29 Aralık 2018 Cumartesi

YILBAŞI




Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre,1.Ocak günü,içinde bulunduğumuz 2018 yılının bitimi ve gireceğimiz yeni 2019 yılının başlangıcı ve ilk günüdür.
Yılbaşı,İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır.Yılbaşı'nın, dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır.
Bunu karıştıran bazı dini kesim, biz Hristiyan değiliz,Müslümanız, yeni yılı kutlamayız diyerek, yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar.Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır.
Yılbaşı bir bayram değildir,bir takvim olayıdır.
İçinde bulunulan yılın bittiği günü,yeni yılın ilk gününe bağlayan gece, insanların; evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında, masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlenmeleri,yeni yılı kutlayarak karşılamaları,yeni yıla mutlu bir şekilde girmek istemeleri ve girmeleri, bir gelenek ve kültür olayıdır.
Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle, aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır,bunun bilincindeki insanlarımız, o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler,bu bir çelişki değil midir? Diye düşünenler olabilir.
Ben şahsen öyle düşünmüyorum,hepimizin bir yaşam ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama, korkunun ecele bir faydası da yoktur,her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye,oturup ağlayacak da değiliz tabi.
Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak,insanların; gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri,gayeleri ve umutları vardır.İnsanlar; gayesiz,umutsuz, umutlarını yitirerek asla mutlu olamazlar,umut fakirin ekmeğidir sözü boşa söylenmemiştir.
İnsanların umut ve beklentileri bir yıl ile sınırlı olmadığı için,her yeni yıl insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir.
Örneğin,insanlar bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak,daha sonra evlenip yuva kurmak,çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak,emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için, yılların çabucak geçmesini, yeni yıllara ulaşmayı iple çekerler.
İşte,insanların bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi, yeni yılları ve yeni yılbaşılarını zorunlu kıldığı için,insanlar yaşlanmalarını,ömürlerinden kopup giden yılları düşünmüyorlar bile.
Bana sorarsanız,sizler de;yaşlanacağım korkusuyla,ileriye dönük isteklerinizden, gayelerinizden, arzularınızdan, umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden asla vaz geçmeyiniz,ileriye dönük gayeleri, beklentileri ve umutları olmayan insanların, yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız.
Bu vesileyle,hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2019'un; sizlere sağlık,mutluluk,huzur,başarı, ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirmesini diliyorum. 29/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Aralık 2018 Pazar

BİR AŞK ÖYKÜSÜ



Dün,Bostanlı çarşısındaki terzimde pantolonumu daralttırmak için,yürüyerek evden çıktım,yolumun üzerindeki her zaman geçtiğim parka geldiğimde,banklarda oturan yeşil gözlü sarışın 17 yaşlarında bir genç erkek çocuğunu, tek başına hıçkırarak ağlarken gördüm,içim parçalandı,kayıtsız kalamadım ve yanına giderek, derdini niçin ağladığını sordum.
İsminin Ahmet olduğunu ve lisede okuduğunu,aynı okuldan sevdiği bir kız arkadaşının olduğunu,kız arkadaşının,tüm uyarılarına rağmen, sosyal medyada yaptığı kendisine yakışmayan ve kendisine zarar veren paylaşımlarına devam etmesi üzerine tartıştıklarını ve kız arkadaşının biraz önce elveda diyerek kendisinden ayrılıp gittiğini,buna üzüldüğü için ağladığını beyan etti.
Çok ilginç değil mi?Ben dilim döndüğünce genç çocuğu teseli etmeye çalıştım,daha çok genç olduğunu, önüne daha ne güzel kısmetler çıkacağını,öncelikle okulunu bitirerek hayata atılmasının gerektiğini söyledim, ama genç hala ağlıyordu,beni dinlemiyordu bile.
Yanından üzüntü içinde ayrıldım.
Gençlerimizi,sosyal medyanın zararlarından nasıl koruyacağımızı düşünerek.
Yaşadığım bu olay, beni çok etkiledi ve tanık olduğum bu elveda'yı konu seçerek aşağıdaki makaleyi kaleme aldım.


SİZ BİR ELVEDA'YA TANIKLIK ETTİNİZ Mİ?

Önce elveda ne demek onu belirtmeliyim.
Elveda, vedaların en hazinidir,en korkuncudur.
Veda'da dönüş vardır,sevdiğiniz kişiyle kucaklaşırsınız, öpüşüp koklaşırsınız tokalaşırsınız, helalleşirsiniz,buruk da olsa gülerek ve el sallayarak veda eder ve geçici olarak ondan ayrılır gidersiniz.
Bilirsiniz ki;er veya geç,günün birinde yollarınız bir yerde kesişecek ve tekrar kavuşacaksınız,bunu bilmek,veda edip ayrılanlar için bir umuttur,tesellidir.
Bu nedenle; yaşadığınız ayrılık size,yüreğinize bir acı verse de, bu acınız artmayacak ve bir yerde durup kalacaktır. Zira, veda edip ayrıldığınız kişiye bir gün tekrar kavuştuğunuzda, yeniden mutlu olacak ve çektiğiniz önceki o acılarınızı unutacaksınız.
Ya kör olası o elveda!
Elveda,bir veda değildir.Keşke veda olabilse.
Elveda diyerek sizi terk edip giden, sizi öksüz bırakan sevdiğiniz o kişi ile ayrılmadan önce kucaklaşamazsınız, öpüşüp koklaşamazsınız, helalleşemezsiniz,tokalaşamazsınız,bunların hiçbirine fırsat bulamazsınız,belki de ömrünüz boyunca bir daha hiç bir araya gelemezsiniz.Zira, elveda kavuşamamak üzere ve geri dönüşü olmayan bir ayrılıktır.
Elveda'nın telafisi yoktur.Kalanın yüreği daima yaralı ve paramparçadır.
Elveda da,bırakıp giden için fazla bir zorluk yoktur.Onun, kendisini teselli edecek, kendince haklı nedenleri vardır elbette,ama kalanın işi çok zordur,kalan kendisini neyle teselli edecektir?Tıpkı,tanık olduğum o yeşil gözlü sarışın genç çocuk gibi.
Bu nedenle, elveda'ya; veda gibi ayrılık demek yetersiz kalır.
Elveda; adeta bir ölümdür,hissettirdiği acı,ölüme eş değerdir,sizden kopup ayrılan,aniden elinizden kayıp gidiveren  o  çok sevdiğiniz insanla birlikte ölümün karanlığında yok olmaktır,yaşarken ölmektir.
Siz hiç yaşanmış bir elveda'ya canlı tanık oldunuz mu?
Tanık olmadıysanız elveda'nın ne olduğunu pek anlayamazsınız.
Bana sorarsanız; başkaları tarafından da yaşanmış olsa,yaşanmış bir elveda'ya tanık dahi olmayın ve  elveda'nın ne olduğunu hiç öğrenmeyiniz.23/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Aralık 2018 Çarşamba

DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK



Demokrasi ve diktatörlük,birbirinin karşıtı iki ayrı siyasi rejim ve yönetim biçimidir.
Demokrasinin karşıtı olan diktatörlüklerin,dayandıkları ideolojik temellere göre,sağ,sol ve dini olanları vardır.
İngilterede, geleneksel ve sembolik hanedana dayalı bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere, tam anlamıyla demokrasi ile yönetilen bir ülkedir.Yönetimde yetkisiz ve etkisiz sembolik bir kraliçe mevcutsa da,İngiltere demokrasinin beşiği olarak bilinir.
Bu nedenle,demokrasilerde seçim ve sandık gerekidir ancak, demorasinin tek ve yeterli koşulu değildir.Seçim ve sandık var,öyleyse orada demokrasi de vardır denilemez.
Demokrasi ile yönetilen çoğu ülkede; kadınlar, seçme ve seçilme hakkını Türkiyeden sonra elde etmişlerdir, bu ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakları mevcut değilken,seçme ve seçilme hakkı sınırlı iken de demokrasi vardı.
Diktatörlükle yönetilen ülkelerde de seçimler vardır,diktatörler de seçimle iş başına gelirler.
Demek ki,seçim ve sandık var, ülkeyi yönetenler seçimle iş başına geliyorlar, öyleyse o ülkede demokrasi vardır tezi, asla doğru değildir.
Demokrasi karşıtı olan diktatörlükle yönetilen,anayasası buna göre yazılan ülkeler de,bu ülkeleri yöneten diktatörler de saygındırlar.
Bu nedenle,anayasasına göre diktatörlükle yönetilen ülkeleri yöneten diktatörlere diktatör demek, asla hakaret değildir,bilakis onlar için övünç vesilesidir.
Bir de, anayasasına göre, aslında diktatörlükle yönetilmeyen,anayasasında insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı,yargısı bağımsız,demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılı olmasına rağmen,anayasanın bu amir hükümlerine uyulmayan, demokrasinin fiilen rafa kaldırıldığı ülkeler vardır ki;bu ülkelere, seçim ve sandık var, öyleyse o ülke demokrasiyle yönetiliyor denilemez.
Bu tür ülkelerde,yani aslında demokratik olmasına rağmen fiilen demokrasinin askıya alındığı ülkelerde,anayasayı ve demokrasiyi rafa kaldıran yöneticilere diktatör diyemezsiniz, derseniz alınırlar kendilerine hakaret ediliyor zannederler, aslında hakaret değil, sadece bir durum tespitidir bu.
Diktatör demek gerçekten bir hakaret değildir,bir durum tespitidir,dikte eden,dayatan,muktedir kişi anlamındadır.Bir kişi gerçekten diktatör değilse,el alem ne derse desin,asla üzerine alınmamalıdır.
Bir ülkede,fiilen yargı bağımsız değilse,tüm devlet yetkileri tek kişide toplanmışsa,parlamento işlevsiz kalmışsa,devleti yönetenler; yönetimleri ve harcadıkları devletin paraları nedeniyle denetlenemiyorsa,en başta düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,insan hak ve özgürlükleri sınırlandırılmışsa,insanlar ve gazeteciler, düşündüklerini açıklamaktan ve yazmaktan korkuyorlarsa,korkmayanlar da, açıkladıkları ve yazdıkları düşüncelerinden dolayı hakarete ve tehdit'e maruz kalıyorlarsa,basın özgür değilse,basının çoğunluğu yandaş edilmişse,yandaş olmayan basın da korkudan otosansür uygulamak zorunda kalıyorsa,devletin ve milletin birliğini temsil eden yönetimin en üst tepe noktasındaki kişi, vatandaşların en temel anayasal hakkı olan silahsız,şiddet içermeyen barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını hatırlattığı gerekçesiyle, soy adıyla alay ederek, “Birileri çıkmış,portakal mıdır,mandalina mıdır,narenciye midir,sokağa çağırıyor,..Haddini bil. Haddini bilmezsen bu millet patlatır senin enseni” diyerek,dördüncü kuvvet olarak demokratik görevini yapan bir gazeteci ve televizyoncuya alenen hakaret ve tehditler yağdırabiliyorsa, adına ne derseniz deyiniz, bu ülkenin demokratik olduğunu söyleyebilir misiniz?19/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Aralık 2018 Cuma

BARIŞÇIL DİRENME HAKKI ANAYASAL BİR HAKTIR





Direnme hakkı kavramı, siyasi literatürde yeri olan meşru bir kavram olup,gerçek demokrasilerde bu kavramdan asla korkulmamalıdır.Direnme hakkı ve bu hakkın silahsız olarak,yıkmadan,yakmadan ve dökmeden, barışçıl olarak kullanılması,iş başındaki siyasal iktidarları cebren ve zorla devirmeye kalkışma olarak iddia ve kabul edilemez.
Demokratik bir hak olan direnme hakkının reddi;ülkemizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Gençliğe Hitabe'sinde; Türk gençliğine, yeri geldiğinde ve koşulları gerçekleştiğinde, iç ve dış düşmanlara ve siyasal iktidarlara karşı direnme hakkının kullanılması için verdiği direktifi yok sayarak, Sevgili ATATÜRK'ümüz de suç kışkırtıcısı olarak yaftalamak anlamına gelecektir.
Demokrasilerde, direnme hakkı Anayasal bir haktır. Bu hak demokrasinin,demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı ve sigortasıdır.
Anayasamızda, direnme hakkı madde başlığı altında, açık bir düzenlemenin mevcut olmaması, siyasal iktidarların, Anayasaya ve rejime saldırı niteliğindeki girişimlerine sessiz kalınacağı, bu girişimlere yasal ve demokratik barışçıl tepki konulamayacağı anlamına gelemez.Anayasamızda yer alan,düşünce ve düşünceyi açıklama,toplantı ve gösteri yüşü hakları da, barışçıl direnme hakkının tezahürüdür.
Direnme hakkı, demokrasinin doğasında mevcut olan tabii bir haktır.
Direnme hakkına, ülkemizde demokrasinin gelişmesine büyük bir katkı yapmış bulunan 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde açıkça yer verilmiştir.
Demokrasileri;sağ, sol ve dini esaslara dayalı tüm dikta rejimlerinden ayıran en temel ve belirgin özellik; yönetilenlerin, kendilerini yöneten siyasi iktidarlara karşı sahip oldukları bu demokratik hak ve özgürlükleridir.
Ülkeyi yönetecek olanları belirlemek amacıyla,dört veya beş yılda bir yapılan seçimler, demokrasinin gerekli ve zorunlu, ancak yegane koşulu değildir.
Dikta ile yönetilen ülkelerde de, seçimler yapılmakta ve ülkeyi yönetenler seçimlerle belirlenmektedir.
İleri derecede demokrasi ile yönetildikleri halde, kadınlarının, seçme ve seçilme hakkını, ülkemizin kadınlarından çok daha sonra kazandıkları ülkelerin varlığı unutulmamalıdır. Bu dahi göstermektedir ki; ülkeyi yönetecek olanları belirleyen seçimler, tek başına demokrasinin koşulu ve ölçütü olarak kabul edilemez.
Bu itibarla, gerçek demokrasilerde, ülkeyi yönetecek olan siyasal iktidarlar; demokratik seçimlerle iş başına gelmeleri kadar, kendilerini seçerek iş başına getiren vatandaşların, Anayasa ve yasalarla tanınmış bulunan hak ve özgürlüklerine saygılı olmak ve iş bu hak ve özgürlükleri, antidemokratik bir şekilde sınırlandırmaya yönelik girişimlerden sakınarak, meşruiyetlerini tartışılır hale getirmekten uzak durmak zorundadırlar.
Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarların; yönetimleri altındakilerin, demokrasinin gereği olan hak ve özgürlüklerine ilişmeye başlayarak meşruiyetlerini yitirmeye başlamaları halinde, vatandaşların, mevcut hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak, hak ve özgürlüklerini savunmak amacıyla yapacakları ve ortaya koyacakları bireysel veya örgütlü, yasal,anayasal silahsız ve barışçıl her tepki ve karşı koyma eylemi, direnme hakkı içinde mütalaa edilmelidir.14/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





12 Aralık 2018 Çarşamba

CUMHURİYETİN SAVCILARI


Yapmayın,Cumhuriyetin savcıları olun lütfen!
Genel olarak ön yargı kötüdür ama,adalet dağıtımında ön yargı, asla kabul edilemez, bunun sonu demokrasinin de sonu olur.
Demokrasilerde; yıllar sonra,arşivdeki eski defterleri karıştırarak,günün koşullarına uygun ısmarlama suç yaratılamaz.
Basın özgürlüğünün,halkın haber alma hak ve özgürlüklerinin gereği olarak,gerçekleşen kanıtlı maddi olaylara dayalı haberleri,yorumsuz salt haber şeklinde sunan eski gazete küpürlerini,haberlerini ve makalelerini yeniden ısıtarak,bunlara bir de bilirkişi raporları katarak suç ve suçlular yaratılamaz.
Kanıtlarıyla, ortada işlenen gerçek bir suç varsa,anında savcılar tarafından gereği yapılır, belki bir gün lazım olur da kullanırız diye bir kenarda bekletilemez.
Demokrasilerde, delillerden suça ve suçluya gidilir, bir suç ve suçlu yaratmak için sonradan zorlama deliller yaratılamaz.
Demokrasilerde,basın yoluyla işlenen bir suç varsa,basın savcıları,Basın Kanununa tabi günlük gazeteleri inceleyerek, Basın Kanununun ilgili maddesinde yer alan çok kısa zamanaşımı süreleri içinde, o suç ve suçlu gazeteci hakkında kamu davasını açmak zorundadırlar,süre geçmişse, o eski haberleri yeniden ısıtarak,zorlama bir şekilde davalar açamaz.Günlük gazeteler ve tüm basılmış eserler, parasız olarak bunun için savcılıklara verilmektedir,savcılar bedava gazete okusunlar diye değil.
Bugün bakıyoruz,Basın Kanununda öngörülen kısa zamanaşımı süresi çoktan geçtiği halde,üç beş sene geçmişte kalan SÖZCÜ Gazetesinin küpürleri ve haberlerinden suçlar yaratılıyor ve ülkenin en değerli,FETÖ düşmanı gazetesi ve yazarları FETÖ Örgütüne yardım ediyorlar gerekçesiyle suçlanarak, haklarında kamu davası açılıyor.
Tam bir akıl tutulması yaşıyoruz.
Hukuk tahsili yapan savcılar, geçmişe dayalı gazete başlık ve haberlerinden ve yazılarından suç yaratmak için bilirkişilere başvuruyorlar.Aslında, basın yoluyla işlenen gerçek bir suç varsa, gazetede yayınlanan haberlerde ve makalelerde suç usuru olup olmadığını,teknik bir bilgi ve uzmanlık istemediği için,savcıların bizzat değerlendirmeleri zorunludur.
SÖZCÜ Gazetesinde yer verilen başlık, haber ve makalelerle, halkta FETÖ'yü öven algı yaratarak suç işlendiği iddiasıyla dava açan savcılar;bu konuda kendilerini bilgisiz ve yetersiz sayarak bilirkişilere başvuruyorlarsa,bu haber ve makalelerin, hukukçu olmayan halkta,FETÖ lehine ve onu öven algı yarattığını, nasıl iddia edebilir ve davalar açabilirsiniz,bu büyük bir çelişki değil midir?
Demokrasilerde;Savcıların bile, üç beş sene gecikmeyle ve ancak bilirkişi raporlarıyla farkına varabildikleri algılarla suç yaratılamaz.
Tam bir hukuk ve yargı trajedisini ve komedisini aynı anda birlikte yaşıyoruz.
Gerçekten,demokrasimiz trajikomik bir şekilde felakete doğru emin adımlarla ilerlemekte, ne yazık ki. 12/12/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Aralık 2018 Pazartesi

LÜTFEN ARTIK UYANIN BEYLER!...



Siyasal iktidarı ibretle ve hayretle izliyoruz.

Bugün kamuoyuna bomba gibi düşen bir habere göre, SÖZCÜ Gazetesinin çok okuman ve sevilen iki yazarı, Necati DOĞRU ve Emin ÇÖLAŞAN hakkında, FETÖ Silahlı Terör Örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek suçlamasıyla kamu davası açılmış,hayret etmemek mümkün değil.

Bu ülkede FETÖ Örgütüne yardım edecek en son insan, bu iki yazar olmalı.Bu yazarların, bugüne kadar savundukları fikirler,dünya görüşleri ve yazdıkları yazılar ortada ve hepimizin malumu.

Akıl tutulması gibi bir şey.

Ülkemizde, özgür basın adına ayakta kalan muhalif iki üç gazeteden en başta geleni olan SÖZCÜ Gazetesinin, bu ünlü yazarları üzerinden,yerel seçimler öncesinde susturulmasının planlandığı çok açık.

Nedir bu ihtiras ve doyumsuzluk anlamak mümkün değil.

Basını, tamamen saraya biat eden tek ses,sarayın sesi haline getirmek isteyenler; bindikleri dalı kendi elleriyle kesmek üzere olduklarını,artık fark etmelidirler.

Dünya siyasi tarihi bir çok trajediye ev sahipliği yapmaktadır.Tarihin sayfalarını şöyle biraz karıştırıp okuyun lütfen,okuyun ki, tarih sizler için de tekerrür etmesin.

Demokrasiden eser bırakmadınız ülkede, 12 Eylül darbe anayasası bile, sayenizde isyanda,beni ayaklarının altına aldılar beni yara bere içinde bıraktılar, her yanımdan kanlar akıyor,içim yanıyor,kendimi tanıyamıyorum diyerek, feryat figan ağlıyor.

Ülkede,demokrasiden yana muhalif insanların nefes alabilecekleri, baca ve delik bırakmadınız,halk boğulmak üzere,şiştikçe şişiyor vücuduna dolan ve artık kendisini rahatsız etmeye başlayan gazı boşaltarak rahatlamak istiyor,ama sizler insanların içlerine dolan gazı boşaltacağı deliklerin tümünü tıkayarak, insanları kendi ellerinizle patlamaya hazır birer bomba haline getirmek üzere olduğunuzun farkında değilsiniz.

Halkın selameti ve rahatlaması için olmasa da,kendi geleceğiniz için, artık uyanın ve demokarsinin hava delikleriyle oynamayınız beyler. 10/12/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

4 Aralık 2018 Salı

ÇÖKEN SADECE ERGENEKON DAVASI MIDIR?


Türk yargı tarihine Ergenekon Davası olarak geçen ve FETÖ'nün kumpası olduğu ve aslında böyle bir örgütün bulunmadığı kanıtlanarak, bu davanın tüm sanıkları aklanmışlardır.
Başka bir anlatımla,ERGENEKON davası tamamen çökmüş ve yargının karanlık çöplüğüne atılmıştır.
Bu kumpas dava nedeniyle binlerce insan, haksız yere tutuklanarak zindanlara atıldılar,uzun süre yargılanarak mağdur edildiler,içlerinden bazıları yargılama evresinde hayatlarını kaybetti,bu davanın şüphelisi ve sanıkları olarak doğrudan zarar görüp mağdur olan bu kişler yanında, bunların aile yakınları ve dostları da, acı çekip zarar gördüler.Bu insanların çektikleri acıların hiçbir bedeli asla olamaz.Hiçbir bedel, bu acıları ortadan kaldıramaz.Bu gerçek, madalyonun sadece bir yüzüdür.
Zira;çöken, sadece ERGENEKON Davası değildir,bu davanın çöküşü, aynı zamanda Türk Yargısını,Türk İnsanının hak ve adalet duygularını,adalete ve yargıya olan güveni de çökerterek, yerle bir etmiştir.Bu çöküş'ün doğurduğu toplumsal ve kitlesel zarar, davanın mağdurlarının şahsen gördükleri zararlardan çok daha fazla ve korkunçtur.
Bu çöküş,yani;Türk Yargısının,Türk insanının hak ve adalet duygusunun,adalete ve yargıya olan güvenin çöküşü ve yok olması,doğrudan devletimizin varlığına,gücüne ve itibarına,insanların özgürlüklerine yönelik, onarılması çok zor ve uzun bir zamanı gerektirecek,yıllara mal olacak büyük bir tehlike oluşturmuştur.
Zira,adalet; mülkün, yani devletin temelidir. Çöken ve yok olan adalet ve adalet duygusu, devletimizin temellerini yerinden oynatmış ve sarsmıştır.Bu sarsıntı nedeniyle, sadece davanın mağdurları değil, yetmiş milyon tüm Türk insanı zarar görmüştür.
ERGENEKON Davasının çöküşü ile çöküşü tescillenen Türk Yargısı ile Türk yargısına olan güveni,vakit geçirmeksizin,yeniden tesis etmeye başlayacak yerde,yargıya olan güveni daha da sarsan ve sıfır noktasından eksilere taşıyacak olan yargıya yönelik baskılar ve müdahaleler,maalesef bugün de, daha büyük bir hızla ve başka mağdurlar yaratacak şekilde tüm hızıyla devam etmektedir.
Öyle ki, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve İnsan Hakları Mahkemelerinin verdikleri kararlar,siyasal iktidar tarafından tanınmamakta,yok sayılmakta ve zaten güven yitiren ve itibarı sıfırlanan yargı, giderek itibarsızlaştırılmakta ve adalete olan güven tamamen yok edilmekte, hukukçularımız,Barolar,Sivil Toplum Kuruluşları, Üniversiteler ve aydınlarımız,suskun kalıp hiçbir tepki vermeyerek, olup bitenlere sadece seyirci kalmaktadırlar.
Biz, Türk Yargısının içine düşürüldüğü bu üzücü durumunu, hayretle ve ibretle izliyoruz.Bizim aydın bir kişi ve hukukçu olarak elimizden gelen, bu sorunu yazarak ve çizerek, kamuoyunun bilgisine ve ilgisine sunmakla sınırlı ne yazık ki.
Yüce ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelleri, ne kadar sağlam ve kuvvetliymiş ki; devletin temeli olan adaletin çökmesine rağmen hala ayakta durabiliyoruz. 04/12/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Aralık 2018 Pazar

DEĞERLİ BİR SAVCI!..




Bugün (02/12/2018) SÖZCÜ Gazetesindeki Uğur DÜNDAR'ın köşe yazsısını okurken dikkatimi çekti, Sayın DÜNDAR;FETÖ'NÜN CADI AVINA MEYDAN OKUYAN KAHRAMANLAR!..başlıklı makalesinde,”Nihayet önceki gün,değerli bir savcı Yargıtay'ın Ergenekon adlı bir terör örgütü tespit edlememiştir şeklindeki görüşüne uyarak.....yurtsever subay,aydın ve siyasetçinin bu FETÖ kumpasından beraatlerini istedi” diye yazmış.

Uğur DÜNDAR,FETÖ kumpasından haksız yere suçlanan ve zindanlara atılanların beraatlerini talep eden savcıya değerli bir savcı diye hitap ediyor.

Ne günlere kaldık,biz bu savcıyı tanımıyoruz kim olduğunu da bilmiyoruz ama, Sayın DÜNDAR ile aynı görüşte değiliz.Subaylarımıza,aydınlarımıza ve gazetecilerimize kumpas kurduğu, ayan beyan ortaya çıkan, bırakınız kumpaslar kurmayı, darbe girişiminde bulunacak kadar gözü dönen hain FETÖ gerçeğine, Yargıtay'ın kararlarına,iş başındaki iktidarın, 180 derece dönerek, eski ortağı FETÖ'yü can düşmanı ilan etmesine rağmen;FETÖ'nün iktidar ortağı ve çok güçlü olduğu, kumpas soruşturmaları ve davalarıyla vatansever subaylarımızın, aydınlarımızın ve değerli gaztecilerimizin tutuklanarak zindanlara atıldıkları dönemde seslerini çıkaramayan savcılarımızın,FETÖ'nün gerçek yüzünün ortaya çıktığı bugün,malumu ilan ederek, FETÖ kumpasını kabul edip, kumpas mağdurlarının beraatini talep etmekten başka bir alternatifleri var mıdır ki?

Bu nedenle;ortaya çıkan bugünkü siyasi koşullarda,aksini savunma şansları, seçenekleri ve imkanları bulunmayan savcıların;Ergenekon isimli bir örgüt yokmuş,bu bir FETÖ kumpasıymış diyerek, kumpas mağdurlarının beraatlerini talep etmeleri, bize göre,tek başına o savcıyı değerli kılamaz.

Koşulların tamamen tersine döndüğü, yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı bugün,hukukun üstünlüğü ve yaptığı hukukçu yeminine sadık kalarak ve en önemlisi,adaletin; devletin temeli olduğuna inanarak,her türlü riski,başına gelebilecek her türlü tehlikeyi,meslekten atılmayı dahi göze alarak;

Çocuklarını,iyi yetişmeleri,bir lisan öğrenmeleri,kalabalık sınıflarda okumamaları için,fedakarlık yaparak, bugün FETÖ okulları olarak suçlanan, ama yakın zamana kadar iktidar tarafından açılmaları teşvik edilen,öğrencilerine devlet tarafından burslar verilen, övgüler yağdırılan,bugünün Maliye Bakanının dahi mezunlarından olduğu,okullarda okuttukları için,

Açılışını devlet adamlarımızın yaptıkları,açılış kordelasını kestikleri,destek için kamu paralarını yatırdıkları,düne kadar her türlü desteği verdikleri, eski genel müdür yardımcısını daha birkaç ay önce SPK Başkanlığına atadıkları, Bank Asya isimli katılım bankasına,sırf inançları gereği ve faize karşı oldukları için para yatırdıkları ve paralarını bu bankada değerlendirdikleri,çocuklarının okul taksitlerini yatırmak için mecburen bu bankada hesap açtırdıkları için,

Yıllar önce bile, güya FETÖ yanlısı oldukları iddia edilen iş yerlerinde çalışıp sosyal sigorta kayıtları olduğu için,

Güya, FETÖ'nün okullarının fazla ve FETÖ'nün etkili olduğu bazı yabancı ülkelere seyahat amacıyla giriş ve çıkış yaptıkları için,

Bu ülkenin eski Adalet Bakanı'nın; daha yakın zamanlarda,büyük din alimi olarak meclis kürsüsünden övgüler yağdırdığı,devleti yöneten en tepe noktasındaki yetkililerin, emirlerindeki MİT ve sair istihbarat örgütlerinin raporlarına rağmen, kendisini yasal bir cemaatin lideri olarak lanse ettikleri savundukları,kutup yıldızı gibi parlattıkları,taraftarlarına ayrıcalıklar tanıyarak, devletin en üst bürokrasi makamlarına atadıkları,bizi yönetenlerin; FETÖ'nün, meğerse azılı bir silahlı örgüt kurduğundan habersiz bulunduklarına ve FETÖ tarafından aldatıldıklarına ilişkin itiraflarını görmezlikten gelerek,sanki uzaydan gelmişler gibi,FETÖ'nün gerçek yüzünü,FETÖ'nün Silahlı bir terör örgütü olduğuna ilişkin hal ve sıfatlarını bilmeden,yasal olduklarına iktidar tarafından inandırılan ve kandırılan, GÜLEN Cemaatine ve GÜLEN'e şu veya bu şekilde yanılarak sempati duydukları için tutuklanan ve haklarında ceza davaları açılan dindar,suçsuz ve saf vatandaşlarımızı ayırarak, bu gerçekleri dile getirerek, masum insanların beraatlerini korkusuzca talep edebilen bir savcı çıkarsa,işte o savcı bize göre gerçekten değerli bir savcı ve değerli bir hukukçudur.02/12/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

NOT; Bu makalenin yazarı da,uzun yıllar siyasi mahkemelerde
savcılık ve hakimlik yapan, illegal örgüt davalarında uzmanlaşmış emekli bir
savcı olup,tek derdi; hukukun üstünlüğü olan,hangi görüşten olur-
larsa olsunlar, tüm sanıklara tarafsız davranan, maddi hakikatleri savunan
sosyal demokrat görüşlü, ATATÜRK'çü ve yaklaşık elli yıllık bir hukukçudur.
Bu makalenin altında, hak ve adaletten,yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığını savunmakta başka bir niyet aramaya kalkışmasın kimse.

30 Kasım 2018 Cuma

ATATÜRK


ATATÜRK,bu ülkenin ve Türk Milletinin varlık nedeni olan, en az peygamber mesabesinde yüce ve çok değerli bir varlığımızdır.
ATATÜRK,ölümünden geçen bunca yıla, malum çevrelerin onu unutturma ve karalama çabalarına rağmen, giderek daha çok sevilmekte ve ölümsüzleşmektedir.
Bunun farkında olan, ATATÜRK ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyetine ve demokrasiye düşman olan vatan hainleri, giderek azgınlaşmakta ve onun kurduğu demokratik cumhuriyeti, ilkelerini, devrimlerini ve onu meydanlarda simgeleyen heykellerini yok etmek için, son çırpınışlarını sergilemektedirler.
ATATÜRK düşmanlarının;bizzat, ya da şartlar gereği sessiz kalmak suretiyle, açıkça destekledikleri ve teşvik ettikleri çok iyi anlaşılan tescilli hainleri kullanarak korkusuzca sergiledikleri bu alçak ve hain saldırıları,gerçek ATATÜRK'çüler olarak,üzülerek ve ibretle izliyoruz.
Dün ve bugün, bazı gazetelerde yer alan habere göre,Bayburt Belediyesinin kent merkezindeki ATATÜRK ve Milli Mücadele Kahramanlarının heykellerini söküp molozların arasına atması eylemini, şiddetle kınıyoruz ve o belediyenin başındaki bu uygulamayı yapan kişi ve kişiler ile bu eyleme sessiz kalarak o şahsa destek verenleri, ATATÜRK düşmanı ve vatan haini olarak ilan ediyoruz.
Bir kent meydanı,ihtiyaçlara göre yenilenmek üzere yeniden düzenlenebilir ve burada bulunan ATATÜRK heykeli, geçici olarak yerinden kaldırılabilir ama,sonradan yerine tekrar konulması düşünülen heykel'e layık olduğu saygı da gösterilmelidir.Bayburt Belediyesinin yaptığı gibi üstüne yırtık branda örtülerek çöplüğe atılamaz.Asıl çöplüğe atılacak olanlar, ATATÜRK ve ATATÜRK aydınlanmasına düşman olanlar,demokratik ve laik cumhuriyeti içlerine sindiremeyen ve yok etmek isteyenlerdir.
Bu ülkede, bizzat ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının başında bulunan ve iktidar tarafından halife muamelesi gören şahsın, daha geçenlerde 10 Kasım'dan bir gün önce, resmi kıyafetiyle ve resmi aracıyla, ATATÜRK,laik ve demokratik cumhuriyet düşmanı vatan haini MISIRIĞLU isimli şahsı ziyareti ve bu kişinin hala görevde tutulması,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin ve milletimizin hiç hak etmediği büyük bir kara lekedir.
ATATÜRK ve onun kurduğu laik demokrasi ve cumhuriyet sevdalısı insanlar,üzerlerine kabus gibi çöken bu kara lekeyi,demokratik yollarla, mutlaka temizleyeceklerdir,buna inancımız tamdır.
ATATÜRK'e saldıranlara, ona diktatör diyenlere şu cevabı vermek istiyoruz.
ATATÜRK;hem laik ve hem de dindar olunamaz diyenlere inat, hem laik ve hem de dindardır, dinine sahip çıkmış ve şu anda kuruluş amacından saptırılarak,ülkemizin sırtında kambur olan ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı halne gelen Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusudur,yüzünü modern batıya dönmüş, aklı ve bilimi kendisine rehber edinmiş,bağımsızlık aşığı,özgürlüklerden yana,demokrasi aşığı,Türk Milletini seven,her icraatını milletin yararına ve onu yanına alarak yapan yüce bir kişidir.
ATATÜRK'ün;gerici ve şeriat yanlısı asilerin ve çevrelerin,cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında, laik cumhuriyete yönelik, gerici,saltanat,hilafet ve şeriat yanlısı saldırı ve isyanlarını önlemek için kullanmak zorunda kaldığı sertliğe ve radikal önlemlere bakarak,örneğin,Menemendeki gerici ayaklanmada Kubilay'ın kafasının kesilmesi üzerine,söylediği bilinen “ yakın şu Menemeni” sözü ve benzeri radikal uygulamaları nedeniyle,bugün bazı malum kişi ve çevrelerin sıkça dile getirdikleri, ATATÜRK'ün bir diktatör olduğuna yönelik suçlamalarına da,yeri gelmişken, buradan bir cevap vermek istiyoruz.
Evet,saltanatın,hilafetin,tekke ve zaviyelerin,cemaatlerin,dini eğitimin olmadığı,akla ve bilime dayanan laik ve demokratik bir cumhuriyete karşı çıkanlara, ayaklananlara,isyan edenlere karşı acımasız bir diktatördür ATATÜRK.Bu gerçeği,biz dahil kimse inkar edemez, inkar eden de yok zaten.ATATÜRK'ün o dönemlerde diktatörce uyguladığı tedbirler alınmasaydı, bugün demokratik ve laik cumhuriyet olabilecek miydi?Tabii ki, olamayacaktı.
Evet ATATÜRK; yabancı devletlerin hayranla baktıkları,ilkelerini benimsedikleri,milli mücadelesini rehber aldıkları, adına kitaplar yazdıkları,özel yayınlar yapıp kitap ve dergilerine kapak yaptıkları,tüm kurum ve kurallarıyla,kalıcı laik ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyetini oluşturmayı kendine amaç edinen,diktatörlüğü kalıcı ve nihai bir amaç değil,geçici bir süre araç olarak kullanan,nihai ve gerçek amacı, hak ve özgürlüklere dayalı demokratik ve laik cumhuriyet olan,hiçbir ayrım yapmadan milletini seven,milletiyle övünen ve gurur duyan, devrimci ve demokrat büyük bir devlet adamıdır.
Var mı itirazı olan? 30/Kasım/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

27 Kasım 2018 Salı

REJİMİN ADINI KOYMANIN ZAMANI GELDİ SANIRIZ!...



Anayasamıza bakıyoruz;teorik olarak, ülkemiz demokrasi ile yönetilen bir ülke.

Egemenlik kayıtsız ve şartsız millete ait ve millet bu egemenlik hakkını yasama,yürütme ve yargı organları eliye kullanmaktadır.

Yine anayasamıza göre,mevkii makamı,cinsiyeti,etnik kökeni,dini,mezhebi ne olursa olsun herkes yasa önünde eşittir.

Cumhurbaşkanı dahil,hiç kimse kaynağını anayasadan almayan bir yetki kullanamaz.

Anayasanın hükümleri, herkes için bağlayıcıdır,herkes anayasa kurallarına uymak zorundadır.

Cumhurbaşkanı; milletin birliğini temsi eder,Türk Milletini oluşturan herkesin Cumhurbaşkanı olarak milletini kucaklamak zorundadır.

Makamı ve mevkii ne olursa olsun, herkes anayasaya sadakat etmek zorundadır.Hiç kimse başına buyruk değildir,herkes insanlık ve anayasal kurallara uyarak haddini ve sorumluluğunu bilmek zorundadır.

Demokrasilerde, yargı bağımsızdır,yürütmeden emir ve talimat alamaz,

Demokrasilerde; savcılar ve hakimler, anayasada kuralları yazılı olan demokrasi ve cumhuriyetin bekçileridir,görevleri demokratik cumhuriyeti korumak ve kollamaktır.Anayasa ve yasaların dışına çıkan yürütmenin;dayatmacı,keyfi, baskıcı ve dikta rejimini sürdürmesinin koltuk değnekleri olamazlar.

Demokrasilerde; savcılar ve hakimler,hukukun gücünü ve üstünlüğünü temsil ederler ve uygularlar,güçlülerin ve üstünlerin hukukunu temsil edemezler.

Demokrasilerde;Cumhurbaşkanları bir siyasal partinin genel başkanı olmasalar iyi ama, diyelim ki oldular,parti genel başkanı olarak konuşurlarken dahi, Cumhurbaşkanlığının anayasal koruyucu şemsiyesine sığınarak ve kendisinden hesap sorulamayacağına güvenerek, temsil ettikleri milletin bir bölümüne kem gözle bakamazlar,onlara hakaret derecesinde kötü sözler söyleyemezler,suçlayamazlar, milleti ayrıştıramazlar, demokrasinin dışına çıkarak bunu yaparlarsa,parti lideri olarak siyasi kişiliğine yönelecek olan eleştirileri hazmetmek zorundadırlar,hemen Cumhurbaşkanlığı şapkasını giyerek,kendini eleştirenlere karşı Cumhurbaşkanına hakaret edemezsiniz diye meydan okuyamazlar,görevleri demokrasiyi ve cumhuriyeti korumak ve kollamak olan Cumhuriyet Savcıları da, durumden vazife çıkararak, demokrasiyi rafa kaldıran anayasayı ihlal eden parti liderine dur bakalım sen parti lideri olarak haksız bir şekilde söylediğin sözlerin karşılığını aldın, Cumhurbaşkanlığı makamını siyasete alet etme,yıpratma bakalım, demek zorundadırlar.

Demokrasileri dikta rejimlerinden ayıran, bu kurallar ve özellikleridir.

Bir ülkenin anayasasında yer alan demorasinin gereği olan kurallar uygulanmıyor,demokrasinin yukarıda belirttiğimiz özellikleri fiilen yok ediliyor, paralel bir devlet yapısı oluşturuluyor ve halk bu hukuksuzluğa rağmen sesini çıkaramıyor ve eleştiremiyorsa, sesini çıkarıp eleştiren azınlık da, haksız olarak Cumhurbaşkanına hakaret ile suçlanıyorlar ve Cumhuriyet Savcıları da demokrasiye ve Cumhuriyete sahip çıkacak yerde,anayasayı ve yasaları hiçe sayan güçlülerin ve üstünlerin yanında yer alıyorlarsa,o rejimin gerçek adını açıkça koymak gerekiyor.

Bayram değil seyran değil,bir hukukçu olarak, bu demokrasi dersini niçin verdik sizlere?

Bu sorunun cevabını, aynı zamanda Cumhurbaşkanı şapkası giyen AKP Genel Başkanının AKP grubunda bugün (27/11/2018) yaptığı aşağıda tırnak içinde yer verdiğimiz konuşmasını okursanız çok iyi anlayacaksınız değerli okurlar.

Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor. “

AKP Genel Başkanı çok haklı,ülke talan ediliyor,ülkenin kaymağı bir azınlık tarafından gerçekten yeniyor. Ancak, bir farkla,ülkenin kaymağını AKP Genel Başkanının dediği kesimlerde oturanlar ve yaşayanlar değil,;kupon arazilerin,değerli arsaların,İstanbul,Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde yapılan plan değişikliklerinin,İstanbul'un yağmalanmasının,devlet garantili yap işlet devret projelerinin rantını aralarında pay ederek zenginleşen,varoşlardan gelen sonradan görme sınırlı sayıdaki kişiler yiyorlar.27/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




25 Kasım 2018 Pazar

AF TAMAM GİBİ



Başlığı görünce hayda bu af da nereden çıktı? diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Bizim ki bir tahmin sadece.

Peki bu tahmini nereden çıkarıyoruz.

Biliyorsunuz, MHP'nin Meclise sunduğu ve Adalet Komisyonunda bekletilen bir af teklifi var,MHP Genel Başkanı BAHÇELİ,Alaattin ÇAKICI'ya verdiği sözü yerine getirmek için, bu teklife çok önem veriyor ve bu af teklifini, onur meselesi haline getirdi bize göre.

Andımız tartışması nedeniyle, önümüzdeki yerel seçimlerde Cumhur İttifakı yapmama ve İstanbul,Ankara ve İzmir başta olmak üzere,her ilde belediye Başkanı adayı gösterme kararı alan ve bu kararı 23/Ekim/2018 de açıkladığında MHP grubunun ayağa kalkarak şiddetle alkışlayıp destek verdiği BAHÇELİ, yine büyük bir “U” dönüşü yaparak,ERDOĞAN ile yaptığı görüşme sonunda, bir ay ara ile İstanbul,Ankara ve İzmirde aday göstermeyeceklerini, bu illerde AKP'den kim aday olursa olsun,bu AKP adaylarını destekleyeceklerini açıklamış ve bu kararı da aynı MHP grubu ayakta alkışlamış,BAHÇELİ bu açıklamasının sonunda,bu ititfak kararının alınmasında hiçbir pazarlık yapılmadığını belirtmek zorunda kalmıştır.

Bize göre, pazarlık yapılmış ve karşılıklı tavizler verilmiştir.

MHP'nin geleceği,kaç belediye kazanacakları BAHÇELİ'nin umrunda değildir,bilemediğimiz bir nedenle verdiği af teklifinin yasalaşması, onun tek isteğidir,bunun için andımızdan dahi vaz geçmişe benziyor,BAHÇELİ af tekliflerinin seçimden önce yasalaştırılması tavizini ERDOĞAN'dan almış olmalı ki,bir ay ara ile “U” dönüşü yaparak,Türk Halkını,seçmenini ve Meclis grubunu ters köşeye yatırmayı göze alabilmiştir.

Bu nedenle biz diyoruz ki,aftan yararlanacak mahkumların ve aile yakınlarının gözleri aydın olsun.

Bu etik dışı, güvenilemez “U” dönüşü kararlarıyla siyaseti kirleten, halkı siyasetten soğutan,siyaseti itibarsızlaştıran BAHÇELİ'ye de yazıklar olsun.25/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

13 Kasım 2018 Salı

DEMOKRASİLERDE HERKES HADDİNİ BİLMEK ZORUNDADIR




Demokrasilerde sıfatı ve makamı ne olursa olsun;herkes, anayasa ve yasaların emrettiği şekilde hareket etmek ve haddini bilmek zorundadır.

İnsanlar bulundukları makam ve mevkisinin imkan,yetki ve dokunulmazlıklarından yararlanarak,kendilerini anayasa ve yasaların üstünde görerek,kendi gizli ideolojilerinin ve özledikleri düzenin gerektirdiği şekilde davranış sergileyebilirler ve işgal ettikleri makam itibariyle,bugün için kendilerinden hesap sorulamayabilir.Ama bu demek değildir ki,suçsuzlar.Suçludurlar ama takipsiz kalmışlardır.

Şu Diyanet İşleri Başkanının yaptığı rezalete bir bakar mısınız?

Bu ne büyük bir cür'et,Türk Milletine ne büyük bir saygısızlıktır.

Bu ülkenin ve Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusu ATATÜRK, 10 Kasım Cumartesi günü ölüm yıl dönümünde anılacak,bir gün önce Cuma Namazında okunan hutbede, ATATÜRK'ün adı anılmıyor ve ondan övgüyle bahsedilmiyor ve ona rahmet dilenmiyor,yok sayılıyor.

Buna karşılık,Diyanet İşleri Başkanı denilen o zat;zamanlama itibariyle çok manidar olan aynı gün, ATATÜRK'e salyalarını saçarak hakaret eden,Yunan askerini öven, kurtuluş savaşında Yunan'ın galip gelmesini arzuladığını korkusuzca açıklayabilen,şerefsiz, vatan haini ve karşı devrimci bir mahluku ziyarete koşuyor.

Hem de resmi sıfatıyla,resmi kıyafetiyle ve makam aracıyla.

Ben hukukçuyum,ceza hakimliği,savcılık yapmış ve şu anda da ceza avukatlığı yapmaktayım, bu nedenle çok iyi bilirim.İllegal örgütler vardır,şimdilerin gündemindeki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü gibi.İllegal terör örgütlerinin üyesi olmakla suçlanarak çok kişi yargılanmaktadır.

Peki güzel de,bir kişinin terör örgütü üyesi olduğunu nasıl anlayacak yargıçlarımız?

İllegal örgütlerin,gizlilik gereği, tutmak zorunda oldukları aleni bir üye kayıt defterleri yoktur,bu nedenle olmayan üye kayıt defterine bakıp bir sonuca varamazsınız.O zaman ne yapılacak?Örgüt üyesi olmakla suçlanan kişinin üzerinde,evinde ve iş yerinde yapılan aramalarda ele geçirilen belge ve sair maddi bulgu ve delillere ve/veya kişinin dış aleme yansıyan illegal eylem ve söylemlerine bakılarak bir sonuca varılacaktır.

Şu anda, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyeliğinden suçlanan binlerce kişi ağır ceza mahkemelerinde yargılanmakta ve çocuklarını Fetö yanlısı olduğu iddia edilen hem de yasal olan okullarda okuttukları,Fetö yanlısı olduğu iddia edilen yasal bir bankada hesap açtırdıkları,Fetö yanlısı olduğu iddia edilen bir şirkette ekmek parası için çalıştıkları,bazı ülkelere seyahat ettikleri, Fetö yanlısı oldukları iddia edilen bazı yasal derneklere üye oldukları gerekçeleriyle FETÖ/PDY Silahlı Terör Ögütü üyesi olmaktan ağır cezalara çarptırılmaktadır.

Yargının bu uygulamasından hareket ettiğimizde, ATATÜRK'e ve onun şahsında demokratik ve laik hukuk düzenine ağır küfürler eden,eleştiren, demokratik ve laik düzenin değişmesini,saltanatı ve hilafeti savunan,istiklal savaşının zaferle sonuçlanmasına üzüldüğünü beyan eden ve ülkenin bağımsızlığını inkar eden Kadir MISIRLIOĞLU'nun savunduğu tüm bu fikir ve düşüncelerini, arzularını ve özlemlerini bilerek ve isteyerek, o vatan haini karşı devrimciyi,hangi nedenle olursa olsun ziyaret eden ve ona arka çıkan her kimse,hukuk nazarında onun en büyük destekçisi ve teşvikçisi,ona ve onun zihniyetine yardım ve yataklık eden kişi konumuna gelecektir.

Bu itibarla,buradan ilan ediyoruz,geçmişe bir çizgi çekiyoruz ve bugünden itibaren beyaz bir sayfa açıyoruz ve diyoruz ki;,bugünden itibaren,cinsiyeti,etnik kökeni,dini,makamı,mevkii ne olursa olsun, Vatan haini,karşı devrimci ve ATATÜRK düşmanı Kadir MISIROĞLU'nu ve onun zihniyetindeki kişi ve kurumları,hangi nedenle olursa olsun ziyaret eden,öven,arka çıkan,destekleyen kişiler;bize göre ve hukuk nazarında, aynı kafa yapısında ve aynı zihniyetin temsilcileri ve karşı devrimci olup,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik hukuk devleti ve Cumhuriyet ve de ATATÜRK karşıtı ve düşmanıdırlar. 13/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



11 Kasım 2018 Pazar

İNSANİ DUYGULARLA YAPILMIŞ MIŞ!



Varlıklarını ATATÜTK'e borçlu olan,ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının görevdeki başkanı Ali ERBAŞ,hem de 10.Kasımdan bir gün önce, 9 Kasımda,çok manidar bir şekilde ATATÜRK düşmanı,ATATÜRKe ağıza alınamayacak hakaretleri yapan, vatan haini ve karşı devrimci fesli yaratık Kadir Mısırlıoğlunu,taşıdığı sıfata yakışmayacak şekilde ve pek gerekliymiş gibi ziyaret ediyor,buna karşılık ise, ATATÜRK'e yönelik övücü ve onun ölüm yıldönümü ile ilgili bir söz çıkmıyor ağzından.

Hadi diyelim ki; o satılık adamı seviyorsun ve sevgini göstermek için illaki ziyaret etmek istiyorsun,başka bir gün bulamadın mı,diğer günler çuvala mı girdi,Diyanet İşleri Başkanı denilen be adam?

Bir de akademisyen geçiniyorsun,hiç düşünmedin mi,ben ATATÜRK hakkında olumlu bir kelam dahi etmediğim bir ortamda,hem de 10 Kasımdan bir gün önce, bu fesli pespaye adamı ziyaret edersem,Türk toplumu beni yanlış değerlendirir diye,senin bu kadarcık da mı aklı selimin yok?İnsan, göstermelik de olsa biraz politik davranır hiç değilse.

Ama,çok talihsiz bir şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı makamını işgal eden,belki de bilerek bu makama özel olarak getirilen bu zat; bu inceliği gösteremeyecek kadar, ATATÜRK düşmanı,vatan haini ve karşı devrimci Kadir Mısırlıoğlu denilen mahlukun hayranı ve aynı düşünceleri taşıyan bir zihniyetin sahibi ki,10 Kasımdan bir gün önce bilerek ve isteyerek bu adamı ziyaret edebiliyor,bu riski göze alabiliyor.

Bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu; ATATÜRK'ün bu kurumu kurma amacının dışına çıkmış ve siyasal iktidarın arka bahçesi olmuş,kuruluş işlevini tamamen yitirmiş,misyonunu tamamlamış ve bütçeden yuttuğu her yıl artan, sağlık ve milli eğitime ayrılan ödenekleri de geride bırakan büyük ödeneklerle, ülkenin kalkınması ve gelişmesinin önünde bir kambur haline gelmiştir.

Bu kurum ya tamamen kapatılmalı veya acilen çok köklü bir şekilde ıslah edilmelidir.

Diyanet işleri Başkanı; üzerine çektiği halkımızın haklı tepkisi nedeniyle, kendini savunmak amacıyla,Kadir Mısırlıoğlu denilen mahluku ziyaret sebebini,tamamen insani duygularla yapılmış bir hasta ziyareti olarak açıklamıştır.

Bu açıklama haklı ve yerinde değildir,insanlık dışı bu vatan haini ve ATATÜRK düşmanını,insanlık adına dahi olsa, Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla ve resmi kıyafetiyle ziyaret etmeye hakkı ve yetkisi yoktur.

Bize insanlık dersi vermeye çalışan Diyanet İşleri Başkanı,insan kisvesi giymiş insanlık dışı bu haini ziyaretinin gerekçesi yaptığı insanlığın aynısını, ATATÜRK'ten hangi nedenle esirgemiştir,din adamı dürüstlüğüyle açıklamak zorundadır.12/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu










9 Kasım 2018 Cuma

10 KASIM 2018 ATATÜRK'ÜN ÖLÜMSÜZLEŞTİĞİNİN 80 NCİ YIL DÖNÜMÜ





Her fani gibi, Mustafa Kemal ATATÜRK de, 1881 yılında Selanik'de doğarak bu fani dünyaya adımını atmış ve Osmanlı Devletinin, 1914-1918 yılları arasında cereyan eden Birinci Dünya Savaşı sonunda, en başta başkent İstanbul olmak üzere, emperyalist devletler tarafından işgal edilip paylaşılması üzerine başlattığı kurtuluş mücadelesini kazanarak, çöken Osmanlı Devletinin küllerinden, bugünkü, modern, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kurup, bugüne ulaşmamızı sağlayan, din,eğitim,hukuk,kılık kıyafet, ekonomi ve sosyal alanda gerekli devrimleri yaptıktan sonra, kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetini, yarının büyükleri ve idarecileri olacak olan Türk Gençliğine emanet ederek, 10.Kasım.1938 tarihinde saat 09.05 de bedenen aramızdan ayrılmıştır.
ATATÜRK için,bilerek ölmüş demiyor ve sadece aramızdan ayrılmıştır diyoruz.
Zira, Sevgili ATATÜRK'ümüz; ölmemiş, her fani gibi, sadece bedenen bu fani dünyadan göçüp gitmiş olup, taht kurmuş olduğu Türk Milletinin gönlünde ve kalbinde, eserleri,ilkeleri,devrimleri ve tüm benliğiyle yaşamaya devam etmektedir. Dünya yerinde durdukça da, yaşamaya devam edecektir.
Bu nedenle, biz, 10 Kasım günlerinin, ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümü olarak anılmasına karşı çıkıyoruz.
Bize göre, 10.Kasım.1938 tarihi, ATATÜRK'ün ölüm tarihi değildir.10.Kasım.1938 tarihi,Sevgili ATATÜRK'ün, fanilikten çıkarak, Türk Milleti için, gerçek anlamda ölümsüzleştiği ve Türk Milletinin kalbinde ve gönlünde yeniden doğduğu gündür.
Bu nedenle,Sevgili ATATÜRK'ümüz; gençliğe hitabesinde öngördüğü gibi, bazı harici ve dahili bedhahlar ve karşı devrimciler tarafından, unutturulmaya, yaptığı devrimler ve ilkeleri ortadan kaldırılmaya çalışılsa da; onlara inat, Sevgili ATATÜRK'ümüzü, her zaman olduğu gibi, dosta ve iç ve dış düşmanlara karşı, şükran duygularımızla 80. DOĞUM (YAŞ) GÜNÜ coşkuyla anıp kutlayacağız ve bağrımıza basacağız.
Teşekkürler, çok yaşa Sevgili ATATÜRK, iyi ki doğdun ve iyi ki varsın, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte ilelebet yaşayacaksın, nice yıllara ve nice 10.Kasım doğum günlerine, seni minnetle anıyor ve sana sonsuz sevgi,saygı ve şükranlarımızı sunuyoruz.
Sevgili ATATÜRK;senin söylediğin gibi, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE. 10.Kasım.2018



Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

TÜRKÇE EZAN VE CUMHURİYET HALK PARTİSİ





Hepimiz biliyoruz ki,önümüzde çok önemli mahalli idareler seçimi var.

Bu nedenle, siyasi partilerimizin ve siyasilerimizin, bütün güçleriyle bu seçimlere odaklanmaları gerekiyor.

CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ,bu seçim arefesinde çıkıyor ve ezanın Türkçe okunması gerektiği tezini ortaya atıyor.

Din simsarı bazı siyasiler ve partiler, ezan'ın Türkçe okunması girişimini, dinsizlik olarak iddia ediyorlarsa da,biz şahsi görüşümüzü belirtecek olursak,namaza çağrı olan ve arapça okunmasında hiçbir kutsiyet bulunmayan ezan'ın Türkçe okunmasını ve ezan'da geçen sözlerin,çoluk çocuk.cahil ve okumuş her Müslüman Türk tarafından açıkça anlaşılmasını savunanlardanız.Arapça ezan'da geçen,Allahu ekber sözünün Türkçe anlamını dahi bilmeyen, Büyük ve Ulu Allah anlamına gelen,Arapça Allahu ekber sözünü, Allah birdir olarak yanlış bilen akademisyenlerin de bulunduğu ülkemizde, ezan'ın Türkçe okunmasının zorunlu olduğu,çok açık bir gerçektir.

Burada CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ'ı temelde haklı buluyorsak da, bu tartışmanın zamanlaması yönünden Öztürk YILMAZ'ı haksız buluyoruz ve vekili olduğu CHP'yi güç durumda bıraktığını değelendiriyoruz.

Ancak,Öztürk YILMAZ'ın bu ezan çıkışı üzerine CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun ortaya koyduğu şiddetli tepkiyi,adı geçen milletvekilini kesin ihraç talebiyle disipline sevkini de anlayamıyoruz.

Evet,en başta AKP olmak üzere bazı partiler ve siyasiler, CHP'nin iktidar olduğu tek parti döneminde ezan'ın Türkçe okunmasını istismar ederek CHP'yi dinsizlikle suçlamışlar ve seçim miting meydanlarında bu iftiralarını sürekli tekrarlamaları nedeniyle CHP oy kaybına uğramış ise de;laiklikten yana,bu ilkeyi prensip edinmiş, ilkeli bir CHP genel başkanı'nın, öncelikle kendi koltuğunu düşünerek, yerel seçimler öncesinde, muhtemel oy kaybını önlemek adına bu olayı çok önemli bir ülke sorunu haline getirerek, ezan'ın Türkçe okunmasını savunan CHP Milletvekilini afaroz edercesine, derhal kesin ihraç talebiyle disipline sevk etmesi,AKP destekçisi muhalif basında hiç ses getirmemiş ve KILIÇDAROĞLU'nun bu aşırı tepki ve duyarlılığına kulaklarını tıkamışlardır.

CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU; koltuğunu muhafaza edebilmek için son kredisini kullanacağı önümüzdeki yerel seçimlerde,bu çıkışıyla dindar kesimin oylrını alacağını umuyorsa yanılıyor, bilakis bazı CHP seçmeninin oylarını kaybetme riskinin daha fazla olduğunu bilmelidir.

KILIÇDAROĞLU ve CHP'nin diğer yöneticileri hiç unutmasınlar,önümüzdeki yerel seçim propaganda mitinglerinde AKP Genel Başkanı ve diğer iktidar mensupları, hiçbir şey olmamış gibi, yine seçim kürsülerine çıkacaklar ve tek parti döneminde kısa süre uygulanan Türkçe ezan'ı,siyasi istismar konusu yapmaya devam edecekler ve CHP Milletvekili Öztürk YILMAZ kesin olarak partiden ihraç edilse dahi,CHP'nin ezan'ın Türkçe okunmasını savunduğunu ve İslam dinine saldırıda bulunduklarını iddia etmeye devam edeceklerdir.

Sadece bir CHP Milletvekili olan, üzerinde hiçbir yönetici sıfatı ve yetkisi bulunmayan, bu nedenle sözleri asla CHP'yi bağlamayan Öztürk YILMAZ'ın, tamamen kendi şahsi görüşü olarak açıkladığı, ezan Türkçe olarak okunmalıdır çıkışı üzerine, bu milletvekilinin CHP Genel Başkanı tarafından vakit geçirmeden kesin ihraç talebiyle disipline sevk edilmesi işlemi de;bize göre, ezan ve dinimizi politikaya alet etmenin tipik bir örneğidir.

Hiç değilse, dini kesimlere yaranabilseler,değerleri bilinse bari,ama nerede,ara da bulasın. 09/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Kasım 2018 Perşembe

STRATEJİK ORTAK





Amerika ve Türkiye'yi yönetenler,Nato ortaklığından olsa gerek,birbirlerinden sürekli olarak stratejik ortağımız diye bahsediyorlar.

Gerçekten öyle midir,yoksa karşılıklı siyasi bir riya ve yalan içinde midirler?

Bu sorunun cevabını verebilmek için öncelikle strateji nedir,stratejik ortaklık ne anlama gelmektedir sorularını cevaplandırmak ve ABD ile Türkiye'nin bugün görünen ilişkilerine bakarak, bu ilişkilerin stratejik ortaklıkla bağdaşıp bağdaşmadığını değerlendirmek gerekir.

Strateji, sözlüklerde;önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol, olarak tarif edilir.

Bu strateji tarifini,bir devlet'in uyguladığı strateji'ye uyarladığımızda,bir devletin politik,ekonomik,psikolojik ve askeri açıdan kendisi için önemli olan bazı amaçlara ulaşmak için tuttuğu yol,o devletin stratejisi olarak tanımlanabilir.

Bu nedenle iki veya ikiden ziyade devletlerin aralarında gerçek anlamda stratejik bir ortaklık kurabilmeleri ve kendilerine gerçekten stratejik ortak gözüyle bakabilmeleri için, bu devletlerin aralarında politik,ekonomik ve/veya askeri açıdan ulaşmak istedikleri ortak amaçlarının bulunması ve bu ortak amaçlara ulaşabilmek için aynı yolu benimsemeleri,bu amaçlara yönelik bazı kararları birlikte alma konusunda anlaşmaları gerekir.

Bu nedenledir ki;stratejik ortaklık,politik,ekonomik veya askeri konularda bir ortak amacı ve bu ortak amacı gerçekleştirmeye yönelik birlikte karar alabilmeyi zorunlu kılar.

Buraya kadar yaptığımız açıklama ve tanımlamalara ve ABD Trump yönetiminin, sözüm ona stratejik ortağı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğini ve bekasını ilgilendiren; en başta Kuzey Irak ve Kuzey Suriye de, İsrail'in güvenliğini ve bölgedeki petrol yataklarını düşünerek,bağımsız bir Kürt Devleti oluşumuna zemin hazırlayan,ülkemizin altını oyacak nitelikte, tek taraflı aldığı kararlara ve uyguladığı politik ve askeri stratejisine baktığımızda, ABD ile Türkiye arasındaki stratejik ortaklığın,sözde ve lafta kaldığı açıkça görülmektedir.

ABD yönetiminin almış olduğu üç PKK liderine yönelik ödüllü karar da,stratejik ortaklığın gereği alınmış bir karar asla değildir.Amaç; şu anda Fırat'n doğusunda işbirliği yaptığı, adeta stratejik ortak gibi, aynı amaçları taşıyarak bu amaçları gerçekleştirmek için birlikte ortak kararlar alıp uyguladığı, aynı yolda birlikte ilerlediği PYD ve YPG'nin önünü açmak,ülkemizin terör örgütü olarak kabul ettiği bu örgüt'ü,PKK'dan ayrı tuttuğunu ilan edip, PKK'ın vesayetinden ve gölgesinden kurtararak, yasal hale getirmektir.

Saray sözcüsünün açıklamalarına baktığımızda;bizi yönetenlerin de, ABD'nin bu iki yüzlü ve hain tutumunun farkında olduklarını anlıyoruz ve biraz rahat bir nefes alabiliyoruz. 08/11/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

5 Kasım 2018 Pazartesi

A.Ü.HUKUK FAKÜLTESİ




1970 Yılının mezunu ve bir numaralı diplomasına sahip olmakla gurur duyduğum A.Ü.Hukuk Fakültesi, 05/Kasım/1925 tarihinde kurulup öğrenime açılmış bir Cumhuriyet kurumudur.

A.Ü.Hukuk Fakültesi 05/Kasım/2018 tarihinde 93. yaşını kutlamaktadır.

A.Ü.Hukuk Fakültesini önemli ve değerli kılan en büyük özelliği,kurtuluş savaşından sonra,tüm kurumlarıyla ve saltanatıyla köhnemiş ve yıkılmış Osmanlı'nın küllerinden yeniden kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bir kuruluşu ve Cumhuriyetin ilanından hemen iki yıl sonra, laik ve çağdaş Cumhuriyet yasalarını uygulayacak hukuk adamlarını yetiştirmek üzere,büyük kurtarıcı ve devlet adamı ATATÜRK tarafından bizzat gerekli görülerek kurulup hizmete açılmış olmasıdır.

Bu nedenle A.Ü.Hukuk Fakültesinden mezun olup yaklaşık elli yıldır Türk hukukuna ve yargısına hakim,savcı ve emekli olduktan somra da avukat olarak hizmet etmiş,T.C.Yasalarının doğru ve adil bir şekilde uygulanmasına katkı sunmuş hukukçu olmanın mutluluğunu ve onurunu yaşıyoruz.

Bizler,hukukta okurken ve mezun olduğumuz 1970'li yıllarda;sadece, A.Ü.Hukuk Fakültesi ve bir de kuruluşu Osmanlı dönemine ait olan İ.Ü.Hukuk Fakültesi vardı.

Her iki Hukuk Fakültemizde de, çok değerli hocalarımız görev yapıyorlardı, bizleri o değerli hocalarımız yeteştirdiler,ölenlere Allahtan rahmet,halen sağ olanlara da sıhhat ve afiyetler diliyoruz.

Mezunu olduğum, katışıksız Cumhuriyet kurumu ATATÜRK'ün eseri A.Ü.Hukuk Fakültesinin öğrencisi olduğum yıllarda,İ.Ü.Hukuk Fakültesinin hocaları ve öğrencileri; Osmanlı'dan kalma bir kurum olmalarının ve kuruluşu itibariyle bir Cumhuriyet kurumu olan A.Ü.Hukuk Fakülteli olamamalarının ezikliğinden olsa gerek,biz Ankara Hukuklulara karşı,bu ezikliklerini, sözde beynelmilel olduklarını savunarak ve övünerek gidermeye çalışırlar ve bu iki güzide hukuk fakültemiz arasında tatlı bir çekişme yaşardık.

Daha sonraki yıllarda,özel vakıf üniversiteleri kuruldu,yeterli öğretim üyesi ve alt yapısı olmadan, çeşitli ilerimizde lise ve orta okul açar gibi, plansız ve programsız bir şekilde siyasi yarar amacıyla açılan üniversitelerin bünyesinde mantar gibi açılan hukuk fakülteleri ile bugün sayısını dahi bilemediğimiz birçok hukuk fakültesine paralel olarak, maalesef hukukçu kalitesinde büyük bir seviye kaybına uğramış bulunuyoruz.

Bugün ülkemizdeki siyasal iktidardan ve yürürlükteki yönetim sisteminden kaynaklı olarak, hukuk ve devletin temelini oluşturan adalet büyük yara almış ve yargı bağımsızlığı yok olmuş ise;bu hukukun irtifa kaybetmesinde,yara almasında ve yargının bağımlı hale gelmesinde,yetersiz hukuk fakültelerinde yetişen hukukçuların kalitesinin düşmesinin de etkin rol oynadığı yadsınamaz bir gerçektir.

A.Ü.Hukuk Fakültesinin kuruluş yıldönümü, bu fakülteden mezun olan devre arkadaşlarım 1970'liler en başta olmak üzere,tüm A.Ü.Hukuk Fakültesi mezunlarına ve halen öğrenci olan kardeşlerime kutlu ve mutlu olsun,bizi yetiştiren öğretim üyelerimize teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı sunuyoruz, tüm A.Ü.Hukuk fakültelilerine buradan selam olsun.Ne mutlu hepimize.06/Kasım/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


30 Ekim 2018 Salı

DÜNYA'NIN EN BÜYÜK LİDERİ ATATÜRK'E SAHİPKEN....


Dünya'nın en büyük havalimanı'na sahip olduk dün.Sanki buna gerek ve öncelik vardı.
Dün,görkemli bir törenle,başka bir gün yokmuş gibi,hem de en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramında açılışı yapıldı,Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, bu sözde en büyük havalimanının açılışı kutlamalarıyla gölgelendi.
Aslında, Dünya'nın gelmiş ve geçmiş en büyük liderlerinin ve devlet adamlarının en başta geleni ATATÜRK'e ve onun devrimleri ve kurduğu Cumhuriyet'e sahip olan Türkiye'nin; bugün için,sadece Dünya'nın en büyük havalimanına sahip olmaya ihtiyacı ve isteği yoktu.
Bizler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Dünya'nın en büyük lideri ve devlet adamı ATATÜRK'e sahip olmakla gururlu ve mutluyduk,Dünya'nın en büyük liderine ve devlet adamına sahip olmak bize yetiyordu,ülkemizi bundan daha fazla onurlandırıcı ve gururlandırıcı başka bir şey olabilir mi?
Bizler,ülkemizin demokrasisi,insan hak ve özgürlükleri,üretimi,parasının değeri,yargısının bağımsızlığı,eğitim düzeyinin yüksekliği ile anılmasını ve bu konularda dünya sıralamasının en üstlerinde yer almasını istiyorduk.
Dünyanın en büyük havalimanını yaptırıp hizmete sokmakla üvünen Sayın ERDOĞAN;ülkesine iyi hizmetler sunarak,kendi ismini ve ülkesi Türkiye'yi, gerçekten onurlandırmak ve gururlandırmak istiyorsa,bıraksın gökdelenleri,kanal İstanbulları,havalimanlarını,önce ülkesini saygın kılacak değerleri ülkemizde geçerli kılsın.
Ülkemizde şu anda olmayan halkın iradesini,seçim sandığına indirgemekten vazgeçerek, gerçek anlamda ve özünde halkın iradesini hakim kılsın,Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerindeki vesayetine son vererek,meclisin özgürce ve ülke yararına yasalar çıkarabilmesini sağlasın,
Ülkemizde olmayan; en başta, düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerini hakim ve uygulanabilir kılsın,
Ülkemizde olmayan ve yerlerde sürünen yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını geçerli ve hakim kılsın,yargının üzerindeki elini ve gölgesini kaldırsın,
Ülkemizde mevcut olmayan, yürütmeyi denetlenebilir ve hesap verebilir hale getirsin,
Ülkeyi, saraylardan, halkından uzak, büyük bir koruma zırhına ihtiyaç duymadan halkın içine karışarak, anayasa'ya ve yasalara saygı duyarak yönetsin,
Eğitime müdahalesine son versin,Öğrenim Birliği Yasasına aykırı uygulamalarıyla, akıl ve çağdaş bilimin dışına attığı eğitimi, yeniden akla ve çağdaş bilime dayalı laik çizgisine geri getirsin,eğitimi imam hatipleştirmekten süratle vaz geçerek, Türk Liselerini ve Üniversitelerini, Dünya'nın en iyileri arasına soksun,
Ülkenin ekonomik simgesi ve onuru Türk Parasının,diğer ülkeler paraları karşısında sürekli değer kaybetmesini önlesin,
Ülkesini,Dünya'nın en büyük üretim ve dış satım (ihracat) merkezlerinden biri haline getirsin,
İşsizliği önlesin,bırakınız kendi vatandaşını iş sahibi yapmayı, ülkemizi yabancı işçi davet eden, Dünya'nın en ileri iş merkezi haline getirsin,
Ülkesinin elde edilen yıllık milli gelirini, Dünya ortalamalarının çok üstüne çıkararak, ülkesini Dünya'nın parmakla sayılan, ekonomisi en gelişmiş ülkeleri arasına soksun,
Ülkemizde olmayan, insanların can güvenliklerini sağlayabilsin,terörü sonlandırsın, her milletten insanın, can güvenliği korkusunu taşımadan, Türkiye'ye seyahat edebilmelerini sağlasın,
Tüm bunları sağlasın ki;Türkiyemiz,Dünyanın en büyük havalimanına sahip olmakla övünen, ancak insan hak ve özgürlüklerinden ve demokrasiden yoksun,ekonomisi bozuk,can güvenliği olmayan itibar kırıcı ülke konumundan çıkabilsin,Dünya'nın en büyük havalimanı olarak övündüğümüz yeni havalimanına doğru tüm Dünya'dan havalanan uçaklardan inenler,görkemli bir havalimanından sonra,aynı görkem ve gelişmişlikteki bir ülkeye geldiklerinin huzur ve mutluluğunu hissedebilsin.
Bizler de,bir Türk vatandaşı olarak,göğüslerimizi gere gere,Dünya'nın en büyük havalimanına sahip olmakla gurur duyabilelim.
Maalesef, bugün bu gururu duyup yaşayamıyoruz. 30/10/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

29 Ekim 2018 Pazartesi

ŞARK KURNAZLIĞI




İstanbul 3. Havalimanı, Cumhuriyet'in kuruluşu ile eş değerde görülen bir devlet töreniyle açıldı.

Şeyhülislam efendi de oradaydı sanırım,televizyonda şöyle bir gözümüz onu fark etti.Sanırım laiklik ilkesinin gereği yerine getirilerek, Şeyhülislam efendi açılışta dua lar okudu.

Ülkemizin tapu sahibi, İstanbul'un tanınmaz hale gelmesinin mimarı ERDOĞAN; sonunda,bir şark kurnazlığıyla çözümü bulmuş ve yeni havalimanının adını,millete sormadan tek başına belirleyerek,bu adı İstanbul olarak açıklamıştır.

Şu garabete bir bakınız,bu havalimanı İstanbul'da olduğu için,adı ne konursa konsun, adından önce,yapım yeri olan İstanbul adı zaten söylenektir.

Bu nedenle;şu anda,İstanbulda faaliyet gösteren iki havalimanından Anadolu yakasında bulunana, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı,Avrupa yakasında bulanan havalimanına da, İstanbul Atatürk Havalimanı denilmektedir.

Ankaradaki Esenboğa Havalimanına da, Ankarada olması nedeniyle, Ankara Esenboğa Havalimanı denildiği gibi.

İstanbulda yeni inşa edilen ve bugün açılışı yapılan havalimanına, Atatürk allerjisi nedeniyle, Atatürk ismi yerine İstanbul ismi verilmiştir.

Bu isimle ortaya bir garabet çıkmıştır.Yeni havalimanı bundan böyle, çifte İstanbul olarak anılacaktır.Yani çifte kavrulmuş İstanbul Havalimanı.

Yazılışı şöyle olacaktır;İstanbul,İstanbul Havalimanı.

Çok keyifli ve anlamlı bir isim oldu doğrusu!

İstanbul'un karesi havalimanı,İstanbul,İstanbul Havalimanı.

ERDOĞAN bu garip ismi açıkladıktan sonra,günah çıkarmayı,yeni havalimanına niçin ATATÜRK isminin verilmediğini açıklamayı da gerekli görmüş ve İstanbul Atatürk Havalimanının, havalimanı vasfını korumaya devam edeceğini,bir bölümünün Millet Bahçesi,kapalı alanının fuar hizmeti vereceğini beyan etmiştir.

Yani, kuşa döndürülecek bir Atatürk Havalimanı ile karşı karşıya kalacağız,zaman içinde de bu alanın havalimanı olma vasfına tamamen son verileceği ve Atatürk isminin de sonlanacağı kesindir.

Hoşgeldin; İstanbul İstanbul Havalimanı.30/10/2o18


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Ekim 2018 Cuma

CUMHURİYET BAYRAMI





Cumhuriyet Bayramı haftasına girmiş bulunuyoruz.Bu sene, 29.Ekim.2018 Pazartesi günü Cumhuriyetimizin kuruluşunun 95.yıl dönümünü kutlayacağız.
İstanbul'da yapımı devam emekte olan İstanbul 3.Hava Limanının natamam açılışının, takvimde başka bir gün kalmamış gibi,Cumhuriyet Bayramının kutlanacağı güne denk getirilerek,Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının;İstanbul 3.Hava Limanı açılışına meze ve fon yapılacağını,en büyük bayram olan Cumhuriyet Bayramının, hava limanı açılış töreninin gölgesinde bırakılacağını,Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonunun, Türkiye Cumhuriyetinin başkenti ve kurulduğu yer olan Ankara yerine,Bizans'ın ve Osmanlının başkenti olan İstanbul'da yapılacağı açıklanmıştır.
Cumhuriyetin; 2011 yılında idrak edilen 88.kuruluş yıl dönümünün, Van Erciş depremi gerekçe yapılarak,sönük ve sınırlı bir şekilde kutlanmasını eleştirmek amacıyla yazıp yayınladığımız,29.Ekim.2011 tarihli “ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE” başlıklı makalemizi, aşağıda aynen yayınlıyoruz.
Türk Milletinin en büyük bayramı olan Cumhuriyet Bayramı,tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun,en başta büyük asker ve devlet adamı,devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,emeği geçen ve şimdi hayatta olmayan tüm şehit ve gazilerimize müteşekkiriz,tümüne şükranlarımızı sunuyoruz,nurlar içinde yatsınlar.26/10/2018 Güner YİĞİTBAŞI


ŞİMDİ GERÇEKTEN ÖLDÜM İŞTE!


Ben, Van ve Erciş de yüzlerce kişinin enkaz altında kalarak öldükleri depreme Erciş de yakalanarak enkaz altında yaşamını yitiren onlarca öğretmenden biriyim.
Ben, Cumhuriyet çocuğuyum, bu nedenle, Cumhuriyetin kazanımlarından yararlanarak ve Cumhuriyetin ilkelerini benimseyerek okudum ve öğretmen oldum.
Cumhuriyetin kazanımlarını ve ilkelerini benimseyerek, bunların savunuculuğunu yapacak ve Türkiye Cumhuriyetini daha da ileriye götürecek olan genç nesiller yetiştirmek üzere, tüm sıkıntılarına, yokluklarına ve zorluklarına katlanarak, Erciş ilçesinde severek ve isteyerek öğretmenlik yapmaya başladım.
Hayatın cilvesi işte, her şey iyi ve yolunda giderken, tabii bir afet olan depremin, Van ve Erciş'i vurması üzerine, yıkılan bir binanın enkazı altında kalarak, hayata veda ettim.
Beni bu fani dünyadan uzaklaştıran depremden üç beş gün sonra, 29.Ekim.2011 de, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümü kutlanacaktı. Tek arzum; öğrencilerimle birlikte 29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak ve bu vesileyle, ülkemizde Cumhuriyeti kuran Atamızı ve diğer büyüklerimizi anıp, onlara şükranlarımızı sunmak ve öğrencilerime, Cumhuriyetin ilkelerini ve pozitif kazanımlarını anlatarak, onların Cumhuriyetin ilkelerine ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimize dört elle sarılmalarına katkı sağlayabilmekti.
İnanın, depremde enkaz altında kalarak bedenen sizlerden ve aile yakınlarımdan ayrılmış olmam, beni hiç üzmedi, tek üzüntüm, 29.Ekim.2011 tarihinde Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümünü kutlama imkanından mahrum kalmış olmamdı.
Aslında daha yolun başındaydım ve bu vatana ve bölge halkına yapacağım ve yapmak istediğim daha çok güzel şeyler vardı. Ancak, benim için kısmet bu kadarmış.
Ülkemizde, Cumhuriyetin ilkeleri doğrultusunda yetişmiş, insan hak ve özgürlüklerini ve demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş çok sayıda insan ve öğretmenin var olduğunu bildiğim için, deprem yüzünden hayatımı kaybederek, Cumhuriyetimizin 88. kuruluş yıl dönümünü kutlayamamaktan kaynaklanan üzüntüme rağmen, teselli buluyor ve gözüm arkada kalmıyordu.
Canlı bedenim sizlerden ve ülkemden kopmuş olsa da, ruhum sizlerle ve ülkemle birlikte tüm canlılığı ile yaşamaya devam edecek, Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşlarının yadigarı olan, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin yaşatılması ve daha da ileriye götürülmesi için yapılacak olan icraatları uzaktan izleyerek, teselli bulacaktım.
Biliyordum ki; benim yapamadıklarımı, arkamda bıraktığım arkadaşlarım yapacaklar, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 88.yıl dönümü, tüm ülkede coşkuyla kutlanacak, Cumhuriyetimizi kurarak bize emanet eden Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları, minnetle anılacak, bu coşkulu kutlamalarla, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin, her kesimden tüm iç ve dış düşmanlarına korku salınacak ve hak ettikleri cevap verilecekti.
Heyhat!
Bir de ne duyayım; her fırsatta insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, Cumhuriyetten dem vuran ve daha özgür bir yeni Anayasa yapma hazırlığında olan Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN, bir genelge yayınlamış ve tüm yurtta, çelenk sunumu ve tebriklerin kabulü dışında, Cumhuriyetimizin 88.kuruluş yıl dönümü olan bu seneki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ve resmi geçit törenlerini iptal etmiş.
Gerekçe olarak da, benim de enkazı altında kalarak hayata veda ettiğim Van depremini göstermiş. Asıl beni üzen husus da, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptaline, benim de enkazı altında kalarak bu hayattan göçmeme neden olan Van depreminin gerekçe yapılarak, benim cansız bedenimin, bu gereksiz iptal kararına alet edilmiş olmasıdır.
Oysa ki, benim tek arzum ve vasiyetim, geride bıraktığım arkadaşlarım tarafından, Cumhuriyetin 88. kuruluş yıl dönümü olan 29.Ekim.2011 bugün, Cumhuriyet Bayramının coşkuyla kutlanmasıydı. Şunu da ilave edeyim; Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiniz ama, görüyorum ki, ölenle ölünmüyor ve herkes, olduğu gibi günlük yaşantısına aynen devam ediyor.
Kaldı ki, ülkemiz, tabii afet olsun, PKK terörü olsun çok sık aralıklarla onlarca toplu ölümlere maruz kalıyor, bu koşullarda, Milli Bayramlarımızı iptal etmeye kalktığımızda, hiçbir bayramı kutlama imkanı bulamayacağımız çok açık. Önümüzde, bir de dini Kurban Bayramı var. Kurban Bayramı için Sayın ERDOĞAN ne düşünüyor bilemiyorum.
İşte, en önemli Milli Bayramınız olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, hem de, benim de içlerinde bulunduğum Van depreminde ölenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesiyle, şimdi ben gerçekten öldüm.
Sizlerin, kutlanması yasaklanan, ancak hepinizin gönüllerinizde yürekten kutladığınızdan emin bulunduğum 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum.
Hoşça kalın. 29.Ekim.2011



Güner YİĞİTBAŞI