27 Ocak 2016 Çarşamba

YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LAZIM DİYEREK ATATÜRK'ÜN.....




Nankör ve densiz bir kişi, yeni şeyler söylemek lazım gerekçesiyle, Meclisteki milletvekili ofisinin duvarında asılı olan ATATÜRK remini duvardan indirerek,çöp sepetinin yanına koymuş.

Bu densizliği yapan kişi, Atatürk Türkiyesinin bir milletvekili.

Bu milletvekili, aynı zamanda bir kadın.

Sıkı durun daha bitmedi, bu densiz milletvekili kadın olmasının yanı sıra, bir CHP milletvekili.

Yani, resmini meclisteki odasının duvarından indirerek çöp sepetinin yanına koyduğu Yüce ATATÜRK'ün kurduğu ve ilk genel başkanı olduğu CHP'nin miletvekili.

Peki ATATÜRK kimdir?

Hepinizin çok iyi bildiği diğer yaptıklarını saymamıza gerek kalmadan hemen belirtelim ki, ATATÜRK; ülkemizi düşman işgalinden kurtararak Türkiye Cumhuriyetini kurmak suretiyle, o kadın milletvekilinin de hem cinsleri olan masum kadın ve kızlarımızı, işgalci düşman askerlerine yosmalık ve babası ve nesebi belirsiz p.ç lere annelik yapma zilletinden kurtaran, kadınlarımızı erkelerle eşit yurttaşlar haline getiren, kadınlarımıza diğer dünya milletlerinden çok daha önce, seçme ve seçilme haklarını veren, kadınlarımızın eğitimlerine önem veren ve yaptığı devrimlerle kadınlarımızın bugünkü modern ve eğitimli konuma gelmelerini, milletvekili seçilebilmelerini sağlayan, bu nedenlerle kadınlarımızın, kendisine çok şeyi borçlu oldukları, özellikle de CHP li kadınlarımızın ve kadın milletvekillerimizin, onun devrimlerine ve manevi mirasına sahip çıkmaları gereken, çalışma ofislerinin ve hatta evlerinin duvarlarında asılı bir resmine tahammül etmeleri, bir yurttaşlık ve insanlık görevi olan kurtarıcımız ve Cumhuriyetimizin kurucusudur.

Basından izlediğimiz kadarıyla, maalesef CHP li bir kadın milletvekilinin meclisteki çalışma odasının duvarında asılı olan ATATÜRK resmini, bundan sonra yeni şeyler söylemek lazım diyerek indirerek çöp sepetinin yanına koyduğunun bir gerçek olduğu anlaşılıyor.

CHP ye gönül verenleri üzen bu acı ve düşündürücü eylemi gerçekleştiren densizin açık kimliği, en kısa zamanda belirlenerek, Türk kamuoyuna açıklanmalıdır.

Bu görev de, bizzat, ATATÜRK'ün makamında oturmakta olan partinin genel başkanı KILIÇDAROĞLU'na aittir.Bu ismin bulunup açıklanması ve o kişi hakkında gereğinin yapılması, CHP'yi güçsüz değil, bilakis daha da güçlü kılacak ve CHP'ye gönül verenleri rahatlatacağı gibi, ATATÜRK ve onun ilkelerine karşı çıkanları eleştirme hakkını CHP kendisinde bulabilecektir. Aksi halde, o milletvekilinin bireysel olan ATATÜRK'e yönelik bu saygısız eylemi, kurumsal hale gelecek ve CHP'nin üzerine yapışıp kalacaktır.

Bugün için, CHP'nin ve Türkiye Cumhuriyetinin, yeni şeyler söylemeye değil, yıllar önce Yüce ATATÜRK'ün söylediği ve bugün de aynen geçerliliğini ve gerekliliğini korumakta olan sözlerine ve yaptığı devrimlerine harfiyen uymaya ve uygulamaya ihtiyacı vardır.

Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; bu olaya bizzat el koyarak, evelemeden ve gevelemeden, ATATÜRK'ün, meclisteki milletvekili çalışma ofisinin duvarında bulunan resmini indirerek çöp sepetinin yanına koyan kadın milletvekilinin kimliğini tespit ederek, Türk kamuoyuna açıklamasına ve o milletvekilini partiden kovmasına kadar, CHP seçmenliğim ve gönüldaşlığım askıya alınmıştır. 27/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat







26 Ocak 2016 Salı

KAYMAKAMLARI DA KENDİSİNE BENZETECEK




Tayyip Bey; bugünkü kaçak saray grup toplantısını, ülkemizin kaymakamlarıyla yapmış bulunmaktadır. Ülkemiz için hayırlara vesile olsun!

Tayyip Bey; kendisinin, anayasayı ve yasaları bir kenara koyarak ve ihlal ederek, anayasanın kendisine vermediği yetkileri kullanması ve anayasa dışı fiili yönetim usulleri icat etmesi yetmiyormuş gibi, muhtarlardan sonra kaymakamlarımıza da el atmış ve huzuruna topladığı kaymakamlarımıza hitaben, uzunca bir konuşma yaparak, görevli oldukları ilçelerde, gerektiğinde yasa dışı fiili yönetim usullerini uygulamaya koymaları konusunda, kaymakamlarımıza talimatlar yağdırmıştır.

Konuşmasının bir yerinde muhtarlar toplantısına atıf yapmış ve bazı muhtarların kaymakamlar aleyhine yaptıkları konuşmaları hatırlatmış, adeta kaymakamlar ile muhtarları karşı karşıya getirmeye çalışmıştır. Neresinden bakarsanız bakınız, alışılmış devlet idaresi terbiyesine ve geleneklerine uymayan ve kaymakamlarımızı, yasaları ihlal etmeye azmettiren bir konuşma ve üslup.

Çözüm sürecindeki, çatışmasızlık hali zarar görmesin, şehit cenazeleri gelmesin, AKP, iktidarını sürdürmek için seçim kazanmaya devam etsin düşüncesiyle, Güneydoğu bölgesini PKK teröristlerinin denetim ve kontrolüne terk eden, bölgedeki vali,kaymakam,asker ve polisi, PKK terör örgütü militanlarıyla mücadele ettirmeyen, kamu görevlilerine, terörle mücadeleye ilişkin yasal görevlerini yapmamaları için talimatlar veren, bu nedenle, bölgenin, bugünkü silah,bomba ve cephane deposu haline gelmesinin baş sorumlusu olan Tayyip Bey;7.Haxiran seçimlerinde geri tepen ve AKP'yi tek başına iktidardan düşüren çözüm sürecini sonlandırıp müzakere masasını devirdikten sonra, tamamen politika değiştirmiş ve PKK'ya karşı yürüttüğü kuzu politikasından vazgeçerek, şahin politikası izlemeye ve bu kez, bölgedeki vali, kaymakam,polis ve askere PKK ile etkin bir mücadeleye girişilmesi talimatını vermeye başlamıştır.

Bugün (26/01/2016) kaçak sarayda kaymakamlarla gerçekleştirdiği toplantıda, kaymakamlara verdiği talimatlar dudak uçuklatmış, hızını alamayan Tayyip Bey; Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti olduğunu unutarak, kendisini yeryüzündeki muz cumhuriyetlerinden birinin başkanı zannedip, “yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir kenara ve ‘ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın.” talimatını vererek, kaymakamlarımızı, yasalara aykırı iş yapmaları konusunda cesaretlendirerek, ülkemizin yüzlerce ilçesinde, ülkemizde birisiyle baş edemediğimiz yüzlerce yeni Tayyip Erdoğanlar yaratarak, ülkemizin baştan aşağıya hukuk dışı fiili yönetimlerin boyunduruğu altına girmesinin önünü açmıştır.

Bu gidişe demokratik yollardan dur diyebilecek, seslerini çıkarabilecek insanların yer aldığı, adına, sorumlu ve duyarlı bir millet diyebileceğimiz bir insan topluluğu haline gelmekte, ülkemizde anayasa ve yasaları hakim kılmakta, ülke olarak biraz daha gecikirsek, bu güzel ülkemizin tümüyle, Güneydoğunun PKK terör örgütü militanları tarafından getirilen bugünkü perişan ve acınacak haline dönüşeceği günlerin çok yakın olduğunu söylemek, asla kehanet olmayacaktır. 26/01/2016



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat


23 Ocak 2016 Cumartesi

CUMHURBAŞKANININ KİŞİSEL SUÇLARI



Anayasanın 105. maddesinde yer alan hükmün başlığında, Cumhurbaşkanının sorumluluk ve sorumsuzluk hali yazılıdır. Bu hükme göre, Cumhurbaşkanının; Başbakan ve ilgili bakanların imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği işlemleri dışındaki bütün kararları,Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır ve bu kararlardan Cumhurbaşkanı sorumlu olmayıp,Başbakan ve ilgili bakan sorumludur.

Bu hüküm tersinden yorumlandığında, Cumhurbaşkanı;anayasa ve diğer kanunların, Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın, tek başına kendisinin yapabileceğini belirttiği işlemlerinden dolayı sorumsuzdur, bu sorumsuzluğun tek istisnası,Cumhubaşkanının vatana ihanet etmesidir.

Cumhurbaşkanının vatana ihanet dışındaki bu sorumsuzluğu;Cumhurbaşkanına, anayasa ve yasalarla açıkça tanınan görev ve yetkilerini kullanırken yaptığı işlemlerle sınırlıdır.

Başka bir anlatımla, herkesin yanlış olarak bildiği Cumhurbaşkanının bu sorumsuzluk hali, vatana ihanet dışında, görev ve yetkilerini kullanırken aldığı kararlarla sınırlı olup, görev ve yetki alanına girmeyen, örneğin ülkenin ana muhalefet partisi liderine yönelik açıkça hakaret teşkil eden söz ve fiilleri,sorumsuzluk alanına giremez.Cumhurbaşkanı da bu ülkenin bir vatandaşı olup, görev ve yetki alanı dışında, bir başka kişiye karşı işlemiş olduğu şahsi suçlarından dolayı cezai sorumsuzluğu asla olamaz.

Anayasanın 104. maddesine göre, Cumhurbaşkanı; Devletin başı olup,bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiği, belli bir olgunluk içinde olduğu, normal koşullarda, ihtirasının ve hırsının esiri olarak kişisel bir suç işlemeyeceği varsayıldığı için, Cumhurbaşkanının herhangi bir Türk Vatandaşına karşı işleyeceği kendi görev alanına girmeyen kişisel ve bireysel bir suç işlemesi halinde nasıl bir işleme tabi tutulacağı açık bir hükme bağlanmamış, bu konuda açık bir hükme yer verilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başı olan ve Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamına güvensizlik ve saygısızlık olarak kabul edildiğinden, Cumhurbaşkanının kişisel suçları konusunda açık bir düzenlemeye gidilmemiştir.

Ancak, bu demek değildir ki; Cumhurbaşkanı, makamının saygınlığını hiçe sayarak ve haddini bilmeyerek bir vatandaşına yönelik kişisel bir suç işlediğinde bunun hesabını vermeyecek ve yanına kar kalacak.

Anayasanın kanun önünde eşitlik başlıklı 10. maddesi çok açıktır. Bu maddeye göre; Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesi uyarınca, Cumhurbaşkanı da olsa, herkes kanun önünde eşit olup, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamayacağına göre, Cumhurbaşkanına da, başka kişiler aleyhine suç işleme özgürlüğü ve imtiyazı tanınamaz.Aksine bir görüş ve yorum kabul edildiği taktirde, Cumhurbaşkanının görev ve yetki alanına giren işlemleri dışındaki bu sorumsuzluk ve imtiyazı, Cumhurbaşkanlığı makamını yıpratacak ve bu makamı işgal eden kişilerde, Anayasaya ve yasalara uymama, kendisini anayasa ve yasalardan üstün görme, halkına tepeden bakma, önüne gelen herkese karşı fütursuzca hakaret edip, hakaret ve sövme gibi, bir Cumhurbaşkanının ağzına asla yakışmayan davranış bozukluklarına neden olacaktır.

Türk Ceza Kanunu Cumhurbaşkanına hakareti bir suç sayıyorsa ve Cumhurbaşkanı bu suçun mağduru olduğunu iddia ederek, bir vatandaşından davacı olabiliyorsa, anayasanın 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesi uyarınca,Cumhurbaşkanı da anayasada belirtilen görev ve yetki alanına girmediği halde, hangi nedenle olursa olsun, bir vatandaşına hakaret ediyor ve sövüyorsa,kişisel olarak bir suç işlemiş olup, görev süresinin sonunda, işlediği bu suçun hesabını yargı önünde mutlaka vermek zorundadır.

Diyelim ki, Cumhurbaşkanı bir sinir anında bir kişiyi öldürdü ceazasız mı kalacaktır?Suç üstü hali gerekçesiyle, görev süresi dahi sonlanmadan hakkında soruştuma açılarak gereği yapılacaktır.

Bu itibarla, Cumhurbaşkanının işlemiş olduğu kişisel suçlarından dolayı, görevli ve yetkili savcılar suçun niteliğine göre, resen veya şikayet üzerine, bu suçla ilgili bir fezleke hazırlayarak, dönem sonunda işlem yapılmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına göndermek zorundadırlar. 23/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






19 Ocak 2016 Salı

BİLGİSİZ İNSANLAR TV.DE KONUŞMAMALI



Halk Tv. De Ayşenur ASLAN tarafından sunulan Gündeme Bakış proğramını izliyorum (19/01/2016 saat:11.40),proğramın konuğu, adını vermeyeyim, bir iktisatçı yazar, Güneydoğudaki sokağa çıkma yasaklarını eleştiriyor ve bir yasa çıkarmadan bu uygulamanın yapılamayacağını savunuyor.Tamamen bilgi noksanlığı.

Evet, o yörenin il valilerinin, İl İdaresi Kanununa göre aldıkları, günlerce süren sokağa çıkma yasakları, gerekli ama yasal değildir. Uzun süreli bu sokağa çıkma yasakları, İl İdaresi Kanununa göre alınamaz. Ancak, sokağa çıkma yasağının uygulanması için, yeni bir yasaya da gerek yoktur. Gereken husus,o bölgede anayasal bir olağanüstü yönetim şekli olan olağanüstü halin ilan edilmesidir. Cumhurbaşkanının başkanlığı altında toplanacak olan bakanlar kurulunun, bölgede olağanüstü hal ilanı kararını alarak meclisin onayına sunmasıyla birlikte, devreye Olağanüstü Hal Kanunu girecek ve en başta sokağa çıkma yasakları olmak üzere, Olağanüstü Hal Kanununda yazlı olan özgürlükleri geçici bir süre durduran ve askıya alan kararlar alınabilecek, kararlar anayasal ve yasal bir dayanağa oturacaktır.

AKP iktidarı; bölgede, ülkenin bütünlüğüne yönelik terörden kaynaklı olağanüstü halin tüm fiili ve yasal koşulları gerçekleştiği halde, olağanüstü hal ilan etmeyerek görevini kötüye kullanmakta ve biz iktidar olarak olağanüstü hallere karşıyız görüntüsü vererek halkımızı kandırmaktadır.Siz, AKP iktidar olarak, resmen olağanüstü hal kararı alarak ilan etmeseniz dahi, görünen köy klavuz istemiyor, ateşi maşayla tutmak varken,bu kararı almamakta inat ederek, olağan yönetim yasalarıyla, bölge halkının özgürlüklerini kısıtlayıcı olağanüstü kararlar alarak, elinizi yakıyorsunuz

Konuya ilişkin olarak, çok kısa süre önce,“SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI UYGULAYAN VALİLER SUÇ İŞLİYOR” başlıklı bir makale yazıp yayınlamış ve aynı makaleyi, yayınlanmak üzere, ülkemizin çok saygın bir gazetesine de göndermiş ve yayına alınacağı tarafımıza bildirilmesine rağmen, bilemediğimiz bir sebeple, bilgilendirici olan bu makalemiz yayınlanmamıştır.

İnternet ortamında yayınlanan bu makalemize, güncelliğine binaen ve halkımızı doğru şekilde bilgilendirme adına, aşağıda aynen yer veriyoruz.19.01.2016 Güner YİĞİTBAŞI

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI UYGULAYAN VALİLER SUÇ İŞLİYOR


Hepimiz biliyoruz, PKK terörünün yoğun bir şekilde yaşanmakta olduğu, hendek ve barikatların kurularak silahlı sokak çatışmalarının vuku bulduğu bazı Güneydoğu illerimizin ilçelerinde,valiler tarafından alınan kararlarla, sokağa çıkma yasakları uygulanmakta ve bu yasaklar günlerce sürebilmektedir.

Sokağa çıkma yasağı kararlarının alınarak uygulanması, terörle mücadele ve kamu düzeninin sağlanması için gerekli olabilir.Sokağa çıkma yasağı kararının alınarak uygulamaya geçilmesindeki gereklilik başka bir konu,alınan bu sokağa çıkma yasağı kararının yasal ve hukuki olup olmadığı ise, başka bir konudur.

Şartlara göre, sokağa çıkma yasağı kararının alınarak uygulanmaya geçilmesi gerekebilir, ancak, demokratik bir hukuk devletinde, kişilerin dokunulmazlıklarını, serbestçe dolaşma ve seyahat özgürlüklerini yok eden sokağa çıkma yasağının, Anayasal ve yasal koşullarının bulunması zorunludur.

Yasal koşulları olmadan, sokağa çıkma yasağı kararlarını alarak uygulamaya koyan valiler, kişilerin özgürlüklerini kısıtlayarak suç işlemektedirler.

Evet, temel hak ve özgürlükler sınırsız değildir, gerektiğinde ve Anayasamızın ve yasalarımızın açıkça öngördüğü bazı koşulların varlığı halinde, temel hak ve özgürlükler, pekala sınırlanabilir,kullanılmaları durdurulabilir, bu bağlamda sokağa çıkma yasakları da alınıp uygulamaya konulabilir.

Anayasamızın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin 13. maddesine göre;)
temel hak ve özgürlükler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir, Anayasamızın 15. maddesine göre de, Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir.

Anayasamızın 15. maddesine göre, temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesinin bir örneğini teşkil eden sokağa çıkma yasaklarının alınarak uygulamaya konulabildiği sebeplerden birisi, Anayasal bir olağanüstü yönetim usulü olan ve Anayasanın 119,120 ve 121. maddelerinde düzenlenen olağanüstü haller ile Anayasanın 122. maddesinde düzenlenen sıkıyönetim,seferberlik ve savaş halidir.

PKK terörünün yoğun olduğu, PKK güçleriyle Devlet güçlerinin, barikatların kurulduğu ve hendeklerin kazıldığı silahlı sokak çatışmasına girdikleri,halkın şehirleri terk etmeye başladıkları, devletin öğretmenlerini bölgeden çektikleri bazı Güneydoğu il ve ilçelerinde yaşananlara baktığımızda, orada yaşananlara olağan bir hal diyebilir miyiz? Tabii olağandır diyemeyiz.O bölgemizde ve şehirlerinde olağanüstü bir halin olduğu, bölgedeki terörün önlenerek asayişin,vatandaşların can ve mal güvenliklerinin yeniden sağlayabilmek için, sokağa çıkma yasağı kararı alınarak uygulamaya konulmasının gerekliliği yadsınamaz.

Ancak bir şartla, o bölgedeki koşulların olağanüstü bir hal aldığını kabul ederek, o bölgede,Anayasal bir olağanüstü hal yönetim usulü olan olağanüstü hal kararı alarak, olağanüstü hal ilan etmek koşuluyla.

AKP iktidarı, olağanüstü koşulların yaşandığı, bölge vatandaşlarının mal ve can güvenliklerinin kalmadığı, okulların yakıldığı, öğrenim özgürlüğünün yok edildiği, asayişin ve kamu düzeninin kalmadığı, devlet otoritesine karşı gelindiği Güneydoğu illerimizde, Anayasanın öngördüğü olağanüstü hal kararı alarak ilan etmekten niçin korkuyor? Anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.

AKP iktidarı, bizim dönemimizde sıkıyönetimler ve olağanüstü hal yönetimleri olmaz ve olmamalıdır takıntısını ve kompleksini terkedip, Anayasal yetkilerini kullanarak, bugün için Anayasal koşulları fazlasıyla oluşmuş bulunan Güneydoğu illerimizin bazılarında, olağanüstü hal kararı alıp ilan etmek ve meclisin onayına sunmak zorundadır.Aksi halde, AKP iktidarının bundan sonra olacak olanlardan dolayı hukuki ve siyasal sorumlulukları daha da artacak ve en başta sokağa çıkma yasakları olmak üzere, bölgede Olağanüstü Hal Yasasının öngördüğü, özgürlükleri kısıtlamaya yönelik kararları alamayacaklar, almaya kalkıştıklarında da, en başta sokağa çıkma yasağı olmak üzere, aldıkları ve bundan sonra alacakları, kişilerin özgürlüklerini sınırlayan tüm kararları, Anayasal ve yasal dayanaktan yoksun olacaktır.

Olağanüstü hal kararı alınarak ilan edilmesi halinde, olağanüstü hal kararı alınan yerlerde kişi hak ve özgürlüklerinin nasıl kısıtlanacağı ve bunların kullanılmasının nasıl durdurulacağı, Olağanüstü Hal Yasasında açıkça belirtilmektedir.

Olağanüstü Hal Yasasının 11/a maddesinde yer alan açık hükme dayanarak, olağanüstü hal ilan edilen illerde, valiler, sokağa çıkmayı sınırlama veya yasaklama kararı alabileceklerdir.

Apdest almadan nasıl namaz kılınamayacaksa, olağanüstü hal yönetim kararı alıp ilan etmeden, bir olağanüstü hal yönetimi emniyet tedbirleri olan sokağa çıkma yasağı kararı da alınamaz.

Bu itibarla, şu anda yapıldığı gibi, bölgedeki il valilerinin İl İdaresi Yasasına dayanarak,illerinde sokağa çıkma yasağı kararı almaya ve uygulamaya yetkileri kesinlikle mevcut olmayıp, bu kararı alarak uygulayan valiler ile valilere bu konuda talimat verenler, açıkça suç işlemektedirler. 16/12/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




18 Ocak 2016 Pazartesi

DİKTATÖR BOZUNTUSU HAKARET MİDİR?




CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU; bizim de televizyonumuzun başında izlediğimiz, partisinin 35.Olağan Kongresinde geçtiğimiz cumartesi (16.01.2016) günü yaptığı açılış konuşmasında, tarafsız davranmayan ve bu nedenle namusu ve şerefi üzerine yapmış olduğu tarafszılık ve anayasaya bağlılık yeminine aykırı davranan Cumhurbaşkanı Tayyip Bey için de uzun bir paragraf açarak, Tayyip Bey'i diktatör bozuntusu olmakla suçlamış ve yeminine bağlı kalmadığı sürece de, dozunu daha da artırarak, Tayyip Bey'e yönelik eleştirilerini sürdüreceğini, kamuoyuna ilan etmiştir.

KILIÇDAROĞLU'nun, Tayyip Bey'e yönelik eleştirileri ve kendisini diktatör bozuntusu olarak yaftalaması, en başta Başbakan Ahmet Bey olmak üzere, AKP çevrelerinden ve AKP yandaşı havuz medyasından büyük tepki ve eleştiri görmüş ve KILIÇDAROĞLU, Cumhurbaşkanlığı makamına ve onun şahsında Tayyip Bey'e oy vererek onu Cumhurbaşkanı seçen millete hakaret etmekle itham edilmiştir.

Öncelikle açıklığa kavuşturulması gereken husus şudur.

Cumhurbaşkanına “diktatör” demek, hukuken bir suç mudur, Cumhurbaşkanına hakaret midir?

Yargı kararlarına göre, “diktatör” demenin, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturmadığını görüyoruz.Zira;

Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde "Diktatörler sokakta devrilirler" yazılı pankart asan iki öğrenci, "Cumhurbaşkanı'na hakaret" suçundan yargılandıkları davanın ilk duruşmasında, savunma alınmasına bile gerek görülmeksizin, beraat ettirilmiş ve kararda; 'diktatör' kelimesinin, Büyük Türkçe Sözlük'te "bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse" olarak tanımlandığı belirtilerek, bu anlamda pankart yazısının da "siyasi eleştiri olmaktan başka bir anlam taşımadığı" vurgulanmıştır.

Bu yargı kararından hareketle; Anayasa hükümlerinin, Cumhurbaşkanı dahil, her Türk Vatandaşını ve her kurumu bağlayacağına, herkesin ve her kurumun, beğenseler de, beğenmeseler de, yürürlükteki anayasa hükümlerine uymakla mükellef bulunduklarına, hiç kimsenin kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamayacağına ilişkin anayasa hükmüne rağmen, yasal ve anayasal bir tabanı olmayan, ben doğrudan milletin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçildim gerekçesiyle, parlamenter sistemi fiilen ortadan kaldırdığını, fiili başkanlık sistemini tesis ettiğini, yapılacak yeni anayasa ile kendisinin bu fiili durumuna anayasal bir kılıf hazırlanmasını açıkça ve alenen dile getiren, yaptığı tarafsızlık yeminini göreve başladığı andan itibaren ihlal eden, adeta bir anayasa suçu işlemekte olan, o kadar ki, en başta ana muhalefet partisi lideri KILIÇDAROĞLU olmak üzere, muhalefet partilerinin liderlerini doğrudan siyasi muhatap kabul ederek her fırsatta eleştiren, yargıya talimatlar veren ve onkları yönlendiren, meclisi istediği gibi kullanabilen,istediği yasayı çıkarttıran,ülkede bir canlı bomba patlaması ve çatlama olsa, ülkenin bir Başbakanı, İçişleri bakanı,o ilin Emniyet Müdürü ve Valisinin bulunmasına ve en son konuşacak kişinin kendisi olmasına rağmen,durumdan vazife çıkartarak, herkesten önce televizyonlara çıkarak bu patlamalar konusunda açıklama ve yorumlar yapan, bu görüntüsü ve icraatlarıyla, anayasaya aykırı olarak tüm yetkileri uhtesinde toplamış bir Cumhurbaşkanı profili çizen Tayyip Bey'e diktatör nitelemesinde bulunan KILIÇDAROĞU'nun bu eylemi; Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in, anayasadaki niteliklerine ve ona tanınan yetkilere uygun davranmadığı için, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu oluşturamaz, bu nitelemeyi, anayasal sınırların dışına çıkan Tayyip Bey'e yönelik, hukuki ve siyasi bir eleştiri olarak değerlendirmek gerekir.

Tayyip Bey'e diktatör demek; AKP çevrelerinin iddia ettiği gibi, Tayyip Bey'in şahsında, cumhurbaşkanlığı makamına ve cumhurbaşkanlığına seçilmesi için kendisine oy veren %52 oranındaki milletimize de asla hakaret sayılamaz.

Ancak, Cumhurbaşkanlığı makamında, anayasa hükümlerine ve yapmış olduğu tarafsızlık yeminine uygun olarak görev yapan bir Cumhurbaşkanın varlığına rağmen, hiç gereği yokken ve sırf o makamı yıpratmak amacıyla, Cumhurbaşkanına “diktatör” denilmesi halinde, Cumhurbaşkanlığı makamı hakarete uğramış olabilir ve kendi birliğini temsil eden milletimiz incinir.

Aynı şekilde, fanatik Tayyip Bey hayranlarını bir kenara koyarsak, Cumhurbaşkanı seçilsin diye Tayyip Bey'e oy veren milletimizin çoğunluğu da; kanunu bilmemek mazeret sayılmayacağına göre, cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, anayasayı çiğnemeyeceğini, anayasaya uygun görev yapacağını, tarafsız bir Cumhurbaşkanı olacağını, yapmış olduğu yeminine sadık kalacağını düşünerek Tayyip Bey'e oy verdiklerine göre, tarafsız bir Cumhurbaşkanı olamayan, anayasayı ihlal eden, Cumhurbaşkanlığı yeminine sadık kalmayan Tayyip Bey'e, KILIÇDAROĞLU tarafından siyasi bir eleştiri amacıyla diktatör denilmesi, Tayyip Bey'e oy veren milletimize de asla hakaret ve saygısızlık olamaz. Bu eleştiri, belki de, Tayyip Bey'e tarafsız ve anayasaya uygun bir şekilde cumhurbaşkanlığı yapsın düşüncesiyle oy veren milletimizi memnun dahi eder.

Ancak, KILIÇDAROĞLU tarafından kurultay konuşmasında Tayyip Bey'e yönelik olarak sıkca sarf edilen, “diktatör bozuntusu” sözünün; bir yönetim şekli olan gerçek anlamda bir diktatör dahi olamadığını ifade etmesi açısından, Tayyip Bey'in sadece kendi şahsını küçük düşürücü olduğu ve hakaret teşkil ettiği savunulabilir.

Son söz, bu makale, mahkeme kürsüsünün; iddia, savunma ve karar makamlarında görev yapmış ve halen de savunma makamında görev yapmaya devam eden, yaklaşık elli yıllık bir hukukçunun, somut bir yargı kararı ve anayasamızın yürürlükteki hükümlerinin ışığında, tarafsız bir şekilde kaleme alınan hukuki bir değerlendirme yazısı olup, kimse yanlış bir şekilde, Tayyip Bey'i suçlayan, KILIÇDAROĞLU'nu aklayan bir yazı olarak değerlendirme yapmaya kalkışmasın. 18/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



13 Ocak 2016 Çarşamba

BEYAZ





Beyazıt ÖZTÜRK adını, hepimiz çok yakından tanıyoruz.

Kısaca Beyaz olarak da anılan Beyazıt ÖZTÜRK, yaklaşık yirmi yıldır Kanal D Televizyonunda cuma akşamları yayınlanan Beyaz Şov adıyla bir eğlence programı sunar.

Proğramına; izleyici konuklar olarak, çeşitli üniversitelerimizin öğrencilerini çağırır ve bunların eşliğinde, proğramın asıl konukları olarak davet ettiği ve bir koltuğa yan yana oturtuğu tiyatro,dizi,sinema oyuncuları ve her türden ses sanatçılarıyla söyleşiler yapar, ses sanatçısı konuklar yeni çıkan veya çıkacak olan CD lerinden parçalar okurlar ve araya Beyaz tarafından çekilen komik parodiler serpiştirilir, konuk öğrenciler ile evlerinde televizyonlarının başındaki izleyiciler, üç dört saat hoşca vakit geçirirler.

Beyaz Şov da izlenenlere sadece gülünüp geçilir, ertesi gün insanların aklında kayda değer bir şey kalmaz.Zira, bu programda; konuk edilen oyuncularıyla ve ses sanatçılarıyla birlikte, yeni vizyona girecek dizi ve filimler, yeni çıkan şarkı CD'leri ve buna benzer magazinel, lay lay lom ve geyik muhabbetti diyebileceğimiz türden sadece eğlendiren ve zaman zaman da güldüren konulara yer verilir.

Beyaz şov'un, ülkenin içinde bulunduğu sorunlara, sosyal içerikli konulara dolaylı da olsa değinme ve insanlarımızı ülke sorunları üzerinde düşünmeye sevk etme ve aydınlatma, fikir üretme gibi bir misyonu yoktur.

Bu nedenle, bu şovu hazırlayıp sunan Beyazıt ÖZTÜRK'ün, ülke sorunlarına el atma, güldürürken insanlarımızı sorunlarımız üzerinde düşündürme gibi bir sosyal yönü yoktur,onun içindir ki, göğsümüzü gere gere, kendisine gerçek anlamda bir sanatçı diyebilir miyiz? O dahi şüphelidir.

İşte bu Beyazıt ÖZTÜRK, geçtiğimiz hafta sunduğu Beyaz Şov programında telefonla proğrama bağlanan ve kendisini öğretmen olarak tanıtan bir bayanın; Güneydoğuda çocuklarımız,insanlarımız ölüyor, çocuklarımız ve insanlarımız ölmesin vurgusunu yaptığı, yorumlayan kişiye göre her yöne çekibilen, Güneydoğudaki kanayan yarayı işaret eden konuşmaları nedeniyle, kendisinin hiçbir kusurunun olmamasına, sadece canlı yayının bir cilvesine maruz kalmasına rağmen, programında siyaset yapmakla, PKK terör örgütünün propagandasını yapmakla itham edilmiştir.

Etliye ve sütlüye karışmayan, ülkenin en başta terör olmak üzere,diz boyu halİne gelen onca sorunlarına kıyıdan köşeden de olsa hiç değinme gereği duymayan, ülke sorunlarına kulağını ve gözlerini kapamış olan Beyazıt ÖZTÜRK'ün başına gelen bu iş kazası, bize göre, Beyazıt ÖZTÜRK'e hiç hak etmediği halde tanrı tarafından sunulan bir lütuf olup, bu iş kazasından dolayı, hiç gereği olmayan özür dilemeleri bir kenara bırakarak,bu iş kazasını, programına ülkenin sorunlarına değinen bir sosyal içerik kazandırmak ve gerçek anlamda bir sanatçı sıfatını kazanabilmek adına bir fırsata çevirmelidir.13/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Ocak 2016 Pazartesi

İŞİNİ İYİ YAPMAYAN MİLLETE HESABINI VERMELİDİR AMA...




İçişleri Bakanı Efgan ALA; “İşini iyi yapmayıp halka bedel ödetenlerden yetkiyi alır, yapacak olanlara veririz” demiş, ne kadar doğru söylemiş, Efgan ALA'yı tebrik ediyor ve ağzının içini öpüyoruz!

Efgan ALA tabi bu doğruları, her zaman olduğu gibi, AKP'nin sürekli uyguladığı nalıncı keseri ve çifte standart politikayla sınırlı olarak, adeta bir iç savaşın yaşanmakta olduğu Güneydoğudaki Sur,Silopi,Cizre ve Nusaybin gibi ilçelerimizde, PKK terör örgütünün, yerel belediyelerin iş makinalarını ve imkanlarını kullanarak kazdıkları hendekler ve oluşturdukları barikatlar, yolların altlarından geçirdikleri kablolarla bubi tuzakları kurarak, el yapımı bombalar yerleştirmeleri sebebiyle,PKK militanlarına bu eylemlerinde belediyelerin iş makinalarını ve diğer imkanlarını sunan seçilmiş belediye başkanlarını görevden almanın gerekçesi ve habercisi olarak söylemektedir.

Kimse yanlış anlamasın, Efgan ALA'nın dediği gibi;işini iyi yapmayan, halka bedel ödeten, kendi belediyelerinin iş makinalarını ve imkanlarını, PKK terör örgütüne sunan ve bunların, halka hizmet olarak değil, polis ve askerlerimizin şehit edilmesi olarak geri dönmesi nedeniyle,yöre halkına, güvenlik görevlilerimize ve tüm milletimize ağır bedeller ödeterek suş işlemiş olan belediye başkanlarının, ellerindeki yetkilerin alınarak, görevlerine son verilmesine, asla bir diyeceğimiz olamaz.Bu konuda yasal gereği ne ise o mutlaka yapılmalıdır.

Ancak, biz de haklı olarak diyoruz ki; işini iyi yapmayıp halka bedel ödetenlerden yetkileri alınmalı ve işini iyi yapanlara verilmelidir ama, bu sadece seçimle iş başına gelen Güneydoğudaki bir kısım belediye başkanlarıyla,yani yerel yönetimlerle sınırlı kalmamalıdır.

İşini iyi yapmayan, millete bedel ödeten kişiler; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Vali ve Kaymakam da olsalar onların da yetkileri ellerinden alınmalı ve onların yerlerine de,işini iyi yapanların gelmelerinin önü açılmalıdır.

Ülkemizi 14 yıldır yöneten AKP iktidarı ve onun başındaki, merkezi idarenin en üst yöneticelerinin, özellikle de, ülkemizde yıllarca İçişleri bakanlığı yapmış bulunan Efgan ALA'nın, şu anda Güneydoğuda yaşamakta olduğumuz, PKK terörünün iç savaşa tırmanmasında hiç mi suçları ve günahları yoktur?

Kimse inkar etmeye kalkışmasın, bugün, Güneydoğu il ve ilçelerinde, PKK terörü bir iç savaş konumuna tırmanmış, ilçeler silah,cephane ve bomba yığınağı haline getirilmiş,sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş,PKK militanları ile asker ve polis arasında aylardan beri süren sokak savaşı başlamış, bu savaş aradan geçen uzun zamana rağmen henüz kazanılamamış, bu çatışmalarda onlarca asker ve polisimiz hayatlarını kaybetmiş, okullar,evler ve camiler ateşe verilmiş, sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş,yöre insanının en temel hakkı olan yaşam hakkı kalmamış, çatışmaların yaşandığı yöre halkı, ellerinde beyaz bayraklarla evlerini terketmek zorunda kalmış, bölgede devletin hakimiyeti ve otoritesi ayaklar altında çiğnenmiş ise,masum yöre halkına ve tüm ulusumuza ağır bedeller ödeten tüm bu olumsuzlukların ve kötü yönetimin asıl suçlusu, çözüm süreci,Kürt açılımı diye, diye, aman çözüm süreci zarar görmesin diyerek, bölgeyi tamamen PKK militanlarının kontrolü ve hakimiyetine terk eden, devleti ve devletin güvenlik güçlerini, yasalarını ve yargısını bölgede yok sayanve işlevsiz kılan, bölgeyi devletsiz bırakan ve büyük bir suç işleyen, iş başındaki AKP iktidarıdır.

Peki, bu baş suçlu AKP iktidarı ve yöneticileri, şu anda ne yapmaktadır?

Hepiniz görüyorsunuz, asıl suçlu AKP iktidarı; Güneydoğuda yaptığı pisliği, şehitlerimizin temiz kanlarıyla temizlemeye çalışmakta olup,kendilerinin neden olduğu bu pisliği temizledikten sonra da, sanki büyük bir iş başarmış edasıyla, bölgede bizzat kendi aymazlıklarının yarattığı PKK terörüne son vermiş muzaffer ve başarılı bir iktidar kibir ve aldatmacasıyla, önce eşeğini kaybettirip sonra da eşeğini şehit kanlarıyla buldurdukları halkımızın karşısına çıkarak, utanmadan ve sıklılmadan, çok arzuladıkları başkanlık sistemi için, halkımızdan destek isteminin hazırlıklarını yapmaktadır.

Şimdi, diyeceksiniz ki; ülkenin bu kargaşa ve kaos ortamında, muhalefet ne yapıyor?

Hiç merak etmeyiniz, muhalefet de, ülkeyi kan gölüne çeviren, hergün birkaç şehit verdiğimiz PKK terörüne rağmen, AKP iktidarına hak ettiği cevabı vereceğine, ondan hesap soracağına, meydanlara çıkarak gökkubbeyi AKP iktidarının başına yıkacağına, AKP ile iktidar mücadelesine girişeceğine, tıpkı Güneydoğu bölgemizde olduğu gibi, kendi partilerinin içinde bir iç savaş yaşamakta,kurultay ve parti içi iktidar mücadelesinin son hazırlılarını yapmakatadırlar.

Yine başa dönersek, bravo Efgan ALA ve AKP iktidarı üst yönetimi; hendekler açmaları, barikatlar kurmaları ve yolların altına bombalar yerleştirmeleri için, belediyelerin iş makinalarını ve her türlü imkanlarını PKK örgütünün hizmetine vererek halka bedel ödeten, işini iyi yapmayan ve suç işleyen belediye başkanlarını, bunlar başımıza gelmeden, zamanında, daha işin başında görevden alsaydınız daha iyi olurdu ama, haydi gecikerek de olsa görevden alınız ama, siz de;siyasi çıkarlarınız için PKK'ya göz yumarak, onların bölgede yaptıkları iç savaş hazırlıklarını görmezlikten gelerek,yılanı işin başında ezmeyerek, aynı suça asli fail olarak katılmış,işini iyi yapmamış ve halkımıza maddi ve manevi bedeller ödetmiş, onlarca asker ve polisimizi hayattan koparmış, onlarca çocuğu babasız bırakmış bir parti ve iktidar olarak, halkın sizi görevden alacağı 2019 seçimlerini beklemeden, istifa etme insanlığını ve sorumluluğunu gösterebilecek misiniz? 11/01/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




10 Ocak 2016 Pazar

TARİHTEN BİR YAPRAK



Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” sözünde yer alan anlamayanların çoğunlukta oldukları ülkemizde,son sekiz sene içinde, ülkesini seven duyarlı bir aydın olarak, hukuk bilgi ve birikimimizden de yararlanarak, değerli halkımızı aydınlatmak düşüncesiyle amatörce yazıp sosyal paylaşım ve internet sitelerinde yayınladığımız yazılarımız, herbiri üç yüzer sayfadan, beş ayrı kitap oluşturacak şekilde sekiz yüzü aşmış olup, ülkemizin içinde bulunduğu ve giderek daha da kötüleşen durumuna baktıkça, inanın, içimizdeki yazma ve bu yolla halkımızı aydınlatma şevki sönme aşamasına gelmiş ve bu pazar günü yeni bir yazı yazmak için bilgisayarımızın başına oturmamıza rağmen, gönlümüz yeni bir yazı yazmak istememiş ve elimiz klavyelere gitmemiştir.

Bu nedenle, tarihten bir yaprak açarak,önceden bugünleri görüp 11.07.2014 tarihinde kaleme alarak yayınladığımız,“ATMA RECEP DİN KARDEŞİYİZ” başlıklı yazımıza aşağıda aynen yer veriyor ve sizlere iyi pazarlar diliyoruz.10/01/2016 G.Y.


Atma Recep Din Kardeşiyiz!


Erdoğan; bugün (11/07/2014) kırk beş dakika rötarla ve bazı ünlü sanatçılarla, devlet ihalelerinde çalışan baretli işçilerin dayatma ile katıldıkları görkemli bir törenle, Cumhurbaşkanlığı seçim vizyon belgesini açıkladı.

Konuşmasının başını dinledik, baktık değişen hiçbir bir şey yok.

Yine atıyor tutuyor, kendisini ve yaptıklarını övüyor,Türkiye Cumhuriyetini E.Ö ve E.S olarak, yani Erdoğandan önce ve Erdoğandan sonra olmak üzere, iki döneme ayırıyor, E.Ö dönemini; oy kaygısıyla, Menderes ve Özal'ı lütfen ayrık tutarak yerden yere vuruyor, E.S. Dönemini ise; adeta göklere çıkarıyor, ağzına zerre kadar yakışmayan, demokrasi, hak ve özgürlükleri geliştirdiklerini, Devleti arka planda tuttuklarını, milleti ise öne çıkararak millete öncelik verdiklerini, CHP'nin ikinci Dünya savaşından sonra değişimi yakalamak yerine, ikinci Dünya harbinde yerle bir olmuş olmalarına rağmen, değişimi yakalayarak ülkelerini kalkındıran başta Almanya olmak üzere, Japonya ve diğer devletleri sadece seyrettiğini açıklıyor.

Türkiyenin değişimi yakalamasının önündeki en büyük engel olan politikaya alet edilen din faktörünü ve o çok sevdiği, yeni nesli imam zihniyeti ile yetiştirmeyi hedeflediği, değişimin önündeki yegane engel olan imam hatip okullarının büyük savunucusu olduğunu unutuyor ve içine düştüğü büyük çelişkiyi göremiyordu.

Gavur icadı diyerek, aydınlanmanın öncüsü büyük icat matbaayı, asırlarca ülkeye sokmayan ve bu yüzden geri kalan ve bilgi toplumu olamayan Osmanlının ve Osmanlı zihniyetinin, günümüzde yegane savunucusunun kendisi olduğunu unutuyordu.

İstanbul halkına Gezi Parkına girmeyi dahi yasaklayan, bu parka girmek isteyen vatandaşlarının üzerlerine, tomalarla, tazyikli sularla, biber gazıyla ve hatta silahla güvenlik güçlerini salan ve onların millete karşı kullandıkları orantısısz güç nedeniyle güvenlik güçlerini ikramiye ile ödüllendiren ve onları tarih yazmakla taçlandıran Tayyip Bey; o ağzına hiç yakışmayan, hak, özgürlük ve demokrasi kelimelerini sıkça telaffuz ettikçe, afakanlar basıyordu.Sonunda daha fazla dayanamadık ve televizyonu kapatmak zorunda kaldık.

Tayyip Beyin konuşmasını izleyen ve onu hiç tanımayan bir yabancı, bol bol mağduriyet edebiyatı yapan Tayyip Bey'i, on iki yıllık Başbakan değil, ana muhalefet partisinin lideri sanacaktı.

Darbelerle darbecilere karşıymış havası vermesine rağmen, darbeciler tarafından yapılan 1982 Anayasasının, en başta %10 luk seçim barajı ve milletvekilliği dokunulmazlığı olmak üzere, antidemokratik hükümlerini çok beğenen ve bunları değiştirmemekte direnen Tayyip Bey; sanki, sembolik bir makam olan ve vatan hainliği dışında bir sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanı adayı değil de, on iki yıldır ülkeyi büyük yetkilerle yöneten ve bu ülke için yapacaklarını bu on iki yıllık uzun dönemde yapıp bitirmiş olması gereken Başbakanlık makamına ilk kez talip olan hizmet etmeye aç, çiçeği burnunda bir politikacı görüntüsü vermeye çalışıyordu.

Tayyip Bey; Usulen, Cumhurbaşkanını üç erkten birinin içinde zikretmek zorunda kalan Anayasanın 8. maddesinde yer alan (Tayyip Bey'in dediği gibi,104. Madde de değil), Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” hükmüne dayanarak, Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, Başbakanlık görevini de fiilen yürütmeye devam edeceğinin sinyalini veriyordu. Bir maddesini, Cumhurbaşkanının, yürütmenin, yani icranın başı olduğuna ve Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da, fiili Başbakanlık yapacağına referans yaptığı Anayasaya gerçekten saygılı olması gerekn bir kişi olarak, Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, partisi ile ilişiğini kesmek ve tarafsız kalmak mecburiyetinde olduğunu kulak arkası yapıyordu.

Recep Bey'e soruyoruz, kardeşim, sen, icrayı, yani yürütmeyi seviyorsan, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da, yan gelerek yatmak istemiyorsan, niçin Cumhurbaşkanı olmak istiyorsun, Başbakanlık sana batıyor mu, yoksa bizim bilmediğimiz, ancak çok iyi bir şekilde tahmin ettiğimiz bazı gizli niyetlerin mi var, kendine sorumsuzluk zırhı, güvenli bir liman mı elde etmek istiyorsun,Başbakan iken tam olarak yapamadığın, Anayasa Mahkemesi ile diğer yüksek yargı organlarına hakim atama yetkine dayanarak, sana köstek olduğuna inandığın, en başta Anayasa Yargısı olmak üzere, tüm yüksek yargıyı yeniden dizayn ederek, yasama organından sonra, yargı organını da kendi buyruğun altına alarak gizli ajandanı uygulamaya koymak mı istiyorsun?

Recep Bey; şayet, Cumhurbaşkanı seçilirseniz (Allah korusun), Anayasa tamamen rafa kaldırılacağından, Türkiye Cumhuriyeti, sayenizde, İngiltereden sonra yazılı bir Anayasaya sahip olmayan ikinci ülke olma şerefine kavuşacaktır!11/07/2014



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

8 Ocak 2016 Cuma

YASALAŞMAMIŞ ANAYASA METİNLERİ REFERANDUMA SUNULAMAZ



Mevcut anayasanın; bazı maddelerinin değil de, bütünüyle değiştirilerek tamamen yeni bir anayasa yapılması, anayasa yapma ve yasama tekniği açısından, anayasanın değiştirilmesi faaliyeti olup, anayasanın ne şekilde değiştirileceğinin ve gerekirse halkoyuna sunulmasının usul ve koşulları, anayasamızızn 175. maddesinde açıkça düzenlenmiştir.

Anayasanın 175. maddesindeki bu açık düzenlemeye rağmen, yapılması düşünülen yeni anayasada, yönetim sisteminin değişitirilerek, mevcut olan yürürlükteki parlamenter yönetim sisteminin yerine, Türk tipi bir başkanlık sisteminin getirilmesi tartışmalarının ayyuka çıkması üzerine, başkanlık sistemini savunan çevrelerin; mevcut parlamenter sistemin muhafaza edildiği yeni bir anayasa metni ile başkanlık sisteminin yer alacağı yeni bir anayasa metninin hazırlanarak, bu iki ayrı anayasa metninin halk oyuna sunulması ve halkın kabul edeceği anayasa metninin yasalaştırılmasına yönelik öneriyi dillendirmeleri, büyük bir cahilliğin dışa vurumudur.

Günümüzde, yeryüzündeki herhangibir ülkede ve tabiatıyla bizim ülkemizde, doğrudan demokrasinin cari olmadığını, yani,anayasa ve yasaları,milyonlarla ifade edilen tüm halkın bir meydanda toplanarak doğrudan görüşüp tartışarak, bizzat yapma ve yürürlüğe sokma imkanının fiilen bulunmaması nedeniyle, temsili demokrasinin var olduğu, yasaları ve anayasayı, mevcut anayasada yer alan hükümlere göre, halkın temsilcileri olan milletvekillerinin yer aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapıp son şeklini vererek,anayasanın öngördüğü yeterli oy sayısıyla kabul ettiğini ve gerektiğinde ve koşullarının bulunması halinde, meclisin kabul ettiği ve yasa haline gelen bu anayasanın halk oyuna sunulabileceği gerçeğini bilmiyorlar mı bu cahiller?

Yürürlükteki 1982 tarihli 12 Eylül 1980 darbe anayasası ile ondan önceki 1961 tarihli 27.Mayıs.1960 darbe anayasaları, adı üstünde bir askeri darbeden sonra, darbeyi yapan askerler tarafından oluşturulan geçici Kurucu Meclislerin yaptıkları ve son sözü de darbecilerin söyledikleri güdümlü anayasalar olup,bu anayasa metinleri dahi, darbe koşullarında oluşturulan geçici kurucu meclislerde görüşülüp kabul edildikten ve bir anayasa haline getirildikten sonra halkın oylarına sunulmuşlardır.

Bizim anayasa cahillerimiz, anayasanın 175. maddesine göre, anayasanın ne şekilde değiştirilebileceğini bilmiyorlar mı?

Şu anda ülkemizde, sanki yürürlükteki 1982 anayasasını zorla ortadan kaldırarak, meşru Türkiye Büyük Millet Meclisini kapatan bir darbe yönetimi ve darbe yönetiminin oluşturduğu geçici bir kurucu meclis var da, iki ayrı anayasa metni hazırlansın ve bu iki ayrı metin halk oyuna sunulsun diyerek, çok komik ve gülünç fetvalar verilmektedir.

Bugün için yapılması gereken; iktidarıyla ve muhalefetiyle, mevlisteki tüm siyasi partilerimizin milletvekillerinden oluşturulacak olan bir anayasa uzlaşma komisyonuna tüm teklifler getirilmeli ve karşılıklı olarak müzakere edilmeli, anayasa uzlaşma komisyonunda bir uzlaşmaya varılabilirse, uzlaşılan ortak anayasa metni, anayasanın 175. maddesinde belirtilen koşullarda meclise sunularak tartışılmalı ve anayasanın 175. maddede öngörülen oy çokluğuyla yasalaştırılmalıdır.Anayasanın 175. maddesinde öngörülen usul ve şartlarla meclisten geçerek artık yasa haline gelen bu anayasa, yine 175. maddedeki koşullarla, gerekirse halk oyundana da sunulmalıdır.

Oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, şu veya bu nedenle, bir anayasa metni üzerinde uzlaşmaya varamazsa, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisi, kendisinin hazırlayacağı ve içinde çok arzu ettikleri başkanlık sistemini de içeren yazılı anayasa metnini,meclis üye tam sayısının en az üçte birinin yazılı teklifiyle meclise sunabilir ve 175. maddede öngörülen koşullarda yeni bir anayasa yapma şansını deneyebilir.Muhalefet kanadından yeterli milletvekillerini de kendi saflarına çekerek, doğrudan veya halk oyuna sunulmak üzere yeni bir anayasa çıkarma konusunda başarılı olurlar veya olamazlar onu bilemeyiz.

Birilerinin, desteksiz atarak dedikleri gibi, anayasanın 175. maddesinde belirtilen koşul ve süreçten geçerek meclis tarafından kabul edilip yasa haline gelmeyen, teklif halindeki bir anayasa metni, halk oylamasına sunulamaz.

Aynı şekilde, yapılması düşünülen yeni anayasamızda, yönetim sistemi olarak parlamenter sistem mi kalmalı, yoksa başkanlık sistemine mi geçilmeli sorusuna cevap almak üzere bir halk oylaması da, asla yapılamaz.

Zira, diyelim ki; halk oylamasından başkanlık sistemine vize çıktı.Başkanlık sistemine karşı çıkan partiler ve milletvekilleri, anayasanın 175. maddesine göre,halk oylamasında da kabul gören başkanlık sistemini içeren anayasa teklifine, mecliste evet oyu vermek zorunda değildir. İktidar partisi, başkanlık sistemine evet diyen halk oyuna rağmen, mecliste 175. maddenin öngördüğü gerekli oy çoğunluğunu sağlayamadığı taktirde, içinde başkanlık sistemi de bulunan yeni anayasa, başka bir bahara kalacaktır.

Bu itibarla, AKP ve onun fiili Genel Başkanı Tayyip Bey, darbe anayasasından kurtulmamız ve ülkemizin daha demokrat ve ülke insanımızın da daha özgür olması konusunda gerçekten samimi iseler, gizli bir ajandaları da yoksa, başkanlık sistemi sevdasından vaz geçmeli ve muhalefet partileriyle uzlaşarak, geniş tabanlı yeni bir anayasa çıkararak, darbe anayasasından kurtulmamıza öncülük etmelidirler. 9/1/2016



Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

7 Ocak 2016 Perşembe

HAKİM KENDİSİNİ İNSANLARDAN ÜSTÜN GÖREMEZ




Hakimlik mesleği kutsal ve kutsal olduğu kadar da çok zor bir meslektir.

Hakimin vereceği kararlar; insanların mal varlıklarında, her türlü hak ve özgürlüklerinde olumlu veya olumsuz, doğrudan etki yapar, bu nedenle hakimin vereceği kararın, hukuka uygun ve adil olması büyük önem taşır.

Hakimlerimiz; görevlerine atanarak da gelseler, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanırlar,bu nedenle tarafsız ve adil olmaları, bunun için de, bağımsız olmaları ve kendilerine anayasa ve yasalara göre bazı teminatların tanınması gerekir.

Ancak, hakimlerimizin adil ve tarafsız karar vermelerinin teminatı olarak, bağımsız olmaları ve bu nedenle kendilerine bir takım dokunulmazlıkların tanınması, adil yargılama yapıp, hukuka uygun ve adil kararlar verebilmelerini temin için olup, bu bağımsızlık, dokunulmazlık ve teminatlar, kişi olarak kendilerine tanınan, kişisel bir üstünlük ve ayrıcalık amacı taşımamaktadır.

Durduk yerde, çoğunuzun da çok iyi bildiği bu hatırlatmayı niçin yapıyoruz?

Anlatalım.

Bugün (07/01/2016) bilgisayarımızdan Resmi Gazeteleri incelerken, 06/01/2016 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan bir Anayasa Mahkemesi Kararı dikkatimizi çekti.

Karar göre, kaç numaralı olduğunu burada açıklamayı uygun bulmadığımız, Ankara'daki İş Mahkemelerinden birisinin Hakimi,6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yemin etmeyi, yeminin usulünü ve içeriğini düzenleyen 233. maddesinin 5. numaralı fıkrasında yer alan; “yemin eda edilirken, hakim de dahil olmak üzere, hazır bulunan herkes ayağa kalkar” hükmünün, “...hakim de dahil olmak üzere...” ibaresinin, Anayasanın; 12,13,14, 49,50,138, 139 ve 140. maddelerine aykırı olduğu kanısına vararak, “...hakim de dahil olmak üzere...” ibaresinin iptaline karar verilmesi için, Anayasa Mahkemesine müracaat etmiştir.

Ankara ( ) İş Mahkemesi Hakimi, konuyu Anayasa Mahkemesine taşıyarak demek istiyor ki; ben koskocaman, bazı teminatları olan, Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan, bağımsız bir hakimim.Mahkemede yemin edilirken, hakim olarak ben niçin ayağa kalkacak mışım ki?Beni ayağa kalkmaya zorlayan bu yasa hükmü, anayasaya aykırıdır.

İşte size, yeminin önemi ve ciddiyeti,yemin edecek kişiyi, doğruları söylemesi için manen ve vicdanen hazırlama ve havaya sokma, yeminin ulviyeti adına, yemin eda edilirken, salonda hazır bulunan herkesin yanı sıra , hakimin de ayağa kalkmasını öngören yasa hükmüne tahammül edemeyen bir hakim profili.

Bu kafada olmayan, kendilerine anayasanın tanıdığı teminatları ve bağımsızlığı, yüksek kürsüde oturarak görev yapmayı, şahıslarına tanınan kişisel bir ayrıcalık ve imtiyaz olarak görmeyen, bunların adil yargılama yapmaları, maddi hakikate ve gerçek adalete ulaşmak için tanınan görev imtiyazları olduğunun bilincinde olan hakimlerimizin çoğunlukta olduklarını çok iyi bilmekteyiz, ancak, azınlıkta da olsalar, yemin eda edilirken ayağa kalkmayı kendileri için zul sayan kafa yapısına ve düşünceye sahip olan hakimlerin dağıtacakları adalete ne kadar güvenebileceğiz,onu kestiremiyoruz.

Peki, Anayasa Mahkememiz, İş Mahkemesi Hakimimizin bu anayasaya aykırılık itirazına ne demiş, onu da açıklayalım ki, merakta kalmayınız.

Anayasa Mahkememiz; yemin sırasında, hakim de dahil olmak üzere, hazır bulunan herkesin ayağa kalkacağını emreden yasa hükmünde yer alan; “... hakim de dahil olmak üzere...” ibaresinin, davada uygulanacak olan bir hüküm olmaması nedeniyle, mahkemenin, dayanaktan yoksun ve yöntemine uygun olmayan anayasaya aykırılık itirazının, esastan incelenmesine dahi geçmeden, oybirliğiyle REDDİNE karar vermiştir.

Eline ve kalemine sağlık Anayasa Mahkemesi. 07/01/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

5 Ocak 2016 Salı

ANAYASA DEDİĞİN NEDİR Kİ?

ANAYASA DEDİĞİN NEDİR Kİ?


Anayasa dediğin nedir ki,Anayasanın eti,kemiği ve sinirleri mi vardır, canlı bir varlık mıdır?

Anayasa, yazılı ve cansız kuru bir kurallar metni olup, o kurallara hayat veren,uygulamaya koyan ve geçerlilik sağlayan, ülkeyi yönetenlerin zihniyeti,dünya görüşleri,demokrasi ve özgürlük anlayışlarıdır.

Boşuna dememişler. Çok kötü bir yasa, iyi uygulayıcıların elinde çok iyi, çok iyi bir yasa da, kötü uygulayıcıların elinde çok kötü sonuçlar verir.

Sürekli söylenir, biz de önceki makalelerimizde sırası geldikçe yazdık, demokrasinin beşiği olan İngilterenin yazılı bir Anayasası dahi yoktur. İngilterede Anayasa olmadığı için, insanlar özgürlüklerinden mahrum mu edilmektedir? Asla, İngiliz yurttaşları, yazılı bir Anayasalarının olmamasını, özgürlüklerinden yana fırsata çevirmiş olmalarının mutluluğunu yaşamaktadırlar. Onlarda, özgürlük ve demokrasi bilinci ve şuuru yer etmiş ve özgürlükler ve demokrasinin tüm ilkeleri, onlar için, vazgeçilmez ve değişmez bir alışkanlık, yaşam tarzı ve gelenek haline gelmiştir.

Biz de diyoruz ki; Ey AKP iktidarı, Ey Tayyip Bey, sizler, darbe anayasası nedeniyle, Türk insanının özgürlüklerinin kısıtlandığına gerçekten inanıyor ve üzülüyorsanız, sizin elinizi tutan mı var? Özgürlükleri kısıtlayan darbe anayasasına rağmen, insanlarımızın özgürlüklerini; uygulamalarınızla, Meclis çoğunluğunuza dayanarak çıkaracağınız yasalarla, genişletebilirsiniz,özgürlüklerin önünde var olduğuna inandığınız tüm kısıtlamaları kaldırabilirsiniz, buna hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır, muhalefet partileri de, Anayasaya rağmen özgürlüklerin genişletilmesine, asla seslerini çıkarmazlar, Anayasa Mahkemesine gitmezler, bundan emin olunuz.

Ancak; yürürlükteki bu darbe Anayasasına rağmen, parlamenter sistemi fiilen ortadan kaldıramazsınız, yasama ve yargıyı tahakkümünüz altına alamazsınız, yargı ve meclisin yasama denetiminden kaçamazsınız, darbe Anayasası dediğiniz ve aşağıladığınız yürürlükteki Anayasanın öngördüğü özgürlükleri, asla kısıtlayamazsınız ve yok sayamazsınız.

Kısaca belirtmek gerekirse; şayet varsa, anayasanın özgürlükleri kısıtlayan maddelerine rağmen, özgürlükleri daha da genişletebilirsiniz, ammmaaa! Anayasanın öngördüğü özgürlükleri, hiçbir koşulda sınırlayamaz ve siyasi sistemi fiilen değiştiremezsiniz.

Anayasalar; özgürlüklerin kısıtlanmamasının ve sistemin fiilen değiştirilmemesinin bekçisi, garantisi ve sigortası olup, anayasalar,özgürlüklerin, yazılandan daha fazla genişletilememesinin sigortası ve bekçisi değildir.

Darbe anayasasının değiştirilmesinden önce, bu Anayasanın tanıdığı özgürlükleri dahi kısıtlayan uygulama yasalarının ve darbe hukukunun değiştirilmesi zorunludur. Bunların değiştirilmesi için de, AKP iktidarının Meclis çoğunluğu yeterli olduğu gibi,darbe anayasasının tanıdığı özgürlükleri kısıtlayan uygulama yasalarının değiştirilmesi için Meclise getirilecek olan tüm yasa tasarı ve tekliflerine, en başta CHP olmak üzere, tüm muhalefet partileri tam kadro destek olmaya hazırdırlar.

Demek ki; bu ülkenin bir Anayasa sorunu asla yoktur.

Bu ülkenin var olan tek sorunu; kimseler kusura bakmasın ama, on dört sene sonra,yürürlükteki anayasanın bir darbe anayasasısı olduğunu ve özgürlükleri kısıtladığını bahane ederek yapay bir anayasa sorunu icat edip, darbe anayasasını değiştirerek ülkeye özgürlük getirme yalanını yayarak, ne idüğü belirsiz, arabesk bir başkanlık sistemini bu ülkenin başına tebelleş ederek, bir dikta rejiminin hukuki alt yapısını oluşturma kurnazlığı içinde bulunan, anayasa tanımaz, ülkenin tüm maddi imkanlarını ve propaganda araçlarını tekelinde tutan, basını ve sözde aydınları susturan, bugüne kadar, ne istediyse elde etmeyi,demokrasinin nimetlerinden yararlanarak, şu veya bu şekilde başaran, buna rağmen doymak bilmeyen bir egoya sahip Tayyip Bey'in, ülkemize nelere mal olacağı meçhul,doyumsuz ihtirasıdır. 05/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

3 Ocak 2016 Pazar

HANGİ DİK DURUŞTAN BAHSEDİYORSUNUZ SİZ?




Bana arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim diye bir laf vardır.

Genel Yayın Yönetmenliğini ve yazarlığını yaptığı Akit Gazetesinde yazdığı karşı devrimci fikirlerini ve savunduklarını bir kenara koyun, ölüm anından mezarına konuşuluşuna kadar, en yakınında bulunan kişilere,tabutunu taşıyanlara, mezarına toprak atıp, mezarı başında dua okuyan en yakın arkadaşlarına baktığımızda, kim olduğunu rahatlıkla anlayabileceğiniz merhum gazeteci için, Genelkurmay Başkanlığının bir taziye mesajı yayınladığını, bu amaçla Genelkurmay Basın Ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı bir tuğgeneralin, merhum yazarın oğlunu telefon ile arayarak görüştüğünü,bu görüşmede, tuğgeneral tarafından; vefat eden gazeteci yazarın, Türkiyenin en önde gelen yazar ve gazetecilerinden biri olduğunun,haksızlığa karşı en zor zamanda konuşmasını bilen ve dik duruşundan asla taviz vermeyen bir kişilik sergilediğinin, vefatıyla birlikte,Türk gazeteciliği açısından yeri doldurulamayacak bir boşluğun oluşacağının bildirilerek,başta ailesi olmak üzere, Akit camiasına, Türk Basınına ve okurlarına, Genelkurmay Başkanlığı adına başsağlığı dileklerinin iletildiği, Akit Gazetesi tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.

Akit Gazetesinde yer alan ve Genelkurmay tarafından yalanlandığına dair bir haber alamadığımız, Genelkurmay Başkanlığı adına telefon ile iletilen bu taziye mesajının içeriğnde yer alan; “dik duruşundan asla taviz vermeme” gibi, her yöne çekilebilen çok iddialı bir vurgu ve değerlendirmenin; Atatürkçü ve laik Cumhuriyeti savunan kesimlerde yaratacğı travma bir yana, Sayın Genelkurmay Başkanının; Genelkurmay ve onun şahsında, tüm silahlı kuvvetler adına, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimleriyle, Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini içselleştirip içselleştiremediği çok tartışmalı ve şüpheli olan bir gazeteci için, ölen bir kişinin arkasından iyi şeyler söyleme geleneğini de aşarak, bu gazteci yazar için, dik duruşundan asla taviz vermediği nitelendirmesinde bulunularak, bir ölünün arkasından söylenen klasik ve geleneksel ifadelerin de ötesinde, onun fikirlerinin doğru ve savunulabilir olduğu anlamı çıkarılacak şekilde, yazara methiyeler düzme hak ve yetkisini, nereden, hangi yasalardan ve hangi Genelkurmay geleneğinden almakta olduğunu, anlamış değiliz.

Genelkurmay Başkanı: sade bir vatandaş ve Anayasanın kendisine tanıdığı düşünce özgürlüğünün bir gereği olarak, Akit Gaztesine ve onun ölen yazarına sempati duyabilir, o yazarın fikirlerini ve görüşlerini beğenebilir, benimseyebilir veya beğenmese de,Anayasamıza göre, başkomutanlığı temsil eden Cumhurbaşkanına şirin gözükmek için, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in çok yakın arkadaşı ve fikirdaşı olan merhum gazeteci için, formalite gereği olarak bir taziyede bulunma gereği duyabilir, bu taktirde Genelkurmay Başkanının yapacağı şey, ilgili generalini kullanarak, Genelkurmay adına ve tüm Türk Silahlı Kuvvetlerini temsilen resmi bir taziye mesajı iletmek olmamalıdır.

Genelkurmay Başkanı; Ahmet,Mehmet,Hasan veya Hüseyin olarak, adı her neyse, bizzat gazete idaresine giderek veya şahsen telefon açarak veya telgraf çekerek pekala taziyede bulunabilirdi.

Bu yapılmamış olup, Genelkurmay, yani Türk Silahlı Kuvvetleri adına taziyede bulunularak ve taziye içeriğinde, övücü ve iddialı laflar edilerek; gazeteciliğinden ziyade, siyasal düşünceleri ve kişiliğiyle öne çıkmış, karşı devrimci olarak ünlenmiş olan bir gazetecinin şahsında,Türk Silahlı Kuvvetleri, yanlış anlamalara neden olabilecek bir zan altına sokulmuştur. 04/01/2016


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat