22 Haziran 2017 Perşembe

YARGI'YA TALİMAT MIDIR?




Hakimlere emir ve talimat vermeyi,telkinde bulunmayı ve her ne şekilde olursa olsun hakimlere etki yapmayı yasaklayan Anayasamızın 138. maddesi, bugünlerde tartışma konularının ilk gündemine oturmuş durumda.

Kanalları açıyoruz tüm kanallarda bu konu işleniyor.

Adalet yürüyüşü sırasında, İstanbul yolunda yapmış olduğu son grup toplantısında konuşan CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun; sarayın, savcılara talimat verdiği iddiası, Cumhurbaşkanı ile KILIÇDAROĞLU arasında yeni bir tartışmanın fitilini ateşleşmiş durumda.

Peki, KILIÇDAROĞLU tarafından, savcılara talimat olarak nitelendirilen belgede ne yazmaktadır?

Basına açıklanarak aleniyet kazanan gizli damgalı bu belge;Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinden çıkma ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen, konusu suç duyurusu olan resmi bir belgedir.

Suç duyurusu yapılan bu belgenin içeriğine baktığımızda, bir internet sitesinde Cumhurbaşkanına iftira içeren bir haber nedeniyle, sorumlular hakkında kanuni işlem yapılması istenmekte ve soruşturma sonucundan bilgi verilmesi,ayrıca talep edilmektedir.

Her vatandaş gibi, Cumhurbaşkanının da; kendisine yönelik iftira,hakaret ve sair bir suç işlenmesi halinde, suçluları C.Başsavcılığına şikayet etme ve suç duyurusunda bulunma, yargı önünde hak arama hakkı ve özgürlüğü vardır.

Cumhurbaşkanının bu suç duyurusunu bizzat veya avukatları aracılığıyla vereceği bir şikayet dilekçesiyle yapması arzu edilir.Şık olanı da budur.

Cumhurbaşkanı bu yola gitmemiş ve iftiranın, kendi şahsında Cumhurbaşkanlığı makamına da yönelik olduğunu düşünerek olsa gerek, bu suç duyurusuna resmi bir nitelik katarak, suç duyurusunu Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince hazırlanan gizli damgalı resmi bir yazı ile yapmayı uygun bulmuştur. Bunu da doğal karşılamak gerekir.

Ancak, suç duyuru yazısının; ayrı bir paragraf açılan son cümlesinde yer alan; “Bu çerçevede sorumlular hakkında kanuni işlem yapılarak,sonucundan bilgi verilmesini arz ederim.” ibaresinde özel olarak yer verilen “sonucundan bilgi verilmesini” ibaresini, yargı bağımsızlığı adına hoş karşılamak mümkün değildir.

Suç duyurusunda bulunan ve bu suçtan zarar gören Cumhurbaşkanının, suç duyurusunun sonucundan kendisine bilgi verilmesini özellikle talep etmesi gerekmemektedir.Cumhurbaşkanı, soruşturma sonucundan kendisine bilgi verilmesini istemese de; yasa gereği,soruşturmanın sonucundan zaten Cumhurbaşkanı bilgi sahibi olacaktır.

Suç duyurusu üzerine yapılan soruşturma sonunda, yeterli kanıt bulunamaz veya eylemde suç unsuru saptanamazsa, savcılık tarafından verilecek olan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, suçtan zarar gören şikayetçi sıfatıyla, yasa gereğince Cumhurbaşkanına tebliğ edilecek ve karara karşı itiraz hakkını kullanması sağlanacaktır. Suç duyurusuna konu eylemde suç unsuruna rastlanarak mahkemye kamu davası açıldığı taktirde de, iddianamenin kabulünden sonra mahkeme tarafından duruşma günü belirlenerek müştekiye bildirilecektir.

Bu itibarla, suç duyuru yazısının son cümlesinde yer alan soruşturma sonucundan bilgi verilmesinin özellikle istenmesi, soruşturmayı yapacak olan savcı üzerinde;Cumhurbaşkanının bu soruşturmaya çok önem verdiği ve soruşturmanın kendi lehine sonuçlanmasını arzu ettiği, soruşturmanın sonucunu da merakla beklediği algısını yaratmaya çok müsaittir.

Cumhurbaşkanının, dün STK lara verdiği iftarda yaptığı konuşmasında yer verdiği; “ FETÖ mahkemelerini yakından takip ediyoruz. Adli tatil sonrası yargı görevini sürdürecek. STK'lar da mahkemeleri takip etmeli.” sözleri de yargı bağımsızlığı adına hoş olmayıp, bu tür konuşmalar; hakimler üzerinde, birileri bizi gözetliyor, onların sürekli olarak kamuoyuna açıkladıkları istek ve arzuları doğrultusunda karar vermemiz gerkir baskısını ve algısını yaratabilir ve bu tür konuşmalar, bazı hakimler tarafından, kendilerine verilen dolaylı bir talimat olarak algılanabilir.

Yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız çalışmasını,yargıya olan güvenin sarsılmamasını istiyorsak, kim olurlarsa olsunlar, hangi makamda bulunuyorlarsa bulunsunlar,herkesin yargı ile ilgili talep ve konuşmalarında daha dikkatli olmaları zorunludur. 22/06/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


21 Haziran 2017 Çarşamba

KRİZLERDEN YARARLANMA TAKTİĞİ




Bugünkü (21/06/2017) Sözcü Gazetesindeki köşesinden başyazar Rahmi TURAN; “Ah Başbakan Ah!” başlığı ile yazdığı yazısıyla Başbakan'a sesleniyor ve “Ey Başbakan...Ey Sayın Binali Bey... Yunan Başbakanı Çipras'la görüştün iyi ettin...Fakat ona şu bizim Ege Denizindeki 18 adayı neden işgal ettin arkadaş? Demedin” diye soruyor ve ekliyor “Yunanistan işgal ettiği Türk Adalarında 10 askeri üs kurdu.O adalara uzun menzilli top ve uçaksavar gibi ağır silahlar yerleştirdi.Bu silahların namluları Türkiye'ye çevrilmiş durumda ... İzmir,Aydın,Muğla ve Balıkesir illerimiz tehdit altında! Ey Başbakan Binali Bey!Zatıaliniz vatan topraklarının korunmasından ve Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu değil misiniz,nedir bu sessizlik..” diye soruyor.

Rahmi TURAN yerden göğe kadar haklı,ancak bilmediği bir şey var.AKP iktidarı, ülke menfaatinden önce kendi siyasi geleceğini ve menfaatini düşünmekte ve krizlerden yararlanma taktiği izlemektedir.

İşgal altındaki bu adalarımızın işgaline önce göz yumacaklar, iş ülkemiz adına iyice kötüye gidecek ve bu işgal nedeniyle ülkemiz fiilen bir zarar görecek ve ülke insanlarımız ve askerlerimiz ölecek ve yaralanacak ki, bu krizi oya çevirmek için adalarımızı işgal eden Yunanistan'a karşı şahinleşsinler, Ey İşgalci Yunanistan nidalarıyla, Yunanistana topyekün bir savaş açsınlar.

PKK ve FETÖ konusunda da aynı taktiği kullanmadılar mı?

Önce PKK ile masaya oturup pazarlık yaptılar, Kandil'e aracılar gönderip, Kandil'i ve APO'yu muhatap aldılar, Dolmabahçe mutabakatını imzaladılar, PKK ile geçici ateş kes imzaladılar, PKK'ya yönelik operasyonları yasaklayarak PKK milianlarının Güneydoğudaki şehirlerimizde silahlanmalarına ve mevzilenmelerine göz yumdular, çıkan sokak ve hendek savaşlarında yüzlerce üvenlik görevllerimiz şehit olduktan ve bölge halkı zarar gördükten sonra, herşeyi unutarak PKK ile savaş açtılar ve PKK terörüyle mücadele eden iktidar rolüne soyunarak, bu gecikmiş mücadeleyi, siyasi propaganda malzemesi olarak kullandılar.

Aynı taktik Gülen Cemaati ve örgütü için de aynen uygulandı.Gülen Cemaatini, önce iktidarlarına fiili ortak yaptılar ve cemaatin, devletin emniyetine,adliyesine,ordusuna ve akla gelebilecek tüm kurumlarına yerleşerek kadrolaşmalarına göz yumdular, bu cemaatin liderine,daha düne kadar muhterem hoca efendi diye hitap ettiler, ne istediniz de vermedik dediler,Gülen Cemaatinin devlet içindeki kadrolaşmasının tehlikesini dile getiren muhalefetin sesine kulaklarını tıkadılar, mecliste yaptıkları konuşmalarında Fetullah Gülen'in terörist değil, bu ülkenin yetiştirdiği en büyük din alimi olduğunu savundular, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından sonra araları açılarak, Gülen Cemaati ile mücadele etmek zorunda kaldılar, Gülen Cemaatinin darbe girişiminde bulunacak derecede güçlendiğini ve orduyu ele geçirdiğini dahi fark edemeyen iktidar, 15.Temmuz.2016 darbe girişiminde, yüzlerce şehit ve gazi verildikten sonra,Gülen Cemaati ile hem de doznu kaçıracak şekilde mücadele etmeye başladılar.Hukuksuzluklar bir yana, iyi de ettiler.

AKP iktidarının şu anda PKK ve FETÖ ile gerektiği şekilde mücadele ettiğini kimse inkar edemez, ancak yukarıda belirttiğimiz gibi, bu mücadeleler; ülkemizin binlerce şehit ve gazi vermesinden, ocakların sönmesinden sonra verilen gecikmiş bir mücadele olup, bu şehit ve gazilerin kanlarında, AKP iktidarının ihmali ve göz yumması bulunmaktadır.Bu mücadeleler binlerce şehit ve gazi vermeden önce, yılanın başı küçükken zamanında yapılsaydı fena mı olurdu?

Sayın Rahmi TURAN;boşuna çeneni yorma, otur oturduğun yerde,taktik aynı taktik,erenlerin bir bildikleri vardır herhalde! 21/06/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Haziran 2017 Pazartesi

DEMOKRASİLERDE LÜTUF OLAMAZ




CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; hepinizin bildiği gibi, beş gün önce Ankara Güven Park'dan başlayan ve İstanbul Maltepe'de sonlanacak olan, adına ADALET YÜRÜYÜŞÜ dediği yürüyüş eylemine başladı ve KILIÇDAROĞLU'nun bu eylemi,hem dışarıda ve hem de içeride, büyük oranda olumlu bir tepki aldı.

KILIÇDAROĞLU'nun tek başına başladığı bu demokratik ve barışçıl protesto yürüyüş eylemine, siyasi ve siyaset dışından birçok vatandaş destek verdiler ve yürüyüş eylemine katıldılar.Katılımlar her geçen gün artarak devam ediyor.

Bu tür demokratik ve barışçıl gösteri ve protesto yürüyüşüne pek alışık olmayan AKP iktidarının ileri gelenleri paniğe kapılarak, KILIÇDAROĞLU'nu; bu yürüme eylemiyle, halkımızı yasa dışı sokak eylemlerine kışkırtmakla ve FETÖCÜ'lere destek vermekle suçlayacak kadar ileri giderek, KILIÇDAROĞLU'nu ve demokratik bir hak olan barışçıl yürüme eylemini itibarsızlaştırma gayreti içine girdiler.

AKP Genel Başkanı yaptığı konuşmalarında, adalet arama yerinin ve yönteminin sokak ve sokakta yürümek olmadığını, adalet arama yerinin parlamento olduğunu, bu yürüme eyleminin mahkemelere baskı niteliği taşıdığını ve anayasanın 138. maddesine aykırı bir davranış olduğunu, bu eyleme katılanların yargı mercilerinden davet alırlarsa şaşırmamaları gerektiğini, bir lütuf olarak bu yürüyüşe şimdilik engel olmadıklarını, göz yumduklarını dile getirmiş bulunmaktadır.

Yüce Parlamentonun; ülkenin sorunlarının çözülmesi için gerekli olan yasaların çıkarıldığı bir organ olduğu, inkar edilemez bir gerçektir.Ancak, parlamento bu işlevini; partizanlık yaparak, muhalefetin sesini kısarak, sadece iktidarın destek verdiği yasaları çıkararak, muhalefet partileri tarafından verilen önergeleri,yasa tekliflerini kayıtsız ve şartsız redderek, sadece yargıyı bağımlı ve taraflı kılan düzenlemeler yaparak, yerine getiremez.

Bugün olağanüstühal nedeniyle ülkenin KHK'ler ile yönetildiği ve parlamentonun büyük oranda devre dışı bırakıldığı da dikkate alındığında, AKP Genel Başkanının,Adalet arayışının parlamentoda yapılması çağrısının, maalesef pratik hiçbir değeri kalmamıştır.

Anayasamıza göre, barışçıl ve silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşleri, her türlü barışçıl protesto eylemleri ve diğer özgürlükler; kaynağını anayasadan alan,vazgeçilemez ve devredilemez demokratik ve anayasal bir hak olup, anayasanın koruması ve teminatı altındadır.Bu hak ve özgürlükler, siyasal iktidarın, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın kişilere tanıdıkları, lütfettikleri hak ve özgürlükler değildir.

Lütuf ne demektir?

Lütuf kelime anlamı olarak;iyilik,yardım,ihsan,bağış anlamına gelen bir kavram olup,içinde keyfiliği barındırır, lütufta bulunacak,iyilik ve yardım edecek,ihsanda bulunacak bir kişi, ancak keyfi isterse,eşref saatinde olursa,işine gelirse kilşilere lütufta bulunur,iyilik yapar ve ihsan da bulunur. Bu itibarla, lütuf ile demokrasi birbirleriyle asla bağdaşmayan iki kavramdır,demokrasinin olduğu yerde keyfilik olamaz ve lütuftan bahsedilemez. Lütuf dediğiniz,biz lütfettik de oldu dediğiniz anda, demokrasiden uzaklaştığınızı, keyfi davrandığınızı,ülkeyi keyfi yönetmeye kalkıştığınızı kabul etmişsiniz demektir.

Bu da demokrasi adına çok ürkütücüdür. 19/06/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu








14 Haziran 2017 Çarşamba

ENİS BERBEROĞLU VE YASADAKİ KATALOG SUÇLAR REZALETİ



CHP İstanbul Milletvekili Enis BERBEROĞLU; yargılandığı casusluk suçundan, önce müebbet ve hafifletici nedenlerle yirmi beş yıl hapis cezasına mahkum edilmiş ve hükümle birlikte tutuklanmasına da karar verilmiştir. Üzüldük ama, hiç yadırgamadık

Ortalık toz duman, nasıl olur da henüz kanun yolu varken,hüküm henüz kesinleşmemişken, bir milletvekili nasıl tutuklanırmış diye herkes feryadı figan ediyor.

Tutuklanır kardeşim, bal gibi tutuklanır ve hiçbir kimse de tutuklayan hakimlere en ufak bir suçlamada bulunamaz.

Biz, hukukçu kimliğimizin bize bahşettiği hukuk bilgilerimize,tecrübemize ve uygulamaya dayanarak yazdığımız birden çok makalede, tutuklama nedir ve ne değildir başlığı altında tutuklamanın bir tedbir olduğunu, asıl olanın tutuksuz yargılanmak olduğunu, defaatle dile getirdik ve adeta dilimizde tüy bitti.

Önceki makalelerimizde; tutuklamanın, yasanın öngördüğü koşulların gerçekleşmesi halinde, istisna'en başvurulabilecek bir tedbir olduğunu açıklamamıza rağmen, uygulamada, katalog suçlar tabir edilen, yasada sayılan ağır cezalı ve önemli bazı suçlar kastedilerek, Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinin 3. fıkrasında açıkça yer verilen; “aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedenleri var sayılabilir”hükmünü,Ceza Muhakemesi Kanunundan çıkarmadığınız sürece, haksız tutuklama kararlarının önüne geçilemez görüşünü ısrarla belirtmiştik.

Enis Berberoğlunun tutuklanması kararını bu nedenle biz hiç yadırgamadık.

Enis BERBEROĞLU hakında verilen mahkumiyet kararı,haklı gerekçelere dayanıyordur veya dayanmıyordur, üst mahkeme buna karar verecektir. Ancak,biz bir hukukçu olarak, açıkça şunu diyebiliyoruz, hükmü veren mahkeme;suçu sabit görerek yirmi beş yıl gibi çok ağır bir ceza vermiş ve karara konu suç da CMK. 100. maddesinin 3. fıkrasında sayılan katalog suçlardan olup, verdiği mahkumiyet kararının inandırıcılığını,haklılığını göstermek adına ve de suçun katalog suçlardan olmasına ve CMK. 100. maddesinin 3. fıkrasının kendisine tanıdığı, katalog suçlarda tutuklama nedenlerini var sayabilirsin yetkisini kullanarak, Enis BERBEROĞLU'nun hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir.

Aslında, katalog suçlarda tutuklama nedenleri varsayılabilir diyen yasa maddesi,hakimi bağlamamakta, tutuklama kararı vermesi için onu mecbur tutmamakta ise de;sonuç olarak,hakime, katalog suçlarda tutuklama nedenlerini varsayma yetkisini vermiş ve mahkeme de yasanın kendisine verdiği bu yetkiyi kullanarak Enis BERBEROĞLU'nun tutuklanmasına karar vermiştir.

Bizim, dilimizde tüy bitmesine neden olacak şekilde, ısrarla eleştirdiğimiz ve yasadan çıkarılmasını savunduğumuz katalog suçlar rezaleti yasada kaldığı sürece, daha nice tutuklama kararları verilecektir.

Tekrarlıyoruz. CMK. 100/3 maddesinde yer alan; katalog suçlarda tutuklama nedenleri varsayılabilir hükmü yasada kaldığı sürece, bir hakim; isterse, bu suçlardan yargılanan veya hüküm alan kişileri kolayca tutuklayabilecek ve sittin sene de tahliye etmeyebilecek ve kendisinden hiçbir hesap da sorulamayacaktır.

Acı ama gerçek bu maalesef. Ceza ve Ceza Usul Yasalarında yer alan antidemokratik, anayasaya aykırı hükümler var olduğu sürece, bu hükümleri kolaylıkla uygulayacak hakimler de bulunacaktır tabi.

Bilmem anlatabildik mi? 14/06/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu









8 Haziran 2017 Perşembe

BİR AVUKATIN NOT DEFTERİNDEN



Gerçek FETÖCÜ'ler ve 15.Temmuz darbe girişimcileri en ağır cezalara çarptırılmalıdırlar,bizim de samimi görüşümüz ve isteğimiz budur.

Ancak, bir hukuk adamı,hem de zamanında İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı iken, İzmir Maltepe Askeri Lisesine sızan o zaman ki tanımıyla GÜLEN Cemaati mensuplarını, o tarihte yürürlükte olan eski 765 sayılı TCK. Nun 163. maddesi uyarınca mahkum ettiren; tarafsız,hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına inanmış, sosyal demokrat bir dünya görüşüne sahip bir hukukçu olarak,bugün, hukuken değersiz, varsayıma ve niyet okumaya dayalı delillerle mütedeyyin bir kısım insanlarımızın FETÖ silahlı terör örgütü mensubu olarak suçlanarak tutuklu yargılanmalarını, kabul edemiyoruz.

Hele örgütün gerçek mensubu ve suçluları olan siyasi ayağının es geçilmeye çalışılması, görmezlikten gelinmesi,bizim yüreğimizi ve kamu vicdanını yaralamaktadır.

Bir avukat olarak gerçekleri dile getirdiğimiz tahliye talepleri, sudan ve şablon gerekçelerle reddedilmekte,bu ret kararlarına yönelik itirazlar da, aynı şekilde geri çevrilmektedir.Oturduklar kürsünün arkasında ADALET DEVLETİN TEMELİDİR yazan ve masum insanların sığınacakları tek ve son liman olan yargının duyarsızlığını anlamakta adeta zorlanıyoruz.

Not defterimizden, bir müvekkilimizin tahliyesine yönelik talebimizin reddine ilişkin bir mahkeme kararına karşı yaptığımız itiraz başvurumuzda yer verdiğimiz ve aşağıda sunduğumuz itiraz nedenlerimizi okuduğunuzda, eminiz ki; yapılan hukuk ihlallerinin ciddiyetini anlayacaksınız.

1-Mahkeme kararlarının somut gerekçelere dayalı olmasını zorunlu kılan anayasa hükmüne rağmen, mahkemenin tutukluluk halinin devamına ilişkin kararı, müvekkile yönelik dosya içeriği deliler ile örtüşen somut ve haklı gerekçeler içermemekte ve soyut şablon gerekçelerle, müvekkilin tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.

2-Müvekkil ............'in üzerine atılı silahlı terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin somut ve kuvvetli suç şüphesi içeren yeterli delil yoktur, soruşturmanın başından itibaren müvekkilin tutuklanmasını gerektiren tutuklanmanın yasal ön şartı mevcut değildir.

3-Kararda belirtildiği gibi, delillerin henüz tam olarak toplanmaması, tutuklama nedeni olamaz, yasaya göre tutuklama nedeni, henüz toplanmayan delillerin salt olarak toplanmamış olması değil,toplanmamış olan bu delillerin karartılma ihtimalinin bulunmasıdır.Müvekkil hakkında toplanan ve bundan sonra toplanacak olan tüm deliller, resmi mercilerden istenen ve sorulan hususlar olup, müvekkilin tahliye edilmesi halinde,resmi mercilere etki yaparak bu delilleri karartacak olması söz konusu değildir.
İtirafçı olan ve hazırlıkta ikişer kez ifadelerine başvurulan ve beyanları bu davanın temelini ve omurgasını oluşturan;............. ve ............ isimli tanıkların, henüz duruşmada dinlenmemiş olmaları da, tahliyeye engel değildir. Zira, bu adı geçen tanıkların hazırlıkta verdikleri mufassal beyanlarında suçladıkları kişiler arasında, müvekkil..........yoktur.Bu tanıklar, açıkça,.............isimli şahsı hiçbir şekilde tanımıyoruz demişlerdir. Duruşmada usul gereği dinleneceklerdir.

4-Müvekkilin suçlanmasına neden gösterilen; henüz yasaklanmamış ve faaliyetine son verilmemiş olan Bank Asyada hesabının bulunması ve bu hesaba para yatırması, suç değildir. Asıl suç olan husus, sakıncalı olduğu iddia edilen Bank Asya'yı derhal kapatmayarak faaliyetine ve mevduat kabulüne göz yummak olup, asıl suçlular da, bu bankayı derhal kapatmayarak mevduat kabul etmesine izin verenlerdir.

5-Aynı şekilde,müvekkilin; örgüt üyeliğiyle suçlanmasına gerekçe yapılan, iki küçük çocuğunu Fetö yanlısı oldukları iddia edilen ve kapatılmadıkları sürece yasal kabul edilmesi gereken okullarda okutması da suç olmayıp, suç olan husus, terör örgütü yanlısı olduğu iddia edilen bu okulların derhal kapatılmaması olup,gerçek suçlular da, bu okulları derhal kapatmayarak eğitim yapmaya devam etmelerine göz yumanlardır.

6-Keza, müvekkilin suçlanmasına gerekçe yapılan,Fetö yanlılarınca legal olarak kurulduğu iddia edilen...........Derneğine,yasal görünümüne inanarak üye olan, bu derneği yasal görünümünün arkasına saklanarak yasa dışı olarak kullanmaya kalkışan gerçek Fetöcüler tarafından, katılmadığı genel kurullarda, talip olmadığı halde ve bilgisi dışında derneğin yönetim kurulu yedek üyesi seçilmiş gibi,yönetim listesinde kağıt üzerinde ve şeklen ismine yer verilen, hiçbir yönetim kurulu toplantısına, genel kurula katılmayan, hiçbir yönetim kurulu kararında imzası bulunmayan müvekkil .......... suçlu değil, asıl suçlular; Dernekler Yasasının öngördüğü yasal denetim görevlerini yapmayarak,bu dernekleri başıboş bırakan ve illegal çalışmalarına göz yuman ve buna ortam hazırlayanlardır.

7-Bu itirazımız üzerine verilecek olan karar ne olursa olsun,hukukun üstünlüğüne inanan,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik hukuk devleti ilkelerini benimseyen ve herşeye rağmen, yargıyı, masumların sığınabilecekleri tek ve son liman olarak gören ve görmeye devam edecek olan tarafsız bir hukuçu olarak, işbu itiraz kanun yoluna başvuruyoruz.

8-Müvekkilin ev hapsi, yurt dışına çıkış yasağı dahil, başkaca her türlü adli kontrol hükümlerine ve yükümlülüklerine tabi tutularak tahliye edilmesi halinde,tutuklamadan beklenen amacın hasıl olacağına yürekten inanıyoruz.Aksi kanaat sahiplerinin, somut olgu ve gerekçelerini, anayasanın amir hükmü uyarınca kararlarında açıklamalarını ve bizi ikna etmelerini diliyoruz ve bekliyoruz. “

İtiraz dilekçemiz bu, değerli okurlar.

Olumlu bir karar bekliyor mususnuz diye soracak olursanız, maalesef hayır diyoruz. 08/06/2017

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Haziran 2017 Çarşamba

YETERLİ MİDİR?




Referandumdan geçen anayasa değişiklik paketi ile anayasada yer alan; Cumhurbaşkanının partisiyle olan ilşikisi kesilir hükmünün anayasadan çıkarılması, tek başına, partili bir Cumhurbaşkanı uygulamasının yolunu açabilir mi?

Bu konu üzerinde anayasa uzmanı olan hukukçular hiç durmadılar,konu hiç tartışılmadan, yangından mal kaçırır gibi, referandumdan sonra Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, önce AKP'ye üye olarak kaydını yaptırdı ve düzenlenen olağanüstü kongre sonunda da Cumhurbaşkanı forsu ve prorotokolü ile geldiği AKP kongresinde AKP Genel Başkanlığına seçilerek, hem Cumhurbaşkanı ve hem de AKP Genel Başkanlığı görevini üstlendi.

Anayasada yer alan, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisi ile ilişiği kesilir hükmünün anayasadan çıkarılmasına rağmen; anayasamızda, partili, hem de bir siyasi partinin genel başkanlığı ile birlikte Cumhurbaşkanlığı da yapılabileceğine açıkça izin veren bir hüküm yer almamaktadır.

Bilakis, anayasamızda yer alan;en başta, göreve başlarken cumhurbaşkanının yapacağı yemin metnini düzenleyen 103. madde hükmü olmak üzere, Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiğine ilişkin hükümler, yerli yerinde durmaktadır.

Cumhurbaşkanı andına ilişkin anayasanın 103. maddesinde yer alan “.......ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim. “ hükmü dikkate alındığında, partili bir Cumhurbaşkanı,üzerine aldığı görevi nasıl tarafsızlıkla yerine getirebilecektir?Bunu sorgulamak gerekir.Sorguladığınızda da, anayasanın, hem de bir partinin genel başkanı olan partili bir Cumhurbaşkanına izin vermediği açıkça anlaşılmaktadır.

Yine anayasamızın 104. maddesinde yer alan; “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır....
Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.”hükmü de,doğal ve zorunlu olarak tarafsız ve partisiz bir Cumhurbaşkanını işaret etmektedir.

Partili olduğu için, duruma göre taraflı da olmak zorunda kalacak olan bir Cumhurbaşkanı,devlet başkanı sıfatıyla,Türk Milletinin birliğini nasıl temsil edecektir, kendisinin dahi zaman zaman uymadığı anayasanın uygulanmasını,Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını nasıl temin edecektir, ulusal bir felaket ve sorunla yüz yüze geldiğimizde, soruna çözüm bulmak için,tüm partilerimizin yöneticilerini, kendi başkanlığı altında aynı masanın etrafında nasıl bir araya getirebilecektir?

Anasamızda yer alan yukarıda yer verdiğimiz hükümlere ve Cumhurbaşkanının üstlendiği anayasal görevlerine ve misyonuna baktığımızda ve tarafsız olarak kendi kendimize bir sorgulama yaptığımızda, anayasamıza göre partili, hem de bir partinin genel başkanlığını üstlenen bir kişinin Cumhurbaşkanı olamayacağı,açıkça anlaşılmaktadır. 07/06/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


6 Haziran 2017 Salı

FETÖ'NÜN SİYASİ AYAĞINA GİDİŞİN KAPISI AÇILABİLİR Mİ?




Yaşamları boyunca, mutfakta soğan doğramak ve ekmek kesmek amacıyla kullandıkları mutfak bıçağından başka bir silahı ellerine almamış olan, din simsarı politikacılar ve yasal bir dini cemaat lideri olarak lanse edilen ve parlatılan Fetullah Gülen ve cemaati tarafından dini duyguları istismar edilerek kandırılan mütedeyyin binlerce kadınlarımızın dahi; darbe ve darbecilerle aralarında organik hiçbir maddi ve manevi bağ olmadığı halde, sanki, darbecilerin yanında darbeye fiilen katılmışlar, adam öldürüp,adam yaralamışlar, meclisi bombalamışlar, kurtuluş savaşında düşmanlarla savaşan ordumuza sırtlarında cephane taşıyan kadınlarımız misali,darbecilere silah ve mühimmat taşıyarak onlara yardım edip, darbe girişimine fiilen katkı sunmuşlar gibi; salt,kapatılan falanca derneğe gidip geldikleri,devletin faaliyetine son vermediği için yasal konumunu muhafaza eden Bank Asya'ya para yatırdıkları, kapatılmadıkları için yasallıklarını koruyan cemaatin kontrolünde olduğu iddia edilen okullarda çocuklarını okuttukları gibi,varsayıma dayalı hukuken geçersiz saçma sapan gerekçelerle,FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi oldukları iddiasıyla mütedeyyin kadınlarımızın dahi tutuklu olarak yargılandıkları ülkemizde, FETÖ Silahlı Terör Örgütünün, bu örgütü yaratan gerçek suçluları olan siyasi ayağının üzerine gidilmemesi, bunların ellerini kollarını sallayarak dışarıda serbestçe dolaşmaları,kamu vicdanını yaralamakta ve kanatmaktadır.

AKP'nin kurucularından,kendi deyişiyle parti içinde bir zamanlar özgül ağırlığı bulunan eski Meclis Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ'ın damadının, dün itibariyle gözaltına alınarak,aynı gün jet hızıyla FETÖ İmamı olduğu gerekçesiyle tutuklanması, örgütün siyasi ayağına gidişin habercisi olabilir (mi)?

Bu tutuklamaya karşı Sayın ARINÇ'ın göstereceği tepkiyi ve tutumu henüz görmüş değiliz.ARINÇ'ın,kamuoyuna yansıyacak olan göstereceği tepki veya tepkisizliği, bu tutuklamanın FETÖ'nün siyasi ayağına doğru gidişe kapı aralayıp aralamayacağını da gösterecektir.

Bir hukuçu olarak biz, haklarında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça kimseyi FETÖCÜ olmakla suçlayamayız.Ancak, Sayın ARINÇ hakkında FETÖ'ye yakın olduğu hususunda kamuoyuna yansımış olan iddia ve dedikoduların varlığı da bir gerçektir.

Sayın ARINÇ, damadının FETÖCÜ olmadığı halde suçsuz yere suçlanarak tutuklandığına ve kendisinin de FETÖ örgütü ile bir ilgisinin bulunmadığına gerçekten inanıyor ve bu konuda kendisinden ve damadından eminse, bizim bildiğimiz ARINÇ,bu tutuklama kararına aslanlar gibi karşı çıkacak,ağzını açacak ve doğru bildiklerini söyleyecek,hırçınlaşacak, haklı olarak tepki koyacak, AKP içindeki gerçek FETÖCÜLER konusunda tüm bildiklerini kamuoyu ile paylaşacak ve FETÖ'nün siyasi ayağına gidişin kapısını açacaktır.

Temennimiz;Sayın ARINÇ'ın, ikinci ihtimali tercih ederek susmaması ve konuşması, örgütün siyasi ayağına gidişin kapısını aralaması ve buna katkı sunmasıdır. 06/06/2017

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

5 Haziran 2017 Pazartesi

GEÇMİŞ OLSUN DENİZ SEKİ





Deniz SEKİ'yi yüz yüze canlı olarak görmüş,kendisiyle tanışmış ve sohbet etmiş değiliz.Kendisini, ülkemizin tanınmış bir ses sanatçısı ve bestecisi olması nedeniyle, dinleyicisi olarak gıyaben tanıyoruz.

Sesini ve bestelerini sevdiğimiz ve beğeni ile izlediğimİz bu sanatçımız, uyuşturucu ticareti yaptığı gerekçesiyle mahkum olduğu cezasını çekerek bugün (05/06/2017) tahliye edildi, Halk Tv.den bu haberi duyunca, bu sanatçımızın cezaevine girdiği tarihlerde onu için yazmış olduğumuz “SANATÇI DENİZ SEKİ'NİN DRAMI” başlıklı 20/04/2014 tarihli makalemizi hatırladık ve Deniz SEKİ'nin cezaevine girişi nedeniyle yazdığımız bu makalemizi, insanlarımızı aydınlatmak adına, bu sanatçımızın tahliye edildiği bugün aşağıda aynen yayınlıyoruz.

Geçmiş olsun Deniz SEKİ. 05/06/2017 Güner YİĞİTBAŞI


SANATÇI DENİZ SEKİ'NİN DRAMI


Sanatçı olmak kolay değildir.

Daha doğrusu, gerçek sanatçı olmak, hayranlarına örnek bir kişilik sergilemek, ününü, şöhretini ve kazandığı parayı hazmedebilmek oldukça zordur. Hele bizim ülkemizde.

Bunları yazma gereğini niçin duyduk?

Hemen anlatalım.

Bugün, biraz pazar keyfi yaşayarak televizyon izleme imkanı bulunca, gözümüz bir televizyon kanalında, Kenan ERÇETİNGÖZ tarafından hazırlanıp sunulan, “ yüz yüze “ isimli programa takıldı, ses sanatçısı ve besteci Deniz SEKİ program konuğu idi ve sürekli ağlıyordu. Biraz izleyince anladık ki, hakkında uyuşturucu madde kullanmak ve temin etmek suçundan verilen mahkumiyet kararı, Yargıtay tarafından onanmış ve daha öne yattığı sekiz aylık hapis cezasının üzerine, geri kalan cezasının infazı için çağrılmayı bekliyor ve büyük bir korku ve endişe yaşıyor.

Deniz SEKİ, geçmişte uyuşturucu madde kullandığını, ancak, kesinlikle bunun ticaretini yapmadığını, başkasına satmadığını ve suçsuz olduğunu, yattığı sekiz aylık hapis süresinin de, uyuşturucu kullanmak suçunun cezasını karşıladığını, kendisine haksızlık yapıldığını savunuyor.

Biz, Deniz SEKİ'nin avukatlığını yapmış olmadığımız için, dava dosyasının içeriğini bilmiyoruz, ancak, savcı ve avukat olarak bu suçlarla ilgili çok tatbikatı olan bir hukukçu olarak, Yargıtay'ın pek de hata yapmayacağını düşünerek, Deniz SEKİ'nin bir yanılgı içinde olduğunu tahmin ediyoruz.

Şöyle ki; Deniz SEKİ sürekli uyuşturucu maddeyi kullanmakla birlikte hiç kimseye satmadığını, maddi durumu itibariyle satmaya ihtiyacının da bulunmadığını ve suçsuz olduğunu savunduğuna göre, ortada bir ihtimal kalıyor. O da, kendisinin içtiği ve içmek amacıyla bulundurduğu uyuşturucu maddeyi, satma amacı olmaksızın ve bir kazanç elde etme gayesi gütmeden, arkadaş veye arkadaşlarına ikram amaçlı vermesi ve onların da bu uyuşturucu maddeyi kullanmış olmaları ihtimalidir.

Sanatçı Deniz SEKİ'nin, gerçekten, satma ve kazanç elde etme gayesi gütmediği halde, uyuşturucu maddeyi arkadaşına veya arkadaşlarına ikram amaçlı olarak vermiş olması halinde dahi, uyuşturucu maddeyi içmeleri için başkalarına yaymış sayıldığından, ceza yasasına göre, satıcıdan bir farkı kalmıyor ve uyuşturucu taciri gibi ceza tehdidine maruz kalıyor.

Gerçekten, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 188. maddesinin 3. fıkrası, Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satmak amacıyla satın alan, kabul eden, bulunduran kişilerin beş yıldan on beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacaklarını emretmektedir.

Demek oluyor ki; uyuşturucu maddeleri, içmeleri için, para karşılığı olmadan dahi başkalarına veren ve ikram eden kişiler de, tıpkı satan kişiler gibi, bu maddeleri yaydıklarından dolayı, satıcı gibi cezalandırılmaktadırlar.

Sanatçı Deniz SEKİ'nin bizzat kendisi veya bir başkası, Deniz SEKİ'nin içtiği ve bu amaçla bulundurduğu uyuşturucu maddeyi, ikram olsun diye bir arkadaşına veya dostuna verdiğini de beyan etmiş olmalı ki, içme den öteye, daha ağır bir ceza ile cezalandırılmış ve bu cezası da onanmış olmalı.

Siz siz olun, sağlığa zararlı olan ve alışkanlık yapan uyuşturucu maddeleri hiç kullanmayın, haydi, şeytana uyup kullandınız diyelim, zinhar, satma amacı taşımasanız da, ikram amacıyla ve ücretsiz olarak dahi, uyuşturucu maddeleri başkalarına vermeyin.

Zira, işin hiç şakası yok. Sakın unutmayın.20/04/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat