31 Ağustos 2016 Çarşamba

KÜRSÜLERİN ARKA ÜST DUVARLARINDA YER ALAN ADALET DEVLETİN TEMELİDİR SÖZLERİNİ İNDİRİN LÜTFEN !..



Adalet devletin temeliymiş de bizim haberimiz yokmuş.

Mahkeme kürsülerinin arkasındaki duvarın üst bölümünde yer alan ve üzerinde “Adalet Devletin Temelidir” yazılı levhaların, bugün için bir anlamı kalmış mıdır?

Yargı, bağımsızlığına ve tarafsızlığına kavuşuncaya kadar, indirin bu levhaları lütfen.

Yargı ve adalet, günümüze kadar böyle örselenmemiş ve sahipsiz kalmamıştır.

Yargı ve adalet, devletin temeli olma işlevini kaybetmiş, siyasal iktidarın bekçiliğine alet edilir hale getirilmiştir.

Yargı; 15.Temmuz hain darbe girişimini bahane ederek, beraberlik çağrısı kisvesi altında,kendi kafasındaki düşüncelerine göre, muhalefete danışmadan ve Meclisi devre dışı bırakarak devleti yeniden yapılandırmaya çalışan iktidarın sağ kolu haline getirilmek istenmekte ve etkin pişmanlıktan yararlanacakları vaatleri ile gizli tanık yapılan kişilerin gerçek dışı beyanlarıyla, muhalif masum kişilerin dahi Fetocu ilan edildikleri cadı avına alet edilmektedir.

Durum,yargı adına çok vahimdir.

Yargı; yeni adli yılın açılış törenleri bahane edilerek, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının vesayeti ve himayeleri altına alınmak ve Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılacak olan yeni adli yıl açılış töreni ile bu vesayetin dost ve düşmana ilan edilmesi için gün sayılmaktadır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi, ayaklar altında perişan ve can çekişmektedir.

Teşbihte hata olmaz,yargı sarayın haremine cariye yapılmak istenmektedir.

15.Temmuz.darbe girişiminin zorunlu kıldığı birlik ve beraberlik ruhu;muhalefetin, siyasal iktidarın tüm icraatlarına tartışmasız itaat etmesi,eleştiri hakkını kullanmaması ve yargının da yürütmenin ve siyasal iktidarın vesayeti ve emri altına girmesi demek değildir.

Birlik ve beraberliğin devamı konusunda azami özen ve gayreti göstermek, dayatmalardan ve olup bittilerden kaçınmak görevi, en başta siyasal iktidara düşmekte olup,birlik ve beraberliğin; siyasal iktidarın,kendi iktidarını dikensiz bir gül bahçesinde sürdürmesi için siyasal iktidara tanınan bir imtiyaz olmadığı, ülkenin menfaat ve yararlarıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır.

Sayın Cumhurbaşkanının adli yıl açılış törenlerinin tüm haklı itirazlara rağmen, Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılması konusundaki çabalarının, 15.Temmuz hain darbe girişiminden sonra yakaladığımız birlik ve beraberlik ruhuna zarar vereceğini değerlendiriyor ve ülkemiz adına endişeleniyoruz. 31/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Ağustos 2016 Cuma

TSK'NIN VE EMNİYET TEŞKİLATININ ÖNEMİ VE VAZGEÇİLMEZLİĞİ




Ülkemizin en gerekli olan iç ve dış güvenliğini sağlamak için çok önemli iki kurumumuz vardır.

Bunlardan ilki, ülkemizin ve vatanımızın emperyalist düşman devletlerin saldırılarından ve işgallerinden korunmasını sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri olup; ikincisi de, ülkemizin iç güvenliğini, vatandaşın huzurunu, can ve mal güvenliğini, ülkenin genel olarak asayişini koruyan ve sağlayan jandarma ve polis teşkilatından oluşan emniyet teşkilatımızdır.

Bu iki kurumumuzdan asla vazgeçemeyiz, bu nedenle Türk Sialhlı kuvvetlerimizi ve Türk Emniyet Teşkilatımızı güçlendirmek, itibarlarını en üst düzeyde tutmak ve yıpratmamak zorundayız.

Aynı şekilde, görevleri ayrı olan ve birbirini tamamlayan bu iki kurumumuzu karşı karşıya getirmemeye, bu iki kurum, sanki birbirlerine rakip kurumlarmış gibi bir algı yaratmamaya, her ikisine de layık oldukları itibarı ve onuru sağlamaya mecburuz.

Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Emniyet Teşkilatına, kesinlikle siyaseti sokmamak, bu iki önemli ve güzide kurumumuzu siyasetten uzak tutmak zorundayız.

Bu iki kurumumuz;hiç hak etmedikleri halde, politikacıların kötü yönetimleri ve Fetullah GÜLEN Cemaati ve örgütünün mensuplarının içlerine sızmaları nedeniyle, etkinliklerini ve tarafsızlıklarını kaybetmiş ve Emniyet Teşkilatımız; Türk Silahlı Kuvtlerini zayıflatmaya yönelik kumpas davalarının aleti ve mutfağı haline, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz de; kumpas davalarıyla atılan Atatürkçü subaylarımızın yarattığı boşluğu doldurarak önemli komuta kademeleine FETÖ Silahlı Terör Örgütüne mensup subayların atanmalarıyla, adeta bir terör çetesi haline getirilmeye çalışılmış ve 15.Temmuz darbe girişimi ile tüm bu gerçekler kesin olarak yüzümüze bir şamar gibi çarpmıştır.

Hain FETÖ Silahlı Terör Örgütünün içlerine sızması nedeniyle, demokrasi tarihimizdeki en kötü günlerini yaşayan Emniyet Teşkilatımız ile Türk Silahlı Kuvvetlerimize en fazla sahip çıkma ve onlara güvenme zamanı bugündür.

Kurum olarak bu iki teşkilatımızın hiçbir suçu yoktur. Milletçe, Emniyet Teşkilatımıza ve Türk Siahlı Kuvvetlerimize kurum olarak sahip çıkmak,onlara güvenmek,inanmak ve onurlandırmak zorundayız.Onları, kurumsal olarak eleştiri anlamına gelebilecek söz ve davranışlardan sakınmak zorundayız.Eleştirilerimizi,bu teşkilatların kurumsal yapılarına değil, bu kurumlarımızı kendi siyasi ve şahsi menfaatleri için bugünkü duruma getirenlere yönelik olmalıdır.

En başta siyasal iktidar, bu hassas noktaya özen göstermeli ve özellikle kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetlerimize potansiyel bir darbeci gözüyle bakan söz ve davranışlardan,yasal düzenlemelerden uzak durmalıdır.

Savcılığımız döneminden bir anımızı sizlerle paylaşalım; doksanlı yılların başlarında, İzmir de bölücü PKK örgütünün il düzeyinde önemli kişisi olan bir militan,örgütle ters düşmüş ve örgüt tarafından gözaltına alınmış ve büyük bir ihtimalle infaza tabi tutulacağı sırada, polisin bir operasyonuyla PKK'nın elinden canı kurtarılmıştı. Yaşanmış olan bu canlı örnek de göstermektedir ki; Emniyet ve Polis Teşkilatımız, kurum olarak iyi yönetildiği taktirde, işte böyle, sade vatandaş, terörist demeden tüm insanların can ve mal güvenliklerini sağlayan vazgeçilmez bir kurumumuzdur.

Türk Silahlı Kuvvetlerimize gelince; bu ülkenin bölünmez bütünlüğü ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda neler yapabileceğini, iki gün önce canlı olarak tüm dünyaya göstermiş, darbecilerin 15.Temmuz gecesi boğaz köprüsüne çıkararak insanların üzerine ateş açtırdığı tanklarımız; bu kez,Atatürkçü,ülkesine ve vatanına, vatanın bölünmez bütünlüğüne bağlı gerçek subay ve askerlerimizin komutasında, Uluslararası antlaşmaların ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak ve meşru müdafaa hakkını kullanarak Suriye topraklarına girerek, Suriye sınırımızda konuşlanan ve ülkemize zarar veren IŞİD'i, Cerablus'tan söküp atmış ve IŞİD'in boşalttığı Cerablus'a yerleşerek Suriye sınırında bir Kürt koridoru oluşturmayı amaçlayan PYD/YPG militanlarına da hak ettikleri dersi vererek, kurum olarak gerçek bir Türk Silahlı Kuvvetlerinin neler yapabileceğini, Türk Silahlı Kuvvetlerinin,Türk Vatanı ve Milleti için ne kadar önemli bir kurum olduğunu,içeride ve dışarıda herkese göstermiştir.

Kimse unutmasın, şurada 30.Ağustos büyük zaferin yıldönümüne dört gün kaldı, bu zaferi kazanan ve Osmanlının küllerinden bugünkü modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran; o dönem, cepheye silah ve mermi taşıyan kadınlarımız dahil, sivil halkımız ve erinden mareşaline kadar üniformalı, üniformasız tüm askerlerimizden oluşan şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz değil midir?

Yaşın 30.Ağusts Zafer Bayramı ve bu bayramı bize yaşatanlar,30.Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletine kutlu olsun,selam olsun Şanlı Ordumuza ve onun fedakar mensuplarına, selam olsun daha bugün Cizrede şehit olan 11 emniyet mensubumuza ve ondan önce ülkemizin çeşitli yörelerinde vatan için şehit olan ve yaralanarak gazi olan Emniyet mensuplarımıza, hepiniz iyi ki varsınız ve var olmaya da devam ediniz. 26/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

23 Ağustos 2016 Salı

CADI AVI (MI)



Değerli okurlar ve dostlar, sizlerden uzunca sayılabilecek bir süre ayrı kaldığımızın farkındayız, bu ayrılık için bilmem sizler ne düşündünüz?

Hemen söyleyelim,bir sorun yok, alo Fatih vaziyetleri falan değil, iş yoğunluğundan kaknaklı zorunlu bir ara veriş.

Hepimizin nefretle kınadığımız ve lanetlediğimiz 15.Temmuz darbe girişiminin;bu ülkenin yok olmaya yüz tutmuş olan yargısına, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına bir kat daha darbe vurduğuna ve devletin temeli olan adaletin iyice örselendiğine tanık oluyoruz.

Hepiniz yazdığımız makalelerden çok iyi bilirsiniz, Atatürkçü,hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demoratik ve laik bir hukuk devletini savunan, hukukun üstünlüğünden,hak ve adaletten ödün vermeyen bir duruşumuz vardır.

Bu nedenle, hukukun üstünlüğünü,insan hak ve özgürlüklerini benimseyen ve savunan bir hukukçu olarak; haklarında, herhangibir somut delil olmaksızın, sadece dindar oldukları, devletin çalışma izni verdiği Gülen Cemaati okulları olarak anılan legal okullarda çocuklarını okuttukları, yine devletin para ve mevduat toplama izni verdiği, yasal olarak ülkemizde faaliyet gösteren Bank Asya'da hesap açtırdıkları, yine bir zamanlar legal olarak yayın yapan Zaman Gazetesine abone olup bu gazeteyi okudukları, bir zamanlar legal olan ve siyasal iktidarın koruması altında, devletin yargısında,emniyetinde,milli eğitiminde ve ordusunda kadrolaşan,bir zamanlar el üstünde tutulan ve ona yakın olmanın ayrıcalık haline geldiği, bu nedenle her kesimden insanın ona yakın olduğunu göstermek için yarış ettiği Fetullah GÜLEN Cemaatine para ve kurban bağışında bulundukları gerekçesiyle, varsayımlara dayalı olarak, FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle gözaltına alınarak cadı avına tabi tutulan suçsuz ve günahsız iki eski müvekkilimize hukuki yardımda bulunmak ve adalete hizmet etmek durumunda kaldık ve sizlerden bir süre ayrı düştük.

Bu ayrı kaldığımız süre içinde, bu cadı avına, müdafi olarak müdahil olan bir hukukçu olarak gördük ki; durumları yukarıda belirttiğimiz kriterlere uyan çoğu kişi, delilden gerçek suçluya değil, suçlu ilan edilen kişiden delile ulaşmak amacıyla gözaltına alınmışlar. Tek bir merkezden hazırlanarak dağıtıldığını zannettiğimiz yukarıda belirttiğimiz kriterler üzerinden kendilerine kollukta sorular sorulan şüpheliler, olumsuz cevaplar verdiklerinde manevi baskıya alınarak,aynı sorular olumlu cevaplar alınana kadar tekrarlanmakta ve suçu kabul edip başkalarının isimlerini de verdikleri taktirde,etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak cezadan kurtulacakları söylenmektedir.

Kişiler suçlanırlarken ve kendilerine sorular sorulurken, 15.Temmuz.2016 darbe girişimi tarihi değil, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturma süreci baz alınarak büyük bir haksızlık yapılmaktdır.

17/25 Aralık süreci; siyasal iktidarın, kendi tek yanlı iradesiyle ve işine geldiği gibi belirleyerek milat olarak kabul ettiği bir tarih olup;bu tarih, FETÖ Terör Örgütüne üye olmak suçunun baz alınacağı bir milat olarak akbul edilemez. Zira,17/25 Aralık 2013 süreci; halkımızın çok hassas olduğu, dört bakanın istifa etmek zorunda kaldıkları, ciddi delilleri içeren bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturması ambalajı içinde topluma sunulduğu için, hükümeti görevi bırakmak zorunda bırakacak önemli bir süreç olmasına rağmen, siyasal iktidarın bu süreci hükümete yapılan bir darbe olarak nitelendirmesi, halkımızın çoğunluğu tarafından kabul görmemiş ve inandırıcı bulunmamıştır.

Bu nedenle, Fetullah GÜLEN Cemaatinin; ülkemizin meşru anayasal düzenini yıkmak, Meclisi ve Bakanlar Kurulunu çalışamaz hale getirmek ve hatta ülkemizin Suriye ve Irak gibi parçalanmasını ve ülkemizde bir iç savaş çıkmasını amaçlayan silahlı bir terör örgütü haline gelmiş bulunduğu, kesin ve net olarak,15.Temmuz.2016 darbe girişimi üzerine açığa çıkmış ve bizi yönetenler ve tüm halkımız tarafından tehlike ancak anlaşılabilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanının; 15.Temmuz.2016 darbe girişiminden sonra, “Bu cemaatin gerçek yüzünü bugüne kadar ortaya çıkaramadığımız için, rabbimden ve halkımdan af ve özür diliyorum”sözleriyle dile getirdiği samimi itiraf ve özeleştirisi de; bizim, bu örgütün gerçek yüzünün ancak 15.Temmuz.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi ile açığa çıkmıştır görüşümüzü açıkça desteklemektedir.

Bu ülkenin Adalet Bakanının, darbe girişiminden sonra Mecliste yaptığı bir konuşmasında; Gülen Cemaatinin devlet içinde F tipi bir yapılanma içinde bulunduğunu iddia ederek, bu konuyu araştıracak bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge veren ve bu önergesi AKP oylarıyla reddedilen anamuhalefete dönerek, anamuhalefete hak veren, “Dün biz size inanmadık” sözlerine yer vermesi de, siyasal iktidarın 15.Temmuz.darbe girişimine kadar, hiçbir şeyden haberdar olmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Şu gerçek de asla unutulmamalıdır.Testi kııldıktan sonra herkes yol gösterir,önemli olan testiyi kırdırmamaktır.

15.Temmuz.2016 darbe girişimi ile bizi yönetenler dahil herkes, korkunç gerçekleri ve Fetullah Gülen Cemaatinin gizli ve gerçek yüzünü tam anlamıyla ancak görebilmiştir.Bu nedenle, 15.Temmuzda net olarak ortaya çıkan duruma ve gerçeklere bakarak, yani 15.Temmuzun bilgi ve koşullarıyla cadı avına girişerek, geçmişi yargılayamayız, dini duyguları istismar edilen günahsız ve iyi niyetli kişileri, FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi oldukları iddiasıyla suçlayamayız.Bugün örgüt üyesi olmakla suçlanan kişilerin, 15.Temmuz.2016 darbe girişiminden önceki bilgiler ve koşullar içinde, suçsuz olduklarının değerlendirilmesi, masumluk karinesinin de zorunlu bir gereğidir.

Haklarında, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün üyesi olduklarına dair somut kanıtlar bulunmadan, sadece, bir zamanlar altın nesil yetiştiriyor, Türkçeyi ve Türkiyeyi dışarıda tanıtıyor ve ülkemizin reklamını yapıyor gerekçesiyle göklere çıkarılan bizi yönetenler tarafından korunup kollanan cemaat okullarına çocuklarını kaydettirdikleri, legal bankalarda hesap açtırdıkları, legal gazteleri ve dergileri okudukları, bir zamanlar iktidarın gözbebeği ve koalisyon ortağı olan Gülen Cemaatine, yakın geçmişte, o cicim yıllarında para ve kurban yardımında bulundukları varsayımıyla, terör örgütü üyesi olmakla suçlanarak gözaltına alınan ve hatta tutuklanan masum halkın sığınacağı tek liman yargıdır, bu nedenle, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan yargıçlarımız; içinde bulunduğumuz bu zor ve ağır koşullarda, korkusuzca hukukun üstünlüğünü ve devletin temeli olan adaleti sağlamak ve dağıtmak zorundadırlar. 23/Ağustos/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

11 Ağustos 2016 Perşembe

KENDİMİ NASIL SAVUNURDUM?



Dün gece korkunç bir rüya gördüm, ATATÜRK ve ilkelerinin hayranı ve uygulayıcısı, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne,demokrasiye ve cumhuriyete inanan ve bu değerleri sürekli savunan bir kişi olmamıza rağmen, at izinin it izine karıştığı 15.Temmuz hain ve kanlı darbe girişiminin yarattığı belirsizlik ortamında yanlışlıkla olsa gerek, FETÖ terör örgütü üyesi olduğum gerekçesiyle beni de gözaltına almışlar ve savcının karşısına çıkarılmışım, savcı bey'in bana, sen Fetullah GÜLEN'in falanca lisesinde okumuş ve oradan mezun olmuşsun, 17/25 Ararlık süreci ile 15.Temmuz darbe girişiminden önceki tarihlerde Gülen Cemaatine az miktarda para ve kurban yardımında bulunmuşsun, senin FETÖ örgütü mensubu olduğun konusunda ihbarlar var, kendini savun bakalım dediği anda,kabus içinde uyandım.

Neyse ki; gerçek değil bir rüyaymış, çok sevindim.

Saate baktım, sabah olmak üzere, saat 06.10 bu kabustan sonra gözümüze uyku girmedi tabi.

Beni aldı bir düşünce, kendi kendime sordum, bu rüya değil de gerçek olsaydı, gerçekten; namaz kılan, Fetullah GÜLEN Cemaatinin açtığı bir lisede okuyarak mezun olan, bu cemaatin; zararsız, ülkemizdeki anayasl düzeni zorla yıkmak isteyen bir terör örgütü haline getirildiğinin, ellerindeki devlet imkanlarına ve istihbaratına rağmen, bizi idare edenler tarafından dahi bilinmediği dönemde, bu cemaate hayır amaçlı olarak az miktarda para ve kurban bağışında bulunmuş ve bu nedenlerle, FETÖ suçlamasıyla gözaltına alınmış olsaydım, suçsuzluğumu dile getirmek için kendimi nasıl savunurdum'u düşünmeye başladım.

Bir süre düşündüm ve kararımı verdim.Öncelikle beni sorgulayan polis,savcı ve hakime aşağıda sıraladığımız soruları sorardım.

-Özellikle 15.Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra, ülkemizin anayasal düzenini zorla değiştirmek amacıyla kurulan silahlı bir terör örgütü olduğu kesinlik kazanan FETÖ örgütünün kurucusu ve lideri Fetullah GÜLEN kimdir, bu kişi ve örgütü bugünkü korkunç durumuna nasıl gelebilmiş ve devletimizin yargısına, emniyetine, milli eğitimine ve milli savunmasına sızarak buralarda yoğun bir şekilde kadrolaşabilmiştir?

-Bu örgüt devlete sızarken, kimler yardım edip elinden tutmuştur?

-Ana muhalefet partisi, Fetullah Gülen ve cemaatinin ülkemizde F tipi illegal bir yapılanmanın içine girmiştir diyerek iktidarı uyarıp, Fetullah Gülen Cemaatinin amacının kötü olduğunu, bunların araştırılmsının gerektiğini mecliste dile getirerek,bu konuda araştırma önergeleri verdiğinde; Fetullah Gülen cemaatinin araştırılacak bir yönü yok, onlar suç örgütü değildir, yasal dini bir cemaattir diyerek, ana muhalefet partisinin verdiği meclis araştırma önergelerini oylarıyla reddettirenler ve bu örgütün, bugünkü aşamaya gelmeden ipliğinin pazara çıkarılmasının önüne set çekenler kimlerdir?

-Fetullah Gülen ve cemaati için, “ne istediler de vermedik” diyenler kimlerdir?

-Dini siyasete alet edenler, alınları secdeye deyenlerden kötülük gelmez diyenler kimlerdir?

-Fetullah Gülen cemaatinin, ülkemizde ve yurt dışında tüm dünyada açtığı okulları methederek göklere çıkaranlar, cemaatin yurt dışı okularını, yurt dışında ülkemizin ve Türk dilinin tanıtımını yapıyorlar diyerek, cemaat okullarını destekleyenler, cemaatin düzenlediği Türkçe Olimpiyatlarını, derhaneleri alkışlayanlar, cemaatin altın nesil yetiştiriyoruz yalanlarına kananlar ve bugün, “biz bunlara yıllardır saf saf inandık ve alkışladık, şimdi bu tiyatro kapandı” diyerek dövünenler kimledir?

-Amerikada yaşayan Fetullah GÜLEN'i Amerikada ziyaret ederek ellerini öpen, bir emrinin olup olmadığını soranlar kimlerdir?

-2013 yılının ekim ayında, bir kalp rahatsızlığı geçiren Fetullah GÜLEN için,geçmiş olsun mesajları gönderenler, bu geçmiş olsun mesaj ve dilekleri için Fetullah GÜLEN'in Zaman Gazetesinde kendi imzasıyla yan yana iki sayfa halinde yayınladığı teşekkür ilanında isimlerine yer verilen iş adamları, sivil toplum kuruluşlarının ilgilileri, üst düzey devlet adamları, bakanlar, milletvekilleri kimlerdir?

-Fetullah GÜLEN cematinin; devletin emniyetine, yargısına, milli eğitimine ve ordusuna sızarak buralarda kadrolaşmalarını, bu kişilerin atanma kararlarına imza atarak bizzat sağlayanlar kimlerdir?

-17/25 Aralık soruşturma süreci ve 15.Temuz darbe girişiminden sonra; emniyet, yargı, milli eğitim ve milli savunmada,cemaatçi oldukları iddiasıyla toplu olarak görevlerinden alınan kamu görevlilerinin, bu kadrolara atanmaları kararlarının altında kimlerin imzaları bulunmaktadır?

-Fetöcülerin devlete sızmalarında etkin rol oynayan, memur alımı için yapılan sınavlarda soru çalarak sahtekarlık yapanların üzerlerine gitmeyen ve bu iddiaları objektif bir şekilde araştırmayarak bu sahtekarlıkları zamanında ortaya çıkarmayanlar kimlerdir?

-Devlet kadrolarına atanmada Gülen Cemaatine yakın ve mensup olmayı teşvik eden ve atanmalarda Gülen cemaatine yakın olmayı tercih nedeni sayanlar kimlerdir?

-Anayasa mahkemesi raportörü iken, önce Denizcilik Müsteşar yardımcılığına getirilen ve 31 gün sonra da yüksek bürokrat kontenjanından Anayasa Mahkemesine üye seçilen ve 15.Temmuz darbe girişiminden sonra Fetocu olduğu iddia edilerek anayasa mahkemesi üyeliği görevine son verilen ve tutuklanan kişinin bu yükselişinde ve anayasa mahkemesi üyeliğine seçilişinde imzaları bulunanlar kimlerdir?

-Devletin tüm istihbaratı ve haber kaynakları,emniyeti,jandarması ve MİT'i elinin altında ve emrinde olmasına rağmen, Fetullah Gülen cemaatinin gerçek yüzünü, anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmak için gizli gizli çalışarak bu amaçla devleti ele geçirip kadrolaştıklarının farkına varamayan ve bugün ortaya çıkarak, kandırılmışız, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içindeyiz,bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyoruz, Rabbim de milletimiz de bizi affetsin diyen kimlerdir?

15.Temmuz darbe girişiminden sonraki günlerde Meclis kürsüsüne çıkarak yaptığı konuşmasında; muhalefete doğru dönerek, Gülen Cemaatinin araştırılması için muhalefetin verdiği Meclis araştırma önergelerinin iktidar milletvekillerinin oylarıyla reddedilmesini kastederek, “dün biz size inanmadık” diyerek, günah çıkaran bakan kimdir?

Bu sorularımızın ardından da derdim ki; sorduğumuz bu soruların cevaplarının tarafsız bir şekilde verilmesi halinde, suçsuz olduğum sanırım anlaşılacaktır, zira; yukarıda sorduğumuz soruların asıl muhatabı olan ve FETÖ örgütünü ülkemizin ve devletimizin başına musallat eden kişiler arasında kesinlikle ben bulunmamaktayım. 11.08.2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Ağustos 2016 Salı

YENİKAPI MİTİNG'İNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ




Hangi partiyi tutarsak tutalım, ülkemizin 15.Temmuz gecesi karşı karşıya kaldığı darbe girişiminin korkunç yüzü, her geçen gün iyice netleşmektedir.

İktidardan hoşlanalım veya hoşlanmayalım,ortaya çıkan gerçekler karşısında FETÖ kaynaklı askeri darbe girişimini hepimizin kınaması ve lanetlemesi bir vatanseverlik borcumuzdur.

15.Temmuzdan bu yana, halkımız ayakta ve meydanlarda, eksik de olsa demokrasimize sahip çıkmanın çabası içindedir.Halkımızın bu özverisi, siyasilerimiz tarafından çok iyi değerlendirilmeli ve bu meydanlarda toplanan kalabalığın, kendilerine değil, demokrasimize verdikleri bir destek olduğunu akıllarından çıkarmamalıdır.

Geçtiğimiz pazar günü İstanbul Yenikapıda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın çağırısı ile Demokrasiyi koruma ve Şehitleri Anma Mitingi yapılmış ve bu mitinge; Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Mecliste grubu bulunan AKP,CHP ve MHP Genel Başkanları,Genelkurmay Başkanı,Kuvvet Komutanları ve tüm partiden halkımız katılmış ve sonuç itibariyle, Türk Bayraklarının dalgalandığı, şölen havasında, ses getiren görkemli bir miting icra edilmiştir.

Bu mitingin siyasi bir yanının olmaması nedeniyle, mitingde Türk Bayrakarı dışında herhangibir siyasi partinin bayrak ve amblemlerine yer verilmemiştir.

Liderler ve Cumhurbaşkanı protokol sıralarına göre konuşmalar yapmış ve günün sürprizi olarak, darbenin muhataplarından Genelkurmay Başkanı da resmi üniforması ile halkımıza hitap etmiştir.

Biz mitingi televizyondan izledik, bizim gözümüzden kaçmış, ancak gazete haberlerine göre, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun ismi anons edilerek kürsüye davet edildiğinde, bir grubun KILIÇDAROĞLU'nu yuhalamaları, mitingin mana ve önemine gölge düşürmüştür

Genelkurmay Başkanının konuşmasını başından sonuna kadar izledik,peşinen şunu söyleyelim ki; Genelkurmay Başkanının, pek alışık olmadığımız sürpriz bir şekilde,mitingde konuşarak halka hitap etmesini, olağan karşıladık, Genelkurmay Başkanı bu konuşmasında; Türk Silahlı Kuvvetlerinin sivil otoritenin emrinde ve sivil otoritenin direktifleri doğrultusunda görevini yaptığını ve bundan sonra da yapacağını, doğrudan halkımıza duyurmuş ve bunun sözünü vermiştir.Genelkurmay Başkanının bu beyanları çok önemli olup, bu nedenle halka hitap etmesi, yararlı ve isabetli olmuştur.

Ancak, Genelkurmay Başkanının siyasi liderliğin ve otoritenin direktifleri doğrultusunda çalıştıkları vurgusunu yaparken sarf ettiği, “Her yönüyle yerli ve milli olan yüksek siyasi liderlik” nitelemesi, talihsiz ve düşündürücü olmuştur. Biz bu yerli ve milli sözünü bir yerlerden hatırlıyoruz, bu söz, Tayyip Bey'in bir zamanlar kullandığı onun sözleri olup, bize göre ayrıştırıcı bir beyandır.Genelkurmay Başkanının; emir ve direktif aldığı bundan önceki siyasi lider ve otoriteler, gayri milli ve yerli olmayan liderler olduğu için midir ki, bunun aksi mümkün müdür ki,özellikle yerli ve milli yüksek siyasi liderlik vurgusunu yapma gereğini duymuştur? Genelkurmay Başkanının, “Her yönüyle yerli ve milli olan yüksek siyasi liderlik” sözleri ve nitelemesi, anlaşılamamış ve yadırganmıştır.

Televizyonumuzdan izlerken mitingde bizzat görme imkanı bulamadık ama, daha sonra medyada izlediğimiz görüntülere göre, mitinge katılan Genelkurmay Başkanının, protokol sıralarına kadar gelme başarısını gösteren, kerameti kendinden menkul,Fetullah GÜLEN gibi, dinci,din istismarcısı cüppeli başka bir soytarı ve tehlike olan Cüppeli Ahmet Hoca ile el sıkışması da, günün mana ve önemi ile bağdaşmamış ve hoş bir görüntü olmamıştır.

Cumhurbaşkanı,CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun da birlik ve beraberlik adına Yenikapı mitinginde hazır olarak bir konuşma yapmasını çok sitemiş ve önce katılmama kararı almasına rağmen,KILIÇDAROĞLU bu davete icabet ederek mitinge katılmış ve güzel bir konuşma yapmıştır.

Mitigde final konuşmasını yapan Cumhurbaşkanının geneli itibariyle olumlu olan konuşmasında; bizzat davet ettiği CHP ve onun lideri KILIÇDAROĞLU'nun idam cezasına karşı olduklarını çok iyi bilmesine rağmen, halkı galeyana getirmek ve ileriye dönük bir propaganda amacıyla, idam cezasının yeniden ceza kanunlarımızda yerini almasına yönelik yasa değişikliğini gündeme getirmesi, iktidarı ve muhalefetiyle o ortamda oluşan milli birlik ve beraberliğe ve uzlaşmaya gölge düşürmüş ve meydandaki CHP'lilere ve KILIÇDAROĞLU'na soğuk duş etkisi yapmıştır.

Bir kısım halkın, 15.Temmuz darbecilerine uygulanmak üzere idam cezasının geri getirilmesini istediklerini bilmesine rağmen; halkımıza, idam cezası geri gelse dahi bu cezanın darbecilere uygulanmasının hukuken imkansız olduğunu açıklamayarak, halkımızın bu konudaki bilgisizlkiğini ve beklentisini istismar ederek, halkımızı idam cezasının geri getirileceği beklentisi içinde tutup yanıltan ve avutan bir konuşma, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanına yakışmamaktadır.

Cumhurbaşkanının idam cezasının geri getirilmesi için söylediği;"Şu anda, siyasi partilerimizin genel başkanları burada. Sizin zaten talebinizi biliyorlar. Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olduğuna göre, sizler de idam talebinde bulunduğunuza göre, bunun kararını verecek olan merci, Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir...”sözlerle, idam cezasına karşı olduğunu bildiği CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na, idam cezasının geri getirilmesi için yapmaya çalştığı mahalle baskısı ve dayatması da, hiç hoş olmamıştır.

Yenikapı mitingi ile doruğa çıkan milli birlik ve beraberlik ile siyasi partilerimizin, ülkemizin ve milletimizin üstün menfaatleri ortak paydasında oluşturdukları bugünkü uzlaşmanın devam edip etmeyeceğini, Tayyip Bey ile onun güdümündeki AKP iktidarı belirleyecektir.Bize göre ülkedeki milli birlik ve beraberlikten ve uzlaşma ortamından en fazla yararlanacak olan siyasi iktidar olup, bu nedenle birlik ve beramerliğin ve uzlaşmanın bozulmaması için en büyük görev ve fedakarlık da Tayyip Bey'e ve siyasi iktidara düşmektedir. 09/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu








5 Ağustos 2016 Cuma

YAŞASIN İKTİDAR VE MUHALEFET DEMOKRASİ İÇİN EL ELE!..




Cumhurbaşkanı ve Başbakan, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na davet üstüne davet yapıyor ve kendisinin de pazar günü İstanbul Yenikapı da yapılacak olan miting de bizzat hazır bulunmasını istiyorlar.

Tayyip Bey ve YILDIRIM söz verdiler ya, bundan sonra iktidar ile muhalefet birlik ve dayanışma içerisinde olacaklar! Bu nedenle olsa gerek, Kılıçdaroğlu Yenikapı miting'inde bizzat hazır olmazsa, siyasal iktidarın boğazından bir lokma geçmeyecek, içlerine sinmeyecek, mitingin tadı tuzu olmayacak, belki meydan da dolmayacak!

Bunu bilen Kılçdaroğlu da, naz üstüne naz yapıyor, ben miting sofranıza CHP'den bir heyet gönderiyorum, lütfen beni mazur görün diyerek, miting davetini sürekli geri çeviriyor.

Siyasal iktidar, darbe girişiminden ders aldı ve bundan sonra, özellikle tüm etkinliklerde ve siyaset sofrasında, ana muhalefet olmadan, boğazından bir lokma geçirmemeye birlik ve beraberliği bozmamaya yemin etti ya, olmaz da olmaz, Kılıçdaroğlu bu işte yoksa biz de yokuz diyerek, Kılıçdaroğlu'nu miting sofrasına davette ısrar ediyorlar!

Bizim Kılıçdaroğlu, neme lazım hakkını yemeyelim,kibar adamdır, yüreği de çok temiz ve yufkadır, çok da saf ve iyi niyetlidir, atlatılan Fetöcü darbe girişimiyle siyasal iktidarın aklı başına geldi, Cumhurbakanı Tayyip Bey de, bu darbe girişimini yeni bir milat kabul ederek; bundan sonra, namusu ve vicdanı üzerine yaptığı anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine sadık kalacak ve AKP ile ilişkisini koparacak, seçim dönemlerinde meydanlara çıkarak AKP'ye oy istemeyecek, CHP'ye ağıza alınamayacak kötü sözler söylemeyecek, bekleme odasına aldığı parlamenter sistemi, bekleme odasından meclise salıverecek, başkanlık sistemi tartışmalarına son verecek,anayasal yetki sınırlarına çekilecek, Atatürk ilkelerinin en ateşli savunucusu olacak, laiklik prensibine sapına kadar uyacak, laik eğitime geri dönecek ve imam hatip liselerini, imam hatip okulu haline getirerek onların sayılarını asgari düzeye indirip, sadece imam yetiştiren meslek okulları haline getirecek, darbenin önlenmesinde etkin rol oynayan basını özgür kılacak, tüm insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterecek, kuvvetler ayrılığı ilkesini ve yargı bağımsızlığını içine sindirecek diye düşünerek, en sonunda kararını vermiş ve İstanbul Yenikapı mitingine katılacağı müjdesini kamuoyuna duyurmuştur. Kılıçdarğlu'nu, bu çok isabetli ve yerinde kararından dolayı, bir CHP seçmeni olarak kutluyoruz, milletimize vatanımıza ve AKP iktidarına hayırlı olsun!

Bize göre KILIÇDAROĞLU tam kendisine yakışanı yapmıştır, miting davetini kabul etmeseydi bizim de gözümüzden iyice düşecekti!

Sonra ayıp olmaz mıydı? Bir düşünün, Tayyip Bey ve siyasal iktidar, darbe girişimini milat ve yeni bir başlangıç olarak akbul edip, anayasaya tamamen uyacaklar (!)siyasal iktidarın temsilcileri Cumhurbaşkanı Tayyip Bey ve Başbakan Yıldırım, nezaket gösterip ve demokrasinin kurallarına da uyarak, hiç mecbur olmadıkları halde,muhalefetle birlik ve beraberliği bozmamak adına, devletimizin ve ordumuzun yapılarını köklü bir şekilde değiştiren, askeri okulları tamamen kapatan, askeri şuranın yapısını değiştiren, kuvvet komutanlarını Milli Savunma Bakanı'na, Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığını İçişleri Bakanına,MİT'i ve Genelkurmayı Cumhurbaşkanı'na bağlayan ve daha bir sürü düzenlemeleri içeren OHAL KHK'lerini çıkarmadan önce, CHP'yi devre dışı bırakmayarak,ana muhalefet partisi CHP ve lidri KILIÇDAROĞLU'nu ziyaret edip onların görüş ve düşüncelerini almadılar mı, ana muhalefeti işin içine katmadılar mı?Tabii ki; evet, işin içine kattılar (!) ülkenin geleceğini çok yakından ilgilendieren bu çok önemli radikal kararları, aceleye getirmeden, ana muhalafet ile görüşüp yartıştıktan ve bir mutabakata vardıktan sonra, OHAL KHK haline getirip uygulamaya koydular!

Hal böyle olduğuna göre, kibar, saf, iyi niyetli, kadir bilir ve yufka yürekli olan CHP lideri KILIÇDAROĞLU; kendinden bekleneni yaparak,AKP'nin İstanbul Yenikapıdaki mitingine katılmayacağına ilişkin önceki çok yanlış ve hatalı kararından dönüp, Yenikapı mitingine katılıcağına ilişkin tarihi kararını vererek, ülke siyasetine ve demokrasisine çok büyük katkı sağlamıştır!

Miletimize ve vatanımıza hayırlı olsun!

Yaşasın iktidar ve muhalefetin işbirliği! 05/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

3 Ağustos 2016 Çarşamba

YANLIŞ YOLDASINIZ!...


Ülkesini, insanını,insan hak ve özgürlüklerine hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini özleyen ve seven bir yurttaş olarak, buradan bir kez daha siyasal iktidara sesleniyoruz. Yanlış yoldasınız, muhalefete,üniversitelere,barolara ve sivil toplum kuruluşlarına sormadan, danışmadan, kamuoyunda ve Mecliste tartışmadan ve görüşmeden, yangından mal kaçırır gibi, çok acele ve yanlış işler yapıyorsunuz.
Darbe girişiminden sonra yazdığımız bir makelemizde, yaklaşık 260 vatandaşımızın şehit olmalarına rağmen, başarısız kalan darbe girişiminin, bir anlamda ülkemiz için hayırlı olduğunu, bu girişimin Allahın bize bir lutfu olduğunu değerlendirmiştik. Zira, ülke olarak nasihattan pek hoşlanmıyoruz, kendimize çeki düzen vermek ve doğruları bulmak için, bin nasihat yerine, bir musibet yaşamayı yeğliyoruz.
15.Temmuz hain darbe girişimi de işte bize bu fırsatı verdi, ama darbenin nedenlerini çok iyi teşhis ederek ve buna göre yerinde olan tedbirleri almak koşuluyla.
Peki, iş başındaki siyasal iktidar neler yapıyor?
Siyasal iktidar; bırakınız kıytırık bir darbe girişimiyle bombalanmayı, emperyalist devletlere karşı Kurtuluş Savaşını kazanmış ve Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan Gazi Türkiye Büyük Milet Meclsini devreden çıkararak, muhalefet partilerine dahi danışmadan, kendi kafasına ve doğrularına göre belirlediği tek yanlı tedbirlerle, güya darbeleri önleyeceğini zannederek, milletimizi ve kendisini aldatmakla meşgul.
Asıl konuya geçmeden önce, siyasal iktidarı en başta iki nedenle eleştirmek istiyoruz.
Birincisi; gerçekten darbe gecesi sokaklara çıkarak, darbeciler tarafından üzerilerine sürülen tanklara ve üzerilerine yapılan ateşe rağmen dik durup karşı koyarak, ölümü göze aldıklarını darbecilere gösteren halkımızın bu karşı koyuşları, darbecileri moral ve psikolojik olarak çökertmiş, silahla yapılacak olan karşı koymanın çok çok üzerinde etki yaparak, darbecilerin moralini bozmuş ve direncini kırmış, darbecilerin başarılı olamamalarında en etkin rolü oynamıştır. Buradan halkımızı kutluyor ve şehit olanlara Allah'tan rahmet, yaralananlara da yeniden geçmiş olsun diyoruz.
Ancak, darbecilere karşı demokrasiyi korumak ve demokrasi nöbeti tutmak için sokaklara çıkan halkımızın, aradan geçen yirmi güne rağmen, darbe tehlikesinin tamamen geçmediği gerekçesiyle hala sokaklarda tutulması,işin tadını kaçırmaya başlamıştır. Bize göre, halkımızın artık evlerine dönmeleri sağlanmalıdır. Zira, biraz evvel belirttiğimiz gibi, darbe gecesi halkımızın sokaklara çıkarak demokrasiye sahip çıkması psikolojik olarak darbecilerin moral gücünü kırmış ve darbenin başarı kazanamamasında rol oynamış ise de, hiç kimse kimseyi kandırmasın, darbeler tek başına silahsız halkın karşı koyması ile asla önlenemez.
Bize göre, halkımızın daha fazla sokaklarda tutulmasının hiçbir amacı kalmamıştır, halkımız darbelere karşı olduklarını, aklından darbe yapmayı geçiren çevrelere açıkça göstermiştir. Bundan sonra, demokrasi nöbeti adı altında halkın sokaklarda tutulmaya devam edilmesi, siyasal iktidarın darbeleri önlemek savıyla almak istediği hukuk dışı kararlara karşı, insanlarımızın ve muhalefet partilerimizin ses çıkarmalarının önüne geçmek, iktidara muhalefet edersek darbecilikle suçlanır mıyız korkusunu ve baskısını yaratma ve yayma amacını taşıyacaktır.
Siyasal iktidara yönelik öncelikli ikinci eleştirimiz; meydanlardaki halkın idam istiyoruz, darbeciler asılsın sloganları karşısında açık ve net bir tavır takınmamalarıdır. Halkımızın çoğunluğu hukukçu değildir, suçtan sonra çıkarılacak olan bir yasa ile idam cezaları geri getirilirse, darbecilerin de idam cezası alarak idam edileceklerini zannediyorlar. Ceza hukukun en temel evrensel kuralına göre, suçun işlenmesinden sonra çıkarılan yasalarla, o suç için öngörülen cezada bir ağırlaştırma yapılırsa, örneğin idam cezası geri getirilirse, bu değişiklik geriye yürümez ve değişiklikten önce işlenen suçun faillerine uygulanamaz.Bu kuralı çok iyi bilen siyasal iktidarın temsilcileri, halkı karşısına alarak, çok açık,net ve kesin bir şekilde,bundan sonra idam cezası getirsek dahi, darbecilere bu cezayı uygulayamayız demiyorlar ve demek istemiyorlar, halkın beklentisini ve heyecanını canlı tutmaya gayret ederek, yanlış ve gereksiz bir algı yaratmaya çalışıyorlar. İşte bu asla yapılmamalıdır. Bu cinliğin, kimseye ve ülkeye hiçbir yararı yoktur. Siyasal iktidar, idam isteyen halka denmelidir ki; siz idam cezasını boş verin, o ceza değil bir kurtuluş, suçlu oldukları yargı kararıyla saptananların alacakları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, onlar için daha ağır bir ceza, idam edilerek bir kere ölüp kurtulacaklarına, her gün, ölüp ölüp dirilecekler diyerek halkı sakinleştirmelidir.
Gerçek dost, acı ama doğruları söylermiş. Bizim, darbeci olmadığımız, darbecilere arka çıkmayacağımız, Atatürk ilkelerine bağlı, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti aşığı, demokrat bir kişi olduğumuz bugüne kadar yazdığımız, görüş açıkladığımız binlerce makaleden de açıkça anlaşılacaktır. Bu nedenle; biz, birileri tarafından darbecilikle suçlanır korkusuna kapılmadan, açıkça ve tüm samimiyetimizle, korkmadan ve çekinmeden düşüncelerimizi açıklamaya devam edeceğiz.
Bu itibarla biz diyoruz ki; iş başındaki siyasal iktidarın darbeleri önlemek adına çıkardığı OHAL KHK leriyle aldığı ve uygulamaya koyduğu tedbir ve kararlar, çok yanlış ve hukuk dışıdır.
Siyasal iktidarın, bu darbe girişimini fırsat bilerek, darbeleri önlemek iddiasıyla meclisi de devre dışı bırakarak, tek başına çıkardığı anayasaya aykırı kararnamelerle, ordunun ve devletin yapısını değiştirme gayreti içine girdiğini görüyoruz.
Otuz senedir süren, on binlerce şehide mal olan bölücü PKK terörü ve kalkışmasına rağmen, ülkenin Güneydoğusunda olağanüstü hal ilan etmemekte direnen ve ülkeyi olağanüstü hal ile idare ettirmeyiz diye övünen siyasal iktidar, bastırılan ve katılanlarının tamamı ele geçirilen 15.Temmuz darbe girişimini bahane ederek ülkenin tümünde üç ay süreyle olağanüstü hal ilan etmiştir.İktidarın, olağanüstü hal uygulamalarını görmeden önce yazdığımız makalemizde, siyasal iktidarın ilan ettiği olağanüstü hali normal karşılamış ve savunmuştuk, ancak olağanüstü hal nedeniyle ellerine geçirdikleri OHAL KHK çıkarma yetkilerini kötüye kullanarak, anayasanın 121. maddesinde belirtilen amacını ve sınırlarını aşarak, olağanüstü halin ilanını zorunlu kılan konular dışında kalan ve orduyu ve devleti yeniden yapılandıran kararnamelere imza atmaya başladıklarını görünce, bu olağanüstü hal ilanının, meclisi devreden çıkarıp meclisin yasama yetkisini elinden alarak, yürütmeye yasama yetkisi tanıma amacına yönelik olduğunu görüyoruz.
Bize göre, darbeleri önlemenin tek yolu, cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkarak,Atatürk ilkelerine, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına dayalı demokratik ve laik sosyal hukuk devletini; anayasası, yasaları ve tüm demokratik kurumlarıyla şeffaf olarak yönetip işletebilmek den geçmektedir.
Askeri okulları kapatarak yerine Milli Savunma Bakanına bağlı bir üniversite kurmak, kuvvet komutanlarını Milli Savunma Bakanına, MİT Müsteşarlığını ve Genelkurmay Başkanlığını Cumhurbaşkanına bağlamak,bunu da muhalefete danışmadan, Mecliste tartışıp görüşmeden,yürütme olarak, tek başına ve tek yanlı olarak gerçekleştirmek, asla çözüm değildir.Siyasal iktidarın, kanun hükmünde kararnamelerle yapılması anayasaya açıkça aykırı olan hukuk dışı bu düzenlemeleri, darbeleri asla önleyemez. Önemli olan, darbeci zihniyeti, darbeci iklimi ve zemini yok etmek,yeniden yeşermesinin önüne engeller koyabilmektir.
Peki darbeci kimdir? Darbecinin ideolojisi önemli değildir.Sol,sağ ve dinci ideolojiden darbeciler çıkabilir. Bu nedenle, darbecilerin ortak özellikleri, ideolojileri değildir, darbeciler ülkelere göre farklı ideolojilerden çıkabilir, ancak darbecilerin ortak özellikleri, insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye karşı olmalarıdır.
Hangi ideolojiden olurlarsa olsunlar, her türden darbeye ve darbeciye karşıyım demokratım ve demokrasiden yanayım diyen bir siyasal iktidarın başındakiler; demokrasiden yana oldukları konusunda samimi iseler, demokrasiyi sadece dört yılda bir sandığa giderek oy kullanmaktan ibaret bir seremoni ve aldatmaca olarak kabul etmiyorlarsa, hem Müslüman ve hem de laik olunmaz iddiasından vazgeçerek, Müslümanların da laik olabileceklerini kabullenmek zorundadırlar. Zira, laik olamazlarsa demokrat da olamazlar ve yönettikleri ülkede demokrasiyi de uygulayamazlar, laik demokrasinin olmadığı bir ülkede de, darbe yapmayı amaçlayan dinci cemaatler, gruplar, vakıflar, her cinsten örgütler ve darbeciler çok kolay yeşerir ve boy atarlar, siz istediğiniz kadar askeri okul kapatın, kuvvet komutanlarını, Genelkurmay Başkanını ve MİT'i doğrudan Milli Savunma Bakanına ve Cumhurbaşkanına bağlayın başınız dertten kurtulmaz.
Göstermelik olarak Atatürk'ün dev posterini parti duvarına asmakla,Atatürkçü ve onun en çok değer verdiği ilke olan laik olamazsınız ve laiklik ilkesini ülkede hakim kılamazsınız.Bir ülkenin gerçek anlamda laik olabilmesi için, dinin siyasete ve eğitime alet edilmemesi ve siyasetin de kışlaya, camiye ve yargıya asla girmemesi, yargının bağımsız olması,en başta din olmak üzere, yargının hiçbir dış etkene maruz kalmaması zorunludur.
Laiklik ilkesinin ve dolayısıyla demokrasinin hakim kılınabilmesi için, bir devrim yasası olan ve anayasanın koruması altında olmasına rağmen, dini siyasete alet eden gelmiş geçmiş tüm siyasal iktidarlar tarafından delik deşik edilerek tanınmaz ve uygulanamaz hale getirilen, Atatürk'ün kemiklerini sızlatan öğretim Birliği ( Tevhidi Tedrisat ) kanununun eksiksiz ve taviz vermeden uygulanmaya başlanarak, derhal laik laik eğitime geri dönülmeli ve bu bağlamda, mevcut olan İmam Hatip Liseleri, Öğretim Birliği Yasasındaki Orijinal ve gerçek haline döndürülerek, lise statüsünden çıkarılmalı ve sadece ülkenin imam ihtiyacını karşılayacak sayıda imam yetiştiren İmam Hatip Meslek Okulları haline getirilmeli, buradan mezun olacak olanlara sadece imam olma hakkı tanınarak, lise statüsünden çıkarıldığı için, Yüksek Okul ve Üniversitelere devam hakkı tanınmamalıdır.
Şimdi bunu okuyan AKP liler ve AKP yandaşları ayağa kalkacaklar ve bizi belki de dinsizlikle ve demokrat olmamakla suçlayacaklar, daha önce birilerinin yaptığı gibi, siyasal iktidara akıl vermek ve tavsiyelerde bulunakla suçlayacaklardır.
Geçenlerde Cumhurbaşkanına açık mektup başlığıyla bir yazı yazdık, aşağılık duygusu içinde olan ve kendilerini hakir gören bazıları, vay sen Cumhurbaşkanına nasıl tavsiyelerde bulunursun diye ayağa kalktılar.Kardeşim, ülkemizde gerçek bir demokrasi varsa, herkes ülke yararına olacağına inandığı aklından geçen makul ve yerinde olan düşüncelerini, tavsiye niteliğinde de olsa, Cumhurbaşkanına da Başbakana da iletebilir, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü bunu gerektirir, demokratik ülkelerde, sadece yargıya, hakimlerimize telkin ve tavsiyelerde bulunulamaz, emir ve talimat verilemez, ancak ülkemizde asıl bu yasağın uygulanmadığı, siyasal iktidarın, yargıya emir ve talimatlar verdiği, telkin ve tavsiyelerde bulunduğu, yargının bağımsız olmadığı, bu nedenledir ki; yargıya da büyük oranda sızmalar olduğu kafalara kazınmalıdır.
Aklın yolu birdir, askeri okulları kapatmadan önce kafalarınızı değiştireceksiniz, kafalarınızı, laiklik karşıtı cemaat, vakıf,dernek ve her ne adla kurulmuş olurlarsa olsunlar dini, daha doğrusu kutsal dinimizi istismar ederek kendilerine çıkar sağlayan gruplara kapatacaksınız, bunun başka yolu yok, bilesiniz.
Yeteri kadar bilgiçlik tasladık, okurlarımızın sürekli olarak eleştirdikleri gibi, bu makalemiz, diğerlerinden de uzun oldu, laf lafı açınca uzayıp gitti, okumakta zorlandıysanız, af ola diyoruz. 03/08/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Ağustos 2016 Salı

HOP DEDİK BAŞIMIZA GELMEDİK KALMADI



İki gün önce yazdığımız “HOP DEDİK!” başlıklı makalemizde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tatafından çıkarılan Olağanüstü Hal Kanun Hükmündeki Kararnamalerinin( OHAL KHK) bazı hükümlerinin, Anayasanın 121 ve Olağanüstü Hal Kanununun 4. maddelerine aykırı olduklarını, OHAL KHK. leriyle;ancak, olağanüstü hal ilanını gerekli kılan konularla,olağanüstü halin gerekli kıldığı tedbirlerle ve süre itibariyle de olağanüstü hal dönemiyle sınırlı olarak, geçici düzenlemelerin yapılabileceğini, Bakanlar Kurulunun ise,Anayasanın ve ilgili yasanın amacını ve verdiği yetki sınırlarını aşarak,olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konuların dışında, ordumuzu ve devletimizi yeniden dizayn eden, ancak Mecliste iktidarıyla muhalefetiyle enine boyuna tartışılarak çıkarılması gereken kanun konusu olabilecek ve öncelikli de olmayan kalıcı ve süreki düzenlemeler yaparak, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisinin sınırlarını aştığını, görev ve yetkisini kötüye kullandığını, bu nedenle adı OHAL KHK si de olsa; bu kararnamalerin, olağan bir kanun hükmünde kararname ve yasa gibi muameleye tabi tutularak,Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olacağını, Anayasa Mahkemesinin de bu konuda içtihatlarının bulunduğunu savunmuştuk.

Vay sen misin bunları yazan ve savunan, içlerinde hukuk diploması sahibi de olan,ancak beyinlerini birilerine emanet vermiş, bu nedenle gerçekleri görme ve sorgulama yeteneklerini kaybetmiş, gözleri de körleşmiş bazı kişler, hemen bize karşı saldırıya geçtiler.Sen ne biçim hukukçusun, hukukun temel bilgilerinden de yoksunsun,ülkenin gerçeklerinden habersizsin veya kötü niyetlisin diyerek onurumuzu kırmaya çalıştılar, ama başarılı olamadılar, aldılar cevabını oturdular oturdukları yerde.

Aslında bize saldıran bu kişiler;Fetullah Gülen Cemaatine ne istedilerse vererek,ülkeyi darbe ortamına getirenlerin, iş başındaki iktidarın ta kendisi olduğunu görüp sorgulayamayan, aslında ülkede yaşananlardan kendileri habersiz veya körü körüne iktidara bağlı,kötü niyetli kişiler oldukları için, bizi kendileri gibi görüp suçlayarak, aslında kendilerini tarif etmişlerdir.

İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde C.Savcısı iken, daha seksenli yılların sonunda yaklaşık otuz sene önce yazmış olduğu Kanun Hkmündeki Kararnamelerle ilgili makaleleri Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmış, birçok darbe görmş,yaklaşık elli yıllık tecrübeye sahip bir hukukçu'ya saldıranlardan birisi de, profiline baktık, 2014 yılında Selçuk Hukuk Fakültesini bitirmiş ama, anayasayı ve yasaları yorumlamaktan habersiz ve meslek büyüğüne ve onun tecrübelerine saygısız. İnanın, bize yapılan saygısızlığa değil, bu kafaları görerek, ülkenin aydınlık geleceği adına gerçekten çok üzüldük.

Ben dahi,bu yaşıma ve terübeme rağmen, bir meslektaşıma sosyal medyada bir eleştiri getireceksem, önce onun profiline bakıyorum, o kişi hakkında bilgi sahibi oluyorum ve ondan sonra gereken cevabı dikkatli bir şekilde yazıyorum.

Nitekim, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU' da; bugün (02/08/2016) grupta yaptığı konuşmasında, bizim HOP DEDİK başlıklı makalemizde yazarak dile getirdiğimiz tüm hukuki gerçekleri aynen tekrarlayarak, siyasal iktidarın OHAL KHK çıkarma yetkisininin anayasal ve yasal sınırlarını aştığını, bu kararnamelerle ordunun ve devletin yapısının değiştirilemeyeceğini, gerekli görülen bu tür değişikliklerin Mecliste görüşülüp tartışılarak çıkarılacak olan yasalarla yapılabileceğini, siyasal iktidarın meclisi devre dışında bırakma gayreti içinde olduğunu,çok güzel izah etti.

Ancak, meydanların baskısından ve darbecilikle suçlanacaklarından çekinmiş olmalı ki; Sayın KILIÇDAROĞLU, içerdiği hükümler itibariyle,OHAL KHK olma niteliği bulunmayan bu kararnamalerin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurma haklarının bulunduğunu ve bu haklarını kullanacaklarını maalesef açıklayamadı.

Konuşmanın ve gerçekleri yazarak dile getirmenin riskli olduğu, yeni bir darbe girişimi korkusu içinde yaşayarak ülkeyi idare etmeye çalışan, gerçekleştirilen hain darbe girişiminin,Laik Türkiye Cumhuriyetine ve Demokrasisine yönelik bir girişimden ziyade, kendilerine yönelik bir darbe girişimi olarak algılamanın tedirginliğini üzerlerinden atamayan siyasal iktidarın müsaade ettiği asgari demokratik ortamdan, en kısa sürede gerçek ve tam demokratik ortama kavuşmak dileğiyle. 02/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu