15 Ekim 2012 Pazartesi

SÖYLEYEN KİŞİNİN KİM OLDUĞU ÖNEMLİDİR

SÖYLEYEN KİŞİNİN KİM OLDUĞU ÖNEMLİDİR


Bir söz söylersiniz, bir eleştiri yaparsınız...

Söyledikleriniz ve yaptığınız eleştiriler, içeriği itibariyle, gerçekten çok doğru ve haklı tespitleri içeren sözler ve eleştiriler olabilir.

Ama, buna rağmen, söylediğiniz ve yaptığınız doğru ve haklı söz, tespit ve eleştiriler, muhatapları tarafından pek ilgi görmez ve ciddiye alınmazlar.

Bu demektir ki, söylenen sözün ve yapılan eleştirinin, içerik itibariyle doğru ve haklı olması, her zaman bu söz ve eleştirilerin ciddiye alınmasına yeterli olmayabilir.

Söylenen sözlerin ve yapılan eleştirilerin bir ağırlığının ve değerinin olabilmesi için, sözü söyleyen ve eleştiriyi yapan kişinin, bugün söylediği söz ve yaptığı eleştirilerinin, geçmişte söyledikleri ve yaptıklarıyla uyumlu ve tutarlı olması gerekir.

Yani, siz kişi olarak, kayıtsız ve şartsız hiçbir ayrım yapmadan, demokrasiye, çoğulculuğa, insan haklarına ve özgürlüklerine, azınlıkta kalanların hak ve özgürlüklerine saygılı değilseniz, çoğulcu değil, çoğunlukçu bir zihniyete sahipseniz, insan hak ve özgürlüklerinde, bazı ucuz hesaplarla, içeride ve dışarıda çifte standart bir tutum takınıyorsanız, mademki çoğunluk bende, her istediğimi yaparım derseniz, bunun karşıtı olan, örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden sadece birine tanınan ve diğer dört üyenin elini ve kolunu bağlayan veto yetkisine, söz söylemeye hakkınız olamaz.

Sözü nereye getireceğimi anlamış olmalısınız.

Evet, sizlerin de tahmin ettiğiniz gibi, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyesi beş devlete tanınan veto yetkisine yönelik olarak yaptığı eleştiriyi gündeme taşımak istiyoruz.

Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü ve Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından “Adalet” temasıyla düzenlenen İstanbul Küresel Forumunun açılışında bir konuşma yapan, Suriyedeki iç savaşta muhaliflerin yanında yer alarak Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad'a bayrak açan ve onun düşürülmesi için özel gayret sarf eden Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; özetle “Bosna'yı seyreden Birleşmiş Milletler bugün de acizlik içinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, pek çok Uluslar arası kuruluşun işleyişinde, yapısal adaletsizliği açıkça görebiliyoruz. Beş tane daimi üye'den biri hayır dediği zaman mesele bitiyor. Oradan karar çıkarmak mümkün değil. Öyleyse Birleşmiş Milletler niye? Birleşmiş Milletlerin reform' e edilmesi, adalet üzerine reform' e edilmesi şart...Suriye de yirmi aydır bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden insanlık dramına, bütün çabalarımıza rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi müdahale etmemiştir. Şu anda Suriye'de 30 bini aşkın insan öldürülmüştür....” diyerek, Dünya barışının sağlanması için kurulmuş olan Birleşmiş Milletlerin bugünkü yapısıyla, Dünya barışının sağlanmasında etkin bir rol oynayamadığını, özellikle, beş daimi üye devlete tanınan veto yetkisinin bunda olumsuz etkilerinin bulunduğunu eleştirel bir dille gündeme getirmiştir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, Suriyedeki iç çatışmaya müdahale edilmesi konusunda bir karar alamamış olmasını, doğru bulalım veya bulmayalım, ilke olarak, Tayyip Bey'in, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin karar alma ve işleyişindeki aksaklıkları ve bu aksamaların giderilmesi için bir reforma gidilmesi zaruretini ortaya koyan söz ve eleştirilerine katılmamak mümkün değildir.

Ancak; İnsan hakları ve Dünya barışının sağlanması yönünden, Birleşmiş Milletlerin işleyişi ve yapısına eleştiri getiren Tayyip Bey'in, özünde haklı olan bu eleştirilerinin; onun geçmişte ve günümüzde, Ulusal ve Uluslar arası arenada ortaya koyduğu insan hak ve özgürlüklerine, demokrasinin ilkelerine ilişkin, çelişkili ve çifte standart eylem, davranış ve söylemlerine baktığımızda, Tayyip Bey'in ağzına yakışmadığını, yaptığı eleştirilerin, onun adına sağlam bir temele oturmadığını ve sırıttığını görmekteyiz.

Tayyip Bey'in; Suriyedeki iç çatışmada 30 bin muhalifin öldürüldüğünü, ülkelerinden göç etmek zorunda kaldıklarını, insan hak ve özgürlüklerinin çiğnendiğini, Beşer Esad yönetiminin insanlık suçu işleyen bir diktatörlük olduğunu savunarak, bu katliama karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin bir karar alamamasını eleştirmesine rağmen;

Aynı Tayyip Bey'in;

Amerika tarafından, nükleer bomba imal ettiği bahanesiyle Irak topraklarına girerek, Irak Devletini bölüp, çıkardığı iç çatışma sonunda milyonlarca Iraklı'nın ölümüne sessiz kalmasını,

Sudan Devlet Başkanı Beşir'in, binlerce kişinin ölümünden sorumlu bulunmasına rağmen, Beşir'in katliamlarına sessiz kalarak, onun ülkemizi ziyaret ederek ülkemizde ağırlanmasına olanak tanımasını,

Arap baharı henüz kendi ülkelerine uğramamış bulunan, tümü diktatörlükle yönetilmekte olan, insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği Arap ülkelerindeki insan hak ve özgürlüklerine yönelik bu ihlallere sessiz kalarak, onlarla iyi ilişkilerini sürdürmeye devam etmesini,

Avrupa Birliğinin ülkemiz için hazırladığı senelik ilerleme raporunda; demokratikleşme ve insan hak ve özgürlüklerinin hayata geçirilmesine ilişkin yoğun eleştirilerin yer almasını,

Balyoz ve Ergenekon davalarından tutuklu olan ve Milletten milyonlarca oy alarak milletvekili seçilen, uzun tutukluluk sürelerine, tutuklamanın muhtemel bir mahkumiyetin peşinen infazına geçilen bir kurum olmayıp, geçici bir emniyet tedbir olmasına, esasen ülkemizde mecburi tutuklama diye bir kurumun bulunmamasına rağmen, üç hakimin imzasıyla, tutukluluk hallerine son verilmeyerek, milyonlarca seçmenin oylarıyla seçildikleri milletvekilliği görevlerini yapmaları engellenen kişiler konusunda, yargının taktiridir diyerek, hiçbir yasal tedbire baş vurma lüzumunu görmeyerek sessiz kalmasını,

Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüklerine tahammül edememesini, basının büyük bölümünü, çeşitli yöntemlerle, yandaş kılarak basın özgürlüğünü dolaylı olarak kısıtlamasını, azınlıktaki muhalif basını da, AKP 4. Olağan Kongresine sokmayarak, muhalif basına sansür uygulamasını,

Katıldığı Üniversite açılış törenlerine, muhalif ses işitmemek için, seçerek ve sınırlı sayıda öğrenci aldırarak, öğrencilere sansür uygulamasını,

18 yaşını dolduran gençlere seçilme hakkı tanıma girişiminde bulunarak, demokrasi havarisi görüntüsü vermek isterken, o gençlerin, protesto amaçlı söz söylemelerine veya slogan atmalarına tahammül edemeyerek, gençlerin güvenlik güçleri tarafından anında ağızlarının kapatılarak boğazlarının sıkılmasına ve karga tulumba sürüklenerek polis karakollarına götürülüp enterne edilmelerine sessiz kalarak, bu tür engellemelere açıkça yeşil ışık yakmasını,

Seçilme yaşını 18 'e indirecek kadar demokratik bir görüntü vermeye çalışmasına rağmen, %10 oranındaki seçim barajını kaldırmamakta ısrar ederek, oyları baraj altında kalan seçmenlerin seçme haklarını işlevsiz kılmasını,

Gazilerimizin yapmak istedikleri yürüyüş ve miting'e izin vermeyerek, demokrasilerde kişi ve kuruluşların en temel demokratik hakkı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğünü yasaklamasını ve burada saymakla tükenmeyecek olan nice antidemokratik uygulamalarını dikkate aldığımızda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısı ve işleyişiyle ilgili eleştirileri yapmaya, en son Tayyip Bey'in hak kazanacağını, rahatlıkla söyleyebiliriz. 15/Ekim/2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosunda Avukat



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder