30 Temmuz 2020 Perşembe

BUGÜN KURBAN BAYRAMI



Bugün kurban bayramının ilk günü.
Sabah erkenden kalkarak,seccademizi koltuğumuzun altına sıkıştırarak, mahallemizdeki en yakın camiye koştuk, bayram namazı için.
İyi ki, seccademizi yanımıza almışız.Zira,caminin içi hıncahınç dolmuş, büyük bir ilgi var,biz de getirdiğimiz seccadiyeyi avluda bulduğumuz uygun bir yere sererek bayram namazımızı eda edeceğiz.
Etrafımızda,yüzleri gülen birbirlerine selam veren,günaydın diyen ve yakınlık gösteren yüzlerce insan var.Hepsi mutlu ve geleceğinden umutlu,huzurlu oldukları her hallerinden belli oluyor.
Ezan okunuyor,herkes huşu içinde ezanı dinliyor ve bir yandan da namaz için vaziyet alıyorlar.
İmam efendi,tüm cemaate bayram namazını kıldırdı ve namaz sonrası bayram hutbesini okudu.
Hutbede;kurban bayramının mahiyeti hakkında bilgiler verdikten sonra,insanların sahip olmaları gereken güzel ahlaktan bahsetti,insanların öncelikle ahlaklı,dürüst ve namuslu olmaları gerektiğini,hırsızlığın ve yolsuzluğun,kul hakkı yemenin,yalan söylemenin,insanların arkasından konuşarak dedikodu yapmanın, dinimize göre büyük bir günah ve haram olduğunu izah etti, enine boyuna.
İslamın;manevi güzelliklerinden bahsetti,İslamın farz kıldığı namaz,oruç gibi eylemli ibadetleri kadar,insanların kalp temizliğine sahip olmalarını,dürüst ve namuslu olmalarını,kimsenin canında,namusunda ve malında gözlerinin olmaması gerektiğini anlattı.
Sonunda;cemaatin ölmüş yakınlarına,en başta ülkemizin kurtarıcısı ve laik cumhuriyetin kurucusu ATATÜRK olmak üzere,ülkeye hakkı ve hizmeti geçen tüm devlet adamı ve asker büyüklerimize ve edadımıza, dualar etti imam efendi.Cemaatte bu dualara aynen iştirak etti.
Sonunda, tüm cemaat, birbirlerine iyi bayram dileklerini ve kutlamalarını ileterek dağıldı.
Biz de evimize geldik, yanımızdaki aile yakınlarımızla birlikte.
Hemen evin bahçesine geçtik,ailenin büyüklerinden amcam, kurban kesmesini bildiği için,gerekli hazırlıklarını yaptı, dualarını okudu ve hayvana eziyet çektirmeden bir çırpıda kesti ve hayvan bir süre sonra tamamen cansız kalınca, kesimin düğer işlemlerini tamamladı.
Çocuklar, kesim sırasında bulundurulmadı.Daha sonra, parçalanan etlerin,ciğer,böbrek gibi unsurların içine konulacağı küçük kapları ve tepsileri o minicik elleriyle çocuklar getirdiler ve onlar da kurban kesiminin sonunda bizlere katılmış ve katkı sunmuş oldular.
Kurban bayramında,çay,peynir,zeytin ve yumurta gibi yiyecek ve içeceklerin yer aldığı klasik kahvaltı yapılmaz biliyorsunuz.Kesilen kurbanın karaciğeri, böbrekleri,pirzolası biraz bekletilerek pişirilir ve kahvaltı olarak bunlar yenir afiyetle,bu nedenle de kahvaltı biraz gecikir tabi.
Biz de böyle,alışılmışın dışında, bir kurban bayramı sabahına has kurban etli kahvaltı yaptık.
Daha sonra herkes bayram kıyafetlerini giydiler ve evin en geniş yeri olan salonda toplandık ve başladık bayram kutlamasına.
Küçükler,büyüklerinin ellerini öpüyorlar,büyükler küçükleri bağrına basarak onları yanaklarından öpüyorlar,biz büyükler de sarılıp öpüşüyoruz ve bayramlaşıyoruz, sonrasında, büyüklerin pamuk elleri ceplerine giriyor ve ceplerinden çıkardıkları paraları küçük çocuklara vererek, onları sevindiriyorlar.Parayı alan çocukların yüzlerinde beliren sevinç ve gözlerindeki parlaklık, gerçekten görülmeye değer.
Paraları alan çocukları artık evde tutmak ne mümkün,bayramda kazandıkları paraları;günler öncesinden hayal ettikleri gibi,mahallede kurulan panayırımsı luna parktan bozma küçük dönme dolaplara ve salıncaklara binerek,mantar tabanca alıp patlatarak,tabanca alamaya gücü yetmeyenler de, aldıkları mantarı tele takıp havaya atıp yere çarptırarak patlataarak keyif almak için harcamak üzere zamanla yarışan çocuklar,çoktan mahallede kurulan panayıra ulaştılar bile.
Çocukları, bu şekilde kendi çocuk dünyalarını yaşamaları ve eğlenmeleri için gönderen biz büyükler ise;bayramın ilk günü, kurban kesme telaşı ve kendilerinden küçük olan akraba,dost ve komşularının bayram ziyereti için gelmelerini,kulağımız kapının zilinde beklemeye başlıyoruz.
Bir zil sesi duyuyoruz,bayram konuğu geliyor zannederek, kendimize bir son çeki düzen veriyoruz,kapıya koşuyoruz,bakıyoruz mahallenin küçük çocukları,içeri girmiyorlar ve hemen bayramınız kutlu olsun diyerek ellerimize sarılıyorlar ve öpmeye çalışıyorlar,sonra yüzünüze bakarak, küçük de olsa, nakit bir harçlık bekliyorlar,şekeri ikramdan saymıyorlar haklı olarak,ellerine geçen bu bayram fırsatını en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar,ben çocukların bu istekerini çok iyi bildiğim için, az da olsa bayram harçlığı vererek çocukları sevindirmeyi yeğliyorum.
İşte, bayram bu şekilde başlayarak devam edip giderken,dışarıdan, sokaktan bir ses; “gevrekçi,var taze gevrek,gevrekçi,gevreğim el yakıyor”
Hay aksi şeytan,uykum çok hafif olduğu için,gece geç yatmama rağmen,gördüğüm bir günlük bayram mutluluğunu yaşadığım rüyamdan ve uykumdan uyanıyorum, gevrekçinin bu sesiyle.
Keşke, bu gördüklerim ve yaşadıklarım gerçek olsaydı diyorum, hayıflanarak.
Rüya görmüş olsam da,bu bayram mutluluğunu,bayram boyu yaşamak istiyorum.
İçinde bulunduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen;sizlere de,bu rüya tadında güzel ve mutlu bir bayram geçirmenizi diliyorum,hepinizin bayramı kutlu ve mutlu olsun. 31/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Y A L A N C I



Gerçek olmayan şeyleri,gerçekmiş gibi söyleyerek, buradan kendisine maddi ve manevi haksız bir çıkar sağlamayı,muhataplarını aldatarak yanıltmayı huy edinmiş kişilere yalancı denir.
Yalancının tarifinden de anlaşılacağı üzere,yalan söylemek ve yalancılık, insanlara özgü kötü bir huydur.
Bu nedenle yalan söylemek ve yalancılık yapmak,İslam dahil tüm dinlerde yasaklanmıştır.
Yalan söyleyen,gerçek dışı konuşan kişiler;insanen de, dinen de makbul kişiler değildir.
Aslında, yalancılık bir huy olmakla birlikte,yalancılık ve yalan söylemek,bunu huy edinmek, o insanın aciz olduğunu,bu aczini söylediği yalanlarla örtmeye çalıştığını gösterir.
Bu nedenle,toplumda yalan söyeleyenler yalancılık yapanlar, asla sevilmezler.
Yalancılar,gerçek dışı konuşan yalan söylemeyi huy edinenler,yalan söylemeyi o kadar alışkanlık haline getirirler ki;zaman içinde, kendi söyledikleri yalanlara, kendileri de inanmaya başlarlar,arada bir doğruları söylediklerinde de,kendilerini yalanlamış olurlar farkında olmadan
Örneğin;iki kişi bir araya gelip barışçıl anayasal gösteri haklarını kullanmaya kalkıştıklarında,hemen emrindeki polis gücüyle göstericilerin kafalarına vuran ve göstericileri bastıranlar;aynı barışçıl bir gössterinin, başka bir ülkelerde yapılması ve göstericilerin aynı polis gücüyle bastırılması halinde, bunun antidemokratik bir engelleme olduğunu savunarak eleştirmeye kalkışırlar ve çelişkiye düşerler.
Velhasılı; yalan ve yalancılık,gelir ve sonunda yalancının kendisini vurur.
Bunlaı niçin yazıyoruz?
Tahmin etmiş olmalısınız.
Yalan söylemenin dinen de hoş karşılanmadığını, günah olduğunu hepimizden iyi bilmesi gereken bir koltukta oturan Diyanet İşleri Başkanı,24.Temmuz da, AYASOFYA'nın bütünüyle ibadete açılması töreninde konuştuğu Cuma hutbesinde;ATATÜRK'ü kast ederek,AYASOFYA'yı müze yapanların lanetleneceğini söyledi.Bu söylem kocaman bir yalandı tabi.Bunun yalan olduğunu Diyanet İşleri Başkanı da çok iyi biliyordu.
ATATÜRK,İngiliz işgalindeki İstanbul'lu ve AYASOFYA'yı işgalden kurtaran bir vatanseverdi.
Kutsanan AYASOFYA;İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet tarafından elde edilen bir ganimet olarak, camiye çevrilen Bizans eseri bir kiliseydi.Kilise olması nedeniyle, ne kadar tadilat yapılsa da,Dünya kültür mirasi bazı fresk ve resimlere dokunulamıyordu,bunlar yok edilemiyordu.Bunlar ise, İslami inanışa göre ibadet yapmaya engeldi.
Bu nedenle,24.Temmuz.2020 de yeniden ibadete açılan AYASOFYA'nın sakıncalı fresk ve resimleri,teşbihte hata olmaz,namaz süresince Hacivat ve Karagöz benzeri perdelerle kapanıp açılacaktı.Şart mıydı, bu kadar bol caminin olduğu,hemen yanıbaşında duran Sultan Ahmet Camisine rağmen, AYASOFYA'nın cami olarak ibadete açılması?
Fatih Sultan Mehmetin Vakfıyesi imiş ve Dünya var oldukça cami olarak hizmet verecekmiş,müze yapılamazmış,müze yapan ATATÜRK lanetlenecekmiş.
Bu söylem,Fatih Sultan Mehmeti tanrı yapmak ve Allaha şirk koşmaktır.
Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanı;sapık inanç ve amaçlarını gerçekleitirmek uğruna,ATATÜRK'e lanet okuyan beyanlarıyla,yalan söylemiş,Allahtan sonra tüm kazanımlarını borçlu olduğu bu ülkenin kurtarıcısı ve devletimizin,Laik Cumhuriyetin kurucusuna, nankörlük yapmış,Bizans eseri bir kiliseyi kutsamıştır.
Bunun putpereslikten ne farkı vardır?
Yalan söyleyen,Laik Cumhuriyete ve onun kurucusu ATATÜRK'e meydan okumaya kalkışan Diyanet İşleri Başkanı,kamuoyundan gelen haklı eleştiriler karşısında,bu tür sözde kabadayıların yaptıkları gibi,çark ederek söylediklerini inkara kalkışmış,ölmüş olan ATATÜRK'e beddua edilemeyeceğini,lanet okunamayacağını, ancak dua edileceğini açıklamak zorunda kalarak,farkında olmadan kendince bir kez daha yalan söylemiştir.
Zira,Diyanet İşleri Başkanı, ölmüş olan ATATÜRK'e, özel günlerde ve hutbelerinde hiç dua etmemiş.adını dahi anmamış,bilakis,keşke Yunan kazansaydı diyerek ve devamla ATATÜRK'e hakaret ve beddua eden,Fesli deli Kadir gibi,ATATÜRK düşmanı vatan haini kişilere,VİP ziyaretler yapmış ve saygı göstermiştir.
Yine de bir açık kapı bırakıyoruz.Diyanet İşleri Başkanının;bizim bilmediğimiz. ATATÜRK'e yönelik iyi sözleri ve duaları varsa,kendisini bunları kamuoyuna açıklamaya ve yayınlamaya davet ediyoruz.
Aksi halde;yalancılık yaftası,Diyanet İşleri Başkanının boynunda asılı olarak kalmaya devam edecektir.27/07/2020


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Temmuz 2020 Cumartesi

CHP KURULTAYINDA KILIÇDAROĞLU'NUN YAPTIĞI KONUŞMA



CHP'nin 37.Olağan Kurultayında mevcut genel başkan ve tek aday KILIÇDAROĞLU'nun yaptığı yaklaşık bir saati aşkın konuşmasını, canla ve başla dinledik.
Genel hatlarıyla olumlu ve güzel bir konuşmaydı.
KILIÇDAROĞLU;ülkenin sorunlarını, beş ana noktada toplayarak açıkladı,eleştirdi ve bu sorunların çözüm yollarını da 13. maddelik çözüm manifestosu ile açıladı.
Kılıçdaroğlu ve CHP'liler 37.Olağan Kurultayını, iktidara yürüyüş kurultayı olarak ilan ettiler.
Bu iddialarını, sanırım,Millet İttifakı ile elde edilen yerel yönetim seçim başarı ve iktidarına ve bu yerel yönetim iktidarlarında CHP'li Belediye Başkanlarının gösterdikleri başarı ve performanslarına güvenerek kamuoyuna açıkladılar.
Bize göre,CHP; yerel seçimlerdeki başarılarında, Millet İttifakına dahil olan veya olmayan muhalefet partilerinin seçmenlerinden aldıkları oylara da borçlu olduklarını,alınan tüm oyların kendi öz oyları olmadığını asla unutmamalıdır.
Millet İttifakı desteği ile de olsa kazanılan yerel seçim başarısı ile CHP'den belediye başkanlıklarını kazanan başkanların,oturdukları koltuklarda yaptıkları ve yapacakları başarılı hizmetlerin,belli bir oranda oy olarak CHP'ye geri döneceği bir gerçek ise de,bu geri dönüşün, Millet İttifakına dahil muhalefet partilerinin tabanına mensup tüm seçmenlerin oylarının da CHP'ye yöneleceği şeklinde olacağını, kimse düşünmemelidir.
CHP yönetimi bu gerçeği gördüğü içindir ki;ittifaksız tek başına iktidar olacaklarını söyleyememektedirler.Nitekim,KILIÇDAROĞLU da kurultay konuşmasında,bunu açıkça vurgulayarak, dostların da yardımlarıyla iktidar olacaklarını açıklamak zorunda kalmıştır.
Hal böyle iken,CHP'nin 37.Kurultayı iktidar olma,iktidara yürüme kurultayı olarak açıklaması, bize göre hoş olmamıştır.Bu beyan, başarılması zor ve çok iddialı bir beyan olup, çok iddialı olan bu iktidara yürüme beyanı,yerel seçimlere benzemeyen,tamamen farklı olan genel seçimlerde,Millet İttifakına dahil olan ve olmayan partileri ve tabanlarını olumsuz etkileyebilir ve parti tabanımız acaba CHP'ye kayarak tabanımızı yitirirmiyiz endişesine sevk edebilir,seçmen tedirgin olabilir.
Bu nedenle CHP'nin bu 37. Kongresini; iktidara yürüyüş olarak değil,ülkede AKP iktidarı tarafından yok edilen ATATÜRK ilkelerine dayalı Laik Cumhuriyeti, demokratik rejimi,demokrasiyi ve özgürlükleri yeniden kazanma,parlamenter sisteme geri dönme,tahrip edilen ülke ekenomisini onarma,yok edilen ülkenin birliğini ve kardeşliğini yeniden tesis etme,yok edilen yurtta sulh ve cihanda sulh dış politikasına geri dönme,yok edilen en başta liyakat olmak üzere, devlet yönetimine dair geleneklere geri dönme kurultayı olarak açıklamalı ve bunu tüm dostlarla birlikte sağlamaya kararlı olduklarını,CHP önderliğinde tüm muhalefet blokunu kucakladıklarını açıkça kamuoyuna ilan etmeliydi.
İçimizde yara olarak kalan bir eksik de vardı bu konuşmada.
AYASOFYA'nın ibadete açılışının, 24 Temmuz Lozan Anlaşmasının 97.yıldönümüne bilerek denk getirilmesine,Lozan kutlamalarına kulaklarını tıkadığı gibi,kutlamak isteyenlere de engel olan ANITKABİR ziyaretlerini yasaklayan,AYASOFYA'nın açılışı bahanesiyle kılıç kuşanarak yaptığı konuşmasında ATATÜRK'e hakaret ederek lanet okuyan,Laik Cumhuriyet ve ATATÜRK ile hesaplaşmaya kalkışan Diyanet İşleri Başkanı ile onu kullanan AKP Genel Başkanının bu aymazlıklarına cevap verilmeyerek sessiz kalınmasını yadırgadığımızı,bu sessizliğin hiçbir haklı nedeninin olamayacağını,Laik Cumhuriyete ve ATATÜRK'e yapılan saldırıya cevap verilmemesini,Laik Cumhuriyete ve ATATÜRK'e meydan okunmasının hafife alınmasını,AKP'nin kışkırtmalarına ve oyununa gelmek istemedikleri savunmasını, asla kabul etmediğinizi, belirtmek istiyoruz.25/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Temmuz 2020 Perşembe

SİL GÖZYAŞLARINI SULTAN AHMET



Bugün, senin için zor bir gün biliyoruz.
Hüzünlenmekte,gözlerinden süzülen yaşlarda haklısın.
Seni çok iyi anlıyoruz.
Sil gözyaşlarını Sultan Ahmet.
Daha,yanıbaşındaki Sultan Ahmet Camisini dolduramıyorsunuz,Ayasofya'nın müze olmaktan çıkarılarak cami olarak ibadete açılmasını istemektesiniz diyerek,sana arka çıkanlar,ne olduysa birden fikir değiştirerek,yanıbaşındaki Ayasofya'yı, sana rakip olarak ibadete açacaklar bugün.
Gerçek İslamda asla yeri olmayan bir hata işleyerek,Ayasofya'nın ibadete açılışını siyasi bir gösteriye dönüştürdüler,ezan davetini yeterli görmeyerek, insanlar arasında ayrımcılık yapıp, sözüm ona 500 seçkin insana VİP namaz davetiyesi gönderdiler.
Üzülmekte ve gözyaşı dökmekte haklısın Sultan Ahmet.
Bizler biliyoruz ki;sen, milli ve yerli,temeli cami olarak atılan, en az Ayasofya kadar Dünya kültür mirası çok değerli bir esersin, sen de çok değerlisin,yıllardan beri,özde ve gerçek Müslüman İstanbul halkına, sessizce hizmet vermektesin ve vermeye de devam edeceksin.
Senin,dinen namaz kılmak için bir özürün,namaz zamanları kapanarak sonra açılacak, İslam inancı ile bağdaşmayan bir ayıbın yok.
Üzülme,bugün;bazı insanların,senin hemen yanıbaşındaki Ayasofya'nın açılışı için yapacakları göstermelik ve sahte davranışlara,yapacakları taşkınlık ve gösterilere,bazılarının gereksiz yere akıtacakları sahte sevinç gözyaşlarına aldırma.
Dedik ya,Ayasofya da; Bizanslıların, kendi dini inanışlarının gereği olarak yaptıkları bir ibadet yeri,kilise.Dünya kültür mirası değerli bir eser,ancak kiliseden dönme bir cami.Sen ise,temelden,doğuştan bir İslam eseri ve gerçek bir camisin.
Bugün, belki senin kapını çalacak, Cuma namazını senin kucağında eda edecek cemaat bulmakta zorlanacaksın,cemaatinde büyük bir azalma olacak.
Ancak,üzülme, buna takma kafanı,önemli olan nicelik, çok insan değil, nitelikli,gerçek ve özde Müslüman ve inanan,Allaha olan gerçek imanından dolayı Cuma namazına gelenlerdir.
Senin için,bundan önce olduğu gibi, ezan dışında, VİP davetiyeye gerek yok.
Oku ezanını o yanık sesinle,sıfatları ve makamları ne olursa olsun,gerçekten inanan,dini siyasete alet etmeyen,din tacirliği yapmayan,özde ve gerçek Müslümanlar gelsinler, Cuma namazlarını kılsınlar,sayıları kaç olursa olsun.
Sil gözyaşlarını, Sultan Ahmet. 24/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

21 Temmuz 2020 Salı

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ SİZİN NERENİZE BATIYOR?



Pınar GÜLTEKİN isimli 27 yaşındaki genç kadının erkek arkadaşı tarafından öldürülmesi,yine yüreğimizi dağladı.
Bu kaçıncı kadın cinayeti ülkemizde?
İnanın, ben gazete okuyan ve medyayı takip eden aydın bir kişi olarak, bu kadın cinayetlerinin sayısını tam olarak bilemiyorum,sadece ülkemizin medeni bir toplum olmadığını,toplumumuzda kadına değer verilmediğini,kadının yaşam hakkının korunamadığını tartışmasız ortaya koyan yoğunlukta olduğunu söyleyebiliyoruz.
Kadının değersiz olduğu,eşleri ya da sevgilileri tarafından hiç yerine öldürülen kadınların,bu öldürülme eylemlerinin baş sorumlusu ilan edildiği,her kadın cinayetinin kusur ve sebeplerinin kadına yüklendiği,her öldürülen kadını suçlu ilan eden soysuzların kol gezdiği ülkemizdeki 18 yıllık AKP ikitidarının bu ülkenin başında kaldığı sürece,AKP zihniyetinin kadına yönelik cinayetleri önleyemeyeceği gibi,bu cinayetleri giderek artıracağından emin olabilirsiniz.
Baksanıza,kadına yönelik aile içi ve dışı şiddeti önleme,kadını şiddetten koruma amaçlı İstanbul Sözleşmesine imza koyan iş başındaki AKP iktidarı,kendi imzasını inkar ederek bu sözleşmenin altındaki imzasını geri çekmeyi planlıyor.
İstanbul Sözleşmesi sizin nerenize batıyor efendiler?
Söyleyiniz lütfen.
Bu ülkede kadın bakanlığının ismi aile bakanlığı olarak değiştirildi,AKP iktidarı kadını değil aileyi korumaya kararlı.Aslında aileden amaç, ailenin diğer tarafı erkeği korumak,kadına şiddet uygulayan erkeğin huzurunu bozmamak,onu kadınsız bırakmamak.Kadını,kendisine kötü davranan,değer vermeyen,şiddet uygulayan kocasına ram etmek.
Bir kadın öldürülüyor ve hemen arkasından, aile bakanı bu cinayetin takipçisi olacağız, failin en ağır cezayı almasını sağlayacağız diye demeçler vermekle yetiniyor.
Biz artık kadınlara yönelik cinayetlerin önlenmesini,bunun için alınması gereken cinayetleri önleyici tedbirlerin alınmasını istiyoruz.Cinayet işlendikten sonra,failin alacağı ceza bizi ilgilendirmiyor,biz failin alacağı ceza ile ilgilenmiyoruz,bizim için önemli olan cinayetlerin işlenmemesi ve genci yaşlısı kadınlarımızın yaşatılmaları,cinayete kurban gitmemeleridir.
AKP iktidarı; kadını değil aileyi korumak istemekle, aslında,bu cinayetlere kurban giden kadınlarımızı suçlamakta, dolaylı olarak.
AKP iktidarı;kadınların,koşulsuz kocalarına itaat etmelerini,tüm geçimsizliklere ve kendilerine yönelik uygulanan şiddete rağmen, erkeğin eziyetlerine ve şiddetlerine karşı çıkmamalarını,kocalarını terkederek baba evine sığınmamalarını ve boşanma davaları açmamalarını,kadınlık ve insanlık onurlarını ayaklar altına alarak,kendilerine şiddet uygulayan kocalarına biat etmeye devam etmelerini istiyor.
Buna uymayarak evlerini ve kocalarını terkedip baba evine sığınan ve eşleri aleyhine boşanma davaları açan kadınların, öldürülmeyi hak ettiklerini düşünen ve İstanbul Sözleşmesinden caymanın planlarını yapan AKP iktidarının, kadın cinayetlerindeki başarısını ayakta alkışlıyoruz!
Bu yazıyı yazarken izlediğimiz habere göre,Pınar GÜLTEKİN'in öldürülmesini barışçıl olarak protesto eden kadınların, İzmir de polis tarafından gözaltına alındıklarını öğrenince,yazdıklarımızda ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha anlamış olduk.21/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

ERKEN VEYA BASKIN SEÇİM BEKLEYENLER GÜLDÜRMEYİN BİZİ


Muhalefetin bazı partilerinin lider kadroları,iktidardaki AKP'nin 2023'ü beklemeden,partinin prestiji ve oy oranı daha da azalmadan bir erken ve hatta bir baskın seçim yapabileceğini düşünmektedirler.
Bizce, AKP;yapılacak bir erken seçimle iktidardan düşeceğini çok iyi bilmekte olup,bu gerçeği bile bile, işgal ettiği ülkeyi istediği gibi kendi keyfince yönetme olanağını, kendi kararıyla, 2023 den önce niçin elinden kaçırsın?
AKP lider kadrosu,ülkeyi yönetme aklını yitirdi ama,kendi siyasi geleceğinin yok olacağı bir erken veya baskın seçim kararını alacak kadar aklını yitirmiş değildir.
AKP iktidarının şu andaki koalisyon ortağı MHP ile birlikte sahip olduğu meclis çoğunluğuna dayanarak çıkardığı ve çıkarmayı planladığı antidemokratik yasalara bir bakınız,bu yasaların bir erken seçim yapılacağı çağrışımını yapmadığını,bilakis baskıcı ve otoriter AKP iktidarının 2023'e kadar sürdürülmesine ve hatta 2023 de normal seçimleri daha yaptırmamayı amaçladığını, göreceksiniz.
Biz,erken seçim bekleyen ve bu konuda görüşler açıklayan bazı muhalefet partilerinin liderlerine karşı, yazdığımız önceki makalelerimizde de,halkın güvenini kaybeden ve yapılacak ilk seçimde iktidardan düşeceğini, muhalefetten daha iyi gören AKP iktidarının; bırakınız erken seçim yapmayı,2023 de normal tarihinde dahi seçim yapılmasını düşünmediğini dile getirmştik.
Aynı görüşümüzde bir değişiklik olmamıştır.
Erken veya baskın bir seçim bekleyen bazı muhalefet partilerinin bu beklentilerine, sadece gülüyoruz.Ancak, AKP iktidarından biran önce kurtulma adına da, bu konuda yanılmayı bekliyoruz.
AKP'den ayrılarak kurulan Gelecek ve Deva partilerinin, erken yapılacak olan bir seçime katılmalarının önleneceği gerekçesine de katılmıyoruz.
Diyelim ki,erken seçim kararı alındı ve DAVUTOĞLU ile BABACAN'ın partilerine seçimlere katılma engeli getirildi.
AKP lider kadrosu;Davutoğlu ve Babacan'a olan kinle onların seçimlere katılmalarını önleseler dahi,AKP den bu patilere yönelen seçmenlerin.asla AKP'ye geri dönmeyeceklerini ve AKP'ye bir daha oy vermeyeceklerini,ya seçimlerde oy kullanmayacakarını, ya da Millet İttifakına oy vereceklerini çok iyi biliyorlar,bunu bildikleri için de, bir erken seçim kararı almayı asla düşünmemektedirler.
Muhalefet partileri; ülkelerini seviyorlarsa,ülkeyi AKP işgalinden kurtarmak ve dini esaslara dayalı otoriter bir İslam Devletinin ülkemizde resmen kurularak hayata geçirilmesinin önüne geçmek istiyorlarsa,erken seçim beklentilerini bir kenara bırakarak ve bu çok zayıf ihtimali de düşünerek,Millet İttifakını güçlendirmenin hazırlılarını yapmalılar,bu ülkede söz hakları bulunan ve %10'un üzerinde Kürt seçmene sahip bulunan HDP'yi karalayarak dışlamaya bir son vererek,HDP'yi de Millet İttifakının içine almayı düşünmelidiler.
HDP allerjisi yüzünden, bu ülkenin ortak sahipleri ve eşit vatandaşları olan Kürt vatandaşlarımızın temsilcileri olan bu partiyi dışlayarak, Kürt vatandaşlarımızın oylarını yok sayan bir muhalefet,AKP'nin değirmenine su taşıdığını, asla aklından çıkarmamalıdır.
Muhalefeti akıllı olmaya davet ediyor ve HDP'ye karşı olan ve onları dışlamaya kalkışan bazı muhalefet partilerinin;bu davranışlarıyla,bu ülkeye ihanet içinde olduklarını,bu ülkenin ortak sahibi eşit yurttaşları Kürt seçmenleri yok saydıklarını ve sistem dışına ittiklerini,AKP'ye muhalefet yapmaya haklarının olmadığını buradan duyurmak istiyoruz. 21/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Temmuz 2020 Cuma

İKTİDARI UYARIYORUZ


Bugün günlerden 17/07/2020 Cuma.
Ayasofya'nın müze statüsünden çıkarılarak,hukuken olduğu gibi fiilen ibadete kapılarını açacağı ilan edilen 24/07/2020 Cuma gününe bir hafta kaldı.
İbadet yeri ve bir cami olmaktan çıkarılarak siyasallaştırılan, siyasi bir arenaya dönüştürülen,hilafet ve saltanat yanlısı,Cumhuriyet ve devrim,laik demokratik düzen karşıtı,ATATÜRK düşmanı kökten dincilerin simgesi haline getirilen Ayasofya'nın cami olarak yeniden ibadete açılışı fırsat bilinerek,virüs salgını sebebiyle alınacak tüm tedbirlere rağmen,camide ve çevresinde büyük bir izdiham yaşanacağını,niyeti üzüm yemek değil bağcı dövmek olan kökten dinci,siyasal İslam yanlısı etkin bir azınlığın;namaz sonrası cami çıkışında, çevrede taşkınlık yaparak antilaik ve yasa dışı gösteri yapacaklarını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Siyasal iktidar;virüs salgınını bahane ederek,seksen Baro Başkanlarının dahi gösteri yapmalarını sakıncalı bulup yasaklarken,yıllarca Ayasofya'nın ibadete açılmasını isteyen ve bekleyen,her fırsatta beyinlerinin içindeki İslami devlet düzenini hayata geçirme niyetlerini eylemleriyle açığa vurmaktan çekinmeyen hatırı sayılır sayıdaki etkin bir azınlığın çıkarmaları kuvvetle muhtemel nahoş olayların ve salgının yayılmasını önelemek için,Ayasofya'nın 24/07/2020 Cuma namazı ve bir törenle açılması kararını yeniden gözden geçirmeli ve bu açılışın, Cuma namazının eda edileceği 24/07/2020 Cuma günü bir törenle yapılması kararından vazgeçerek,açılışın bir Cuma namazı ve Cuma dışında sade bir günde, törensiz ve normal seyrinde yapılmasını sağlamalıdır.
Siyasi rant ve oy uğruna, daha da ötesinde,artık gizliliği kalmamış olan siyasi ajandasını gerçekleştirmek için Ayasofyanın ibadete açılışını bir merhale olarak kabul eden siyasal iktidar, ateşle oynamaktan vaz geçmelidir.
Aksi halde,hiç arzu etmediğimiz çıkması muhtemel taşkınlık ve olaylaradan siyasal iktidar sorumlu olacaktır.17/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



15 Temmuz 2020 Çarşamba

15 TEMMUZ'U DEMOKRASİ GÜNÜ OLARAK KUTLAMAYA YÜZÜNÜZ VAR MIDIR?



Bugün,15/Temmuz/2020
15 Temmuz;ülkemizde demokrasiye son vererek, tek adama (FETÖ) dayalı otoriter ve faşist,dini esaslara dayalı bir diktatör devleti kurmak için, sinsi planlar yaparak,bu planı bir bir uygulamaya koyan hain FETÖ'nün;iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde,Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bölümüne sızarak ve yuvalanarak,amacını gerçekleştirmek için düğmeye basıp darbe girişiminde bulunduğu günün, dördüncü yıl dönümüdür.
Gün,hamaset yaparak,sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup,olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil,korkmadan ve çekinmeden,eğri oturup doğru konuşma,objektif olarak,15 Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin;demokrasi adına,demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak, gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin,darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür.
Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün;paralel bir yapı olarak, devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde;AKP iktidarının, atama kararnamelerindeki,meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak,sadece FETÖ'yü suçlamak,FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak, kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülüktür.
15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur,
Ondan sonra neler yapılmıştır,darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar,samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak,demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır,
Yoksa,demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar, yine seçimle iş başından gitmelidir düşüncesiyle,demokrasiyi sadece seçimlere mi indirgemiştir,
Siyasal iktidarın tek derdi,FETÖ darbesiyle iktidardan düşürülmemek midir,yoksa gerçekten demokrasinin özü olan laik ve demokratik insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak mıdır?
Bugün,ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar;korkmamak ve hamaseti bırakarak,eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar.
15.Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de, sonrasında neler olmuştur?
Bir düşününüz lütfen.AKP iktidarı,darbe girişiminin önlenmesinden sonra,FETÖ yerine bizzat kendisi, demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki;bu ülke insanı, FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi,sevinci kursaklarında kaldı.
Sahi,bir hatırlayınız,ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini.
Ne istediler de vermedik,ne istedilerse verdik.
Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk.
Demedi mi?
FETÖ ile aynı menzile birlikte giderken,iktidar hırsı ve yarışı içinde, birbirlerini yok etme ve yeme yarışına giren AKP iktidarı,FETÖ ile aynı hedefe gitmekte ise,bu hedefin ne olduğu çok açıktır.
Darbe girişiminden sonra, darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında; FETÖ'nün menzili,hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır,açınız bakınız ve AKP iktidarının gitmekte olduğu menzili anlayınız.Bu menzilin demokrasi,laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz.
Sayın ERDOĞAN'ın;15.Temmuzu demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız.O, ülkenin darbe girişiminden, demokrasinin, FETÖ'nün elinden kurtulduğuna değil,iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir.kendisinin, FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir.
Parantezi kapayarak devam edelim.
Darbe girişiminden beş gün sonra,bu darbe girişimi vesile yapılarak, 20.Temmuz günü,darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan,demokrasiye şükretmesi ve iyi ki demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca, bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi.
Olağanüstü hal yönetimi,geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır,koşulları varsa ilan edilebilir,buna bir diyeceğimiz yoktur.
Ancak,olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır.Olağanüstü hal döneminde acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konulara sınırlı kanun hükmünde kararnamaler çıkarılabilecekken,ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle,devletin yapısı değiştirilmiş,kökleşmiş kurumlar kapatılmış,demokrasiyi yok etmenin önündeki her engel bir bir yok edilmiştir.Olağanüstü halin ilanıı gerekli kılan konular dışında, yasa gibi her alanı düzenleyen kurallar içeren olağüstü hal kararnamaleri çıkarılarak,meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş, ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur.
Sonrasında anayasa değiştirilerek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş,partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve antilaik düzen kurulmuş,yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış,yasama,yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş,ülke; saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle,yargıya ve yasama'ya saraydan verilen talimatlarla yönetilmeye başlanmıştır.
Yargı bağımsızlığı yok edilmiş,yargı Türk Milleti adına değil saray adına yetki kullanmaya başlamıştır.
FETÖ'nün iktidar ortağı iken yargı ne ise, bugün de yargı odur.
Kumpas davalar,haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir.Menzil aynı olunca,demokrasi amaç değil,menzile ve hedefe ulaşmak için kullanılan bir araç olunca,yargının farklı olmasını beklemek de abesle iştigaldir.
FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler,bugün de, AKP iktidarını eleştirdiler diye,bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılnmaktadır.
Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir.Dün FETÖ'nün, bugün ise, ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları;laik,demokrat,özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır.
Bu gerçek dahi, AKP iktidarının;darbeci hain FETÖ ile laik demokrasi ve özgürlükler karşıtı oldukları ve aynı hedefe birlikte yürüdükleri gerçeğini, açıkça ortaya koymaktadır.
Hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı laik demokrasinin ortadan kaldırılmış olduğu bugün;bu üzücü sonucu, ha FETÖ sağlamış,ha AKP iktidarı, bizim için önem arz etmemektedir.Ne yazık ki;sonuç olarak,laik ve özgürlükçü demokrasimiz,bağımsız yargı,insan hak ve özgürlükleri yok edilmiş,meclisimiz dışlanmış,demokrasi sadece sandıktan ibaret, çırılçıplak bırakılarak içi boşaltılmıştır.
Bu koşullarda,bu güzel ülkemizde; 15.Temmuzları, demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya, en başta AKP iktidarı olmak üzere, kimsenin yüzü ve hakkı yoktur.
Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir fatiha okumak, tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.
Demokrasi;ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş,ha devleti yönetenler tarafından, devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş,biz insanlar için hiç önemli değil,önemli olan demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir.
Sadece,ERDOĞAN ve yandaşları için var olan demokrasi ve özgürlükler,böyle sözde demokrasi, yerin dibine batsın, tepe tepe kullanınız.
15.Temmuz kutlama programınız ve yönteminiz dahi, demokratik ve laik değil.
Ana muhalefet partisinin liderinin konuşturulmadığı,15.Temmuz gazilerinin yok sayıldığı bir kutlamayı,demokrasi gününü kutlama olarak nitelendirmek dahi, abesle iştigaldir. 15/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Temmuz 2020 Salı

İTİBARI SARAYLARDA VE EGEMENLİĞİ AYASOFYA DA ARAYANLAR



Devletin itibarını; saraylara indirgeyen ve şatafatlı 1150 odalı saraylarda ve Devletin egemenliğini ve bağımsızlığını; hemen yanıbaşında halis cami,İslam ve Osmanlı eseri olan,cami olarak inşa edilen, kökten cami Sultan Ahmet Camisi boş dururken,tartışmasız çok değerli ve Dünya kültür mirası olmakla birlikte, kiliseden bozma sonradan cami olan Ayasofya'nın siyasi rant uğruna ibadete açılmasında arayan ve bulan,söylemleriyle ATATÜRK'e dil uzatan,Ayasofya'yı müze'ye dönüştürme kararı alan ATATÜRK'ü, tarihe ihanet etmekle ve hukuku çiğnemekle suçlayarak onu küçük düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışan ERDOĞAN; kendisinin asla ve asla bir ATATÜRK olamayacağını,onunla kıyaslanamayacağını, kısaca ifade etmek gerekirse,onun tırnağı dahi olamayacğını artık anlamalı ve ATATÜRK ile uğraşmaktan vazgeçmelidir.
ERDOĞAN bir zamanlar ne demişti?Hem demokrat ve hem de laik olunamaz.
Bize göre;ERDOĞAN yanılmaktadır.ERDOĞAN;fıtrattan demokrat ve laik değildir.
Aslında,pekala hem demokrat ve hem de laik olunabilir.
ATATÜRK;doğuştan,hem demokrat ve hem de laik bir devlet adamıdır.
ERDOĞAN'ın düşündüğü gibi;demokrasi ve demokratlık laikliğe engel olmadığı gibi,laiklik de demokrat olmaya engel değildir.
ATATÜRK;İşgal altındaki İstanbul'u,düşman işgalinden kurtarmakla,kaybedilen Ayasofya'nın kılıç hakkını Fatih Sultan Mehmetten devir almış ve varsa böyle bir kılıç hakkı,bu hakkı kazanan bir kişi olarak;bu hakkını, Ayasofya'nın müze yapılması olarak kullanmıştır.
ATATÜRK; devletin itibarını,bağımsızlığını ve egemenliğini saraylarda,Ayaofyada değil,emperyalist düşmanla girdiği savaş meydanlarında,kazandığı ve düşmanı denize döktüğü,işgalcileri İstanbuldan kovduğu savaşlarda,kurtuluş savaşı devam ederken 23.Nisan.1920 de açtığı ve kurtuluş savaşını yönettiği Türkiye Büyük Millet Meclisinde aramış ve bulmuştur.
ATATÜRK;işbirlikçi Osmanlı saray yönetmine yanaşmamış,saraya damat olabilecek ve devlet katında önemli makaamlara gelebilecek ve saraylarda oturabilecek iken,sarayları,saray imkanlarını elinin tersiyle iterek, Anadoluya geçmiş ve kurtuluş savaşına öncülük ve komutanlık yaparak,emperyalist işgalci devletleri mağlup edip,Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmak suretiyle,bizzat kendisi şanlı bir tarih yazmıştır,Başkalarının yazdığı tarihle övünmemiş kendisi tarih yazmıştır.
Bu nedenle,ERDOĞAN'ın dediği gibi,ATATÜRK; tarihine ihanet eden değil,bizzat kendisi tarih yazan,İstanbulu ikinci kez fetheden ve Ayasofya'yı işgalden kurtaran emsalsiz bir devlet komutan ve adamıdır.
ATATÜRK'ün yazdığı tarihe sahip çıkmadığı gibi, açıkça ihanet eden ERDOĞAN'ın kendisidir.
ATATÜRK;Ayasofya'yı, onun bunun,dış güçlerin ve devletlerin baskıları ve yönlendirmeleri sonucunda müze yapmamıştır.Ayasofya'nın tüm Dünya insanlarının ortak değerlerini temsil eden bir Dünya kültür mirası bir eser olması nedeniyle,ibadete kapatarak müze yapılması için Bakanlar Kurulundan 1934 tarihli kararı çıkartmıştır.
ATATÜRK;devletin bağımsızlığına ve egemenlik hakkına herkesten daha çok sahip çıkan ve bu nedenle, kelle koltukta kurtuluş savaşını göze alabilen gerçek bir kahramandır.
ATATÜRK;Ayasofya'nın cami olarak sadece bizim istifade edebileceğimiz bir konumdan çıkarılarak müze yapılıp Dünya milletlerinin ortak kültür mirası olarak saygın bir statüye kavuşturulmasını sağlamıştır.Bencil davranmamıştır.
ATATÜRK;hukuka saygılı bir devlet adamı olup,attığı her adımda bir hukuk ihlali olan,anayasayı rafa kaldıran bir kişinin, hukuku ağzına almaya ve ATATÜRK'ü hukuka aykırı bir karar almakla suçlamaya hakkı ve haddi yoktur.
Ülkenin,itibarını, bağımsızlığını ve egemenlik hakkını korumak;
İktisaden bir Katar'a ve onun petrolden kazandığı dolarlara muhtaç ve teslim olmamaktır,
İktisaden Katar'ın eline bakar hale gelmemektir,
Katar istiyor diye ve Katar'a, kapalı kapılar ardında önceden söz verdiği,Katara parsel parsel arsa ve tarlalar sattığı için,bağımsız karar verme yeteneğini kaybettiğinden, Kanal İstanbul projesinde ısrar etme aczine ve konumuna düşmemektir,
Merkez bankası döviz rezervlerini eksiye düşürmemektir,
iktisadi bağımsızlığını kaybetmemek,iktisaden dış güçlere bağımlı hale gelmemek,ekonomisi dibe vurmuş olmamak,iç ve dış borç yükü altında ezilmemek,millet'in vergilerini,iç ve dış borç faizleriyle yok etmemektir,
Parasız pulsuz kaldığı halde,vergileri artırarak milletinin cebine göz dikmemek,haddini bilerek lüks ve israfta ısrar etmemektir,
Kendi vatandaşlarını,kendi vatandaşı suçsuz ve günahsız gazetecileri,sadece doğruları yazdıkları ve iktidarı eleştirdikleri için zindanlarda tutarak,Almanya ve ABD vatandaşı olan tutuklu sanıkların,bu devletlerin ricası üzerine serbest bırakılarak ülkelerine gönderilmeleri değildir,
Bu makalemizi yazarken 15 Temmuz darbe girişimi kutlamalarının programına Halk TV den kulak misafiri olduk,inşallah yanlış anlamışızdır,öyle bir program ki; anlayabildiğimiz kadarıyla,tamamen laiklik karşıtı,laik ve demokratik bir devletle asla bağdaşmayan,kurulması düşünülen teokratik faşist bir devlete yakışan bir program bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete,haydi hayırlısı.
Sizler,hala bu ülke asla din devleti olamaz diye uyumaya ve gülüp geçmeye devam ediniz.
Yandaş bir televizyonda, Ayasofya zaferinden sonra,hilafeti tartışmalıyız artık demeye başladılar demokrasi ve laiklik düşmanları. 14/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Temmuz 2020 Pazar

İSTANBUL'UN VE AYASOFYA'NIN GÜNÜMÜZDEKİ YENİ VE SON FATİHİ ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARIDIR.




AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; rüzgara kapılmış bir yaprak misali,adeta savrulmaktadır.
Kurgu bir yargı kararına sığınarak, Ayasofya'yı müze statüsünden çıkararak yeniden cami olarak ibadete açma kararı üzerine yaptığı son konuşmasıyla, yakın tarihlerde Ayasofya'nın müze statüsünden çıkarılarak yeniden ibadete açılmasının mahzurlarını ve sakıncalarını dile getirdiği yakın tarihleri içeren önceki konuşmaları arasındaki büyük çelişkiler,ERDOĞAN'ın;Ayasofyanın yeniden ibadete açılmasındaki kararının samimiyetsizliğini ve yanlışlığını açıkça ortaya koymaktadır.
Daha geçen yıl mart ayında yapılan yerel seçimler öncesinde yaptığı Tekirdağ mitinginde, Ayasofya’nın ibadete açılması tartışmalarıyla ilgili konuşan Erdoğan;
"Bu işin bir siyasi boyutu var, yanı var. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, 'Ayasofya'yı dolduralım' diyeceksin. Büyük Çamlıca Camii'ni yaptık, 4-5 tane Ayasofya eder" diyen Erdoğan, şöyle devam etmişti: "Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman neyin nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız.” demiştir.
Aynı Erdoğan;gençlerle buluştuğu bir programda ise;"Ayasofya'yı açmanın bir götürüsü var. Ayasofya'nın açılmasını isteyenler, yurt dışındaki camilerimizin başına ne gelir hiç düşünüyor mu? Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim." şeklinde konuşmuştur.
Bu,Ayasofya'nın ibadete açılması karşıtı konuşmalarının mürekkebi henüz kurumadan, tek adam olmadan ve yargının kendi emrine girmeden önceki dönemlerde hiç sevmediği ve kararlarını sürekli eleştirdiği bugünün bağımlı yargısının aldığı iptal kararına sığınarak çıkardığı kararname ile Ayasaofya'yı yeniden ibadete açan ERDOĞAN'ı tanımak ve ne yapmak istediğini anlamak, asla mümkün değilidr.
Bize göre,Türkiye Cumhuriyetinin başında olan ve ülkeyi yönettiğini zanneden bu siyasetçinin, Dünyada başka bir örneğini bulabilmek mümkün değildir.
ERDOĞAN'ın;önceki görüş ve kararlarından yüz seksen derece çark ederek, Ayasofya'nın müze statüsüne son verip yeniden ibadete açma kararından sonra halkımıza hitaben yaptığı son konuşmasında yer alan, Esasen, tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihanet olmanın yanında, hukuka da aykırıydı.”şeklindeki beyanları;tek parti dönemi diyerek perdelemeye çalışmasına rağmen,doğrudan doğruya, bu ülkeyi ve bu arada İstanbul ve Ayasofya'yı, sömürgeci düşman devletlerin işgalinden kurtaran ve bize göre,günümüzdeki İstanbul ve Ayasofya'nın yeni ve son fatihi ATATÜRK'e yönelik,onu küçük düşürmeye, itibarsızlaştırmaya,ATATÜRK'ü hukuka aykırı kararlar alan,tarihine ihanet eden bir lider konumuna düşürmeye matuf, gerçek dışı,haksız,kadir bilmez ve talihsiz beyanlardır.
ATATÜRK'ü; tarihine ihanet etmekle, hukuk dışı ve hukuka aykırı kararlar almak ve hukuka saygısızlıkla suçlamaya,bu ülkede hakkı olmayan tek kişi, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'dır.
Tarihine ihanet eden ve hukuka asla saygılı olmayan, anayasayı yok sayan,her adımında hukuksuzluk bulunan bir kişinin;tarihine ihanet etmek şöyle dursun,yıkılan ve işgal edilen Osmanlının küllerinden yeni bir devlet kuran, Türkiye Cumhuriyetini inşa eden,İstanbul'u ve Ayasofya'yı işgalci devletlerin elinden kurtarmak suretiyle; bizzat kendisi, yeni bir tarih yazan,Fatih Sultan Mehmet den sonra,İstanbul'u ve Ayasofya'yı düşmanın elinden alarak, Türk Milletine yeniden hediye eden, İstanbul'un son fatihi ATATÜRK'ü ve onun aldığı Ayasofya'yı müze yapma kararını eleştirmeye, ERDOĞAN'ın;hakkı,yetkisi ve haddi asla yoktur.
Hukuk dışı,hukuka aykırı ve yok hükmünde olan;bir önceki makalemizde gerekçelerini açıkladığımız, Danıştayın iptal kararıdır.
Evet bize göre;İstanbul ve Ayasofya'nın günümüzdeki son fatihi ATATÜRK ve silah arkadaşlarıdır.ATATÜRK ve silah arkadaşları olmasaydı, bugün İstanbul'un fethiyle ve Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasıyla övünebilecek miydiniz,o makamlarda ve saraylarda oturarak ahkam kesebilecek miydiniz,Dünya'ya gelecek miydiniz?Siz, gerçekten Müslüman iseniz, insaf edin ve oturup bir düşününüz.
ERDOĞAN diyor ki; Ayasofya'yı müze olmaktan çıkararak yeniden cami olarak ibadete açmakla,Fatih Sultan Mehmet'in vasiyetini yerine getirdik.
Öncelikle şunu söyleyelim ki;ATATÜRK'ün, İş Bankası hisselerinin yönetimini CHP'ye bırakan vasiyetini ortadan kaldırarak,yok sayarak, ATATÜRK'ün İş Bankasındaki hisselerine göz dikenlerin,vasiyetlere saygı göstermeyenlerin,hukuktan söz edenlerin;Fatih Sultan Mehmet'in vasiyetini yerine getirdik demeye,asla hakları yoktur.
ATATÜRK'ün;1934 senesinde çıkardığı bir Bakanlar Kurulu kararıyla,Ayasofya'yı müze statüsüne sokarak ibadete kapatma kararı da, ATATÜRK'ün Türk Milletine bir vasiyetidir.
Namaz kılacak cami mi kalmadı ülkede,Allah gözünüzü doyursun,kiliseden bozma Ayasofya'ya kutsallık tanımak; bize göre,Allaha şirk koşmaktır.Yüce Allahın işi gücü yok da, sizin Ayasofya da namaz kılmanızı mı istiyor ve bekliyor?Din simsarlığını bırakınız artık.Ülkenin çözülecek onca sorunu ile meşgul olunuz.
Unutmayınız,Dünya kültür mirası olan,duvarlarında dinen namaz kılınmasında sakıncalar içerdiği söylenen figür ve resimleri barındıran Ayasofya'nın; tüm Dünya milletlerine ve tüm insanlığa müze olarak hizmet vermesi de;bu devletin kurucusu, ülkenin ve İstanbul'un (Ayasofya'nın) kurtarıcısı ATATÜRK'ün vasiyetidir. 12/07/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


11 Temmuz 2020 Cumartesi

AYASOFYA'YI İBADETE AÇMAK İÇİN DANIŞTAY MAŞA OLARAK KULLANILMIŞTIR



Ayasaofya'yı müze olmaktan çıkararak yeniden ibadete açmak için, Danıştay (Yargı) maşa olarak kullanılmış ve maalesef Danıştay 10.Dairesi de bu maşalığı kabul etmiş,içine sindirmiş ve 1934 tarihli 86 yıl öncesinin,Ayasofya'yı müze yapan kararnamesinin iptali için açılan davayı; öncelikle süre ve kesin hüküm nedenleriyle esasa girmeden usulden reddetmesi gerekirken,davanın esasına girmiş, Atatürk'ün iradesini ve imzasını taşıyan,Ayasofya'nın müze amaçlı kullanılmasına ilişkin 1934 tarihli kararı iptal ederek;karşı devrimci,amaçları üzüm yemek değil bağcı dövmek olan,laik Türkiye Cumhuriyeti karşıtı, ATATÜRK düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüş,hazırlanan bir senaryo ve kurgu davanın maşası olmuştur.
Bazı insanların ve bugün iş başındaki AKP iktidarının amacı;siyasi rant kaygısı içermeden,samimi olarak, Ayasofya'yı müze statüsünden çıkararak,yeniden aktif ibadete açmak ise;daha önce açılarak reddedilen ve kesin hüküm haline gelen davalara rağmen,Danştaya yeniden aynı konuda dava açılmasına hiç gerek yoktu.
İdarenin sürekliliği esas olup,1934 senesinde zamanın Bakanlar Kurulu tarafından alınan Ayasofya'nın müze statüsüne sokulmasına ilişkin işlemi beğenmeyen ve Ayasofya'yı yeniden ibadete açmak isteyen bugünkü AKP iktidarının yapması gereken;birilerine, 1934 senesinde alınan kararı yargıda iptal ettirme girişiminde bulunmak yerine,tüm sorumluluğu,günahı ve sevabı kendi üzerine alarak,1934 tarihli bakanlar kurulu kararını kaldırarak,bunun yerine Ayasofya'yı yeniden ibadete açan yeni bir karar almak olmalıydı.
Daha önceki tarihlerde, Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasına sıcak bakmayan ve yanıbaşında duran Sultan Ahmet Camisini dahi dolduramıyoruz,önce onu doldurun sonra düşünelim diyerek yan çizen ERDOĞAN,dün dündür,bugün bugündür diyerek, niyet değiştirmiş ve azalan oylarını muhafaza edebilmek için,Ayasofya'nın yeniden ibadete açılmasından medet umarak,bu kurgu dava icat edilerek konunun hallini yargıya havale etmiş olup,ERDOĞAN'ın emri altındaki Danıştay 10.Dairesi de, bu kurgu ve senaryo davanın aleti olmayı kabul ederek,1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptaline karar vererek,siyaseten çözümlenebilecek olan sorun,yargı yoluyla çözülmüştür.
ERDOĞAN;1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını,aynı usullerle kaldırarak Ayasofya'nın ibadete açılması kararına imza koymayı,Ayasofya'nın Unesko tarafından Dünya Kültür mirası olarak kabul edilmesi nedeniyle, özellikle dış kamuoyundan çekinerek göze alamamış,tüm sorumluluğu Danıştay'ın üzerinde bırakmayı tercih etmiştir.
ERDOĞAN;ülkemizde bağımsız yargı var,biz yargıya karışamayız,onun vereceği karara saygılıyız ve uymak zorundayız diyerek işin içinden sıyrılarak,elini yakmadan Danıştay'ı maşa yapmak suretiyle, seçmenlerini,Atatürk düşmanı karşı devrimcileri mutlu ve mesut etme yolunu tercih etmiştir.
Hukukta,istikrar esastır,yasalarda her davanın bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreleri vardır,bir suçun,hak ihlalinin,idari işlemin yargıda dava konusu edilebilmesi için uyulması gereken süreler vardır,aynı konuda yargıya başvurma,hak arama yetkisi süresiz olamaz,bu hukukta istikrarsızlık ve kaos yaratır,bu süreler dolduktan sonra,yargıya başvurulamaz,bulunulursa reddedilir,bir yerde hukuk istikrarı bu şekilde sağlamaktadır.
1934 tarihli kararnamenin üzerinden 86 yıl geçmiş ve 86 yıl sonra yapılan iptal başvurusu esastan incelenerek,işlem Danıştay 10.Dairesi tarafından iptal edilmişitir.Bu, hukuk dışıdır,süresinde açılmayan ve daha önce aynı konularda açılan davalar reddedilerek kesin hüküm haline gelen aynı konu ve işlem, Danıştay tarafından usulden reddedilmeyerek esastan incelenmiş ve 86 yıl öncesinin istikrar bulan ve aynı yargının daha önceki kesin hükümüyle korunan işlemi, hukuka aykırı olarak iptal edilmiştir.
Bu nedenle,Danıştay 10.Dairesinin iptal kararı yok hükmündedir.
İdare hukukunda istikrar prensibi mevcut olup,idarenin 1934 tarihli işlemle aldığı Ayasofya'nın müze yapılarak ibadete kapatılması kararı, aradan geçen 86 yıl içinde istikrar kazanmış,daha önceden yargı denetiminden geçmiş ve artık yargı denetiminin konusu olmaktan çıkmıştır.
Biz avukatların,idari dava açmak için öngörülen altmış günlük süreleri kaçırdığımızda,uyanıklık yaparak,İdari Yargılama Usul Yasasının boşluklarından da yararlanarak,idari davaya esas olmak üzere yeniden idareye başvuruda bulunarak yeniden altmış günlük süre kazanma yolu da, bu işlemde kapalıdır.Aynı konuda açılan ve reddedilerek kesinleşen ve muhkem kaziye (kesin hüküm) haline gelen kararlar vardır.
Kimse kimseyi kandırmasın ve uyanıklık yapmasın.
Ortada Danıştayın maşa olarak kullanıldığı ve tüm günahların Danıştayın üzerine yıkılacağı,sevapların da siyasi iktidar tarafından oya tahvil etmekte kullanılacağı bir komedi ve daha doğrusu, ülkemiz adına bir trajedi sahnelenmiş ve maşa olarak kullanılan Danıştay'ın hukuka aykırı ve yok hükmündeki iptal kararının ardına sığınılarak,Danıştay kararının mürekkebi kurumadan,Danıştayın iptal kararı dayanak yapılarak ERDOĞAN tarafından alelacele yayınlanan karar ile Ayasofya hem de manidar bir tarih lan 24.Temmuz. 2020 Cuma günü (Lozan'ın imzalandığı tarihte)yeniden ibadete açılacaktır.
Biz,Ayasofya'nın ibadete açılmasına ne karşıyız ne de taraftarıyız,bizi zerre kadar ilgilendirmemektedir.Zira,biz gerçek Müslümanız,Allaha karşı vecibelerimizi yerine getirmek için yer seçmeyiz,oynamasını bilmeyen gelin gibi yerim dar demeyiz.
Bizi üzen şey,bugünkü bakanlar kurulunun; alacağı yeni bir kararla ibadete açılabilecek olan Ayasofya'nın ,yeniden ibadete açılması için izlenen, milleti kandıran ve milletle alay edilen,yargının da buna alet edildiği,hukuk dışı ve çirkin yöntemdir.11/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

10 Temmuz 2020 Cuma

DEMOKRASİ



Demokrasinin olmazsa olmaz bazı koşulları ve ilkeleri vardır.
Ben demokratım,meşru seçimlerle iktidara geldim,herkes bana ve iktidarıma saygı göstermelidir deme hakkına sahip olabilmek için,demokrasinin olmazsa olmaz asgari müştereklerini,ilkelerini ve koşullarını içselleştirmek ve bu ilkelere uygun davranarak,demokrasiye saygılı olmak zorundasınız.
Ben,sadece kendime demokratım,demokrasi sadece benim için vardır, diyemezsiniz.
Aksi halde, size ve iktidarınıza kimse sahip çıkmaz ve saygı göstermez,milleti demokrasiden soğutursunuz,her demokratik ve iyi niyetli eleştiriyi kendinize darbe girişimi olarak görürsünüz,korkarsınız,kendinizi koruma altına alırsınız,halkın içine çıkamazsınız, iktidarda olmanın hazzını duyamazsınız,her an düşürüleceğim endişesi ve korkusu içinde yaşarsınz,huzursuz olursunuz ve bu nedenle, despot ve diktatör olursunuz,iktidarınızı sürdürebilmek için, millete her türlü kötülüğü ve zulmü yaparsınız.
Nedir o temel ilke ve koşullar?
Öncelikle söyleyelim,sadece seçim ve sandık, demokrasinin olmazsa olmaz ilkesi ve koşulu değildir.
Evet seçimler,demokrasinin zorunlu bir koşuludur ama, tek koşulu da değildir.
Mesela,kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen öncü ülkelerden olmamıza rağmen,İngilterede kadınların seçme ve seçilme hakları yokken de,İngilterenin demokrasinin beşiği olduğu gerçeğini yadsıyabilir miyiz?
Ülkemizde;kadınların seçme ve seçilme hakları var da, ne oluyor sanki?
Ülkemizde;henüz, kadınların yaşam hakları,can güvenlikleri yok,yılda binlerce kadın, göz göre göre katlediliyor ve/veya sakat bırakılıyor.
Demokrasinin en temel ilke ve koşullarından birisi; seçimler kadar,insanların ve özellikle de kadınların, can güvenliklerinin güvence altına alınmasıdır.
En başta düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlükleri olmak üzere,insanların özgür olmaları,demokrasinin olmazsa olmaz ilk koşullarından biridir.
Demokrasi; çoğulcu bir rejimdir,çoğunlukçu değil.
Demokrasilerde,seçimleri kazanamayan,azınlıkta kalan, parlamentoya yeteri kadar veya hiç temsilci gönderemeyen insanların düşüncelerine ve isteklerine de saygı duyulur ve parlamentoda yasalar yapılırken onların düşüncelerine de mümkün olduğunca yer verilir,görüşleri alınır.
Demokrasilerde;seçim kazandım, öyleyse ülkeyi istediğim gibi,kural dışı yöneterim diyemezsiniz.
Seçimlere, mevcut anayasa ve temel yasalara,özgürlüklere saygı göstermeyi taahhüt ederek giren siyasi partiler,seçim kazanarak iktidar olduklarında,bu taahhütlerine uygun olarak ülkeyi yönetmek ve yasa çıkarırken, anayasa,temel yasalar ve özgürlüklere uygun yasa çıkarmak zorundadırlar.Seçim kazandıktan sonra, oyunun temel kurallarını değiştiremezsiniz.
Demokrasiler;ben yaptım oldu,çoğunluğuma güvenerek anayasaya ve özgürlüklere aykırı yasa yaparım, kime ne deme hadsizliğinin,densizliğinin,aymazlığının ve pervasızlığının uygulamaya konulabileceği bir rejim değildir.
Demokrasiler;herkesin hadddini bilmesini,ayağını denk almasını gerektiren bir rejimdir.
Demokrasiler;benden sonrası tufan diyerek, ülkeyi ve ülkenin düzenini allak bullak etme rejimi değildir.Demokrasi bir kültür olup,işlevini yerine getirebilmesi ve yaşayabilmesi için, kültürlü insanların iş başına gelmeleri gereken bir rejimdir.
Demokrasiler;seçimle gelinen iktidardan, yine seçimle uzaklaşılabileceğini bilme ve buna hazırlıklı olma, hazmedebilme ,iktidardan düşünce iktidar günleri gibi huzurlu kalabilmek,iktidardan düşmemek için yok edilmesi göze alınamayacak, kıyılamayacak kadar güzel ve erdemli bir rejimdir.
Demokrasiler;milletin, seçimlerden seçimlere söz haklarının olduğu,onun dışında iktidara yol gösterme,fikir ve düşüncelerini açıklama gibi,söz haklarının olmadığı,seçimi kazandıktan sonra üzerine yatılacak bir rejim değildir.
Demokrasiler;çoğulcu özelliğine göre,azınlığın da söz haklarının olduğu bir rejimdir.Güzelliği de buradan gelir.
Demokrasiler;insanların bilinçli ve örgütlü oldukları bir rejimdir.İnsanlar, ferden olduğu kadar, Barolar,sendikalar,meslek odaları,sivil toplum kuruluşları gibi demokratik baskı grupları marifetiyle seslerini duyurabildikleri,iktidara katkı sunabildikleri,azınlığın da millet ve ülke yararına olan fikir ve önerilerine kulak verebilme rejimidir.
Demokrasiler;iktidarın,millete karşı şeffaf ve hesap verebilir oldukları açık bir rejimdir.
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu vaziyete bir baktığımızda, ülkemizde demokrasi vardır diyebilir misiniz?
Barolarla ilgili çok tehlikeli,savunma hakkını ve ülke demokrasisini,yargısını yok edecek bir yasal düzenlemeyi, baroların tüm itirazlarına rağmen,bu itirazlara kulağını tıkayarak,öncelikli olmadığı halde, bu salgın ortamında, yangından mal kaçırır gibi yapmaya çalışan AKP iktidarına ve onun başındaki zat-ı muhtereme demokrat,demokrasi savunucusu diyebilir misiniz?
Ülkemizi bu duruma düşüren,demokrasimizi temelden yok eden AKP iktidarına ve sessiz kalarak buna katkı sunan en başta aydınlarımız olmak üzere, bu millete yazıklar olsun.10/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Temmuz 2020 Çarşamba

İNŞALLAH MEDYA VİRÜSLERİ DE YOK EDİLECEKTİR DEMEMİŞ MİYDİ?



AKP Genek Başkanı, yakın bir geçmişte;”inşallah medya virüslerini de yok edeceğiz”dememiş miydi?
Bir hatırlayınız, demişti.
Demek ki; bir bildiği ve düşündüğü vardı ve bu sözüyle bunun fişeğini ateşlemişti.
Medya virüsü olarak gördüğü,halkın haber alma kanalları,gözü ve kulağı olan Halk Tv ve Tele 1'e bu bir gözdağı idi.
Ama, halkın sesi ve haber alma kaynakları,demokrasinin yılmaz savunucuları, bağımsız ve tarafsız,sadece demokrasi ve özgürlüklerden yana medya kuruluşları,siyasal iktidarın bitmez tükenmez, her gün tırmanarak artan hukuksuzluklarını ve yolsuzluklarını haber yapıp yayınlamaktan bir adım geri atmadılar.
Ana muhalefet partisinin,iktidarı eleştiren tüm açıklamalarını;halkı aydınlatmak ve halkın doğruları öğrenmelerini sağlamak amacıyla, anında ve canlı olarak halka duyurdular,Baroların Ankara'ya yürüyüşlerini canlı olarak yayınlayarak gerçekleri halka duyurdular,nerede bir haksızlık ve yolsuzluk,hukuksuzluk varsa,sadece bu kanallar bunları anında ve korkusuzca halka duyurdular.
Siyasal iktidar ve saraydaki tek adam, bu gerçeklerin halk tarafından duyulmasından ve kendilerine sandıkta tepki koyacak olmalarından rahatsız oldular,anketlerle de,ilk seçimlerde mutlak gidici olduklarına inandılar,bu nednle halkın gerçekleri öğrenmesini yasaklamak ve iktidarlarını bu yolla sürdürmek amacıyla, son çırpınışlarından birini daha sahneye koyarak, Halk Tv ve Tele 1 kanallarına beş gün süreyle ve tümüyle ekran karartarak kapatma cezası verdiler.
Verdiler diyoruz,zira bu ceza kararını usulen ve şeklen RTÜK denen iktidar organı almış ise de,aslında RTÜK bir piyondur,emir kuludur.Bu karar Saray tarafından alınmış ve RTÜK tarafından ilan edilmiştir.
Bu beş günlük geçici karartma da bir uyarıdır,bu uyarıya da kulak asılmaz ve halka doğrular anlatılmaya devam edilirse, bu kanallar süresiz ve tamamen kapatılacaklardır.
Burada,ekranları karartılarak ceza verilen Halk Tv ve Tele 1 Kanalları değil, halkımız ve halkımızın doğru haber alma hakkıdır.
Değerli okurlar, bu karar demokrasi ve basın özgürlüğü adına alınan yüz karası bir karardır.
Aslında bize göre,asla sürpriz bir karar değildir.
Bu karar;siyasal iktidar tarafından tek yanlı olarak kullanılan demokrasi eliyle,demokrasinin boğazlanarak öldürülmesi filminin, sadece bir fragmanıdır.
Bu günler,daha iyi günlerimizdir,seyrettiklerimiz henüz sahnelenmeyen asıl filmin fragramanıdır.
Asıl filmin halk galası, ilan ettikleri ve hedefledikleri 2023 de sahneye konulacak ve sonrasında perde kapatılarak, ülke karanlığa mahkum edilecektir.
Sizler için,27 Mayıs darbesinin lanetlenerek,Demokrat Parti ikitadarının aklanması,itibarlarının iade edilmesi,anayasayı ihlal suçunu işledikleri sabit görülerek idama mahkum edilen D.P. İleri gelenlerinin itibarlarının iade edilmeye kalkışılması, zamanlaması itibariyle, bir tesadüf müdür?
Bize göre, asla tesadüf değildir.
18 yıldır iktidarda olan AKP'nin aklına, D.P. ktidarının itibarının iadesi, şimdi giderayak niçin gelmiştir?
Şunun için gelmiştir.Bazı insanların,AKP iktidarının; basın özgürlüğünü ve yargı bağımsızlığını yok edişini,muhalefetin sesini kısmaya çalışmasını,muhalif gazetecileri; silah olarak kullandığı bağımlı ve yanlı yargıyı kullanarak suçsuz olduklarını bilerek,salt muhalif oldukları gerekçesiyle hapse atışını,halkı,meslek odalarını,baro ve avukatları bölerek ayrıştırma gayretlerini, D.P. in son yıllarına,halkı cepheler böldüğü Vatan cephesine ve gazetecileri yargıymış gibi hapse atan Meclis Tahkikat Komisyonlarına benzetmeleri nedeniyle,bize göre, bir hukukçu olarak,Yassıadada kurulan mahkemenin; tüm usulsüzlüklerine,tabii hakim ilkesinin çiğnenmiş olmasına,bazı özel davaların da,ana davanın içine alınarak,devrin zampara ve şıp sevdi başbakanı Adnan Menderesin,görür görmez aşık olduğu evli bayanları,eşlerini pezevenk yaparak haremine dahi ettiği,aslında özel yaşam gibi görülmesine rağmen,özel yaşamını kamu kudretini ve gücünü kullanarak kamusal yaşamı halime getirdiği gayrimeşru aşk hayatına ilişkin eylemlerinin de, anayasayı ihlal suçu kapsamında dosya içine alınarak hüküm kurulmasına rağmen;Demokrat Partisi iktidarı mensupları;o zamanda yürürlükte olan Türk Ceza Kanunun 146.maddesine uyan anayasayı ihlal suçunu işlemiş olup,asla demkokrasi kahraman ve şehitleri değildirler.
Hümanist bir bir hukukçu olarak, şimdi yürülükte olmayan idam ceazasına,biz de karşıyız ve ceza olarak görmüyoruz idamı.Bu ayrı bir tartışma konusu olup,nitekim idam cezası yanlışından dönülmüş ve şu anda idam, ceza olmaktan çıkarılmıştır.
Demokrat Partisi iktidarının başının ve yakın yönetici çevresinin,sandıkta elde ettikleri demokratik meclis çoğunluğunu kötüye kullanarak anayasayı ihlal ettiği,kendisini iktidara getiren demokrasiye ihanet ettiği, inkar edilemez bir gerçektir.Demokrat Parti iktidarının mensuplarını aklayan bir milyon yasa çıkarsanız da,D.P.nin anayasayı ihlal ettiği,Dünya'nın yuvarlak oluşu gerçeği kadar hukuki bir gerçektir.
Bu nedenle,yüzlerce siyasi davalarda savcılık ve hakimlik yapan,uygulamadan gelen ve anayasayı ihlal ve benzeri suçlarda ihtisas sahibi olan 50 yıllık bir hukukçu olarak diyoruz ki;AKP iktidarı,altından kayan iktidarını muhafaza için, anayasayı ihlal eden bir siyasi iktidar olmak istemiyorsa,D.P. İktidarını aklayan bir yasa çıkarmaktan öte,kendisinin uygulamaya koyduğu özgürlükleri yok eden,özgür ve muhalif medyayı virüs kabul ederek yok etmeye çalışan,bugün de iki kanala beş gün kapatma kararı veren hukuk ve anayasa dışı tüm icraatlarına bir an önce son vererek, anayasanın ve yasaların meşru sınırlarına çekilmelidir.
Bu makale; ülkesini ve insanları seven,siyasal iktidarla asla bir düşmanlığı olmayan,tecrübeli bir hukukçunun, iyi niyetli ve samimi,bir dost uyarısıdır.02/07/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu