27 Şubat 2018 Salı

ŞEKER FABRİKALARI





Şeker fabrikaları satılarak özelleştirilecekmiş.

İyi güzel de, buna niçin gerek duydunuz beyler?

Bu girişiminizin amacı;özelleştirme adı altında, bu fabrikaları kapatmak ve işçilerini işsiz bırakmak mıdır?

Şeker fabrikalarını satacağınız alıcılara, bu fabrikaları en az on yıl süreyle daha çalıştırarak şeker üretmeye devam mecburiyeti ve koşulu getirecek misiniz?

Yoksa, böyle bir koşul getirmeden, eti senin kemiği benim,yeterki satın al ve bana parasını öde,sonra bu fabrikaya ne yaparsan yap,ister işletmeye devam et, istersen yık, arsasına da AVM ve rezidans yap mı diyeceksiniz?

Bu satışın arkasında yatan, haklı ve halkın yararına olması gereken sebepleri, halkımıza bütün çıplaklığı ile anlatmak ve açıklamak,halkımızı ikna etmek zorundasınız.Bu zorunluluk,sizin aklınız almasa da,şeffaf ve gerçek demokrasilerin olmazsa olmazıdır.

Demokrasi, sizin kıt aklınıza sığmayacak kadar basit ve kolay bir kavram ve yönetim biçimi değildir.

Demokrasi;sizin anladığınız gibi,seçim ve seçim sandığında çoğunluk oylarını alarak iş başına gelerek,keyfi bir şekilde ülkeyi yönetmek değildir.

Sürekli yazdık,seçim çoğulcu demokrasi için zorunlu ama,asla yeterli değildir.

Sandıktan çıktım,kimseye danışmadan,ülkenin ve halkın yararına olup olmadığını tartışma gereği duymadan,hiçbir haklı neden ortaya koymadan,kayıtsız ve şartsız artık istediğim kararı alırım ve uygularım, ülkeyi babamın çiftliğiymişcesine istediğim gibi yönetirim anlayışı, demokrasi değildir,sandıktan da çıksanız,size rey veren ve/veya vermeyen tüm halkın ve ülkenin menfaatine uygun olmayan kararları alarak,hiçbir haklı ve makul gerekçe açıklamadan uygulamaya koymak,kimse alınmasın ama, dikta rejimlerine has bir özelliktir.

Ülkemizin saygın tıp insanlarının açıklamalarına göre;şeker,özellikle yaşını başını almış belli yaş grubu insanlar için bir zehir olsa da, tıpkı hastaların kullandıkları bir zehir olan ilaçlar gibi,ölçülü ve yerinde kullanılması halinde, özellikle gençlerin gelişmelerinde bir enerji kaynağı olarak gerekli olan bir besin kaynağı olup,zehir de olsa,vaz geçilemez olan şeker'in,hiç değilse insanlarımız için en az zararlı olanını üreterek veya üretimini sağlayarak halkının tüketimine sunmak,halkının sağlığına önem veren ve halkının sağlığını korumakla görevli olan demokratik ve sosyal bir hukuk devletin en önde gelen görevidir.

Satılmak istenen şeker fabrikaları;bize, cumhuriyetin kuruluş yıllarından ve Atatürk'den hatıra, şeker pancarından şeker üreten,bu nedenle, ürettiği şekerler halkın sağlığına en az zararlı olan fabrikalardır.

Günümüzde; küresel güçler tarafından, daha az maliyetle daha çok miktarlarda üretilerek, bizim gibi demokrasi kültürü zayıf seçmenlerin oylarıyla iş başına gelen geri kalmış ülkelere satılarak insanları zehirlenen, şişmanlatıcı ve kanser yapıcı özelliklere sahip nişasta bazlı şekerlerin önünü açmak ve bu küresel güçlere haksız ve bol kazanç sağlama amacıyla, şeker pancarından şeker üreten fabrikaların önlerinin kesilmek istendiğine tanık olmaktayız.

Hükümetin; almış olduğu, şeker fabrikalarının satılması kararının haklı ve makul gerekçelerini,bugüne kadar kamuoyuna açıklayamaması da, amacın halk sağlığına mutlak zararları kanıtlanmış olan nişasta bazlı ve genetiği değiştirilmiş şekerlerin kullanımının önünü açmak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Şayet biz yanılıyorsak ve siyasal iktidara bir haksızlık yapıyorsak,siyasal iktidar; şeker tüketen halkının, şeker pancarı üreten köylülerinin ve pancar küspelerini hayvanlarına yem yapan hayvancılıkla uğraşan halkının zararına olarak almış olduğu, şeker pancarına dayalı şeker üretimi yapan şeker fabrikalrının satılarak özelleştirilmesi kararının haklı gerekçelerini, derhal kamuoyu ile paylaşmak ve halkımızı ikna etmek zorundadır. 27/02/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Şubat 2018 Çarşamba

BERBEROĞLU KARARI SİYASİ BİR KARARDIR





CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, “MİT TIR'ları görüntülerinin yayınlanması” Davası'nda 14 Haziran 2017 tarihinde “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla açıklamak” suçunu işlediği gerekçesiyle 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve tutuklandı.
Kararın, istinaf başvurusu sonunda bozulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2.Ceza Dairesinde bozmadan sonra yeniden yapılan yargılama sonunda Enis BERBEROĞLU'nun eyleminin hukuki tanımında lehe değişiklik yapılarak,Berberoğlu'nun “devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” suçunu işlediği gerekçesiyle, 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verildi.
Peki,bu suç oluşmuş mudur?
Kesinlikle oluşmamıştır,zira Mit Tırlarının görüntüleri daha önce yayınlanmış ve niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgi niteliğini kaybetmiştir.Kaldı ki;bu görüntülerin, gazeteci Can DNDAR'a Enis BERBEROĞLU tarafından verildiğine dair,her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil de elde edilememiştir.
Öyle ise; Can DÜNDAR'ın bu görüntülü haberi yayınlaması nedeniyle,Can DÜNDAR'ın yanında Enis BERBEROĞLU niçin yargılanmış ve suçlu bulunarak 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır?
Bu dava siyasi bir davadır.Bunun da ötesinde, Cumhubaşkanı ve iktidardaki AKP'nin Genel Başkanı olan ERDOĞAN'ın şikayetçisi ve katılanı olduğu, ERDOĞAN'ın çok önem verdiği,seyrini ve sonucunu sıkı sıkı takip ettiği,bu nedenle bağımsızlığını yitiren yargının hür iradesini kullanamadığı,tarafsızlığını koruyamadığı özel bir davadır.
Şöyle geçmişe dönerek bir hatırlamaya çalışalım,bu haberin yapıldığı tarihlerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey çok kızmış ve bunun hesabının sorulacağını, bu gazetecilerin hesap vereceklerini, açık bir şekilde ifade ederek, bu haberi yapan gazteciler hedef gösterilmiştir.
Haberin Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmasından (29/Mayıs/2015) sonra,İstanbul C.Başsavcılığı tarfından ilk önce Can DÜNDAR ve Erdem GÜL hakkında başlatılan soruşturmanın seyir defterine şöyle bir göz attığımızda,bu soruşturma ve kovuşturmanın,ülkenin siyasi koşullarına,bu davanın şikayetçisi ve sıkı takipçisi olan ERDOĞAN'ın azalan veya çoğalan siyasi gücüne göre iniş ve çıkışlar,yavaşlama ve hızlanmalar gösterdiğini gözlemliyoruz.
Haber, 29/Mayıs/2015 tarihinde yayınlanmış ve akabinde de soruşturma açılmış ise de,7.Haziran.2015 seçimlerine çok az bir zaman kaldığı için, siyasal ortam ve koşullar uygun bulunmamış olacak ki, soruşturma adeta uykuya yatırılmış,üzerine bir şal örtülerek seçim sonuçları beklemeye alınmıştır.
7.Haziran.2015 seçimlerinden, ERDOĞAN ve partisi AKP'nin güç kaybederek çıkması ve tek başına iktidardan düşmeleri nedeniyle, siyasi güç ve koşullar yine elvermediğinden Can DÜNDAR'ın üzerine gidilememiş ve soruşturmanın bırakıldığı uyku hali sürdürülmüştür.
Koalisyonun kurulamaması ve Tayyip Bey'in seçimlerin 1.Kasım.2015 de yenilenmesi kararı almasından sonra, 1.Kasımda yapılan seçimlerde AKP'nin %49 oy alarak yeniden tek başına iktidar olarak eski gücüne kavuşması ve yeni AKP hükumetinin kurularak iş başı yapması üzerine,soruşturma uykudan uyandırılmış ve Can DÜNDAR'dan hesap sorulması ve defterinin dürülmesi için uygun bir gün kollanırken, iktidar tarafından, MİT Tırlarıyla kendilerine silah değil insani yardım gönderildiği iddia edilen Türkmenlerin Rus uçakları tarafından bombalanmaları ve tam bu esnada hava sahamızı ihlal eden bir Rus savaş uçağının angajman kurallarına göre düşürülmesi üzerine, MİT Tırlarıyla gönderilen malzemelerin yeniden gündeme geldiği günlere denk getirilerek, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL; 26/11/2015 günü Çağlayan Adliyesine çağırılarak sorgulanmışlar ve haberin yayınlandığı ve soruşturmanın açıldığı tarihten itibaren,altı ay gibi oldukça uzun bir zamandan geçtikten sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir.
Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, tutuklanacak kadar ağır bir suç işlemişlerse, ortada gerçekten ülkenin güvenliğini tehlikeye atan,ülkenin güvenliği için gizli kalması gereken bilgi ve belgelerin açıkandığı çok ciddi ve ağır bir suç varsa, savcı ve hakimlerimiz,bu suçun sanıklarını tutuklamak ve haklarında dava açmak için altı ay süreyle niçin beklemişler ve görevlerini savsaklamışlardır?
İşte,CHP milletvekili Enis BRBEROĞLU da,Can DÜNDAR tarafından bu Mit Tırları görüntülerinin kendisine solcu bir milletvekili dostu tarafından verildiğinin açıklamasından sonra bu soruşturma ve davaya dahil edilmiş ve sonuç olarak 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.
Tutukluluk halinin de sürdürüldüğü, bu nedenle, temyiz başvurusu sonunda ileride Yargıtaydan alınacak olan lehe bir bozma kararı üzerine büyük bir mağduriyet yaratmaya gebe olan bu karar; açıkladığımız nedenlerle,hukuki değil,siyasi bir karar olup,ERDOĞAN'ın bu davanın şikayetçi ve müdahili olması nedeniyle, BERBEROĞLU'nun hiç şansının bulunmadığı,yargının bağımsız olmadığı,yargının ağır bir baskı yaşadığı günümüz koşullarında verilebilecek olan,bizim de beraat beklemediğimiz, kötünün iyisi bir karardır.
Ne diyelim,Allah beterinden saklasın. 14/02/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





8 Şubat 2018 Perşembe

DEĞERLENDİRMELERİ KURUMSAL YAPMAK ZORUNDASINIZ





AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; yöneticilerini sevmediği,kendisine muhalif gördüğü kamu kurumu niteliğindeki bazı meslek kuruluşlarımıza savaş açmış durumda.

Sayın ERDOĞAN; bugün de muhtarlara hitaben yaptığı konuşmasında,Türk Tabipler Birliği ile Türkiye Barolar Birliği'nin; isimlerinde yar alan “Türk ve Türkiye” sözlerine layık olmadıklarını, bu kurumların bu tabirleri hak etmediklerini iddia ederek,”Türk ve Türkiye” tabirlerinin,bu kurumların isimlerinden çıkarılacağını kamuoyuna açıkça ilan etti.

Dünkü yazımızda, Türkiye Barolar Birliği'ne, bu ismin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan Avukatlık Kanunu ile verildiğini,Türkiye Barolar Birliğinin, kamu kurumu niteliğinde bir meslek üst kuruluşu olduğunu, özellikle Türkiye Barolar Birliğinin, Kanarya Severler Derneği gibi, Dernekler Yasasına tabi basit bir dernek olmadığını,bu nedenle,Barolar Birliğinin ismine ekli olan “Türkiye” tabirinin, Dernekler Yasasının 28. maddesine göre İçişleri Bakanlığının izniyle verilmediği için,Bakanlar Kurulu Kararı ile bu ismin geri alınamayacağını açıklamıştık.

Sayın ERDOĞAN,ülkenin iç ve dış devasa sorunlarının yoğunluğu içinde gerçekten çok yoruldu,yıprandı ve bunaldı,kolay değil,yapısı itibariyle her işi bizzat kendisi yüklenmiş durumda, enerjisi ve karizması ne kadar güçlü olursa olsun, sonuç olarak o da bir insan,herşeye bizzat koşarak kendisini boş yere yoruyor ve yıpratıyor,yoğun çalışan ve düşünen bir insanın, zaman içinde yorulması,yıpranması,bazı yanlışlar yapmaya başlaması çok doğal tabi.Bunun ayıplanacak,kınanacak bir yanı yok,ancak biz Sayın ERDOĞAN'ın etrafındaki danışman ordusunu,Başbakanını ve Bakanlarını,Milletvekillerini ayıplıyoruz doğrusu.Hiçbiri, Sayın ERDOĞAN bir karar alırken kendisine yardımcı olmuyor,görüş açıklamıyor,fikirlerini samimi bir şekilde açıklayarak Sayın ERDOĞAN'ı uyarmıyorlar,doğruları söyleyerek onu aydınlatmıyorlar.Bu nedenle hepsi de Sayın ERDOĞAN'a en büyük kötülüğü yapıyorlar,her geçen gün itibar kaybetmesine neden oluyorlar.

Sayın ERDOĞAN'ın etrafındaki bol maaşlı danışman ordusu ve diğerleri;

Türk Tabipler Birliğinin ve Türkiye Barolar Birliğinin kamu kurumu niteliğinde kuruluşlar olduklarını,

Bu kuruluşların, şu anda yönetiminde bulunan kişilerin, bu kurumları kötü de yönetseler,Sayın ERDOĞAN bu nedenle bu kuruluşların yöneticilerini sevmese de,bu yöneticilerin bugün var yarın yok olacaklarını,kişilerin geçici,kurumların ise kalıcı olduklarını,

İsimlerinde yer alan Türk ve Türkiye tabirlerinin, bu kuruluşlara kurumsal olarak yasalar tarafından verildiğini,bu nedenle bu kuruluşların yöneticilerinin hatal tutum ve icraatlarından,o kuruluşların kurumsal olarak suçlanamayacaklarını,isimlerindeki Türk ve Türkiye tabirlerinin kaldırılarak o kurumların itibarsızlaştırılamayacğını, buna hak ve yetkisinin bulunmadığını,bu tutumun demokrasi ile bağdaşmadığını,

Aynı zamanda AKP'nin Genel Başkanı olması nedeniyle,tarafsız olamadığı için, Cumhurbaşkanı olarak kendisini sevmeyen azımsanamayacak bir çoğunluğun bulunması nedeniyle, kendisinin koltuğunda oturmakta olduğu Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamının isminde yer alan Türkiye Cumhuriyeti tabirinin kaldırılmasını,kendisini sevmeyen muhalifler nasıl isteyemeyeceklerse,

Keza; günümüzde, Cumhuriyet Savcılarının bazılarının, en başta laiklik ve hukukun üstünlüğü olmak üzere, Cumhuriyetin değiştirilemez bazı temel niteliklerini korumakta yetersiz kaldıkları iddiasıyla,kurumsal olarak savcılaın isimlerinin önündeki Cumhuriyet tabirinin kaldırılmasını bazı kişiler nasıl isteyemeyeceklerse,

Sayın ERDOĞAN siz de,görev ve yetkilerini anayasadan ve yasalardan alan demokrasinin olmazsa olmazı kamu kurumu niteliğindeki kuruluşların,özellikle Türkiye Barolar Birliğinin yasa tarafından verilen isimlerindeki Türk ve Türkiye tabirlerini, kendi şahsi kızgınlık ve indi değerlendirmeleriniz sonucunda ortadan kaldıramazsınız,bu haksız ve yasalara aykırı tutumunuz, ülkeyi gerer ve daha da ayrıştırır,içinde bulunduğumuz bu savaş ortamında ülkemizizn muhtaç olduğu birlik ve beraberlik ruhuna zarar verirsiniz diyebilmelidirler. 08/02/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


7 Şubat 2018 Çarşamba

DEMOKRASİMİZE TAMAMEN KİLİT Mİ VURMAK İSTİYORSUNUZ?





Türkiye Barolar Birliği; 1136 Sayıl Avukatlık Yasasının 109 ncu maddesine göre, bütün baroların katılmasıyla oluşan, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur.

Türkiye Barolar Birliği; Dernekle Yasasına göre kurulan ve Dernekler Yasasına tabi basit bir dernek değildir, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur.Bu niteliği itibariyle,aynı zamanda demokrasimizin baskı grubu niteliğinde bir sivil toplum örgütüdür,bir baskı grubu ve sivil toplum örgütü olarak, hukukun üstünlüğünün ve yargının bağımsızlığının korunması için yapmış olduğu eleştiriler ve muhalif çıkışlarından gocunan siyasal iktidar,Türkiye Barolar Birliğini korkutmak,yıldırmak ve itibarsızlaştırmak için,isminin başındaki Türkiye sözünün geri alınacağını dillendirmeye başlamıştır.

Eleştirilmekten hiç haz etmeyen iş başındaki siyasal iktidar, bununla da yetinmemiş ve avukatların baro levhasına yazılmalarına ilişkin yasal mecburiyeti kaldırarak,kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olan baroları da,işlevsizleştirme,içini boşaltma ve malen çökertme,avukatları başıboş, örgütsüz,denetimsiz,güçsüz ve itibarsız bir arzuhalci konumuna getirmek istemektedir.Böyle bir girişim,12Eylül askeri darbesinin diktatörleri tarafından dahi yapılmamış,12 Eylül darbecileri, sadece resmi kurum avukatlarını barolara üye olma mecburiyeti dışına çıkarmakla yetinmiştir.

Gidilen yol yanlıştır,yasa ve anayasa dışıdır,demokrasimizin geleceği için endişe vericidir.Nereye gidilmek istenmektedir?

Yukarıda belirttik,Türkiye Barolar Birliği, ismini Avukatlık Yasasından almakta olup, Dernekler Yasası kapsamında değeldir. Bu nedenle, Dernekler Yasasının 28. Madesinde yer alan; “ Dernek adlarında; Türk, Türkiye, Milli, Cumhuriyet, Atatürk, Mustafa Kemal kelimeleri ile bunların baş ve sonlarına getirilen eklerle oluşturulan kelimeler İçişleri Bakanlığının izni ile kullanılabilir.”hükmü, Türkiye Barolar Birliği için geçerli değildir,Türkiye Barolar Birliği, isminde yer alan Türkiye kelimesini İçişleri Bakanlığının izniyle kazanmamıştır,bu nedenle, isminde yer alan Türkiye kelimesi Bakanlar Kurulu Kararı ile asla kaldırılamaz,yasal bir değişikliği gerektirir,yasalbir değişiklikle Türkiye Barolar Birliğinin isminde yer alan Türkiye kelimesini kaldıran bir yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmesi,sadece Türkiye Barolar Birliğinin ismini değiştirmez,Türkiyenin; milli ve demokratik bir ülke olup olmadığını da, içeride ve dışarıda ciddi bir şekilde tartışılır hale getirir. 07/02/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


5 Şubat 2018 Pazartesi

BUNDAN SONRA NE OLUR?




Ülkemizin içinde bulunduğu, insan hak ve özgürlüklerinin her geçen gün sınırlandırılmasından,basın özgürlüğünün yok edilmesinden,basının tek elden yönetilmesinden,yargının bağımsızlığının yok edilmiş ve yürütmenin emrinde bir kıyım aracına dönüştürülmüş olmasından kaynaklı ağır koşullara ve çözüm bekleyen siyasi,sosyo kültürel ve ekonomik acil sorunlara bakıldığında, 2019 yılında yapılacak olan yerel,genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, ülkemizin selameti,demokrasisi, birlik ve beraberliği ve de bekaası için hayati bir önem taşımaktadır.

Bu nedenle, objektif olarak değerlendirdiğimizde,yukarıda belirttiğimiz ülkenin tüm sorunlarının, içinde bulunduğu olumsuz ağır koşuların yaratıcısı ve çözüm bekleyen acil sorunlara bir çözüm getiremeyeni olan iş başındaki AKP iktidarının, artık ülkemizi yönetemediği,AKP iktidarının; bu aşamadan sonra ülkemizin geleceği için bir çözüm değil,bir çözümsüzlük olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Bu saptamadan hareket edildiğinde, demokratik ve hür seçimle AKP iktidarından kurtulmak ve ülkeyi içinde bulunduğu ağır koşullardan çıkararak çözüm bekleyen acil sorunlara çözüm üretebilecek yeni bir iktidara ülkemizi emanet edebilmek için,önümüzdeki 2019 yılında yapılacak olan yerel,genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri,bize göre kaçırılmaması gereken son şanstır.

Demokrasilerde, ülkeyi felakete sürükleyen iş başındaki iktidardan kurtarma görevi, demokratik seçimler yoluyla, olup bitenleri sorgulayabilen bilinçli seçmenler ve iktidar adayı ve alternatifi olan ülkenin ana muhalefet partisine aittir.

Bu nedenle,geçtiğimiz hafta sonu 36.Olağan Kurultayını yaparak yeni yöneticilerini,karar organlarını seçen, aynı zamanda bu ülkenin kuruluşunda söz sahibi olan ana muhalefet partisi CHP'nin 2019 seçimlerinde göstereceği performans, büyük önem taşımaktadır.

36.Olağan Kongrede CHP'nin genel başkanlığına, birçok seçime girerek CHP'ye bir türlü seçim kazandıramadığı gibi,CHP'yi ülkenin geneline yayamayan ve oylarında gözle görülen artışlar,partide bir silkiniş ve şahlanma sağlayamayan Sayın KILIÇDAROĞLU,topal ördek misali, kendisine adaylık için imza veren küçümsenemeyecek miktardaki delegenin dahi oylarını arkasına alamadan, ancak 790 oyla seçilebilmiştir.Bu sonuç;KILIÇDAROĞLU'nu, partisi içinde olduğu gibi,seçmenler nezdinde de zayıflatmıştır.Kurultayda genel başkan adayı olarak yarışan ve ancak seçimi kaybeden Sayın İNCE'nin, kurultayda yaptığı partiye yönelik özeleştiri ve kendisinin seçilmesi halinde yapacaklarını içeren,öz güven dolu ve kararlı güzel konuşması ve gösterdiği performansı, bugüne kadar kendisinden bekleneni seçmenlere veremeyen KILIÇDOROĞLU'na yönelik beklentileri daha da artırmıştır.

Bu itibarla; beklenmedik olağanüstü çaba ve gayret sarf etmedikleri taktirde,kimseyi kandırmayalım, bugüne kadar birçok seçim yenilgeleri alan KILIÇDAROĞLU'nun ve başında bulunduğu CHP'nin, 2019 seçimlerindeki başarı şansı,inşallah yanılırız ama, bize göre yine sınırlı ve çok zayıftır.

Zira,ülkemizdeki büyük seçmen kitlesinin sahip olduğu; siyaset anlayışları,dünya görüşleri, öncelikleri,malesef eğitim düzeyleri,sorgulama yetenekleri,sosyo ekonomik yapıları,dinsel telakkileri ve laiklik anlayışları,geleneksel yapıları,özgürlük anlayışları ve siyasi tercihlerinde özgürlük beklentilerinin öncelik arz etmemesi,ümmet ve biat kültürünün ağır basması,ülke yönetimine ilişkin tüm olumsuzlukların sorumluluğunu, iktidara değil ana muhalefete yıkma anlayışı ve alışkanlığı gibi,sandığa ve oya olumsuz olarak yansıyan faktörler dikkate alındığında,seçmen çoğunluğu ile KILIÇDAROĞLU'nun ve onun başında bulunduğu CHP'nin dokuları birbirleriyle uyuşmamaktadır.

Seçmen çoğunluğu ile CHP ve KILIÇDAROĞLU arasında oluşan, bize göre çok haksız ve yersiz bu zorlama ve sunni doku uyuşmazlığı nedeniyledir ki; ülkeyi felaketin eşiğine getiren,uyguladığı hatalı ve yanlış dış politikaları sonucunda ülkemizi Ortadoğu batağına sokan,demokrasiden uzaklaştıran,insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne,anayasay saygı duymayan,anayasayı rafa kaldıran,yargı bağımsızlığını yok eden,Anayasa Mahkemesi Kararlarını uygulatmayan,ülkenin iç ve dış borçlarını artıran,ödemeler dengesini yok eden,işsizliği önleyemeyen,üretimi ve ihracatı artıramayan,üretime dönük yatırımlar yapamayan,halkın vegilerinden oluşan devletin parasını;halkımızın kullanmadığı, yapımcılarına kar garantisi verdiği oto yollara, köprülere,alt geçitlere,yapay kanallara yatırarak toprağa gömen, zam üstüne zam yapan,insanları ayrıştıran,devlet israfını pompalayan,kendisi için lüks ve şatafatı öne çıkaran iş başındaki iktidar,maalesef hala iş başında kalabilmektedir.

Türk seçmenlerinin;bu olumsuz tablo karşısında,iş başındaki siyasal iktidarı iktidarda tutmaya devam ederek,ana muhalefet CHP'yi ve KILIÇDAROĞLU'nu beğenmeme gibi bir lüksleri bulunmamaktadır.

Ancak,yukarıda belirttiğimiz seçmen çoğunluğunun yapısı ve oy verirken önem verdiği kriterler,dinsel,geleneksel ve sosyo kültürel faktörler ve ülkenin eğitim seviyesi dikkate alındığında, seçmen çoğunluğu ile dokuları bir türlü uyuşmayan CHP'nin ve başında bulunan KILIÇDAROĞLU'nun işi gerçekten çok zor,CHP ve KILIÇDAROĞLU işte bu zoru, 2019 seçimlerinde başarmak zorundadırlar.

KILIÇDAROĞLU,artık CHP Genel Başkanı olarak son şansını kullanacaktır, 2019 seçimleri onun genel başkan olarak gireceği son seçimi olacaktır.Ülkemizin siyaset kültüründe,başarısızlığın batı demokrasilerindeki standart kriteri olan seçim başarısızlıkları dikkate alınmasa da,KILIÇDAROĞLU; partisi CHP'yi,2019 seçimlerinde başarıya taşıyamadığı taktirde, artık başarısızlığı kesin olarak tescil edilecek, başarısızlığı tamamen olgunlaşacak ve dalında olgunlaşan ve çürümeye başlayan meyva misali, artık dalından (Genel Başkanlıktan) istemese de kesin olarak düşecektir.

Sayın ERDOĞAN'a ve başında bulunduğu AKP'nin durumuna gelince.

Bizim ve özgür batının evrensel demokrasi ilkeleri, ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik çok kötü koşullar ve çözüm bekleyen acil sorunlar dikkate alındığında,normal şartlarda Sayın ERDOĞAN ve partisinin, 2019 seçimlerinde yüzde bir bile şanslarının olmaması gerekiyor. Ancak,yukarıda açıkladığımız gibi,CHP ile aralarında doku uyuşmazlığı bulunan geniş seçmen profilinin hala gücünü ve varlığını muhafaza ettiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Bize göre, Mehmet ALTAN ve Nazlı ILICAKLAR gibi, bir zamanlar ERDOĞAN'ı demokrasi havarisi ve darbe karşıtı olarak göklere çıkaran,ancak haklarında tahliye edilmelerine yönelik olarak,Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararı verilmesine rağmen, bu karar uygulatılmayarak cezaevinden çıkarılmayan gazeteci ve entelektüel kanat;desteklerini,çoktan ERDOĞAN'dan geri çekmiş olsalar da, yukarıda belirttiğimiz faktörlerin etkisinden henüz kurtulamayan büyük bir seçmen kitlesi;hala,ERDOĞAN'ı,kendi demokrasi anlayışlarına göre, demokrat,insan hak ve özgürlüklerine ve anayasaya saygılı başarılı bir lider olarak görmeye devam ediyorlar,aslında onun öyle olmadığı gerçeğini henüz algılayamıyorlar,Bu nedenle,Sayın ERDOĞAN'ın;demokrat olmadığı ve misyonunu çoktan tamamladığı,Atatürk tarafından kurulan insan hak ve özgürlüklerine,yargının üstünlüğüne ve bağımsızlığına dayalı demokratik ve laik bu ülkeye yapacağı,vereceği başka hiçbir şeyinin kalmadığı olgusu ve gerçeği,henüz tam olarak kıvama gelip olgunlaşmadı,bunun doğal sonucu,Sayın ERDOĞAN, muhtemeldir ki; 2019 da, bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilirse ve partisi AKP de iktidara gelirse, 2019 seçimlerinden sonra anayasal olarak hukuken uygulamaya geçecek olan Türk tipi anti demokratik başkanlık sisteminin kendisine tanıdığı,meclisi ve meclis denetimini devre dışı bırakan tek adam yetkilerini;bugün fiilen yaptığı gibi,anayasayı da zorlayarak sonuna kadar kullanacak ve Sayın ERDOĞAN'ın demokrasiye,insan hak ve özgürlüklerine karşıtlığı, kör gözlerin de göreceği bir şekilde kesin olarak ortaya çıkacak ve tescillenecek,seçmen çoğunlu gecikerek de olsa gerçeklerle yüzleşecek,Sayın ERDOĞAN'ın demokrasi karşıtlığı, geç de olsa,seçmen çoğunluğu nezdinde de olgunlaşacak ve her olgunlaşan ve kurumaya ve çürümeye başlayan meyva misali, Sayın ERDOĞAN da,seçim yoluyla iktidardan düşecektir.

Bu nedenle,takım tutar gibi,siyasette sonuna kadar bağlılık ve sonuna kadar deneme,ancak onlarca denemeden sonra yanıldığını anlayabilme metodunun geçerli olduğu ülkemizde,tüm olumsuzluklara dayanılabildiği taktirde, seçmen çoğunluğu 2019 seçimlerini takip eden ilk seçimlerde, ancak gerçeklerle yüzleşebilecek,siyasi tercihini değiştirmek zorunda kalacak ve çok geciken bu olumlu gelişme sonunda, hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı evrensel demokrasiye ulaşabileceğiz.

Sayın okurlar;uzunluğu ve içeriği itibariyle sizleri biraz sıkacak ve de üzecek olan bu yazımızdaki tahminlere dayalı görüş ve değerlendirmeler, tamamen bize ait olup,aranızda bunlara katılanlanlarınız olabileceği gibi, katılmayanlarınız da mutlaka olacaktır.

Tüm olumsuz koşullara rağmen, samimi dileğimiz ve beklentimiz,ülke olarak içinde bulunduğumuz bu siyasi krizi; 2019 sonrasındaki seçimlere taşımadan ve uzatmadan,Türk Milletine yakışan demokratik olgunluk içinde, önümüzde bir şans olarak duran 2019 seçimlerinde aşabilmektir. 05/02/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




4 Şubat 2018 Pazar

YENİDEN SEÇİLEN KILIÇDAROĞLU'YA BAZI UYARI VE TAVSİYELER





CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU;parti lideri olarak, parti içi iktidarının avantajlarıyla girdiği genel başkanlık yarışını önde bitirerek,790 oy alıp yeniden CHP Genel Başkanı seçildi,karşısındaki mıhalif aday İNCE ise;447 oyda kalarak, kurultay salonuna taşıdığı değişim ve yenilenme coşku ve özlemini, başka bir bahara, başka bir kurultay mücadelesine bırakmak zorunda kaldı.

Ancak,biz umarız ki;Sayın İNCE'nin Kurultay konşmasında haklı olarak dile getirdiği değişime ve yenilenmeye yönelik eleştiri,öneri ve dilekleri, koltuğa yeniden seçilen genel başkan KILIÇDAROĞLU tarafından yerine getiriler de, Sayın İNCE'nin yapmak istedikleri bir başka bahara ve kurultaylara kalmadan, CHP kendisinden beklenen başarılara ve mutlu sona 2019 seçimlerinde ulaşmayı başarır.

Bu başarı için, partiyi ülkemiz ve rejimimiz için çok hayati olan 2019 seçimlerine hazırlayacak ve taşıyacak olan önemli kararların alınacağı, bugün yapılacak olan seçimlerle belirlenecek olan Parti Meclisinin kadroları da çok önemlidir.

Kurultay'ın ilk gününde, 49 mükerrer imza skandalı güne damgasına vurmuş ve Sayın İNCE'nin adaylığı için gerekli olan imza sayısının yetersizliği gündeme getirilerek, kurultay'a gölge düşürülmek istenmiştir.Şimdi seçim sonuçlarına bakıyoruz,toplam delegelerin yüzde onunun imzasını alamadığı iddia edilen Sayın İNCE, çok daha fazlasını,toplam 447 delegenin genel başkanlık onayını alma başarısını göstermiştir.İNCE'nin aldığı bu sonuç da; aday olabilmek için en az yüzde on delegenin imzasını alma zorunluluğunu getiren uygulamanın;delegelerde, kurultay salonunda adaylar tarafından ortaya konulan performansa göre oluşacak olan, nihai gerçek ve hür iradeyi tam olarak yansıtmaktan uzak,antidemokratik bir uygulama olduğunu,Sayın İNCE'nin,bu uygulamanın kaldırılmasına yönelik eleştiri ve önerisinde ne kadar haklı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Sayın KILIÇDAROĞLU; adaylık için kendisne verilen ezici imza çoğunluğuna ve desteğine,kullandığı parti içi iktidar olanaklarına rağmen, muhalif aday İNCE'nin,kurultay salonunda yaptığı etkili konuşması ve ortaya koyduğu vizyon ve performansının etkisiyle, kendisine imza vererek destek çıkan ezici delege çoğunluğunun tamamından oy alamamış ve çok fazla fire vermiş, ancak 790 delegenin oyu ile topal ördek misali genel başkanlık koltuğuna oturabilmiştir.

Sayın KILIÇDAROĞLU;ancak 790 oyla kazanabildiği bu seçimi, asla ve asla, kazanılmış bir zafer olarak kabul etmemelidir.

Bu seçim sonucu,KILIÇDAROĞLU'ya yapılan; artık ayağını denk al, bu sana verilen son şanstır şeklinde dile getirilen, kesin ve son uyarı niteliğinde bir mesajdır.KILIÇDAROĞLU; artık ya kazanacak,ya da kazanacaktır,ülke için de kendisi için de, bunun başka bir çıkış yolu yoktur.

Bu nedenle,KILIÇDAROĞLU; kurultay'ın bu mesajını çok iyi okumalı ve kendisine tanınan bu son krediyi çok iyi kullanmalıdır.

Bu kurultay seçim sonucu da göstermiştir ki; ister parti yönetim seçimleri olsun,isterse ülkenin yönetimine ilişkin yerel ve genel seçimler,cumhurbaşkanlığı seçimleri olsun,en iyiler her zaman seçim kazanamamakta olup,seçime iktidarda iken, iktidar olanaklarıyla girenler,her zaman birkaç adım önde seçime girmektedirler,bu itibarla KLIÇDAROĞLU da, seçimlerin bu cilvesini unutmayarak, 2019 yılında yapılacak olan cumhurbaşkanlığı,yerel ve genel milletvekilleri seçimlerinde partisi CHP'yi başarılı kılabilmek için,iktidar partisinden üç beş kat fazla çalışarak,aradaki farkı kapatmak zorundadır.

KILIÇDAROĞLU;Sayın İNCE'nin kurultayda yaptığı manifesto niteliğindeki konşmasının ses ve görüntü bantının bir örneğini, çalışma odasındaki,evindeki bilgisayarlarına ve akıllı telefonlarına kopyalayarak sabah akşam hiç bıkmadan izlemeli ve İNCE'nin eleştiri ve önerilerinden yararlanmaya ve bunları hayata geçirmeye çalışmalıdır.

KILIÇDAROĞLU'yu seviyoruz,kendisi dürüst,ahlaklı,iyi niyetli,demokrat, çalışkan olup, özverili bir şekilde çalışıyor, ama seçim kazanamadığına göre, demek ki bir yerde yöntem ve uygulama hatası yapıyor,bu hatalarından, bize göre de en önemlisini Sayın İNCE; KILIÇDAROĞLU'nun Man Adası iddiasınanı ve açıklamasını örnek göstererek,“KILIÇDAROĞLU ve yönetimi iktidara yönelik bir eleştiriyi ve yolsuzluk iddiasını kamuoyu ile palaşıyor ama, onun sonunu getiremiyor,sonucunu alamıyor,bunun için yapılması gerekenleri sonuna kadar yapmıyor,unutulmaya terk ediyor” diyerek, çok haklı ve yerinde bir eleştiriyi dile getirdi,buna eskiler fikri takip derler,İNCE'nin bir örnekle açıkladığı bu tespit ve eleştirisi, bize göre de mutlak surette dikkate alınması elzem, çok önemli bir tespit ve eleştiridir.

Gerçekten,KILIÇDAROĞLU;parti grup toplantısında,önceden yaptığı büyük bir reklam ve iddialarla Man Adası belgelerini açıkladı,bu açıklamayı iktidar önemsedi, hop oturup hop kalktı,bu belgelerin sahteliğini savunarak, iddiayı yalanlamaya kalkıştı,KILIÇDAROĞLU yönetimi,bu Man Adası belgelerini basına dağıttı ve Ankara C.Başsavcılığına da bir örneğini sunarak suç duyurusunda bulundu.

Peki sonra ne oldu?Unutulmaya bırakıldı,bir daha dillendirilmedi,savcılık soruşturmasının seyri izlenip sorgulanmadı.Kamuoyu gelişmelerden bilgilendirilmedi.

KILIÇDAROĞLU; Man adası iddiasında ve bu belgelerin sahte olmadığında haklı ve samimi ise; gerçek ve etkili bir muhalefet yapıyorsa, bu belgelerin gerçek mi,sahte mi olduğunu araştırma ve tespit etme konusunda tek yetkili ve sorumlu olan savcılığın başlattığı soruşturmayı sonuna kadar izlemeli,iktidarın; soruşturmanın savsaklanması için savcılara vermesi muhtemel talimatların önüne geçmeli,sorşturmanın hızlandırılması ve sonuçlandırılması için, azami gayreti sarf etmeli ve soruşturmada kaydedilen tüm gelişmeleri, sık sık kamuoyu ile palaşmalı,konuyu sürekli gündemde tutmalıdır.

KILIÇDAROĞLU;partinin en üst ve yetkili organından güven tazeleyerek yeniden genel başkan seçildiğine,2019 seçimlerine onun başkanlığında girileceğine, yeni sistem uyarınca başbakanlık da olmayacağına göre,derhal cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamalıdır.Aksine bir davranışın hiçbir mantıklı ve hukuki izahı yoktur.

KILIÇDAROĞLU; kendisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için,partinin yetkili organlarına danışmalıyım demeye de hakkı yoktur.Partinin en yetkili en üst organı olan kurultayda yeniden genel başkan seçilmek suretiyle,kurultaydan aynı zamanda Cumhurbaşkanlığına aday olma hak ve yetkisini de alıp cebine koymuş demektir.

KILIÇDAROĞLU'nun tüm bu gerçeklere rağmen yan çizerek Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamaması halinde,kendisinin karizmasına güvenmediğini, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağını,bu konuda gayret sarf etmenin faydasız olduğunu, seçim başarısını kendi gayretinden ziyade, kendisinin dışındaki daha popüler ve karizmatik bir kişi de aradığını,itiraf etmiş olacaktır.

KILIÇDAROĞLU; kendisine güvenemiyorsa,biz seçmenler kendisine ve temsil ettiği partisine nasıl güveneceğiz,o zaman niçin CHP Genel Başkanı seçilmiş ve özgüvenini ve iddiasını ortaya koyan Sayın İNCE'nin önünü tıkamıştır?Diye kendisini sorgulamak gerekecektir.

Daha söylenecek çok söz var ama,yazının uzadığını görerek bu seferlik bu kadarla yetiniyoruz. Hepinize iyi pazarlar. 04/02/2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




3 Şubat 2018 Cumartesi

CHP'NİN EN GÜVENDİĞİ PARTİ İÇİ DEMOKRASİ İDDİASINI YERLE BİR ETTİNİZ





Mevcut yerel ve merkezi CHP yönetimi,bugün 36.sı yapılan olağan kurultayda bir skandala imza atarak, CHP'nin en güvendiği ve savunduğu, iktidar partisinde zerresi olmadığı için, haklı olarak övündüğü, parti içi demokrasi ve delegelerin hür iradelerine saygı iddiasını, hem de adalet ve cesaret adını verdikleri kurultayda yerle bir etmiş bulunmaktadır.

Ne büyük rezalet, muhalif aday Muharem İNCE'nin adaylığı için 166 deleğe imza atacak,sonradan bunların ikisi imzasını geri çekecek,daha doğrusu, baskıyla geri çektirilecek,kırk dokuz delege de;yine baskıyla, korkakça ve partinin itibarına zarar verecek olan alçak bir tavır sergileyerek,KILIÇDAROĞLU'nun lehine de mükerrer imza ataracaklar ve adı adalet ve cesaret olan kurultaya gölge düşürecekler.

Bu saray entrikası tavır;parti içi demokrasiyi savunan ve savundukları bu parti içi demokrasiyi,ülke yönetimine geldiklerinde ülkede tesis edeceklerini savundukları demokrasinin en önemli garantisi sayan CHP'ye asla yakışmamıştır.

Parti içi demakrasiyi,delegelerin hür iradelerine saygıyı savunan CHP'nin, AKP'den ne farkı kalmıştır?

Muhalif aday Muharrem İNCE'nin adaylığını düşürmeye yönelik, adet olarak oldukça fazla olan bu mükerrer imza rezaletinden, partinin yerel ve/veya merkez yönetiminin habersiz olması mümkün değildir.Velev ki;habersizler,bu daha büyük bir ayıp olup,parti yönetiminin yönetimdeki beceriksizliğini ve yönetim zafiyetini ortaya koymaktadır.

Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; divan tarafından fark edilerek, bu mükerrer imza rezaletinin açığa çıkarılmasından sonra, demokratik bir tavır sergileyerek, mükerrer kırk dokuz imzanın, Sayın İNCE adına atılmış imzalar olarak kabul edilmesine yönelik fedakarlığı da, bu rezalet yüzünden CHP'nin kamuoyu nezdinde itibar kaybetmesinin önüne geçemeyecek ve yarın, Bremen Mızıkacıları tavrıyla,havuz medyası ve AKP iktidarı, hep bir ağızdan, sanki AKP de parti içi demokrasi varmış gibi,sıkılmadan CHP'ye yönelik ağır eleştiri oklarını saplayacaklardır.

Sayın Muharrem İNCE; mükerrer imza rezaletini öğrenince yaptığı açıklamada, bu kırk dokuz mükerrer imzanın kendisine ait olduğunu,daha sonra birileri tarafından baskıyla bu imzaların,mükerer olarak KILIÇDAROĞLU adına da attırılmış olduğunu,kendisinin lutuf istemediğini,tırnaklarıyla kazıyarak parti içinde bugünlere geldiğini, bu kırk dokuz imzanın kendisinin hakkı olduğunu, haklı olarak açıklamak zorunda kalmıştır.

Diyelim ki;KILIÇDAROĞLU, yapılan bu ağır hatayı, fedakarlık yaparak gidermeye yanaşmasaydı ne olacaktı? İşte asıl rezalet o zaman çıkacaktı. Bu mükerrer imzaları çekinmeden atan, adalet ve cesaret ismi verilen kurultaya yakışmayan bu aymazlar, korkaklar, birer birer sahnede boy gösterecek ve her iki aday için de attıkları bu iki imzadan, hangi aday için attıkları imzanın geçerli olduğunu açıklamak zorunda kalacaklardı.Keşke öyle olsaydı da, bu aymazların,yalakaların ve korkakların boylarını ve poslarını televizyonlardan bir görseydik.

Sayın İNCE'nin kutultayda yaptığı konuşmanın içeriğine gelince; parti içi iktidar mücadelesi olan bu kurultayda,bir muhalif aday için söylenmesi gereken herşeyi,mevcut yönetimi fazla incitmeden en ağır şekilde söyledi,parti yönetiminin yapamadığı öz eleştiriyi, parti adına çok güzel yaptı,hele hele, ülkemizde ellilerden itibaren iktidar olan partilerin liderlerinin, partilerinin kuruluşundan sonra yapılan ilk seçimde iktidara geldiklerini,yurt dışından da Fransa ve Yunanistan örneklerini vererek çok güzel açıkladı,aynı şekilde rahmetli ECEVİT'in, milli kahraman,CHP kurucusu İNÖNÜ karşısında kazandığı, partinin ve ülkenin yararına sonuçlar doğuran kurultay galibiyetini, çok güzel dile getirdi.Kendisinden emin ve özgüven içinde konuştu,ses tonu,vurgulamaları ve hitabeti,olduça iyiydi.Parti tüzüğünde yapmayı planladığı demokratik değişiklik önerileri de çok yerindeydi.

Biz hep yazdık ve sorduk,KILIÇDAROĞLU; yeni sistemde,genel başkan olarak kendisine güvenerek, Cumhurbaşkanlığına adaylığını niçin açıklamıyor?Sonra da ilave ettik,kendisine güvenmeyen,adaylığını açıklamaktan çekinen bir genel başkana seçmen de güvenmez dedik.

Kurultayda, CHP Genel Başkanlığına adaylığını koyan ve adaylık konuşmasını yapan Sayın İNCE ise; kendisine güvenerek,seçildiğinde partsini iktidara taşıyacağını iddia etti ve Cumhurbaşkanlığına aday olacağını net bir şekild açıkladı.

Bize göre, Sayın İNCE,ortaya koyduğu özgüveni,haklı eleştirileri,seçildiğinde parti tüzüğünde yapmayı planladığı olumlu ve demokratik değişiklik önerileri ve partiyi birinci parti yaparak iktiadara taşıayacına yönelik iddiasıyla,CHP Genel Başkanlığına seçilmeyi hak ettiğini gösterdi, ortaya çıkarılan mükerrer imza entrikası da, yelkenine ilave rüzgar kattı.

Taktir delegelerin,kurultayda ortaya çıkacak olan sonuçların, ülkemize ve CHP'ye hayırlı olmasını şimdiden diliyoruz.03/02/2018



Gner YİĞİTBAŞI
Hukukçu