29 Temmuz 2017 Cumartesi

MÜFTÜLERE MEDENİ NİKAH KIYMA YETKİSİ




Anayasa Mahkemesi tarafından AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiğine hükmedilerek, bu durum Anayasa Mahkemsinin kararıyla tescil edildiğinde, çoğu kişi buna inanamadı ve bu kadarı da olmaz,ülkemizi Avrupa Birliğine taşımak için uğraşan,görünürde demokrasiden yana tavır alan iktidar partisi AKP, nasıl olur da laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline gelmekle suçlanabilir diyerek kızdılar ve isyan ettiler belki de.

Ama daha sonra gelişen icraat ve uygulamalarına,yasal bir cemaat ve hizmet hareketi olduğu kabul gören,ancak ordu içinde mevzilenen asker kanadının 15.Temmuz.2016 da darbe girişiminde bulunması ile maskesi düşerek gerçek yüzü görünen Gülen Cemaati ile aynı menzile koştuklarını itiraf eden AKP iktidarının; özellikle Merve KAVAKÇI gibi, aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan,Türk vatandaşlığından atıldıktan sonra, kısa süre önce yeniden Türk vatandaşlığına kabul edilen, laiklik karşıtı bir şahsı, meslekten gelmediği halde, bulunmaz Hint Kumaşıymış gibi,dışarıdan dışişleri meslek memurluğuna kabul ederek, Malezya Büyükelçiliğine ataması,çok lazımmış gibi Müftülere ve imamlara dini nikah yanında medeni nikah kıyma yetkisi tanıyan kanun tasarısını Meclise sunması,AKP'nin, Anayasa Mahkemesinin kesin kararıyla tescil edilen laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu saptamasını haklı kılan gelişmeler olarak dikkat çekmektedir.

Müftülere ve imamlara medeni nikah kıyma yetkisi tanınması da nereden çıkmıştır,bu hangi akla hizmettir, medeni nikah kıymakla görevli ve yetkili Belediye Başkanlıkları ve onun adına nikah kıyan belediye evlendirme memurlarının köküne kıran mı girmiştir, halkımızın böyle bir uygulamaya ihtiyacı mı vardır,halkımızdan böyle bir istek ve talep mi gelmiştir,halkımız nikah memuru bulamadıkları için evlenemeyip evde mi kalmıştır? Tabii ki hayır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; milletin sorunlarını çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla vardır ve milletin sorunlarını çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, millet adına yasalar çıkarır, iş başındaki siyasal iktidarın siyasi ve idelojik amaçlarını gerçekleştirmek ve tatmin etmek için yasa çıkarılmaz.

Yasalar ihtiyaçlardan doğar,ülkemiz insanının;müftü ve imamlar tarafından da medeni nihah kıyılması gibi bir ihtiyaçları asla yoktur. Siyasal iktidar;tahsillerini tamamlamalarına rağmen, iş bularak evlenip,aile geçindirme imkanını bulamayan insanlarımıza ve gençlerimize, yeterince var olan evlendirme memurlarının yanında,bunlara ilaveten nikahlarını kıyacak müftü ve imam bulma gayreti içine gireceğine,evlenmek isteyip de, nikah memuru bulamadığı için değil, iş bulamadığı için evlenemeyen ve evde kalan gençlerimize, iş ve aş temin etmenin gayreti içine girmelidir.

Laik bir ülkede müftülerin ve imamların görevleri bellidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkındaki Kanuna göre, Diyanet İşleri Başkanlığının taşra teşkilatını oluşturan il ve ilçe müftüleri,il ve ilçelerde Diyanet İşleri Başkanını temsil ederler ve kanuna göre; il ve ilçe müftülerinin görevleri; Diyanet İşleri Başkanını temsilen,İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olup, medeni hikah kıyma gibi bir yetki,görev ve işlevleri yoktur.Çıkarılacak olan başka bir yasa ile müftülere medeni nikah kıyma yetkisinin verilmesi,Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş Ve Görevleri Hakkındaki Kanuna ve anayasanın laiklik ilkesine açıkça aykırıdır.

Böyle bir yetkinin tanınması,evli ve evlenecek olan insanlarımızı, gereksiz bir şekilde,nikahını müftüye kıydıran ve belediye evlendirme memuruna kıydıran gibi bir ayrımcılığa sürükleyecek,beraberinde bazı tartışmalara sebebiyet verebilecektir.

Oldu olacak,müftü ve imamlarımıza; medeni nikah kıyma yetkisinin tanınması yanında, ülkemizde, Fetö operasyonlarından dolayı meslekten atılan dört bin civarındaki hakim nedeniyle yargıda oluşan hakim açığı göz önüne alınarak, kadılık yapma yetkisinin de tanınarak, bu şekilde,yargıda oluşan açık ve boşluğun doldurulması düşünülmelidir!

Bize göre, bu tasarı ile güdülen asıl amaç çok açıktır, başta laiklik ilkesi olmak üzere,Atatürk ilke ve devrimlerine karşı çıkmak,dini ve din adamlarını devletin işleyişinde ön plana çıkarmak, din adamlarına, asıl görevleri olan din hizmetleri dışında, devlet idaresinde ve sosyal yaşamın her alanında roller üstlendirerek, din kurallarını yavaş yavaş,herkesin uymakla zorunlu olacakları, devletin sosyal,ekonomik ve hukuki temel esasları haline getirmektir.

Bu nedenle,Meclis İç Tüzüğünde de zamanlaması manidar bir şekilde değişiklik yaparak, muhalefetin sesini kısmak suretiyle, arzuladıkları laiklik karşıtı yasaları kolaylıkla ve en seri bir şekilde çıkarmak isteyen AKP iktidarının bu akıl almaz çabalarına, en başta ana muhalefet partisi olmak üzere,demokratik kuruluşlar ve sade her Türk Vatandaşı karşı çıkmalıdır.30/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


23 Temmuz 2017 Pazar

ÜLKEMİZDE OLAĞANLAŞAN OLAĞANÜSTÜ HAL




Hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayalı,demokratik hukuk devletlerinde asıl olan yönetim biçimi, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alınmadığı ve sınırlanmadığı,hukukun tüm kuralları ile işlediği, Anayasanın öngördüğü olağan yönetim biçimidir.

Anayasanın izin verdiği olağanüstü yönetim usulleri; anayasanın açıkça öngördüğü koşulların gerçekleşmesi halinde istisna'en başvurulabilen,insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayarak askıya alabilen bir yönetim biçimi olmasına rağmen,olağanüstü yönetim usullerinin dahi asıl ve nihai amacı; Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni veya temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini bertaraf ederek,hür demokratik düzeni,temel hak ve özgürlükleri kalıcı olarak korumak ve tamamen yok olmasını önlemektir. Anayasanın 120. maddesi de; Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerini, olağanüstü halin ilan nedeni olarak göstermiştir.

Bir benzetme yapmak gerekirse, istisna'en başvurulabilen olağanüstü hal yönetimi;kaz gelecek yerden tavuğun esirgenmediği, yani,kısa bir süre özgürlüklerin kısıtlanmasına katlanılmasına (tavuğun esirgenmemesine) karşılık, nihai ve sürekli amaç olarak, Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni veya temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini yok ederek, Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri tamamen yok olmaktan kurtarmak,yani, tavuğu vererek, kazı kurtarmaktır.

Ülkemizde, 15.Temmuz.2016 darbe girişimi nedeniyle, anayasanın 120. maddesine göre ilan edilen olağanüstü halin sonuç amacı da;kaz gelecek yerden tavuğun esirgenmemesi, yani,Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini yok ederek, Anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri korumak ve kurtarmak ve tavuğu feda ederek kaz'a ulaşmaktır.

Bu nedenle, anayasanın 121. maddesinin tanıdığı yetki ile sınırlı olarak, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, sadece olağanüstü halin gerekli kıldığı,anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini yok etmeye yönelik konularla sınırlı olarak, olağanüstü hal süresince geçerli olacak geçici hükümler içeren kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.

Ülkemizde halen uygulanmakta olan ve bir sene gibi çok uzun bir dönemi geride bırakan ve daha ne kadar sürdürüleceği bilinemeyen olağanüstü hal uygulamasına baktığımızda; istisna olması gereken olağanüstü hal yönetim usulünün, anayasal amacını ve yetki sınırlarını aştığını,olağanüstü hal yönetiminin;istisna olması gereken tıpkı tutuklamada olduğu gibi, adeta olağanlaştığını, üzülerek görmekteyiz.

Bugün ülkemizde, mutfakta soğan doğramak ve ekmek kesmek amacıyla ellerine aldıkları mutfak bıçağından başka silahla tanışmamış,hiç silah görmemiş bayanların dahi,Bank Asyada hesaplarının olması,Cemaat yanlısı oldukları iddia edilen devletin teşvikleriyle açılan okullarda çocuklarını okuttukları gerekçesiyle silahlı FETÖ Terör Örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanarak hapse atıldıkları, hapishanelerin dolup taştığı,darbe girişiminden bu yana aradan geçen bir yıl gibi uzun süreye rağmen, anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini önleyemedikleri için olsa gerek, iş başındaki siyasal iktidar olağanüstü hali yeniden uzatmıştır.

Olağanüstü hal yönetim biçimi için, çok uzun bir süre olan bir yıl gibi bir sürenin geçmesine, anayasanın 121. maddesine göre, sadece olağanüstü halin gerekli kıldığı konularla sınırlı kararname çıkarmaya yetkili olmalarına rağmen, bu yetkilerini aşarak ve kötüye kullanarak, anayasayı ihlal ederek, olağan dönemler için de geçerli konularda dahi, kalıcı ve sürekli Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarmalarına,çoğu hak ve özgürlükleri askıya almalarına rağmen,iş başındaki siyasal iktidar, bir yıl içinde, hala,olağanüstü halin ilanına neden olan, anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini kontrol altına alamamışsa ve bu nedenle olağanüstü hali kaldıramıyorsa, bunun sorumlusu halkımız olamaz,halkımız uzun süre olağanüstü hal yönetim biçimleriyle yönetilmeye zorlanamaz,siyasal iktidar, aradan geçen bir yıla rağmen, anayasa ile kurulan hür demokratik düzeni, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerini kontrol altına alamamışsa,kendisinin devlet idaresindeki yeterliliğini sorgulaması ve olağanüstü hal koşullarının elan devam etmekte olduğu görüşünde gerçekten samimi ise, başka gizli niyetleri yoksa,olağanüstü hali uzatma yerine, istifa ederek, ülkenin bir an önce olağan yönetime kavuşmasının yolunu açmalıdır.23/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





22 Temmuz 2017 Cumartesi

KUZU BURHAN İFTİRA SUÇUNU İŞLEDİĞİNİ İTİRAF ETMİŞTİR




Bugün'den sonra,Burhan Hoca'dan bahsederken, hiçbir şekilde,kendisinin Anayasa Hukuku Profesörü akademik ünvanını kullanmayacağız.Zira, bize göre bir hukukçu olarak, Burhan KUZU isimli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu akademik ünvanı asla hak etmiyor.


Belki de, çok arzuladığı bakanlık koltuğuna oturabilmek için son çare olarak görmüş olabilir ama, Fetullah GÜLEN ile Tayyip Bey'in yan yana çekilmiş olan gerçek fotoğrafının foto montaj yoluyla değiştirilerek,Tayyip Bey'in kafası yerine, KILIÇDAROĞLU'nun kafasının monte edildiği sahte fotoğrafı twetter hesabına koyarak,”Hani hiç görüşmemiştin?!” başlığını atarak,”Yıl 1994 SSK Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,Fetullah Gülenle birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği konferansında” paylaşımında bulunabilecek kadar küçülen ve taşıdığı hukukçu ve akademik kişiliğine ve ünvanına ihanet ederek, Türk Ceza Kanununun 267.maddesinde tarif edilen iftira suçunu işleyebilen bir kişi, hukukçu ve Anayasa Profesörü ünvanını taşımayı asla hak etmiyor.


Burhan KUZU'nun paylaşımına konu fotoğrafın, foto montaj ve sahte olduğu ortaya çıkınca, kamuoyunun tepkisinden korkan Burhan KUZU bey hemen çark etmiş ve bu paylaşımını sosyal paylaşım hesabından kaldırarak, yeni bir paylaşımla ; “yeteri kadar kaldı ve amaç hasıl oldu.Hep onlar mı uyduracak,biraz da biz uyduralım” demek suretiyle, KILIÇDAROĞLU'nu ve partisi CHP'yi küçük düşürmek,itibarsızlaştırmak ve FETÖ'cü olmakla suçlamak amacıyla, gerçek olmadığını bildiği bir isnat da bulunduğunu, açıkça itiraf etmiştir.


Televizyonlara da çıkan Kuzu Burhan, bu ülkede insanlara çok kolay iftira atılabileceğini göstermek için böyle bir paylaşımda bulunduğunu itiraf ederek,bir hukukçuya yakışmayan deli saçması bir savunmada bulunmuştur.


Kuzu Burhan'ın bu paylaşımının amacı, savunduğu gibi;bu ülkede isanlara çok kolay iftirada bulunulabileceğini ispat değildir.Ülkemizde insanlara çok kolay iftirada bulunulabildiği gerçeğini, zaten bilmeyen yoktur ki.Bunu bir sosyal paylaşımla ispatlamaya gerek yoktur.


Kuzu Burhan'ın asıl amacı,kedisini bakan yapacak olanlara yağ çekmek ve yaranmak, KILÇDAROĞLU'nu ve CHP'yi itibarsızlaştırarak,FETÖ'cü olduğu iftirasında bulunmaktır.


Nitekim,Kuzu Buhan ilk paylaşımını geri çekerek yaptığı yeni paylaşımında, amacın hasıl olduğunu açıkça belirtmiştir.


Evet, Kuzu Burhan'ın iftira niteliğindeki gerçek dışı paylaşımıyla; sorgulama yeteneğinden yoksun,ön yargılı seçmen kitlesi nezdinde, KILIÇDAROĞLU'nun ve onun genel başkanı olduğu CHP'nin FETÖ yanlısı oldukları algısı oluşturulmuştur.


Bu paylaşımın,Kuzu Burhan yönünden asıl tartışılması gereken ve kendi bindiği dalı kesen yönü;bu paylaşımı yapan Kuzu Burhan'ın, bu fotoğraf karesinde,Fetullah GÜLEN ile gerçekten yan yana yer alan kendi lideri Tayyip Bey'in; FETÖ'cü olduğu algısını doğuracağı tehlikesinin varlığını fark edemeyecek kadar gözünün dönmüş olmasıdır.


Türk Ceza Kanununun 267 maddesinde iftira suçu tarif edilirken aynen;”(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” denilmektedir.


Fetöcü avından vakit bulabilecek olan C.Savcılarına duyurulur. 22/07/2017




Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






KUZU BURHAN İFTİRA SUÇUNU İŞLEDİĞİNİ İTİRAF ETMİŞTİR




Bugün'den sonra,Burhan Hoca'dan bahsederken, hiçbir şekilde,kendisinin Anayasa Hukuku Profesörü akademik ünvanını kullanmayacağız.Zira, bize göre bir hukukçu olarak, Burhan KUZU isimli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu akademik ünvanı asla hak etmiyor.


Belki de, çok arzuladığı bakanlık koltuğuna oturabilmek için son çare olarak görmüş olabilir ama, Fetullah GÜLEN ile Tayyip Bey'in yan yana çekilmiş olan gerçek fotoğrafının foto montaj yoluyla değiştirilerek,Tayyip Bey'in kafası yerine, KILIÇDAROĞLU'nun kafasının monte edildiği sahte fotoğrafı twetter hesabına koyarak,”Hani hiç görüşmemiştin?!” başlığını atarak,”Yıl 1994 SSK Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,Fetullah Gülenle birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği konferansında” paylaşımında bulunabilecek kadar küçülen ve taşıdığı hukukçu ve akademik kişiliğine ve ünvanına ihanet ederek, Türk Ceza Kanununun 267.maddesinde tarif edilen iftira suçunu işleyebilen bir kişi, hukukçu ve Anayasa Profesörü ünvanını taşımayı asla hak etmiyor.


Burhan KUZU'nun paylaşımına konu fotoğrafın, foto montaj ve sahte olduğu ortaya çıkınca, kamuoyunun tepkisinden korkan Burhan KUZU bey hemen çark etmiş ve bu paylaşımını sosyal paylaşım hesabından kaldırarak, yeni bir paylaşımla ; “yeteri kadar kaldı ve amaç hasıl oldu.Hep onlar mı uyduracak,biraz da biz uyduralım” demek suretiyle, KILIÇDAROĞLU'nu ve partisi CHP'yi küçük düşürmek,itibarsızlaştırmak ve FETÖ'cü olmakla suçlamak amacıyla, gerçek olmadığını bildiği bir isnat da bulunduğunu, açıkça itiraf etmiştir.


Televizyonlara da çıkan Kuzu Burhan, bu ülkede insanlara çok kolay iftira atılabileceğini göstermek için böyle bir paylaşımda bulunduğunu itiraf ederek,bir hukukçuya yakışmayan deli saçması bir savunmada bulunmuştur.


Kuzu Burhan'ın bu paylaşımının amacı, savunduğu gibi;bu ülkede isanlara çok kolay iftirada bulunulabileceğini ispat değildir.Ülkemizde insanlara çok kolay iftirada bulunulabildiği gerçeğini, zaten bilmeyen yoktur ki.Bunu bir sosyal paylaşımla ispatlamaya gerek yoktur.


Kuzu Burhan'ın asıl amacı,kedisini bakan yapacak olanlara yağ çekmek ve yaranmak, KILÇDAROĞLU'nu ve CHP'yi itibarsızlaştırarak,FETÖ'cü olduğu iftirasında bulunmaktır.


Nitekim,Kuzu Buhan ilk paylaşımını geri çekerek yaptığı yeni paylaşımında, amacın hasıl olduğunu açıkça belirtmiştir.


Evet, Kuzu Burhan'ın iftira niteliğindeki gerçek dışı paylaşımıyla; sorgulama yeteneğinden yoksun,ön yargılı seçmen kitlesi nezdinde, KILIÇDAROĞLU'nun ve onun genel başkanı olduğu CHP'nin FETÖ yanlısı oldukları algısı oluşturulmuştur.


Türk Ceza Kanununun 267 maddesinde iftira suçu tarif edilirken aynen;”(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” denilmektedir.


Fetöcü avından vakit bulabilecek olan C.Savcılarına duyurulur. 22/07/2017




Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






19 Temmuz 2017 Çarşamba

SİYASETİN ADALETİ YOKMUŞ!...




AKP milletvekili Anayasa Profesörü Burhan KUZU, bu son kabine değişikliğinde de bakanlık özlemini gideremedi.

Burhan hoca,AKP içinde politika yaptığı bugüne kadar ne yaptıysa, bakan olabilmek için yaptı,politikacı olarak yaptığı konuşmaları,savunduğu fikirleri, hiçbir zaman anayasa hocalığıyla örtüşmedi,bağdaşmadı,bilimsel kişiliğine,hukukçuluğuna hiç yakışmadı,kendisinin anayasa hocası Burhan KUZU olduğunu bilmesek,bu konuşmayı yapan,bu fikri savunan kim acaba diye merak edecektik.Kendisinin anayasa hocası Burhan KUZU olduğunu bildiğimiz için,hiç merak etmedik ama, çoğu zaman hayretler içinde kaldık, bir hukukçu olarak utandık.

Bu son kabine değişikliğinde de, bakanlık özlemine kavuşamayan Burhan KUZU, siyasetin adaleti yokmuş demiş.

Günaydın Burhan Hoca, siyasetin adaleti olmadığını,ucu sana dokununca, yeni mi anladın? Bu ülkede; bizleri,halkın, sandıktaki seçim ve tercihlerine, demokrasinin gereği olarak saygı duyarak, ülkeyi PKK ve FETÖ'nun kucağına atan,şimdi de,hiçbir şey olmamış gibi onları can düşmanı ilan ederek onlarla mücadele etmeye çalışan, ama çok geç kalmış olan AKP iktidarına tahammül etmek zorunda bırakan siyasetin, adaleti yok tabi Burhan hoca.

Siyaset öyle bir şey ki; çıkardığı sonuçlara,adil ve memleketin hayrına olmasa da, demokrasinin gereği olarak sesinizi çıkaramazsınız,tıpkı sizin, bilim adamlığınıza,anayasa profesörlüğüne ihanet ederek,uzun yıllar büyük bir özlemle bekleyerek yine de kavuşamadığınız bakanlık özleminiz gibi,bu nedenle, oturun oturduğunuz yerde, hiç sesinizi çıkarmayın ve sizi bakanlığa tercih etmeyen iradeye,demokrasinin gereği olarak saygı gösterin,bu irade adil olmasa da.

Burhan Hocam; siyasetin adaleti olmadığı gibi, siyasette etik de aramayacaksınız. Siyasetin etiği de yok bizim ülkemizde.

Baksanıza,sizin bakan yapılmadığınız son kabine değişikliğinde, Başbakan Yardımcılığı koltuğundan alınan eski MHP'li Tuğrul TÜŞKEŞ ne yapsın?Siz halinize şükredin, bakanlık koltuğuna oturamadınız ama, hiç değilse oturamadığınız bakan koltuğundan indirilmediniz.Tuğul TÜRKEŞ'in hali sizden bin beter,yine de olgunluk göstermiş ve bakan arkadaşlarına başarı dilemekle yetinmiş.

Bir düşünün,babasının kurduğu partiden ayrılarak AKP'ye transfer olan Tuğrul TÜRKEŞ;uzun yıllar kavgalı ve rakip olduğu Devlet BAHÇELİ'nin, parti olarak MHP'yi AKP'nin şubesi haline getirerek,AKP'ye her konuda destek olmasının karşılığında, Başbakanlık Yardımcılığı koltuğundan indirildi,BAHÇELİ kendisinden intikamını almış oldu.Kısaca ifade etmek gerekirse, ülkemizde siyaset; eskiden aynı partide mücadele eden ve birbirlerine rakip olan iki eski partidaşın düellosuna alet edildi.

Burhan Hocam; sizler ve sizin gibi diğer bilim adamları, çıkar hesapları içindeki politikacılara ayak uyduracak yerde, bir anayasa hocası ve bilim adamı olarak;politikacıları, bilimin ve hukukun ışığında uyarsaydınız, özlemle beklediğiniz bakanlıktan çok daha yararlı bir iş becermiş ve siyasetin,bir nebze de olsa, içinde bulunduğu bu adaletsiz ve etik dışı ortamdan çıkmasına katkı yapmış olurdunuz.

Burhan Hocam;ama, sizin için artık çok geç.Milletvekilliği ile idare ediverin lütfen. Bizim ülkemizde, mesaisine göre, sağladığı maddi ve manevi olanaklarına bakıldığında, sade milletvekilliği payesi de, hiç fena değil doğrusu.19/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

10 Temmuz 2017 Pazartesi

ADALET YÜRÜYÜŞÜ'NÜN DEĞİŞİK AÇIDAN YORUMU




CHP lideri Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; Ankara Güven Parktan başlatarak, İstanbul Maltepe'de sonlandırdığı yirmi beş gün süren 500 kilometreyi aşan uzun yürüyüşü, katılımcılardan bir kişinin dahi burnu kanamadan, başladığı gibi barışçıl bir şekilde, dün (09/07/2017) itibariyle görkemli bir mitingle taçlandırılarak sona ermiş bulunuyor.

Bu demokratik yürüyüş, bu ülkede siyasal iktidarın istemesi ve gereksiz müdahalelerde bulunmaması halinde, insanların; anayasal hakları olan her türden barışçıl, silahsız ve demokratik protesto eylemlerini, kimsenin burnu dahi kanamadan gerçekleştirebilecek demokratik bir olgunluğa eriştiğini çok açık bir şekilde göstermiştir.

Siyasal iktidarm müdahale etmediği, görevi gereği insanların sadece güvenliklerini sağladığı, anayasanın güvencesi altındaki barışçıl demokratik haklarını kullanmak için, insanlarımızın ne kadar aç hale geldikleri,bu yürüyüş ile ortaya çıkmıştır.

Siyasal iktidarın yarattığı korku imparatorluğunun, insanlarımızı etkilediği,sindirdiği bir gerçek ise de; ancak, güvendikleri bir liderin başlattığı, siyasal iktidarın göz yummak zorunda kaldığı,polisin ve jandarmanın tazyikli su sıkarak veya göz yaşartıcı gaz kullanarak püskürtme ve engellemesi yerine,tarafsız bir şekilde sadece koruma görevi yaparak uygulanmasını kolaylaştırdıkları protesto eylemlerine, tüm sindirilmişliklerine rağmen,insanlarımızın büyük bir coşkuyla katılarak, biz hala buradayız, sinmiş gözüksek de, tamamen ölmedik, ayaklarımızın üzerinde dimdik duruyoruz mesajını verdiklerini, muhalefet liderlerine, bu insanlara öncülük ve liderlik yapmaları için büyük sorumluluklar düştüğünü anlamış bulunuyoruz.

Çoğu yoksul halk çocuğu olan jandarma ve polisten oluşan güvenlik güçlerimizin, siyasal iktidar tarafından iyi ve olumlu yönlendirilmeleri,tarafsız bir şekilde görevlerini yapmalarına izin verilmesi halinde, güvenlik güçlerimizin hepimiz için ne kadar önemli ve yüce bir görev yaptıkları,demokratik hakların korkusuzca kullanılmasının güvencesi oldukları anlaşılmıştır.

Bu zorlu ve uzun soluklu yürüyüş eylemi; dış görünüşüne, boyuna posuna, söylediklerinin içerik ve isabet derecesi ve doğruluğuna bakılmaksızın,hitabet gücüne, bağırıp çağırmasına, ona buna posta koymasına göre kendisine paye verilen ve karizma biçilen lider anlayışının değiştirilmesi gereğini ortaya koymuştur.

Her zaman doğruları söylese de,bize göre en önemlisi de; aklınızı kullanın ve olup bitenleri sorgulayın diyerek,insanlarımızı sürekli uyarmasına rağmen, aynı zamanda bir din hocası ve vaiz olan ERDOĞAN kadar hitabeti güçlü değil, bağırıp çağıramıyor,ona buna posta koyamıyor, çok kibar ve pısırık olduğu gerekçesiyle, insanlardan haksız bir şekilde devamlı eleştiri alan KILIÇDAROĞLU'na, ne kadar büyük haksızlıklar yapıldığını, hitabet gücünün,boyun ve posun,bağırıp çağırmanın, gerçek liderlik için yeterli ve tek ölçü olmadığını, KILIÇDAROĞLU'nun,siyasetin uzun soluklu koşusuna, yaşına rağmen, fizik olarak hazır olduğunu,ülkeyi yönetmek ve ülke için yararlı kararların alınabilmesi için gerekli olan sağlam kafanın, ancak sağlam bir vücutta olabileceğini, KILIÇDAROĞLU'nun da, gerçekleştirdiği bu zorlu yürüyüşle, sağlam ve sağlıklı vücudunda ülkeyi yönetebilecek sağlam bir kafaya sahip olduğunu, partisi CHP'nin içindeki muhalifleri ile televizyonlarda bağırıp çağırarak konuşan ve CHP'nin başına geçmek isteyen bazı akadmisyen ve mevki sahiplerinin, bu zorlu yürüyüşe çeşitli uyduruk ve inandırıcı olmayan gerekçelerle burun kıvırarak, minder dışında kalmak suretiyle CHP liderliğini hak etmediklerini göstermiştir.

Bu yürüyüş boyunca, siyasal iktidarın yürüyüşe ilişkin olarak dillendirdiği eleştirilerin hiçbirinde, ülkemizde adalet'in tıkır tıkır işlediği, adaletin tüm unsurlarıyla var olduğu savunulamamış ve bu yürüyüş eylemi, ülkemizde adaletin eksikliğini, insanların adalete olan susamışlığını cümle aleme ilan etmiştir.

Siyasal iktidar, ülkemizin gündemini belirlemede, CHP'nin gerisine düşmüş, CHP ve diğer muhalif kesimler, eskisine oranla büyük bir özgüven kazanmış ve siyasal iktidar ise, büyük bir özgüven kaybına uğramıştır.

Referandumda hayır cephesini oluşturan yığınlar; hayır cephesinde yer aldıklarının isabetine tanık olmuşlar ve bunun gururunu yaşamışlar, 2019 seçimleri için eskisine oranla daha da umutlanmış ve büyük bir mücadele azmi kazanmışlardır.

KILIÇDAROĞLU ve onun liderliğindki CHP; bu eylemle, siyasatte iyi ve isabetli stratejilerle ve kararlarla önemli işlerin başarılabileceğini,hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını,insanların ülke yararına olan tüm projelerde muhalefet cephesinin yanında yer alacaklarını görmüşlerdir.

Haklılığın,azmin ve inancın, en zoru bile başarmada etkin bir rol oynadığını, azmin elinden hiçbirşeyin kurtulamayacağını, bu zorlu yürüyüş herkese göstermiştir.

Siyasal iktidar da, görünürde bu yürüyüş eylemine ve muhalefet cephesine yönelik eleştirilerine devam ederken, kendi içinde mutlaka bir öz eliştiri yapma ihtiyacını duyacaktır.

Bu eylem,yandaş basının; kendi yararları için,sahibinin ikinci bir emrine kadar, gözlerini ve kulaklarını ülkenin tüm gerçeklerine kapattığını,Maltepe miting alanında toplanan üç milyon'a yakın insan kalabalığını dahi yok sayarak, halkımızın aklıyla alay etmekten çekinmediklerini ortaya koymuştur.

KILIÇDAROĞLU; kendi liderliğinde, Akara Güven Park da tek başına başlatarak,zaman içinde halkımıza mal etme başarısını göstermek suretiyle, peşine taktığı milyonlarla yürüyerek İstanbul Maltepe'de sonlandırdığı bu yürüyüş eylemiyle, hedefini büyütmüş ve eskisine oranla büyük bir sorumluluk yüklenmiş ve bu sorumluluğunu 2019 seçimlerine kadar başarı ile yerine getirebildiği taktirde, ülkenin kaderini değiştiren, ülkeyi düze çıkaran,yok edilen adaleti ve özgürlükleri ülkemize geri getiren gerçek bir lider olarak, ismini siyaset tarihine yazdıracaktır.10/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





6 Temmuz 2017 Perşembe

DEMOKRATİK BİR ÜLKEDE ADALET ARAMAK UTANÇ VERİCİDİR




Anayasasında; demokratik bir ülke olduğu, erkler ayrılığının ve bağımsız ve tarafsız bir yargının bulunduğu yazılı olan ülkemizde, halk çoğunluğunun uzun bir yürüyüş ile adalet arayışına girmesi,onur kırıcı ve utanç vericidir.

Hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı gerçek bir demokatik ülkede, adalet arayışına gerek yoktur. Zira, gerçekten demokrasinin var olduğu bir ülkede, adalet var olmak zorundadır.Adalet yok olmuşsa,o ülkeye demokratik bir ülke denilemez.Bu nedenle, gerçek demokrasilerde,esasen var olması gereken adalet'in arayışına girilemez.Şayet adalet aranır ve demokratik bir protesto eyleminin konusu haline gelmişse,o ülkede demokrasi yok olmuş demektir.

Peki, adalet nedir?

Adalet; hakların gözetilmesi ve yerine getirilmesi,haklı ile haksızın ayırt edilmesi,haksızlık yapılmamasıdır.

Adaleti kim sağlar?Yargı yetkisini TürkMilleti adına kullanan kullanan bağımsız ve tarafsız mahkemeler sağlar.

Bu itibarla,insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne, bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip ve saygılı olan demokratik bir ülkede,asla adalet aranmaz, sadece hak aranır.Hak da, bağımsız ve tarafsız yargıda ve mahkemelerde aranır.

Ülkemizin ana muhalefet partisi liderinin, 450 kilometrelik uzun bir yürüyüş protesto eylemine başlayarak büyük halk çoğunluğunu da hiçbir zorlama olmadan peşine takarak adalet arayışına girmesi üzerine;siyasal iktidar,adalet yollarda yürüyerek aranmaz,mahkemelerde aranır dİyerek konuyu saptırmaktadır.Oysa ki; ülkemizde, esasen var olması gereken adalet yok edilmiş olduğu için, halkımız; haklarını arayabilmeleri için olması gereken adaleti aramak zorunda kalmıştır.

Önce, kaybolan adalet bulunmalı ve yerine konulmalı ki;halkımız, haklarını yollarda değil de adalette, mahkemelerde arayabilsinler.

Uyanın artık uyanın iktidardaki beyler, adalet sokaklarda aranmaz diyerek halkımızı kandırmaya çalışacağınıza, bağımsız ve tarafsız yargıyı ve adalet mekanizmasını yeniden kurun ki, halkımız haklarını yollarda değil mahkemelerde arasınlar.

Şu gerçeği kimse asla göz ardı etmesin, gerçek demokrasilerde adalet zaten var olduğu için, yollara çıkılarak adalet arayışına girilemez, var olan bağımsız ve tarafsız adalet mercilerinde haklarını ararlar ve adil bir şekilde haklarına kavuşurlar.

Ülkemizde bağımsız ve tarafsız adalet (Yargı) yok edildiği için,ana muhalefet partisi lideri de, yok edilen bu adaleti aramak üzere yollara düşmüştür. 06/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

4 Temmuz 2017 Salı

ADALET GİBİ ADALET YÜRÜYÜŞÜNÜ DE KATLETMEK İSTİYORLAR



Ülkemizde adaleti katledip yok edenler,yargıyı ve adaleti siyasallaştırarak kendi arka bahçeleri haline getirenler;şimdi de KILIÇDAROĞLU tarafından başlatılan, hiçbir siyasi partinin tekelinde ve güdümünde olmayan, etnik kimlikleri,cinsiyetleri,siyasi görüşleri,partileri ne olursa olsun,ülkemizde adaletin yok edildiğine inanan insanların destek verip katıldıkları adalet yürüyüşünün,her geçen gün giderek artan görkeminden ve insanların adaletin yok edildiğinin farkına vardıklarını,insanların bu uyanışlarını ve bu uyanışlarını açığa vurmaya başladıklarını görerek,adalet geri dönerse ne yaparız diye korkmaya başladılar ve bu nedenle, adalet yürüyüşünü itibarsızlaştırıp katletmenin,yasa dışı ilan etmenin gayreti içine girdiler, bu gerçek; iktidarın, adalet yürüyüşü karşıtı konuşmalarından açıkça anlaşılıyor.

Siyasi iktidar;alacağı bir kararla, bu adalet yürüyüşünü yasaklayarak yarıda kesmeyi ciddi olarak düşünse de, biliyor ki; böyle bir girişimde bulundukları taktirde, bu girişimleri tamamen geri tepecek ve adaletsizlikten bunalan halk, bu yürüyüşü de aratacak derecede bir tepki gösterecek ve patlama yapacak, bu nedenle yürüyüşü yasaklayarak yarıda kesmeyi göze alamadıkları için, bu yürüyüşü teröristlere yardım ve yataklık olarak değerlendirerek tibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Bilmiyorlar ki; ister terörist,ister PKK'lı, ister FETÖ'cü,ister arsız ve hırsız, ister iş adamı,ister politikacı,ister sade bir vatandaş,ister cumhurbaşkanı, bakan ve milletvekili,ister hakim ve savcı olsunlar; adalet,içtiğimiz su,teneffüs ettiğimiz hava gibi,öyle bir değer ve ihtiyaçtır ki;saymış olduğumuz her gruptan tüm insanların ihtiyaç duydukları ve birleştikleri ortak bir paydadır.

Bu nedenle, ismi adalet yürüyüşü olan ve ülkemizde yok edilen adaleti yeniden tesis etmek amacıyla başlatılan ve halen devam eden bu demokratik ve barışçıl protesto yürüyüşüne; yürüyüşün düzenini ve barışçıl niteliğini bozmamaları,yürüyüş düzenine uymaları koşuluyla, adalete ve adil yargılanmaya herkes gibi ihtiyaçları olan PKK ve FETÖ yanlılarının da katılmaları, bu adalet yürüyüşünün demokratik protesto niteliğini ve meşruiyetini asla yok edemez.

En başta siyasal iktidar olmak üzere, tüm yürüyüş karşıtlarının, bu adalet yürüyüşünü karalama,itibarsızlaştırma ve yasa dışı ilan etme gayretleri boşunadır, bu yürüyüşü desteklemeseler de,adalet yürüyüşüne ve bu yürüyüşe katılanlara, mesnetsiz çamur ve iftira atacaklarına, bu yürüyüşü sessiz bir şekilde uzaktan izlemekle yetinirlerse, kendileri için daha hayırlı olacak ve bu yürüyüşün itibarından, kendileri de ufak bir pay alacaklardır. 04.07.2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


2 Temmuz 2017 Pazar

47 SENELİK BİR HUKUKÇU VE UYGULAMACI OLARAK UTANIYORUM




Hakimlik,savcılık ve en sonunda da avukatlık yapan, meslek hayatı boyunca hukukun üstünlüğüne inanan ve hukukun üstünlüğünün gereğini yerine getiren,47 senedir uygulamının içindeki bir hukukçu olarak,Tutuklama ve tutukluluk halinin devamına ilişkin bazı kararlara ve bu kararların gerekçelerine baktıkça, adeta utanıyorum.

Tutuklama ve nedenleri,biz öğrenciyken Ankara Hukuk fakültesinde yanılmıyoram dördüncü sınıfta Ceza Usul Hukuku dersinde öğretilirdi.Tutuklama kurumunun ne olduğunu,tutuklama kurumundan beklenen amacın ne olduğunu ve tutuklamanın yasal koşullarını bilmeyen ve öğrenemeyen bir hukuk öğrencisinin, hukuk fakültesinden mezun olması mümkün olamayacağına göre, geriye bir ihtimal kalmakta,o da; tutuklamayı, amacı ve yasal kuralları dışında kolaylıkla uygulayan bazı hakimlerimizin,bilgisizlikten değil, siyasi baskılarla, yasal koşulları ve amacı dışında kolaylıkla tutuklama kararı verebilmeleridir.

Tutuklanması talebiyle karşısına gelen bir şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı vermeden önce veya daha önce haksız bir şekilde verilmiş bulunan bir tutuklama kararı nedeniyle önüne gelen bir tahliye talebini değerlendirmeden önce, bir hakim,aşağıda belirtmeye çalışacağımız şu ilkelere dikkat etmeli ve de harfiyen uymalıdır.

Hakimlerimiz bilmelidirler ki; bizim hukuk sistemimizde mecburi tutuklama yoktur.Biraz daha açarsak;Ceza Muhakemesi Kanununun 100. maddesinde belirtilen gerçek anlamda tutuklama nedenleri bulunsa dahi;yasa,hakimlerimize tutuklama kararı verip vermeme konusunda taktir yetkisi tanımıştır.

Hakimlerimiz, evrensel bir ceza hukuku kuralı olan masumluk karinesinin varlığını asla unutmamalıdırlar.

Tutuklamanın:ceza adaletini eksiksiz bir şekilde sağlama ve maddi hakikate ulaşma amacıyla getirilen bir tedbir olduğu, tutuksuz yargılanmanın asıl, yasal koşulları varsa tabi, tutuklu yargılanmanın istisna olduğu unutulmamalıdır.

Tutuklama; asla ve asla, ileride hükmedilmesi muhtemel bir cezanın peşinen infazına başlanması, bu muhtemel cezanın infazının garanti altına alınması, ileride ceza alması muhtemel kişinin, önceden tutuklanması yoluyla, devlet tarafından rehin alaınması hiç değildir.

Tutuklama için; tutuklanması talep edilen şüpheli ve/veya sanık hakkında,kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin var olması şarttır, ancak bu da tek başına yeterli değildir.

Hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunan şüpheli veya sanığın tutuklanmasına karar verilebilmesi için;Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması ve/veya delilleri karatma ve yok etme konusunda kuvvetli şüphe oluşturan davranışlar sergilemesi zorunludur.Tutuklama kararında; hakimde,şüpheli veya sanığın kaçması,saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların neler olduğu açıkça gösterilmek zorundadır.Soyut bir şekilde, kaçma ihtimalinin bulunduğunun belirtilmesi,asla yasal ve yerinde değildir.

Ceza Muhakemesi Yasasının 100. maddesinin 3. fıkrasında; bize göre anayasaya aykırı olan, bu fıkrada sayılan ve katalog suçlar denilen bir suçtan hakkında soruşturma yapılan şüpheli veya sanık hakkında yasada öngörülen tutuklama nedenlerinin var sayılabileceğine ilişkin bir yasal karine yer almakya ise de, katalog suçlara ilişkin bu hüküm dahi, katalog suçlardan soruşturulan ve yargılanan kişilerin mutlak surette tutuklanacakları anlamına gelmemekte, bu tür suçlarda dahi, her somut olaya ve sanığın özel koşullarına göre, hakime tutuklamama taktir yetkisi verilmektedir.Katalog suçlarda dahi, hakim tutuklama kararı verme zorunluluğu altına alınmamıştır.Yasa maddesi, katalog suçlarda tutuklama nedenleri var sayılabilir demekte olup, var sayılır diyerek hakimi bağlamamaktadır.Ancak, bu hüküm yasada var olduğu sürece, siyasi baskılarla,hakimlerimiz bu hükme dayanarak kolaylıkla tutuklama kararları verebileceklerdir.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız,tutuklamanın amacı, yasal koşulları ve genel ilkeleri dikkate alındığında; tutuklama ve tutukluluk halinin devamı kararlarında mahkemelerce gerekçe olarak gösterilen;sanığa atılı suçun katalog suçlardan olması,suçun vasıf ve mahiyeti,sanık hakkında öngörülen cezanın miktarı,delillerin henüz tamamının toplanmamış olması gibi soyut beyanlar, yasanın öngördüğü gerçek anlamdaki tutuklama ve tutukluluk halinin devamı kararlarının yasal gerekçeleri olarak kabul edilemez.

Yukarıda belirttik, tutuklama; ileride verilmesi muhtemel bir cezanın peşinen infazı,bu infazın garanti altına alınması ve bunun için sanığın rehin tutulması değildir ki;yasada öngörülen cezanın miktarı, tutuklama veya tutukluluk halinin devamı nedeni sayılsın.Yasada böyle bir tutuklama nedeni asla yoktur.

Uygulamada sıkça yapılan,yasaya aykırı en büyük yanlışlardan birisi de; tahliye taleplerinin redi kararlarında mahkemelerin başvurdukları “delillerin henüz toplanmamış olması”gerekçesidir.

Kardeşim, aradan geçen uzun zamana rağmen deliller toplanmamışsa, demek ki;sen bu adamı,tutuklamanın olmazsa olmaz ön koşulu olan, hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunmadan tutuklamışsın ve yasayı baştan ihlal etmişsin. Yok eğer, tutuklama için yeterli delil var ama, diğer deliller henüz tamamen tolanmamış diyorsan, burada da bir hata yapıyorsun demektir.

Zira, delillerin tümünün henüz toplanmamış olması,tek başına, tahliye talebinin reddine gerekçe olamaz.Yasada böyle bir tutuklama nedeni yoktur.Henüz tam olarak toplanamayan deliller nedir, ona bakmak ve kararda bunu belirtmek gerekir.Henüz tam olarak toplanamayan deliller,devletin resmi kurumlarına sorulan bilgiler,kayıtlar,belgeler,o resmi kurumlardan istenen ve beklenmekte olan,suçluda ele geçirilen delil niteliğindeki dijital veya sair her türlü materyaller üzerinde, devletin ilgili dairelerinde görevli resmi bilirkişilerce yapılacak olan inceleme sonunda düzenlenecek raporları ise; bu delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tahliye talebinin reddi ve tutukluluk halinin devamının yasal gerekçesi olamaz.Zira, tutuklunun, tahliye edilmesi halinde, resmi mercilerden beklenen bu delillere etki yaparak,bu delilleri karartma veya yok etme imkanı yoktur.Henüz tam olarak toplanmamış olan delillerin karartılması ihtimali varsa,örneğin; sanığın beyanına etki yapabileceği dinlenecek bir tanık beyanı varsa, tahliye talebinin reddi yasal olabilir.

Özellikle bugün Türk Yargısının önündeki Fetö (darbeciler dışındaki, neden Bank Asya da paran var, neden çocuğunu falanca okulda okuttun diyerek suçlananları kastediyoruz.)ve sair gazeteci sanıkların soruşturuldukları ve yargılandıkları davaların, iş yoğunluğundan dolayı henüz toplanamayan delilleri, resmi mercilerden beklenen cevaplar ve raporlardır ve sanıkların, tahliye edilmeleri halinde, resmi kurumlara etki yaparak, bu delilleri karartma ihtimalleri asla yoktur.

47 yıllık uygulamacı ve hukukçu olarak, yukarıda izahına çalıştığımız ilkelere uymayan tutuklama ve tutukluluk halinin devamı kararları,hiç kimse kızmasın ve kusura bakmasın, açık bir şekilde yasaya aykırı ve utandıran kararlardır. 02/07/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu