Bugün
(30/06/2015) avukat olarak sıkıntılı bir günümüzdeydik, sadece
Karşıyaka Adliyesinin ( ) Asliye Ceza Mahkemesinde saat 10.25 de
bir duruşmamız vardı.
Sabah kalktık
hazırlandık ve rahat bir şekilde, güle oynaya, duruşmadan 15
dakika önce duruşma salonunun önünde hazır olduk.Listeye bir
baktık, yirminin üzerinde dava dosyası var ve bizim duruşma saati
olan 10.25 itibariyle,henüz onuncu sıradaki dava dosyasının
duruşması yapılıyordu. Duruşm saatimiz gelmiş, ancak, önümüzde
daha on dosya var.
Neyse, dosya
çokluğundan dolayı olabilir diye düşündük, en fazla bir iki
saat gecikmeyle de olsa, saat 12.00 sularında duruşmamıza girip
ofisimize döner ve diğer işlerimizle meşgul oluruz diye düşündük.
Ne gezer, bütün
dava dosyalarının ilk duruşmaları, hakim bey; dosyaların
sanıklarını, müştekilerini ve tüm tanıklarını çağırmış,
dosyaların arasına da beşer dakikalık süre koymuş, bizim kem
talihimizden olsa gerek, tüm dosyaların, tüm sanık, müşteki ve
tanıkları da hazır bulunmuşlar, tamam dedik, şimdi hapı
yuttuk,bugün bir duruşma için burada geceleyeceğiz.
Ofisimiz,Karşıyakada
olmadığı için, bir süreliğine ofisimize de gidemiyoruz,
Karşıyaka Adliyesinde çakılı olarak kaldık.Can sıkıntısından,
bir duruşma izliyoruz, bir Baro Odasına gidip televizyon
seyrediyoruz, ancak, önümüzdeki on dokuz dosya bir türlü bitip
bize sıra gelmiyor,akacak kan damarda durmuyor, bugün mahkeme
kapısının önünde çile çekmek kaderde varmış, her dosyada iki
üç tanık, dosyalar yeni ve ilk duruşmaları, kimlik tespiti ifade
tespiti derken, her dosya için ayrılan beş dakika yeter mi? Yetmez
tabii.
Duruşmada,
sanık ifade verirken, müşteki sırasının gelmesini beklemeden
sanığın sözüne karışarak, yalan diyor ve sanığa laf
yetiştiriyor, bir avukat karşı tarafın avukatına yalan
konuşuyorsun diyerek yalancılıkla suçluyor, bizim için tam
anlamıyla talihsiz ve sıkıntılı bir gün.
Sabah saat
10.25 de girmemiz gereken duruşmaya, tamı tamına dört saat yirmi
beş dakika gibi rekor bir gecikmeyle, ancak saat 14.50 de
girebiliyoruz.
Öfkemiz
burnumuzda, duruşmaya, avukat kızımın yerine, yetki belgesiyle
girdiğmiz için yetki belgemizi dava dosyasına koyulsun diye hakime
vermesi için zabıt katibi bayana uzatıyoruz, katibe, bunu niçin
taratmadınız diyerek hesap sormaya kalkıyor, tabi anında cevabını
veriyoruz.
O sinirle, söz
alarak; hakim bey'e, bu dilekçe değil, dilekçe olsa önceden
havalesini yaptırdıktan sonra taratır öyle dosyasına sunarız,
bu yetki belgesi, duruşmada sunduğumuz bir belge, taratma
mecburiyetimiz yok,siz tarayın, esasen havalesi yapılmayan bir
belgeyi taratma imkanımızın da olmadığını söylüyoruz ve bu
engeli de sinirlerimiz tavan yaparak, sağ salim aşıyoruz, sözümüze
devamla; bu yaklaşık beş saatlik gecikmenin, kötü işleyen yargı
sisteminin bir hatası mı, yoksa hakim hatası mı olduğunu
anlayamadığımızı söylüyoruz ve yerimize oturuyoruz, nihayet
duruşmamız başlıyor ve saat 15.15 de duruşma salonundan
çıkabiliyor ve saat 16.00 da sağ salim ofisimize ulaşıyoruz.
30/Haziran/2015
gününü de bu şekilde sadece bir duruşma ile çöpe atıyoruz.
Şunu da
belirtelim, bu üzücü ve düşündürücü gecikme, başımıza ilk
defa gelmiş olmadığı gibi, sadece bizim karşılaştığımız
bir durum da değildir.Tüm avukat meslektaşlarımızın başına
gelen ve artık kanıksamak zorunda kaldığımız bir yargı
ayıbıdır.
Güler misin
ağlar mısın?
Sizce ne
yapalım, gülüp geçelim mi, yoksa oturup ağlayalım mı?
Zamanın en
değersiz olduğu ülkeler sıralamasında sanırım ülkemiz birinci
sıradadır.
Orta Okul
öğrencisiyken Almanca dil dersinde okuduğumuz Almanca kitabında
bir okuma parçası vardı. “Zeit ist geld”, Türkçesi; vakit
nakittir. Ne kadar doğru, Alman için vakit paradan kıymetli,
Almanya'nın, 2.Dünya Savaşında tamamen yıklımasına rağmen, şu
anda Avrupanın en ileri ülkesi olmasının hikmeti bu olsa gerek.
Vah, benim
zavallı ve sahipsiz ülkem vah! 30/06/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosuna Kayıtlı
Avukat