30 Ocak 2015 Cuma

TAYYİP BEY'İN ASIL SORUNU DEMOKRASİ VE YARGI DENETİMİYLEDİR





Tayyip Bey doymak bilmiyor.

Türkiye Cumhuriyetinin en büyük ili, nüfusu itibariyle, çoğu devletten büyük olan İstanbul ilinde Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ve daha sonra da, Başbakanlık yapmış ve onu takiben de, Başbakanlıktan kendi rızasıyla vaz geçerek, talip olduğu Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve halen de 1150 odalı bir buçuk katrilyon liraya mal olan özel sarayında, Başbakan ve Cumhurbaşkanı karışımı olan, biraz cumhurbaşkanı yetkilerini ve biraz da başbakan yetkilerini tereyağında kızdırıp karıştırarak kendisinin özel olarak yarattığı (!) Anayasada yeri olmayan, Cumhurbaşbakanlık görevini icra etmeye çalışmaktadır.

Tayyip Bey o kadar doyumsuz ki, milyonlarca üniversite mezununun asgari ücretle iş bulamadığı ülkemizde, onu Cumhurbaşbakanlığı makamı dahi tatmin etmiyor.

Tutturmuş, ben bildiğiniz Cumhurbaşkanlarından değilim, çalışmaya, koşmaya ve terlemeye alışkın bir kişi olarak, beni Cumhurbaşkanlığı kesmiyor, ben Başbakan ve Cumhurbaşkanının karışımından oluşan, altımda ayrıca bir Başbakan omayan bir sistem kuracağım ve şark tipi başkanlık sistemine geçeceğim diyor.

Adama sormazlar mı, mademki çalışacak, koşacak ve terleyecektin, o zaman Başbakan olarak kalmayıp da niçin Cumhurbaşkanlığına talip oldun?

Tayyip Bey'in amacı başka. Tek adam olmak ve tüm yetkileri kendi elinde toplamak istiyor. Paylaşmasını hiç sevmiyor, paylaşmak fıtratında hiç yok.

Başbakan iken, pek hissettirmiyordu ama, üzerindeki Cumhurbaşkanına tahammül edemiyordu, Cumhurbaşkanı oldu, şimdi de kendisinin talimatından hiç çıkmayan uysal Başbakan Ahmet Bey'e tahammül edemiyor.

Tayyip Bey'in tahammül edemediği sorunlu olduğu husus, sadece yürütme yetkisini paylaştığı altındaki başbakan değil, Tayyip Bey aslında demokrasiye ve onun olmazsa olmazı olan bağımsız yargıya tahammül edemiyor.

Onun için de, Başbakan olarak Türkiye Cumhuriyetini idare ettiği on iki sene zarfında, ( Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koyduğu başbakanlık görevinin son seneleri hariç) hiç ağzına almadığı halde, şimdi, parlamenter sistemin ve yargının, yürütmenin elini kolunu bağladığını ve süratli iş yapmayı engellediğini,ayak bağı olduğunu, bu nedenle başkanlık sistemine geçilmesinin gerekli olduğu tezini savunuyor.

Parlamenter sistem yıllardan beri ülkemizde uygulanmış ve halen de Avrupa ülkelerinin çoğunda başarıyla uygulanmakta olan bir sistemdir. Tayyip Bey'in asıl sorunu ve başkanlık sistemine geçmek istemesinin gerçek nedeni, bir türlü içine sindiremediği demokrasinin evrensel ilkeleri, bağımsız yargı ve bağımsız yargının yürütme ve yasama üzerindeki denetimidir.

Bağımsız yargının ve yasama ve yürütme üzerinde bir yargı denetiminin bulunmadığı bir demokrasi modeli yoktur. Hangi sistemi kabul ederseniz ediniz, ister parlamenter sistemin,isterseniz başkanlık sisteminin geçerli olduğu demokrasi modelini benimseyiniz, yargı denetiminden kaçamazsınız ve yargının, yürütme ve yasamanın hızını kestiğini ve çalışmalarına engel olduğunu savunamazsınız. Bunu savunduğunuz taktirde, sizin demokrasi ile bir sorununuz var, siz kötü niyetlisiniz, sizin gizli bir amacınız var, siz bağımsız yargının ve yargı denetiminin bulunmadığı tüm gücü elinizde tutan denetimsiz bir dikta rejimi arzuluyorsunuz demektir.

Evet, iddia ediyoruz ve haykırıyoruz,bugün parlamenter sistemi eleştirerek başkanlık sistemine geçelim diye yaygara koparanların asıl sorunu; parlamenter sistemle değil,yetkilerin paylaşıldığı, yasama ve yürütmenin keyfi kararlar almasınının önüne geçildiği, hak ve özgürlüklerin tek güvencesi bağımsız yargının ve yargı denetiminin bulunduğu çağdaş demokrasi iledir. Gerisi bahane ve teferruattır.

Tayyip Bey'in bir çelişkisine ve samimiyetsizliğine de değinmek istiyoruz. Tayyip Bey Cumhurbaşkanı olduktan sonra, başkanlık sistemine geçilmesi için bugün ne diyor? Parlamenter sistem, yürütmenin ayak bağı oluyor ve hızlı icraatı engelliyor diyor.

Pekala, aynı tayyip Bey; parlamenter sistem içinde, Başbakan olarak on iki yıl içinde yaptığı devasa hizmetleri ve icraatları meydanlarda yaptığı konuşmalarında dile getirip övünmüyor muydu? Kendi 10,12 yıllık iktidarları döneminde yaptıkları icraatın; Cumhuriyetin kurulduğu tarihten, kendilerinin iktidara geldikleri 2002 yılına kadar geçen 79 yıllık sürede yapılanlardan daha fazla olduğunu, avazı çıktığı kadar bağırarak övünüp, kasım kasım kasılmıyor muydu?

O zaman Tayyip Bey'in birbirleriyle çelişen bu iki beyanından birisi yalan ve yanlış olmuyor mu?

Bize göre, Tayyip Bey'in her iki beyanı da yalan ve yanlış ama, şayet; parlamenter sistem ile hizmet ve hızlı icraat yapılamadığı gerçek ise, Tayyip Bey bu sistem içinde Başbakanlık yaptığı 12 yıl boyunca, iddia ettiği gibi, kendisinden önceki toplam 79 yıla bedel olan çoklukta ve nitelikte bir hizmet ve icraatı yapamadığı halde, yapmış gibi yalan söylüyor, şayet; 12 yıllık Başbakanlığı döneminde, kendi döneminden önceki toplam 79 yılda yapılan hizmet ve icraatlara bedel olan çoklukta hizmet ve icraatları gerçekten yapmış ise, demek ki parlamenter sistem, yürütmenin ve yasamanın önünde bir engel oluşturmuyor ve icraatları yavaşlatmıyor demektir.

Kaldı ki, bizim ülkemizde uygulanan parlamenter sistem; batı demokrasilerinde uygulanan parlamenter sistem gibi olmayıp, adı olan ancak aslı olmayan yozlaştırılmış bir parlamenter sistem olup, milletvekillerini kendisi belirleyen genel başkanın tek söz sahibi olduğu, parti içi demokrasinin bulunmadığı partilerden oluşan bu parlamenter sistem içinde, meclisin yürütmeyi denetleyemediği, hesap soramadığı, iktidar partisinin genel başkanının başbakan olduğu,çoğunluktaki iktidar partisinin milletvekillerinin başbakanın emrinde olduğu, başbakanın istediği her yasayı kısa sürede ve istediği şekilde çıkarabildiği bu yozlaşmış parlamenter sistem içinde dahi icraat yapılamadığını,bu nedenle başkanlık sşstemine geçilmesi gerektiğini söyleyen herkes, kim olurlarsa olsunlar, yalan söyleyerek halkımızı kandırmakta ve kendi politik çıkarlarını düşünmektedirler.

Bu gerçekleri, halkımız bilmeli ve anlamalıdır.30/01/2015



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

29 Ocak 2015 Perşembe

SAYIN KEMAL KILIÇDAROĞLU


En baştan söyleyelim, sizi çok seviyoruz.
İyi ki varsınız.
Türkiye'mizin; sizin gibi iyi niyetli, çalışkan, dürüst ve namuslu politikacılara ihtiyacının olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
CHP içinde, sade bir milletvekili, Grup Başkan Vekili ve son olarak da, CHP Genel Başkanı olarak büyük hizmetlerde bulundunuz ve halen de bulunuyorsunuz.
Ülkemizin içinde bulunduğu, vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyete, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine ve rejime yönelik, zordan da öte ,çok zor koşulları ve tehlikeleri bizler gibi, siz de çok iyi görüyorsunuz.
Sayın KILIÇDAROĞLU; ülkemizin, karşı karşıya kaldığı bu zor koşulları ve tehlikeleri aşması için son şansının, önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan genel seçimler olduğunu size hatırlatmamıza gerek olmadığını düşünüyoruz.
Daha dün açıklandı, Tayyip Bey, başkanlık sistemine geçiş inadından vazgeçmiş değil, bilakis bu konudaki çalışmalarına Aksarayda hız verdiğini duyuyoruz.
Dün, Aksaray sözcüsünün basın açıklamasını duymuş olmalısınız. Bu açıklamaya göre, Haziran seçimleri öncesinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, 30 ilimizi kapsayacak bir ziyaret ve teşekkür mitingi yapma hazırlığı içinde olup, Tayyip Bey'in, megali ideası olan başkanlık sistemine ulaşabilmek ve bu amaçla anayasayı değiştirebilmek için, Anayasaya aykırı olarak hala fiili ilişkisini devam ettirdiği eski partisi AKP'nin, Anayasayı değiştirecek çoğunlukta yeniden iktidara gelebilmesi için elinden geleni yapacağı, teşekkür ziyareti ve mitingi adı altında meydanlarda nutuklar atarak, başkanlık sisteminin ve AKP'nin propagandasını yapacağı ve seçimlerin kaderini CHP aleyhine etkilemeye çalışacağı ve önceki seçim sonuçlarına baktığımızda da, bunda başarılı olabileceği acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Sayın KILIÇDAROĞLU; ülkemiz bir sırat köprüsünden geçmek üzere. Bu nedenle CHP'nin çok çalışması, proje üretmesi ve şimdiden tezi yok, derhal meydanlara çıkması ve kendisini halkımıza tanıtarak güven vermesi zorunludur.
Bu söylediklerimiz, bir ekip işi olmakla birlikte, kitlelerin, peşinize takılıp oy olarak sandığa yansıması için, iktidara gelindiğinde uygulamaya konulacak projelerin, yapılacak işlerin, meydanlarda kitlelere anlatılması ve kitlelerin costurularak ateşlenmesi gerekir. Salı grup toplantılarında yapılan konuşmalarla, Tayyip ve Ahmet Beylere cevap yetiştirmekle bir yere gelinemeyecği gerçeğini, artık hepimiz kabul etmek zorundayız.
Bu söylediklerimizi gerçekleştirmek, meydanlara toplanan seçmen kitlesini, proje bazında aydınlatarak onların etki altına alınıp fitillerinin ateşlenebilmesimesi için, genç ve dinamik olunmasının, hitabet gücünün de çok yüksek olmasının önemi yadsınamaz.
İşte, yetmişli yıllarda Karaoğlan lakabıyla ünlenen rahmetli Ecevit; bu söylediklerimizin yaşanmış olan canlı bir örneği olup, sosyal demokrat CHP oylarına tavan yaptırma başarısını göstermiştir.
Sayın KILIÇDAROĞLU; biz sürekli halkın içindeyiz, bu nedenle de, iyi bir gözlemciyiz.Belki hiç haketmediğiniz halde, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet sürecinde, oy için cemaate yakınlaştığınız, Ergenekon ve Balyoz davalarının görüldüğü süreçte de, fazla etkin olmadığınız, Ergenekon ve Balyoz sanıklarına ilgi göstermediğiniz konularında ağır eleştiriler aldığınız ve bu nedenle, bırakınız yeni seçmen kitleleri kazanmayı, CHP'li olan bazı kişilerin dahi,önümüzdeki seçimlerde CHP'ye oy vermeyecekleri konularında ciddi gözlemler edinmiş bulunuyoruz.
Bu nedenle, önceki seçim başarısızlıklarını da dikkate aldığımızda, bu seçimlerde CHP'nin işinin hayli zor olduğunu söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Bu itibarla, CHP'nin seçim başarısı için, acil olarak bir şok tedaviye ihtiyaç bulunduğunu düşünüyoruz.
Sayın KILIÇDAROĞLU; biz, içinden geçenleri, ülkenin yararına olması koşuluyla, korkmadan ve utanmadan, evelemeden ve gevelemeden söyleyen ve yazan bir kişilik yapısına sahibiz.
Bu nedenle ve açık yüreklilikle ve tüm samimiyetimizle biz diyoruz ki; bu seçimlerin, ülkemizin ve rejimimizin geleceği için arz ettiği hayati önemi vurgulayarak, ülkemizin ve CHP'nin menfaatleri adına gelin bir fedakarlık yapın ve bir ilki gerçekleştirin, CHP Genel Başkanlığını, Sayın Muharrem İNCE lehine bırakmak üzere, CHP'yi derhal seçimli olağanüstü genel kurula davet ediniz.
Şimdi, haziran ayında yapılacak olan genel seçime az bir zaman kala, dere geçilirken bu çılgınlık yapılır mı? Diye bize soranlar ve hatta kızanlar olacaktır.
Bu çılgınlık yapılır ve size çok da yakışır Sayın KILIÇDAROĞLU, yeter ki siz, adınızı tarihe altın harflerle yazdıracak olan bu olgunluğu ve fedakarlığı, size yönelecek olan tüm eleştirileri göze alarak gösteriniz. Bu sosyal demokrat duruşu sergileyiniz
Cumhuriyet Halk Partisinin, silkinmeye ve böyle bir çılgınlığı yapmaya ihtiyacının olduğunu zannediyoruz.
Sayın KILIÇDAROĞLU; biz, sizin yapacağınız bu çılgınlığın, sosyal demokrat kitle üzerinde bir şok etkisi yaparak, Sayın Muharrem İNCE liderliğinde iktidarı zorlayacağına inanıyor ve sizin sağduyunuza güvenerek, umut içinde, alacağınız kararı bekliyoruz. 29/Ocak/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Ocak 2015 Çarşamba

HAYIR BUNU YAPAMAZSINIZ TAYYİP BEY!...



Hayır Tayyip Bey;

Bunu yapamazsınız.

Bu kadar ileri gidemezsiniz.

Anayasayı, bu kadar açık bir şekilde ihlal edemezsiniz.

Cumhurbaşkanlığı görevinize başlarken, Mecliste namusunuz ve şerefiniz üzerine yaptığınız tarafsızlık yemininizi çiğneyemezsiniz.

Buna asla ve asla hakkınız ve yetkiniz yoktur.

Tayyip Bey; bu ülke, siz dahil, herkesin uymak ve saygı göstermek mecburiyetinde olduğu bir Anayasası olan, demokratik bir hukuk devletidir.

Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı; ülkenin birliğini temsil eden, her siyasal partiye ve siyasal düşüncesi ne olursa olsun tüm vatandaşlara eşit mesafede durması gereken, partisi ile ilişiği kesilen tarafsız bir kişi olmak zorundadır.

Bugüne kadarki uygulamalarınıza baktığımızda, bu vasıfları üzerinizde taşımadığınıza, tarafsız kalamadığınıza tanık oluyoruz.

Basın sözcünüz açıkladı, seçimlere yakın tarihlerde 30 ilimizi kapsayan bir teşekkür mitingi hazırlığı içindeymişsiniz.

Bu neyin teşekkürü Tayyip Bey?

Cumhurbaşkanı seçileli altı ay oldu.Miting yapacağınız tarihe kadar, Cumhurbaşkanlığı makamına seçildiktem sonra neredeyse bir seneyi tamamlayacaksınız, bugüne kadar yapmadığınız teşekkür ziyaret ve mitingleri seçimler yaklaşınca mı aklınıza geliverdi.

Bizim bildiğimiz, teşekkür, yapılan bir iyilikten hemen sonra eda edilir.

Sonra, teşekkür için illa ki, il il dolaşıp saatlerce konuşarak miting yapmanız da gerekmez. Çıkarsınız televizyona, tüm kanallar size bağlanır ve sizi Cumhurbaşkanı seçen milletimize teşekkür edersiniz olup biter. Bu sayede gidemediğiniz, teşekkür mitingi yapamadığınız illerimizdeki halkımız da size kırılmazlar.

Sonra, niçin otuz il? Onu da anlamış değiliz. Bu davranışınızla, illerimiz arasında bir ayrımcılık yapmış olmuyor musunuz? Bu ayrımcılık, Cumhurbaşkanının tarafsızlığına, herkesi kucaklama görevine gölge düşürmez mi?

Ama sizin gerçek amacınız, teşekkür filan değil,siz üzüm yemek değil, bağcı dövmek istiyorsunuz. Amacınız, Anayasayı çiğneme pahasına, bir türlü ilişik kesemediğiniz AKP'nin, Haziran seçimlerinde Anayasayı değiştirecek çoğunlukla tek başına iktidara gelerek, artık saplantı haline getirdiğiniz başkanlık sistemini getirebilmek için teşekkür mitingleri adı altında meydanlara çıkarak, AKP'nin propagandasını yapmaktır.

Yapmayın Tayyip Bey.

Bu millet sessiz ve suskun duruyor, her türlü Anayasa ve yasa dışılığı kabulleniyor diye, bu milleti iyice köşeye sıkıştırırark, köşeye sıkıştırılan kedinin saldırması gibi, ayaklar altına aldığınız demokrasiyi ve Anayasayı tasallutunuzdan kurtarmak için demokratik ve Anayasal direnme haklarını kullanmaya zorlamayın, bu milletin sabrını sınamaktan vazgeçin lütfen.

Gidişiniz hiç iyi değil. Demokrasiyi sandığa indirgemeyiniz lütfen.

Demokrasi bir gün herkese lazım olur, size de tabiatıyla.

Ülkenizi,milletinizi, kendinizi ve yakınlarınızı seviyorsanız, demokrasinin ve Anayassnın kurallarını daha fazla zorlamayınız.

Aksi halde, gün gelir, ülkemiz, milletimiz ve siz çok zarar görürsünüz, iş işten geçmiş olur tabi.

Şu başkanlık hırsınızdan vaz geçin lütfen.

Bu ülkede, hiç kimseye nasip olmayacak şekilde, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı yaptınız, arkasından Başbakanlık yaptınız ve daha sonra da Cumhurbaşkanı oldunuz. Hiç düşündünüz mü? Sizden sonra, bu kırılması zor rekoru kıracak başka bir kişi, belki de ülkemize hiç gelmeyecek. Daha ne istiyorsunuz?

Bu hırs ve doyumsuzluğunuzun, ülkemize felaket getireceğinden korkmaktayız.

Lütfen...29/Ocak/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

27 Ocak 2015 Salı

ÇAMUR AT DA İZİ KALSIN


Çamur at izi kalsın diye ifade edilen bir söz vardır.
Bu söz, günlük hayatta, birisine yönelik olarak, doğru olmadığını bildiği halde, sırf iftira atmak ve o kişiyi toplum içinde itibarsızlaştırarak güç durumda bırakmak ve bundan da kendisi için bir yarar sağlamak amacıyla suç atımında bulunanlara karşı söylenen bir söz olup, bizim siyasi hayatımızda da kötü politikacıların, kendilerine siyasi çıkar sağlamak amacıyla, rakipleri için sıkça başvurdukları bir yol ve yöntemdir.
Bu nedenle, ülkemizde, özellikle iktidarda bulunan sağ partiler, kendi iktidarlarını kaybetmemek amacıyla, laik, Atatürkçü,milliyetçi ve demokrat olarak tanıdıkları kişilere ve bu kişilerin destekledikleri Cumhuriyet Halk Partisine ve onun hayattta olmayan eski yöneticileri ile iş başındaki yöneticilerine karşı, sürekli olarak,bu iftira kampanyalarını sürdürürler ve doğru olmadığını çok iyi bildikleri halde, bilerek yalan söyleyerek, çamur at izi kalsın düşüncesiyle, kendi siyasal propagandalarını yaparlar.
Biat ve sadaka kültürü ile yetiştirilen cahil ve yoksul kesim de, maalesef bu çamur at izi kalsın iftiracılarına kanarlar ve çamur at izi kalsın yönteminden nemalanan kötü ve yalancı politikacılarımız, dinen günah ve yasalarımıza göre de bir suç olan bu iftira alışkanlıklarını, bir türlü bırakamazlar.
Bu, çamur at da izi kalsın yöntemine, Ahmet Bey de dört elle sarılmış ve Diyarbakırda yaptığı seçim propagandası amaçlı konuşmasında; “28 Şubat da birileri çıktı, hilal, bayrakta İslamı temsil ediyor diye, bir takım Türk ulusalcıları hilali bayraktan kaldırmak istedi” diyerek, laik, Atatürkçü ve ulusalcılar üzerinden, CHP'ye kadar uzanan geniş bir muhalif kesime çamur atarak iftirada bulunma cüretini göstermiştir.
Ahmet Bey, bu beyanının gerçek olmadığını ve bir iftira olduğunu çok iyi bilmektedir. Ama, siyasi hırsının kurbanı olmuş ve birilerine yaranmak, kendisine verilen emaneti hak ettiğini ve onun izinden yürüdüğünü gösterebilmek amacıyla, bu yalanı ve iftirayı yapmakta bir mahzur görmemiştir.
Ahmet Bey, hiçbir şekilde ispatlayamayacağı bu yalan ve iftirası nedeniyle, dinen de yasalarımıza göre de, suç işlemiş ve işgal etmekte olduğu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık koltuğunu kirletmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet DAVUTOĞLU'nun; hangi nedenle olursa olsun, doğru olmadığını bildiği bir konuda, başkalarına iftira atmaya ve yalan söylemeye ve bundan sonra, bu koltukta oturmaya devam etmeye, hakkı ve yetkisi yoktur.
Türkiye Cumhuriyetinin hukukçu bir vatandaşı olarak; bilerek söylediği yalanlarla, milletimizin bazı kesimlerine iftira atan bir kişinin Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanlık koltuğunda oturuyor olmasından duyduğumuz utanç ve üzüntümüzü, vatanını, ay yıldızlı bayrağını ve Cumhuriyetini çok sevdiklerinden zerrece şüphe duymadığımız her kesimden aziz Türk Milleti ile paylaşmak istiyoruz.27/01/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Ocak 2015 Pazartesi

NABZA GÖRE ŞERBET




Ahmet Bey Diyarbakırda coşmuş.

Çok usta oldukları din istismarı gibi,şimdi de Kürtçülük istismarı yapmaya başladılar.

Seçimler yaklaştı ya, Ahmet Bey Kürtçülüğü siyasal çıkarlarına alet ediyor.

Kürtçeyi övüyor, güzel Türkçemiz gibi, güzel Kürtçemiz var, vakit bulsam Kürtçe öğrenmek istiyorum demiş.

Desenize tüm okullarımızda Osmanlıcanın yanında, Kürtçe de zorunlu ders olacak ve Kandile ziyarete gittiğimizde, kandilin mağara duvar taşlarındaki Kürtçe yazı ve sloganları okuyup anlayabileceğiz.

Ne kadar samimiyetsiz, riya ve istismar kokan, kompleks, çaresizlik ve eziklik içeren sözler. Kürtçe öğrenmek istiyormuş ama vakti yokmuş.

Ahmet Bey, gerçekten Kürtçe öğrenmek istiyorsa, kendisine kolaylıkla vakit yaratır ve Kürtçeyi öğrenebilir, vakti olmadığını bahane etmesine hiç gerek yok, Tayyip Bey'e rica eder ve bir süreliğine Bakanlar Kuruluna Tayyip Bey başkanlık eder, yaklaşan seçim çalışmalarına da Tayyip Bey katılır ve Ahmet Bey de çok arzuladığı Kürtçeyi kısa sürede söker!

Ahmet Bey, akademisyen olarak, yanılmıyorsak en az iki yabancı dil biliyor, devamlı söylerler, bir dil bilen başka dilleri daha kolay öğrenirmiş, bu nedenle, Ahmet Bey Kürtçe öğrenirken fazla zorlanmayacak demektir.

Ancak, Ahmet Bey Kürtçe öğrenirse bu dili nerede kullanacak merak ediyoruz doğrusu, diyelim ki Ahmet Bey Kürtçe öğrendi ve Kürtçeyi bülbül gibi konuşmaya başladı ve jest olsun diye bir Diyarbakır gezisinde koruma ordusuyla sokakta dolaşırken rastladığı bir Kürt grubuyla Kürtçe konuşmak istese, karşısındaki Kürt grubun, bu sefer inadına Türkçe konuşarak Ahmet Bey'i refüze etmek isteyeceklerini tahmin ediyoruz.

Bu nedenle, bırakın nabza göre şerbet vermeyi, kraldan fazla kralcı olmayı, Kürtçe öğrenmeyi isteme yalanını, işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışın.

Ahmet Bey, Diyarbakırdan Kobaniye selam yollamış ve kobanideki herkesin alnından öptüğünü açıklamış, Kürt kardeşliği dediğiniz işte budur!

Ne diyelim, bir selam ve öpücük de İmralıya APO'ya gönderelim, APO'nun da hatırı kalmasın, çözüm sürecine kapak olsun.

Ahmet Bey bu işi çok iyi biliyor, bize göre Kürt sorununu çözse çözse, ancak Ahmet Bey çözebilir, Diyarbakır konuşmasından sonra buna iyice kani olduk, Kürt sorununun çözümü önündeki tek engelin, Ahmet Bey'in Kürtçeyi en kısa zamanda söküp öğrenmesiyle aşılacak olmasının seviç ve gururu içinde havalara uçuyoruz!27/01/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

25 Ocak 2015 Pazar

KENDİ ŞAHSİ YAS'INIZI TÜRK MİLLETİNE TUTTURAMAZSINIZ




Ölen Suudi Arabistan Kralı Abdullah için, ülkemizde bir günlük yas ilan edildi ve dün (24/Ocak/2015) bütün ülkede ve dış temsilciliklerimizde Türk Bayrağı yarıya indirildi.

Petrol ve Hac zengini olsa da, fani ve yaşını başına almış bir insan olarak, Allah rahmet eylesin, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın ölümü, çok doğal ise de, doğal olmayan şey, o öldü diye ülkemizde bir günlük yas ilan edilerek Türk Bayrağının yarıya indirilmesidir.

Bu konuda Türk Bayrağı Kanunu ile bu kanuna göre çıkarılan Türk Bayrağı Tüzüğü ne diyor?

Bu yasa ve tüzüğe göre; Türk bayrağı, yas alameti olarak, 10 Kasım'da yarıya çekilir. Yas alameti olmak üzere bayrağın yarıya çekileceği diğer haller ve zamanı, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınarak Başbakanlıkça tespit ve ilan edilir.

Yasa ve ilgili tüzükte; milli yas ilanı ve 10 Kasım dışında Türk Bayrağının yarıya çekileceği diğer haller ve zamanının, Dışişleri Bakanlığının görüşü alınrak Başbakanlıkça tespit ve ilan edileceğine ilişkin bir açıklık mevcutsa da, 10 Kasım dışında hangi hallerde Türk Bayrağının yarıya çekileceği diğer önemli ve olağanüstü özel günler ve zamanının ne olacağı açıkça belirtilmemiş, Başbakanlığın değerlendirilmesine bırakılmıştır.

Anlaşılıyor ki, Başbakanlık; Suudi Arabistan Kralının ölümünü, ülkemizin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasımlar gibi, Dünya ve ülkemiz için çok önemli bir şahsiyetin ardından milli yas tutulmasını ve yas alameti olarak da, Türk Bayrağının yarıya indirilmesini gerekli kılan diğer hallerden biri olarak değerlendirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti demokratik ve laik bir ülke olup, milletini oluşturan insanların büyük çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte, bu ülkede gayri Müslüm ve İslam da olsalar, Sünni mezhebinden olmayan insanlar da yaşamakta olup, Sünni Müslümanlığı dışında hiçbir önemli ve üstün kişiliği ve özelliği bulunmayan Suudi Arabitan Kralının ölümü nedeniyle ülkemizde milli yas ilannın haklı hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır.

Başbakanlığın bu değerlendirmesine ve bir günlük yas ilanı kararına katılmıyoruz ve bu kararı kınıyoruz.

Suudi Arabistan Kralı Abdullah kimdir, bırakınız bizim ülkemizi ve diğer Dünya ülkelerini ve insanlarını, kendi ülkesi ve insanı için faydalı ve yararlı ne iş yapmıştır?

Havadan gelen ve milyar dolarla ifade edilen petrolden ve Hac ziyaretinden elde ettikleri paraların bir kısmı ile Dünyanın fakir ülkelerindeki aç ve yoksulları mı doyurmuştur?

Ülkemize sığınan Suriyeli mültecilere senelerden beri bakan, yedirip, içiren ve barındıran, bu nedenle olağanüstü bütçe harcayan ülkemize, Suriyeli göçmenler için kullanılmak üzere parasal ve sair yardımda mı bulunmuştur?

Demokrasiye, milli iradeye, evrensel insan hak ve özgürlüklerine saygı mı göstermiş, demokrasinin esaslarının ve insan hak ve özgürlüklerinin dünyada ve kendi ülkesinde yerleşip kök salmasına olağanüstü katkılarda mı bulunmuştur?

Dünya barışı için, Uluslar arası ve olağanüstü gayret mi sarf etmiştir?

Emperyalizme karşı mı çıkmıştır?

Hayır, bunların zerresini yapmadığı gibi,yanına dahi yaklaşmamış, altın kaplamalı lüks sarayı içinde yan gelip yatarak, zevk ve sefa sürmüş, kendi halkını dikta altında ezmiştir.

Dahası var, ülkemizi resmi ziyaretlerinde, ulu önderimiz ATATÜRK'ü Anıtkabirde ziyaret etmeyi ve ruhuna bir fatiha okumayı çok görmüş, belki de bir zul addetmiştir.

Yine ülkemizi ziyeret ettiğinde, zamanın Başbakanı Tayyip ve Cumhurbaşkanı Abdullah Beyleri, kaldığı otelinde ayağına çağırarak kendisini ziyarete mecbur etmiştir.

Rahmetli Kral'ın ölmeden önce, AKP üst yönetimi ile şahsi dostluğu ve samimiyeti olabilir. AKP yönetimi de, bu şahsi dostluk ve samiyet nedeniyle, Suudi Arabistan Kralı Abdullah'dan yakınlık ve şahsi menfaat görmüş olabilirler.

Örneğin; AKP üst yönetimi, Hac faraziyelerini, Kral Abdullahın özel davetlisi ve misafiri olarak zahmetsiz ve masrafsız bir şekilde yerine getirip Hacı olmuş olabilirler, Kralın kıymetli hediyelerine mazhar olmuş olabilirler, Tayyip Bey'in mahdumlarının yönetiminde bulunan vakıflara Kral tarafından 100 milyon dolar para bağısı yapılmış olabilir, ama tüm bu özel dostluk ve sağlanan menfaatlerin, Türk Milletinin milli yas tutması ve Türk Bayrağının yarıya indirilmesiyle ne ilgisi olabilir?

Buradan,AKP iktidarına sesleniyor ve diyoruz ki; ölen kralla karşılıklı şahsi dostluk ve menfaatlerinizden kaynaklanan kendi şahsi ve özel yasınızı, ülkemizde milli yas ilan ederek, tüm Türk Milletine tutturmaya ve Türk Bayrağını asılı olduğu gönderinden yarıya indirmeye asla hakkınız yoktur.25/Ocak/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




22 Ocak 2015 Perşembe

HAİNLİĞİN TANIMINI DEĞİŞTİRMEK İSTEYEN YALAKALAR


İsimleri lazım değil, sürekli olarak, yalan ve yanlış bir şekilde her konuda AKP'nin savunuculuğunu ve yalakalığını yapan, kendilerini Tayyşp Bey'in ve AKP'nin tetikçisi olarak gören, tek görevleri parti yönetimine mutlak şekilde itaat olan, milletvekilliği geleceklerini ve siyasal çıkarlarını bu yalakalıkta gören bazı kişiler, dört eski bakanın Yüce Divan'a sevk edilip edilmeyeceklerinin oylannası sırasında, dört eski bakan'ın Yüce Divana sevk edilmeleri yolunda oy kullanan vicdanlı ve kendi iradelerine göre hür olarak davranabilme yeteneğine ve temyiz kudretine sahip kişileri hain olmakla suçlayarak, Türk Milletinin bir kısım vekillerine hakaret etmeyi, onları bulup çıkarmak için peşlerine düşmeyi, bu konuda çığırtkanlık yapmayı, kendilerine görev saymışlardır.
Vicdan sahibi olma, kendi vicdanının sesine göre ve kendi hür iradesiyle davranabilme yeteneğini kaybeden, karşı görüşlere saygı göstermenin, demokrasinin bir erdemi olduğunu idrak etmekten aciz olan bu kişilerin; kendi vicdanlarının sesini duyarak, kendi hür iradeleriyle oylarını kullanan bazı AKP'li milletvekillerini hain olmakla suçlamalarını, demokrasi ve demokrasinin çok sesliliği ile açıklamak ve anlatabilmek, asla mümkün değildir.
Hür iradeleriyle ve vicdanlarının sesini dinleyerek dört eski bakan'ın Yüce Divan'a sevk edilmeleri yolunda oy kullanan ve kamuoyunda, AKP' nin fire veren milletvekilleri olarak adlandırılan milletvekillerinin, hainlikle suçlanmaları üzerine, acaba hain kelimesinin anlamı değişti de bizim mi haberimiz olmadı diye bir şüpheye kapıldık doğrusu.
Hemen İnternete girerek google sayfasını açıp, “Hain ne demektir?” kelimesini yazıp tuşa batığımızda karşımıza çıkan bilgilere bir baktık ki; hain kelimesinin anlamında hiçbir değişiklik yapılmamış, hain; bizim eskiden bildiğimiz gibi; zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan, kötü niyeti olan kimse anlamına gelen bir kelimedir.
Hain kelimesinin, bizim bildiğimiz eski anlamında bir değişiklik olmadığına göre, bu işte bir hainlik olduğu görülmektedir.
Türk Milletine ve parti olarak da, AKP' nin kurumsal manevi şahsiyetine karşı asıl hainliği ve saygısızlığı yapan kişilerin; fire olarak adlandırılan, temyiz kudretlerine sahip, kendi iradeleriyle görüş ve oylarını bildirebilme ehliyetine sahip, Türk Milleti adına ve onların gerçek vekilleri olarak hareket eden AKP milletvekillerinin değil, onları hainlikle suçlayan kişilerin olduğu bilinmelidir.
Fire vermekle ve hainlikle suçlanan milletvekilleri ne yapmışlar? Yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan ve haklarında makul ve kuvvetli suç şüpheleri bulunan dört bakanı, peşinen suçlu ilan edip mahkum mu etmişler? Hayır, sadece bu iddialarla yargılanmalarını ve gerçekten suçsuz iseler, Yüce Divanda aklanmaları için dört eski bakana imkan tanımışlardır.
Asıl hainlik nedir ve kimler haindir, biliyor musunuz?
Şayet bilmiyorsanız veya bilip de bilmezlikten gelerek masumlara iftira ediyorsanız, hainliğin ne olduğunu ve kimlere hain denilmesi gerektiğini biz açıklayalım.
Hazır mısınız?
Öyleyse başlayalım; dört eski bakanın suçsuz olduklarına ve haklarında Yüce Divana sevkleri için delil bulunmadığına, gerçekten samimi olarak inanarak, siyasi hiçbir çıkar gözetmeden, dört eski bakanın Yüce Divana sevk edilmemelerine yönelik oy kullanan ve aksine oy kullanan arkadaşlarına da saygı duyarak onları hainlikle suçlamayan AKP' li Sayın Milletvekillerini ayrı tutarak, kendi siyasal geleceklerini ve milletvekilliklerini garanti altına almak için, siyasi çıkarları uğruna, kurum olarak mensubu oldukları partilerinin ve adlarına Mecliste Milletvekili sıfatıyla görev yaparak yasama yetkisini kullandıkları Türk Milletinin menfaatlerini değil, adları yolsuzluk ve rüşvet iddialarına karışmış bulunan parti yöneticilerine ve eski bakanlarına körü körüne hizmet edip, partilerine, Türk demokrasisine ve Türk Milletine zarar vermek, üzmek ve kötülük yapmak, asıl hainlik olup, böyle davrananlara da gerçek hain denir.
Bu böyle biline. 22/01/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Ocak 2015 Çarşamba

SİZLERİ YÜREKTEN KUTLUYORUZ!..


Yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan ve dün (20/01/2015) Mecliste yapılan oylamalar sonucunda, AKP li milletvekillerinin oylarıyla sözüm ona aklanan dört eski bakan beyler; çok arzuladığınız sonucu aldığınız ve Yüce Divanda hesap vermekten şimdilik kaydıyla kurtulduğunuz ve şöyle bir rahatladığınız için, sizleri yürekten kutluyoruz!
Tayyip Bey; ucunun size ve sevgili mahdumunuza da değeceğinden endişe duyduğunuz bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerlerinin örtülmesi için Başbakanlık nüfuzunuzu ve yetkilerinizi, AKP Meclis grubundaki çoğunluğu teşkil eden milletvekilleri üzerindeki baskı ve nüfuzunuzu kullanmaktaki maharetiniz ve iş bitiriciliğiniz ve alınan sonuçtaki çok önemli katkılarınız nedeniyle, sizi de yürekten kutluyoruz!
Meclis Soruşturma Komisyonunun AKP'li başkanı ile sekiz üyesi; özellikle de komisyonun başkanı; bu engin hukuk bilgisi ve adalet anlayışınızdan dolayı,Meclis öncesinde Cumhuriyet Başsavcılığı makamına yükselmeniz ve sonrasında da, AKP'den üst üste milletvekili seçilerek, bu engin hukuk bilginizi ve adalet anlayışınızı Meclisteki çalışmalarınıza da yansıtarak, savcılığınız döneminde, belki de çok daha zayıf delillerle ve hukuk dışı yollarla elde edilen delillere sarılarak gözünüzü kırpmadan sayısız kamu davaları açmanıza rağmen, hukuk anlayışınızda evrim yaşayarak, yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan dört bakan için, hukuk dışı yollardan elde edilen delilleri delil olarak kabul etmeyerek dört bakanın Yüce Divana sevk edilmemesi yolunda oy kullandığınız, mahkemeden gizlice gizlilik kararı alarak dosyayı kamuoyundan ve komisyonun muhalefet partileri üyelerinden dahi kaçırdığınız, dizi pusulası bahanesiyle savcılığa iade ettiğiniz dosyadaki delilleri buharlaştırıp kararttığınız için, sizleri de yürekten kutluyoruz!
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan eski dört bakanın aklanması lehinde oy kullanan AKP'li milletvekilleri; bildiğimiz kadarıyla mütedeyyin olmanıza, sözüm ona Allah korkusu, hak, adalet, dürüstlük, kul hakkı yememe, helal, haram gibi değerlere sahip olduğunuzu iddia etmenize, en azından cuma namazlarını kaçırmamanıza, cumadan cumaya Allah'ın huzurunda secdeye gelmenize, Allah'ın yüceliğine ve gizli ve açık her şeyi görüp işittiğine inanmanıza rağmen; Yüce Allah'ın, dürüstlük ve namus, harama el uzatmama ve kul hakkı yememe, kula kul olmama konusundaki emir ve yasaklarını çiğneyerek, dört eski bakanın Yüce Divana sevk edilmemeleri konusunda oy kullanmak suretiyle, Allah'ın bildiğini kullarından saklamadığınız ve Yüce Allah'a ve onun emir ve yasaklarına karşı gelme cesaretini gösterdiğiniz için, bu cesaretinizden dolayı, sizleri de yürekten kutluyoruz.
Son kutlamamız da, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarına rağmen, bu iddiaların üzerlerini örtme çabası içine giren AKP'yi, oy sandıklarında desteklemeye devam eden ve yolsuzlukla suçlanan AKP iktidarına destek çıkarak cesaretlendiren ve dört eski bakanın, bu oylarla aklandıkları yolunda algı yaratılmasına neden olan AKP seçmeninedir.
Tüm bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarına ve bu iddiaların yargıdan kaçırılarak üzerlerinin kapatılmasına yönelik çabalarına rağmen AKP'ye oy veren Türk seçmeni; sizleri de yürekten kutluyor, başarılarınızın devamını diliyoruz!21/01/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

19 Ocak 2015 Pazartesi

TOPLANTININ GÜNDEMİ ÇOK ÖNEMLİDİR





Cumhurbaşkanı Tayyip Bey; Cumhurbaşkanı olarak bugün (19/01/2015) Beştepedeki kaçak sarayında Bakanlar Kurulunu toplayacak ve önceden Dünya aleme ilan ettiği, alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağına ilişkin savını ilk kez uygulamaya koyacaktır.

Anayasasına göre, bir hukuk devleti olan ülkemizde, Cumhurbaşkanının yetkileri; tarafsız, partiler üstü ve sorumsuz konumu nazara alınarak, Anayasamızda açıkça belirtilmiş olup, Cumhurbaşkanları; her ne sebeple olursa olsun, kendilerine, kişisel tercihlerine ve keyiflerine göre, alışılmamış Cumhurbaşkanı olmak gibi bir rol ve yetki tayin edemezler.

Anayasanın 8. maddesine göre, ismi yürütme organı içinde anılmasına ve yine 8. maddede yer alan,“yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne rağmen, Anayasaya göre, doğal başkanının, Başbakan'ın kendisinin olduğu Bakanlar Kurulunu toplama ve başkanlığını yapma görev ve yetkisi, kural olarak, ülkenin yönetiminden ve Hükumetin genel siyasetinden, Bakanlarıyla birlikte sorumlu olan Başbakanına ait olup, yine Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanlarının da, Bakanlar Kurulu toplantılarına katılma ve ona başkanlık etme yetkileri var ise de, bu yetki, parlamenter sistemin özelliğine ve bu sistem içinde yer alan Cumhurbaşkanlarının, partiler üstü, tarafsız ve sorumsuz konumlarına uygun olarak, ancak olağanüstü hal ve koşullarla sınırlı istisnai bir yetkidir.


Bakanlar Kurulunun, hangi olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanacağı, Anayasamızın, 119, 120,121 ve 122. maddelerinde açık ve net bir şekilde hüküm altına almıştır.

Anayasanın, ilgili maddelerinde öngördüğü bu istisnai durum ve koşullar dışında, olağan koşul ve gündemlerle bu yetkinin kullanılmaya kalkışılması, Anayasaya aykırı ve bir yetki gasbı sayılmalıdır.

Tayyip Bey, aklı her estiğinde ve her canı sıkıldığında, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırmamalı veya Başbakanın toplantıya çağırdığı Bakanlar Kuruluna, sürpriz bir kararla başkanlık yapmaya kalkışmamalıdır. Zira, Anayasanın 112. maddesine göre, Bakanlar kurulunun asıl ve tek başkanı Başbakandır ve hükumetin genel siyasetinin yürütülmesinden Başbakan ve Bakanlar sorumlu olup, Cumhurbaşkanının bir sorumluluğu bulunmamaktadır.

Bir örnek vermek gerekirse, Başbakanlığı döneminde Kanal İstanbul projesini ortaya atan ve bunu hayata geçiremeden Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey'in, bu projesine yeni Hükumetin ilgisiz kalması nedeniyle, Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırarak, kendi başkanlığında bu projenin hayata geçirilmesini tartışmaya açmaya ve bu konuda Bakanlar Kurulunda bir karar alınmasını sağlamaya veya bazı alanların imara açılmasının tartışılıp karar altına alınmasına asla ve asla yetkisi bulunmamaktadır.

Bu nedenle, bugünkü toplantının gündemi çok önemlidir.

Şayet, Tayyip Bey; Cumhurbaşkanı sıfatıyla yetkili olduğu, Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen istisnai ve olağanüstü bir hal ve durumun varlığını düşünerek ve bu durumun görüşülüp tartışılıp bir karar alınmasına yönelik bir gündemle toplantı çağrısı yapmış ve toplantının gündemini buna göre oluşturmuş ise, Anayasaya uygun olan bu çağrıya ve toplantıya bir diyeceğimiz olamaz.

Anayasanın 119. maddesine göre; Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, ülkenin tümünde veya belirli yerlerinde olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 120. maddesine göre; Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, olağanüstü hal ilan etmek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 121. maddesine göre; Bakanlar Kurulunun ilan ettiği Olağanüstü hal süresince, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnamelerinin çıkarılmasına karar vermek üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasanın 122. maddesine göre; Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilan etme kararını almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Yine Anayasanın 122. maddesine göre, Sıkıyönetim süresinde,sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarılmasının karar altına almak üzere toplanan Bakanlar Kurulu toplantısına,



Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı da katılacak ve Bakanlar Kuruluna başkanlık edecektir.



Tayyip Bey; Bakanlar Kurulunu toplama ve ona başkanlık etme görev ve yetkisini, Anayasanın, yukarıda açıklamaya çalıştığımız hüküm ve ilkelerine göre değerlendirmeli ve fiili başkanlık sistemini uygulamaya koyduğunu gösteren yetki aşımında bulunarak, ülkeyi kaosa sürüklememeli ve meşruiyet'ini tartışma konusu yapmamalıdır. 19/01/2015






Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat







15 Ocak 2015 Perşembe

ANANIN BACAK ARASINI DÜŞMAN ASKERİNDEN KURTARAN O REKLAM ARASIDIR





Tayyip Bey'in, muhteşem zekasıyla, Filistin Devlet Başkanını Aksarayda karşılama töreninde sahneye koyduğu çağ dışı tiyatro gösterisi ile 600 yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdirilmiş.

AK Parti Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, böyle buyurmuşlar.

Doksan yıllık reklam arasına sen kurban ol arkadaş.

Sen, yat ve kalk, hasta düşen Osmanlıya doksan yıllık reklam arasını verenlere dua et.

O doksan yıllık reklam arası olmasaydı, yani, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları, ülkeyi düşmandan kurtarıp çöken Osmanlının küllerinden modern ve laik Türkiye Cumhuriyetini kurmamış olsaydı, annenin bacak arasını, ülkeyi paylaşmaya kalkışan emperyalist düşman askerlerinin saldırısından kim koruyacaktı hiç düşündün mü, sen bugün Osmanlılığın ile övünebilecek miydin?

Dedelerin ve baban, belki de Yunanlı, İtalyan,İngiliz, Fransız olacak ve bugün, Osmanlılığın ile değil, İtalyanlığınla, Fransızlığınla, İngilizliğinle övünecektin.

Ne akılsızca, düşüncesizce ve nankörlükle yapılan bir yorum.Bu yorumu yapanın normal bir insan olması asla düşünülemez.

Sen, Osmanlı mısın, yoksa Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı mısın?

Sen, Osmanlı Meclisi Mebusanının milletvekili misin, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi'nin milletvekili misin, sahi sen nesin?

Doksan yıllık laik Türkiye Cumhuriyetini, Osmanlı'nın reklam arası olarak nitelendirmek ve Aksaraydaki karşılama töreninde sahneye konulan tiyatro ile Türkiye Cumhuriyeti reklam arasının sonlandığı yorumunu yapmak, Türkiye Cumhuriyetine ve vatanına ihanettir, alçakça bir saldırıdır,

Türkiye Cumhuriyetine yapılan bu hakaret ve terbiyesizlik, asla karşılıksız kalmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyetine bu hakareti ve terbiyesizliği yapan bir kadının; Türk kadını olarak saygı görmeye ve Türkiye Cumhuriyetinin Büyük Millet Meclisinde milletvekili olarak görev yapmaya hakkı yoktur.

Türkiye Cumhuriyetinin Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmasına ve göreve başlarken Cumhuriyet değerlerine bağlı kalacağına dair şerefi ve namusu üzerine yemin etmesine rağmen, doksan yıllık Türkiye Cumhuriyetini, Osmanlının reklam arası olarak yorumlayarak değersizleştirmeye çalışan bu zavallının şeref ve namusunu kim kurtaracak bilemiyoruz.

Laik Cumhuriyeti, Atatürk devrim ve ilkelerini bir türlü kabullenip hazmedemeyen ve Osmanlı özlemi içinde yanıp tutuşan zihniyetin temsilcilerini kınıyoruz.16/1/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



11 Ocak 2015 Pazar

BOŞUNA GAYRET EDİYORSUNUZ



Paris'de gerçekleşen İslami terörü protesto etmek için, dünya liderleri Paris' de toplanıp görkemli bir yürüyüşle terörü lanetlediler ve bu tür terör eylemlerinin tekrar etmemesi dileğinde bulundular.

Bu protesto yürüyüşüne, ülkemiz adına, terörün dini olmaz diye demeç veren Başbakan Ahmet Bey katıldı.

Evet, çok doğru terörün dini olmaz, terör terördür.

Ancak, doğrular bu yönde ise de, ortaya çıkan gerçekler, hiç de öyle söylemiyor.

Bugün yeryüzünde gerçekleştirilen tüm terör eylemlerinin temelini, ırkçılık ve dincilik oluşturuyor.

Ülkemizdeki bölücü ve etnik PKK terörü, Kürt ırkının ayrı bir millet ve devlet olarak tanınması temeline dayandığı gibi, yeryüzündeki İslami terör örgütleri de, din adına, İslamlık adına insanları katlediyorlar.

Şu gerçeği hepimiz biliyoruz ki; İslamiyet dahil, yeryüzündeki hiçbir din, bir insanın diğer bir insanı öldürmesine cevaz vermez, hiçbir din, hangi nedenle olursa olsun, insanın, bir diğer insan tarafından öldürülmesini haklı bulmaz,sonuç olarak, öldürmenin hiçbir haklı nedeni olamaz.

İslam dini ve diğer dinler; insan ile Allah arasında bir köprü ve manevi bir bağ kuran ve insanı; ahlaklı, sağlıklı, topluma, ailesine, diğer bireylere ve her şeyden önce de bizzat kendisine karşı yararlı kılan kural ve ödevleri belirleyen, manevi zenginlik ve inançlar manzumesidir.

Bu itibarla, her insan, dini inanç yönünden hür olup, istediği dini benimser ve benimsediği dinin kural ve ödevlerine riayet edip etmemesine göre, dinin sevabından da, günahından da, sadece Allah'a karşı bireysel olarak kendisi sorumludur.

Dinde, özellikle İslamiyette bir zorlama yoktur. Herkesin inancı ve inançsızlığı, günahı ve sevabı kendisinedir.

Dinimize göre, örneğin; oruç tutmak ve namaz kılmak farz kılınmış ise, bu, Allah'ın, kendi kullarının sağlıklı yaşamalarını, nefislerine hakim olmalarını sağlamak içindir. İnsanların namaz kılıp oruç tutmaları Allah'a hiçbir fayda sağlamamaktadır. Allah'ın, insanların namazına ve orucuna ihtiyacı yoktur. Bu nedenle, bir Müslüman'ın; namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için, bir diğer Müslümanı eleştirmek, ona kötü davranmak ve hatta öldürmek gibi bir dini görevi ve mecburiyeti yoktur. Ortada işlenen bir günah ve hata varsa, bunun hesabını soracak olan, Allah'ımızdır. Allah kullarından daha güçlü ve muktedir olup, bir kulunun hatalı bir davranışından ve işlediği bir günahından dolayı, diğer kulunun ondan hesap sormaya kalkışması, Allah ve onun peygamberi adına insanları öldürerek katliam yapması, Allah'ı aciz saymaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.

Herkes; dinini, kendi içinde, kendi ruh ve manevi dünyasında bireysel olarak yaşamalıdır.

Din; dünya işlerine ve özellikle günümüzde yapıldığı gibi, siyasete, siyasi ve maddi çıkarlara alet edilmemeli, insanların yaşam tarzlarına dayatma aracı olarak kullanılmamalıdır.

İşte tam burada, laiklik ilkesinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Siz; dininizi, bireysel olarak, kendi ruh ve manevi dünyanızda yaşamaktan uzaklaşır ve dini, siyasete,siyasi geleceğinize, siyasi çıkarlarınıza ve hatta maddi çıkarlarınıza alet eder, insanların yaşam tarzlarına dayatma aracı olarak kullanır ve laik olamazsanız, din artık, sizinle Allah arasındaki manevi bir bağ ve inanç olmaktan çıkar ve ister istemez, diğer insanların dini inançlarını, dini ödevlerini yerine getirip getirmediklerini, yaşam tarzlarının sizin dayatmaya kalkıştığınız kendi dini inanışlarınıza uyup uymadığını sorgulamaya, yaşam tarzlarına karışmaya ve bunlarla ilgili dayatmalarda bulunmaya, daha da ileri giderek, Allah ve onun peygamberi adına, insanlara yaptırımlar uygulamaya ve hatta onları öldürmeye kalkışırsınız.

Gezi olaylarında gördük, zamanın Başbakanı olan Tayyip Bey; dini politikaya alet ederek, kendisine politik çıkar sağlamak ve gezi olaylarına katılan gençleri itibarsızlaştırmak için, tutturdu ve polisten kaçan eylemci gençlerin, sığındıkları Dolmabahçe Camisinde içki içtiklerini iddia etti ve gerçek dışı olan bu iddiasını ispatlamak için, yalan tanıklık yapmaya zorladıkları cami imamının, gençlerin camide içki içtikleri yolunda yalan tanıklık yapmayarak doğruları söylemesi üzerine de, cami imamını görevden aldırarak başka bir yere sürgün ettirdi.

İslam dinine bundan daha büyük kötülük yapılabilir mi? Diyelim ki, gezi eylemine katılan gençlerin bazıları sığındıkları Dolmabahçe Camisinde içki içtiler, sana ne be kardeşim? Dinen günah sayılan bu eylemin hesabını dinen soracak olan, Allah. Bu eylem, yasalarımıza göre de bir suç oluşturuyorsa, savcılar ne güne duruyor?

Bir başbakan, dini siyasete alet ederek, sırf barışçıl ve demokratik protesto haklarını kullanarak eylem yaptıkları için, eylemci gençleri camide içki içtiler diye suçlamaya kalkışır ve yalan tanıklık yapmadığı için de o cami imamının sürülmesine göz yumarsa, cahil ve aşırı kökten dinci insanlar da, Paris' de giderler bir dergiyi basarak Allah ve peygamber adına katliam yapmayı kendilerine dini bir görev sayarlar.

Halkının çoğunluğu Müslüman olan ve Dünyadaki tüm Müslüman ülkeler içinde, kör topal da olsa, demokrasiyi yaşatmakta bir ilk olan ülkemizde dahi, laiklik ilkesinin tam olarak işletilemediği, İslam dininin politikaya ve sosyal yaşama alet edildiği ve dayatıldığı günümüzde, cehaletin ortadan kalkarak, laiklik ilkesi ödünsüz olarak tüm İslam aleminde yerleşinceye kadar, tüm protestolara, yürüyüşlere ve temennilere rağmen, yeryüzündeki İslami terörün, tüm hızıyla devam edeceğini iddia etmek, kahinlik sayılmamalıdır. 12/01/2014

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

9 Ocak 2015 Cuma

AKP VE DÖRT BAKAN İÇİN MASUMLUK KARİNESİ ORTADAN KALKMIŞTIR





Yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan AKP iktidarının dört eski bakanı hakkında, Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından AKP li dokuz üyenin oylarıyla alınan yüce divanda yargılanmama kararı sonucunda, bu döt bakan ve mensubu oldukları AKP için geçerli olan masumlık karinesi ortadan kalkmıştır.

Masumluk karinesi nedir? Kısaca hatırlatalım.

Masumluk karinesi; kendilerine bir suç isnadında bulunulan kişilerin, haklarında mahkemelerce mahkumiyet kararları verilip bu kararlar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşinceye kadar suçlu sayılamayacaklarına ilişkin evrensel bir hukuk kuralıdır.

Bu itibarla, masumluk karinesinden yararlanabilmek için,mahkemelerde yargılanmak ve hesap vermek gerekir.Mahkemede yargılanıp hesap vereceksin ki, yargı kararını verip kesinleşinceye kadar geçen sürede, masum sayılabilesin.

AKP li dört eski bakan hakkında Mecliste oluşturulan soruşturma komisyonu, savcı yetkileriyle çalışan bir kurul olsa da, aslında bir yargı organı olmayıp, yaptığı iş de; bir yargı faaliyeti değil, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, denetleme yetkisini kullandığı denetim yollarından birisi olup, teknik olarak bir yasama faaliyetidir.

Bunu ben söylemiyorum, Anayasanın 98 ve 100. maddeleri böyle söylüyor.

Bu nedenle, AKP li dört eski bakan hakkında, Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından yüce divana sevk kararı verilip, bu dört bakan için yüce divanda yargılanma ve aklanma yolları açılabilseydi, bu dört bakan, masumluk karinesinden yararlanabileceklerdi.

Yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme yetkisini kullandığı dentim yollarından birisi olan meclis soruşturmasını yapan soruşturma komisyonunun dört eski bakan hakkında aldıkları yasama faaliyeti niteliğindeki yüce divana sevk etmeme kararı ile bu dört bakanın masumluk karinesinden yararlanma ve yargılanarak aklanma imkanları ellerinden alınmış ve bu aşamadan sonra, bu dört eski bakan hakkında, suçluluk şüphesi altında yaşama dönemi başlamış bulunmaktadır.

Suçlu oldukları şüphesi altına giren dört eski bakanın, AKP iktidarının bakanları olmaları ve yüce divana sevk edilmemelerine ilişkin kararın altında, oy birliği halinde dokuz AKP milletvekilinin imzalarının bulunması nedeniyle, bu suçluluk şüphesi, parti olarak AKP'yi de kapsamı altına almış bulunmaktadır.

AKP, bu karar öncesinde, dört eski bakanları hakkında, kendi milletvekillerinin önergeleri ile soruşturma komisyonu oluşturarak, meclis soruşturması denetim yolunu açmakla; bu dört bakan hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ancak bakanların kendilerini bağlayacağı, kendi partilerini bağlamayacağı, bu dört eski bakanın suçları varsa, bunun hesabını yargı organı olan yüce divan önünde vermelerinin gerektiği arzu ve iradesini ortaya koymuş ise de;bunun sonunu getirememiş ve soruşturma komisyonunun AKP li dokuz üyesinin, tüm kamuoyunun tanık olduğu baskılara boyun eğmesi sonucunda, dört eski bakanın yüce divana sevk edilerek yargı önünde hesap vermelerinin önündeki yol kapatıldığı için, bu dört eski bakan hakkındaki suçluluk şaibe ve şüphesi, AKP'ye de bulaşmıştır.

Bu itibarla, bu yeni gelişmeden sonra, muhalefet partilerimize çok nemli bir görev düşmektedir.

O görev de; AKP ve AKP yandaşları tarafından önümüzdeki seçimlerde seçmenin oylarını etkilemek için oluşturulmak istenen algı operasyonunun önüne geçmeleridir.

Zira, geçtiğimiz günlerde CNN TÜRK Televizyonunda, Şirin PAYZIN tarafından sunulan aynı konuların grüşüldüğü bir tartışma pogramında, AKP yanlısı katılımcı İbrahim USLU tarafından AKP lehine bir algı yaratılmak istenmiştir.

Sunucu tarafından, İbrahim USLU'ya, bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının önümüzdeki seçimlerde AKP oylarına menfi bir etkisinin olup olmayacağı sorulmuş ve İbrahim USLU cevap olarak; bu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, önümüzdeki seçimlerde AKP'nin oylarını düşürmeyeceğini, zira 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra, günümüze kadar yeni bir yolsuzluk iddiasının ortaya çıkmadığını, AKP'nin 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarına rağmen, bu iddiaların ortaya çıkmasından sonra girdiği yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazandığını, bu seçimlerde bu iddiaların menfi etkisini görmediğine göre, önümüzdeki seçimlerde de, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarından menfi olarak etkilenmeyeceğini beyan ederek, kasıtlı olarak, seçmenlerin oylarına etki yapacak şekilde yanıltıcı beyanlarda bulunmuştur. Maalesef muhalefet partilerinin katılımcıları da, İbrahim USLU'nun bu kasıtlı değerlendirmesi karşısında susmuşlardır.

İbrahim USLU'nun bu değerlendirmesi seçmeni yanıltan bir algı operasyonudur.

Çünkü; evet, AKP hakkında 17 e 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra yeni bir yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yapılmamıştır, bu operasyonlara ve iddialara rağmen, AKP, Mart ve Ağustos seçimlerinden fazla oy kaybetmeyerek galip çıkmıştır ama, o seçimlerin yapıldığı tarihlerde, Tayyip Bey paralel yapı nidalarıyla nutuk atarak cemaatin kendilerine darbe yaptıklarını dile getiriyor olsa da, parti olarak AKP'nin, yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla suçlanan ve istifa etmek zorunda bırakılan dört bakanı hakkında ne yapacağı, onların yüce divana sevk edilmelerine izin mi vereceği, yoksa, ne yapıp yapıp, sudan bahanelerle ve meclisteki parmak sayılarına dayanarak, bu eski dört bakanı yüce divanda hesap vermekten kurtaracak mı olduğu henüz hiç belli değildi.

Oysa ki, henüz meclis genel kurulundaki oylama yapılmamış ise de, bugün itibariyle, AKP'nin parti olarak, adları delilli dosyalarla yolsuzluk ve rüşvet iddialarına karışan ve haklarında kuvvetli suç şüphesi bulunan dört eski bakanının yüce divanda yargılanarak hesap vermelerinin önünü tıkadığı, yolsuzluk ve rüşvet iddialarının, yargı önünde tartışılıp hesap verilmesinden hiç hoşlanmadığı ve yargıdan kaçtığı, açık ve net bir şekild ortaya çıkmıştır.

Biz şimdi soruyoruz, AKP'nin, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ortaya çıkan, adları yolsuzluk ve rüşvet iddialarına bulaşan bu dört eski bakanını yüce divana sevk etmeyerek kendi içinde aklamaya çalışması, önümüzdeki seçimlerde, AKP için, seçmen nezdinde oy kaybettirecek çok önemli bir faktör değil midir?

Bu nedenle, en başta CHP olmak üzere, tüm muhalefet partileri ve seçmenlerimiz, anketçi İbrahim USLU ve onun gibi AKP yandaşlarının algı operasyonlarından kendilerini korumalıdırlar. Bu tür algı operasyonları karşısında daha dikkatli olmalı ve algı operasyonu yapan kötü niyetli kişilere anında gerekli cevabı vermelidirler. 09/01/2015



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

8 Ocak 2015 Perşembe

İMAMIN KAYIĞI


İmamın kayığı, argo bir tabir olup, insanlarımız tarafından sıkça kullanılır ve tabut anlamına gelmektedir.
Şimdi diyeceksiniz ki, ne alaka, imamın kayığı da nereden çıktı?
Doğrusunu söylemek gerekirse, imamın kayığı tabiri, hiç aklımıza getirmediğimiz, getirmek de istemediğimiz bir tabirdir ama, gazetelerde yer alan, “HASTAYA İMAM MORAL VERECEK” haber başlığını görüp, habere bir göz gezdirince, birdenbire dilimizden imamın kayığı sözcüğü çıkıverdi.
Bu nedenle, makalemizde bu haberi değerlendirmeye ve başlığını da imamın kayığı olarak belirlemeye karar vererek, bilgisayarımızın başına oturduk.
“Hastaya imam moral verecek” başlıklı habere göre, Sağlık Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokole göre, bundan böyle imamlar, hastane hastane dolaşarak, hastalara “manevi destek” adı altında, dini ağırlıklı moral vereceklermiş. İlerideki aşamalarda, bu uygulama tüm hastanelere yaygınlaştırılarak, tüm hastanelere, kadrolu manevi destek ve moral veren imamlar atanacakmış.
İmam sayısının doktordan fazla, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin Sağlık Bakanlığı bütçesinden çok daha fazla, Devlet ricalimiz'in İmam Hatip kökenli, Osmanlı özlemiyle yanıp tutuşan kişilerden oluştuğu, halkımızın sağlık giderlerinin SGK tarafından sürekli kısıntıya uğratıldığı ülkemizde, imamlardan moral ve manevi destek istemekten daha doğal bir şey olamazdı.
Sizin anlayacağınız, hastalarımızın işi artık imamlarımızın güçlü nefesine bırakılmış durumdadır. İmamın kayığı, aklımızın bir köşesine kazınmak istenmektedir.
Bizim bildiğimiz, ülkemizde idam (Ölüm) cezası uygulaması varken, mahkemelerce idam cezasına çarptırılarak bu cezaları kesinleşen ve ölümü beklemeye başlayan idam mahkumlar için var olan imam desteği; eskinin idam mahkumlarını hatırlatırcasına, bilhassa ölümcül hastalarımıza ölümü hatırlatarak üzmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bize göre, bu uygulama bazı sorunları da beraberinde getirecektir.
Hepinizin bildiği gibi, İslamda kadın imam ve din adamı bulunmamaktadır. Keza, Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında Hristiyan din adamları da bulunmamaktadır.
Bu durumda ve şayet gerçekten gerekli ve faydalıysa, Müslüman kadın hastalarımıza, Hristiyan dinine mensup olan ve devletimize vergi veren gayri Müslim hasta vatandaşlarımıza kim moral ve manevi destek verecektir? Onlar, imamın kayığına, moral ve manevi destekten yoksun bir şekilde mi binip gideceklerdir?
Haydi Müslüman kadın hastalarımız için, Osmanlı Sarayı Hareminden esinlenerek, gönüllü olarak hadım edilen erkek imamlarla bir çözüm bulduk diyelim, Hristiyan dinine mensup hastalarımıza moral ve manevi destek vermeleri için,Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarına, Hristiyan din adamları mı atanacaktır?
Sırası gelmişken, biz de buradan bir öneride bulunmak istiyoruz. Hastanelerde yatan hastalar için öngörülen moral ve manevi destek imamları uygulaması, daha da yaygınlaştırılmalı ve aile hekimi uygulamasına paralel olarak, her mahalle için, bir aile moral ve manevi destek imamlıkları kurulmalıdır!
Hastanelere başvuran hastalara bir belge sunularak, sadece doktor desteği mi, yoksa imam desteği mi almak istediği sorulmalı ve imzası alınmalıdır!
Hastanelerimizin uygun yerlerine, kolaylıkla okunabilecek şekilde, “Her an karşınıza sarıklı bir imam çıkabilir, lütfen korkmayınız, kayığı yoktur, sadece moral ve manevi destek amaçlıdır.” levhalarını koymak da lütfen unutulmamalıdır!
Aklımızı sen koru Büyük Allah'ım. 08/01/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

6 Ocak 2015 Salı

SİZLERİN KİM VE KİMLER OLDUKLARINIZI ÇOK İYİ BİLİYORUZ




Dün, yani, hırsızlık ve yolsuzluk iddialarını soruşturan Türkiye Büyük Millet Meclisi Soruşturma Komisyonunun, dört eski bakanın yüce divana sevk edilip edilmeyeceğini oylayacağı 05/01/2015 günü, çoğu gazetelerin arka sayfalarında,tüm sayfayı kaplayacak şekilde, “SAĞLAM İRADE CUMHUR'UN BAŞINDA” başlığı altında Sivil Dayanışma Platformu (SDP)imzasıyla yayınlanan ve Soruşturma Komisyonunu baskı altına alarak, dört eski bakanı yüce divana sevk edilmekten kurtarmak amacıyla kaleme alındığı anlaşılan bildiriyi, hepiniz görmüş ve okumuş olmalısınız.
Neyin nesidir bu Sivil Dayanışma Platformu?
Bu platformu kimler kurmuştur ve kimlerden oluşmaktadır, her şeyden de önemlisi, bu platformun arkasındaki güç kimdir?
Kendisini Sivil Dayanışma Platformu olarak nitelendiren bu topluluk, bu kadar iddialı ve cüretkar bir bildiri yayınlayacak kadar kendisini güçlü ve haklı görüyorsa, bu bildiriye imza koyan mensuplarının açık isim ve kimliklerini niçin gizlemişlerdir?
Kimden ve neden korkmaktadırlar, bu bildiriye imza koyanlar olarak, açık kimliklerini açıkladıkları taktirde, halkımızın, karşılarında yolsuzluk ve rüşvetlerden nemalanan havuz medyası ve iş adamlarını, malum vakıf yöneticilerini görecek olmalarından ve yayınladıkları, Anayasa Mahkemesini ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin muhalefet kanadını ve AKP içindeki vicdan sahibi milletvekillerini karaladıkları gerçek ve vicdan dışı bildirinin içeriğinde yer alan görüşlerinin inandırıcılığını kaybederek, ilanın etkisiz kalacak olmasından mı korkmaktadırlar.
Evet, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını darbe girişimi olarak nitelendiren ve bu ülkenin Anayasal üst düzey bir yargı kuruluşu olan Anayasa Mahkemesini; bağımsız ve tarafsız bir şekilde çalışan ve adil kararlar veren mahkeme olmamakla suçlayan, darbe girişimlerini tamamlayan darbeci bir yargı kurumu olarak nitelendiren ve değerlendiren, satır aralarında bir yerlere, kaçak saraylara, övgü, bağlılık ve dayanışma mesajları gönderen Sivil Dayanışma Platformu örgütünün çok demokrat ve namuslu(!) mensupları, gazete ilanı vererek yazdıklarınıza, kimliklerinizi açıklayarak niçin sahip çıkamadınız?
Sizler niçin şeffaf olamıyorsunuz, yoksa, yayınladığınız bildiride yazdıklarınıza siz de inanmıyor ve ancak, kendinizi bir yerlere borçlu ve mecbur hissettiğiniz için mi, gerçekleri çarpıtarak ve Anayasal kurumlara çamur atarak, SDP rumuzuyla bildiri yayınlıyorsunuz?
Bizler; gazete ilanınızda yer alan, kaçak saray fotoğrafına, ilanın başlığında yer alan “SAĞLAM İRADE CUMHUR'UN BAŞINDA”, ibaresi ile ilanın içeriğinde yer alan; “17-25 Aralık darbe girişimlerinin.....” diye başlayan ve “Siyasi kariyerlerini ve kazanımlarını, sağlam irade'nin gölgesine borçlu olanların küçük hesapları, Büyük Türkiye yürüyüşünü durdurmaya yetmeyecektir.” diye sonlanan, bildirinizin içeriğinde yer alan ibarelere ve görüşlere baktığımızda, açık kimliklerinizi gizleseniz de, sizlerin kimler olduklarınızı, hangi düşünce ve zihniyete sahip olduğunuzu ve arkanızdaki sağlam iradenin kim olduğunu çok iyi anlıyoruz ve demokrasiye ve en başta Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Anayasa Mahkemesi olmak üzere, demokrasinin kurumlarına inanmak ve güvenmek yerine, sadece, sağlam irade olarak nitelendirdiğiniz, Cumhur'un başındaki tek kişinin iradesine körü körüne inanıp güvendiğiniz ve taptığınız için, millet olarak sizleri kınıyoruz. 06/01/2014
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat