mutlu olan yok.

Hergün ekranlara yansıyan öfkeli söylemlerine ve adeta gölgesiyle kavga eden öfkeli ve sinirli görüntülerine baktığımızda; bir dediği iki olmayan, eski parayla katrilyonlar harcanarak yapılan kaçak ve lüks sarayda görev yapan ve yaşayan, buna rağmen şükretmesini bilmeyen, hırsının ve doyumsuz egosunun esareti altında yaşayan Tayyip Bey'in dahi, hayatından memnun ve mutlu olmadığını, yüzünün bir türlü gülmediğini görmekteyiz. Tayyip Bey, yönetimiyle, ülkesinin insanlarını mutlu edemediği gibi, kendisini de bir türlü mutlu edememektedir.

Gördüğümüz kadarıyla, ülkemizin içine düşürüldüğü fokur fokur kaynayan bu kötü durumundan mutlu olanlar, sadece ve sadece, ülkemizin ve milletimizin iç ve dış düşmanlarıdır.

Ülkede yaşananları gördükçe, umutsuzluğa kapılıyor, ülkemizin geleceği için korkuyor ve endişe duyuyoruz.

Ülkemizin ve milletimizin geleceği ve selameti için, Tayyip Bey ve onun mutlak yönetimi altındaki AKP iktidarı; bir an önce aklını başına toplamak ve ülke yönetiminde dışına çıktığı Anayasamızın ve yasalarımızın sınırlar içine tekrar geri dönmek zorundadır.

Zaman, daha fazla gecikmeden, akılsız ve yandaş dostların sahte övgü ve alkışlarına değil, akıllı düşmanların samimi tenkit ve uyarılarına kulak vermek zamanıdır. 17/12/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



13 Aralık 2014 Cumartesi

YARGININ KOPARILAN BİR BACAĞI



Yargının üç kurucu unsuru vardır.

İddia, savunma ve karar makamları.

Tez, antitez ve sentez.

Ceza yargısında; iddia makamını savcılar, savunma makamını avukatlar ve karar makamını da hakimlerimiz temsil ederler.

Savcılarımız, yaptıkları soruşturmalar sonunda bir suçun işlediği kanaatine vardıklarında, düzenledikleri iddianameler ile iddialarını bildirerek kamu davasını açarlar, hakkında suç işlediği iddiasıyla kamu davası açılan sanık, bizzat veya onu temsilen avukatı marifetiyle bu iddia ve suçlamalara karşı savunmasını yapar, iddia ve savunmaları tarafsız bir şekilde değerlendiren ve bir senteze ulaşan hakim, vardığı vicdani kanaatine göre kararını verir.

İddia, savunma ve karar makamları, üçlü bir sacayağı oluştururlar.

Bu nedenle, ceza yargılamasında, kovuşturma aşamasında asliye ceza ve ağır ceza mahkemelerimizde iddia makamını temsilen savcıların hazır bulunmaları mecburidir.

Savcılar, iddianameleriyle kamu davasını açtıktan sonra, kovuşturma aşamasında sıvışıp kaçamazlar ve hüküm verilene kadar yargılamaya aktif olarak katılırlar, sanığın lehine ve aleyhine delil toplama ve sunma, sanığa ve tanıklara sorular sorma hak ve yetkileri vardır.

Savcılar, yargılama sonunda toplanan tüm delillere göre, savunma makamının nihai savunmasından önce, esas hakkında mütalaa olarak nitelendirilen son görüşlerini açıklarlar, bu görüşlerinde, cezalandırmaya yeterli kesin ve inandırıcı delillere ulaşıldığı sonucuna varırlarsa sanığın cezalandırılmasına, aksi halde beraatine karar verilmesini talep ederler, savunma makamı da, savcının, yani iddia makamının bu esas hakkındaki mütalaasını baz alarak, savunmasını yapar ve sonunda hakim de kararını açıklar.

AKP iktidarı tarafından çıkarılan son torba yasaya konulan bir hükümle, asliye ceza mahkemelerinin iddia makamında, 31.Aralık.2019 tarihine kadar savcıların hazır bulunma mecburiyetleri askıya alınmış ve ceza yargılamasının üç bacağından birisi olan iddia makamı bacağı kırılmış ve alçıya alınan bu bacak, 31/12/2019 tarihine kadar, geçici olarak kullanımdan kaldırılmıştır.

AKP iktidarının, yargının üç kurucu unsuru arasındaki dengeyi yok eden bu akıl almaz icraatı, ilk değildir.Bundan önce de, yine bir torba yasa ile savcıların asliye ceza mahkemesinde hazır bulunarak yargılamaya katılmaları bir süreliğine askıya alınmış ve daha sonra savcılar yeniden asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalara katılma imkanına kavuşmuşlardı.

Bu son uygulama, ikinci kez yürülüğe sokulmuş ve Türk insanı, topal bir yargıya layık görülmüştür. AKP iktidarının yargıya, adalet dağıtımına verdiği önem ve değeri göstermesi yönünden bu uygulama çok dikkat çekicidir.

Şimdi diyeceksiniz ki, savcı düzenlediği iddianame ile iddiasını bildirmiş ve davasını açmış, kovuşturma ve yargılama evresinde duruşmalara katılsa ne olur, katılmasa ne olur?

Doğru, ülkemizdeki uygulamaya baktığımızda savcılarımızın çoğunluğu iddianame yazmakla, ununu elemiş ve eleğini asmış insanlar gibi, duruşmalarda etliye ve sütlüye karışmazlar, yargılamaya bir katkı sunmazlar, duruşmalar, onlar için can sıkmaktan ve vakit kaybından öteye bir anlam ifade etmez, genellikle de, doğrulara ulaşmak ve adaletin tecelli etmesi adına, hakimlerimize pozitif bir katkı sunmazlar.

Ancak, yukarıda belirttiğimiz gibi, yargılamanın sonunda nihai görüşlerini, esas hakkında mütalaalarını bildiren savcılarımızın, asliye ceza mahkemelerine iştirakleri askıya alındığı için, savcının esas hakkında mütalaa bildirmesi imkansız hale gelmiş ve iddia makamının, köprülerin altından çok suların aktığı yargılama sonunda değişen veya değişmeyen son duruma göre, esasa ilişkin sonuç görüş ve düşüncesini öğrenemeyen savunma makamının savunma yapması, zorlaştırılmıştır.

Savunma makamı; iddia makamını temsil eden savcının sonuç suçlamasını, haklarında cezalandırılma mı, yoksa beraat mi talep edileceğini öğrenemediği için, neye göre savunma yapacaktır?

Savunma makamı, önüne tez konulmadan, antitez sunmaya davet edilmekte ve doğrudan, karar makamı olan hakimle yüz yüze kalmakta ve hakimin sürpriz kararını beklemek zorunda bırakılmaktadır.

Savcının hazır bulunduğu ve sonunda esas hakkındaki görüşünü bildirdiği yargılama döneminde, savunma makamı karardan önce savcının cezalandırılma veya beraat yönündeki görüşünü öğrenme imkanı bulduğu için, savunmasını buna göre hazırlama fırsatı bulmakta, şayet cezalandırılma talebi ile yüz yüze ise, daha ciddi bir savunma hazırlayıp sunma imkanına kavuşmaktadır.

Savcının hazır bulunup takip ettiği ve yargılama sonunda sunduğu esas hakkındaki görüşünden yoksun bir yargılamada; savunma makamı, pusulasız bir gemi kaptanı gibi rotasını bulmakta zorlanmaktadır.

Bu itibarla, torba yasa ile getirilen, savcıların asliye ceza mahkemelerinin duruşmalarına katılmalarının 31/12/2019 tarihine kadar askıya alınması uygulaması, savunma adına sakıncalı, hukuka aykırı ve olumsuz bir uygulamadır. Bu uygulamayı milletimize layık örenleri kutlamak gerekiyor!14/12/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

12 Aralık 2014 Cuma

BU VİCDANSIZLIKTAN DA ÖTEYE BİR CİNAYETTiR!





Dün akşam bir televizyon kanalımızda yer alan bir haber, tüylerimizi diken diken yaptı ve bize, bu bir vicdansızlıktır, hatta bundan da öteye bir cinayettir dedirtti.

Haber şuydu; kanser hastası olup da, kemoterapi alan hastalarımızın, kemoterapi alabilmeleri için kullanılan kit'lerin parası, bundan böyle SGK tarafından karşılanmayacakmış.

Ne kadar ayıp, ne kadar vicdansız ve densiz bir karar. Bunu kendi paralarıyla karşılamaktan yoksun fakir kanser hastalarımız, adeta ölüme terk edilecek demek ki.

Bu haber karşısında, kaçak saraya sarf edilen israf derecesindeki paraların önemi bir kat daha artmış bulunuyor.

Tayyip Bey, kaçak saraya yapılan eleştirilere karşı ne demişti?

Bu saray ülkemizin itibarıdır, itibardan tasarruf edilemez.

Sosyal bir devlet olduğunu iddia eden bu ülkenin, kanser illetine yakalanan fakir ve talihsiz hastalarının sağlıklarını düşünmesi ve onların tedavilerini sağlaması, ülkemizin itibarı değil midir?

Kaçak sarayın ülkenin itibarı olarak değerlendirildiği ve itibardan tasarruf edilemeyeceğinin en yetkili ağız tarafından açıklandığı ülkemizde, SGK denen kurum bir karar alıyor ve kanser hastalarını kaderleriyle baş başa bırakıyor, sözüm ona itibarından tasarruf etmeyen devletimiz, vatandaşlarının sağlıklarından tasarruf etmeye çalışarak, kendisini itibarsızlaştırıyor.

Bu çelişkiyi ve aymazlığı anlayabilene aşk olsun.

Bu haber doğru ise, bu yanlışın düzeltilmesi görev ve sorumluluğu da, kaçak sarayı devletin itibarı sayan ve itibardan tasarruf edilemeyeceğini savunan Tayyip Bey'e düşmektedir. Her işe müdahale ettiği gibi, asla tasarruf edilemeyecek olan kansere yakalanan insanlarımızın hayatlarına kasteden bu ayıba el koyarak, bu ayıbı derhal son erdirmek, bizzat Tayyip Bey'in boynunun borcudur.

Bu yazımızda yer vermek istediğimiz bir diğer konu Süheyl BATUM'un CHP den kesin olarak ihraç edilmesi kararıdır.

Hemen belirtelim ki, bu karar çok yerinde ve gecikmiş bir karardır.

Süheyl BATUM dahil, hele, hele hiçbir emek sarfetmeden, teşkilat içinde çalışmadan, akademisyenliği sayesinde tepeden inme bir şekilde partili ve milletvekili yapılan kişiler, hadlerini bilecek ve parti içi demokrasi sınırlarını aşacak derecede, partiye zarar verecek olan her türlü eylem ve söylemlerden kaçınacaklardır.

Süheyl BATUM; sıradan bir Anayasa profesörü olup, bir dönem Ruhat MENGİ tarafından sunulan ve yanılmıyorsak adı da, her açıdan olan bir televizyon programının sürekli ve adeta kadrolu katılanı olarak televizyonda iktidarı eleştiren beyan ve söylemleriyle ismini duyuran ve ünlenen, bunu da milletvekilliğine taşıyan bir kişidir.

CHP, Süheyl BATUM'u partisine kabul etmiş ve akademisyen kimliğini göz önüne alarak, onun Anayasa hukuku alanındaki birikiminden, bir teknokrat olarak mecliste yararlanmak amacıyla milletvekili yapmıştır.

Bize göre, CHP yöneticileri bir hata yapmışlar ve teşkilattan gelmeyen, daha önceki yıllardan gelen milletvekilliği tecrübesi dahi bulunmayan, particiliğin ve parti yöneticiliğinin ne olduğundan habersiz Süheyl BATUM'a, hoş geldin dedikten hemen sonra, partinin yetkili kurullarında ve makamlarında görev vermişler, onun akademisyen kimliği ile parti içinde her türlü görevin hakkından gelebileceği yanılgısına kapılmışlar ve Süheyl BATUM da, parti içinde kendisine gösterilen bu teveccüh karşısında, ben neymişim havası içine sokulmuştur.

Bu Süheyl BATUM; Cumhurbaşkanı ortak adayının belirlenmesinden sonra, yetkili kurullarda yapmaya hakkı olan eleştirilerini aleniyete dökmekle de yetinmeyerek, partiye baş kaldırmış ve katıldığı bir televizyon programında, Emine Ülker TARHAN'ı alternatif Cumhurbaşkanı adayı gösteren bir çağrının öncülüğünü yaparak, bu çağrı belgesine ilk imzayı koymuştur. Bununla da yetinmeyen Süheyl BATUM, Emine Ülker TARHAN'ın CHP den istifa etmesinden sonra, bu istifaların devam edeceğine ilişkin CHP'yi yıpratan beyanlarda bulunmuştur.

Bize göre, Süheyl BATUM; Cumhurbaşkanı ortak adayını beğenmeyebilir ve kapalı kapıların ardında, partinin yetkili kurullarında en ağır eleştirilerini dile getirebilirdi, baktı olmuyor, seçim sonuçlarına kadar bekler ve susar veya hiç beklemeden, hem partisinden, hem de milletvekilliğinden istifa edebilirdi. Süheyl BATUM, bunların hiçbirini yapmayarak, partisine karşı isyan bayrağını açmış ve Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istediği Emine Ülker TARHAN'ı Cumhurbaşkanlığına alternatif aday olarak önermiş ve daha sonraki aylarda Emine Ülker TARHAN'ın partiden istifa etmesinden sonra, kendisini çok beğendiği için Cumhurbaşkanı adayı olarak önerdiği Emine Ülker TARHAN ile birlikte, gecikerek de olsa, CHP den istifa etmesi gerekirken, partide kalarak partiyi yıpratmaya yönelik beyanlarda bulunmayı tercih etmiş ve partiden ihraç edilmeyi hak etmiş, tepeden inme geldiği partiden, tepeden inme ihraç kararıyla uzaklaştırılmıştır.

Bu karar; parti içi demokrasi sınırlarını aşarak partiye zarar vermeye başlayan, kendi ünlerini, partinin geleceği ve menfaatlerinin üstünde gören partililer için gerekli ve CHP için de çok yararlı bir karar olup, özellikle akademisyen kimlikleri sebebiyle bir teknokrat olarak partiye kabul edilerek kısa yoldan ve zahmetsizce milletvekili yapılan ve bundan sonra da yapılacak olan kişilerin, daha parti tecrübesi kazanmadan, partiye zarar verecek tutum ve davranışlardan uzak durmalarına rehber olup, ışık tutacaktır. 12/12/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




7 Aralık 2014 Pazar

ALIŞILMIŞ YA DA ALIŞILMAMIŞ DEĞİL ANAYASAL CUMHURBAŞKANLIĞI VARDIR




Tayyip Bey, Çırağan Sarayında gerçekleştirilen ASKON 9.Olağan Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında, “Ben alışılmış cumhurbaşkanı değilim. Olmadım, olmayacağım.” demiş ve salonda dakikalarca ayakta alkışlanmış.

Ne kadar acı değil mi?

Ben alışılmış cumhurbaşkanı değilim, olmadım ve olmayacağım diyebiliyor.

Cumhurbaşkanı seçilmiş ama, cumhurbaşkanının ne olduğundan habersiz.

Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde, alışılmış cumhurbaşkanlığı olmadığı gibi, alışılmamış uçuk ve taraflı, partili cumhurbaşkanlığı da yoktur.

Tek cumhurbaşkanlığı vardır, o da, partili olmayan, eski partisi ile ilişiğini kesen tarafsız Anayasal cumhurbaşkanlığı. Bunun başka bir yolu ve şekli yoktur.

Vardır diyen, anayasal suç işlemektedir.

Kendini kaf dağında gören, Türkiye Cumhuriyetini sahipsiz ve babasının özel çiftliği ve muz cumhuriyeti sayan Tayyip Bey, kendisini cumhurbaşkanlığı makama getiren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına adeta meydan okuyor. Bir hukuk devleti olan ve bir Anayasası bulunanTürkiye Cumhuriyetini, Anayasayı bir kenara koyarak, kendi keyfine ve arzusuna göre, bir kabile devleti gibi yönetmeye çalışıyor.

Tayyip Bey; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tanıdığı hak ve özgürlükleri kullanarak cumhurbaşkanı seçildiği halde, cumhurbaşkanı seçildikten sonra partisi ile olan bağını kesmesinin Anayasal bir zorunluluk olmasına, şerefi ve namusu üzerine yaptığı yemin uyarınca, tarafsız bir cumhurbaşkanlığı yapacak olmasına rağmen, eski partisi AKP ile bağını kesmiyor ve eskiden olduğu gibi, AKP Genel Başkanı gibi konuşuyor, davranıyor, Türkiye Cumhuriyetinin partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanı olduğuna bin şahit gerekiyor.

Bunu da açıkça itiraf ediyor ve bu davranışını, büyük bir pişkinlikle, “Ben alışılmış cumhurbaşkanı değilim. Olmadım, olmayacağım.”diyerek açıklıyor.

Hayır efendi, burası muz cumhuriyeti ve bir kabile devleti değil, herkesin uymak zorunda olduğu yasaları ve anayasası olan ve bu yasa ve anayasalara göre idare edilen bir hukuk devletidir.

Anayasa, cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini açıkça belirtmiş, görev ve yetkilerinin sınırlarını çizmiş ve cumhurbaşkanının eski partisi ile ilişkisini keseceğini ve tarafsız olacağını emretmiştir.

Bu kurallara uymak ve namusunuzla görevinizi yapmak zorundasınız.

Siz bu milletin şu veya bu sebeple sesini çıkaramadığına ve sessiz kaldığına, şu anda sizin bu anayasa dışına çıkışınız nedeniyle sizden hesap sorulamadığına asla güvenmeyiniz, doğru yolda değilsiniz, anayasal suç işlemektesiniz

Siz,bu ülkeye cumhurbaşkanı seçilmişsiniz, siz de biliyorsunuz ki,
bundan daha üstün başka bir makam yok, yol burada bitiyor, sağlıklı bir yaşamdan başka daha ne istiyorsunuz?

Anayasa Mahkemesi seçim barajını kaldırsa ne olur, kaldırmasa ne olur, cumhurbaşkanı olarak sizi ilgilendiren nedir, diyelim ki baraj kaldırıldı ve seçimlerde AKP tek başına iktidar olamadı,size ne, nedir bu ihtirasınız ve doyumsuzluğunuz, bizim bilmediğimiz, gerçekleşmesini istediğiniz bazı gizli niyetleriniz mi vardır?

Bize göre, Anayasanın öngördüğü cumhurbaşkanlığının gerektirdiği vasıfları yitirdiğiniz için, milletimizin anayasaya saygılı kesimlerinin vicdanlarında, sizin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığınız düşmüş ve şu an itibariyle, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı makamı boşalmış bulunmaktadır.

Bunu böyle biliniz ve sizin tabirinizle alışılmış, bizim tabirimizle Anayasanın öngördüğü tarafsız ve gerçek bir cumhurbaşkanı olmaya çalışınız, Tayyip Bey.08/12/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat










6 Aralık 2014 Cumartesi

BOŞUNA YIRTINMAYIN BU SARAY MİLLETİN OLAMAZ




Tayyip Bey Atatürk Orman Çiftliğini talan ederek milletimizden gizli olarak yaptırdığı kaçak sarayı savunmaya ve bu sarayın kendi şahsi malı olmadığını,milletin sarayı olduğunu söylemeye devam ediyor.

Kaçak saray konusundaki eleştiriler hayli canını sıkmış ki, her vesileyle kaçak sarayı savunuyor.

Tayyip Bey, Çırağan Sarayında düzenlenen Anadolu Aslanları İş Adamları Derneğinin 9.Olağan Genel Kurulu toplantısında yaptığı konuşmasında, kaçak saraya yapılan eleştirilere verdiği cevaplara bir yenisini eklemiş,sarayı eleştirenlerin büyük düşünemediklerini, büyük devlet olmak ve büyük düşünmek isteniyorsa, bu sarayın eleştirmemesinin gerektiğini, her kafadan bir sesin çıktğını, iddia edildiği gibi sarayda 1000 oda değil, bunun da üzerinde 1150 küsur odanın bulunduğunu kinayeli bir şekilde beyan etmiş ve cumhurbaşkanlığı kadroları için bu odaların planlandığını ilave ederek, kendisini eleştirenlere meydan okumuş, ben alışıldık cumhurbaşkanı değilim, olamam da diyerek, Anayasa bana vız gelir,Anayasayı tanımıyorum demek istemiştir.

Tayyip Bey'in beyanlarında yer alan ve bizim dikkatimizden kaçmayan altı çizilmesi gereken bir husus; Tayyip Bey'in, bu saray ve odalarının cumhurbaşkanlığı kadrolarına göre planlandığı şeklindeki beyanı olmuş ve Tayyip Bey bu beyanıyla; cumhurbaşkanı seçiminden iki üç sene önce, bu kaçak sarayın yapımına karar verirken, bu kaçak sarayı, Cumhurbaşkanı seçileceğinden emin bir şekilde, aslında Başbakanlık binası olarak değil, cumhurbaşkanlığı sarayı (Anayasayı değiştirne başarısını gösterebilirse başkanlık sarayı)olarak planlayıp inşaatına başlattığı açık ve net bir şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Demek ki, Tayyip Bey sözüm ona partisinin yetkili kurullarında uzun uzun ve üst üste yaptığı istişareler sonunda cumhurbaşkanlığına adaylığını koymamış, sarayın inşaatını cumhurbaşkanı olacağından emin bir şekilde başlatmış ve cumhurbaşkanlığına adaylığı konusunda halkımızı aldatmıştır. Şimdi anlaşılıyor ki, kaçak sarayın inşasını planlayıp fiiliyata koymadan önce, kendi kafasında cumhurbaşkanlığına aday olmayı kesin olarak kararlaştırmıştır.

Tayyip Bey'in iddia ettiği gibi, büyük devlet olmanın yolu, fakir halkımızın paralarıyla, çok pahalı, 1150 odalı, gösterişli ve şaşaalı olarak inşa edilen kaçak saraylardan geçmemektedir.

Tayyip bey eleştirilere ne cevap verirse versin, ne kadar yırtınırsa yırtınsın, yaptırdığı kaçak saray, asla milletin değildir, milletin de olamaz. Bu saray bal gibi, Tayyip Bey tarafından kendi egosunun tatmini için yapılmış kişiye özel bir saraydır.

Kaçak sarayın tapusu, yani mülkiyeti, tabiatıyla Tayyip Bey'in olmayıp kamunundur. Ancak, bir sarayın tapusunun kamuya ait olması, o sarayı kamuya, yani millete ait kılamaz.

Bu sarayın millete ait olabilmesi için, öncelikle;

Ülkenin ve milletin temsili yönünden gerçekten böyle bir saraya ihtiyaç duyulması,

Sarayın yapımı öncesinde, yeni bir cumhurbaşkanlığı sarayının yapımının düşünüldüğünün milletin bilgisine sunulması ve bu düşüncenin milletle paylaşılması ve şeffaf olunması,

Sarayın yapımı konususnda milletin tepkisi ölçülerek yapımına kesin olarak karar verildikten sonra, saray için ulusal veya uluslararası bir proje yarışması açılması ve halkın görüşlerine de başvurularak şeffaflık içinde belirlenecek projeye göre uygun bir yer seçilerek inşaata başlanması, projenin maliyeti konususnda milletin bilgilendirilmesi, aşırı lüks harcamalardan kaçınılarak, Türk Milletinin ortalama yaşam seviyesiyle ve bütçe olanaklarıyla orantılı bir sarayın inşasının gerçekleştirilmesi, gerekirdi.

Kaçak saraya baktığımızda, bu kriterlerin hiçbirine riayet edildiğini göremiyoruz, milletin görüşü sorulmadı, şeffaf davranılmadı, sarayın projesi yarışmaya açılarak belirlenmedi, inşaatına milletimizden habersiz gizlice başlandı, mütahit seçimi rekabete açık ve şeffaf yapılmadı, sarayın projesi ve mimarisi tamamen Tayyip Bey'in kendi zevkine ve şahsi tercihlerine göre tamamen kişisel olarak belirlendi, demokrasinin ilkeleri, basın özgürlüğü başta olmak üzere, insan hak ve özgürlükleri ayaklar altında çiğnenerek devletimizin itibarı yok edilirken, devletimizin yok edilen bu itibarının, ihtişamlı saraylarla yeniden kazanılacağı yanılgısına düşüldü.

Bu itibarla, Tayyip Bey ne derse desin, kendisini ne kadar yırtarsa yırtsın, bu kaçak saray, asla milletimizin değildir. 4/Aralık/2014 tarihli “Halkın Sarayı” başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi; Tayyip Bey'in, hiçbir önceliği ve gereği yokken, halkları yoksulluk içinde kıvranırken kendileri zevk ve safa içinde lüks hayat süren geri kalmış ülkelerin diktatörlerini çağrıştıracak şekilde, halkından gizleyerek inşaatını başlattığı 1000 (Tayyip Bey'in beyanına göre 1150 küsur) odalı ve görkemli kaçak saray, asla halkın sarayı olamaz.Bu saray milletimiz için bir yüz karasıdır.

Milletimize ait olmayan bu kaçak sarayda, milletimize ait olan tek şey, bu kaçak sarayın yapılması için çarçur edilen paralardaki yoksul milletimizin alın teridir. 06/Aralık/2014

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat