30 Mart 2015 Pazartesi

GÜNÜN ÖNE ÇIKAN ADAMI DURSUN ÇİÇEK



Konuya girmeden önce, seçim bölgesinin yaklaşık yarısında milletvekili adaylarını partiye kayıtlı üyelerin iştirakiyle, hakim nezaretinde yapılan ön seçimlerle belirleme yolunu benimseyerek, parti içi demokrasiye verdiği önemi gösteren CHP'yi bu asil ve demokratik tavrından dolayı kutluyoruz.

CHP, yapmış olduğu bu ön seçimle, parti içi demokrasiye olduğu kadar, genel olarak demokrasiye ve seçmenin iradesine verdiği değeri açıkça göstermiştir.

Şimdi gelelim asıl işlemek istediğimiz konuya ve ön seçimlerde İstanbul 2.Bölgeden ikinci sıraya oturarak CHP Milletvekili olmayı garantileyen Emekli Deniz Kurmay Piyade Albay Dursun ÇİÇEK'e.

Hepiniz, Dursun ÇİÇEK adını duymuş olmalısınız.

Dursun ÇİÇEK; üç beş sene önce, yurtsever bir kısım Türk Silahlı Kuvvetler mensuplarının, Ergenekon ve Balyoz torbalarına atılarak tutuklanmaya başlandıklarında, ismi, irticayla mücadele eylem planını hazırlayarak bu belgeyi imzalayan kişi olarak anılmaya başlanan ve hükümeti devirmeye teşebbüs etmekle suçlanıp, Ergenekon ve Balyoz soruşturma dosyalarının sanığı haline getirilerek, cemaat ile AKP'nin işbirliği halinde yıllarca özgürlüğünden mahrum bıraktığı, kumpas mağduru emekli Deniz Piyade Kurmay Albayımızdır.

Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının mağduru olan ve uzun süre cezaevlerinde çile çeken bir kısım silahlı kuvvetler mensupları; bu mağduriyetlerini kullanarak, uğradıkları mağduriyetin halkımızda yarattığı sempatiden istifade ederek ve yaşadıkları mağduriyetin acı tecrübelerini politikada değerlendirmek, haksızlıklarla mücadele etmek amacıyla siyaset yapmaya karar vererek 7 Haziranda yapılacak milletvekilleri seçimlerinde milletvekili aday adayı olmak üzere başvuruda bulunmuşlar, bunlardan birisi de, CHP ye katılarak, CHP İstanbul 2. Bölgeden milletvekili aday adaylığına başvurarak önseçime giren Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun ÇIÇEK dir.

Politikaya atılan Ergenekon ve Balyoz mağduru subayların çoğunluğu, hissi ve duygusal nedenlerle, kendileri gibi Ergenekon sanığı ve kumpas mağduru olan Doğu PERİNÇEK'in partisini tercih etmişlerdir.

Daha önceki seçimlerde göstermiş olduğu performansına göre, %10 gibi çok yüksek olan seçim barajını aşması mucizelere bağlı olan Doğu PERİNÇEK'in partisini tercih ederek politika yapma kararı alan bir kısım emekli subayın, çöpe gidecek olan oylarla, istemeden de olsa AKP nin değirmenine su taşıma hatasına düşmeden, baraj sorunu olmayan ve AKP'ye alternatif olabilecek,AKP'nin tek başına iktidar olmasının önüne geçebilcek konumdaki ana muhalefet partisi CHP'yi tercih ederek, CHP de politika yapma kararı alan, bu kararını da, CHP'nin Meclis Grup Toplantısında katılarak açıklayan, bizzat KILIÇDAROĞLU'na parti rozetini taktırarak seçim mücadelesine başlayan ve girdiği ön seçim sonunda, İstanbul 2. Bölgeden ikinci sıraya oturma başarısını göstererek, CHP İstanbul Milletvekili olmayı garantileyen Dursun ÇİCEK; parti tercihi, uyguladığı seçim, taktik ve stratejisi ile sonuç almasını bilen ve yeni girdiği politika savaşını kazanan başarılı bir kurmay subay olduğunu göstermiştir.

Bu nedenle, biz, bir CHP seçmeni olarak, Sayın Dursun ÇİÇEK'in, bu başarısıyla, son günlerin ismi öne çıkacak ve ön seçim başarısı tartışılacak olan kişisi olacağını düşünüyoruz.

Sonuç olarak; Türkiye genelindeki seçim bölgelerinin yaklaşık yarısında ön seçim yoluyla aday belirleme yöntemini tercih eden CHP yönetmini, bu demokratik tavrı nedeniye, ilk defa politikaya girerken yaptığı parti tercihi ve uyguladığı taktik ve strateji ile İstanbul 2. Bölgesinden katıldığı ön seçimi kazanarak, CHP İstanbul Milletvekili olmayı garantileyen Sayın Dursun ÇİÇEK'i de, bu başarısı nedeniyle yürekten kutluyoruz. 31/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


OLAN ÇİFT BAŞLILIK VE YETKİ ÇATIŞMASI DEĞİL YETKİ GASBIDIR!..


Ülkemizde, mevcut bazı kavramlar ile müesseselerin, insanların kendi çıkarları için nasıl çarpıtılmakta olduğunu, ibretle ve hayretle izlemekteyiz.
En başta Tayyip Bey olmak üzere, başkanlık sistemini savunanlar, parlamenter sistemin ülkemizde işlemediğini, çift başlılık ve yetki çatışması yaratan bu sistemle, ülkemize ve milletimize hizmet etmenin mümkün olmadığını beyan ediyorlar.
Ahmet Bey de, parlamenter sistemin değişmesi gerektiğini, zira Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmekte olduğunu, halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanının göreve başlamasıyla, parlamenter sistemden uzaklaşıldığını, hesap verenle yetki sahibinin aynı kişi olmasının sağlanmasının gerektiğini beyan etmektedir.
Doğrudur, ülkemizde yürürlükte bulunan ve 12 Eylül darbecileri tarafından yapılarak yürürlüğe sokulan ve içerdiği hükümlerle, siyasi partileri lider sultasına sokarak, parti içi demokrasiyi yerle bir eden bugünkü Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarıyla, gerçekten, tüm kurallarıyla işleyen batı tipi bir parlamenter sistemi ülkemizde uygulayamazsınız.
Gerçekten; milletvekili adaylarını bizzat parti liderinin seçtiği, milletvekili seçilerek parlamentoya gelmelerini, parti liderine borçlu olduklarının inancını taşıyan milletvekillerinin, parlamenter olarak oy kullanırlarken, liderlerinin kendilerinden istediği her şeyi, kayıtsız şartsız yerine getirilmesi gereken bir emir olarak değerlendirdikleri ve liderine mutlak surette biat ettikleri, ülke ve millet menfaatlerinin ikinci plana atıldığı ülkemizde, gerçekten, yasaları, ülke ve millet yararına, enine boyuna tartışıp, kılı kırk yararak yapan, iktidar partisine mensup olsalar dahi, yeri geldiğinde hükümeti ve hükümet üyelerini Anayasada yer alan usul ve yetkilerini kullanarak denetleyebilen, iktidarın ve iktidarın başındaki parti liderinin her istediği yasaya olumlu bakmaya kendilerini mecbur hissetmeyen, ülke ve millet yararına, demokrasinin kurallarına ve insan hak ve özgürlüklerine uygun bulunmayan yasalara olumlu oy kullanmayarak, yeri geldiğinde iktidara direnebilen milletvekillerinden oluşmayan meclislerle yasama yetkisi kullanılan ülkemizde, batı tipi gerçek bir parlamenter sistem, tüm kurallarıyla işleyemez.
Bu itibarla,maalesef ülkemizde gerçek bir parlamenter sistem işlememektedir.
Ancak, bize göre, şu anda ülkemizde parlamenter sistem işlemiyor, bu nedenle parlamenter sistemi terk edelim, başkanlık sistemine geçelim diyenler, yanılmaktadırlar. Aslında, ülkemizde; Tayyip Bey Başbakan iken de, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, şu an da, lider sultası ve parti içi demokrasinin işlememesi nedeniyle hayata geçirilemeyen parlamenter sistemin yerine, fiilen uygulanmakta olan rejim, Tayyip Bey'in liderliğindeki Türk tipi bir başkanlık rejimidir.
Parlamenter sistem, ülke yönetiminde çift başlılık yaratmıştır ve yetki çatışmasına neden olmaktadır, eleştirisini yapmaya en başta Tayyip Bey olmak üzere kimsenin hakkı ve yüzü yoktur.
Tayyip Bey ortalığa çıkacak, ben halkın doğrudan oylarıyla Cumhurbaşkanı seçildim, Anayasa falan tanımam, Anayasada olmayan yetkileri kullanırım, parti genel başkanı gibi davranırım, Başbakan gibi icraat yaparım ve yetki kullanırım diyecek ve bilerek ve isteyerek ve Anayasayı çiğneyerek yetki çatışması çıkaracak ve ondan sonra da suçu, günahı olmayan parlamenter sistemin üzerine atarak, parlamenter sistemi kötüleyecek. Pes doğrusu. Bunun, gözünün üstünde niye kaşın var diyerek suçsuz ve günahsız bir kişiyi öldürmeye kalkışmaktan ne farkı var?
Başkanlık sistemine geçmek için dayatan Tayyip Bey, başbakanlığı döneminde, ülkeyi parlamenter sistemin kuralları içinde yönetmemiştir ki, parlamenter sistemden dert yanmaya ve onu kötülemeye hakkı olabilsin.
Tayyip Bey;kendisine, katı ve mutlak bir disiplin içinde itaat eden, ismine torba yasa, çuval yasa ne derseniz deyiniz, çıkarmak istediği her yasayı, talep ettiği her şeyi, mutlak surette itaat edilmesi gereken bir emir olarak telakki eden meclis çoğunluğunu kullanarak, kısa sürede ve kolayca çıkarıp yürürlüğe sokabilmiş, meclisin, hükümeti denetleme yetkisini yine kendi meclis çoğunluğunun oylarıyla etkisiz kılabilmiş, özellikle GÜL'ün son yedi senelik Cumhurbaşkanlığı döneminde, Başbakan olarak, istediği her kararnameyi hiçbir engele takılmaksızın köşkten geçirebilmiş ve GÜL'ün Anayasal yetki hudutlarını da aşmaması nedeniyle, ülkeyi tek başına bir başkan gibi yönetmiştir.
Değişen şu olmuştur, Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçilmek istemiş ve halkın doğrudan reylerini alarak Cumhurbaşkanı seçilince, altında yetkili ve sorumlu bir Başbakan'ın varlığı onun egosuna ve kibrine uygun düşmemiştir.Teşbihte hata olmaz, ülkemizi bir çöplüğe benzetmek istediğimiz falan yok ama, Tayyip Bey,başkanlık sistemini,çöplüğün tek horozu olmak ve tüm yetkileri kendisinde toplamak için istemektedir.
Tayyip Bey, bu isteğinde o kadar kararlıdır ki, Anayasamıza göre, tarafsız ve eski partisiyle ilişkisini kesmiş olması gerekmesine rağmen, AKP Genel Başkanı gibi konuşmaya ve davranmaya devam etmekte, AKP' nin seçim bildirgesini bizzat okuyarak, ona ilaveler yaparak katkı sunmakta, meydanlarda konuşarak halktan AKP'ye oy talep etmekte, Anayasayı ihlal etmekte bir sakınca görmemektedir.
Burada, önemle bir hususa değinmek istiyoruz. Anayasa, Anayasada öngörülen usullerle değiştirilmedikçe,Anayasanın tüm hükümleri, en başta Tayyip Bey ve onu Cumhurbaşkanı seçilsin diye oy kullanan kişiler olmak üzere,istisnasız herkesi bağlar.Bu nedenle, Tayyip Bey'e Cumhurbaşkanı olma yolunu açan seçmenlerin bu iradeleri, Anayasada yer alan Cumhurbaşkanının mevcut görev ve yetki alanını asla genişletemez. Hiç kimse, kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamaz, hiç kimsenin, halkın doğrudan oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey'in yetkileri artmıştır, ülkeyi fiilen başkan gibi yönetebilir demeye hadleri ve hakları yoktur.
Başbakan Ahmet Bey, en baştan hata yapmış ve başına gelecekleri bilerek, emanetçi Başbakan olmaya rıza göstermiştir. Bu nedenle de, sorumluluk kendisine ait olduğu halde, ülkeyi sorumsuz bir Cumhurbaşkanının yönetmesine karşı çıkamamaktadır.
Ahmet Bey'in; seçim beyannamesinde, başkanlık sistemine yer vermesine neden olarak gösterdiği,”Seçilmiş cumhurbaşkanının göreve başlamasıyla parlamenter sistemden uzaklaşıldığı, hesap verenle yetki sahibinin aynı kişi olmasının gerektiği ” görüşü, Tayyip Bey tarafından, cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ülkemizde Anayasaya aykırı olarak fiilen bir başkanlık sisteminin uygulamaya konularak, aksayarak da işliyor olsa, mevcut parlamenter sistemin fiilen uygulamadan kaldırıldığının açık bir itirafı olduğu gibi, bu durumda sorumlu ve hesap vermesi gerekenin, emanetçi Başbakan olarak, kendisinin değil, bundan böyle sorumluluğun,hiçbir sorumluluğu ve hesap verme durumu bulunmayan ve ülkeyi fiilen başkan gibi tek başına yönetmeye kalkışan Tayyip Bey'e geçmesi için, başkanlık sistemine onay vermekten başka bir seçeneğinin kalmamış olduğunun da açık bir kabul ve itirafıdır.
AKP seçim beyannamesinin başkanlık sitemine geçişe onay veren bu bölümünde yer alan ve bizzat Ahmet Bey tarafından kaleme alındığı belirtilen beyanlarda; Anayasaya aykırı olarak, kendisine tanınmayan yetkileri kullanarak, ülke yönetiminde yapay bir çift başlılık görüntüsü ve yetki çatışması yaratan Tayyip Bey'e yönelik gizli bir karşı çıkma ve tokmağını elinde bulundurduğun davulu da omuzlarına al, sitemi yer almaktadır.
Sonuç olarak;bizim şu anda yapmamız gereken en akıllı ve olumlu seçim; başkanlık sistemine geçmek yerine, Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarını, Anayasayı değiştirerek, lider sultasına son verip, parti içi demokrasiyi sağlayarak, parlamenter sistemin aksayan yönlerini düzeltip, bugüne kadar işletemediğimiz batı tipi gerçek parlamenter sistemi, bütün kural ve kurumlarıyla, işler hale getirmek olmalıdır. 30/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Mart 2015 Cumartesi

Ö R T Ü


Hepinizin bildiği gibi örtü; bir şeyin üstünü örtmek için kullanılan şey anlamına gelir.
Örtü, canlı ya da cansız bir nesne veya varlığın üzerini örten ve maddi olarak elle tutulabilen bir nesne olabileceği gibi, yine bir şeyi gizleyen veya yasaklayan, yasa ve yönetmelik hükümleri ile getirilen bir davranış biçimi olarak da karşımıza çıkabilir.
Örneğin, hazırlık soruşturmasına gizlilik getiren Ceza Muhakemesi Yasasının ilgili hükmü, soruşturmanın üzerini örterek onu gizleyen, içeriğinin ifşasına yasak getiren, elle tutulamayan bir nevi sanal bir örtüdür.
Özgürlükleri kısıtlayan ve yasaklayan yasa hükümleri, özgürlüklerin üzerini şal gibi örten, ama elle tutulamayan sanal bir örtüdür.
İktidar yakınlarının işledikleri iddia edilen bir yolsuzluk ve rüşveti soruşturan ve iktidardan aldığı talimatla,onlarca delile rağmen o soruşturmayı kapatan bir savcı da, bu hukuk dışı davranışıyla soruşturmanın üzerini örten bir örtü konumuna gelmiş demektir.
Aynı şekilde, yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan bazı bakanlar hakkında soruşturma yapan Meclis Soruşturma Komisyonu, onca delile rağmen, baskılar sonucunda siyasal bir kararla bakanları Yüce Divana sevk etmeyerek aklarsa, Meclis Soruşturma Komisyonunun bu karara imza atan üyeleri de, bu davranışlarıyla, o bakanların suçlarının üzerini kapatan ve örten sanal bir örtü haline gelmiş olurlar.
Başbakanlara, hiç kimseye hesap vermeden, fatura,makbuz ve benzeri hiçbir belge almadan ve hiçbir formaliteye tabi olmadan, yasanın öngördüğü belli alanlarda harcamaları için tahsis edilen ve örtülü ödenek olarak tanımlanan paraların harcanması için öngörülen bu kolaylık ve sorumsuzluk hali de, yasa hükümlerinin getirmiş olduğu elle tutulamayan sanal bir örtüdür.
Bunlar, devlet yönetiminde kendilerine bazı kolaylıklar ve imkanlar sağlayan antidemokratik yasa hükümlerinin sağladığı sanal örtüler başta olmak üzere, tüm örtüleri, örtünmeyi ve üzerleri örtülen şeyleri çok severler.
Bu nedenle de herşeyin üzerini örtmeye çalışırlar.
Karılarının, kızlarının başlarını ve saçlarını örterler.
Üniversite öğrencisi genç kızlarımızın başlarını ve saçlarını örtmeleri için onları teşvik ederler.
Milli görüş gömleklerini çıkardıklarını, onun yerine kefen bezlerini örtünüp, kefenlerini giyerek siyasete girdiklerini her fırsatta beyan ederler.
Daha önce işbirliği halinde çalıştıkları koalisyon halinde ülkeyi birlikte yönettikleri cemaati, bugün yasa dışı paralel yapı olarak suçlayarak, AKP iktidarının tüm ayıp ve pisliklerinin üzerini cemaat ve paralel yapı iddialarıyla örtmeye çalışırlar.
Yolsuzluk ve rüşvet iddialarınının üzerlerini örterler.
İleri demokrasi naraları atarak, çıkardıkları güvenlik yasalarıyla özgürlüklerin üzerini şalla örterek, özgürlükleri yok etmeye çalışırlar.
En son marifetleri yine örtü ve örtmek üzerinedir. Son çıkardıkları bir torba yasaya, el çabukluğu marifetiyle verdikleri bir önergeyle eklenen bir hükümle, Anayasaya göre icra yetkisi olmayan Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'e, üzeri örtülü ödenek kullanma yetkisi tanıdılar.
Bunların işleri güçleri, örtü ve örtünmek üzerine, şeffaflıktan hiç hoşlanmazlar.
Ödenekleri örtülü, karıları örtülü, kızları örtülü, yandaşları örtülü, çözüm sürecinde olduğu gibi, halkın ve meclisin bilgisi dahilinde şeffaf bir şekilde yürütülmesi gereken çoğu icraatları örtülü, özgürlük anlayışları örtülü.
Şimdilerde, sırada demokrasimiz var, gidişata bakılırsa, demokrasiye son vererek üzerini faşizm şalıyla örtecekleri gün de pek uzaklarda olmasa gerek.
Bu nedenle, biz diyoruz ki, tüm seçmenler olarak gözümüzü açalım ve demokrasimizin, özgürlüklerimizin ve vergilerimizle oluşan kamu parasının üzerindeki tüm örtüleri, el birliğiyle kaldıralım.28/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

27 Mart 2015 Cuma

SEN BU İSRAFI BABANIN PARASIYLA MI YAPIYORSUN?


CHP Genel Başkanı Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; Salı grup toplantısında yaptığı konuşmasında emeklilere hitap ederek, iktidara gelmeleri halinde, ramazan ve kurban bayramlarında emeklilere birer maaş ikramiye vereceklerini açıklayarak, bu vaadinin, yerine getirilmeyecek klasik bir politikacı sözü olmadığını vurgulamak için, noterden tasdikli bir taahhütnameyi de sunarak, bunu televizyon ekranlarından açıkça göstermesi ve kendisini bu konuda kesin olarak bağlaması, etkili olmuş olmalı ki, büyük bir emekli kitlesine yönelik bu somut ve son derece etkili vaat karşısında paniğe kapılan Ahmet Bey, “Kimin cebinden veriyorsun, nasıl veriyorsun, bu parayı nereden bulacaksın, gelecek nesillerin mirasını mı harcayacaksın?” diyerek, büyük bir tepki göstermiştir.
Geçinmekte zorlanan, geçinebilmek için adeta sihirbazlık yapan emeklilerimize, CHP iktidarında, iki maaş ikramiye verileceği sözüne yönelik Ahmet Bey'in bu tepkisi,AKP iktidarının, kimden yana ve kimlerin iktidarı olduğunu çok iyi anlatmaktadır.
Ne demek, “kimin cebinden veriyorsun, bu parayı nereden buluyorsun?” Lafları.
CHP iktidar olduğunda, emekliye vaat ettiği bu iki maaş ikramiyeyi, Ahmet Bey hiç korkmasın, rahat olsun, Ahmet Bey'in kendi cebinden alarak verecek değil tabi, bu ülkenin vatandaşlarının alın teri olan ödedikleri vergilerin, bu alın terinden ortaya çıkan ülkenin milli gelirinin, devletin gerekli ve zorunlu ihtiyaçlarında ve öncelikli kamu hizmetlerinde harcanıp, arta kalanın da adil bir şekilde paylaşımıyla, devletimizin parasıyla ödeyecek.
Ahmet Bey bunu anlayamaz tabi.
AKP iktidarı; bu ülkenin vatandaşlarının alın teri ve emeğinin karşılığı olan devlet parasını, o kadar plansız ve programsız harcayarak, har vurup harman savurdu ki, lüks ve israf batağına saplandılar, mahallenin kabadayı abisi gibi, bölgemizde uyguladıkları hatalı dış politikalar, başka ülkelerin iç işlerine müdahaleler yüzünden, o kadar çok para harcamak zorunda kaldılar, ülkenin bütçe açığını ve dış borçlarını o kadar çok büyüttüler ki,bırakınız emekliye iki maaş ikramiye vermeyi, emeklilerin maaşlarını muntazam olarak ödeyebilmeyi dahi, kendilerinin başarısı olarak görür hale gelmeye başladılar.
Bu nedenle, CHP'nin emekliye iki maaş ikramiye vaadi, AKP ve Ahmet Bey için yerine getirilmesi imkansız bir vaad haline gelmiş bulunmaktadır.
Ahmet Bey, gelecek nesillerin mirasını mı harcayacaksın? Diye sormuş.
Çok doğru bir soru. Önemli bir konuya parmak basmış, İktidarların, icraatlarıyla gelecek nesillerin mirasını harcamamaları, gelecek nesillerin üzerine büyük borçlar yüklememeleri, devleti iyi yönetmeleri, devlet hazinesini miras yedi gibi gereksiz yerlerde harcayarak tüketmemeleri gerekir. Bravo Ahmet Bey'e.
Ancak,Ahmet Bey'e tavsiyemiz şudur; geçim zorluğu içinde boğulan emeklilerimize, biraz rahatlamaları için iki maaş ikramiye vaadinde bulunan Sayın KILIÇDAROĞLU'na, gelecek nesillerin mirasını mı harcayacaksın? Sorusunu sorarak, bu vaadi eleştireceğine, kendisi akılcı ve objektif bir özeleştiri yapmalı ve acaba, niçin ben emeklilerime daha rahat geçinebilmeleri için ek bir ödenek ayıramıyorum? Sorusunu sormalıdır.
Ahmet Bey; AKP iktidarının ve onun başı olan Tayyip Bey'in geçmişteki ve şu andaki icraat ve uygulamalarına bakarak, bu özeleştiriyi yapıp, niçin ben emeklilerime daha rahat geçinebilmeleri için ek bir ödenek ayıramıyorum? sorusunu kendisine sorduğunda;
Tayyip Bey'in ve kendisinin, bölgenin lideri olmak, Dünya ülkelerinden aferin almak için ve şahsi inanç ve mezhepsel düşüncelerinin etkisiyle uygulamaya koydukları hatalı ve tehlikeli dış politikaları yüzünden, en başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere, bölgedeki Suriye Esat karşıtı terör örgütlerine yaptıkları silah yardımı ve lojistik destekler için yapmak zorunda kaldıkları,çok miktarlardaki, gereksiz parasal harcamaları,
Başbakanlık örtülü ödeneğinin, AKP iktidarları döneminde, hiçbir iktidar döneminde eşine rastlanmayacak şekilde israf derecesinde harcanarak sıfırlandığını,
Tayyip Bey'in, geldiği mütevazi aile yapısına ve göreneğine sığmayan, sonradan görme diyebileceğimiz anlaşılamaz lüks ve şatafat merakı, kibir ve egosundan kaynaklı olarak, bu fakir halkın paralarına acımadan, hiç ihtiyaç duyulmadığı halde, tamamen kendi şahsi arzularını tatmin ve hayata geçirmek üzere, Atatürk Orman Çiftliği arazini talan ederek yaptırdığı ve lüks olarak döşettiği, 1150 odalı kaçak saraya ve tüm eklentilerine harcanan paraları,
Yine Tayyip Bey'in, lüks ve gösterişi için, mevcutlara ilaveten gereksiz olarak satın alınan ve üzerinde ek harcamalarla özel ve lüks ilaveler yapılan, uçan saray olarak da anılan uzun menzilli süper lüks uçağına harcanan paraları,
Kaçak sarayın yapımı için harcanan paralarla işin bitmediğini,bu sarayın kullanımı ve işletimi için, her gün, ay ve sene, rutin olarak yapılması gereken parasal harcamaları,
Yine Tayyip Bey için, İstanbul'a gittiğinde kullanması için, elden geçirilerek onarılan ve Tayyip Bey'in lüks merakı için güncellenen Vahdettin Köşküne harcanan ve kullanımı için rutin bir şekilde harcanmaya devam edecek olan paraları,
Tayyip Bey'in, toplandığında yıllara tekabül eden sürelere ulaşan ve çoğu gereksiz ve turistik seyahat olan, bugün sayısını dahi hatırlayamadığımız, Dünyayı bilmem kaç kere turlamaya eşit miktardaki, aşırı ve gereksiz dış gezi ve seyahatlerine, buna ilaveten, bu geziler nedeniyle Tayyip Bey'e ödenen yolluklara harcanan paraları,
Tayyip Bey'in gelişiyle, Cumhurbaşkanlığı bütçesinde oluşan yüzde yüzlük artışla, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'e bütçeden ayrılan paraları,
Basında yer alan haberlere göre, Başbakanlığı döneminde örtülü ödenekten, hiç kimseye hesap vermeden, bol kepçe para harcamaya alışan Tayyip Bey'e, Cumhurbaşkanı olarak harcaması için yeni bir örtülü ödenek tahsis edilmesi girişimlerini,
Yine basında yer alan haberlere göre, Tayyip Bey'in;Yemendeki İran kaynaklı Şii hareketine karşı Türkiye'nin lojistik destek verebileceğine ilişkin beyanının hayata geçirilmesi halinde yapılacak olan harcamaları,
Her yıl yenileri ilave edilen, gereksiz ve ihtiyaç dışı lüks kamu taşıtlarına harcanan paraları,
Ve burada yer darlığından sayamadığımız Türkiye Cumhuriyetinin Bütçesini ve hazinesini soyup soğana çeviren tüm bu israfı, mutlaka görecektir.
Ahmet Bey, bu israfı gördüğünde,olası bir CHP iktidarında, emeklilere verilmesi planlanan iki maaş ikramiye nedeniyle,Sayın KILIÇDAROĞLU'na sorduğu; “Kimin cebinden veriyorsun, nasıl veriyorsun, bu parayı nereden bulacaksın, gelecek nesillerin mirasını mı harcayacaksın?” soruları nedeniyle, biraz olsun utanacak mı, yüzü kızaracak mı? Merak ediyoruz.
Değerli okurlar, sizler ne diyorsunuz, biraz olsun utanacak ve yüzü kızaracak mı?
Bize göre, Ahmet Bey; kendisine önerdiğimiz bu özeleştiriyi yaparak, AKP iktidarı dönemindeki bu israfı gördükten sonra, yüzü kızarmasa da, CHP iktidara geldiğinde, bu israfın önlenmesiyle, emekliye değil iki, üç maaş ikramiye dahi ödenebilecek paranın bulunabileceği gerçeğini görsün ve anlasın yeterli olacaktır. 27/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Mart 2015 Perşembe

E NOLCEK ŞİNDİ?




AKP içinde baş gösteren, Başbakan Yardımcısı ARINÇ ile Ankara Belediye Başkanı GÖKÇEK arasındaki karşılıklı suçlama düellosuna, kaçak saray sakini fiili başkan anında el koyarak, Başbakan Ahmet Bey'i yanına çağırıp yapılması gerekenler konusunda talimatlar verdi ve Ahmet Bey de bu talimatları uygulayıp taraflarla ayrı ayrı görüşerek ve muhtemelen; “ karşılıklı ağır suçlamalar içeren bu söz düellonuz, partimize zarar veriyor, belki de seçimleri kaybetmemize neden olacak, bırakın yolsuzluklarla uğraşmayı, AKP'nin bulaştığı yolsuzluların hangisiyle baş edeceğiz, bugün için artık bizim AKP olarak yolsuzluklarla mücadele misyonumuz kalmadı, bizim bugünkü önceliğimiz, AKP' nin seçim kazanmasıdır, aksi halde, her şeyi kendisine borçlu olduğumuz liderimiz ve dünya lideri Tayyip Bey'in başkanlık hayali tamamen yok olacak, sonra bu yenilginin hesabını Tayyip Bey'e veremeyiz.” diyerek, tarafları sakinleştirmek suretiyle şimdilik bir ateşkes sağlamış gözükmektedir.

Biz, Allah için söylemek gerekirse, namazında, niyazında, hacca gitmiş, cumalar dahil beş vakit namazlarını hiç kaçırmayan, orucunu tutan, tüm bu ibadetlerine bakarak bütün bir Müslüman olduklarına inanmak zorunda olduğumuz, bu nedenle de, dinen hiç yalan söylememeleri, yalan yere birbirlerine iftira atmamaları gereken ARINÇ'ın; Ankara Belediye Başkanı GÖKÇEK hakkında iddia ettiği buzdağının sadece üzerinde kalan azıcık bir bölümünü açıkladığı, 8 Haziran seçimlerinden sonra ise, tamamını açıklayacağını topluma ilan ettiği, fazla değil !)canım, toplam yüz civarındaki, arsa ve imar yolsuzluklarının, mutlaka belgeye ve delile dayalı gerçek ve somut suçlamalar olduğuna, aynı şekilde GÖKÇEK'in de, ARINÇ hakkında ileri sürdüğü iddia ve suçlamaların da gerçek olduğuna, inanmak zorundayız.

İçlerinde Allah korkusu bulunan, inançlı ve eylemli Müslümanlar oldukları için, asla yalan söylemeyeceklerine, yalan yere birbirlerine iftira etmeyeceklerine inanmak ve kabul etmek zorunda olduğumuz bu iki güzide Müslüman arasında geçen karşılıklı suçlamalar; özellikle ARINÇ'ın, bu ülkenin Başbakan Yardımcısı olmasına rağmen, GÖKÇEK hakkındaki bilgi sahibi olduğu yolsuzluklar konusunda bugüne kadar sessiz kalarak gereğini yapmamış olması rezaleti, Ahmet Bey'in taraflarla görüşüp el sıkışarak, bu çekişme, bizim parti içi şahsi bir aile meselemizdir gerekçesiyle asla geçiştirilemez ve kapatılamaz.

Bu çekişme ile gün yüzüne çıkan iddialar, tüm milletimizin, tüm Ankaralıların meselesidir.

İnsanlardan utanmıyorsunuz çekinmiyorsunuz, bari Allah'tan korkunuz, bu ne biçim Müslümanlıktır?

ARINÇ'ın, daha devede kulak olduğunu açıkladığı GÖKÇEK hakkındaki iddia ve suçlamalar, akçeli yolsuzluk iddialarıdır. Bu iddialar, Ankaralıların ve Allah'ın kullarının haklarının yenildiğine işaret etmektedir. Kul hakkı yemenin büyük günah olduğunu bilen Ahmet ve Tayyip Beyler; fani dünyanın nimeti olan Başbakan ve Başkan olma hayallerine zarar da verse, bu hayallerinden vazgeçme pahasına, inançlarımıza göre asıl huzura erecekleri öbür dünyayı da düşünerek, bu iddiaların peşini bırakmamalı ve üzerini örtmemelidirler.

Geçtiğimiz günlerde basından öğrendik,Japon inşaat mühendisinin onur intiharını.

İstanbul-İzmir otoyolu inşaatının, İstanbul-İzmit geçişi için yapılmakta olan köprüde kaza ile halat kopmuş ve hiç kimsenin burnu dahi kanamamış olmasına rağmen, bu halatın kopmasından vicdanen kendisini sorumlu tutan, bu nedenle üzüntü ve suçluluk duygusuna kapılan Japon mühendis, kendi hayatına son vermişti.

Bize göre, bir karşılık beklemeden ve almadan, kendi hayatı da söz konusu olsa, sadece veren, gerçek Müslümanlık, gerçek inanç ve inanmışlık, Müslüman olmasa da, bu Japon mühendisin duyduğu üzüntü ve sorumluluktur.

Biz, Japon mühendisi örnek göstererek, yolsuzluk yapanlar, yolsuzluk yaptıklarına ilişkin haklarında iddiada bulunulanlar intihar etsinler demiyoruz, bunu demek suç zaten, ancak, yolsuzluk yaptıkları iddia edilen kişilerden bu dünyada hesap sorulmalıdır, onlar da hesap vermelidir diyoruz.

Bu isteğimizin karşılık bulmayacağını, boşa kürek çektiğimizi, biz de çok iyi biliyoruz. Zira, AKP iktidarı mensupları, daha önce yaşanan 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarına adları karışan dört eski bakan hakkında açılan Meclis soruşturmasının sonucunun oylanmasında, onca delile rağmen,bakanların Yüce Divana sevk edilmemeleri yolunda oy kullanarak, yolsuzlukların üzerine gitme konusunda, kendi siyasi geleceklerini ve menfaatlerini, inançlarının önünde ve üzerinde tuttuklarını, yolsuzlukların üzerine gitme konusunda sabıkalı olduklarını göstermişlerdir.

Burada görev, en başta CHP olmak üzere, MHP ve diğer muhalefet partilerine düşmektedir.

Tüm muhalefet partilerimiz,17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddiaları en başta olmak üzere, ARINÇ'ın, Ankara Belediye Başkanı GÖKÇEK hakkında ileri sürdüğü iddiaların peşini bırakmamalı ve sürekli olarak hatırlatma yaparak, bu iddiaların unutulmasının önüne geçmelidirler.

Özellikle ana muhalefet partisi CHP; AKP'nin, yeri geldiğinde eski defterleri dahi karıştırarak, Atatürk ve İnönü döneminden bile sözüm ona partiyi yıpratacak, gerçek dışı ve hayal mahsulü bir takım saçma sapan yolsuzluk ve karalama iddiaları çıkarma cüretinde bulunduğunu, asla unutmamalıdır.26/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

25 Mart 2015 Çarşamba

AKP İKTİDARI VE SİYASİ AHLAK


Hepiniz çok iyi biliyorsunuz, AKP, iktidara ilk geldiğinde, kısaca “Üç Y “ olarak ifade ettiği; Yolsuzluklar, Yasaklar ve Yoksulluk ile mücadele ederek, ülkemizdeki yolsuzlukları, yasakları ve yoksulluğu yok edeceği sözünü vermişti.
On üç yıldır iktidardalar, şöyle tüm kamuoyu önünde olup bitenlere bir bakıyoruz, yolsuzlukları yok edemedikleri gibi, çok şükür yolsuzlukları daha da artırdıklarını ve yolsuzluklar konusunda zirve yaptıklarını görüyoruz.
Yoksulluk derseniz; o da zirve yapma yolunda, yoksulluk, zirve yapmak için, yolsuzluklarla yarış halinde.
Yasaklara gelince; yasakları da kaldıramadıkları gibi, ilave ettikleri yeni yasaklarla, bu konuda da çok yol aldılar, yasaklar konusunda da tavan yapmalarına az bir zamanları kaldı. Hele bir başkanlık sistemini getirmeyi başarırlarsa, yasaklar konusunda dünya lideri olmamamız için hiçbir engel kalmayacak.
Ülkemizde iktidarda bulunanların siyasi vicdan ve ahlakları taban yaptığı için, yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların tavan yapmasını doğal karşılamak gerekiyor.
Ancak, AKP iktidarının hakkını da yememek lazım. Yine üç Y olarak ifade edebileceğimiz; Yürütme, Yasama ve Yargıyı, ellerine sağlık bitirip hallettiler, Yasama ve Yargıyı Yürütmeye bağlayarak kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırıp, üç Y'yi tek elde topladılar ve ülkeyi yöneten AKP iktidarının önlerinde engel olarak duran Yasama ve Yargı sorununu gerçekten çözüme bağladılar.
AKP iktidarı; temsilde adalet ve bu nedenle de %10 seçim barajının kaldırılmasını istiyorsunuz ama, yönetimde istikrarı bozacağı için, bu seçim barajını muhafaza etmek, ülkemizin daha hayrınadır diye diye, seçmenlerimizi senelerce kandırdı.
Şimdi bakıyoruz, %10 seçim barajının desteğini de arkasına alarak, ezici bir çoğunlukla iktidar olan AKP, tek başına iktidarda olduğuna göre, sözüm ona, yönetimde istikrarın olması gerekmiyor mu?
Ancak, bugün için bakıyoruz, yönetimde istikrardan ve uyumlu bir çalışmadan eser yok.
Tayyip Bey, Başbakanlığı bırakarak Cumhurbaşkanı seçildiği halde, kendisinin ifadesiyle, parlamenter sistemi askıya ve bekleme odasına almış, illegal bir şekilde, fiilen başkanlık sistemini oluşturmuş ve ülkenin hem Başbakanı ve hem de Cumhurbaşkanı olarak tek başına ülkeyi yönetmeye kalkışıyor. Bilerek yönetmeye kalkışıyor diyoruz, çünkü ülkeyi bu şekilde yönetemediği gibi, emaneten atadığı Başbakan da, onun vesayeti altında olduğu için, Başbakan olarak hür iradesiyle bir karar alıp uygulayamıyor.
Devlet yönetiminde, tam bir istikrarsızlık ve kaos hakim durumda.
Tayyip Bey, yasalara göre bağımsız olan Merkez Bankası Başkanına doğrudan baskı yaparak, faizleri indirmesi için talimat veriyor. Faizleri indirmeyen Merkez Bankası Başkanını, vatan haini ilan ediyor.Ahmet Bey'in Başbakanlığındaki ilgili Bakanlar ise, faiz indirimine karşı çıkarak, Merkez Bankası Başkanından yana tavır alıyorlar.
Başbakan Ahmet Bey, vesayet altında olduğunu bir an unutarak, yolsuzlukları engeller umuduyla, şeffaflık yasa tasarısı hazırlayıp Meclise sunuyor, bunu gören Tayyip Bey, derhal Ahmet Bey'e talimat veriyor, bırak yolsuzlukla mücadeleyi ve şeffaflığı, bu yasa çıkarsa belediye başkanlığına aday olacak adam bulamayız diyor ve bu şeffaflık yasa tasarısını geri çektiriyor.
Kürt sorununun çözümü için barış sürecini başlatan Tayyip Bey, birden bire fikir değiştiriyor ve Kürt sorunu diye bir sorun yok diyebiliyor.
Hükumet, çözüm süreciyle ilgili olarak, Dolmabahçe Sarayında, kendi Bakanı ve ilgili HDP Milletvekillerinin iştirakiyle İmralı ile üzerinde anlaştıkları 10 maddelik bir mutabakat metnini kamuoyuna açıklıyor, fiili başkan Tayyip Bey ise, bu mutabakat metni kabul edilemez diyor.
Hükumet, çözüm sürecinin yürütülmesinde, İmralı İzleme Komitesi oluşturulması konusunda karar alıyor, Tayyip Bey yine müdahale ederek, benim İzleme Komitesinden haberim yok, bana bu konuda bilgi sunulmadı diyor.
Bunun üzerine, Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ araya girmek zorunda kalıyor ve basına konuşarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in İzleme Komitesinden haberi var diyerek, onu dolaylı olarak yalancılıkla itham ediyor, İzleme Komitesi oluşturma konusunda Hükümet olarak kararlı olduklarını açıklayarak, Tayyip Bey'i de, Hükümet işlerine karışmaması için kibarca uyarıyor ve bir tabuyu yıkıyor.
Bülent ARINÇ'ın, Tayyip Bey'e yönelik bu alışılmadık çıkışına ve beyanlarına rağmen, ülkenin Başbakanı olan Ahmet Bey, sessiz kalıyor, ne Tayyip Bey'den, ne de Bülent ARINÇ'dan yana bir açıklamada bulunamıyor, olanları şaşkınlıkla izlemekle yetiniyor.
Bülent ARINÇ'ın, Tayyip Bey'i yalanlayan ve kibar bir üslupla uyaran konuşmasından sonra, durumdan vazife çıkaran ve Sayın ARINÇ'ın, Tayyip Bey'e yönelik haklı çıkışına içerleyen Ankara Belediye Başkanı GÖKÇEK, bir twit atarak ARINÇ'ı paralelci olmakla suçlayarak, istifa etmeye davet ediyor, buna sinirlenen ARINÇ da, burnundan soluyarak ve etrafına ateş saçarak, açıyor ağzını, yumuyor gözlerini ve televizyonlardan GÖKÇEK'e verip veriştiriyor, onu haysiyetsizlikle ve yolsuzlukla suçluyor, Ankara'yı parsel parsel paralelcilere satmakla ve seçimler sırasında onların kucağına oturmakla itham ediyor, asıl suçlamalarını yüz madde halinde seçimlerden sonra, 8 Haziranda yapacağını, şu anda da, açmamaları kaydıyla kapalı zarf içinde bu suçlamaları basın mensuplarına verebileceğini ilan ediyor.
AKP'nin; birisi Başbakan Yardımcısı, diğeri Ankara Belediye Başkanı olan iki üst düzey mensubu arasında herkesin gözleri önünde cereyan eden bu vahim tartışmalara rağmen, emanetçi Başbakan Ahmet Bey, anında müdahale edip bir beyanda bulunamıyor, ne yapacağını şaşırıyor, Tayyip Bey ile gece yarısı görüşmeleri yapmak zorunda kalıyor ve bu görüşmelerde Tayyip Bey'in talimatını aldıktan sonra, olaya el koyarak kamuoyuna bir açıklama yapabiliyor ve disiplin hükümlerinin işleyeceğini, her iki tarafın da hatalı olduğunu, her iki tarafla görüşeceğini söylüyor.
17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarının muhatabı olan eski AKP'li Bakanların Yüce Divana sevklerinin, AKP oylarıyla reddedilmesinin henüz tazeleğini koruduğu bir sırada, ülkenin Başbakan Yardımcılığı koltuğunda oturmakta olan Sayın ARINÇ; Ankara Belediye Başkanının, yüzlerce akçeli imar ve arsa yolsuzluklarını bildiği halde, sırf kendi partisinden olması ve partisi AKP'nin seçimlerde başarısız olmaması için, partisi AKP'nin menfaatlerini, ülkenin menfaatlerinin, dürüstlüğün ve yolsuzluklarla mücadelenin üzerinde tutarak, bu yolsuzlukları gizliyor ve kendi kuyruğuna basılması üzerine, sinir ve buhran içindeyken, bu yolsuzlukları ağzından kaçırıyor.
Bu rezaletlerin hepsi, bir tesadüf müdür?
Bu mudur, yönetimde istikrar ve güveninirlik, bu mudur yolsuzluklarla mücadele?
Bu olup bitenler; seçmen vatandaşlarımızın, artık gözlerini açmaları ve ülkemizi AKP iktidarından kurtarmaları için, Allah'ın bizlere sunduğu bir lütuf olmalıdır.
Dört yıl sürecek olan yeni bir karanlık tünele girmeden önceki ve mevcut yolsuzlukları ve yönetimdeki istikrarsızlığı ve çift başlılığı sonlandırmak için son çıkış yolu olan 7 Haziran seçimlerini, seçmenlerimiz çok iyi değerlendirmek zorundadırlar. 25/03/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

24 Mart 2015 Salı

TAYYİP BEY'İN TÜKENMEYEN İHTİRASI AKP'NİN EVLATLARINI YEMEYE BAŞLADI


Fiili Başkan Tayyip Bey'in bitmek ve tükenmek bilmeyen ihtirası, fiili başkanlığını Anayasal tabana oturtma isteğindeki ısrar ve inadı,ülkemize ve AKP'ye zarar vermeye ve tehlike çanları çalmaya başlamıştır.
Son iki gün zarfında Sayın ARINÇ'ın başını çektiği AKP içinde gelişen olaylara baktığımızda, Tayyip Bey ile Hükümet arasında ciddi bir yetki paylaşım kargaşası ve çekişmesinin yaşandığı, iyice suyun yüzüne çıkmış bulunmaktadır.
AKP içindeki bu yetki paylaşım çatışması, AKP'yi ikiye bölmüş, bir kısım AKP'liler Tayyip Bey'in yanında, bir kısım AKP'liler de Sayın ARINÇ'ın başını çektiği Başbakan Ahmet Bey'in ise insiyatif kullanamadığı ve sessiz kaldığı Hükümetin yanında saf tutmuş bulunmaktadır.
Sayın ARINÇ'ın, bize göre temelinde Tayyip Bey'in Hükümetin çalışmalarına yönelik müdahaleleri ve başkanlık modeline geçiş konusundaki ısrarlarının bulunduğu Aksaraya karşı çıkışında,bazı basın organları ve kişiler, durumdan vazife çıkararak ARINÇ'a saldırmaya başlamışlar ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı da Tayyip Bey'in yanında saf tutarak durumdan vazife çıkarmış ve Sayın ARINÇ'ı paralelcilikle suçlayarak istifaya davet etmiş, ARINÇ da patlayarak, Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanına çok ağır bir cevap vererek, belediye başkanlığı seçimleri öncesinde kendisinin paralel yapının kucağına oturarak, parsel parsel arazileri onlara satarak peşkeş çektiğini iddia etmiştir.
Tayyip Bey şunu iyi bilmelidir ki; eski Cumhurbaşkanı GÜL ile Başbakan Yardımcısı ARINÇ, kendisiyle birlikte AKP'yi kuran ve AKP içinde tabanları ve sevenleri olan önemli kişilerdir.Tayyip Bey, AKP tabanına dayanarak birşeyler elde etmek istiyorsa, bu kişileri görmezlikten gelemez ve onları hafife alamaz.
Tayyip Bey, GÜL ve ARINÇ dan daha karizmatik olsa da, bu kişiler nezdinde eşitler arasında sadece birincidir.Tayyip Bey'in bugünkü konumuna ulaşmasında GÜL ve ARINÇ'ın da pay ve emekleri büyüktür, Tayyip Bey'in, bu ikiliyi dikkate almadan,onları yok sayarak AKP içinde kendisini tek adam ve fiili başkan ilan etmesi, AKP için sonun başlangıcı olacaktır.
Bize göre ortaya çıkan manzara, Melih GÖKÇEK üzerinden başlatılan ve taraflarından birinin Tayyip Bey, karşı tarafta ise, GÜL ve ARINÇ'ın yer aldığı parti içi güç mücadelesinden, Tayyip Bey'e, bizi dikkate almazsan hiçbir yere varamazsın mesajını vermekten başka bir şey değildir.
Bize göre, Tayyip Bey'in bitmek bilmeyen ihtirasları, tek adam davranışları yüzünden AKP içinde başlayan bu çatışma, evlatlarını yemeğe başlamış, bu çatışma ve çatlağın büyümesi halinde, 7 Haziran seçimlerinde, Tayyip Bey dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan da olacak, bırakınız 400 milletvekili ile başkan olmayı, AKP'nin iktidardan düşmesi ile Aksarayda Cumhurbaşkanı olarak beş yıllık normal süresini tamamlaması dahi tehlikeye girecektir.
Bizden söylemesi Tayyip Bey'in bitmek ve tükenmek bilmeyen ihtirası, kendisini ve AKP'yi tüketecektir.24/03/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

22 Mart 2015 Pazar

TEK KİŞİLİK SİVİL DARBE'NİN RESMEN İLANI



Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı 10 Ağustos itibariyle, bu ülkede yeni bir dönem başlamış, parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır demek ve Cumhurbaşkanlığı görevini bu anlayış içinde yürütmeye kalkışmak, açık ve seçik olarak, yürülükteki meşru anayasanın ihlali ve rafa kaldırılması olup, bu aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin ve otoritesinin kullanılarak yapılmış bulunan sivil bir darbedir.

Tayyip Bey tarafından kurulu ve meşru Anayasal sistemimize karşı yapılmış olan tek kişilik bu sivil darbe, 21/03/2015 tarihi itibariyle, bizzat kendisi tarafından, televizyonlardan Türk Milletine resmen ve alenen ilan ve tescil edilmiştir.

Bu ülkede, 21/03/2015 tarihi itibariyle Anayasanın öngördüğü kriterlerde, yeminine sadık ve Anayasaya saygılı Anayasal meşruiyeti olan bir Cumhurbaşkanı kalmamış olup, Anayasa dışı fiili bir başkan bulunmaktadır.

Bu fiili başkan, bu darbesine Anayasal bir meşruiyet tabanı kazandırmak için, askıya aldığı Anayasa hükümlerini yok sayarak, il il dolaşıp millete hitap etmekte ve seçimlerde 400 milletvekili vermeleri için propaganda faaliyeti yürütmektedir.

Tayyip Bey, milletin oyuyla Cumhurbaşkanı seçilmeyi gözünde büyüterek ve bunu fırsat bilerek, Anayasanın öngördüğü kurulu olan demokratik parlamenter sistemi askıya ve bekleme odasına aldığını açıklayarak, Anayasal bir suç işlemiştir.

Ne yazık ki, muhalefet kanadının elinde, Anayasamızda mevcut olan vatana ihanet suçlamasıyla Tayyip Bey'i işgal etmekte olduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirerek Yüce Divana sevk etmeye yetecek olan milletvekili çoğunluğu bulunmamaktadır.

Tayyip Bey, parlamento çoğunluğunu elinde bulundurmanın rahatlığından ve halkın suskunluğundan istifade ederek, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ve onun yürürlükteki Anayasası ile alay etmekte, elinde bulundurduğu bir oyuncak misali, istediği gibi oynamakta, Anayasal ve demokratik parlamenter sistemi, bekleme odasına ve askıya aldığını, korkusuzca açıklamaktadır.

Millet olarak tek tesellimiz, Türk Milletine reva görülen bu sivil darbenin telefisi için önümüzde 7 Haziran seçim fırsatının bulunmasıdır. Bu darbenin, televizyonlardan bizzat tayyip Bey tarafından dün itibariyel kendi ağzından resmen ve alenen açıklanmış olması, önümüzdeki 7.Haziran seçimlerinin, ülkemizin demokratik geleceği açısından var olan hayati önemini daha da artırmıştır.

7 Haziran seçimleri; ülkemizdeki Anayasanın üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayalı parlamenter demokratik düzeninin devam edip etmeyeceğinin oylanacağı bir seçim haline gelmiştir.

Bu nedenle hepimize, oylarımızın dağılarak %10 seçim barajına takılmaması ve Tayyip Bey'in tek kişilik darbe düzeninin devamına katkı yapmamamız içn tarihi önemde görev ve sorumluluk düşmektedir.

ATATÜRK, savaşan askerlerine ne demişti? Ben size düşmana saldırmanızı değil, ölmenizi emrediyorum. Çanakkale zaferinin kazanılmasında itici bir güç ve motivasyon olan ulu önderimizin bu çağrısından hareketle diyoruz ki; 7Haziran seçimlerinde, gönül bağımız olan ve kendilerini desteklediğimiz siyasal partilerin gücünü test etmekten, hiç değilse bu seçim için vazgeçerek, gönül bağımızı ve hissiyatımızı bir kenara koyarak, aklınızı kullanalım, tehlikeye düşen ülkemizin demokratik geleceği açısından, oylarımızı en güçlü muhalefet partilerimizde birleştirelim, en önemlisi de, mutlaka sandığa giderek oylarımızı kullanalım. 22/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Mart 2015 Cumartesi

DAHA DİKKATLİ KONUŞMASINI SAYGIYLA RİCA EDİYORUM




Hükumetin, çözüm sürecine ilişkin İmralı izleme komitesi oluşturulmasıyla ilgili kararına yönelik olarak,Tayyip Bey'in söylediği, benim haberim yok, izleme komitesini doğru bulmuyorum, buna sıcak bakmıyorum şeklindeki televizyon kanalları üzerinden yaptığı eleştirel beyanı, bardağı taşırmış ve Tayyip Bey ile Hükümet arasında yaşanan gerginliği, hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeksizin açık ve net bir şelkilde ortaya koymuştur.

Bülent ARINÇ'ın, Tayyip bey'e yönelik olarak bugün (21/03/2015) yaptığı bomba etkisi yapan açıklamalarıyla, Tayyip Bey'e verilmek istenen mesajları,aşağıda belirteceğimiz şekilde özetleyebiliriz.

Evet, siz Başbakan iken çözüm sürecini başlatan kişisiniz, ancak, şu anda siz Cumhurbaşkanı olarak sorumsuz bir makamdasınız, bugün, çözüm süreciyle ilgili olarak alınan ve alınacak olan tüm kararların sorumluluğu, Hükümetimize aittir.

İzleme komitesi oluşturulması dahil, çözüm süreciyle ilgili olarak alınacak olan kararları almaya, bu kararların sorumluluğunu üzerinde taşıyan Hükümetimiz yetkilidir.

Bu konularda size bilgiler veririz, sizi bigilendiririz, zaten Başbakanla yaptığınız haftalık görüşmelerde, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında, Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılan Bakanlar Kurulu Toplantılarında, MİT Müsteşarı ve çözüm sürecinin aktörleri olan Bakanlarımız vasıtasıyla,süreçle ilgili olarak size gerekli bilgiler verilmektedir.

Bu itibarla, aksini iddia etmenize rağmen, İmralıda yapılacak olan görüşmelerle ilgili olarak izleme komitesi oluşturulacağı konusunda da, pekala bilgi sahibisiniz, bu konuda bilgi sahibi olmadığınızı beyan ederek, televizyonlar kanalıyla,ulu orta açıklamalar yaparak Hükümetimizi eleştirirseniz bunu kabul edemeyiz.

Böyle yaparsanız, hem siz, hem de Hükümetimiz yıpranır, siz de üzülürsünüz.

Siz Hükümetin aldığı kararları televizyonlardan ulu orta eleştirmeyin, ancak bu konularda söyeleyeceğiniz ve eleştireceğiniz hususlar olursa, bunu sizin özgün fikriniz olarak dinleriz ve saygı duyarız, kapalı kapılar ardında sizinle yapılan görüşmelerde karşı görüşlerinizi açıklayabilir, gerekli eleştirileri yapabilirsiniz.

Siz, uygun bulmasanız, sıcak bakmasanız da, biz Hükümet olarak,İmralı İzleme Komitesi oluşturma konusunda kararlıyız.

Bu ilk değil, siz bu hatalı çıkışları sürekli yapıyorsunuz, izleme komitesiyle ilgili bu son çıkışınıza benzer çıkışları, önceki bazı olaylar sebebiyle de yaptınız, artık bu hatalı çıkışlarınızı tekraralamazsanız, hem sizin için ve hem de Hükümetimiz için çok iyi olur.

Bundan sonra daha dikkatlii konuşmanızı sizden saygıyla rica ediyorum.

Evet, Sayın ARINÇ'ın, Tayyip Beyden bir daha tekrarlamamasını rica ettiği hususlar ve Tayyip Bey'e vermek istediği mesajlar bunlardır. Sayın ARINÇ'ın beyanları o kadar açık ve nettir ki, kimse, aksini iddia etmeye ve yalanlamaya, yanlış anlaşıldık demeye kalkışmamalıdır.

Sayın ARINÇ; çok kibar,diplomatik,saygılı ve dikkatli bir dil kullanmış ise de; bu Tayyip Bey'e kibarca yapılan bir uyarı olup, Tayyip Bey'e verilen, lütfen haddinizi biliniz, görev, yetki ve sorumluluklarınızı gözden geçiriniz anlamına gelen bir muhtıradır.

Yazımıza başlık yaptığımız;”DAHA DİKKATLİ KONUŞMASINI SAYGIYLA RİCA EDİYORUM”uyarısı, çok dikkat çekicidir.Dikkat edilirse, istirham veya arz etmiyor, emir anlamına gelen, ast makamların üst makamlara karşı sarf etmemesi ve yazışmalarda yer vermemesi gereken “rica ediyorum” ifadesi, altı çizilecek önemde bir ifade tarzıdır.

Tayyip Bey; toplu açılışlar bahanesiyle Denizlide yaptığı propaganda mitinginde, ARINÇ'ın bu muhtırasına değinmemiş ise de, televizyonlardan da verilen Denizlide daha sonra Sivil Toplum Kuruluşlarına hitaben yaptığı konuşmasında; Sayın ARINÇ'a dolaylı olarak cevap anlamına gelen beyanlarda bulunarak, kendisinin doğrudan halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanı olduğu, bu seçimle, başkanlık sistemine fiilen geçildiği iması kokan, yeni bir dönemin açıldığı, parlamenter sistemin fiilen ortadan kalktığı,kendisinin siyaset yapmakla eleştirilemeyeceği, kendisinin konu mankeni olmadığı, siyaset yapmaya hakkının olduğu, hatırlatmalarını yapma gereğini duyarak, Hükümete karşı hodri meydan demiştir.

Sayın ARINÇ'ın; Hükümet kanadının topluca görüşünü ifade ettiğini, daha önce Hükümet olarak üzerinde görüşüp itifak ettiklerini zannettiğimiz Tayyip Bey'e yönelik eleştiri ve uyarılarını içeren bugünkü çıkışı ve Tayyip Bey'in buna Denizliden verdiği cevaba bakılırsa, kaçak saray ile Hükümet arasında oluşan çatlak ve gerginliğin, önümüzdeki günlerde daha da tırmanacağını söyleyebiliriz.

Ancak, bu değerlendirmemizde mahcup da olabiliriz, zira, özgül ağırlığı olan Sayın ARINÇ'ın, daha önceki benzer çıkışlarından sonra, Tayyip Bey karşısında geri çekilerek sessizliğe gömüldüğüne, bu çıkışlarının şaka olduğuna da tanık olunmuştur!

Olacakları, hep birlikte yaşayıp göreceğiz. 22/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

20 Mart 2015 Cuma

ALDATILDIM DİYEREK SORUMLULUKTAN KAÇAMAZSIN!..


Tayyip Bey, dün (19/03/2015) Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı konuşmayla, bir zamanlar cemaatle bilerek ve isteyerek oluşturduğu koalisyon ve işbirliğini perdelemek ve 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet iddialarından doğan sorumluluklarından kurtulmak amacıyla, kendi hayalinde oluşturmuş olduğu paralel yapıyı anlatmış ve paralel yapı tarafından askere yapılan kumpas karşısında, kendisinin de yanıltıldığını beyan ederek, günah çıkarmaya çalışmıştır.
Yok öyle yağma, Tayyip Bey'in, aldatıldım diyerek işin içinden sıyrılması, asla mümkün değildir.
Tayyip Bey'in yanılmadığını ve yanıltılmadığını, askerden intikam almak, sürekli iddia ve şikayet ettiği askeri vesayeti yıkmak ve askerin burnunu sürtmek için, cemaatle işbirliği içinde askere kumpas yaptıklarını, doğrudan işbirliği içine girmediğini kabul etsek dahi, askere olan nefretinden dolayı, cemaat tarafından yapılan kumpası ve gerçekleri görmesine rağmen, sesini çıkarma gereğini duymadığını, Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısı olduğunu açıkça beyan ettiğini, halkımız çok iyi bilmektedir.
Tayyip Bey'in; aldatıldım diyerek, dolaylı olarak askerden özür dileme anlamına gelen günah çıkaran bir konuşma yapması, bu konuşmanın muhatabı olan kurmay subaylarımız ve milletimiz için yeterli ve inandırıcı değildir.
Tayyip Bey'e sormak lazım; emrinizdeki MİT o dönemde ne yapıyordu, neyle meşguldü, başında, sizin çok güvendiğiniz, sır küpünüz olarak açıkladığınız ve halen de vazgeçemediğiniz, milletvekili seçimlerine katılmasına dahi müsaade etmediğiniz müsteşarın bulunduğu MİT'e rağmen mi aldatıldınız, yoksa MİT tüm mesaisini çözüm süreci dediğiniz PKK ve APO ile müzakere yapmaya harcayarak, diğer önemli haber alma ve istihbarat faaliyetlerini kendi haline ve oluruna mı bırakmıştı, ne dersiniz?
O dönemde ülkenin en yetkili ve etkili makamında oturan, ülkenin yönetiminden, milletin can güvenliği en başta olmak üzere, tüm özgürlüklerinden, adil yargılanma haklarından sorumlu olan, istediği yasayı meclis çoğunluğuna dayanarak kısa sürede çıkarabilen, emrinde MİT gibi bir kuruluş bulunan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak, Tayyip Bey'in, aldatılma ve aldatıldım deme lüksü ve mazereti olamaz.
Tayyip Bey, kumpasa ilişkin bir şeyler sezinlediğini, ancak, yargıya olan saygısından dolayı, bağımsız yargıya müdahale edemediğini beyan etmekte ise de; aynı Tayyip Bey'in, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet sürecinin başlatılmasından sonra, kendisine,aile yakınlarına ve bakanlarına bulaşma ihtimali olan bu yolsuzluk soruşturmalarını örtbas etmek için, adli kolluk yönetmeliğinde ve yasalarda yaptığı değişiklikler ile yargıya nasıl müdahale ettiğini, soruşturmayı yürüten savcıları ve polis şeflerini görevlerinden aldırdığını, soruşturma dosyalarının savcılarına işten el çektirdiğini, dosyaları ellerinden aldırıp başka savcılara verdirdiğini açıkça görmüş olup, bu gerçekler karşısında, Tayyip Bey'in, askere yapılan kumpas karşısında çaresiz kaldığına yönelik savunmasının, hiç ama hiç, inandırıcı olmadığı, bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Biz buradan iddia ediyoruz, kendisi için, yargıya yönelik tüm bu müdahaleleri yapabilecek gücü ve cür'eti kendisinde bulabilen Tayyip Bey; istemiş olsaydı, eski Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ, bırakınız yıllarca tutuklu kalmayı, bir saat dahi tutuklu kalmazdı.
Türk Milleti; Tayyip Bey'e, aldatıl ve askerini kumpaslarla yok et, zindanlarda çürüt diye oy verip iktidar yapmadı. Gerçekten, aldatılmış ve aldanmış da olsa, bunun karşılığı, dolaylı özür ve günah çıkarma anlamına gelen bir konuşma ile konuyu geçiştirmek olamaz. Adına, kasıt, ağır ihmal ve hata ne derseniz deyiniz, yıllarca zindanlarda çürütülen, gelecekleri yok edilen askerlerimize yapılan kumpasın, dönemin Başbakanı olan Tayyip Bey açısından, mutlaka siyasal bir karşılığı ve bedeli olmalıydı. Bu da, istifa ederek, iktidarı, elindeki tüm imkanları iyi ve yerinde kullanarak aldatılamayan ehil ellere bırakarak, Türk Milletinden özür dileyerek köşesine çekilmektir.
Peki, Tayyip Bey ne yapmıştır?
Beceremediği, emrindeki MİT'e ve diğer devlet imkanlarına rağmen, kendi beyanına göre aldatılmaktan kurtulamadığı, aldatılarak yürüttüğü Başbakanlığı, ülkenin Cumhurbaşkanlığına soyunarak, tüm devlet imkanlarını kullanıp, paralel yapı edebiyatı ve mağduriyetiyle eşit olmayan koşullarda yapılan bir seçimle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak suretiyle dahi bırakamamış ve kendi icat ettiği paralel yapı benzeri paralel bir Başbakanlık icat ederek, Başbakanlık görevini de, illegal olarak fiilen yürütmeye devam etmekte ve seçim meydanlarına çıkarak, halktan 400 milletvekili çıkarmak üzere oy istemektedir.
Anayasayı ve ettiği tarafsızlık yeminini ihlal ederek, taraflı ve partili Cumhurbaşkanlığı yapmakta ısrar eden Tayyip Bey'in; ileride bu konuda hesap vermek zorunda kaldığında, Anayasanın açık ve emredici hükümlerine rağmen, taraflı ve partili bir Cumhurbaşkanı gibi çalışmasının mazereti olarak neyi beyan edeceğini merak etmekteyiz.
Tayyip Bey; ileride, tarafsızlığının ihlaline gerekçe ve mazeret olarak, umarız, “Anayasa bir gecede değiştirildi, Cumhurbaşkanlarının partili ve taraflı olmaları yasağı kaldırıldı diyerek beni danışmanlarım aldattılar” demeyi düşünmüyordur.20/03/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

17 Mart 2015 Salı

DEMİRTAŞ'IN GRUP KONUŞMASININ ŞİFRELERİ




HDP Genel Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ, bugün (17/03/2015) parti grubunda yaptığı çok kısa konuşması ile güne damgasını vurdu diyebiliriz.

Şimdi, Selahattin DEMİRTAŞ'ın ne dediğini bir daha hatırlayalım,

Selahattin DEMİRTAŞ, grupta yaptığı çok kısa konuşmasında; “Tarihimizde en kısa grup toplantısını yapacağız, biz pazarlık partisi değiliz, AKP ile aramızda kirli bir pazarlık olmadı, olmayacak, Recep Tayyip ERDOĞAN; HDP var oldukça, HDP'liler bu toplumda nefes aldıkça, sen başkan olamayacaksın,seni başkan yapmayacağız, seni başkan yapmayacağız,seni başkan yapmayacğız.” diye konuşmuş ve konuşmasına son vererek partililerden coşkulu bir alkış ve tezahürat almıştır.

Demirtaş, bu kısa ve etkili konuşmasıyla,seçim öncesinde yine yapacağını yapmış, HDP'nin en etkili politikacılarından birisi olduğunu ve seçmen ile gönül bağı kurma konusundaki becerisini göstermiştir.

Bize göre, bu konuşmanın iki hedefi vardır.

Bu hedeflerden ilki, bu ülkeye başkan olabilmek için yanıp tutuşan, başkanlık krizleri geçiren Recep Tayyip ERDOĞAN, diğeri ise en başta Kürt seçmen tabanı olmak üzere, tüm seçmen kitlesidir.

Bu konuşma Tayyip Bey'i hedef alan bir konuşmadır,zira, geçtiğimiz günlerde Tayyip Bey seçim öncesinde milliyetçi oylara göz kırpmış ve bu ülkede Kürt sorunu yoktur diyerek, sürpriz bir çıkış yapmış olup, Tayyip Bey'in bu sürpriz çıkışı nedeniyle hayal kırıklığı yaşayan HDP, ne yaparsan yap, ne kadar çabalarsan çabala, ne kadar yalpalarsan yalpala, kendinle ne kadar çelişirsen çeliş, senin başkan olmana yardımcı olmayacağız, sana koltuk deyneği olmayacağız, seçim sonrasında AKP ile bir işbirliği içine girmeyeceğiz, senin çözüm süreci şantajına boyun eğmeyeceğiz, senin Kürt sorununu çözeceğine ve bu konudaki samimiyetine inanmıyoruz, sen yoluna biz yolumuza, bunu kafana iyice sok diyerek, Tayyip Bey'e çok kararlı ve üzücü bir mesaj vermiştir.

Demirtaş'ın ikinci hedefi de, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP'ye oy vermiş olan Kürt olmayan seçmen kitlesidir.

Demirtaş, kesin ve net bir dille, Tayyip Bey'e hitaben; “HDP var oldukça, HDP'liler bu toplumda nefes aldıkça, sen başkan olamayacaksın,seni başkan yapmayacağız” diyerek, seçim sonrası için, AKP ile gizli bir ittifak yaptıklarına ve kirli bir pazarlığın içine girdiklerine ilişkin olarak seçmende oluşan inancı yıkmayı ve HDP'nin seçim barajına takılma riskini ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, bizi çok renkli ve sürprizlerle dolu bir seçim bekliyor. CHP'nin işi hiç de kolay olmayacak.

Demirtaşın, Tayyip Bey'e ve dolayısıyla AKP'ye yönelik bu kararlı ve inandırıcı çıkışıyla, baraja takılıp çöpe gideceği tahmin edilen HDP oylarının, %10 barajını kolaylıkla aşarak AKP'ye yar olmayacağı ihtimali çok kuvvetlenmiştir. CHP, aklını başına toplamalı, bir an önce meydanlara inerek seçmene sunacağı somut projelerle, AKP ile HDP arasında çıkan bu kapışmadan kendisine yarar sağlamasını bilmelidir. 17/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


13 Mart 2015 Cuma

HAKAN FİDAN OLAYI!..


Çok iyi hatırlarız, bizim gençliğimizde, eskiden MİT denince bir ağırlığı ve gizemi vardı.
MİT başkanı ve elemanları, pek ortalıkta dolanmaz,adları ve sanları dahi pek bilinmezdi.
Yaptıkları görevin doğasında bir gizlilik vardı.
Hakan FİDAN MİT'in başına getirilip müsteşar yapıldığında, eskiye göre biraz gevşemekte olan bu gizlilik, iyice gevşeyerek tavan yapmaya başladı.
Üç öğün yemek yer gibi, sabah, öğlen, akşam ve bazen yatarken, medya marifetiyle, hepimizin önüne bir porsiyon Hakan FİDAN menüsü sunulmakta olup,Hakan FİDAN ismi, adeta herkesin beynine kazınmıştır.
Görüntüye baktığımızda, Hakan FİDAN; sanki, gizli çalışan bir teşkilatın en tepe noktasındaki bir kamu görevlisi değil, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın özel kalem müdürü veya yaveri, bizlerin de her an evine girip çıkan aile yakınımız konumuna getirilmiş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Bey, neredeyse sabah kalkar kalkmaz, benim sır küpüm Hakan FİDAN nerede? Diye sorarak güne başlama ve ben onsuz yapamam, çağırın hemen yanıma gelsin, deme noktasına gelmiştir.
Bu nedenle,Hakan FİDAN'ın, AKP'den milletvekili aday adayı olma gerekçesiyle MİT Müsteşarlığından istifası, pek uzun ömürlü olamamış, Tayyip Bey, ben MİT'in başında Hakan FİDAN'ı göremezsem yaşayamam(!) diyerek, Ahmet Bey'e emir vermiş, Hakan FİDAN'ın aday adaylığını bırakarak, tekrar MİT'in başına geri dönmesini istemiş olup, oturmakta olduğu Başbakanlık koltuğunu Tayyip Bey'e borçlu olan ve bu koltuğu ortaklaşa kullanan Ahmet Bey de, koltuğa oturmadan önce yaptığı sadakat yeminine bağlı kalarak, Tayyip Bey'in emrine uymuş ve milletvekili yapacağına söz verdiği Hakan FİDAN'ı ikna ederek, tekrar MİT Müsteşarlığına atamak zorunda kalmıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğüne, ciddiyetine ve saygınlığına yakışmayan bu komedi, tüm milletimizin gözleri önünde oynanmıştır.
Ahmet Bey; Başbakan olarak doğrudan kendisine bağlı olan Hakan FİDAN'ın MİT Müsteşarlığından istifa ederek AKP'den milletvekili aday adayı olmasına açıkça izin vermesine rağmen, Tayyip Bey'in baskıları sonucunda, Hakan FİDAN'ı ikna ederek onun tekrar MİT'in başına dönmesini sağlamakla, işgal ettiği Başbakanlık makamının, Tayyip Bey'in vesayeti altında olduğunu, Başbakan olarak bağımsız bir karar alabilme yeteneğinin bulunmadığını, dost ve düşmana göstermiş ve Başbakanlık makamının saygınlığına büyük bir gölge düşürmüştür.
Hakan FİDAN da, Tayyip Bey'in deyimiyle onun sır küpü olduğunu, onun özel talimatları doğrultusunda, devletin değil, AKP ve Tayyip Bey'in siyasi geleceğini teminat altına alacak şekilde görev icra edeceği ciddi şüphesini, Türk komu oyunda uyandırmış ve MİT'in tarafsızlığına ve saygınlığına gölge düşürmüştür.
Bu olay, devletin tepe noktasındaki uyumsuzluğu, MİT Müsteşarının siyasete atılmak üzere istifası konusunda, sonradan geri dönmemek üzere, kalıcı ve uyum içinde, kesin ve ciddi bir karar alma imkanının tamamen ortadan kalkmış olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Hakan FİDAN'ın, aday adaylık süresinin tamamlanmasını beklemeden,yani, aday listeleri kesinleşerek aday listesinde kendi isminin yer almadığını görmeden, istifasının temelinde, samimi olarak siyasete atılma ve milletvekili seçilme niyetinin olduğunu ispatlamadan, aday adaylığını geri alarak MİT'in başına tekrar geri dönmesi, Hakan FİDAN'ın tarafsızlığına ilişkin güveni ciddi bir şekilde sarsmıştır.
Bu nedenle, yani, aday listeleri kesinleşerek, kendi isminin,kesin aday listesinde yer almadığını görmeden seçimlerden çekilen Hakan FİDAN'ın, tekrar MİT Müsteşarlığına atanması, en azından etik dışı olup, bu atama yasal da değildir.
Zira; MİT Yasasının istifa başlıklı 14. maddesinde yer alan;” MİT fiili kadrosuna atanan personelden; bu teşkilattaki göreve başladıkları tarihten itibaren beş yıl geçmeden istifa edenler veya istifa etmiş sayılanlar, görevle ilişkilerinin kesildiği tarihten itibaren beş yıl geçmedikçe Devlet memurluğuna alınamazlar.” hükmü karşısında, istifa ederek görevinden ayrıldığı tarihten itibaren beş yıl geçmedikçe devlet memurluğuna alınması mümkün olmayan Hakan FİDAN'ın, bir devlet memuriyeti olan MİT Müsteşarlığına yeniden atanması, MİT Yasasının 14. maddesine açıkça aykırıdır.
Bu görüşe karşı şu itiraz yapılmaktadır. Denilmektedir ki;Hakan FİDAN, politikaya atılmak ve AKP'den milletvekili seçilmek amacıyla istifa etmiş olup, bu istifa, keyfe keder bir istifa olmayıp, seçim amaçlı özel bir istifadır, seçim için istifa edip de tekrar eski görevlerine dönmek isteyen memurlardan, yasa gereği, sadece yargı mensuplarıyla silahlı kuvvetler mensupları eski görevlerine geri dönemezler, Milletvekili Seçimi Yasasında, MİT Müsteşarı için, eski görevine dönme konusunda, bir yasal engel yoktur, bu nedenle, Hakan FİDAN'ın eski görevine dönüşü, MİT Yasasının 14. maddesindeki genel yasak kapsamında yorumlanamaz.
Hakan FİDAN'ın eski görevine geri dönebileceğini savunanların bu görüşlerine ve gerekçelerine katılmak mümkün değildir.Zira, Milletvekili Seçimi Kanunu, bazı istisnalar dışında, koşullu olarak ve sadece; milletvekili seçilmek için istifa edip de, milletvekili seçilmemiş olan memurların eski görevlerine dönmelerine olanak vermekte olup, Hakan FİDAN; aday adaylık sürecinin sonucunu beklememiş, kesin aday listesinde aday olamadığını görmeden, başka bir anlatımla, “milletvekili seçilmemiş olan memur” statüsünü kazanmadan, istifa ettiği MİT Müsteşarlığı görevine geri döndürülmüştür.
Hakan FİDAN'ın, en azından kesin aday listesinin açıklanarak Yüksek Seçim Kuruluna verilmesini beklemesi ve kesin aday listesinde yer alamadığını görerek, aday olamadığının kesinleşmesi, aday gösterilmesi halinde ise; ilan edilecek seçim sonuçlarına göre,seçimi kaybederek, milletvekili seçilemediğinin anlaşılmasından sonra, tekrar MİT'in başına geri döndürülmesi gerekirdi.
Yasalar, seçilme hakkına saygı göstermek ve seçilme hakkına gölge düşürmemek için, kamu görevlilerinin istifalarına ve seçilememeleri halinde de, görevlerine geri dönüşlerine izin vermiştir. Hakan FİDAN dahil, hiçbir kamu görevlisinin, bu istifa haklarını kötüye kullanmaya, kapris yapmaya, bazı kişileri test etmeye, istifanın tek nedeni olan seçim sürecini başarısızlıkla sonuçlandırma aşamasını beklemeden, yarıyolda seçimden vazgeçtim diyerek, eski görevlerine geri dönmeye hakları yoktur.
Şu da unutulmamalıdır ki; güçlü ve büyük Türkiye Cumhuriyetinin, MİT dahil, hiçbir kurumu, asla ve asla, Hakan FİDAN'la kaim değildir, Hakan FİDAN, belki Tayyip Bey'in vazgeçilmezi olabilirse de, güçlü Türkiye Cumhuriyetinin vazgeçilmezi olamaz. Bu ülke, binlerce Hakan FİDAN'lar çıkaracak kadar büyük,güçlü ve yetişmiş insan kaynağına sahiptir.13/03/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Mart 2015 Çarşamba

K A D I N!...


Erkek egemen toplumumuzda sevgili kadınlarımız erkeklerden kaynaklı daha ne kadar eziyet ve çile çekecekler?

Erkeklerimiz; kadınlarımızı, ne zaman, kendileriyle eşit, aynı hak ve özgürlüklere sahip, yaradanın bir kulu ve insan olarak görmeye başlayacaklar?

Erkeklerimiz, kadınlarımızın; kendilerini dokuz ay karınlarında taşıyıp, zorlu bir doğumdan sonra dünyaya getirerek emzirip süt vererek büyüten,hastalığında ve sağlığında devamlı yanında olan, gece üzerini açtığında uykusundan fedakarlık yaparak,sıcak yatağından kalkıp üzerini örten, üzerine titreyen, gece uykusunu bölerek onu emziren, büyüdükten sonra dahi üzerinden elini çekmeyen, evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra dahi, iki eli kanda da olsa, hiçbir karşılık beklemeden onun yardımına koşan, eşi çalışıyorsa, doğan çocuklarının bakımını da üstlenen anneleri olduğunu ne zaman fark edip, kadınlarımıza fazlasıyla hak ettikleri saygı ve sevgiyi gösterecekler?

Erkeklerimiz; ne zaman, kadınlarımıza yönelik her el kaldırışlarında ve her türlü kötü muameleye kalkıştıklarında, sanki annelerine karşı bir kötü davranış içine girdiklerini hissederek, kadınlarımıza daha saygılı davranmaya alışacaklar?

Erkeklerimiz; kadınlarımızın giyim ve kuşamlarına, başlarını örtüp açmalarına, doğum kontrollarına, doğum usullerine, doğuracakları çocuk sayısına yönelik dayatmalarından, ne zaman vazgeçecekler?

Erkeklerimiz; her konuda kadınlarımızı hor görme kompleksinden ve önyargısından ne zaman kurtulacaklar?

Her şeyden de önemlisi, erkeklerimiz; cinsel yaşamda, kendilerinin kadınlardan daha üstün ve vazgeçilmez olmadıklarını, kadınlarla eşit konumda olduklarını, kadınlarımızın, sadece kendi cinsel zevklerini tatmin eden bir seks objesi olmadıklarını, cinsel yaşamın da, kadın erkek, eşit ve ortak bir yaşam olduğunu, kadın ve erkeğin, anahtar ve kilit misali, girintili ve çıkıntılı anatomik yapılarıyla birbirlerinden ayrılmaz eşit ve ortak bir işlev içinde olduklarını, cinsel sadakat ve namus kavramının, erkekler için de geçerli olduğunu, azınlık olmalarına rağmen, kadının namussuzunun olduğu gibi, karısını dahi zorla pazarlayarak para kazanma alçaklığını yapan, adi ve namussuz erkeklerin, burunlarından kıl aldırmadan aramızda serbestçe dolaştıklarını, çocuk sahibi olamadıklarında, hatanın mutlak surette kadında olmadığını, ne zaman anlayıp kabul edecekler?

Çok merak ediyoruz doğrusu.

Bir erkek olarak, bizi bu öz eleştiriyi yapıp, kendimizi sorgulamaya ve bu makalemizi yazmaya sevk eden ve duygusal konuma gelmemize neden olan olay, yine kadınlarımızı hor gören ve aşağılayan erkek egemen Türk Dil Kurumunun “müsait” kelimesine verdiği anlam olmuştur.

Türk Dil Kurumunun, “müsait” kelimesini, ikinci anlam olarak, “Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)" olarak tanımlanmasını, kınıyor ve Atatürk'ün kurduğu bir kurum olma vasfını her geçen gün yitiren bu kurum yöneticilerini şiddetle lanetliyoruz.

Türk Dil Kurumunun bu ilkel mantığından, çağ dışı ve haksız akıl yürütmesinden hareket ettiğimizde, teşbihte hata olmaz, kendilerini tenzih ettiğimiz ahlaklı ve namuslu siyasetçilerimiz alınmasınlar ama, müsait kelimesinin üçüncü anlamını; “yolsuzluk yapmaya, rüşvet almaya, kolayca yalan söylemeye,din ticareti yapmaya hazır olan (siyasetçi)”olarak da tanımlayabiliriz, değil mi?

Bu çarpıcı benzetmemiz, Türk Dil Kurumunun ne kadar hatalı ve zor bir işi başardığını, kadına yönelik, onları hor gören, alçaltan, bilinçaltı ve ön yargılı düşmanlıklarını ve ayrımcılıklarını, açıkça ortaya koymaktadır.

Sakın unutmayın, kadın; herşeyimizi onlara borçlu olduğumuz annelerimizdir.

Tüm kadınlarımıza ve annelerimize, buradan selam olsun.11/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat