29 Şubat 2016 Pazartesi

SORUMSUZ OLMANIN SORUMLULUĞUNU TAŞIYABİLMEK




Sorumsuz olmanın sorumluluğunu taşıyabilmek.

İşte, bugün için Türkiye'nin temel sorunu, sorumsuz olmanın sorumluluğunu taşıyabilme gerçeğinde yatmaktadır.

Anayasaya, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymayan ve saygı göstermeyen, buna karşılık, aynı anayasaya göre kendi eylem ve söylemlerinden dolayı sorumsuz olan ve bu sorumsuzluğuna sığınarak ve güvenerek, bu anayasal sorumsuzluğunu kötüye kullanan Tayyip Bey'in; işte, bu sorumsuz olmasının manevi sorumluluğunu taşıyamaması, bu ülkenin ve ülke insanının temel sorunudur.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, anayasaya göre sorumsuz.Sadece vatana ihanetle suçlanabiliyor ve bunun için de; meclisin, sağlanması asla mümkün olmayan, ezici çoğunluğunun oyu gerekiyor.

Ülkenin Cumhurbaşkanı; vatana da ihanet etse, gerekli olan ezici meclis çoğunluğunun sağlanamamasından yararlanarak, sorumlu tutulamıyor, vatana ihanet dışında kalan, yasalara ve anayasaya açıkça aykırı olan diğer tüm eylem ve söylemlerinden dolayı ise; anayasaya göre zaten sorumsuz, kimseye hesap vermiyor, fakat, Türk Ceza Kanununda yer alan Cumhurbaşkanına hakaret suçunu yaptırım altına alan maddeden yararlanarak, hakaret içermediğ halde, kendisinin anayasaya ve yasalara açıkça aykırı olan eylem ve söylemleri nedeniyle, kendisini ağır şekilde eleşitirenlerden şikayetçi olarak hesap sorabiliyor.

Tam bir çıkmaz sokak.

Hani, almadan veren bir Allah'tır denir ya. Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in durumu da, haşa Allah'tan farksız,insanlarımıza vermiyor, yani, kendisi anayasaya ve yasalara uygun davranmıyor,saygılı olmuyor ama, kendisi için vatandaşlardan saygı bekliyor,vatandaşın kendisine yönelik hakaret dahi oluşturmayan ağır eleştirilerinden dolayı, Cumhurbaşkanına hakaret ettikleri gerekçesiyle onlardan davacı oluyor.

İşte, tam burada, sorumsuz olmanın sorumluluğunu taşıyabilmek kavramı öne çıkıyor.

Herşeyin, mevcut anayasa kuralları içinde işlemesi ve yürümesi halinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey ile kendisini ağır şekilde eleştirmek durumunda kalan vatandaşlar arasında, aslında hiçbir sorun yaşanmayacak.

Biraz daha açacak olursak, Tayyip Bey; Cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken meclis önünde namusu ve vicdanı üzerine yaptığı tarafsızlık ve anayasaya saygı ve uyma yeminine bağlı kalsa, her partiye eşit mesafede ve partiler üstü, partisiz cumhurbaşkanı olabilse, eski partisi AKP ile bağını kesebilse, anayasanın kendisine tanıdığı yetki hudutları içinde kalabilse, parlamenter sistemi bekleme odasına alarak fiilen başkanlık sistemi kurmasa, partili partisiz, tüm vatandaşlarına eşit mesafede kalabilse, her taşın altından çıkmasa, herkese ve her kuruma ağzına geldiği gibi tarafsızlığını yitirdiğini açıkça ortaya koyan ve bazen hakaret içeren laflar yetiştirmese, kısacası anayasal ve yasal olarak haddini bilebilse, kendisinden önceki cumhurbaşkanları gibi, halkıyla hiçbir meselesi ve problemi olmayacak, cumhurbaşkanına hakaret suçu, bugün olduğu gibi patlayarak ayağa düşmeyecektir.

Bu itibarla, üzülerek diyoruz ki; anayasaya göre sorumsuz olmanın, ağır ve manevi sorumluluğunu ve yükünü taşıyamayan bir cumhurbaşkanının başta olduğu ülkemizde; anayasaya ve yasalara uygun, düzenli bir şekilde tıkır, tıkır işleyen meşru bir düzen için öngörülmüş bulunan, sorumsuz cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanına saygı ve cumhurbaşkanına hakaret suçu kavramlarının hiçbir önemi ve anlamı kalmamıştır. 29/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

28 Şubat 2016 Pazar

SAYGI DUYSAYDIN ŞAŞARDIK ZATEN




Anayasa Mahkemesinin hak ihlali vardır kararı üzerine tahliye edilen Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, Tayyip ERDOĞAN'ı çok kızdırmış olmalı ki, tahliyeyi takip eden gün kaçak sarayın sözcüsü Bay KALIN, Tayyip Bey adına bir açıklama yaparak, bu kararın beraat değil, bir tahliye kararı olduğunu, henüz beraat etmediklerini, davanın takipçisi olacaklarını beyan ederek, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ü yargılayacak olan mahkemenin, sarayın gözetimi altında bulunduğunu açıkça ifade etmiştir.

Bugün de (28/02/2016) Afrika seyahatine çıkarken Tayyip Bey konuşmuş ve birinci ağızdan, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL kararına imza atan Anayasa Mahkemesine ateş püskürerek, ilk önce Anayasa mahkemesinin kararına karşı ancak sessiz kalabileceğini ifade ettikten sonra, iyi ki suskun kaldın, bir de konuşsaydın kim bilir daha neler söyleyecektin dedirterek, açmış ağzını ve yummuş gözünü,Anayasa Mahkemesine ağır bir şekilde yüklenerek, Anayasa Mahkemesinin kararını kabul etmek durumunda değilim, verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum demiştir.

Biz de Tayyip Bey'e buradan diyoruz ki; Anayasa Mahkemesinin kararını kabul etmemeniz, karara uymamanız ve saygı duymamanız, bizim için hiç de şaşırtıcı ve sürpriz olmamıştır, gerçekten şaşırmadık, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiğini kabul ve tescil ettiği halde, garip ve çok şaşırtıcı bir şekilde, partiniz AKP'nin kapatılmasına ilişkin talebe ret kararı verirken kendisine saygı duyduğunuz, partinizi kapatmayan kararını kabul ettiğiniz ve bugünkü durumunuzu ve makamınızı kendisine borçlu olduğunuz Anayasa Mahkemesinin, işinize gelmeyen,Can DÜNDAR ve Erdem GÜL haklarında almış olduğu hak ihlali vardır kararına saygı duyduğunuzu, karara, en başta şahsınız olmak üzere, herkes tarafından uyulması gerektiğini, bunun anayasal bir zorunluluk olduğunu beyan etseydiniz, gerçekten çok şaşırır ve sağlığınızdan şüphe ederdik.

Laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği, yıllar önce Anayasa Mahkemesinin kararı ile kabul ve tescil edilen, o karardan bu yana geçen zaman zarfında, laiklik karşıtı eylem ve faalyetleri giderek artan bir partinin fiili olarak genel başkanlığını sürdüren,

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Mecliste şeref ve namusu üzerine tarafsızlık ve anayasaya bağlılık yemini etmesine rağmen, inatla, bir saniye dahi tarafsız ve partilerüstü ve anayasya bağlı kalamayan,

Kendisinin halkın oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği bahanesine sığınarak, anayasaya göre hiçbir görev sorumluluğu olmadığı halde, Anayasanın ancak sorumsuz bir cumhurbaşkanına tanıyabileceği sınırlı ve oldukça geniş olan yetkilerinin dışına çıkarak, yetki gaspında bulunarak ve başbakanı baypas ederek, partili bir başbakan gibi ülkeyi yöneterek Anayasayı açıkça ihlal eden,

Anayasamızın öngördüğü meşru parlamenter sistemi bekleme odasına aldığını, parlamenter sistemi kaldırdığını ve fiili bir başkanlık sistemine geçtiğini korkusuzca ve alenen açıklayarak, işlemiş olduğu anayasayı ihlal suçunu alenen kabul ve itiraf eden,

Hem laik, hem dindar olunmaz diyere, yürürlükteki Laik Cumhuriyete ve Cumhuriyet değerlerine karşı çıkan,

Daha geçtiğimiz gün, yapmış olduğu bir konuşmasında; doksan yıllık enkazı kaldırdıkları açıklamasını yaparak; Laik Cumhuriyeti, Atatürk'ü ve Atatatürk ilkelerini enkaz kabul edip, tüm bu değerleri yok ettiklerini itiraf eden bir eşe sahip olan,

Kötü ve din eksenli yönetimiyle, ülkemizi din ve mezhep savaşlarıyla burun buruna getiren, ülkemizi bölücü teröre teslim ederek kan gölüne çeviren,

Hak ve özgürlükleri, sadece kendisine ve yandaşlarına tanınmış kişisel bir imtiyaz olarak gören,

Tayyip Bey; Anayasa Mahkemesinin, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL kararını tanımadığını ve bu karara saygılı olmadığını beyan ederek, kendisi adına çok tutarlı bir davranış sergilemiş ve Anayasa tanımazlıktaki bu istikrarı ile göz doldurmuştur.

Ayrıca, Tayyip Bey'in Anayasa Mahkemesine yönelik bu talihsiz beyanları, ziyaret edeceği Afrika ülkelerine baktığımızda, gezi öncesi sırıtan bir etki de yaratmayacaktır. 28/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

27 Şubat 2016 Cumartesi

DOKSAN YILLIK ENKAZI TEMİZLEMİŞLER!...




İsmini ağzımıza dahi almak istemiyoruz.

Yaptığı bir konuşmada demiş ki; doksan yıllık enkazı temizledik.

Hep aynı mantık ve zihniyet,al birini vur öbürüne.

Daha önce de, öbür nankör bayan ne demişti?

Doksan yıllık reklam arası sona erdi demişti.

Bunlar, bugünlerini borçlu oldukları, Laik Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı nankör yaratıklar.

Bunlardan, Cumhuriyet ve Atatürk için övgü bekleyecek değildik zaten, ancak kendileri gibi düşünmeyen Laik Cumhuriyet ve Atatürk sevdalısı insanlarımıza hürmeten, hiç değilse susmasını bilmelerini, Laik Cumhuriyete ve Atatürk ve ilkelerine yönelik kin ve nefretlerini, alenen dışa vurmadan içlerine akıtmalarını beklerdik doğrusu.

Ne de olsa, bu sözlerin sahipleri olan bayanlardan birisi, o sözü sarf ettiği dönemde bir milletvekili, diğeri de, bu ülkenin uzun yıllar başbakanlığını yapan ve Anayasaya göre namusu ve şerefi üzerine yaptığı tarafsızlık yeminine sadık kalmadığı için, hukuken gerçek anlamda Cumhurbaşkanı sıfatını kazanamamış olsa da, seçimlerde cumhurbaşkanı seçilebilecek oyu toplayan Tayyip Bey'in eşi.

İnsanın, Laik Cumhuriyeti, Atatürk ve onun ilkelerini, Atatürk döneminin icraat ve hizmetlerini karalayarak, o dönemi enkaz olarak değerlendirebilmesi için, cumhuriyetin, laikliğin, Atatürk ve ilkelerinin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini, o dönemin özel koşullarını kavrayacak ve değerlendirebilecek bir eğitim ve kültürü almış ve o dönemi bizzat yaşamış olması gerekir.

Bir insan; ister vali, ister milletvekili, ister bakan, ister başbakan ve isterse cumhurbaşkanı eşi olsun, önce haddini ve kıratını bilmek, karşı görüşten olan inanlara saygılı olmak ve onları incitecek ve kıracak sözlerden kaçınmak zorundadır.

Cumhurbaşkanı eşi olmak, insanlara; hadlerini, deneyimlerini, aldığı eğitimi,kültür seviyelerini, bilgi birikimlerini aşan, çok iddialı ve bu ülkenin vatandaşlarının büyük bir bölümünü incitecek olan beyanlarda bulunma hakkını veremez.

Doksan yıllık reklam arası bitti ve doksan yıllık enkazı kaldırdık diyen yüzsüzlere buradan bir hatırlatma yapalım.

Madem ki; elinizde,doksan yıllık enkazı kaldırma gibi bir sihirli değneğiniz, gücünüz, birikiminiz ve yeteneğiniz var, sizden çok rica ediyoruz; oldu olacak, elinizdeki o sihirli değneği bir sallayınız, o engin yeteneğinizi, bilgi ve kültürünüzü, birikiminizi kullanınız ve eşinizin 13 yıllık iktidarı döneminde ülkenin dış itibarında, ekonomisinde, birlik ve beraberliğinde, dirlik ve düzeninde, asayişinde, hak ve özgürlüklerinde, insanlarımızın can güvenliklerinde, güneydoğu bölgemizin Diyarbakır, Şırnak, Sur, Cizre, Nusaybin,Silopi,İdil gibi il ve ilçelerinde PKK bölücü terör örgütüyle el birliği içinde oluşturulan yıkıntı ve enkazı da bir temizleyiverin lütfen! 27/02/216


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


26 Şubat 2016 Cuma

HOŞGELDİN ÖZGÜRLÜK



Hoşgeldin özgürlük.

Hoşgeldin basın ve ifade özgürlüğü.

Özgürlüklerinize hoşgeldiniz Can DÜNDAR ve Erdem GÜL.

Üç ay süreyle özgürlüklerinizden mahrum kalıp bir bedel ödedikten sonra, faşizmin derin karanlığından özgürlük güneşinin doğmasına yaptığınız bu katkı ve ödediğiniz bedelden dolayı, her ikinize de teşekkürler.

Bedel ödenerek elde edilen hak ve özgürlüklerin anlamı, kıymeti,sağlamlığı ve güvenilirliği, sizlerin ve bizlerin tek tesellisidir.

Kumpas davaları, özgürlüklere yönelik baskılar, haksız soruşturmalar ve tutuklamaların bir karabasan gibi ülkemize çökerttiği faşizmin karanlığı; yok edilen yargı bağımsızlığını, çölde bir vaha misali yeniden yeşertmeye çalışan, Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla dağılmakta, faşizmin kaleleri bir bir çökmekte ve bu çöküntülerin artığı molozlar,faşizmin ülkemizde açtığı karanlık çukurları doldurarak, özgürlüklerin engin düzlüklerine doğru yavaş yavaş ilerlemekteyiz.

Anayasa Mahkemesinin, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün hak ihlaline uğradığına hükmeden ve bu karar nedeniyle özgürlüklerine kavuşan adı geçen gazetecilerimiz kadar bizler de çok sevinçli ve mutluyuz.

Bu kararı alarak, hak ve özgürlüklere yönelik hukuki katkıları nedeniyle, Anayasa Mahkemesine ne kadar teşekkür edersek azdır.

Evet, Anayasa Mahkemesi görevini yapmış ve hukukun üstünlüğünü tescil etmiştir.

Anayasasında, insan hak ve özgürlüklerine dayalı,demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılı bulunan ülkemizde, Anayasa Mahkemesine böyle bir kararı nedeniyle teşekkür edilmemeliydi, çok istisnai olması gereken bu tür kararlar olağan karşılanmalıydı, ama maalesef ülkemizde bu mümkün olmadığı için, insanlarımız; ülkemizde demek ki hakimler de varmış diyorlar ve Anayasa Mahkemesinin istisnai ve olağan olması gereken bu kararını, göklere çıkarmak lüzumunu hissediyorlar.

Ne kadar acı bir gerçek.

Biz de; maalesef, iyi ki Anayasa Mahkememiz varmış demek zorunda kalarak, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'e, tekrar özgürlüklerinize hoş geldiniz, basın ve ifade özgürlüğüne yaptığınız katkıya, bundan sonra da kaldığınız yerden devam ediniz diyoruz.26/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


24 Şubat 2016 Çarşamba

UZUN ADAM MUHTARLARLA




Uzun adam sarayında yine muhtarlarımızı ağırlıyor, onları onurlandırıyor!

Sayısını unuttuk, bugünkü (24/02/2016) muhtarlar toplantısı kaçıncısı bilemiyoruz, tek bildiğimiz şey, sonuncusu olmayacağıdır.

Uzun adam muhtarları karşısına almış, eski söylediklerini, içeride ve dışarıda yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz olayları, Rusya ile yaşadığımız uçak krizi ile Amerikayla yaşadığımız PYD krizini ısıtıp ısıtıp muhtarların önüne koyuyor,gına geldiği için biz dinlemek istemedik ve televizyonu kapatarak bilgisayarın başına geçip bu yazıyı yazmaya koyulduk.

Uzun adam'ın yüzü soluk ve asık, sıkıntılı olduğu yüzünden okunuyor.

Muhtarlara derdini anlatarak biraz rahatlamaya çalışıyor, onlarla adeta dertleşiyor, beni ne Rusya, ne Amerika, ne Avrupa, ne de ülkemizdeki muhalefet anlayamaz, beni sadece siz muhtarlar anlayabilirsiniz, iyi ki sizler varsınız dercesine, zoraki bir vaziyette konuşuyor. Konuşmazsa, daha da kötü olacağının, sağlığının bozulacağının farkında.

Bir iki kanal hariç, tüm kanallar, Uzun Adam'ın bilmem kaçıncı baskı olan, bizim gerçek baskı sayısını unuttuğumuz bozuk plak gibi tekrarladığı beyanlarını, naklen ve canlı olarak yayınlıyorlar.

Allah kimsenin başına vermesin. Kolay değil, nereye el attıysa elinde kalıyor, sen aslansın, kaplansın,bölgenin liderisin denilerek gaza getirildikten sonra, hiç düşünmeden, muhalefetin sesini dinlemeden Suriye bataklığına balıklama dalan Uzun Adam, bugün gelinen noktada, Amerika ve AB ülkeleri tarafından aldatıldığının ve dımdızlak ortada yalnız bırakıldığının, bunun faturasının da, ülkemiz ve kendi geleceği için çok ağır olduğunun farkında.

Serde Kasımpaşalılık var ya, tükürdüğünü de yalayamıyor, kendi vicdanıyla yalnız kaldığında, ben nerede hata yaptım diyerek, kendi kendine kahrettiğinden eminiz.

29 insanımızı kaybettiğimiz son Ankara canlı bomba eylemi de ellerinde patladı.Van nüfusuna kayıtlı bir Türk vatandaşı olduğu sonradan Adli Tıp DNA raporuyla ortaya çıkan canlı bomba eylemcisinin ortaya çıkan bu gerçek kimliği nedeniyle, eylemcinin PYD mensubu bir Suriyeli olduğu yolundaki ilk açıklamalar da geçerliliğini yitirmiş ve Uzun Adam, bu nedenle de, Türk ve Dünya kamuoyu önünde zor durumda kalmıştır.

Umarız, hiç değilse yeni anayasa ve başkanlık hayalleri kötü sonuçlanmaz da, Uzun Adam'ın yüzü bir nebze güler!

Uzun Adam'ın, çoğu tekrar olan, çok uzun ve bildik konuşmalarını dinlemek ve alkışlarıyla ona moral aşılamak gibi, yerine getirdikleri bu çok zor görevden dolayı, muhtarlarımıza da buradan ülkemiz ve milletimiz adına teşekkür ediyoruz! 24/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


22 Şubat 2016 Pazartesi

BU KOŞULLARDA YENİ ANAYASA YAPMAK ÜLKEYE İHANETTİR



Ülkemizin içinde bulunduğu bugünün koşullarında yeni bir anayasa yapmaya kalkışmak, çok sakıncalı ve tehlikeli olduğu kadar, aynı zamanda ülkeye ihanettir.

Ülkemizin içinde bulunduğu çok zor koşullara bir bakınız.

Ülkemiz, iş başındaki AKP iktidarı tarafından, içeride ve dışarıda çok kötü yönetilmektedir.

İçeride; bölücü PKK terör örgütü, ülkeyi kan gölüne çevirmiş, hergüne ortalama üç beş şehit cenazesi düşmekte, şehit haberleri artık sıradan bir haber konumuna gelmiş, devleti idare edenler, şehit cenazelerine katılmaktan adeta görev yapamaz hale gelmişlerdir.

Ülkemizde can güvenliği kalmamış ve halkımız; ne zaman ve nerede bir patlama olacak,daha kaç masum insan ölecek diye endişe içinde yaşamaya başlamıştır.

Dışarıda; Suriye politikamız çökmüş, etrafımızda Suudi Arabistan ve Katar gibi körfez ükeleri dışında dost ülke kalmamış, kağıt üzerinde müttefikimiz ve stratejik ortağımız olan en başta ABD olmak üzere, AB ülkeleriyle dahi dostluğumuz pamuk ipliğine bağlı hale gelmiştir.

Ülke; mevcut Anayasaya göre değil, Tayyip Bey'in Anayasayı açıkça ihlal ederek tesis ettiği çift başlı fiili bir başkanlık sistem ile yönetilir olmuş, ülkede meydana gelen iç ve dış tüm olaylara müdahale eden, taraf olan ve olaya ilişkin görüş ve kanaat beyan eden ilk ve tek kişi Tayyip Bey olmuştur.Ülkede en son konuşması ve oluşan sorunlar hakkında arabulucu olması gereken tarafsız bir cumhurbaşkanının eksikliği, her geçen gün iyice hissedilir hale gelmiştir.

İşin en kötüsü de, Tayyip Bey'in başını çektiği Anayasaya aykırı bu fiili yönetim sistemi, iyice kanıksanmış ve adeta Anayasal ve meşru bir hal almıştır. Zira, bu fiili duruma etkin bir şekilde ses çıkaran, şiddetle eleştiren hiçbir Allahın kulu kalmamış, bu kayıtsızlıktan ve sessizlikten güç alan Tayyip Bey, başkan olabilmek ve fiilen tesis ettiği rejimine anayasal bir taban oluşturmak için, başkanlık sistemine dayalı yeni bir anayasa yapılması iddiasından en ufak bir ödün vermeden, emin adımlarla kendi yolunda ilerlemesini südürmektedir.

İşte , ülkemizin içinde bulunduğu bu terör ve anayasa kaosu koşullarında, anayasanın Tayyip Bey tarafından ihlaline göz yuman, anayasaya saygısız, anayasayı korumaktan aciz ve yetersiz bir siyasal iktidarın meclis çoğunluğuna sahip bulunduğu günümüz koşullarında, yeni bir anayasa yapmanın çok tehlikeli olduğuna vurgu yapmak istiyoruz.

Hepinizin bildiği gibi, anayasalar; toplumsal bir sözleşmesi olup, toplumun her kesiminin uzlaşarak, ortak bir payda üzerinde anlaştıkları temel bir yasadır.12 Eylül 1980 darbesinden sonra çıkarılan 1982 T.C. Anayasasında olduğu gibi, darbe dönemlerinde çıkarılan ve kazçınılmaz olarak, o darbe döneminin olağanüstü koşullarının izlerini taşıyan, darbelerin neden ve sonuçlarını içinde barındıran tepki maddelerini ihtiva eden anayasaların, ülkemizin demokrasisine, insan hak ve özgürlüklerine verdiği zarar ortadadır.

Ülkemizde;Tayyip Bey tarafından, şu anda fiilen gerçekleştirilmiş bulunan sivil bir darbe söz konusu olduğuna,Tayyip Bey'in fiilen kurduğu başkanlık sistemine anayasal bir meşruiyet kazandırma ısrarına, buna ilaveten PKK bölücü terör örgütünün yol açtığı terör ve kaos ortamının yarattığı olağanüstü koşullara baktığımızda, bugün içinde bulunduğumuz bu olumsuz tüm koşullarda, insan hak ve özgürlküklerine ve kuvvetler ayrımına dayalı, insan merkezli, tepki maddeleri içermeyen tarafsız ve objektif hükümler içeren demokratik bir anayasanın yapılabilmesi mümkün değildir.

Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programda yeni anayasa konusunda görüş açıklayan İstanbul Baro Başkanının, bu meclisin; anayasa değil, yasama organı olduğuna, bu nedenle tamamen yeni bir anayasa yapamayacağına, Anayasanın 175. maddesinin de, tamamen yeni bir anayasa yapımına değil, mevcut anayasada yapılacak olan kısmi değişikliklere yeşil ışık yaktığına yönelik görüşüne katılmıyoruz.Bir kısım kelime oyununa dayalı yorumlarla, değiştirilmeleri teklif dahi edilemeyecek olan ilk dört madde dışında, bu meclis tarafından hukuken yeni bir anayasa yapılamayacağını savunmak, biz göre abesle iştigaldir.

Ancak, yukarıda belirttiğimiz gibi, içeride ve dışarıda ülkeyi yönetemeyen, içeride ülkeyi teröre teslim eden ve kan gölüne çeviren, toplu katliamları önleyemeyen ve katliamları sadece lanetlemekle yetinen, toplu katliamları önleyecek yerde, bu toplu katliamı gerçekleştiren canlı bomba militanların kimlikleri üzerinden, PYD'nin bir terör örgütü olduğuna yönelik kendi iddiasını ispatlamaya çalışan ve kendi iddiasının ispatına delil olması nedeniyle, bu katliamları fırsata çevirmeye kalkışan, ülkemizde fiili bir başkanlık sistemi kurarak anayasayı ihlal eden Tayyip Bey'in bu anayasa tanımazlığına ve kendi anayasal yetkilerini ve siyasal iktidarını, Tayyip Bey ile paylaşmaya göz yuman ve içine sindirebilen AKP iktidarının çoğunlukta bulunduğu bu meclisin yeni bir anayasa yapması, siyaseten çok ama çok sakıncalı ve ülkemizin hayrına değildir, ülkeye ve ülke insanına ihanettir.22/02/2016



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


19 Şubat 2016 Cuma

BIRAKINIZ AMERİKAYI İKNA ETMEYİ




Ülkeyi yöneten siyasal iktidarların en öncelikli görevi, yurttaşlarının en temel hakkı olan yaşam haklarını güvence altına alarak, yaşam hakkının uygulamaya geçirilmesidir.

Yaşam hakkının olmadığı bir yerde, diğer hak ve özgürlüklerin hiçbir değeri olamaz. Yaşam hakkı, iktidar tarafından güvence altına alınarak can güvenliği sağlanacak ve yaşayacağız ki;sıra diğer özgürlüklere gelebilsin. Can güvenliğinin ve yaşam hakkının sağlanamadığı bir ortamda, artık özgürlüklerden bahsedilemez. Diğer özgürlüklerin bir değeri olamaz.

Bu nedenle, siyasal iktidarlar yurttaşlarının can güvenliklerini sağlayamadıktan sonra, yurttaşlarının toplu ölümlerine neden olan terör eylemlerini hangi yasadışı örgütün gerçekleştirdiğinin bir önemi yoktur. Katliam eylemini gerçekleştiren örgüt'ün; PKK, PYD,YPG, IŞİD veya bir başka yasa dışı örgüt olması, acı sonucu değiştirmeyecek, terör ile hayatlarını kaybeden yurttaşların hayata dönmeleri mümkün olmayacaktır.

Ancak, terör eylemini ve katliamı gerçekleştiren örgütün kimliğinin belirlenmesi de, tabiatıyla gerekli ve önemlidir.Zira, siyasal iktidar ona göre karşı önlemlerini alacak ve yurttaşlarının can güvenliklerini sağlamaya çalışacaktır.

28 Yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan son Ankara katliamını gerçekleştiren örgütün kimliğinin açığa çıkarılması da gerekli ve önemlidir.Ancak, soruşturma henüz tamamlanmadan, gerçekleştirilen terör eyleminde hayatlarını kaybeden yurttaşlarımızın acılarını henüz yaşamakta iken, medyanın karşısına çıkıp, acele ile bu eylemi PYD (YPG) gerçekleştirmiştir diyerek, bu eylemin siyasi sorumluluğundan kurtulmak, eylemin acısını hafifletmeye çalışmak mümkün değildir.

Ankarada gerçekleştirilen patlama ve toplu katliam eyleminin; PYD tarafından gerçekleştirildiğine dair, siyasal iktidarın devlet ciddiyeti içinde yaptığı açıklamaların doğruluğunu, bir vatandaş olarak biz de kabul etmek durumundayız, ancak,Amerika'nın, PYD (YPG) örgütünü bir terör örgütü olarak görmemesi ve bu konuda siyasal iktidar ile Amerika arasında oluşan ihtilaf nedeniyle, siyasal iktidarın; öncelikli olarak kendi siyasal sorumluluğunu görmezlikten gelerek, bu eylemi, Amerikaya karşı PYD (YPG)'nin bir terör örgütü olduğunu ispat etmek için kullanmaya kalkışmasını, öncelikli olarak eylemi bu yönüyle öne çıkarma gayreti içine girmesini anlamak mümkün değildir.

Amerika; bu eylemden önce de, PYD (YPG)'nin bir terör örgütü olduğunu bilmiyor muydu?Biliyordu tabi, ancak işine gelmiyordu, bu nedenle, Amerikayı PYD'nin bir terör örgütü olduğunu ikna etme gayreti içine girerek, eylemdeki istihbarat zaafiyetini gözardı etmemek gerekir. 19/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

17 Şubat 2016 Çarşamba

SİZLER NE İŞE YARARSINIZ BE!...




Bugün (17/02/2016) benim doğum günüm.

Eksik olmasınlar, bütün dostlarım,arkadaşlarım ve akrabalarım bu mutlu günüme ortak olduklarını belirten mesajlarıyla, mutluluğuma mutluluk kattılar.

Akşam, aynı zamanda benim gibi avukat meslektaşım olan kızım, damadım ve torunum ile bizim evde toplandık, sevgili eşim eksik olmasın gün boyu mutfakta çalışmış, leziz yemekler ve doğum günü pastası yapmış, eve geldim masa kurulmuş,damadım içkilerimizi hazırlamış, hepbirlikte yaşgünümü kutlayacağız, televizyonda bir haber, Ankara'da hem de Ankara'nın en güvenli ve korumalı olması gereken semtinde bir patlama olmuş ve onlarca ölü ve yaralı.

Gel de doğumgünü kutla bakalım. Gecemiz zehir oldu tabi. Onlarca masum insan teröre kurbam olurken,doğum günümüzü kutlamak ne mümkün.

Televizyonu izliyoruz, ileri demokrasinin gereği olarak (!) yayın yasağı kararı alınmış, her geçen dakika ölü sayısı artıyor, tam bu esnada Ankarada ikamet eden ablam, sabit telefonumuzdan beni arıyor, amacı doğum günümü kutlamak, laf Anakaradaki patlamaya geliyor, üzüntülerimizi karşılıklı olarak belirtiyoruz, kendileri patlamanın olduğu semte oldukça uzak olan Ankara Gazi Osman Paşa semtinde oturmasına rağmen, patlamanın sesini çok şiddetli olarak duyduğunu söylüyor, ağzımdan, ister istemez, bu patlamanın asıl sorumlusu iktidarı eleştiren laflar çıkınca, ablam haklı olarak beni uyarıyor ve diyor ki; telefonlar dinlenebilir eleştirme..

Ülkenin geldiği hali, ileri demokrasiyi anlayabiliyor musunuz, birileri akşam sabah, sürekli olarak ileri demokrasi ile yönetildiğimizi, bu hak ve özgürlüklerin dahi yeterli olmadığını, sözüm ona darbe anayasasını değiştirerek, insan odaklı özgürlükleri daha da artıran yeni anayasa yapacaklarını söylüyorlar, ablam suç teşkil etmeyen sözlerimin yer aldığı haklı ve yasal eleştirilerimden dolayı başımın belaya girebileceğini düşünerek, telefonumun dinlenebileceğini bana hatırlatıyor ve uyarıda bulunuyor.

Sizlerin de bildiği gibi, serde yazarlık da var ya. İktidara yönelik haklı ve yerinde olan ağır eleştiri içeren makalelerimden dolayı da, akrabalarım,eşim ve dostum beni sürekli uyarıyorlar, aman yazma diyorlar, seni ne zaman içeri atacaklar diyerek, yarı şaka ama ciddi bir şekilde bana takılıyorlar.

İşte ülkenin hali, ablamın telefonların dinlenebieceğine yönelik uyarısı üzerine, artık patlıyorum, benim telefonlarımı, hukuka aykırı olarak kim, ya da kimler hangi hakla dinleyebilir ve dinletebilir diyorum ve ilave ederek, benim telefonlarımı hukuka aykırı olarak dinletenin de, dinleyenin de diyerek kalayı basıyorum.

Evet, buradan alenen yineliyorum, hukuka ve yasalara saygılı, hiçbir yasa dışı eyleme karışmamış, hırsızlık ve yolsuzluk yapmamış, alnı açık emekli bir hakim ve savcı ve de şu anda avukatlık yapan namuslu ve şerefli bir kişi olarak,benim telefonumu hukuka aykırı olarak kim dinliyor ve dinletiyorsa, onun ............yim.

Hodri meydan. Yeter be, ateş olsanız nereyi yakarsınız?

Sizler;

içte ve dışta ülkeyi karıştırmaktan, ülkeyi Suriye bataklığına sürüklemekten, tüm komşularımızı bize düşman yapmaktan, PKK'yı dahi kandırmaktan,ülkeyi kaosa sürüklemekten,

Ülkenin gelişmesini ve üretimini durdurmaktan, dış borçları her geçen gün çoğaltmaktan, dünyada petrol fiatları gerilerken ve dolarda fahiş artışlar olmadığı halde, akaryakıt fiatlarını sürekli tırmandırmaktan, insanlarımızı işsiz ve aç bırakmaktan, devlet hazinesini lüks harcamalarınız ile eritmekten, örtülü ödenekten, Cumhuriyet tarihinde benzeri görülmedik şekilde ne idüğü belirsiz şüpheli yerlere harcama yaparak, devlet hazinesini talan etmekten, kendiniz ülkenin yararına bir iş yapmadığınız, yanlış politikalarınızla ülkeyi kan gölüne çevirmenize rağmen, kaymakamları toplayarak, onları muhtarlara izlettiğiniz tehdidi ile yasa dışı devlet görevi yapmaları için telkin ve tavsiyelerde bulunmaktan, balon isterim,balon diye tutturan ve annesini sıkboğaz eden yaramaz çocuklar gibi, herşey bitmiş de bir o eksikmiş gibi, başkanlık sistemi isterim, başkanlık diyerek tutturmaktan, yanlış karar,söylem ve politikalarınızla ülkeyi Suriye bataklığına çekmek ve savaşa sürüklemekten, dünya kamuoyu nezdinde, ülkemizin itibarını, PYD terör örgütünden dahi aşağılara indirmiş olmaktan başka ne işe yararsınız sizler?

Ankaranın en korunaklı yeri olan, Genelkurmay,Deniz Kuvvetleri,Meclis ve Hava Kuvvetlerinin dibinde,onlarca kişinin ölümü ve yaralanması ile sonuçlanan terör eyleminden sonra, hala halkın karşısına çıkarak ülkeyi iyi önettiğinizi söyleyecek yüz bulabiliyorsanız, pes doğrusu demekten başka söz bulamıyoruz.

Ankarada yaşanan patlama olayında yaşamını yitiren yurttaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralılarımıza da geçmiş olsun, ölü ve yaralılarımızın yakınlarıyla Türk Milletine de başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. 17/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

16 Şubat 2016 Salı

İZMİR ASKERİ CASUSLUK DAVASI




AKP ve cemaat ortaklığının, sözde ve sahte bir e-mail ihbarı ile başlattığı, düzmece ve sahte olarak üretilen ve türetilen dijital delillerle, yasaya aykırı aramalar sonunda elle konulmuş gibi bulunan, içerikleri oynanmış ve ilaveler yapılmış sahte flaş bellek ve bigisayar belleklerine dayanılarak açılan ve kamuoyunda İzmir Askeri Casusluk Davası olarak bilinen, gelecekleri parlak,geleceğin komuta kademesini oluşturacak olan başarılı ve şerefli askerlerimizi tasfiye etmek ve itibarsızlaştırmak amacıyla açılan son kumpas davasının da sonuna gelinmiştir.

Savcı, dün ( 15/02/2016) esas hakkındaki görüşünü bildirmiş ve sanıkların kumpasa maruz kaldıklarının bir itirafı olan, dosya içeriği hiçbir delilin hükme esas alınabilecek nitelikte yasal ve hukuki olmadığı, sanıkların suçlanmalarına temel alınan dijital delillerin,hukuk dışı yollarla elde edilen deliller olduğu vurgusunu yaparak, sanıkların beraatine karar verilmesini talep etmiştir.

Savcının esas hakkındaki görüşüne baktığımızda, iddianameyi düzenleyen cemaatçi savcıdan, olması gereken Cumhuriyetin Savcısına doğru bir evrim yaşadığımıza tanık oluyor ve mutluluk duyuyoruz.

Ana teması itibariyle, içtihat niteliğinde bir esas hakkında görüş, özellikle; son bilirkişi raporunun ışığı altında,dijital delillerin hukuki değerlendirilmesine ilişkin, AB ve İnsan Hakları Mahkemesinin norm ve kriterlerine uygun hukuki tespit ve saptamaları, ceza avukatlarının baş ucu kitabı yapabilecekleri ve emsal olarak kullanabilecekleri cinsten.Esas hakkındaki görüşünü açıklayan savcıya, görevini yapmış olsa da, buradan bir teşekkür borcumuzun olduğunu ifade etmek istiyoruz. Umarız, ülkemiz bir daha cemaatçı savcılar gibi, hukuk dışına çıkan taraflı savcılarla yüz yüze gelmez.

Savunmaların tamamına yakını neredeyse bitmiş ve mahkeme hükmünü açıklamak üzere, 26/02/2016 saat 10.00'a randevu vermiştir.

Görünen o ki, 26/02/2016 tarihinde, bir kumpas davası daha sonuçlanacak ve çoğunluğu asker olan 357 sanık ve yakınları aklanarak, uzun süreli olarak mahrum kaldıkları özgürlükleri başta olmak üzere, bazılarının asla geri gelemeyeceği mağduriyetleri, bir nebze olsun giderilmiş olacaktır.

Kimse unutmasın, adalet bir gün hepimize lazım olabilir. 16/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



12 Şubat 2016 Cuma

HRİSTİYAN



Sözde Müslümanların, Müslümanlığı siyasete alet eden din bezirganı dincilerin en iyi bildikleri şey; masum ve temiz insanlara, kimlikleri, din ve mezhepleri üzerinden belaltı vurmak ve insanları karalamaktır.

Müslümanlık veya Hristiyanlık, hangi din olursa olsun, tüm dinlerin ana görevi; insanları ahlaklı kılarak, birbirleriyle iyi geçinmelerini, birbirlerine zarar vermemelerini, birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını öğretmek ve sağlamak ve insanların manevi boşluklarını doldurmak değil midir?

Bir insan; ahlaklı, dürüst, merhametli, diğer insanların hak ve hukukuna saygılı, bilgili,erdemli,faziletli, ülkesini ve insanları seviyorsa, ülkesine ve insanlığa faydalı işler yapmaya çalışıyorsa, Müslüman veya Hristiyan ve hatta ateist olmuş ne fark eder, siz insanların dinini sorgulamaya yetkili misiniz, daha da önemlisi, siz sözüm ona Müslümansınız da, ahlaklı, dürüst, namuslu, bilgili, erdemli, insanların hak ve hukukuna saygılı bir kişi misiniz ki, dürüst, namuslu,temiz ve donanımlı, partisine ve ülkesine hizmet etmeye çalışan bir insanı, din üzerinden karalamaya çalışıyorsunuz?

Siz, anayasa ve yasalarımızda yer alan din ve vicdan özgürlüğünden hiç mi haberdar değilsiniz, bu kadar cahil misiniz? Bir insan, Müslüman da, Hristiyan da, ateist de olabilir, size ne oluyor?

Siz, haddiniz olmadığı halde, kendinizi sorgulama makamı olarak görüyorsanız, kimin Müslüman,kimin Hristiyan olduğunu değil, ilk önce kendinizden başlayarak,çevrenizdeki bildiğiniz ve tanıdığınız, Müslüman olarak sevip,sayıp, göklere çıkardığınız insanların, gerçekten Müslüman olup olmadıklarını, İslamın ahlak kurallarına riayet edip etmediklerini, namuslu,dürüst,bilgili ve erdemli bir insan olup olmadıklarını sorgulasanıza.

Hırsızlık, başkalarının malına, ırzına ve namusuna tecavüz, ahlaksızlık, yalan, dolan, kendi hakkına razı olmamak, insanlara saygısızlık, cahillik, tembellik, başkalarının sırtından geçinmek, insanları katletmek, gerçek Müslümanlığın kuralları içinde var mıdır?

Siz, sözüm ona Müslüman olan hırsızlar, namussuzlar,ahlaksızlar,ırz ve namus düşmanları,katiller, yalancılar, bir iş yapmadan ve üretmeden tembel tembel oturanlar, başkalarının sırtından geçinen asalaklar, Müslümanım diyerek ülkede kol gezerken, asıl bunları görüp eleştirmeyerek, Müslümanlığın ve tüm dinlerin ortak ahlaki kurallarına uygun hareket eden kişi veya kişileri, dinleri ve mezhepleri üzerinden karalamaya ve itibarsızlaştırmaya çalışarak ne yapmak istiyorsunuz? İşte bunu anlamak mümkün değil.

İşte, sizin yaptığınız bu karalamalar, gerçek İslamın kurallarına açıkça aykırı olup, sizin gerçek Müslümanlığınızı da tartışılır hale getirmiş bulunmaktadır. Müslümanlık sizi ahlaklı kılamadığına göre, keşke siz de ahlaksız ve sözde bir Müslüman olacağınıza, ahlaklı bir Hristiyan olabilseydiniz.

Siz de çok iyi biliyorsunuz ki; tüm insanlığın yararına ve hizmetine sunulan, sizin de, Hristiyan icadı demeden, öncelikle kullandığınız çoğu araç,gereç,makina ve alet'in icadının ve imalatının altında, Hristiyan diye küçümsediğiniz ve hor gördüğünüz ülkelerin ve kişilerin imzaları bulunmaktadır.

Ampul'u icat eden ve dünyayı aydınlatan Edison dururken; siz, öncelikle kendinizin cennete gideceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.

Siz hiç sorguladınız mı?

Ülkemiz dışında, demokratik ve insan haklarına saygılı başka bir Müslüman ülke tanıyor musunuz, Müslüman ülkeler, acaba neden, demokratik ve insan haklarına saygılı bir düzen kuramıyorlar?
Müslüman ülkelerin yoksul insanları, niçin Ege'nin soğuk ve karanlık sularında boğulma riskini göze alarak Hristiyan batı ülkelerine göç etmek istiyorlar?

Siz, şu veya bu sebeple, ülkemizi terk etmek zorunda kalırsanız, Hristiyan bir ülkeye mi, yoksa Müslüman bir ülkeye mi göç etmeyi düşünürsünüz?

Siz, bugüne kadar, ülkemizde yapılan bir rüşvet ve yolsuzluk iddiasını hiç sorguladınız ve üzerine gittiniz mi?

Siz, gerçekten saf ve temiz bir Müslüman mısınız ve herşeyden önemlisi de,tüm vasıflarıyla gerçek bir insan mısınız? Merak ediyoruz doğrusu. 13/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Şubat 2016 Perşembe

UZUN ADAM ZOR DURUMDA




Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Bey; kendisine, “seni seviyoruz uzun adam” denilmesinden çok memnun.

Uzun adam ismi,dün (10/02/2016) bizzat Tayyip Bey'in onayı ve beğenisiyle adeta tescillendi.

Biz de, bugüne kadar makalelerimiz de sürekli Tayyip Bey demekten ve yazmaktan bayağı bıkmıştık.

İmdadımıza Tayyip Bey yetişti ve kendisine uzun adam denilmesinden duyduğu memnuniyeti, dün (10/02/2016) muhtarları ağırlarken ve Milli Eğitim'in öğretmen atamalarına ilişkin kur'a çekimi töreninde yaptığı iki ayrı konuşmasında açıkça ortaya koydu. Bu nedenle, hiç kusurumuza bakmasın, kendisinin engin hoşgörüsüne(!) sığınarak, biz de bu makalemiz den itibaren, Tayyip Bey'e bundan böyle,zaman, zaman uzun adam diye hitap edeceğiz.

Uzun adam, bu siyaset işini ve siyasette propagandanın önemini, propagandanın iyisinin ve kötüsünün olmadığını, herşeyin propaganda unsuru olarak kullanılmasının gerekliliğini çok iyi biliyor. Darısı bizim muhalefetin başına.

Güneydoğuda iki özel harekat polisi, yıkık bir duvara “SENİ SEVİYORUZ UZUN ADAM RTE” yazmışlar ve ellerinde Türk bayrağı poz verip fotoğraf çektirmişler.Yüzleri pek belli değil, gerçekten samimi ve gönülden mi bu pozu vermişler şüpheliyiz.Zira, hergün o bölgede şehit düşen arkadaşlarına rağmen, bu şehadetlerde büyük ve ağır kusuru ve ihmali olan uzun adama, böyle gerçek ve samimi bir sevginin beslenebileceğini bizim aklımız almıyor.

Neyse, gerçek veya düzmece, bu görüntülerden ve “seni seviyoruz uzun adam” sözlerinden, Tayyip Bey'in ziyadesiyle memnun olduğu, duygulandığı ve gurur duyduğu, bu görüntüleri propaganda unsuru olarak kullandığı ve bundan sonra da kullanmaya devam edeceği anlaşılıyor.

Asıl konumuza gelecek olursak, bu ülkeye başkan olmayı kafasına koymuş olan Uzun Adam; AKP içinde baş gösteren ve kamuoyuyla paylaşılan demeçlere konu olan Hüseyin ÇELİK'in AKP'ye yönelik eleştirileri,Bülent ARINÇ'ın,CNN TÜRK'deki Tayyp Bey'e yönelik açıklamaları, bu açıklamalarının parti içindeki troller tarafından ağır bir şekilde eleştirilmesi üzerine, ARINÇ'ın tehdit içeren çınarlı ve gölgeli son cevabi çıkışından sonra, muhalefet halkasının giderek genişleyerek AKP'nin ve kendisinin geleceğine ilişkin korku ve endişeye kapılmış olmalı ki, gerilen ortamı yatıştırmak, uzun süre dik durmaktan özürlü, özgül ağırlığı sabun köpüğünden ibaret olan,seçimlerden sonra Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı Melih GÖKÇEK'in Ankarayı parsel parsel nasıl sattığına ilişkin bildiklerini, söz verdiği halde, halkımıza henüz açıklayamayan Bülent ARINÇ'ı sakinleştirmek için, eski Cumhurbaşkanı Sayın GÜL'ü arabulucu olarak görevlendirmek ve bu bağlamda geçtiğimiz akşam Sayın GÜL'ü sarayına davet ederek, birlikte başbaşa yemek yiyip 3 saat görüşmek mecburiyetinde kalmıştır.

Herkes çok iyi biliyor, Sayın GÜL ve Sayın ARINÇ, AKP'yi Uzun Adamla birlikte kurmuşlar ve partiye büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.Bu üçlü içinde Uzun Adam; eşitler arasında birinci olmuş, partinin genel başkanlığına getirilmiş ve Sayın GÜL'ün kısa süren başbakanlığından sonra başbakanlık koltuğuna oturmuş ve şu anda da Cumhurbaşkanlığı koltuğunun sahibidir.

Sayın GÜL'ün Cumhurbaşkanlığının sona ereceği günlerde, Uzun Adamın Sayın GÜL'e yaptığı haksızlıklara, partiden soyutlama girişimlerine herkes tanıktır.

Aynı şekilde, Sayın ARINÇ'ın yeni yetmeler olarak nitelendirdiği, Uzun Adam'ın kendi yakın çevresine aldığı AKP'ye sonradan gelenlerin Sayın ARINÇ'ı çileden çıkaran saygısızlıklarına da halkımız tanık olmuştur.

Sözün kısası, Uzun Adam Tayyip Bey, eski Cumhurbaşkanı GÜL'ü ve ARINÇ'ı çevresinden uzaklaştırmış ve yeni yetme trollerin yardımıyla AKP'ye tek başına hakim olmuştur.Bu ülkeye başkan olma hırsı ve egosu gözünü kör etmiş, bu amaca ulaşmak için, GÜL'ü, ARINÇ'ı, Hüseyin ÇELİK'i ve bazı parti ileri gelenlerini yakın çevresinden uzaklaştırmıştır.

Bir hatırlayınız, Cumhurbaşkanlığının son günlerinde, eşine yapılan haksızlıklara ve saygısızlıklara dayanamayan Sayın GÜL'ün eşi Hayrünnisa GÜL Hanımefendi, bir resepsiyonda patlamış ve alenen,yakında intifada (ayaklanma) bayrağını açacağını ilan etmiştir.

Ancak, bugün gelinen noktada Tayyip Bey, partiyi birlikte kurdukları GÜL ve ARINÇ'ı dışlamasına ve bazı trollere yem yapmasına rağmen, muhalif seslerin yükselmesi üzerine kendisine gelmiş, özellikle ağızları çok güzel laf eden ve korkusuzca eleştiri yapabilen ve bu nedenle, kendisi için tehlike arz eden Bülent ARINÇ ve Hüseyin ÇELİK ile yeniden yakınlık kurarak onların gönüllerini alma,onlarla ve diğer muhaliflerle ateş kes anlaşması yapma gereği duymuş ve kendisine en yakın hissettiği, kin tutmadığına inandığı Sayın GÜL'ü de aracı olarak tayin etmiştir.

Bakmayın siz söylenenlere, neymiş efendim, Sayın GÜL anne ve babasının hastalığı nedeniyle şöyle bir Ankaraya uğramış da, Uzun Adamla telefonla görüşmüşler de,bir de yüz yüze görüşelim diyerek, Tayyip Bey de Sayın GÜL'ü Sarayına yemeğe davet etmiş.Yani,önceden planlı ve programlı bir ziyaret ve görüşme değilmiş.

Siyaset, bizim ülkemizde işte bundan ibaret.Tayyip Bey'in yakın adamı ve sözcüsü Ömer ÇELİK, eski Cumhurbaşkanı GÜL ile Cumhurbaşkanımız ERDOĞAN'ın görüşmeleri gayet doğal diyor.Bu görüşmenin zamanlamasına baktığımızda gayet manidar olup, bize göre hiç de doğal bir görüşme olarak gözükmemektedir.

Tabi, kendilerine yönelik olarak yapılan bunca kötülüklere, parti içindeki yeni yetmelere yem yapılmalarına, partiden soyutlanma ve dışlanmalarına, Tayyip Bey'in AKP'yi tek başına sahiplenmeye kalkışmasına rağmen, Sayın GÜL'ün,Tayyip Bey'in sarayına giderek ara buluculuğu kabul etmesini, bu ara buluculuk ekseninde Bülent ARINÇ, Hüseyin ÇELİK ve diğer muhaliflerle toplanarak tarafların arasını bulmaya çalışmasını,Tayyip Bey'de bulunan şeytan tüyüne ve Tayyip Bey'in, kendi şahsi çıkarları için, her yeni koşula göre U dönüşü yapabilme ve yeni strateji ve taktikler geliştirerek uygulamaya koyabilme başarı ve beceresine bağlıyoruz.

Bravo, başkanlık sana helal olsun be Uzun Adam! 11/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


10 Şubat 2016 Çarşamba

SÖZ GÜMÜŞSE SÜKUT ALTINDIR




Söz gümüşse sükut altındır” şeklinde ifade edilen, çok güzel bir atasözümüz vardır.

Amerika ile Tayyip Bey arasında, PYD'nin terör örgütü olup olmadığı konusunda baş gösteren ve ülkemizi dosta ve düşmana karşı küçük düşüren gereksiz ve sunni kriz'e baktığımızda, kısaca; konuşmak güzeldir, insanlar konuşa konuşa anlaşır ve sonuç alır,bunun için konuşmak değerlidir, ama, bazen de susmak gerekir ve söz gümüş değerinde ise de, bazı koşullarda susmak, daha iyi ve hayırlı sonuçlar doğuracağından altın değerinde olur anlamına gelen bu atasözümüzü, Tayyip Bey'in hiç duymadığını ve bilmediğini görmekteyiz.

Tayyip Bey; Anayasaya aykırı bir şekilde, kendisini bu ülkenin başbakanı yerine koyup, ülkenin iç ve dış her sorununa burnunu sokarak, diplomasi kurallarına aykırı bir şekilde her konuda ağzına geleni söyleyen tavrıyla, ülkemizin en başta Suriye olmak üzere, tüm dış politikasını çökme noktasına getirmiş, tüm dost ülkeleri birer birer karşısına alarak, ülkemizi yanlızlığa sürüklemiştir.

Tayyip Bey'in dış politikada ülkemize yaptığı son kötülük de; PYD konusunda Amerika ile açıkça “ya ben ya o “ restleşmesine girmesi ve Amerikanın da, hiç düşünmeden, bize göre de bir terör örgütü olan PYD' den yana tavır alarak, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Tayyip Bey'i bir kalem de silip atmış olmasıdır.

Tayyip Bey'i; anayasaya aykırı olarak, fiili bir başkanlık sistemi kurarak, ülkemizi tek başına yönetmeye kalkışması,içte ve dışta yanlış ve hatalı politikalara imza atması nedeniyle, severiz veya sevmeyiz ve şiddetle eleştirebiliriz de ama, onun Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak zor ve aciz durumda kalmasına, bu tutumundan dolayı ülkemizin dünyada giderek yalnızlaşmasına da, bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzülürüz tabi.

Nasıl üzülmezsiniz, Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmakta olan Tayyip Bey; PYD'nin bir terör örgütü olduğunu varsaymakta özgürdür ve kendine göre belki de haklıdır. Buna rağmen, bölgemizin koşullarını ve ülkemizin yararını düşünerek, PYD'nin terör örgütü olduğu görüşünü saklı tutarak, PYD'nin lideri Salih Müslüm'ü önceki tarihlerde ülkemizde ağırlamak ve onunla siyasi görüşmeler yapmak zorunda kalmış da olabilir.

Ancak, Tayyip Bey'in; kendi ulusal çıkarları için PYD'nin bir törer örgütü olmadığını kabul eden Amerika ile bu konuda bilek güreşine girerek, Amerikaya meydan okuması ve “siz terör örgütü olan PYD' den yana mısınız, yoksa bizden yana mısınız?” diyerek, konuyu, “ya biz, ya PYD” aşamasına getirmesi ve ABD Ankara Büyükelçisinin Dışişleri Bakanlığına çağırılarak krizin tırmandırılması, diplomasinin kuralları ile asla bağdaşmamaktadır, bu tavır; bir diplomasi cahilliği olup, kumar masasında varını yoğunu ve soğuk kanlı düşünme yeteneğini kaybeden bir şahsın son çırpınışlarını akıllara getirmektedir.

Tayyip Bey; bu restleşmeden sonra, PYD'nin bir terör örgütü olmadığını yineleyen ve PYD'nin yanında yer aldığını gösteren ABD ile bundan böyle stratejik ortaklığın ve işbirliğinin bittiğini mi açıklayacak, yoksa bunun üzerine soğuk su içip yutkunmakla mı yetinecektir?

Tayyip Bey; ülkemizi terör örgütü PYD ile kıyaslayıp muhatap kılarak,Amerikayı bir tercih yapmaya zorlayıp, Amerika tarafından PYD'nin tercih edilmesi sonunda da, PYD karşısında kendisini ve ülkemizi düşürdüğü bu utanç verici zor durumu görerek, bundan sonra en son söylenmesi gereken sözleri söylemeden önce derin derin düşünerek ve gerektiğinde susmasını bilerek, altın değerinde tavırlar sergilemeyi başarabilecek mi? Bekleyip göreceğiz. 10/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat










6 Şubat 2016 Cumartesi

TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİNİN EKVATOR'DA DIŞA YANSIMASI




Sonunda, ülkemizde hüküm süren tek adam anlayışına dayalı antidemokratik devlet terörünü, dış ülkelere de ihraç ettik ya, bravo doğrusu!

Sonunda, Türkiye'deki ileri demokrasiyi(!) ve bu ileri demokraside uygulanan, daha doğrusu uygulanamayan, silahsız ve barışçıl düşünceyi açıklama, gösteri ve protesto özgürlüğünün yerlerde sürünen halini, demokrasisi ve özgürlükleri bizden çok daha geri olan Ekvatorda da gösterdik, bu rezaleti gazetelerde okuyunca ve televizyonlardan izleyince yüzümüz kızardı ve biz, konuk olarak bulundukları Ekvator da Tayyip Bey'in şımarık korumaları tarafından sahneye konulan bu terör rezaletini hak etmediğimizi düşünerek, çok üzüldük.

Bizi idare eden iktidardaki AKP ileri gelenlerine yönelik olarak, anayasal ve demokrasinin gereği olan düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanarak,silahsız ve barışçıl bir şekilde düşünce açıklamaya kalkışan, protesto gösterisi yapan kişilerin, korumalar ve polisler tarafından anında üzerlerine çullanılarak, orantısız bir güç sarf edilerek, ağızlarının kapatılıp tartaklanarak etkisiz hale getirilmelerine, bizim ülkemizde alıştık ve bu hukuksuzluğu iyice kanıksadık, aynı zorbalığın misafir olarak bulunulan yabancı bir ülkede sahneye konulması, diplomatik bir rezalet olup,bu skandal eylemin, affedilir ve mazur görülebilir hiçbir yanı bulunmamaktadır.

Şayet, Tayyip Bey konuşurken gösteri yapmaya kalkışan Ekvator'lulara bir müdahalede bulunulması gerekiyorsa, bu müdahalenin ev sahibi ülkenin güvenlik güçleri tarafından yapılmasını beklemek, diplomatik nezaket kuralı olduğu gibi, o ülkenin hükümranlık hakkına saygının da bir gereğidir.

Göstericilere sert bir şekilde müdahale eden Tayyip Bey'in korumalarından göstericileri kurtarmak isteyen Ekvatorlu bir milletvekilinin de dövülerek burnunun kırılması,bu ayıbın ve barbarlığın tuzu ve biberi olmuştur.

Ülkemizden kilometrelerce uzaklıktaki yabancı bir devlet olan Ekvator da sahnelenen bu skandal şiddet ve özgürlüklere tahammülsüzlük eylemi;Tayyip Bey ve yandaşlarının ülkemizde bir anayasa değişikliği ile yürürlüğe sokmak istedikleri başkanlık sisteminin gerçekleşmesi halinde, bu sistemin ülkemizde yaratacağı olumsuz sonuçlarının dış alem yansıyan sadece tipik bir örneği olup, bu skandal eylem, ülkemizde arzulanan başkanlık sisteminin ipuçlarını ortaya koymakta ve bu ülkeye başkan olmak isteyen Tayyip Bey'in bu girişimine, bugünden gerçekleri görerek karşı çıkan ve engellemek isteyen sağduyulu halkımızın ve muhalefet partilerimizin, bu karşı çıkışlarında ne kadar haklı olduklarını açıkça göstermektedir.

Evvelki gün ( 05/02/2016) Başbakan DAVUTOĞLU;Mardinde, Güneydoğu başta olmak üzere, ülkemizde hüküm sürmekte olan bölücü PKK terörü ile silahlı mücadelenin yanısıra, terörle diğer yollardan da nasıl mücadele edileceğine ilişkin terörle mücadele eylem planını, on madde başlığı altında açıklamış bulunmaktadır.

Bu planda, terminoloji olarak Tayyip Bey'in parmak izlerini görmekteyiz. Planın ismini biz bir yerden tanıyoruz. Hani, Tayyip Bey'in 2002 de iddialı bir şekilde ve ezici bir çoğunlukla tek başına iktidara geldiğinde, ilk etapta yapacağı işleri sıralayarak açıkladığı bir acil eylem planı vardı ya, işte DAVUTOĞLU'nun Mardin'de açıkladığı terörle mücadele eylem planı da, ismi itibariyle, Tayyip Bey'in 2002 de açıkladığı acil eylem planını hatrlatan, sözüm ona sihirli bir plan.

DAVUTOĞLU'nun Mardin de açıkladığı terörle mücadele eylem planına bakıyoruz,bu planın ilk maddesini okuduktan sonra, tüm ümitlerimiz kırılıyor ve kendi kendimize diyoruz ki; Tayyip Bey, tarafsız ve partisiz bir cumhurbaşkanı olamadığı, göreve başlarken namusu ve şerefi üzerine yaptığı demokrasiye ve anayasaya bağlılık ve tarafsızlık yeminine sadık kalarak, anayasanın öngördüğü yetki ve görev sınırları içine çekilmediği, her gün şu veya bu vesileyle ülkede cereyan eden siyasi ve her türden diğer günlük olaylara yönelik olarak, taraflı bir şekilde kendi şahsi yorum ve görüşlerini, ağzına geldiği gibi açıklamaya, toplumu geren ve kimlikler üzerinden siyaset yapmaya,en başta HDP olmak üzere muhalefet partilerimizi açıkça ve doğrudan muhatap alarak her fırsatta onları eleştirmeye ve azarlamaya devam ettiği sürece, DAVUTOĞLU tarafından en başta ve birinci madde olarak açıklanan; psikolojik unsuru ve birleştirici ruh'u,nasıl elde edeceğiz ve hakim kılacağız?

Sayın DAVUTOĞLU; size çok samimi olarak diyoruz ki; artık kabak tadı veren ve demokratik bir anayasa yapmanın önündeki tek engel olan bu başkanlık sistemi tartışmalarına bir son veremezseniz, başbakanlık yetkilerinizi tek başınıza ve bağımsız olarak kullanamaz, yetkilerinizi ve iktidarınızı, anayasaya aykırı olarak, Tayyip Bey ile paylaşmaya, daha da doğrusu tamamen Tayyip Bey'e devretmeye devam ederseniz, işiniz çok zor dostum.

Zor dostum zor, zor dostum zor.....07/02/2016

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




5 Şubat 2016 Cuma

EYY KISKANÇ VE İKİ YÜZLÜ MÜNAFIKLAR!..




İki yüzlü münafıklar, kıskanç ve nankörler; iki üç günden bu yana sürekli ne yazıp söylediğinizin hiç farkında mısınız?

Neymiş efendim, Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; ülkenin terörden kan gölüne çevrildiği, hergün birkaç şehit haberinin geldiği bugünlerde, dünyanın öbür ucunda bulunan Latin Amerika ülkelerinde ne işi varmış, bu ziyaretin şimdi zamanı mıymış, zamansız ve gereksiz de olsa, haydi her şeye rağmen bu geziyi gerçekleştirdi diyelim, dünyanın öbür ucundaki Latin Amerika ülkelerine ayrıca kaldırdığı askeri kargo uçağı ile zırhlı Mersedes makam aracını göndermesi, bunun için binlerce doları çöpe atması yakışık alır mıymış, zırhlı makam otosunu Latin Amerika ülkelerine taşıyan ve havada 20 saat uçan askeri kargo uçağı, suyla değil, daha yeni brüt 1300 TL olan asgari ücretle çalışanlardan da kesilen vergi paralarıyla alınan benzinle uçmaktaymış, kıt kanaat geçinen fakir fukara halkımızın alın teriyle kazanarak ödediği vergilerden oluşan devletin parası, bu kadar kolay bir şekilde harcanıp çarçur edilir miymiş?

Bazı kendini bilmez, ülkemizin gücünü, onurunu, şerefini, itibarını ve herşeyden önce de Osmanlı ecdadımızı hiçe sayan iki yüzlü münafıklar ve Tayyip Bey'i çekemeyen ve kıskanan zavallılar,bu ve buna benzer onlarca haksız eleştirilerini, dur durak bilmeksizin, sıralamaya devam etmektedirler!

Sayın ERDOĞAN; hepinizin bildiği gibi, seyahat etmeyi pek sevmez, kendisinde uçak korkusu da vardır, tümünü saysanız Başbakanlığından bu yana on üç senelik hizmeti döneminde, topu topuna kaç kez dış ülke ziyareti yapmıştır ki? Sağdan saysanız, soldan saysanız, bu on üç yıl içinde yaptığı toplam dış ülke ziyareti, iki elin on parmağını geçmez!

Sonra canım, Sayın ERDOĞAN; Latin Amerika gezisini, kendi özel keyfi için ve turistik amaçla yapmamıştır ki. Sayın ERDOĞAN; ülkesi için bir fedakarlık örneği göstererek ve rahatını bozarak, hiç de lüks olmayan, ancak oturabileceği rahatsız bir koltuğu bulunan Cumhurbaşkanlığı uçağı ile saatlerce uçarak uykusuz kalmayı ve yorulmayı göze almış ve Latin Amerika ülkeleriyle aramızda mevcut bulunan yoğun ticari, turistik ve kültürel münasebetleri dahada artırarak tavan yaptırmak, açık pozisyonda olmayan, bilakis fazlası bulunan dış ticaret dengemizi, bugünkünden daha da üst seviyelere çıkarmak ve ülkemizin mevcut ihracat patlamasına yeni bir rekor kazandırmak, demokrasinin ve insan haklarının beşiği olan bu ülkelerde uygulanmakta olan en ileri ve en üst düzeydeki demokratik anayasalardan örnekler alarak, bu Latin Amerika ülkelerinin ileri demokrasi ve insan hakları uygulama ve deneyimlerinden yararlanarak, ülkemizde şu günlerde gündemde bulunan, ileri demokrasinin temelini oluşturacak ve başkanlık sistemini esas alacak olan yeni anayasamıza katkılar sunmak, ülkemizin de Latin Amerika ülkeleri gibi, dünyanın en ileri insan haklarına ve demokrasisine kavuşmasına katkılar sunabilmek amacıyla, bu zorlu ve çetin Latin Amerika ziyaretini gerçekleştirmiştir!

Ülkemize bu kadar fazla katkılar sunmak amacıyla gerçekleştirilen bu Latin Amerika seyahati nedeniyle, örtülü ödeneklerden eski ve yeni paralarla trilyon ve katrilyonlar harcayan Sayın ERDOĞAN, zırhlı makam aracının Latin Amerika ülkelerine nakli için iki yüz bin dolar harcanmış bunun lafı dahi edilemez!

Ülkemizin itibarı ve saygınlığı için, Atatürk'ün vasiyetini çiğnemeyi göze alarak, korkmadan ve yılmadan Atatürk'ü dahi karşısına alan,Atatürk'ün hatırası Atatürk Orman Çiftliğine, 1150 odalı Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Külliyesi yaptıran ve bu yolla, ülkemizi dünya devletlerinin itibar ve saygınlık sıralamasında, en üst sıralara taşıyan Sayın ERDOĞAN; yine ülkemizin itibar ve saygınlığını temsil eden Cumhurbaşkanlığına ait son model zırhlı makam otomobilini,askeri kargo uçağına bindirerek, 200 bin dolara mal olan 20 saatlik bir uçuşla Latin Amerika ülkelerine göndermiş çok mu? Ülkemizin; aynı şekilde makam araçlarını, uçakla seyahat edilen karşı ülkelere taşıyan Amerika ve Rusyadan, Sayın ERDOĞAN'ın da; Amerika ve Rusya devlet başkanlarından ne eksiği var ki? Eyy kıskanç ve iki yüzlü nankör münafıklar!

Eyy kıskanç ve iki yüzlü münafıklar, sizler ne kadar cahilsiniz, hiç tarih okumadınız mı, ecdadımız Osmanlı Padişahlarımız, zamanında yedi düvelde, yakın uzak demeden, kendi atlarıyla (zamanın makam aracı abul edelim) kilometrelerce koşturup kılıç sallayarak Osmanlı için çalışmadılar mı, yabancı ülkelerde masraf edip ordugah kurmadılar mı, karargahlarını oralara taşımadılar mı, bu gerçekleri ne çabuk unuttunuz?

Eyy kıskanç ve iki yüzlü münafıklar; Sakın ha, bundan sonra Sayın ERDOĞAN'a yönelik eleştirilerinizde lütfen biraz daha insaflı olunuz, size ve ülkemize yaptığı üstün hizmetleri ve fedakarlıkları, ülkemizin saygınlığını ve itibarını dikkate alarak, haksız ve orantısız bir eleştiri yapmayınız!

Bizden hatırlatması, aksi halde hepinizi Allah Çarpar! 05/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


4 Şubat 2016 Perşembe

CAN DÜNDAR ve ERDEM GÜL İDDİANAMESİ




Hepiniz biliyorsunuz, MİT Tırlarıyla ilgili görüntülü haberlerinden dolayı, gazeteciler Can DÜNDAR ve Erdem GÜL; “bunun hesabını verecekler” diyen, Tayyip Bey tarafından hedef tahtasına konulmuşlar,07/Haziran/2015 milletvekili genel seçimlerine çok az bir zaman kalması nedeniyle, siyasi hesaplarla adı geçen gazetecilerimizin üzerlerine gidilememiş, 7.Haziran seçimlerinde AKP tek başına iktidarı kaybettiği için de, kendi derdine düşen ve seçimleri nasıl yeniletebilirimin ince hesaplarına dalan Tayyip Bey, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL ile başlatacağı hesaplaşmaya, elinde olmayan nedenlerle ara vermek zorunda kalmış ve seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi üzerine, 1.Kasım.2015 de yapılan yeni seçimde AKP'nin %52 oy oranıyla güçlenerek yeniden tek başına iktidar olmasından sonra rahatlayan Tayyip Bey, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL ile aralarında olan ve geçici olarak buzdolabına koyduğu hesaplaşmayı, buzdolabından çıkararak yeniden sahneye koymuş olup, aradan altı ayı aşkın uzunca bir zamanın geçmesinden ve siyasi koşulların Tayyip Bey'in lehine dönmesinden sonra, İstanbul C. Başsavcılığı Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ü 26/11/2015 tarihinde Çağlayan Adliyesine çağırarak sorgulamış ve tutuklanmaları istemiyle hakim önüne çıkarılan bu iki gazetecimiz tutuklanarak cezaevine konulmuşlardır.

Bu gecikmeli, siyasi rüzgarın AKP ve Tayyip Bey'in lehine esmesinin beklenmesinden sonra, yaklaşık altı ay gecikme ile gelen bu tutuklama kararının, hukuki olmayıp siyasi bir karar olduğunu, 26/11/2015 tarihli makalemizde dile getirmiştik. Aynı görüşümüzde bir değişiklik olmamıştır.

İki ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunan Can DÜNDAR ve Erdem GÜL haklarında geçtiğimiz günlerde iddianame düzenlenmiş ve haklarında;"Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme", "Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama", "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen yada tamamen engellemeye teşebbüs etmek" ve "Silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme" suçlarından ayrı ayrı bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve 30 yıla kadar hapis cezaları istenmiştir.

Tamamen gazetecilik görevlerini yerine getiren ve halkımızın bilgi edinme haklarına katkı sunan ve esasen; aynı bilgi ve görüntülerin daha önce şu veya bu yolla kamuoyunun bilgisine sunulması nedeniyle, herhangibir gizliliği kalmamış bulunan ve Suriye sorununda safını açıkça belli eden AKP iktidarının, Suriye sorununa ilişkin politikalarında, açıklandığında devletin güvenliğini tehdit edebilecek hiçbir gizliliğin ve sırrın kalmamış bulunması, bilakis, MİT Tırları haberlerinin açığa çıkmasının; ülkemizin ve devletimizin güvenliğini tehdit altına sokan yanlış Suriye politikasından dönülmesine sunacağı katkı düşünüldüğünde,devletimizin yararına olduğu düşünüldüğünde, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün suçlandıkları, "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme", "Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama" suçlarının işlenmiş olduğundan bahsedilemeyeceği çok açık ve nettir.

Katalog suçlardan olması nedeniyle, gerekçe göstermeden şüpheli ve sanıkların kolaylıkla tutuklanmalarını ve uzun süreli tutuklu kalmalarını yasal olarak mümkün kıldığı için,AKP iktidarına muhalif olan herkese kolaylıkla yapıştırılan,"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen yada tamamen engellemeye teşebbüs etmek" suçlaması ise tamamen hukuk dışı ve çok komik bir suçlamadır.

Ellerinde, yazı yazdıkları kalemlerinden başka, Hükümeti ortadan kaldırmaya elverişli, cebir ve şiddet üreten hiçbir silah ve aletleri bulunmayan Can DÜNDAR ve Erdem GÜL hakkında bu suçlamanın yapılabilmesi, inanın,bu suç türleriyle ilgili birçok soruşturmalar yapan emekli bir savcı ve bir hukukçu olarak, bizi; ağlatmalı mıdır, güldürmeli midir, olduğumuz yerde tepindirmeli midir, hukukçuluğu bıraktırmalı mıdır, imdat hukuk ve adalet nerede, adaleti kurtaracak bir insan oğlu yok mudur diye avaz avaz bağırtmalı mıdır, yoksa hepsini birden mi yaptırmalıdır? İnanın, bir karar veremiyoruz.

Gazetecilerin; haber yapmaktan ibaret eylemleri, nasıl Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs oluyor, anlayamıyoruz.

Ceza hukukunda muhtelif suç tipleri vardır. En klasik suç tipi ayrımı, tehlike suçu ve netice suçu ayrımıdır.

Tehlike suçlarında; suç olan eylem, bir tehlike ve risk doğurduğu için ceza kanunlarında suç olarak kabul edilir ve faili cezalandırılır. Örnek verecek olursak, ceza kanunlarında suç olarak kabul edilen çeşitli amaçlarla suç örgütü kurmak suçu, bir tehlike suçu olup, suç örgütünü kurmakla bir tehlike yaratıldığı için, suç örgütünü kurmak, başlıbaşına bir suç olarak kabul edilir, suçun oluşması ve tamamlanması için, örgütü kuran kişilerin, örgütün kuruluş amacı olan amaç suçları işlemeleri gerekmez. Zira, tehlike suçları durağandır, Hükümeti devirmek, anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla silahlı bir örgüt kurulduğunda, hükümeti devirmeye, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs edilmese dahi, örgüt kurmak suçu oluşmuştur, bir neticeye yönelmek, o neticeye doğru bir teşebbüs eyleminde bulunmak gerekmez.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, hükümeti ortadan kaldırmak amacıyla bir örgüt kurmuş değillerdir.Bireysel olarak, gazetelerinde yazdıkları görüntülü MİT Tırları haberi nedeniyle, Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlanmaktadırlar.

Hükümeti devirmek, bir netice suçu olup, bu nedenle bu suça teşebbüs mümkündür.

Ancak, teşebbüs; adı üzerinde, failin elverişli vasıtalarla icraya başlayıp, kendi arzusu ve iradesiyle vazgeçerek veya kendi arzusu ve iradesi dışındaki, karşı koyamadığı başka bir dış etken ve engelle tamamlanamayan ve neticesi alınamayan, bir eylem türüdür.

Amaçlanan ve işlenmesine başlanarak teşebbüs edilen bir suçu oluşturan ve neticelendiren tüm maddi eylem ifa edilerek tamamlanmış,geriye ifası gereken bir eylem kalmamış ve amaçlanan suç hasıl olmuşsa, yani netice alınmışsa, teşebbüs aşamasında kalan bir eylemden ve suçtan bahsedilemez, artık tamamlanmış bir suç var demektir.

Teşebbüs olarak değerlendirilen, teşebbüs aşamasında kaldığı iddia edilen eylem, failin kendiliğinden vazgeçmesi veya failin iradesi dışındaki, onun karşı koyamadığı bir dış etken olmadığı halde tamamlanmış o eylemin daha ötesi olmadığı halde, o eylem ile amaçlanan suç neticesinin elde edilmesi mümkün değilse, artık ortada tamamlanmış bir suç olmadığı gibi, teşebbüs aşamasında kalmış bir suçtan da bahsedilemez.

Bu teorik açıklamalarımızı, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'e atılı bulunan MİT Tırları haberi eylemine ugularsak; Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, suçlandıkları MİT Tırları haberini ve görüntülerini gazetelerinde yayınlamakla, eylemlerini tamamlamışlardır, kendi iradeleriyle eylemlerinden vazgeçmeleri veya kendi iradeleri dışında karşı koyamadıkları bir dış etkenin mani olması nedeniyle eylemlerinin tamamlanamaması ve yarıda kalması söz konusu değildir, artık yarıda kalmış ve tamamlamaları gereken bir eylem yoktur.Tamamladıkları, cebir ve şiddet içermeyen bu eylemleri sonucunda, cebir ve şiddet yoluyla Hükümet de ortadan kalkmamış ve görev yapamaz hale gelmemiştir. Çünkü, bir gazetecinin kalemiyle yazdığı bir haberden dolayı, bugüne kadar dünyada hiçbir hükümet, cebir ve şiddet yoluyla devrilmemiştir, bundan sonra da devrilmesi asla mümkün değildir.Bu türden bir haber değil, bin haber yayınlasanız da, asla cebir ve şiddet yoluyla Hükümeti ortadan kaldıramazsınız, bu suçu işlemiş veya teşebbüs etmiş olamazsınız.Tıpkı toplu iğne ile kuyu kazılamayacağı gibi.

Ancak, bizim ülkemizde pek tanık ve alışık olmadığımız ve bundan sonra da tanık olamayacağımız bir gerçek vardır ki; gazetecilerin vaturgeyt skandalında olduğu gibi, siyasilerin gizli kalan bazı skandallarını gazetelerinde haber yaparak kamuoyuna duyurmaları halinde, devlet ve hükümet başkanları istifa etmek zorunda kalmışlardır.

Can DÜNDAR ve Erdem GÜL'ün; gazetelerinde, MİT Tırlarını haber yapmalarından ibaret eylemleri, Hükümeti cebir ve şiddet yoluyla zorla ortadan kaldırma sonucunu ve suçunu oluşturacak uygun bir eylem olmamakla birlikte, Amerika ve batı ülkelerinde, Hükümetin toptan istifa ederek, kendi istekleriyle görevi bırakmaları sonucunu doğurabilecek nitelikte bir eylem olarak değerlendirilebilir.

Son söz; bu makalemizde, ceza hukuku açısından teşebbüs ve tamamlanmış suç kavramlarını yeniden hatırlatarak izah etmek zorunda kaldığımız için, bildiklerini tekrarlamamız nedeniyle sıkılan ve bize katlanmak zorunda kalan tüm hukukçu okurlarımızdan özür diliyor, hukukçu olmayan okurlarımızı bir nebze aydınlatabildiysek, bundan dolayı da mutluluk duyuyoruz. 04/02/2016


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat