28 Şubat 2019 Perşembe

HATASIZ KUL OLMAZ


Hatasız kul olmaz,çok güzel bir sözdür bu.
Biz kullar,hangi yaşta olursak olalım,çocuk,genç,olgun ve yaşlı her zaman hata yapabiliriz.
Allah'ın en sevgili kulu Peygamberimizin dahi, ufak tefek hataları olmuş olabilir.
Hepimiz,çiğ süt emmiş insanlarız.
Ailevi,çevresel,iş,toplumsal,ekonomik ve sair bazı olumsuz koşulların yarattığı birikimlerle, hatalı bir davranışa imza atabiliriz.
Önemli olan; bu hatamızı anlayabilmek ve hatalı davranışımız nedeniyle üzülenler varsa,birilerini kırmışsak ve üzmüşsek,erdemli bir kişi olarak, onlardan özür dileyebilmek ve sevgi elini uzatabilmektir.
Bu da yeterli değil tabi,özür dilediğiniz ve sevgi elinizi uzattığınız kişi veya kişilerin de, bir erdem olan özürü kabul edebilmeleri ve hazmedebilmeleri,kendilerine yönelik haksız ve hatalı davranışları unutarak kinlenmemeleri,ön yargılardan uzaklaşabilmeleri şarttır.
Aslında, insanların diğer bir insana karşı yaptığı hatalı davranışta,genellikle az veya çok karşı tarafın da bir kusurunun bulunmuş olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Bir insanın hatalı bir davranışından sonra,en büyük görev ve sorumluluk, hatalı bir davranışa maruz kalan kişiye düşmektedir.
Erdemli bir davranışla,hatasını kabul ederek özür dileyen bir insanın, bu erdemli ve içten davranışına rağmen;şayet, karşı taraf içten içe kin tutmaya ve o kişiye ön yargılı yaklaşmaya devam ediyorsa,fırsat kolluyorsa,peş peşe yeni hataların doğması muhakkaktır.
Ön yargılı kişi,sürekli yeni hatalara yol açan davranışlar sergileyecek ve karşı tarafı batırmak için elinden geleni yapacaktır.
Özür dilemesini bilen erdemli kişi de, artık aklı selimini kaybedecek ve karşı tarafın tuzağına düşecek ve ipler tamamen kopacaktır.Ön yargılı taraf,etrafına alacağı destekçileriyle,adeta linç girişiminde bulunacaktır.
Peki bu durumdan kim karlı ve kazançlı çıkacak dersiniz?
Kimse kazanmayacak,ancak; insandaki hoşgörü, iyi niyet gibi çok güzel duygular yara alacak, belki de zamanla yok olacaktır.28/02/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

24 Şubat 2019 Pazar

ABARTMAK ÜZERİNE



Bugün politik makale yazmayayım,hiç değilse Pazar günü politikasız geçsin istedim.
Düşündüm ne yazayım diye,her gün hepimizin yaptığı abartmak geldi aklıma ve abartmak üzerine yazmayı düşündüm.
Her zaman olduğu gibi,önce “abartmak” ne demek, onun tanımını ortaya koymak üzere internette google'ye başvurduk ve “abartmak” için aşağıdaki tanıma ulaştık.
Abartmak; “Olayları olduğundan fazla göstermek ya da etkili hale getirmek için yapılan şeydir. Bir olayı veya bir durumu olduğundan daha büyük göstererek anlatmaktır. Bir şeyin tasfirini olduğundan daha fazlaymış gibi anlatmak yada olan bir olayın tanımını olduğundan daha büyük boyutlara taşıma işidir. Bir şeyi veya bir kimsenin durumunu büyülterek söylemek, yani onun özelliklerini açıklamakta aşırı gitmek, olduğundan fazla göstermek demektir.”
Mübalağa da denen abartmak,hepimizin sıksık başvurduğu bir davranış biçimidir.
Bazen; bir şeyi,bir kişiyi,bir durumu,bir davranışı,bir eylemi,bir sanat eserini,bir müzik parçasını olduğundan daha büyük ve değerli,güzel buluruz ve gerçekten, samimi olarak,içimizden öyle geldiği için,o şeyler hakkında abartı derecesinde güzel şeyler söyleriz.
Bazen,içimizden gelmese de,çevre baskısı,toplum psikolojisi,hatır için, bazı şeyleri, kişileri,eserleri,davranışları ve eylemleri olduğundan daha güzel,büyük ve değerli gösteren sözler sarf ederiz.
Kendimizle ilgili bir durumu da abartabiliyoruz bazen.Kişi olarak,soğuk bir havada üşüdüğümüzde, “dondum” demek suretiyle, üşümemizi olduğundan daha büyük ve fazla gösterebiliyoruz.Veya çok fazla çalışıp yorulduğumuzda,”yorgunluktan öldüm bittim” demek suretiyle, yorgunluğumuzu olduğundan büyük ve fazla göstermeye çalışıyoruz.
İnsan olarak,doğamız ve egolarımız nedeniyle abartmayı çok seviyoruz.
Özellikle sevgi ve güzellikte abartı ön plana çıkabiliyor.
Sevdiğiniz bir kişi, size hiç abartmadığınız halde, olduğundan daha fazla güzel ve hoş görünebiliyor,başkaları ise,sizi bu konuda abartılı bulabiliyor.
Bir yemekli toplantıya gidiyorsunuz,uzun zamandır görmediğiniz çok sevdiğiniz arkadaşları orada görüyorsunuz ve birlikte oluyorsunuz,alt tarafı bir yemekli toplantı olduğu halde,bu özlem duygusu ve özlediğiniz arkadaşlarınızla özleminizi gidermenin sevinci,sizin o basit yemekli toplantıyı abartarak göklere çıkarmanıza neden olabiliyor çok haklı olarak.Dışarıdan bir kişi, bu toplantıya yapılan aşırı övgü ve sevgiyi anlayamadığı için, abarttığınızı sanabiliyor.
Sevdiklerinize karşı duyduğunuz ve hissettiklerinizi,sevginizi abartın değerli okurlar,kim ne derse desin,bu sizin en doğal hakkınız.24/02/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

20 Şubat 2019 Çarşamba

DEMOKRASİNİN KILCAL DAMARLARI


İnsan vücudunda yaşamsal organlar vardır.
Kalp,beyin,akciğer,karaciğer,mide,bağırsaklar gibi.
İnsan vücudunun yakıtı da;kalbimiz tarafından hiç durmadan sürekli pompalanarak, damarlarımız vasıtasıyla tüm vücudumuzu dolaşan, yaşamsal organlarımıza ve hücrelerimize can veren kanımızdır.
Bu nedenle,vücudumuzun yakıtı olan kanımızı organlarımıza ve hücrelerimize taşıyan damarlarımızın da, yaşamsal çok önemli bir fonksiyonu vardır.
Damarlarımız; kendi aralarında, ana damarlar ve kılcal damarlar olarak ikiye ayrılırlar,o kılcal damarlarımızı asla yabana atmamalıyız,onların da vücut sağlığımız için büyük ve önemli görevleri vardır.
Örneğin; ileri yaşlarda, kalbimiz yorulmaya ve kalbi besleyen ana damarlardan bazıları tıkanmaya başladığında,kalbimizde oluşan bu kılcal damarlar devreye girerler ve belki de kalp krizi geçirmemizi ve ölüp yok olmamızı önlerler.Kalpdeki kılcal damarlar henüz tam olarak oluşup devreye girmediği içindir ki,otuzlu ve kırklı genç yaşlarda kalp krizi geçiren insanlar,kılcal damarların korumasından yoksun oldukları için, genellikle krizi atlamazlar ve ölürler.
Biz doktor değiliz ama, genel kültürümüzden yararlanarak ve biraz da ukalaca bu tıbbi bilgileri niçin yazdık,haklı olarak merak edeceksiniz tabi.
Açıklayalım öyleyse.
Demokrasiler de, yapısal olarak insan vücuduna çok benzerler.
Sağlıklı bir demokrasiden bahsedebilmek,demokrasiyi sağlıklı bir şekilde işletebilmek için,demokrasinin olmaza olmazı olan;siyasi partiler,serbest ve adil seçimler,yasama,yürütme ve bağımsız yargı gibi organ ve kurumların yanı başında, insan vücudunda yer alan kılcal damarlar gibi,demokrasiye hayat veren demokrasinin kılcal damarları diyebileceğimiz,baskı gruplarına da ihtiyaç vardır.
Peki, nedir bu demokrasinin kılcal damarları saydığımız baskı grupları?
Üniversiteler,barolar,meslek kuruluşları,sendikalar ve sivil toplum kuruluşları demokrasinin kılcal damarlarıdır.
İşte o demokrasinin kılcal damarlarından biri olan Türkiye Sanayici Ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD)'ın 49.Genel Kurul Toplantısı vardı bugün.Bu toplantıda, görevini bırakan başkan Erol BİLECİK, bir veda konuşması yapmış,öğlen haberlerinde izledik,konuşmasında yer verdiği en can alıcı iki noktaya burada aynen yer vermek istiyoruz.
Erol BİLECİK diyor ki; “ Emin olun güçlüyüz demekle güçlü ülke olunmuyor. Ülkeleri güçlü yapan değerler var.Bunlar hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygıdır. İnsan sadece söylediklerinden değil sustuklarında da sorumludur.”altına imzamızı atacağımız çok doğru sözler bunlar.
Bugün, ülkemizde bir sessizlik hakimdir.Herkes susmaktadır.Bu sessizlik, ülkenin iyi yönetildiğinden ve demokrasinin tıkır tıkır işliyor olmasının insanlarımızda oluşturduğu mutluluk ve memnuniyetten kaynaklı değildir.İnsanlarımız,mutlu olmadıkları halde,maalesef korkudan susmaktadırlar. Ama korkunun ecele faydası yoktur.
Görevini devreden TÜSİAD Başkanı Erol BİLECİK'in dediği gibi,”İnsan sadece söylediklerinden değil, sustuklarında da sorumludur.”
Bugün ülkemizde demokrasi yoksa,insanlarımız mutsuzsa,bunun en büyük sorumluları da,susan insanlarımızdır.20/02/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Şubat 2019 Salı

CUMHURİYETİN ÇÖMEZ DEVLETİ





AKP Genel Başkanı ERDOĞAN,43.Muhtarlar Toplantısında yaptığı konuşmada; “.......karşınızda ne Osmanlı'nın hasta adamı, ne cumhuriyetin çömez devleti, ne 1970'lerin 1990'ların güçsüz ülkesi var. Artık karşınızda cumhurbaşkanından muhtarına kadar 2023 hedeflerine kilitlenmiş, 2053 ve 2071 vizyonuna inanmış bir millet var”demiş.
Ne hazin değil mi?
Devletimizi ve Cumhuriyeti kuran ATATÜRK ve İNÖNÜ dönemini,Cumhuriyetin çömez devleti olarak nitelendiriyor aklı sıra.
Nedir çömezin kelime anlamı?
Çömez;eksik,yetersiz,yetiştirilmeye,ders almaya muhtaç acemi demektir.
Cumhuriyetin çömez devleti sözü, amacını aşan, çok iddialı ve sakıncalı bir sözdür.
Biz,ERDOĞAN'ın bu sözü, amacına aşarak, iyi niyetle dil sürçmesi olarak, gelişmekte olan devlet anlamında kullandığını ummak istiyoruz ama,ERDOĞAN'ın kişiliğini,Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarını özellikle ATATÜRK ve İNÖNÜ dönemini,ATATÜRK ve İNÖNÜ'yü sevmediğini bildiğimiz için,bir dil sürçmesi olarak amacını aşan bir söz söylemediğini düşünüyoruz.
ERDOĞAN büyük bir yanılgı ve yanlış içindedir.Çok büyük haksızlık yapmaktadır.
Ülkeyi sömürgeci devletlerin işgalinden kurtararak, Osmanlının küllerinden yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmak,başlı başına büyük bir ustalık ve devlet adamlığı işidir.
Kurulan devleti ve cumhuriyeti, iktisaden büyütmek,yeni sanayi tesisleri kurmak,her alanda devrimler yapmak, çömezlerin değil ustaların işidir.
Ülkemizi ikinci Dünya Savaşına sokmamak, Türk Milletini savaşın felaketlerinden korumak,yurtta sulh ve cihanda sulh ilkesini uygulayabilmek; çömez değil, usta işidir. Yabancı ülkelerin devlet başkanlarının ayağına gitmeden, onları ayağına getirtebilmek,Dünyaca saygın bir devlet adamı olabilmek, çömez işi değil, ATATÜRK gibi usta ve çok değerli bir devlet adamına ve ATATÜRK dönemine mahsus bir özelliktir.
ERDOĞAN'ın Çömez Cumhuriyet dönemi diye küçük gördüğü o dönemlerde,ABD'nin dolduruşuna gelerek,başka devletlerin iç işlerine karışılmamış,hatalı dış politikalar uygulanmamış, devletimizin iç ve dış güvenliği tehlikeye atılmamış,hazinesi çarçur edilmemiştir.
Devletin varlıkları, yok pahasına özelleştirme adına satılmamıştır.Türk parası pul değerine düşürülmemiştir,iç ve dış borç batağına girilmemiştir.
Ülkenin planlı ve dengeli bir şekilde kalkınması,üretmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılmıştır.
Anayasaya ve yasalara saygılı,Meclisi ve millet iradesini üstün tutan bir yönetim sergilenmiştir.
Biz ve bizim gibi düşünenler,ERDOĞAN'ın talihsiz bir şekilde çömez olarak nitelendirdiği Cumhuriyetin çömez devletini,bugün gündüz fenerle arıyoruz.19/02/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


17 Şubat 2019 Pazar

CUMHUR'UN BİR FERDİ OLARAK CUMHURBAŞKANI'NA SERZENİŞİMDİR



Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde, cumhur'un başı ve temsilcisi olarak, devlet başkanına Cumhurbaşkanı denir.
Bizim Anayasamıza göre de; Cumhurbaşkanı, devletin başıdır.Cumhurbaşkanı, devlet başkanı sıfatıyla, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder,anayasanın uygulanmasını,devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.
Cumhurbaşkanı, görevine başlarken,Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde özetle;Cumhurbaşkanı sıfatıyla,Devletin varlığı ve bağımsızlığını,vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına,anayasaya,hukukun üstünlüğüne ,demokrasiye bağlı kalacağına,üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusu ve şerefi üzerine yemin eder.
Cumhurbaşkanlarına, cumhur'un her ferdinin, sevmeseler de, saygı gösterme yükümlülükleri vardır.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Cumhurbaşkanlarının şeref ve haysiyetlerinin daha bir özenle korunmasını sağlamak amacıyla, Türk Ceza Kanununa, Cumhurbaşkanına yönelik hakaret suçları için özel bir düzenleme getirilmiştir.
Cumhurbaşkanları da, anayasanın kendisine verdiği görevleri,devletin başı ve herkesin cumhurbaşkanı olduğunu,devlet başkanı sıfatıylaTürk Milletinin birliğini temsil ettiğini,Türk Milletinin bölünmez bütünlüğünü koruma ve tüm göreverini tarafsızlık içinde yerine getirme yükümlülüklerinin olduğunu, asla unutmamalıdırlar.
Tüm bu anayasal zorunluluklara rağmen,bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan ve aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan ERDOĞAN, anayasnın bu açık hükümlerine rağmen,maalesef Cumhurbaşkanı gibi davranamamaktadır.
Milletin bölünmez bütünlüğünü ve birliğini sağlayacak yerde,milleti bölmekte ve ayrıştırmaktadır.
İttifak yaptığı MHP dışındaki tüm siyasi partileri ve onlara oy veren büyük halk kesimini,zillet ittifakı olarak nitelemekte,PKK ve Kandil ile işbirliği içinde olmakla suçlamaktadır.
Bu suçlamaları yaparken, şöyle kendi politik yaşam hayatındaki film makarasını geriye sararak izleyip düşünme gereği duymamaktadır, mazisini yok sayarak,mazide PKK ve Kandil ile yapmış olduğu ittifakı görmezden gelmektedir,kendisini sütten çıkan ak kaşık ile bir tutmaktadır.
İşin en acı yanı da,AKP Genel Başkanı sıfatıyla dahi söylenmeyecek hakaret niteliğindeki suç teşkil eden çok ağır sözleri, çok rahat bir şekilde sürekli muhalefet partileri ve onların liderleri için sarf edebilmektedir.
Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda yaptığı bir konuşmada,ana muhalefet partisi liderini sen ezandan,kuran'dan Müslümanlıktan ne anlarsın diyerek,adeta dinsizlikle suçlama hakkını dahi kendisinde görebilmiştir.
Bir insanın Müslüman olup olmadığı,kalbinde gizlidir ve bu konudaki değerlendirmeyi yapma hak ve yetkisi de, Cumhurbaşkanına değil,Yüce Allah'a aittir.
Cumhurbaşkanı,bulunduğu makama yakışmayan söz ve davranışlarıyla; uygulanmasını sağlamakla görevli olduğu anayasayı ve göreve başlarken namusu ve şerefi üzerine yaptığı yeminini sürekli ihlal etmektedir.
Haydi hepsinden vaz geçtik, tüm bu anayasa ve görev ihlallerini yaparken, Cumhurbaşkanı gömleği ve şapkasının altına sığınmakta,Cumhurbaşkanına yakışmayan,Cumhurbaşkanının görevi içine girmeyen söz ve davranışlarından dolayı kendisine yönelik hak ettiği mukabil ağır eleştirileri,Cumhurbaşkanı sıfatıyla değerlendirerek,bu haklı eleştirileri Cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirerek, hiç hak etmediği halde,Türk Ceza Kanununun korumasından yararlanmaya çalışmaktadır.
Bu ise, asla ve asla,vicdanlara ve yiğitliğe sığmamaktadır.
Cumhurbaşkanı artık bir tercih yapmak zorundadır.Ya anayasal bir Cumhurbaşkanı olarak,Türk Milletinin birliğini temsil edecek,cumhurun tümünü, ayrım yapmadan bağrına basacak,tarafsız olacak veya AKP Genel Başkanı olarak,çok sevdiği gerginlik politikasının gereği, bilerek veya bilmeyerek rakiplerine karşı sarf ettiği suç teşkil eden sözlerinden dolayı maruz kalacağı ağır eleştiriler karşısında, yiğitçe davranacak ve Cumhurbaşkanına hakaret şemsiyesine sığınmayacaktır.
Ülkemizde bağımsız bir yargı olmuş olsaydı, savcılar ve hakimler; Cumhurbaşkanının,AKP Genel Başkanı sıfatıyla ve siyasi kişiliği ile rakiplerine sarf ettiği hakaret oluşturan çok ağır sözlerine cevap niteliğindeki karşı sözlerin, Cumhurbaşkanlığı makamına yönelik sözler sayılamayacağını ve Cumhurbaşkanına hakaret suçunun oluşamayacağını pek ala söylerlerdi ama,malesef ülkemizde bağımsız yargı olmadığı için, Cumhurbaşkanı çok rahat bir şekilde hareket edebilmektedir.
Ne diyelim,her Millet hak ettiği şekilde yönetiliyor.
Bugün doğum günüm,beni kutlayan tüm okurlarıma ve dostlarıma, gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. 17/02/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



11 Şubat 2019 Pazartesi

DOMATES BİBER PATLICAN


Geçtiğimiz gecelerden birinde, TRT'nin izlediğim tek kanalı olan TRT Müzik kanalını izlerken, gecenin geç saatinde rahmetli Barış MANÇO çıktı sahneye ve o meşhur, bugün gündemde olan ve hükümeti devirmeye teşebbüs eden üçlü çete,gizli silahlı terör örgütü olan, Domates Biber Patlıcan şarkısını söylemeye başladı.
Domates biber patlıcan sözlerini duyunca,gecenin bu geç vaktinde Domates Biber Patlıcan Silahlı Terör Örgütü darbe girişiminde mi bulunuyor diye ödüm koptu.
Hemen pencereden caddeye baktım,darbe girişimini önlemek için halk sokaklara çıkmış mı diye,halktan kimseyi göremedim,kulağımı verdim, hani bir sela sesi falan var mı diye,sela sesi de duymadım ve oh diyerek derin bir nefes aldım.Demek ki;bu şarkıyı, TRT tesadüfen programına koymuş.ama düşünmeye de başladım, TRT Müzik Kanalının yöneticileri,nasıl olur da böyle bir gaf yapabilir diye.
Öyle ya,domates,biber ve patlıcan fiyatları aldı başını gidiyor,tüm özgürlükleri elinden alındığı halde seslerini çıkarmayan halkımız;yaz sebzeleri ve hormonlu olmalarına,bu nedenle sağlığa zararlı bulunmalarına rağmen,kışın da sürekli tükettikleri domates,biber ve patlıcan fiyatlarının aşırın yükselmesini bir türlü hazmedemedi ve mevcut siyasi iktidara diş bilemeye başladı,önümüzde 31 Mart Belediye seçimleri de var,bu nedenle siyasi iktidarı bir telaş aldı demeyin gitsin.
Siyasi iktidar,baktı ki domates,biber ve patlıcan çetesi tehlikeli, hükümeti devirecek ilk tedbir olarak,domates,biber ve patlıcan üçlüsünü,PKK'nın da önüne geçirerek ilk sıradan hemen terör örgütleri listesine dahil ettiler,domates biber ve patlıcan demek, süresiz yasaklandı,domates biber ve patlıcan'a ilişkin her türlü habere, mahkemelerce gizlilik kararı verildi!
Domates,biber ve patlıcan dikimi ve üretimi kotaya bağlandı,hükümetin sıkı kontrolüne alındı,domates, biber ve patlıcan devletleştirildi,alım ve satımı devletin ve belediyelerin kontrolü altına alındı!
TRT Müzik Kanalı yöneticilerinin, bu yasaklama ve gizlilik kararına rağmen, Barış Manço'nun yıllar önce gizlice kurduğu domates biber patlıcan ismli bu silahlı terör örgütünün reklamını yapmaları nedeniyle,işten el çektirilerek tutuklandıklarını basından izledik!
Barış Manço rahmetli sağ olmadığı için paçayı sıyırdı,ama evrensel hukuka göre, cezai sorumluluk şahsi olmasına rağmen,onun yerine çocukları hakkında,hükümeti devirmeye teşebbüs etmek amacıyla gizli silahlı örgüt kurmak suçunu işledikleri iddiasıyla soruşturma açıldığını duymuş bulunuyoruz!
Yakında, domates,biber ve patlıcan tüketimi yasaklanırsa, ona da şaşmamak ve hazırlıklı olmak gerekir.12/02/2019
Güner YİĞİTBAŞI (Hukukçu)




10 Şubat 2019 Pazar

ŞEHİT


Vatanı uğruna,kutsal bir ülkü, ya da inanç uğruna savaşırken ölen kişiye verilen isimdir,şehit.

Hepimiz,çok eskiden beri şehit tanımını böyle biliriz.

Çanakkale'de,Kurtuluş Savaşında,daha sonra da,ülkenin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelen silahlı terör örgütleriyle mücadeleleri sırasında ölerek canlarını feda eden asker, güvenlik görevlisi ve halkımızdan milyonlarca şehit vermiş olan bir ülkeyiz.

Tüm şehitlerimizin ortak vasfı;vatanı,milleti,kutsal bir ülkü, ya da inanç uğruna ölmüş olmalarıdır.Dinen, bu şehitlerin sorgusuz ve sualsiz cennete gidecekleri kabul edilir.

AKP iktidarı döneminde, bu partimizin genel başkanı ERDOĞAN;bildiğimiz şehit tanımını da değiştirmiş ve kendi kafasına göre yeni şehitler icat ettiği gibi, şehitlerimiz arasında bir ayrımcılık yaparak,şehitlerimizi de ayrıştırmıştır.

ERDOĞAN'a göre,15.Temmuz Şehitleri,şehitlerin hası ve bir numarasıdır.Zira,ona göre; özellikle FETÖ'nün darbe girişiminde bulunduğu gece,çağrısı üzerine sokağa çıkan ve darbeciler tarafından öldürülerek şehit olanlar olmasaydı,belki hayatını ve hükümetini kaybedecekti.ERDOĞAN'a göre,15.Temmuz'un sokağa çıkan sivil halktan şehitleri, bu darbe girişimini önleyen yegane kişilerdir.Olabilir, bu görüşe saygı duyarız ama,bu görüş ve hissiyat, şehitler arasnda ayrım yapmanın haklı bir gerekçesi olamaz tabi.

Bakıyoruz, ERDOĞAN dün bir konuşma yapmış ve geçtiğimiz günlerde İstanbul'un Kartal ilçesinde,imar mevzuatına aykırı olarak yapıldığı için çöken bir binada enkaz altında kalarak ölen vatandaşlarımızı da, şehit ilan etmiştir.

İmar mevzuatına aykırı yapıldığını bile bile bir binada oturmayı göze alan,geliyorum diyen felaketi önceden bilen,devletin imar mevzuatına karşı çıkan insanlar, hangi gerekçeyle şehit ilan edilmişlerdir,anlayan beri gelsin ve bize de anlatsın lütfen.

Sayın ERDOĞAN ve partisi,İstanbul'u 25 ve ülkemizi 17 senedir tek başına yönettiği halde,yanlış ve popülist politikalarının iflasının sonucu olan ve çöken binanın altında kalarak can veren insanlarımızın ölümlerinden,vicdanen kendisini sorumlu hissettiği içindir ki;bu sorumluluğunu hafifletmek ve 31 Mart seçimleri öncesinde kendisine yönelecek tepkilerin hedefini şaşırtmak ve yeni bir gündem yaratmak amacıyla, bize göre asla şehit kabul edilmeleri mümkün olmayan,siyasal iktidarın ve kendilerinin hatalarının kurbanı olan kişileri şehit ilan ederek, artık bizleri hiç şaşırtmayan, alışık olduğumuz gerçek dışı bir söylemde bulunmuştur.

Kartal ilçesinde çöken binanın enkazı altında kalarak can veren vatandaşlarımızın şehit olmadıklarını,İmam Hatip Okulu Mezunu ve aynı zamanda imam olan Sayın ERDOĞAN bizden çok daha iyi bilmektedir.

Sayın ERDOĞAN,din eğitimi almış bir imam olarak;kendi siyasi geleceği için,bazı dini gerçekleri çarpıtmanın, etik ve din kurallarına aykırı olduğunu da, çok iyi bilmek durumundadır.10/02/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

ŞEHİT



Vatanı uğruna,kutsal bir ülkü, ya da inanç uğruna savaşırken ölen kişiye verilen isimdir,şehit.

Hepimiz,çok eskiden beri şehit tanımını böyle biliriz.

Çanakkale'de,Kurtuluş Savaşında,daha sonra da,ülkenin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelen silahlı terör örgütleriyle mücadeleleri sırasında ölerek canlarını feda eden asker, güvenlik görevlisi ve halkımızdan milyonlarca şehit vermiş olan bir ülkeyiz.

Tüm şehitlerimizin ortak vasfı;vatanı,milleti,kutsal bir ülkü, ya da inanç uğruna ölmüş olmalarıdır.Dinen, bu şehitlerin sorgusuz ve sualsiz cennete gidecekleri kabul edilir.

AKP iktidarı döneminde, bu partimizin genel başkanı ERDOĞAN;bildiğimiz şehit tanımını da değiştirmiş ve kendi kafasına göre yeni şehitler icat ettiği gibi, şehitlerimiz arasında bir ayrımcılık yaparak,şehitlerimizi de ayrıştırmıştır.

ERDOĞAN'a göre,15.Temmuz Şehitleri,şehitlerin hası ve bir numarasıdır.Zira,ona göre; özellikle FETÖ'nün darbe girişiminde bulunduğu gece,çağrısı üzerine sokağa çıkan ve darbeciler tarafından öldürülerek şehit olanlar olmasaydı,belki hayatını ve hükümetini kaybedecekti.ERDOĞAN'a göre,15.Temmuz'un sokağa çıkan sivil halktan şehitleri, bu darbe girişimini önleyen yegane kişilerdir.Olabilir, bu görüşe saygı duyarız ama,bu görüş ve hissiyat, şehitler arasnda ayrım yapmanın haklı bir gerekçesi olamaz tabi.

Bakıyoruz, ERDOĞAN dün bir konuşma yapmış ve geçtiğimiz günlerde İstanbul'un Kartal ilçesinde,imar mevzuatına aykırı olarak yapıldığı için çöken bir binada enkaz altında kalarak ölen vatandaşlarımızı da, şehit ilan etmiştir.

İmar mevzuatına aykırı yapıldığını bile bile bir binada oturmayı göze alan,geliyorum diyen felaketi önceden bilen,devletin imar mevzuatına karşı çıkan insanlar, hangi gerekçeyle şehit ilan edilmişlerdir,anlayan beri gelsin ve bize de anlatsın lütfen.

Sayın ERDOĞAN ve partisi,İstanbul'u 25 ve ülkemizi 17 senedir tek başına yönettiği halde,yanlış ve popülist politikalarının iflasının sonucu olan ve çöken binanın altında kalarak can veren insanlarımızın ölümlerinden,vicdanen kendisini sorumlu hissettiği içindir ki;bu sorumluluğunu hafifletmek ve 31 Mart seçimleri öncesinde kendisine yönelecek tepkilerin hedefini şaşırtmak ve yeni bir gündem yaratmak amacıyla, bize göre asla şehit kabul edilmeleri mümkün olmayan,siyasal iktidarın ve kendilerinin hatalarının kurbanı olan kişileri şehit ilan ederek, artık bizleri hiç şaşırtmayan, alışık olduğumuz gerçek dışı bir söylemde bulunmuştur.

Kartal ilçesinde çöken binanın enkazı altında kalarak can veren vatandaşlarımızın şehit olmadıklarını,İmam Hatip Okulu Mezunu ve aynı zamanda imam olan Sayın ERDOĞAN bizden çok daha iyi bilmektedir.

Sayın ERDOĞAN,din eğitimi almış bir imam olarak;kendi siyasi geleceği için,bazı dini gerçekleri çarpıtmanın, etik ve din kurallarına aykırı olduğunu da, çok iyi bilmek durumundadır.10/02/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

4 Şubat 2019 Pazartesi

KADININ ADI




Partilerimizin yerel seçim aday listelerini görünce, kadınlarımız adına üzülmemek mümkün değil.
Aday listelerine bir bakıyoruz,kadınlarımız yine hak ettikleri yerde değiller.
Listelerde o kadar az kadın adı var ki,bakınca kadınları arayıp bulmakta zorlanıyorsunuz,yeryüzünde nüfusun çoğunluğunu sanki erkekler oluşturuyor da, Dünya da kadın kıtlığı var zannediyorsunuz.
Oysa ki; Dünyadaki her iki kişiden biri kadın.Bu gerçek durum, ülkemiz için de geçerli tabi.
Hayret etmemek mümkün değil,iki kişiden birisi kadın olduğuna göre, nerede bu kadınlarımız?
Erkekleri kadın doğurmuyor da,Melekler gibi gökyüzünden iniyor sanki.
Kadının adı yok gerçekten ülkemizde.
Evde cefa çeken kadın.
Hem evde ve hem de dışarıda işte çalışarak, iki kat emek sarf eden kadın.
Çocukları doğurup emziren ve büyüten kadın.
Erkek çocuk doğuramadığı için maço eşleri tarafından horlanan ve suçlanan kadın.
Çocuk sahibi olamayan bir erkeğin,kendisinde hata aramadan,hamile kalamamakla ilk suçladığı kişi kadın.
Geçinemediği,kendisine şiddet uyguladığı için eşinden ayrılmaya hakkı olmayan,bunu denediğinde öldürülen kadın.
Haydi boşanmayı başardı,başka bir ekekle evlenmeye kalktı diye eski eşi tarafından yaralanan ve/veya öldürülen kadın.
Küçücük yaşta,koca koca adamlarla imam nikahıyla evlendirilen ve çocukluğunu dahi yaşaması elinden alınan kadın.
Kıyafetinden, çalışıp çalışamayacağına kadar yaşımına dayatma ile müdahale edilen kadın.
Ülkemizde bu kadar hor görülen, erkeklerle birlikte eşit yurttaş olmadıklarına inanılır hale getirilen kadınlarımız,siyasi partilerimize hakim olan erkek politikacılar tarafından da aynı şekilde görülüyorlar ki, aday listelerinde kadınlarımızı görmek,çölde vaha görmek gibi oluyor.
Biz, kadınlarımızın ülkemizde düşürüldükleri bu duruma üzülüyoruz.
Ama,bizi üzen önemli bir neden daha var.O da şu;kadınlarımıza, 1930 lu yılların başında çoğu ülkede olmayan,seçme ve seçilme hakkını veren ATATÜRK'ün partisi Cumhuriyet Halk Partisinin listelerinde de, kadınlarımızın hak ettikleri oranda yer bulamamasıdır.
Bu durum,çok düşündürücü ve üzücüdür. 04/02/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


1 Şubat 2019 Cuma

ÇOK YAZIK!...


Gerçekten çok yazık.
Hepimiz çok iyi biliyoruz,bazı politikacılarımız, söylemleriyle ülke insanlarını,etnik kökenlerine,dinlerine, mezheplerine,kültürlerine,okudukları okullara,dinledikleri veya dinlemedikleri müzik türlerine,oturdukları mahallelere,oy verdikleri siyasi partilere,tuttukları spor kulüplerine bakarak bölmüş,kamplara ayırmış ve ayrıştırmışlardır,bu durumu üzülerek izliyorduk,ama içimizde yine de bir umut ışığı vardı, belki yanılıyoruz ve konuyu abartıyoruz diye düşünüyorduk.
Ancak,bugün sabah bizzat yaşadığım bir olay nedeniyle, ben de artık tamamen inandım ki,bu ülke insanları gerçekten ayrışmışlar,birbirimize saygımız ve tahammülümüz kalmamış artık,ülkemiz adına ortak milli duygularımız adına gerçekten çok üzücü ve yazık.
Bu ülkenin bazı gerçekleri var,okumuşu,okumamışı,kültürlüsü,cahili,entel'i,entel olmayanı,bu ülkede aynı toprak parçası üzerinde ve aynı bayrak altında yaşayan ve yaşamaya da devam edecek olan seksen milyon insan,ülkenin bu yapısal gerçeklerini bilmek ve bu gerçeklere saygılı ve hoş görülü olmak zorundadır.
Nedir bu ülkenin bazı gerçekleri?
Hepimiz biliyoruz ki;ülkemizde, etnik köken olarak,Türk'ünden,Kürdüne, Rumuna,İsraillisine,Arabına,Çerkezine,Abazasına,Boşnağına mensup,inandıkları dinlere ve mezheplere göre de çok çeşitli,mozaik misali değişik renkten insan,Türk üst kimliği ile barış içinde birlikte yaşamaktadır.
Çeşitli renklerden oluşan bu mozaiği teşkil eden insanların, kendilerine has bir kültürleri vardır, müzik kültürü de buna dahildir.
Bu nedenle,aynı toprak parçasının değişik ortam ve gruplarında birlikte olmak ve yaşamak durumunda kalan değişik kültürden insanların, birbirlerinin beğenilerine, tercihlerine saygılı ve hoş görülü olmaları,çıktıkları ve geldikleri yerleri asla unutmamaları gerekir.
Ben,İlk Okula 1955 senesinde beş sınıf da bir arada okuyan bugün il olan o tarihte yolu,suyu ve elektriği dahi olmayan köyden farksız Şırnak'ta başladım ve iki sene orada okudum, babamın ve daha sonra da benim memuriyetim nedeniyle, ülkenin her bölgesinde yaşadım ve o farklı mozaiğin her rengini, gördüm tanıdım ve özümsedim.Bu nedenle; hiçbir ayırım yapmadan, kendimi o mozaiğin ayrı ayrı her bir parçası olarak kabul ettim ve her bir parçasına saygı duydum, bundan dolayı da hiç pişman değilim,bilakis çok memnun ve mutluyum. 01/02/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu