21 Kasım 2017 Salı

İTİRAFÇI İFTİRACILIĞIN EN YETKİLİ AĞIZDAN İTİRAFI




Bugün bir açıklama yapan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü, eski Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ,önümüzdeki günlerde görülmeye başlanacak olan Amerikadaki Zarrab davasıyla ilgili olarak ne demiş,bir hatırlayalım.

Bekir BOZDAĞ diyor ki; “Bunlar rehin durumda. Şu ifadeleri kabul ederseniz şu kadar ceza ile kurtulursunuz. Yazıyorlar, ellerine veriyorlar. Türkiye'yi, hükümeti, kurumları suçlayan ve Türkiye aleyhinde karar çıkmasına yardımcı olacak itiraflarda daha doğrusu iftiralarda bulunmasına zorluyorlar”

Allahın sopası yok.

Gülme komşuna gelir başına.

Bugün bana, yarın sana.

Ne güzel laflar bunlar değil mi?

Bugün ülkemizde; TCK.nun 221. maddesinden kaynaklı, etkin pişmanlık adı altında zorlamayla uygulamaya sokulan soyut itirafçı beyanlarıyla,pardon Sayın Bekir BOZDAĞ'ın tanımıyla,iftiracı beyanlarıyla binlerce kişi cezaevlerinde çile doldurmakta.

Biz, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı,yasal dayanağı olsa bile, kendilerine tutuklanmama ve/veya cezasızlık veya ceza indirimi gibi menfaatler vaad edilerek,hukuk ve etik dışı yollarla elde edilmiş soyut itirafçı beyanlarıyla, bir masumun ve hatta gerçek bir suçlunun dahi mahkum edilmelerine, her daim karşı çıkmış bir hukukçu olarak,oldum olası, çiğ süt emmiş insan unsuruna dayalı,kendi çıkarı ve menfaati için gerçek dışı beyanlarda bulunmaya daima açık olan itirafçı ve gizli tanık gibi,tutuklanmama ve/veya ceza indirimi gibi, kendisine yarar sağlama psikolojisinin yarattığı manevi baskı altında beyanda bulunan kişilerin, doğru olup olmadıkları çok şüpheli ve tartışmalı olan beyanlarının hükme esas alınamayacağını şiddetle savunan bir kişiyiz.

Bu nedenle,Hükümet Sözcüsü Bekir BOZDAĞ'ın; Zarrab'ın itirafçılığa zorlanmasından duyduğu kaygıya katılıyoruz.

Bekir BOZDAĞ güzel söylemiş,Zarrab'ı kastederek, “Türkiye aleyhinde karar çıkmasına yardımcı olacak itiraflarda, daha doğrusu iftiralarda bulunmasına zorluyorlar”demiş.

Bekir BOZDAĞ,bu beyanıyla;itirafçıların,aslında iftiracı olduklarını dile getirerek,bizim de ülkemiz mahkemelerinde yaptığımız savunmalarımızda dile getirdiğimiz ve yargıçlarımıza bir türlü kabul ettiremediğimiz; salt olarak, soyut itirafçı beyanlarının mahkumiyet hükümlerine esas alanamayacağına ilişkin hukuki görüş ve değerlendirmelerimizi desteklemiştir.

Eski bir AdaletBakanı olan Bekir BOZDAĞ'dan bir ricamız olacak,Zarrab için dile getirdiği;itirafçı beyanlarının,aslında iftiracı beyanları olduğu konusundaki bu güzel ve takdir edilesi hukuki değerlendirmesini,çifte standart bir uygulamanın ve de masum kişilerin, itirafçı iftiracıların beyanlarıyla haksız olarak suçlanarak mahkum edilmelerinin önüne geçilmesi adına,ülkemiz yargısı için de tekrarlar mı acaba?

Tekrarlarsa,kendisinin Zarraba yönelik itirafçı iftiracı değelendirmesinde samimi ve haklı olduğunu kabul edeceğiz.21/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Kasım 2017 Çarşamba

YARGI TERÖRLE MÜCADELE ETMEZ




Yargıtay 16. Ceza Dairesinin, bir kişinin başvurusu üzerine FETÖ üyeliği konusunda verdiği "örgüte yalnızca sempati duymak veya örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi fiillerin örgüt üyeliği için yeterli olmayacağı" yönündeki karara katılmadığını vurgulayan Ankara C.Başsavcısı; "Ben bu kararı eleştiriyorum. Örgütle mücadelenin devam ettiği bu süreçte, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararının doğru olmadığını düşünüyorum. Normal bir vatandaş dini duygularla, FETÖ'cüleri tam anlamıyla tanımadığı için sohbetlerine gitmiş. Bu kişiler bizim için tek başına FETÖ üyesi değil. Ama örneğin Terörist ele başının talimatı sonrası Banka Asya'ya para yatıranlar terör örgütü üyesidir “ demiş.

Başkent Ankara'nın C.Başsavcısının,her hıkukçu gibi, bir yargıtay kararını eleştirmesi doğaldır.Ancak, bu eleştirisini, örgütle mücadelenin devam ettiği bu süreçte vurgusunu yaparak dile getirmesini anlayabilmek mümkün değildir.

Bir hukukçu ve Ankara C.Başsavcısı olan Sayın Savcı,yargıtay kararını salt hukuk adına eleştirebilir,ancak bu eleştirisini, örgütle yapılan mücadele sürecine zarar verdiği gerekçesine dayandıramaz.

Zira, yargı örgütle mücadele eden bir organ değildir.Yargı, örgütle mücadele etmez,örgütün kurucuları,yöneticileri ve sade üyeleri olduğu iddiasıyla haklarında soruşturma açılarak huzuruna getirilen kişilerin, gerçekten örgüt mensubu olduklarını veya olmadıklarını ortaya koyan kanıtları tarafsızlık içinde toplar ve adil bir yargılama sonunda,gerçekten örgüt mensubu olduklarını tespit ettiği kişlere yasanın öngördüğü cezaların verilmesini sağlar.Bu bir yargı faaliyeti olup,örgütlerle mücadele faaliyeti değildir.

Örgütlerle mücadele,yani; örgüt mensuplarının yakalanmaları,yargıya teslim edilmeleri, zayıflatılması,çökertilmesi ve yok edilmesi, yürütme organının emrinde faaliyet gösteren güvenlik güçlerinin görevidir.

Yargı,örgütle mücadele ettiği inancı ve mantığı ile görev yapmaya başladığı taktirde, tarafsızlıktan uzaklaşır, örgüt mensubu oldukları suçlamasıyla karşısına getirilen şüpheli kişileri,haklarında yeterli kanıt olmasa da örgüt mensubu olarak görmeye ve onların örgüt mensubu olduklarına kendisini inandırmaya başlar, yasaya göre; karşısına getirilen şüphelilerin aleyhlerine olan delilleri toplama görevinin yanında, şüphelinin lehine olan delilleri de toplama görevinin olduğunu unutur,yargıtay kararlarını terörle mücadeleye zarar verdiği gerekçesiyle eleştirmeye başlar.

Sayın Savcının; “ Terörist ele başının talimatı sonrası Banka Asya'ya para yatıranlar terör örgütü üyesidir” şeklindeki değerlendirmesine de katılmak hukuken mümkün değildir.Terörist başının talimatı sonrası ne demektir?Talimattan haberi olmadan ve tesadüfen o tarihlerde yasal bir banka olan, devlet tarafından mevduat kabul etme yetkisi iptal edilerek kapatılmayan ve faaliyetine devam eden bir bankaya para yatıran inancı gereği faize karşı olan mütedeyyin kişilerin,peşinen bu talimatı bildiklerini ve bu talimata bilerek ve isteyerek uyup para yatırdıklarını kabul etmek, hukukun hangi kuralına uymaktadır?

Terörist elebaşısının, Bank Asya'ya para yatırılması talimatına, Bank Asya'nın terör örgütünü finanse eden,bu nedenle de ülkenin bekası için zararlı hale gelen bir banka olduğunun anlaşılmasına rağmen, bu bankanın faaliyetine,mevduat kabul etme yetkisine derhal son vermeyerek,bu bankayı temelli kapatmayarak,kapısına kilit vumayarak, bu bankanın hala para toplamasına göz yuman devletin ilgili üst düzey yöneticileri hakkında sayın savcının ne düşündüğünü merak ediyoruz doğrusu.

Hiç kimse unutmasın, hukuk bir gün herkese lazım olabilir. 15/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

12 Kasım 2017 Pazar

VARSAYALIM Kİ;DOLAR 5 TL BİR VARİL AKARYAKIT 150 DOLAR OLDU....




Ayıptır ve günahtır,dün itibariyle ülkemizde bir litre mazot (motorin) ilk kez,beş liranın üzerindeki bir litre fiyatıyla satılmaya başlandı.

Buna bir ekonomik başarı ve rekor denebilirse, elde edilmesi çok zor olan bu ekonomik başarı ve rekoru ülkemize ilk kez armağan eden,iş başındaki AKP iktidarı olup,bundan sonra da,peş peşe yeni başarı ve rekorlara imza atacağından hiç şüphe duymadığımız bu iktidar, ne kadar gururlansa hakkıdır doğrusu!Aktrollerin dediği gibi, bu millet; mazotun litre fiyatını beş liranın üzerine taşıyarak tarihi bir rekora imza atan AKP iktidarından gurur duymalıdır!

AKP iktidarı, bize göre ekonominin yönetiminde bir çöküşün ifadesi olan elde ettiği bu başarısızlık rekoruna hiç üzülmemekte ve bundan en küçük bir utanma duymamaktadır. AKP iktidarı; bu rekor zammı, kendilerinin ekonomik başarı veya başarısızlık grafiğinin dışında tutarak,kendilerinin yönetim ve sorumlulukları dışında, gizli bir el tarafından otomatik olarak devreye sokulan kaçınılması imkansız bir kader, tabii afet olarak değerlendirerek,biz değil kader utansın anlamına gelen,yüzsüz, sorumsuz ve vicdan dışı açıklamalarla olayı geçiştirmeye çalışmaktadır.

Türk halkı da, kaderci bir toplum olduğu,kötü iktidarlardan sandıkta dahi hesap sormaktan aciz ve yoksun bulunduğu için, kendisine kader utansın diyerek,kötü bir kader ve önlenemez tabii bir afetmiş gibi sunulan bu zamları, cılız birkaç eleştiri ile suskunlukla karşılamakta, halkın bu suskunluğundan yararlanan siyasal iktidar,büyük bir pişkinlik içinde yeni zamlara doğru yelken açmaktadır.

Allahtan korkun ve utanın; bugün bir ABD Doları dört liranın altında, bir varil petrol de yaklaşık 61 ABD Doları dolaylarında. Benzin ve mazot fiyatlarına bakıyoruz, ikisi de sürekli zamlanıyor, benzin ve mazot fiyatları dört nala 6 TL'ye doğru koşuyor.

Şimdi sormak lazım,bu ülke; bir doların 4 TL'nin üzerine, petrolün varil fiyatının da 100 doların üzerine çıktığı dönemleri daha önce yaşadığı halde, o dönemlerde dahi, benzinin ve mazotun bugün ulaştığı zamlı ve çok fahiş değerleri hiç görmedi.

Siyasal iktidar bu çelişkiyi nasıl izah edecek merak ediyoruz doğrusu.

Bu çelişkiyi izah edemeyecekler tabi,öyleyse biz izah etmeye çalışalım.

Doların 4 TL'nin, bir varil Akaryakıtın 100 doların üzerinde olduğu geçmiş dönemlerde; Türk ekonomisi bu kadar kötü yönetilmiyormuş,cari açık,italat ve ihraç dengesi,bütçe açığı,sarayın israfa varan harcamaları,hem sarayın ve hem de başbakanın iki koldan acımasızca ve sorumsuzca yaptıkları örtülü ödenek harcamaları,devletin sair lüks harcamaları,iktidarın seçimleri ve referandumları kazanmak için,sadece kendi iktidarını düşünerek yaptığı gereksiz seçim harcamaları,iktidarın her türden popülist harcamaları bugünkü kadar fazla değilmiş ve tüm bunların sonucunda da,devlet hazinesi ve Merkez Bankasının döviz rezervi henüz dip yapmamış olmalı ki;doların 4 TL nin üzerinde, bir varil ham petrolün 100 dolarların üzerinde olduğu geçmiş zamanlarda dahi, benzin ve mazot fiyatları bugünkü seviyelerinin çok altında kalmış ve bugünkü tarihi rekorlarını kıramamıştır. l

Bu tespitimiz de göstermektedir ki; Türk ekonomisi ve hazinesi, bugün itibariyle çökmüş ve Türk Lirası karşısında bir doların ve akaryakıtın dolar üzerinden bir varil fiyatının çok daha yüksek olduğu geçmiş dönemlerde bile, benzin ve özellikle mazot, bugün ulaştığı beş liranın üzerindeki litre fiyatlarına ulaşamamıştır.

Özellikle mazot, üretici köylü ve çiftçimizin can damarı olup, mazota yapılacak olan her zam,köylümüzü ve çiftçimizi tarım üretiminden uzaklaştıracak, bir tarım ülkesi olmamıza rağmen,köylünün üretmekten vazgeçtiği tarım ürünleri ithalatında bir patlamaya neden olacaktır.

Ülkemizin efendisi olan köylümüz ve çiftçimiz; bu AKP yönetiminin, ekonomiyi felç etmesi nedeniyle,mazot'un kölesi haline gelmiş ve üretimden ve tarlasından koparılmıştır.

Ülkemizde yetiştirilmesi mümkün olan tarım ürünlerinin,açıladığımız nedenlerle, ithalatındaki patlama, ülkemizin cari açığını daha da artıracak,döviz rezervlerimiz azaldıkça,azalacak ve en başta petrol ürünleri olmak üzere,ithalata dayalı tüm mallara zam zapmak kaçınılmaz olacaktır.

Bugün gelinen noktada, akaryakıt ürünlerine beş on gün arayla peş peşe yapılan ve bundan sonra da yapılmasına kesin gözüyle baktığımız zamlar; Türk Milleti için kaçınılamaz ve engellenemez bir kader olmayıp,bu zamların tek nedeni,iş başındaki iktiadarın kötü yönetimi ve ayağını yorganına göre uzatma gereğini duymayan ekonomideki israf politikasıdır.

Bu zamlardan ve ekonominin kötü gidişinden kurtulmak için başvurulması gereken ilk ve tek çözüm yolu, demokrasilerde belli olup, o da, siyasal iktidarın zamlardan vazgeçerek, başarılı olamadığını itiraf ederek istifa edip derhal iktidarı ehil ellere bırakmasıdır. Ancak, bu onurlu ve demokratik çözüm yolu maalesef ülkemizde geçerli olmadığı için, geriye kalan tek çare; kendisinin yönetim başarısızlığının sonucu olan zamlardaki sorumluluğunu görmezden gelerek,zamları bu ülkenin kaçınılamaz ve engellenemez bir kaderi olarak izah eden, bu zamlardan en ufak bir utanç ve üzüntü duymayan iş başındaki iktidarın sandıkta işine son vermektir. 12/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


9 Kasım 2017 Perşembe

BUGÜN 10.KASIM.2017




Bugün, 10.Kasım.2017, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu daha derinden hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün, bizleri yetim bırakarak, bedenen aramızdan ayrılışının 79.yıldönümü.
Sevgili ATA'mızı, ölümünün 79.yıldönümünde sevgi,saygı,özlem ve şükran duygularımızla anıyor ve bu vesileyle, beş yıl önce 14.01.2012 tarihinde yazarak yayınladığımız “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımızı, 10.Kasım.2017; aramızdan sadece bedenen ayrılışının 79.yıl anısına aşağıda aynen yayınlıyoruz. 10/Kasım/2017 G.Y.

SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum.Benimle konuşup, bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız da, sizi üzecek cevaplar vermek zorunda kalırım diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız sevgili ATAM.
Evet Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,
Size söyleyemedim, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


EMEKLİ BİR SAVCIDAN GÜNÜMÜZ SAVCILARINA BİR ANI





Sözcü Gazetesi muhabiri Gökmen ULU; 167 gün süreyle, bir hiç uğruna,günahsız ve suçsuz bir şekilde, tutuklu olarak cezaevinde yattıktan sonra, nihayet dün (08/11/2017)tahliye edilerek özgürlüğüne kavuşabildi.

Tekrarlamamıza gerek yok,Gökmen ULU'nun günahsız ve suçsuz olduğu biline biline,sırf çalıştığı gazteye ve tüm muhaliflere göz dağı vermek ve burunları sürtmek amacıyla, 167 gün tutuklu olarak cezaevinde kalmasına neden olan uyduruk suçlamayı hepiniz çok iyi biliyorsunuz.

Bugün (09/11/2017) sabah, bir televizyonumuzdan, dün tahliye edilen gazeteci Gökmen ULU ile oğlunun ilk karşılaşmasını,her ikisinin de kucaklaşarak yerlerde sevgi yumağı haline gelerek sevgi içinde yuvarlanışlarını görünce,bir ukukçu ve insan olarak gözlerim doldu, buna neden olanlara lanet okudum.İşte,devletin altı böyle oyulur,adalet ve yargı böyle yok edilir, devletin temeli olan adalet yok edilince de devlet böyle zayıf düşürülerek,giderek yıkılır diye düşündüm.

Aslında, yerlerde sevgi yumağı içinde oğluyla sürünen ve yuvarlanan Gökmen ULU ve sevgili oğlu değildi.Adalet yok edilerek yerlerde süründürülen,gerçekte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ta kendisiydi.

Bu, iç acıtan,vicdanları sızlatan manzarayı görünce, birden, daha otuzlu yaşlardayken genç bir savcı olarak yaşıdığım bir anım aklıma geliverdi.

İzmir Sıkıyönetim Askeri Savcısı olarak görev yapıyordum.12 Eylül askeri darbesi yapılmış,sıkıyönetim ilan edilmiş ve sıkıyönetim mahkemeleri devreye girerek bu mahkemelere atamalar yapılmış,torbadan şans eseri bize de İzmir düşmüş.İstersen bu görevi kabul etme,mümkün değil. Zira, mecburi hizmetin var,emeklilik hakkını eline almamışsın,sıkıyönetim nedeniyle istifa mümkün değil, ne yapmalısın?Verilen görevi, hiç değilse hukuk dışına çıkmadan,insan hak ve özgürlüklerine ve yasalara saygılı olarak, hümanist bir anlayışla ve namusunla yerine getireceksin.Başka çaren yok.

Önce çok üzüldüm,baskı göreceğim,yasaları ve hukuk kurallarını zorlamam istenecek diye,hiç de öyle olmadı,özgür bir şekilde görev ifa ettim.Bu nedenle de, bu tür olağanüstü ve özel mahkemelerde,hukuk nosyonu iyi,cesur,hukuka ve yasalara saygılı,iyi hukuk eğitimi almış, özgür ruhlu ve demokrat savcı ve hakimlerin görev yapmalarının gerektiğini, bu tür mahkemeleri korkak, biat eden, hukuku ve yasaları kolayca çiğneyebilen,mesleğine ihanet eden savcı ve hakimlere bırakmamanın önemini, ta o tarihlerde genç bir savcı iken anladım ve kavradım.

O tarihlerde bir gerçeği de çok iyi kavradım ve özümsedim.İnanın bana, kötü yasa yoktur,her kötünün bir iyi yanı da vardır,kötü olan, yasaları uygulayanlardır.Kötü bir yasa dahi,iyi bir uygulayıcının elinde iyi sonuçlar verir,iyi bir yasa ise, kötü bir uygulayıcının elinde kötü sonuçlara yol açar.Örneğin,şu anda yürülükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu çok kötü bir yasa değildir,iyi bir yasadır ama,görüyorsunuz özellikle tutuklama kurumu, uygulayıcılar tarafından çok kötü uygulanmakta ve haksız ve hukuksuz tutuklamalar her geçen gün artmaktadır.

Kötü denilen bir anayasadan dahi;iyi uygulayıcılar,iyi yöneticiler, demokrasi fışkırtabilirler,kötü uygulayıcılar ise,iyi ve demokrat bir anayasa dan, faşizm ve diktatörlük yaratabilirler.

Neyse, gelelim yaklaşık kırk yıl öncesine dayalı anımıza.

Yetmişli yıların sonu seksenli yılların başı, 1980 askeri darbesi öncesinde, ülke karışmış,sağ ve sol örgütler zirve yapmış, sağdan da soldan da, hergün onlarca kişi hayatını kaybediyor ve yaralanıyorlar.Sonunda askeri darbe olmuş ve Sıkıyönetim Mahkemeleri devreye gimiş,biz de genç bir savcı olarak, irademiz dışında kendimizi İzmir Sıkıyöetim Savcılığında savcı yardımcısı olarak bulmuşuz.

Soruşturmalar ve yargılamalar başlamış,o dönemde birçok ülkücü ve sol örgütlerin yanında Halkın Kurtuluşu isimli bir sol örgüt de var.Bu örgütün legal kuruluşu da yanlış hatırlamıyorsak YDGD(Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği), gençler önce bu legal dernekte yetiştiriliyorlar,eğitiliyorlar ve daha sonra örgüte kazandırılıyorlar. Soruşturmasını yaptığımız dosyalarda,YDGD'nin ismi ve bu dernekte faaliyet gösteren yönetici konumundaki kişilerin isimleri sıkça geçiyor.Bizim de dikkatimizi çeken bu isimlerden birisi olan (M.C) birgün yakalanıyor ve gözaltına alınıyor, tesadüf bu ya, evrakı bize düşüyor.

Biraz ön yargılıyız ve bu kişiye, gençleri ajite edip yasa dışı örgütlere kazandırdığı gerekçesiyle içimizden kızıyoruz ya,o tarihlerde doksan gün olan gözaltından sorgu için çağırdığımız YDGD/Halkın Kurtuluşu ögütüne mensup (M.C) isimli bu genç karşımıza geldi,bir baktım gözleri parlıyor,sorgu öncesi zabıt dışı karşılıklı konuşmaya başladık, ben kızgınlığımı belirttim ve hakkındaki suçlamaları hatırlattım,çok samimi bir şekilde bütün suçlamaları kabul etti,hiç yan çizmedi ve kıvırmadı,çok da samimiydi, Tıp Fakültesi beşinci veya altıncı sınıf öğrencisi olduğunu, çok pişmanlık içinde bulunduğunu, fraksiyonlar arası bir kavgada başından ağır bir şekilde yaralandığını,okuluna devam ederek tıp fakültesini bitirip doktor olacağını ve bu ülkeye faydalı bir yurttaş olmaya karar verdiğini,sınavlarının da başladığını söyledikten sonra, “savcı bey size de söz veriyorum,yaptıklarımdan çok pişmanım,bana bir fırsat tanıyın,okulumu bitirip doktor olacağım ve ülkeme hizmet edeceğim” dedi. O kadar samimi ve inandırıcıydı ki;itiraflarının hiçbirini ifade zaptına geçirmedim ve usulen aldığım ifadesinden sonra, tutuklamaya sevk etmeden,doğrudan kendisini serbest bıraktım, bu kişi hakkında usulen dava açıp sonradan beraat mi ettirdik,yoksa hakkında dava açmadan doğrudan kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar mı yazdım, kırk yıl geçtiği için tam olarak anımsayamıyorum,ama bu gencimize bir şans tanıdık,o zaman yürürlükte olan 765 sayılı TCK.nun 141/1-5 maddesine göre, yanlış hatırlamıyorsak en az beş yıl ağır hapis cezası almaktan ve bunun sonucunda da, hayatının ve geleceğinin kararmasından kurtulan bu gencimiz,bize verdiği sözünü tutarak tıp fakültesini bitirdi ve İzmir de bir hastanemizde ihtisasını da tamamlayarak, Genel Cerrahi Uzmanı olarak hala ülkemize ve insanlarımıza hizmet vermektedir.

Yasaların; çok daha geliştiği,yargı reformlarının yapıldığı,insan hak ve özgürlüklerine daha saygılı ve demokrat hale getirildiği günümüzde,hem de normal bir ortamdaki yargının bugün içine düşürüldüğü haline bakıyoruz,bizim genç bir savcı olarak, hem de sıkıyönetim ortamında yaptığımız ve çılgın diyebileceğimiz bu uygulamadan vaz geçtik, bazı savcılarımız mevcut yasaları dahi,tarafsız bir şekilde ve korkusuzca uygulayamıyorlar,yasalara aykırı olarak önlerine gelenleri tutuklatıyorlar.

Çok yazık. 09/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Kasım 2017 Çarşamba

YENİ BİR MUHALEFET LİDERİMİZ DOĞUYOR!...




Müjde ey halkım,yeni bir muhalefet liderimiz doğuyor!

Türkiyede muhalefet boşluğu diye bir şey kalmayacak artık!

Ne büyük tesadüftür ki; bu yeni muhalefet liderimiz, fizik olarak şu anda iş başındaki AKP'nin genel başkanı Tayyip Bey'e o kadar çok benziyor ki,sanırsınız Tayip Bey'in ikiz kardeşi.Tesadüf, bu fiziki benzerlikten ibaret değil,yeni muhalefet liderimizin Celep Sayip HÜRDOĞAN olan ismi de, adeta Tayyip Bey'in ismini çağrıştırmaktadır!

Bu yeni muhalefet liderimiz bir konuşuyor ağzından adeta bal damlıyor, söylediği her sözde büyük gerçeklik payı var, AKP iktidarının ülkemize verdiği zararları yeri geldiğinde tüm çıplaklığıyla ifşa ediyor.Çok açık sözlü ve korkusuz bir muhalefet lideri, gerçekleri bu şekilde korkusuzca dile getirmeye devam ederse,2019 seçimlerinde büyük bir sıçrama ve sürpriz yapması işten bile değil.

Bu yeni muhalefet liderimiz;bundan bir süre önce, hepiniz çok iyi hatırlarsınız, İstanbul'a ihanet edildiğini dile getirerek, on beş yıldır iş başındaki AKP iktidarını yerden yere vumuştu,bugün ise,şehircilik şurasında yaptığı konuşmasında yine tabuları yıkarak cesur bir konuşma yapmış ve AKP iktidarının şehirlerimizi berbat bir yapılaşmayla yaşanamaz hale getirdiğini, çok güzel dile getirmiştir.

Bu yeni muhalefet liderimiz, kendisine iktidar yolunu açabilecek olan bu güzel konuşmasında; Dikkat edin yeşillik ararsanız nerede bulursunuz? Mezarlıkların olduğu yerde bulursunuz. Bunun dışında maalesef. Selvi, endamlı selvi nerede? Mezarlıklarda. İstanbul’da selviyi bulacaksak Karacaahmet Mezarlığı’nda bulursun, onun dışında bulamazsınız. Bu hale geldik..... günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton, beton, beton. Orada ruh yok, huzur yok. Bu huzuru yeniden bulmak için... tüm belediyelere çok ciddi işler düşüyor....Bugünkü şehirlerimiz maalesef ‘insan fıtratını’ değil, ‘bireysel hırsları’ merkeze alan bir bakış açısıyla inşa ediliyor. İnsan fıtratıyla mütenasip olmayan her yer, zamanla insanın zindanı hâline dönüşüyor. Bu sebeple günümüz şehirleri insana huzur vermiyor, sükûn getirmiyor ve esenlik sağlamıyordiyerek iktidara geldiğinde seçmenlerine ve halkına huzur ve yeni bir ruh kazandıracak,betonsuz ve yeşil bir şehirleşme ve ülke vaad ediyor.

Ben oyumun rengini şimdiden açıklıyorum sayın okurlar,en başta belediye seçimleri olmak üzere,2019 seçimlerinde benim oyum; günümüz şehirleri insana huzur vermiyor. Beton, beton, beton. Orada ruh yok, huzur yok” diyerek,AKP'nin yerel ve merkezi iktidarının yol açtığı, ülkemizin büyük bir yarasına parmak basarak cesur ve çok yerinde bir çıkış yapmak suretiyle, halkımıza huzur vermesi için betonsuz ve yeşil bir şehirleşme ve ülke vaad eden yeni muhalefet liderimiz Celep Sayip HÜRDOĞAN'adır.Sizleri de, bu yeni ve cesur muhalefet liderimize destek olmaya davet ediyorum çok değerli okurlarım! 08/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



5 Kasım 2017 Pazar

SEN KİMSİN YA!



Geçtiğimiz hafta,bir ağır ceza mahkememizde, yargı yetkisini Türk Milleti adına kullanan bir emanetçi olduğunun farkına varamayan,mahkeme kürsüsünü babasının tapulu malı ve kendisini layüsel (sorumsuz,sorumlu tutulamaz) zanneden bir yargıç'ın (başkanın) hiç hoş olmayan,bir yargıca yakışmayan kötü bir tutumuna tanık olduk.

Bundan sonra, tanık olduğumuz ve ileride tanık olacağımız,kendilerini yasaların üstünde ve dokunulamaz,sorumlu tutulamaz zanneden hakimlerin ve savcıların hukuk dışı tutumlarını makale konusu yaparak,kendileini adlarına yargı yetkisini kullandıkları Türk Milletine şikayet edeceğiz.

Olay şu; yargılama bitti,sayın savcı yazılı olarak esas hakkındaki mütalaasını sundu,biz savunma makamı olarak esas hakkındaki savunmamızı hazırlamak için süre istedik ve celse itibariyle de tutuklu olan müvekkilin tahliyesine ilişkin talebimizi gerekçeleriyle sunduk.

Sayın savcı iddianamesinde, müvekkilin suçluluğuna kanıt olarak gösterdiği bir itirafçının beyanına,onun söylemediği müvekkili suçlayan bir cümle ilave etmiş olduğu için,tahiye talebimizde savcının bu yanlışına değindik ve itirafçının ifade tutanağında, müvekkilin suçlandığı o cümlenin yer almadığını,ortada kasıt dışı yapılan bir yanlışın olduğunu dile getirdik.

Ertesi celse için savunmamızı hazırlarken,savcının esas hakkındak mütalaasında da,iddianamede, müvekkil sanık aleyhine yapılan bu yanlışlığın aynen yer aldığını gördük.Dosyayı yeniden incelediğimiz de gördük ki; itirafçının,müvekkil aleyhinde onu suçlayan o cümleyi söylememesine rağmen,savcının iddianamesinde hatalı bir şekilde yer verdiği sanığı suçlayan bu beyanın, ilçe savcısı tarafından düzenlenen Fezlekede de aynen yer almakta.

Anladık ki;ilçe savcısının fezlekede yaptığı bu yanlışlık,zincirleme bir şekilde, kopyala yapıştır usulüyle önce iddianameye,daha somra da esas hakkındaki mütalaaya taşınmış.

Olabilir savcı da insanoğlu,iş yoğunluğundan ve kasıt olmadan savcı bir hata yapabilir.

Ancak,savcının mütalaasını sunduğu celsede,aynı yanlışın mütalaada da yapıldığını bilmeden, savcının iddianamede sanık aleyhine yaptığı yanlışı, tahliye talebimizde altını kalın çizgilerle çizerek dile getirdik.

Biz bu davanın savcısı olsaydık;yasalara göre,savcının sadece sağın aleyhinde olan delilleri değil, lehine olan dlileri de toplamakla mükellef olduğu gerçeğinden hareketle,celse arasında dosyayı yeniden inceler, itirafçının ifade tutanağını yeniden okuyarak,savunma makamının dile getirdiği yaptığımız hatayı bizzat gözlerimizle görüp tespit eder ve ertesi celse, bu hatamızı düzeltir ve savunma makamına teşekkür ederek özür dilerdik.

Ne gezer.Sayın savcı hiçbir şey olmamış gibi, celse itibariyle bir önceki celse sunduğu esas hakkındaki mütalaasını aynen tekrarlayarak,bizim uyarımıza kulaklarını tıkadı.Biz de haklı olarak, yaptığımız esas hakkındaki savunmamızda, sayın savcının hatasını görmezden geldiğini,hatasını düzeltmediğini, özür borcunu yerine getirmediğini dile getirdik.

Sayın mahkeme başkanı;bizim,sayın savcıdan hatasını düzelterek yapacağı özür dileme beklentimize çok içerlemiş ve kızmış olacak ki,yargının özür dileme görevinin olmadığını söyleyerek bizi iyice hayretlere düşürdü.

Siz kimsiniz ya?Siz de,her Türk Vatandaşı gibi, Anayasaya ve yasalara uygun davranmak,anayasaya ve yasalara göre Türk Milleti adına, onun asaletine yakışır vaziyette yargı yetkisini kullanmakla görevli,anayasanın 10. madesinde düzenlenen eşitlik kuralına tabi bir kamu görevlisisiniz.

Bugün hapishaneler, bir zamanlar burunlarından kıl aldırmayan,burunları kaf dağında, kendilerini semalarda gören,önüne gelenleri tutuklayarak hapse atan,uydurma delillerin temelinde yer aldığı kumpas davalara ve kararlara imza atan Fetö'cü yargıçlarla dolup taşmış durumdadır.

Her yargıç, ben neyim değil, ne olacağım diyerek, savunma ve adil yargılanma hakkına saygılı olarak görev yapmak zorundadır,bir hata yapan yargıç da,savcı da yeri geldiğinde özür dilemek zorunda kalabilir, sıfatı ve makamı ne olursa olsun,hatasını kabul ederek özür dileyebilmek, insanı alçatmaz,bilakis yüceltir.

Bu böyle biline. 05/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



2 Kasım 2017 Perşembe

YARGIDA İTİRAFÇI SORUNU




Ülkemiz; yargının, kendilerini itirafçı tanık olarak nitelendirdiği, bize göre ise;aslında,tanıklık kurumunu değersizleştirmemek ve tanıklık kurumuna haksızlık ve saygısızlık yapmamak adına, kendilerine sadece itirafçı denilmesi gereken, TCK.nın 221.maddesinde düzenlenen ve her neviden suç örgütü mensuplarına,etkin pişmanlık adı altında cezasızlık ve/veya ceza indirimleri sağlayan, her beyanları savcılarımız ve hakimlerimiz tarafından maalesef doğruymuş gibi algılanarak, hiçbir somut kanıta ve belgeye dayanmayan, sadece kendilerine yarar sağlamaya yönelik,başkalarını suçlayıcı soyut beyanlarıyla, masum insanların tutuklanmalarına ve hatta mahkum edilmelerine yol açan itirafçılar,adaleti yanıltarak,gerçek adalete ulaşmakta sorun olmaya devam ediyorlar.

Mütedeyyin bir kişi olarak bilinen,faize karşı olduğu için parasını, faizsiz bankacılık yapan Bank Asya isimli katılım bankasına yatırıp bu bankada hesabı bulunan,ilk okul ve orta okul çağındaki küçücük çocuklarını,yabancı dil ağırlıklı daha iyi eğitim almaları için, devlet okullarına nazaran, sınıf mevcutları daha az olan,daha iyi eğitim veren cemaat yanlısı okulda okutanlara;kendilerine ceza indirimi ve tutuklanmama vaadinde bulunularak yaratılan itirafçı beyanı da yapıştırmak suretiyle,masum kişiler FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyesi olmak suçu ile yaftalanmakta ve ağır cezalara çarptırılmaktadırlar.

O kadar ki; hazırlık soruşturması sırasında gözaltındayken kolluğa veya savcıya,şüpheli sıfatıyla ve itirafçı olarak verdiği, bir başkasını örgüt üyesi olmakla suçladığı soyut beyanını, vicdanen rahatszı olarak,sonradan kovuşturma evresinde,hem de tanık sıfatıyla yeminli olarak alınan ifadelerinde geri alsalar dahi, itirafçının önceki gerçek dışı beyanına itibar edilerek,masum kişilerin cezalandırıldıklarına tanık olunmaktadır.

İtirafçıların; kendilerinin de aynı suçla suçlanmaları nedeniyle, kendilerini tutuklanmaktan ve ağır cezalardan tamamen veya kısmen kurtarmak amacıyla, suçlu psikolojisi içinde ve baskı altında verdikleri,mahalleden,iş yerinden tanıdıkları ve hatta hiç tanımadıkları başkalarını da örgüt üyesi olarak suçlamak zorunda kaldıkları,soyut ve gerçek dışı beyanlarına, hukuken geçerli ve yeterli yasal bir delil vasfı tanımak ve hükme esas almak, demokrasi,hak ve özgürlükler adına, bu ülkeye ve Türk Yargısına yapılacak en büyük kötülüktür.

Sayın Cumhurbaşkanı; son günlerde yaptığı konuşmalarında, itirafçıların adaleti yanıltacaklarına ilişkin kuşkularını açıkça dile getirmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı;Amerikada tutuklu olarak yargılanan Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı ile Rıza Zarab üzerinden,Amerika yargısı tarafından itirafçılığa prim verildiği taktirde, itrafçı beyanlarının, ülkemize ve hatta kendi şahsına yönelik haksız suçlamalara yol açabileceğinin farkına vararak,Amrikada tutuklu Rıza Zarab'ı kast ederek, “benim vatandaşımı sebepsiz olarak iki seneye yakın bir süredir tutuklu olarak yargılayıp itirafçı olarak kullanacaksın,sen koskocaman Amerikasın”diyerek Amerika'yı itirafçı kullanarak yargıyı yanıltmakla suçlamaktadır.

Oysa ki;yukarıda belirttiğimiz gibi, bizim kendi ülkemizde de,itirafçılar kullanılarak, itirafçı beyanlarıyla binlerce insan tutuklanarak cezaevlerine konulmaktadır.

Hak, hukuk ve adaet,her demokratik ülkede aynı kurallara tabi olmalıdır.İtirafçılık kötü ise,adaleti yanıltıyorsa ve bu nedenle Amerika itirafçı kullanmamalıysa, biz niçin itirafçı kullanıyoruz? Bu çifte standart uygulamanın haklı gerekçesini,bize birisi açıklasın lütfen.

Ey Amerika, senin kullanacağın itirafçı kötüdür, benim itirafçım iyidir demeye kimsenin hakkı yoktur.Sayın Cumhurbaşkanımızdan; itirafçılığın,etik dışı ve kötü bir şey olduğunu, menfaat ilişkisine dayalı itirafçı beyanlarının,adaleti yanıltacağı,bu nedenle itirafçı beyanlarına prim verilmemesinin gerektiği açıklamasını, Türk Yargısı için de yapmasını istiyoruz. 02/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Kasım 2017 Çarşamba

BU İŞİN SONU NEREYE VARACAK?




Ülkemiz sorunlarla dolu.

Tüm inkarlara rağmen hazine tamtakır.

Bütçe açığı had safhada

İç ve dış borçlar tavan yapmış,ödemeler dengesi bozuk,dış ticaret açığı hergün artıyor,ithalat bir türlü önlenemiyor,ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı unutmuşuz.

Yetkililer halka moral vermek için,ihracatımızın geçen yılın bu aylarına göre arttığını söylemekle yetiniyorlar,ithalatın da geçen yıla göre büyük oranda artması nedeniyle, dış ticaretteki açığın geçen yıla göre arttığını dile getiremiyorlar,ihracat arttı diyerek halkı aldatıyorlar.Bir zamanlar bolca ürettiğimiz,kendi ihtiyaçlarımıza bolca yeten tarım ürünlerini,eti ve hatta samanı dahi ithal ediyoruz.Tarım ve hayvancılığımız her yıl geriliyor,çiftçimiz mazot parasına yetşemiyor.

Dolar almış başını gidiyor,dolar kuru yükseldikçe akaryakıt ürünlerine kısa aralıklarla otomatik olarak zamlar yapılıyor,memur ve işçi maaşları,tarım ürünlerinin fiatı ve çiftçinin cebine giren para ise, yerinde sayıyor veya en başta benzin ve mazot fiyatları olmak üzere,doların artışından kaynaklanan zamların çok gerisinde kalıyor.

İşsizlik had safhada,işsizliğe çare bulunacağına ilişkin, hiçbir umut ışığı yok.

Eğitim;karmakarışık,sürekli sistem değişikliğine gidiliyor,tüm çaba ve arayış, kindar ve dindar nesli nasıl çoğaltabiliriz.TEOG kaldırıldı,sınavlar yaklaşıyor, aradan geçen uzun zamana rağmen, TEOG'un yerine gelecek olan sistem henüz belirsizliğini koruyor.

Terör önlenebilmiş değil,komşularımızla sorun yaşamaya devam ediyoruz,Irak ve Suriye sınırları hala sorunlu,ülkenin güvenliği hala tehlikede.

Yargı bağımsız değil,bir Bylock illeti var ki; arkası kesilmiyor,telefonunda ve hattında Bylock çıkmış,kapatılan falanca derneğe üye, çocuğunu cemaat okullarında okutmuş,Bank Asyada hesap açtırmış,yurt dışı gezisine katılmış, falanca şirkete sigorta kaydı çıkmış gerekçesiyle,bunların tamamı darbeci ve Fetöcü denilerek, hergün onlarca kişi gözaltına alınıp gözü kapalı tutuklanıyor,önceki tutuklular ise,hakim önüne çıkmak ve kendisini savunabilmek için gün sayıyor, hakim önüne çıkma şansı bulanlar da, tutuklama nedenleri kalktığı halde, tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor, siyasal iktidar,işini gücünü bırakmış, dolan cezaevlerine alternatif olarak,yeni cezaevi inşaatlarına hız vermiş durumda.

Bu kötü gidiş karşısında iktidarın yapması gereken nedir, bu kötü gidişe çare bulmak değil midir?

Peki iktidar ne yapıyor? Hergün konuşarak içeriye ve dışarıya bolca laf yetiştiriyor, ona buna posta koyuyor, iktidar partisinin iktidar yorgunluğunu,tükenmişliğini metal yorgunluğu olarak adlandırarak,partiyi makyajlamaya çalışıyor,bunun için de iktidar partisinin bazı il ve ilçe teşkilatını ve belediye başkanlarını istifaya zorlayarak istifa ettiriyor ve yerine yenilerini getirerek iktidar yorgunluğunu ve tükenmişliğini önleyeceğini zannediyor.

Siyasal iktidar, tabanını muhafaza edebilmek için, bunca sorun içinde çok lazımmış ve gerçekten ihtiyaç varmışcasına, müftülere ve imamlara,imam nikahı kıymaları yetmiyormuş gibi, bir de medeni nikah kıyma yetkisi veren yasal değişiklik yapıyor. Bir yandan da, halkın cebinden daha fazla nasıl para çekerim de lüksüme devam ederim çabasını sürdürüyor.

Yaklaşan seçimlerin de etkisiyle sinirler iyice gerilmiş olmalı ki,iktidar partisi ile ana muhalefet partisi,karşılıklı olarak birbirlerine yönelik neredeyse hakarete varan ağır sözler söylüyorlar,ihanet ve diktatör sözlerinin havada uçuştuğu ağır suçlama ve tartışmalar bitmek bilmiyor.

Artık, iktidarın küçük ortağı gibi çalışan yavru muhalefet, muhalefet partisi olduğunu unutmuş vaziyette, ana muhalefet partisini eleştirerek,iktidar partisine asist yapıyor.İyi Parti'nin kurulması nedeniyle, biraz gecikmeyle de olsa, dün itibariyle, kendisinden doğan İyi Parti hedeflerini top atışlarıyla dövmeye ve yıpratmaya çalışıyor.

Özellikle;vize,Kuzey Irak politikası,PYD ve PKK'ya silah yardımı,silah ve hava savunma füzelerinin alımı konularında Rusya'ya yanaşılması,aynı şekilde Suriye sorununda ABD dışlanarak Rusya ve İran ile işbirliğine gidilmesi,Amerikada tutuklu olan Rıza Zarrab soruşturmasında, Zarrab'ın itirafçı yapılmaya çalışılması,ucu açık olan bu soruşturmanın, bazı politikacılarımızı da içine alacak şekilde genişletilmek istenmesi gibi nedenlerle, ABD ile siyasal iktidarın arası açılmış olup; ABD, şimdilik fırtınadan önceki bir sessizliğe bürünmüş beklemekte.

Evet değerli okurlar, sizce bu işin sonu nereye varacak?

Tek tesellimiz,ülke sorunlarını çözemeyen, çözmek bir yana,ülke için kendisi sorun olan kötü iktidarların görevden uzaklaştırılmalarının tek demokratik yolu olan seçimler oldukça yakın. 01/11/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu