31 Ekim 2012 Çarşamba


ÇİFT BAŞLILIK SUÇLAMASI BİR SORUMSUZLUKTUR!


29 Ekim Cumhuriyet Bayramının kutlandığı gün, bazı sivil toplum örgütleri tarafından Ankara da düzenlenen alternatif Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, Ankara Valisi tarafından yasaklanmasına rağmen, Eski Meclis önünden Anıtkabir'e uzanan Cumhuriyet yürüyüşünün icrasına başlanmış ve güvenlik güçlerinin biber gazı, tazyikli su ve cop ile bu yürüyüşü engellemek istemeleri üzerine çıkan kısa bir arbededen sonra, yürüyüşçülerin önlerine kurulan polis barikatının kaldırılarak, yürüyüşe izin verilmesi ve yürüyüşün olaysız bir şekilde sonuçlanması, yasaklamanın asıl sahibi olduğu, bu konudaki eylem ve söylemleriyle açığa çıkan Sayın Tayyip ERDOĞAN' ı ayal kırıklığına uğratarak oldukça üzmüş ve kendisinde bir yenilmişlik duygusu yaratmıştır.

Bu yenilmişlik duygusu ve üzüntüsü içinde bulunan ERDOĞAN, o akşam, yürüyüşçülerin önünde kurulan polis barikatının kaldırılması talimatını kendisinin vermediğini açıkça beyan etmiş, yürüyüşçülere biber gazı ve şiddet kullanarak yapılan polis engeline son verilerek barikatların kaldırılmasının ve yürüyüşün olaysız bir şekilde tamamlanmasının gerçek mimarının, Sayın Cumhurbaşkanı olduğu ortaya çıkmıştır.

Anayasaya göre, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden, Cumhurun Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı' nın bu sorumlu ve olgun davranışına karşı çıkan Tayyip Bey; Halkın Cumhuriyet Bayramını kutlama hakkını kullanarak yaptığı Cumhuriyet yürüyüşünün, alındığı söylenen istihbarata rağmen, olaysız bir şekilde tamamlanmasına sevinecek yerde, bu yürüyüşün, tüm engellemelere rağmen, demokratik bir şekilde, gerçekleştirilmiş bulunmasından büyük bir üzüntü duymuş ve bu konuda kendisini yenilmiş kabul ederek, Cumhuriyet Bayramından bir gün önce, Ankara Valisini makamında kabul ederek, Cumhuriyet Bayramı günü sivil toplum örgütleri tarafından yapılması planlanan ve yasak getirilen Cumhuriyet yürüyüşünün yasağa rağmen yapılmak istenmesi üzerine, yürüyüşe katılanlara esnek davranılarak, Cumhuriyet Bayramına gölge düşürecek olan gerginlik yaratılmaması talimatını veren ve telkinde bulunan, bu yürüyüşün olaysız ve Cumhuriyet Bayramına yakışır nezih bir şekilde gerçekleşerek tamamlanmasında büyük katkı sağlayan ve konuya ilişkin Cumhurbaşkanlığı görevini, göreve başlarken yaptığı yeminine sadık kalarak yerine getiren Sayın Cumhurbaşkanı' nı, görev ve yetkilerinin sınırlarını aşarak, yönetimde çift başlılık yaratmakla suçlayabilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanının, durumdan vazife çıkararak, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına büyük bir gölge düşürecek olan, yürüyüşçülerle, güvenlik görevlileri arasında çıkması muhtemel olayların önüne geçmek amacıyla yapmış bulunduğu girişim, bizce, Sayın GÜL'ün, göreve geldiği günden itibaren, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Anayasamıza uygun ve tarafsız bir şekilde yerine getirmiş bulunduğu en önemli icraatı ve görevidir. Sayın Cumhurbaşkanını, bu duyarlılığından dolayı eleştirmek değil, kutlamak gerekir. Biz, kendi adımıza, buradan, Sayın Cumhurbaşkanı'na teşekkür ediyor ve onu kutluyoruz.

Cumhurbaşkanı' nın, göreve başlarken yaptığı, Anayasamızın 103. maddesinde yer alan, and içme metni,

Cumhurbaşkanı' nın, görev ve yetkilerini belirleyen 104. maddesinde yer alan; Cumhurbaşkanının Devletin başı olduğuna ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiğine, Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceğine, gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmeye veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmaya görevli ve yetkili olduğuna ilişkin hüküm dikkate alındığında, Tayyip Bey'in iddia ettiği gibi, Sayın Cumhurbaşkanının; görev ve yetkilerinin dışına çıkarak, yönetimde çift başlılık yaratmadığını, bilakis Anayasal görevini yerine getirdiğini, kendisinin, haksız ve acımasız bir şekilde eleştirildiğini söyleyebiliriz. 31/10/2012



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





25 Ekim 2012 Perşembe


YASAKLAMANIN MAZERETİNE BAKINIZ!

Biliyorsunuz, Ankara Valisi, Anayasaya ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına aykırı olarak, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının, halkımız tarafından Ankara da yapılacak olan kutlama törenine yasak getirmiş ve bu yasaklama kararı, kamuoyundan büyük tepki almıştır.

Biz de, 23/10/2012 tarihli, “CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI YASAKLANAMAZ” başlıklı yazımızı kaleme almış ve bu yasaklama kararının; Anayasamızda yer alan, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceği ve durdurulabileceği halleri düzenleyen koşullara uymadığı gibi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin, olağan ve basit bir gösteri yürüyüşü ve toplantı olmaması nedeniyle, Anayasa ve yasada yer alan, toplantı ve gösteri  yürüyüşlerine  yasak ve durdurma getirme olanağı tanıyan  hükümlerin, Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı toplantı ve gösteri yürüyüşleri için geçerli olamayacağını, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının 4. maddesi ile getirilen “...kanun veya gelenek ve göreneklere göre yapılacak toplantı, tören, şenlik, karşılama ve uğurlamalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu hükümlerine tabi  değildir. “ kuralı uyarınca, Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşleri için, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının kısıtlayıcı hükümlerinin uygulanamayacağını, bu nedenle, olağan ve rutin bir toplantı ve gösteri yürüyüşü için, şayet yasal koşulları mevcutsa, Valilikçe alınabilecek olan yasaklama ve durdurma kararlarının, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için alınamayacağını savunmuştuk.

Bu görüşümüz 'ün arkasında olduğumuzu bir kez daha yineliyoruz.

Yasaklama kararını alan Ankara Valisinden, yeni bir açıklama ve yasal olmayan  önceki yasaklama kararının kaldırılmasını beklerken, Valinin yerine, sahibinin sesinden bir açıklama geldi. Sahibinin sesinden gelen bu açıklamadan anlaşıldığına göre, yasaklama kararını Ankara Valisi almamış, bizzat Tayyip Bey almış ve Ankara Valisine uygulatmış olmalı ki, Sayın Validen beklenen açıklama, sahibinin sesinden gelmiştir.

Neymiş efendim, bir istihbarat alınmış, bu nedenle Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen halkın toplantı ve gösteri yürüyüşüne yasaklama kararı alınmak zorunda kalınmış.

İstihbaratın içeriği nedir?  Törene katılanlara, illegal kişi ve gruplar tarafından silahlı bir saldırı yapılması mı planlanmış, istihbaratın kaynağı ve inandırıcılığı nedir? Bu konularda somut hiç bir açıklama yok.

Bize göre,  içeriği açıklanmayan  soyut  istihbar’ i  bir bilgi icat edilerek, yasaklama kararına yasal bir kılıf hazırlanmıştır. Anayasada yasaklama nedeni olarak belirtilen kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi mazeretlerine sığınılmak istenmektedir.

Yasaklama kararını alanlar, kendilerine gelmelidir.

Yapılması  planlanan  ve ancak  yasaklanan, Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı toplantı ve gösteri yürüyüşünde bazı provokatörler tarafından olaylar çıkarılacağı, kamu düzeninin bozulacağı ve suç işleneceğine dair, gerçekten çok ciddi istihbar’ i bilgiler alınmış olsa dahi, özgürlüklere dayalı Türkiye Cumhuriyetinde yapılması gereken şey, milli eğitim sorununun çözümü için tüm okulları kapatma misali,  kutlamaların yasaklanması olmamalı, bilakis, olumsuz istihbar’ i duyumların alınmış olması, bir şans olarak değerlendirilerek, alınan istihbar’ i bilgilere göre, çıkması muhtemel olayları ve kışkırtmaları önlemek için gerekli ve yeterli emniyet tedbirlerini alarak, yılda bir kez kutlanan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, olaysız bir şekilde ve selametle yapılmasının sağlanması olmalıdır.

Demokrasiler; her fırsatta özgürlükleri yasaklayan değil, özgürlüklerin önünü açmak için çare üreten rejimlerdir.

Tayyip Bey'in partisi AKP'nin 4. Olağan Kongresi, geçtiğimiz günlerde, binlerce polisin koruma tedbirleri altında selametle yapıldı. Türkiye Cumhuriyetinin güvenlik güçleri, iktidar partisinin liderinin korunması ve parti kongresinin güvenli bir şekilde yapılması için kullanılıyor ve güvenlik güçleri bu görevlerini başarı ile yerine getirebiliyorsa, Cumhuriyet Bayramının kutlanması için halkımız tarafından yapılacak olan toplantı ve gösteri yürüyüşünün selameti ve güvenliği de, güvenlik güçlerimiz tarafından sağlanmalıdır.

Emperyalist devletlerle savaşarak onları yurdumuzdan kovduktan sonra Türkiye Cumhuriyetini kuranların bugün iş başında olan torunlarının, bin bir zorluklarla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıldönümü kutlamalarının güvenliğini sağlamakta aciz kalarak veya başka nedenlerle, bu kutlamaları yasaklamaları, Cumhuriyeti kuranların kemiklerini sızlatacaktır.

Dileriz, Anayasaya ve yasalara aykırı olarak alınan bu yasaklama kararına rağmen, bu kutlamayı yapmakta kararlı oldukları anlaşılan Cumhuriyete aşık halkımız, güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirilmez ve Cumhuriyet kutlamalarına, biber gazı, cop ve kan bulaştırılmaz.25/10/2012


                                                                              Güner YİĞİTBAŞI
                                                                              İzmir Barosu Üyesi Avukat

23 Ekim 2012 Salı

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI YASAKLANAMAZ!



Halkımız tarafından, 29.Ekim. Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla düzenlenen törenin, yani, bu amaçla yapılacak olan toplantı ve gösteri yürüyüşünün, Ankara Valiliği tarafından yasaklandığını basından öğrenmiş bulunuyoruz.

29.Ekim Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla, halkımız'ın katılımıyla yapılacak olan ve insanlarımızın en temel hak Anayasal hak ve özgürlükleri arasında yer alan, toplantı ve gösteri yürüyüşü, demokratik olmadığı gerekçesiyle, en başta AKP iktidarı olmak üzere değiştirilmek istenen, 1982 tarihli Kenan Evren damgalı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 34. maddesinde düzenlenmiştir.

Temel haklardan olan toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleyen Anayasanın 34. maddesini, gelin hep birlikte okuyalım.

Anayasa Madde 34- “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ancak; milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

Neymiş efendim?

Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahipmiş.

Her hakda olduğu gibi, bu hak da;

Milli güvenlik,

Kamu düzeni,

Suç işlenmesinin önlenmesi,

Genel sağlığın ve genel ahlakın korunması,

Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması, amaçlarıyla ve kanunla sınırlanabilirmiş.

Yine Anayasanın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasını düzenleyen 13. maddesine göre de; Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının hangi hallerde durdurulabileceğini, yani, askıya alınabileceğini düzenleyen Anayasanın 15. maddesine göre de; Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Neymiş efendim?

Savaş,

Seferberlik,

Sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde,

o da, durumun gerektirdiği ölçüde, temel hak ve hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesi mümkünmüş.

Yukarıya aynen aldığımız, özgürlükleri kısıtladığı gerekçesiyle sürekli suçladığımız, faşist 12 Eylül Darbe Anayasasının 13,15 ve 34 maddelerinde açıkça yer alan kurallara göre, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıl dönümü olan ve Milletçe Cumhuriyet Bayramı olarak kutladığımız, 29.Ekim.2012 günü, halkın katılımı ile yapılacak olan alternatif Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, Ankara Valiliği tarafından yasaklanarak durdurulmasının, hiçbir yasal ve Anayasal dayanağı bulunmamakta ve yasaklama kararı açıkça Anayasaya aykırıdır.

Daha da önemlisi, Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü, olağan bir toplantı ve gösteri yürüyüşü olmadığı için, bize göre, olağan bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün katı ve dar kuralları içinde de değerlendirilemez. Bu toplantı ve gösteri yürüyüşleri, yasaklanamaz ve askıya alınamaz. Kaldı ki, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun istisnaları düzenleyen 4. maddesinde yer alan hükme göre, Kanunlara uymak, kendi kural ve sınırları içinde kalmak şartıyla, kanun veya gelenek ve göreneklere göre yapılacak toplantı, tören, şenlik, karşılama ve uğurlamalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu hükümlerine tabi de değildir. Cumhuriyet Bayramı kutlama ve şenlikleri de, bu istisna içinde değerlendirilmek zorundadır.

AKP iktidarı, “bu yasaklama kararı, bizim dışımızda, Valilik tarafından alınmıştır” şeklinde bir savunmaya, sakın kalkışmamalıdır.

Bu yasaklama kararıyla;

12 Eylül Darbe Anayasası olarak yaftalanan 1982 Anayasasını tamamen ilga edip, daha geniş özgürlükler tanıyan, insan odaklı yeni bir Anayasa yapacağız yaygarası koparan AKP iktidarının, yapmayı düşündüğü, darbe Anayasasını gündüz fenerle aratacak olan, yeni Anayasanın ip uçları da, açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Keza, hukukçu olarak, bizim daima savunduğumuz, kötü yasa ve Anayasa yoktur, kötü olan uygulayıcıdır, Anayasayı değil, önce, insan hak ve özgürlüklerini içlerine sindiremeyen ve özümseyemeyen yöneticilerin kafaları değişmelidir görüşümüzde ne kadar haklı olduğumuz da kanıtlanmıştır.

Irkına, ana diline, cinsine, dinine, mezhebine, rengine, boyuna, posuna, bıyığına ve sakalına, siyasal görüşüne ve tuttuğu siyasal partiye bakmaksızın, ortak paydası insan olan tüm okurların ve asil milletimizin, Cumhuriyet ve Kurban Bayramlarını, en başta ülkemize barış ve huzur getirmesini dileyerek, ve sair en iyi dileklerimle kutluyorum. 23/10/2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat








20 Ekim 2012 Cumartesi

SEN LÜTFEN ÖNCE TERÖRÜ BİR HALLEDİVER!


AKP Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, gerçekten şaşırmış ve ne yapmak istediğini bilmiyor olsa gerek.

Veya, ne yapmak istediğini çok iyi biliyor ve politik hırsını ve egosunu tatmin etmek ve muhalefeti köşeye sıkıştırmak için, bu memleketin, hiç, ama hiç hayrına olmayan, bugün için memleketin, hiç, ama hiç ihtiyaç duymadığı bir işe soyunarak, seçilme yaşını 18'e indiren bir Anayasa değişikliği saçmasını gündeme taşıyarak, iktidar ile muhalefet arasında zaten mevcut bulunan gerginliği azaltacak yerde, bu gerginliği daha da tırmandırarak, bu gerginlikten şahsı ve partisi adına nema çıkarmaya çalışıyor.

Tayyip Bey'e buradan soruyoruz, 75 milyon nüfusa ve milyonlarca yetişmiş 18 yaşın üzerinde, genç, tecrübeli ve okumuş insana sahip olan, her seçimde, milyonlarca yetişmiş kişinin, birbirlerini çiğnercesine, seçilmek için adaylık başvurusu yaptığı ülkemizde, seçilmek için başvuruda bulunan bir aday sıkıntısı olmadığı gibi, bilakis aday enflasyonu olduğu halde, çocukluktan yeni kurtulan 18 yaşındaki kişilere, daha gençliklerini yaşamadan, üniversite tahsiline başlamadan, tahsillerini yarım bıraktırarak, askerlik gibi en temel vatani görevlerini tamamlamadan, henüz asgari bir hayat tecrübesi ve olgunluk kazanmadan, çocukluktan kurtulduklarının hemen ertesi günü, seçilme hakkı tanımanın, makul ve haklı bir sebebi olabilir mi?

Tayyip Bey, bu girişiminin makul ve haklı nedenlerini, halkımıza açıklayıp izah etmek zorundadır.

Tayyip Bey, bu girişimini, demokrasinin ilkeleri, özgürlükler, fırsat eşitliği gibi yuvarlak gerekçelerle izaha kalkmalıdır. Zira, 18 yaşını henüz dolduran kişinin önünde uzunca bir yaşam dönemi mevcut olup, ileride, bugün yürürlükte olan Anayasa kuralı uyarınca belirlenen seçilme yaşına geldiğinde, arzu ettiği taktirde seçilme hakkını da kullanabilecek olup, şimdilik, sadece yaşı itibariyle sırasını bekleyecektir.

Recep Bey, bugün (20/10/2012) Elazığda yaptığı konuşmasında, 18 yaşa karşı çıkan CHP ve MHP yetkililerini eleştirmiş ve benim dedem FATİH, çocuk yaşta İstanbul'u fethetmiş diyerek, Sultan FATİH'i, 18 yaş girişimine gerekçe yapmaya çalışmış ve gençlerin enerjik olduğunu, her yere koşup gidebileceklerini, Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunda da, seçilme yaşının 18 olduğunu dile getirmiştir.

Tayyip Bey'in yaptığı bir demagojidir.

Fatih Sultan Mehmet örneği, 18 yaş girişimine emsal kabul edilemez. Zira, o dönemde, Osmanlı İmparatorluğunda, cumhuriyet ve demokrasi ile yönetim değil, monarşi, yani Padişahlık yönetimi mevcut olup, taht, babadan evlada geçmekte ve tahtın varisi kim ise, yaşına bakılmaksızın, o kişi, tahta, yani yönetime geçmekteydi. Bu nedenle de, Fatih Sultan Mehmet, genç yaşta, zorunlu olarak padişah olmuş ve ülkenin yönetimine geçmiş olabilir. Elmalar ile armutları birbirine karıştırarak, doğru sonuç elde edilemeyeceğini, Tayyip Bey de bilmekte olup, işine gelmemektedir.

Gençlerin enerjik oldukları ve her yere koşup gidebilecekleri yolundaki değerlendirmesi de çok yanlış ve büyük bir aldatmaca dır. Zira, görevi; yasama, yani yasa yapmak ve yürütme organını denetlemek olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin; her yere koşarak gidip gelebilecek, atletizm müsabakasına katılacak derecede çevik insanlara ve atletlere değil, her yere koşarak gidip gelemese de, eli ayağı tutan, yürüyebilen, iyi ile doğruyu ayırabilen, doğru düşünen, muhakeme yeteneği ve beyin sağlığı yerinde olan, kendisini yetiştirmiş, tahsilli, olgun, deneyimli, şahsiyet sahibi, kendi hür iradesi ile iş yapabilen, doğru bulmadığı şeylere korkusuzca karşı çıkabilen, öz güven sahibi kişilerin seçilebildikleri milletvekillerine ihtiyacı vardır.

Tayyip Bey'in, AB ülkelerinin çoğunda seçilme yaşının 18 olduğuna ilişkin beyanına gelince; bu konuyu incelemedik, bu nedenle doğruluk derecesine şahsen güvenememekle birlikte, biz henüz Avrupa Birliği kriterlerine ve yaşam düzeyine erişmediğimize, Avrupa Birliğine henüz üye kabul edilmediğimize göre, bu konuda AB ülkeleriyle aşık atamayacağımız gibi, Avrupa Birliği ülkelerinin nüfusları ve yaş ortalamaları, bu ülkelerdeki doğurganlığın azlığı ve yaşlı nüfusun fazlalığı dikkate alındığında, Avrupa Birliği ülkelerinin, 18 yaş konusunda, 18 yaşın üzerinde yetişmiş çok fazla genç nüfusa sahip olan ülkemiz için emsal alınamayacakları bir gerçektir.

Tayyip Bey, Avrupa Birliği ülkelerine hayran ve ülkemizin insanlarını, Avrupa Birliği ülkeleri insanlarının sahip oldukları hak ve imkanlara ulaştırmak istiyorsa, lütfetsinler bir araştırma yaptırsınlar, benzin fiyatları hangi Avrupa Birliği ülkesinde 5 liranın çok altında ise, benzin fiyatlarını, bir zahmet o rakamlara indiriversinler.

Sözün kısası, Tayyip Bey; her gün üç beş şehide mal olan PKK terörü en başta olmak üzere, Başbakan olarak çözmek zorunda olduğu acil ve öncelikli sorunları çözeceği, mesaisini ve gücünü bu sorunların çözümüne ayıracağı yerde, ülkemizin sorunları gündeminin son sırasında dahi yer almayan, seçilme yaşının 18'e indirilmesi gibi, gündem değiştirmeye yönelik, sun'i sorunlar yaratarak, asıl ve öncelikli sorunların çözümünde Meclisimize zaman kaybettirmek suretiyle, güzel ülkemize ve insanına, en büyük kötülüğü yapmaktadır.

Tayyip Bey; muhalefetin karşı çıkması nedeniyle, Meclisten geçmeyeceğini çok iyi bildiği halde, seçilme yaşını 18'e indiren Anayasa değişiklik teklifini Meclise sunarak, buna haklı olarak karşı çıkan muhalefet partileri aleyhinde, seçim propaganda malzemesi hazırlama ve bu teklifi siyasal şantaj vasıtası olarak kullanma hazırlığı içinde bulunmakta olup, bu davranışı, siyasal etik ile de asla bağdaşmamaktadır.

Böyle bir politikacının ve onun tarafından tek başına uygulamaya konulan politikaların hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamaktan, demokrasi adına utanç ve üzüntü duymamak, mümkün değil. 20/10/2012

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


15 Ekim 2012 Pazartesi

SÖYLEYEN KİŞİNİN KİM OLDUĞU ÖNEMLİDİR

SÖYLEYEN KİŞİNİN KİM OLDUĞU ÖNEMLİDİR


Bir söz söylersiniz, bir eleştiri yaparsınız...

Söyledikleriniz ve yaptığınız eleştiriler, içeriği itibariyle, gerçekten çok doğru ve haklı tespitleri içeren sözler ve eleştiriler olabilir.

Ama, buna rağmen, söylediğiniz ve yaptığınız doğru ve haklı söz, tespit ve eleştiriler, muhatapları tarafından pek ilgi görmez ve ciddiye alınmazlar.

Bu demektir ki, söylenen sözün ve yapılan eleştirinin, içerik itibariyle doğru ve haklı olması, her zaman bu söz ve eleştirilerin ciddiye alınmasına yeterli olmayabilir.

Söylenen sözlerin ve yapılan eleştirilerin bir ağırlığının ve değerinin olabilmesi için, sözü söyleyen ve eleştiriyi yapan kişinin, bugün söylediği söz ve yaptığı eleştirilerinin, geçmişte söyledikleri ve yaptıklarıyla uyumlu ve tutarlı olması gerekir.

Yani, siz kişi olarak, kayıtsız ve şartsız hiçbir ayrım yapmadan, demokrasiye, çoğulculuğa, insan haklarına ve özgürlüklerine, azınlıkta kalanların hak ve özgürlüklerine saygılı değilseniz, çoğulcu değil, çoğunlukçu bir zihniyete sahipseniz, insan hak ve özgürlüklerinde, bazı ucuz hesaplarla, içeride ve dışarıda çifte standart bir tutum takınıyorsanız, mademki çoğunluk bende, her istediğimi yaparım derseniz, bunun karşıtı olan, örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden sadece birine tanınan ve diğer dört üyenin elini ve kolunu bağlayan veto yetkisine, söz söylemeye hakkınız olamaz.

Sözü nereye getireceğimi anlamış olmalısınız.

Evet, sizlerin de tahmin ettiğiniz gibi, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyesi beş devlete tanınan veto yetkisine yönelik olarak yaptığı eleştiriyi gündeme taşımak istiyoruz.

Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ve Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından “Adalet” temasıyla düzenlenen İstanbul Küresel Forumunun açılışında bir konuşma yapan, Suriyedeki iç savaşta muhaliflerin yanında yer alarak Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad'a bayrak açan ve onun düşürülmesi için özel gayret sarf eden Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; özetle “Bosna'yı seyreden Birleşmiş Milletler bugün de acizlik içinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, pek çok Uluslar arası kuruluşun işleyişinde, yapısal adaletsizliği açıkça görebiliyoruz. Beş tane daimi üye'den biri hayır dediği zaman mesele bitiyor. Oradan karar çıkarmak mümkün değil. Öyleyse Birleşmiş Milletler niye? Birleşmiş Milletlerin reform' e edilmesi, adalet üzerine reform' e edilmesi şart...Suriye de yirmi aydır bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden insanlık dramına, bütün çabalarımıza rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi müdahale etmemiştir. Şu anda Suriye'de 30 bini aşkın insan öldürülmüştür....” diyerek, Dünya barışının sağlanması için kurulmuş olan Birleşmiş Milletlerin bugünkü yapısıyla, Dünya barışının sağlanmasında etkin bir rol oynayamadığını, özellikle, beş daimi üye devlete tanınan veto yetkisinin bunda olumsuz etkilerinin bulunduğunu eleştirel bir dille gündeme getirmiştir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, Suriyedeki iç çatışmaya müdahale edilmesi konusunda bir karar alamamış olmasını, doğru bulalım veya bulmayalım, ilke olarak, Tayyip Bey'in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin karar alma ve işleyişindeki aksaklıkları ve bu aksamaların giderilmesi için bir reforma gidilmesi zaruretini ortaya koyan söz ve eleştirilerine katılmamak mümkün değildir.

Ancak; İnsan hakları ve Dünya barışının sağlanması yönünden, Birleşmiş Milletlerin işleyişi ve yapısına eleştiri getiren Tayyip Bey'in, özünde haklı olan bu eleştirilerinin; onun geçmişte ve günümüzde, Ulusal ve Uluslar arası arenada ortaya koyduğu insan hak ve özgürlüklerine, demokrasinin ilkelerine ilişkin, çelişkili ve çifte standart eylem, davranış ve söylemlerine baktığımızda, Tayyip Bey'in ağzına yakışmadığını, yaptığı eleştirilerin, onun adına sağlam bir temele oturmadığını ve sırıttığını görmekteyiz.

Tayyip Bey'in; Suriyedeki iç çatışmada 30 bin muhalifin öldürüldüğünü, ülkelerinden göç etmek zorunda kaldıklarını, insan hak ve özgürlüklerinin çiğnendiğini, Beşer Esad yönetiminin insanlık suçu işleyen bir diktatörlük olduğunu savunarak, bu katliama karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bir karar alamamasını eleştirmesine rağmen;

Aynı Tayyip Bey'in;

Amerika tarafından, nükleer bomba imal ettiği bahanesiyle Irak topraklarına girerek, Irak Devletini bölüp, çıkardığı iç çatışma sonunda milyonlarca Iraklı'nın ölümüne sessiz kalmasını,

Sudan Devlet Başkanı Beşir'in, binlerce kişinin ölümünden sorumlu bulunmasına rağmen, Beşir'in katliamlarına sessiz kalarak, onun ülkemizi ziyaret ederek ülkemizde ağırlanmasına olanak tanımasını,

Arap baharı henüz kendi ülkelerine uğramamış bulunan, tümü diktatörlükle yönetilmekte olan, insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği Arap ülkelerindeki insan hak ve özgürlüklerine yönelik bu ihlallere sessiz kalarak, onlarla iyi ilişkilerini sürdürmeye devam etmesini,

Avrupa Birliğinin ülkemiz için hazırladığı senelik ilerleme raporunda; demokratikleşme ve insan hak ve özgürlüklerinin hayata geçirilmesine ilişkin yoğun eleştirilerin yer almasını,

Balyoz ve Ergenekon davalarından tutuklu olan ve Milletten milyonlarca oy alarak milletvekili seçilen, uzun tutukluluk sürelerine, tutuklamanın muhtemel bir mahkumiyetin peşinen infazına geçilen bir kurum olmayıp, geçici bir emniyet tedbir olmasına, esasen ülkemizde mecburi tutuklama diye bir kurumun bulunmamasına rağmen, üç hakimin imzasıyla, tutukluluk hallerine son verilmeyerek, milyonlarca seçmenin oylarıyla seçildikleri milletvekilliği görevlerini yapmaları engellenen kişiler konusunda, yargının taktiridir diyerek, hiçbir yasal tedbire baş vurma lüzumunu görmeyerek sessiz kalmasını,

Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerine tahammül edememesini, basının büyük bölümünü, çeşitli yöntemlerle, yandaş kılarak basın özgürlüğünü dolaylı olarak kısıtlamasını, azınlıktaki muhalif basını da, AKP 4. Olağan Kongresine sokmayarak, muhalif basına sansür uygulamasını,

Katıldığı Üniversite açılış törenlerine, muhalif ses işitmemek için, seçerek ve sınırlı sayıda öğrenci aldırarak, öğrencilere sansür uygulamasını,

18 yaşını dolduran gençlere seçilme hakkı tanıma girişiminde bulunarak, demokrasi havarisi görüntüsü vermek isterken, o gençlerin, protesto amaçlı söz söylemelerine veya slogan atmalarına tahammül edemeyerek, gençlerin güvenlik güçleri tarafından anında ağızlarının kapatılarak boğazlarının sıkılmasına ve karga tulumba sürüklenerek polis karakollarına götürülüp enterne edilmelerine sessiz kalarak, bu tür engellemelere açıkça yeşil ışık yakmasını,

Seçilme yaşını 18 'e indirecek kadar demokratik bir görüntü vermeye çalışmasına rağmen, %10 oranındaki seçim barajını kaldırmamakta ısrar ederek, oyları baraj altında kalan seçmenlerin seçme haklarını işlevsiz kılmasını,

Gazilerimizin yapmak istedikleri yürüyüş ve miting'e izin vermeyerek, demokrasilerde kişi ve kuruluşların en temel demokratik hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünü yasaklamasını ve burada saymakla tükenmeyecek olan nice antidemokratik uygulamalarını dikkate aldığımızda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısı ve işleyişiyle ilgili eleştirileri yapmaya, en son Tayyip Bey'in hak kazanacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz. 15/Ekim/2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosunda Avukat



12 Ekim 2012 Cuma

KORKAKLAR YARGIÇ OLMAMALIDIR!

KORKAKLAR YARGIÇ OLMAMALIDIR!


Yargıçlar, korkak olamazlar.

Yargıc'ın korkak olmaya hakkı yoktur.

Yargıç korkak olmamalı, şayet korkak ise, yargıçlığı bırakmalı, aslında, hiç yargıç olamamalıdır. Yani, yargıç olması engellenmelidir.

Zira, yargıç; yürürlükteki pozitif hukuk kurallarına göre, haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran ve edindiği vicdani kanaate göre, davanın taraflarından korkmadan ve çekinmeden, tarafsız bir şekilde, karar veren şahıstır.

Her spor müsabakasından sonra, o müsabakaları yöneten hakemler'in dahi, yenilen tarafından ve az da olsa, hatta yenen tarafından ağır şekilde eleştirildiklerine tanık olmaktayız. Yani, ister hakem olsun, ister yargıç, karar veren durumunda olan kişileri eleştiren ve hatta tehdit eden kişi veya kişiler daima olmaktadır ve de olacaktır.

Bu nedenle, yargıç olmaya karar veren ve yargıç olup bu mesleği icra edenlerin, şayet haram yememişler, görevlerini yasalara uygun ve tarafsız olarak yapmışlarsa, kimseden korkmalarına gerek olmadığı gibi, korkmaya hakları da yoktur. Zaten, korkunun ecele faydası da bulunmamaktadır.

Bunları niçin yazdık?

Meclis Darbe Ve Muhtıraları Araştırma Komisyonunda 28 Şubat süreciyle ilgili olarak ifade veren Anayasa Mahkemesinden emekli, eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Sacit ADALI'nın, komisyona verdiği ifadesinde; “Yargı brifingine korkumdan katıldım” şeklindeki, korku ifade eden beyanları nedeniyle.

Görevde iken, 12 Mart,12 Eylül gibi muhtıra ve darbeleri yaşamış olan ve Ankara'nın göbeğinde, Türkiye Cumhuriyetinin Başkentinde Anayasa Mahkemesi gibi, en üst düzey yüksek mahkemede, yine en üst düzey yasal teminatlar zırhına sarılı olarak yargıçlık yapan Sayın Sacit ADALI, 28 Şubat sürecinde askerden korktuğunu ve bu nedenle Genelkurmayda düzenlenen yargı brifingine katıldığını, yani korkudan katılmak zorunda kaldığını beyan etmektedir.

Sacit ADALI'nın beyanlarının ilgili bölümünü, bir gazetemize atfen, tırnak içinde aynen alıyoruz. Sayın ADALI diyor ki; “ İnsanlar gerçekten pasifize edilmişti. En son brifing verilmesi hadisesine ben de katıldım. Utanarak ve sıkılarak ifade edeyim ki, korktuğum için katıldım. Kimse bana, şöyle böyle yap demedi, davet gelmedi ama, öyle atmosfer yaratılmıştı ki, sizi yönlendiriyorlar, sizin nasıl hareket edeceğinizi biçimlendiriyorlar. O kadar psikolojik baskı uygulandı. Brifing tam bir toplum mühendisliğidir.”

Anayasa Mahkemesi üyesi olan ve hakkında işlem yapılabilmesi bir sürü yasal güvenceye bağlı bulunan Sacit ADALI'nın, korku açıklayan bu beyanlarının, gerçeği yansıtan tarafsız ve doğru beyanlar olduğuna kim inanır?

Sayın ADALI, davetli dahi olmadığını beyan ettiği Genelkurmaydaki yargı brifingine, davetsiz misafir olarak, korkudan katıldığını beyan etmeden hemen önce, utancını bildirmektedir. ADALI'nın, komisyon önünde verdiği, yanlı, çelişkili ve tutarsız beyanları, onun adına, gerçekten utanılacak, utanç verici beyanlardır.

Emeklilik hakkını almamış olan ve Anayasa Mahkemesi Üyesine nazaran teminattan yoksun Çemişgezek yargıcı; emeklilik hakkını almış olan Sayın ADALI kadar teminata sahip olmadığı halde, yokluk ve kötü koşullar altında korkmadan ve yılmadan yargıçlık görevini yapacak, Sayın ADALI ise; 28 Şubat sürecinde, asker tarafından, kendisine, şöyle yap, böyle yap şeklinde hiçbir talimat verilmediği, görevini icrada kendisine hiçbir baskı yapılmadığı, en önemlisi de, davet dahi edilmediği, kolundan çekilip zorla götürülmediği halde, kendi vehim ve korkaklığı yüzünden, durumdan vazife çıkararak, davetsiz misafir sıfatıyla Genelkurmayda verilen brifinge, tıpış tıpış gidip katılacak ve yıllar sonra çağrıldığı darbeleri araştırma komisyonunun önünde ise; topluma uygulanan psikolojik baskı nedeniyle kendisinin de korktuğunu ve brifinge katılmak zorunda kaldığını, neyse ki, utanmadan değil de, utanarak beyan edecek.

ADALI'nın bu utanç verici (utanç verici olduğunu, utandığını kendisi beyan ediyor) taraflı beyanlarına, AKP ve yandaşları inansa da, biz ve aklı selim sahibi halkımız asla inanmayacaktır.

Eski Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Sacit ADALI; komisyonda ifade verirken, 28 Şubat sürecinde uygulandığını ve kendisinin de korktuğunu dile getirdiği psikolojik baskı sonucunda, yasalara ve vicdani kanaatine ters düşse de, korkarak, yasa dışı bir karara imza atmak zorunda kaldığını ve bu nedenle vicdan azabı içinde bulunduğunu, örnek vererek açıklamış mıdır? Merak ediyoruz doğrusu.

Öyle ya, kendisine şöyle karar vereceksin, böyle karar vereceksin diye talimat verilmediğini, ancak, topluma uygulanan psikolojik baskı sonunda, kendisinin de korkarak, davetli dahi olmadığı Genelkurmayda düzenlenen yargı brifingine katılmak zorunda kaldığını beyan eden ADALI'nın, bu korku altında, yasalara ve kendi vicdani kanaatine aykırı olan bazı kararlara, muhalefet şerhi koymadan, imza atmak zorunda kalması gerekmez miydi?

Oysa ki, Sayın ADALI, davet edilmediği halde, Genelkurmayda düzenlenen yargı brifingine korkarak katılmak zorunda kaldığını beyan etmesine rağmen, bizim bildiğimiz ve takip ettiğimiz kadarıyla, üye olarak katıldığı Anayasa Mahkemesinin kararlarına, aslanlar gibi mücadele ederek, korkularını bir kenara bırakarak, hiç korkmadan cesur bir şekilde, kendi dünya ve siyasal görüşleriyle örtüşen imzaları atabilmiş veya muhalefet şerhlerini koyabilmiştir.

Biz tekrar soruyoruz, kendi beyanına göre, Sayın ADALI'nın çizmiş bulunduğu; davetlisi dahi olmadığı halde, durumdan vazife çıkararak, korkudan brifinge katılan bir yargıç profili ile bazı askeri ve sivil çevrelerin hoşlarına gitmese de, kendi dünya ve siyasal görüşleri ve dini inançları ile örtüşen kararlara ve muhalefet şerhlerine ise; aslanlar gibi, korkusuzca imza atabilen diğer yargıç profili, birbiriyle çelişmiyor mu, birbirleriyle çelişen iki ayrı yargıç profili çizen Sayın ADALI; komisyon önündeki beyanlarıyla, bir yerde, komisyon üyelerini ve halkımızı yanıltmıyor mu? 12.Ekim.2012


Güner YİĞİTBAŞI

11 Ekim 2012 Perşembe

BALYOZ KARARINI TARAFSIZ HUKUKÇULAR TARTIŞMALIDIR


CNN Türk Televizyonunda her hafta iki kez yayınlanan, gazeteci Altan ÖYMEN, gazeteci Nazlı ILICAK, gazeteci Nagehan ALÇI ve değerli akademisyen ve aynı zamanda gazeteci Emre KONGAR'ın katılımcı oldukları Dört Bir Taraftan adlı tartışma proğramında, dün (25/Eylül/2012)akşam Balyoz kararı değerlendirildi ve tartışıldı.

Katılımcılara baktığımızda, çoğu hukuk tahsili yapmadıkları gibi, avukat, hakim ve savcı gibi aktif yargı faaliyetinden gelen kişiler de değiller. Bu nedenle, Balyoz kararının bu proğramda tartışılması, halkımızı yanlış bilgilendirmekten ve kafalarını karıştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Öyle ki, katılımcılardan gazeteci Nagehan ALÇI ve Nazlı ILICAK, uzmanlık alanları olmadığı halde, peşin, peşin Balyoz sanıklarını suçlu ilan ederek, mahkemenin kararını, Yargıtaydan önce onamak suretiyle kesinleştirmişlerdir.

Aslında, bizim televizyoncularımız, bir yerde esaslı bir yanlış yapmaktadırlar. Zira, önceden kadrolu bir katılımca heyeti belirleyerek, bu heyete, kadrolu memur gibi, bir isim altında haftanın belirli günlerinde sürekli proğram yaptırarak, onların uzmanlık alanlarında olan veya olmayan her türden güncel olayları onların yorum ve tartışmalarına açarak, bilgi kirliliğine neden olmaktadırlar.

Bize göre, yapılması gereken, memur gibi kadrolu ve sürekli bir katılımcı heyeti belirlemek yerine, tartışılacak olan meselenin konusuna göre, sürekli değişen uzman kişileri çağırarak konuyu tartışmaya açmak olmalıdır.

Yine dün geceki Balyoz tartışmasına dönecek olursak. Bir yanlışın üzerine parmak basmak istiyoruz. Şöyle ki; dün geceki tartışmada, hep Balyoz Plan Tatbikatının, bir darbe planının görüşüldüğü illegal bir toplantı olup olmadığı, bu plan tatbikatında yapıldığı iddia eden konuşmalara ait ses kayıtlarındaki konuşma içeriklerinin, bir darbe planı yapıldığını ortaya koyup koymadığı, dijital belgelerin sahte olup olmadıkları tartışılarak, katılımcılardan Nagehan ALÇI ve Nazlı ILICAK, yazılı ve dijital belgelerin ve ses kayıtlarının gerçek ve bu delillere göre de hükumeti devirmeye yönelik darbe teşebbüsünde bulundukları anlaşılan sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararının, yerinde olduğunu belirttiler ve ayıp olmasın diye de, bazı usul hatalrının yapıldığı eleştirilerine katıldıklarını, bazı sanıklara da elebaşı konumunda olanlara göre fazla ceza verildiğini vurguladılar.

Katılımcılardan, Altan ÖYMEN ve EmreKONGAR ise, haklı olarak, ortada bir darbe teşebbüsüne varan eylemin bulunmadığını beyan ederek, sanıklar hakkında darbeye teşebbüs suçundan verilen cezalara karşı çıkan görüş açıkladılar.

Aslında tartışmaya katılan kişilerin tamamı da tatbikattan gelen uzman hukukçular olsalar dahi, dava dosyasının içeriği delillerin tümünü, tam olarak bilemeyecekleri için, maddi eylemin sübutundan ziyade, iddianame ile ortaya konulan haliyle, maddi eylemin sabit olduğu varsayılsa bile, mahkemenin, bu eylemin hukuki adını koyarken, yani eylemi hukuken tanımlarken, maddi hukuk yönünden bir hata yapıp yapmadığını tartışmalıdırlar.

Ancak, bakıyoruz, bu eylem sabit bile olsa, bu haliyle, darbeye teşebbüs aşamasına gelinmiş mi, yoksa, karar ve planlama veya eyleme hazırlık aşamasında mı kalınmış konusunu, yasal ve hukuki gerekçeleriyle enine boyuna tartışanı göremiyoruz.

Varsa da yoksa da, bu plan tatbikat seminerinde oynan harp oyunu senaryosu, AKP Hükumetini devirmeye yönelik bir darbe planının yapılıp tartışıldığı bir toplantı mı? Sorusunda düğümlenmekte ve bu sorunun cevabı bulunulmaya çalışılmaktadır. Dediğimiz gibi, davanın dışında olduğumuz ve dosya içeriği delilleri tümüyle inceleyip değerlendirme imkanından mahrum bulunduğumuz için, biz, bu konuda yazdığımız önceki iki yazımızda, hep, eylem sabit kabul edilse dahi, bu haliyle, eksik veya tam olsun, her iki türden suça teşebbüs için, işlemeye kastedilen suçun, elverişli vasıtalarla icrai hareketlerine başlanmış olması zorunluluğunu, ortada icra hareketine başlandığını ortaya koyan bir eylemin ve dolayısıyla da, darbeye teşebbüs suçunun oluşmadığını, bir an için, teşebbüs halinin var olduğu kabul edilse dahi, yasada yer alan darbeye teşebbüs suçundan gönüllü vazgeçme halinin söz konusu olduğunu izah etmeye çalıştık.

Gördüğümüz kadarıyla, Balyoz Davası sanıklarının katıldıkları plan tatbikatı seminerinde, iddiaya göre, AKP hükumetini devirmek ve hükumete karşı darbe yapmak konusunda karar alınıp planlar yapılmış, sözüm ona , Ege Denizinde Türk uçakları tarafından başka bir Türk uçağı düşürülerek, it dalaşı sırasında Yunan uçakları tarafından düşürülmüş gibi gösterileceği yolunda provakatif eylem yapılması, bilmem hangi caminin bombalanarak, halkın galeyana getirilmesi, karar altına alınarak bunun planları yapılmış ve saire ve saire.

Kanıtlanmış olsa dahi, bu halde kalan ve bir adım ilerleme kaydetmeyen karar ve planlama aşamasında kalan bu eylemi, Hukumete karşı darbeye eksik teşebbüs olarak değerlendirmek, yargının bağımsızlığı ilkesine gölge düşerecek nitelikte, çok ağır adli ve hukuki bir hatadır.

Balyoz suç tarihinde yürürlükte olan mülga 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 61 ve 62. maddelerinde,(o zaman teşebbüs, eksik ve tam teşebbüs olarak ikiye ayrıldığından) suça eksik ve tam teşebbüs'ün ne olduğu, eksik ve tam teşebbüs ayrımına son vererek teşebbüsü tek'e indirerek, suça teşebbüsü bir bütün olarak düzenleyen 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasının 35. ve 36. maddelerinde, suça teşebbüsün ne olduğu, teşebbüs halinin ne zaman başlayacağı, teşebbüse geçildiği halde, o suç için gerekli olan icrai hareketleri tamamlamadan, teşebbüsten gönüllü olarak vaz geçilebileceği, vaz geçildiğinde, işlenmesi kararlaştırılan ve teşebbüs aşamasına da geçilen suçtan ceza alınmayıp, o ana kadar yapılan eylemler, başlı başına bir suça vücut veriyorsa, sadece o suçtan cezalandırma yapılabileceğini açıkça tarif edip belirlemiştir.

Önemi sebebiyle, önceki yazılarımızın bir tekrarı da olsa, bilen ve bilmeyen kişilerin beyanlarıyla, halkımızın kafalarında oluşan yanlış bilgileri yok edebilmek için, bir örnekle, konuya daha da açıklık getirmek istiyoruz.

Farz edelim ki; ben, bir şahsı planlayarak, yani taammüden öldürmeye kesin olarak karar verdim. Bu suçun karar aşamasıdır ve kafamda gizli olan bu kararı, sadece ben bilmekteyim. Öldürme fiiline henüz başlamadım.İcrai bir hareketim asla yok. Almış olduğum bu suç kararım, cezalandırmayı gerekli kılan bir suça teşebbüs değildir.Tıpki fikir özgürlüğü gibi. Kafamda binlerce fikir ve karar üretip, kafamdan geçirebilirim.

Öldürme kararını aldıktan sonra, bu öldürme suçunu nasıl gerçekleştireceğim konusunda kendimce bazı planlar yapabilirim.Öldürme fiilini, tabancayla, öldüreceğim kişinin devamlı gece iş dönüşü geçtiği yolun en tenha yerinde pusu kurarak gerçekleştirmeyi planlayabilirim. Buna da, suçun planlama aşaması diyebiliriz.

Öldürme fiiline karar verdim ve bu fiili ne şekilde gerçekleştireceğimi de planladım. Yine cezalandırmayı gerektiren bir suç işlemiş değilim.

Öldürme fiilini tabancayla işleyecektim ya. Sıra şimdi, fiilde kullanacağım tabancayı elde etmeye geldi. Bir silah kaçakçısıyla anlaşıp sağlam ve atışa elverişli bir tabanca satın alıp evimde gizliyorum. Öldüreceğim şahsı pusuya düşüreceğim yer olan, onun her gece iş dönüşü geçtiğini bildiğim yolun en tenha olan yerini görüp tespit etmek ve pusu yerini kesinleştirmek amacıyla, suç mahalline gidip keşif yapıyorum. Buna da suçun hazırlık hareketleri aşaması diyebiliriz. Bu hazırlık hareketleri aşaması da, hazırlık aşamasındaki bir eylem, müstakil olarak başka bir suçu oluşturmuyorsa, işlemeyi kararlaştırdığım cinayet fiilinden cezalandırılmam için yeterli değildir. Zira, henüz öldürme fiiline, elverişili vasıtalarla icraya başlamadım. Ancak, öldürme fiilini gerçekleştirmekte kullanacağım tabancayı, fiilime hazırlık yapmak amacıyla, ruhsatsız olarak satın alıp bulundurmaya başladığım ve ruhsatsız tabanca bulundurmak tek başına, ruhsatsız tabanca bulundurmak suçunu oluşturduğundan, ben henüz öldürme fiiline teşebbüste bulunmaya başlamamış olduğumdan, bu aşamada ruhsatsız tabanca bulundurup taşıdığım ortaya çıkarsa, sadece, ruhsatsız tabanca bulundurup taşımak suçundan cezalandırılabileceğim.

Öldürmeye karar verdik, öldürme suçunu ne şekilde işleyeceğimiz konusunda planımızı yaptık, plan gereğince suçta kullanacağımız tabancayı elde edip, öldüreceğimiz kişiyi pusuya düşürerek öldürme suçunu gerçekleştireceğimiz mahalde keşif yaparak, suç yerini kesin olarak belirlemek suretiyle hazırlık hareketimizi de tamamladık.

Sıra karar altına alıp, planlayarak hazırlıklarımızı tamamladığımız öldürme fiilinin icrasına başlamamıza geldi ve çattı.

Öldürme suçunu işleyeceğimiz gün ve saatte, tabancamızı sakladığımız yerden alıp, pusu kuracağımız yere doğru yürümeye başladık, öldüreceğimiz şahsa pusu kuracağımız yere doğru ilerliyoruz, bu anda dahi kararını verdiğimiz, planlamasını ve hazırlığını yaptığımız öldürme kararımızdan vaz geçebiliriz. Burada dikkat buyurun, öldürmeye teşebbüs fiilimizden değil, öldürme kararımızdan vaz geçebiliriz. Zira, bu halde dahi, öldürme suçuna, elverişli vasıtalarla icraya, icrai hareketlere başlamış değiliz.Henüz suça teşebbüs hali mevcut değil.

Planladığımız pusu yerine geldik, tabancamızı belimizden çıkarıp elimize aldık, kurşunu namluya sürerek, namluyu öldüreceğimiz kişinin geleceği istikamete doğru doğrultarak beklemeye başladık, işte şimdi, öldürme suçunun icrai hareketlerine başlanmış ve suça eksik teşebbüs hali oluşmuştur. Bu sırada, vicdanımızın sesine kulak vererek, teşebbüse geçtiğimiz öldürme fiilden gönüllü olarak vaz geçersek, yine teşebbüse geçtiğimiz öldürme suçundan ceza almayacağız. Ama, elimizde, namlusuna kurşun sürdüğümüz tabanca, namlu öldüreceğimiz kişinin geleceği istikamete tevcih edilmiş olarak kişinin gelmesini beklerken o sırada bu durumu gören bir vatandaş veya güvenlik güçleri tarafından, iradem dışı olarak, zorla etkisiz hale getirilirsem ve bu nedenle, teşebbüse geçtiğim öldürme fiilini tamamlayamaz isem, öldürmeye eksik teşebbüs suçunu işlemiş sayılacağım ve öldürmeye eksik teşebbüs suçundan yargılanıp cezalandırılabileceğim.

Verdiğimiz bu örneğe göre, kanıtlandığını farz ederek, Balyoz eylemini, suça teşebbüsün yasal koşulları ışığında değerlendirecek olursak, ortada sadece karar ve planlama aşamasının var olduğu, darbe ortamı yaratmak amacıyla işlenmesi karar altına alınan ve planlanan, uçak düşürme, cami bombalama gibi eylemler dahi gerçekleştirilmediğine göre, bırakınız darbeye teşebbüse geçilmesini, darbeye ortam ve haklılık kazandırmaya yönelik, darbe suçunun hazırlık hareketleri dahi yapılamamış olup, bu haliyle, karar altına alınan ve planlanan darbe eylemine teşebbüs hali, kesinlikle oluşmamıştır. Bu haliyle, karar altına alınarak planları yapılan darbe; Meclise sunulup da, bırakınız Meclis Genel Kurulunu, ilgili komisyonlarda dahi görüşülerek yasalaşamayan bir yasa teklifi gibi, kadük olup gitmiştir.

Umarız, Yargıtay aşamasında tüm bu hukuki gerçekler kabul görür ve adalet doğru olarak tecelli eder.

26/Eylül/2012

Güner YİĞİTBAŞI