SÖYLEYEN
KİŞİNİN KİM OLDUĞU ÖNEMLİDİR
Bir
söz söylersiniz, bir eleştiri yaparsınız...
Söyledikleriniz
ve yaptığınız eleştiriler, içeriği itibariyle, gerçekten
çok doğru ve haklı tespitleri içeren sözler ve
eleştiriler olabilir.
Ama,
buna rağmen, söylediğiniz ve yaptığınız doğru ve haklı
söz, tespit ve eleştiriler, muhatapları tarafından pek ilgi
görmez ve ciddiye alınmazlar.
Bu
demektir ki, söylenen sözün ve yapılan eleştirinin,
içerik itibariyle doğru ve haklı olması, her zaman bu söz
ve eleştirilerin ciddiye alınmasına yeterli olmayabilir.
Söylenen
sözlerin ve yapılan eleştirilerin bir ağırlığının ve
değerinin olabilmesi için, sözü söyleyen ve
eleştiriyi yapan kişinin, bugün söylediği söz ve
yaptığı eleştirilerinin, geçmişte söyledikleri ve
yaptıklarıyla uyumlu ve tutarlı olması gerekir.
Yani,
siz kişi olarak, kayıtsız ve şartsız hiçbir ayrım
yapmadan, demokrasiye, çoğulculuğa, insan haklarına ve
özgürlüklerine, azınlıkta kalanların hak ve
özgürlüklerine saygılı değilseniz, çoğulcu
değil, çoğunlukçu bir zihniyete sahipseniz, insan hak
ve özgürlüklerinde, bazı ucuz hesaplarla, içeride
ve dışarıda çifte standart bir tutum takınıyorsanız,
mademki çoğunluk bende, her istediğimi yaparım derseniz,
bunun karşıtı olan, örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin beş daimi üyesinden sadece birine tanınan ve diğer
dört üyenin elini ve kolunu bağlayan veto yetkisine, söz
söylemeye hakkınız olamaz.
Sözü
nereye getireceğimi anlamış olmalısınız.
Evet,
sizlerin de tahmin ettiğiniz gibi, AKP Genel Başkanı ve Başbakan
Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin daimi üyesi beş devlete tanınan veto yetkisine
yönelik olarak yaptığı eleştiriyi gündeme taşımak
istiyoruz.
Başbakanlık
Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ve Siyaset Ekonomi
ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından “Adalet” temasıyla
düzenlenen İstanbul Küresel Forumunun açılışında
bir konuşma yapan, Suriyedeki iç savaşta muhaliflerin
yanında yer alarak Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad'a bayrak açan
ve onun düşürülmesi için özel gayret sarf
eden Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; özetle “Bosna'yı seyreden
Birleşmiş Milletler bugün de acizlik içinde, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, pek çok
Uluslar arası kuruluşun işleyişinde, yapısal adaletsizliği
açıkça görebiliyoruz. Beş tane daimi üye'den
biri hayır dediği zaman mesele bitiyor. Oradan karar çıkarmak
mümkün değil. Öyleyse Birleşmiş Milletler niye?
Birleşmiş Milletlerin reform' e edilmesi, adalet üzerine
reform' e edilmesi şart...Suriye de yirmi aydır bütün
dünyanın gözü önünde cereyan eden insanlık
dramına, bütün çabalarımıza rağmen Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi müdahale etmemiştir. Şu anda
Suriye'de 30 bini aşkın insan öldürülmüştür....”
diyerek, Dünya barışının sağlanması için kurulmuş
olan Birleşmiş Milletlerin bugünkü yapısıyla, Dünya
barışının sağlanmasında etkin bir rol oynayamadığını,
özellikle, beş daimi üye devlete tanınan veto yetkisinin
bunda olumsuz etkilerinin bulunduğunu eleştirel bir dille gündeme
getirmiştir.
Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin, Suriyedeki iç çatışmaya
müdahale edilmesi konusunda bir karar alamamış olmasını,
doğru bulalım veya bulmayalım, ilke olarak, Tayyip Bey'in,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin karar alma ve
işleyişindeki aksaklıkları ve bu aksamaların giderilmesi için
bir reforma gidilmesi zaruretini ortaya koyan söz ve
eleştirilerine katılmamak mümkün değildir.
Ancak;
İnsan hakları ve Dünya barışının sağlanması yönünden,
Birleşmiş Milletlerin işleyişi ve yapısına eleştiri getiren
Tayyip Bey'in, özünde haklı olan bu eleştirilerinin; onun
geçmişte ve günümüzde, Ulusal ve Uluslar arası
arenada ortaya koyduğu insan hak ve özgürlüklerine,
demokrasinin ilkelerine ilişkin, çelişkili ve çifte
standart eylem, davranış ve söylemlerine baktığımızda,
Tayyip Bey'in ağzına yakışmadığını, yaptığı eleştirilerin,
onun adına sağlam bir temele oturmadığını ve sırıttığını
görmekteyiz.
Tayyip
Bey'in; Suriyedeki iç çatışmada 30 bin muhalifin
öldürüldüğünü, ülkelerinden göç
etmek zorunda kaldıklarını, insan hak ve özgürlüklerinin
çiğnendiğini, Beşer Esad yönetiminin insanlık suçu
işleyen bir diktatörlük olduğunu savunarak, bu katliama
karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bir karar
alamamasını eleştirmesine rağmen;
Aynı
Tayyip Bey'in;
Amerika
tarafından, nükleer bomba imal ettiği bahanesiyle Irak
topraklarına girerek, Irak Devletini bölüp, çıkardığı
iç çatışma sonunda milyonlarca Iraklı'nın ölümüne
sessiz kalmasını,
Sudan
Devlet Başkanı Beşir'in, binlerce kişinin ölümünden
sorumlu bulunmasına rağmen, Beşir'in katliamlarına sessiz
kalarak, onun ülkemizi ziyaret ederek ülkemizde
ağırlanmasına olanak tanımasını,
Arap
baharı henüz kendi ülkelerine uğramamış bulunan, tümü
diktatörlükle yönetilmekte olan, insan hak ve
özgürlüklerinin ihlal edildiği Arap ülkelerindeki
insan hak ve özgürlüklerine yönelik bu ihlallere
sessiz kalarak, onlarla iyi ilişkilerini sürdürmeye devam
etmesini,
Avrupa
Birliğinin ülkemiz için hazırladığı senelik ilerleme
raporunda; demokratikleşme ve insan hak ve özgürlüklerinin
hayata geçirilmesine ilişkin yoğun eleştirilerin yer
almasını,
Balyoz
ve Ergenekon davalarından tutuklu olan ve Milletten milyonlarca oy
alarak milletvekili seçilen, uzun tutukluluk sürelerine,
tutuklamanın muhtemel bir mahkumiyetin peşinen infazına geçilen
bir kurum olmayıp, geçici bir emniyet tedbir olmasına,
esasen ülkemizde mecburi tutuklama diye bir kurumun
bulunmamasına rağmen, üç hakimin imzasıyla, tutukluluk
hallerine son verilmeyerek, milyonlarca seçmenin oylarıyla
seçildikleri milletvekilliği görevlerini yapmaları
engellenen kişiler konusunda, yargının taktiridir diyerek, hiçbir
yasal tedbire baş vurma lüzumunu görmeyerek sessiz
kalmasını,
Düşünceyi
açıklama ve basın özgürlüklerine tahammül
edememesini, basının büyük bölümünü,
çeşitli yöntemlerle, yandaş kılarak basın özgürlüğünü
dolaylı olarak kısıtlamasını, azınlıktaki muhalif basını da,
AKP 4. Olağan Kongresine sokmayarak, muhalif basına sansür
uygulamasını,
Katıldığı
Üniversite açılış törenlerine, muhalif ses
işitmemek için, seçerek ve sınırlı sayıda öğrenci
aldırarak, öğrencilere sansür uygulamasını,
18
yaşını dolduran gençlere seçilme hakkı tanıma
girişiminde bulunarak, demokrasi havarisi görüntüsü
vermek isterken, o gençlerin, protesto amaçlı söz
söylemelerine veya slogan atmalarına tahammül edemeyerek,
gençlerin güvenlik güçleri tarafından anında
ağızlarının kapatılarak boğazlarının sıkılmasına ve karga
tulumba sürüklenerek polis karakollarına götürülüp
enterne edilmelerine sessiz kalarak, bu tür engellemelere açıkça
yeşil ışık yakmasını,
Seçilme
yaşını 18 'e indirecek kadar demokratik bir görüntü
vermeye çalışmasına rağmen, %10 oranındaki seçim
barajını kaldırmamakta ısrar ederek, oyları baraj altında kalan
seçmenlerin seçme haklarını işlevsiz kılmasını,
Gazilerimizin
yapmak istedikleri yürüyüş ve miting'e izin
vermeyerek, demokrasilerde kişi ve kuruluşların en temel
demokratik hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü
özgürlüğünü yasaklamasını ve burada
saymakla tükenmeyecek olan nice antidemokratik uygulamalarını
dikkate aldığımızda, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin yapısı ve işleyişiyle ilgili eleştirileri yapmaya, en
son Tayyip Bey'in hak kazanacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz.
15/Ekim/2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosunda Avukat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder