26 Ocak 2018 Cuma

BAŞKOMUTANLIK VE GAZİLİK ÜZERİNE




Kısa ve öz bir şekilde açıklamak gerekirse, kötü ve sıkıntılı,dar bir duruma düşen birilerinin bu sıkıntılı durumlarından yararlanmaya,bundan kendilerine yarar ve çıkar sağlamaya çalışanları ifade etmek üzere sıkça kullanılan; “Koyun can derdinde kasap et derdinde” şeklinde ifade edilen çok anlamlı bu atasözümüzü sanırım bilmeyen yoktur.

Türk Milleti olarak, ülkemizin sınır güvenliği ve bütünlüğü için büyük bir emperyal tehlike oluşturan, ABD ve onun taşeronu PYD ve YPG teröristlerine yönelik olarak
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin'de başlattıkları ülkemizin güvenliği için gerekli operasyon nedeniyle, Türk Milleti olarak birlik ve beraberlik içinde bulunduğumuz bir sırada,bazı iktidar mensup ve yandaşlarının ortaya çıkarak, Afrin operasyonunu gerçekleştiren ve şehitler veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı ve akıttığı kanı üzerinden ,iş başındaki siyasal iktidara yarar sağlamak maksadıyla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile aralarında benzerlik ve paralellik kurup, partili Cumhurbaşkanına gazilik unvanı verilmesi girişiminde bulunarak,Türk Milletinin birlik ve beraberliğini bozmaya yeltenmelerini kınıyor ve şiddetle karşı çıkıyoruz.

Yürürlükteki anayasamızın seçilmiş Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. maddesine göre, seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın;Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil ettiği yadsınamaz bir gerçek ise de;bu anayasa maddesinde yer alan ifadeden de anlaşıldığı üzere, bu başkomutanlık; Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılan tamamen temsili bir görev ve yetkidir.

Osmanlıyı parçalayan emperyalist devletlere karşı kurtuluş savaşı yaparak,bizzat cephede fiilen başkomutan olarak bulunup savaşarak, savaşları planlayarak ve icrasına katılarak kazandığı meydan muharebeleri sonucunda düşmanları yenerek Osmanlının küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile bugünün barış ortamındaki Cumhurbaşkanlarını kıyaslayarak ve hatalarını görmezlikten gelerek,bol keseden gazilik unvanları dağıtmaya kalkışmak,Atatürk'e şirk koşmak olup,bu haksız ve yersiz özenti girişim,Atatürk'e yapılabilecek olan en büyük saygısızlıktır.

Anayasanın 104.maddesine göre,Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,adına Türk Silahlı Kuvetlerinin Başkomutanlığını temsil ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı ve işlevsiz kılıp,ülkeyi OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle idare etmeye başlamıştır,Afrine operasyona başlandığı sırada Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ve kapalı olup,bugüne kadar meclise harekat hakkında bilgi dahi verilmemiştir.

Bugün,Türk Silahlı Kuvetlerinin Afrin'e askeri harekat yapma zorunluluğunu doğuran ülkemize yönelik olumsuz ve tehlikeli koşulları, iş başında bulunan siyasal iktidar yanlış Suriye politikalarıyla bizzat kendisi yaratmış ve yapmış olduğu dış politika yalnışlarının sonucu olan ülkemize yönelik bu risk ve tehlikeleri yok etmek için Afrin harekatını yapmak zorunda kalınmıştır.

Bu nedenle,kendi hatalı dış politikalarının eseri olan ülkenin bütünlüğüne yönelik tehlikeleri yok etmek için yapılması zaruret haline gelen Afrin operasyonunun, bir başkomutanlık başarısıymış gibi sunularak, Cumhurbaşkanı Tecep Tayyip ERDOĞAN'a, harp kazanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş Gazi Mustafa Kemal Atatürk emsali bir başarısı göstermiş gibi, gazilik unvanı verilmesi teklifinin yapılması aymazlıktır.

15.Temmuz.2016 hain FETÖ askeri darbe girişiminin, en başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ı hedef alması ve onun öldürülmek istenmesi, bu hain darbe girişiminin bastırılmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın takdir edilmesi gereken üstün bir gayretinin bulunduğu bir gerçek ise de;bu darbe girişiminin arkasındaki güç olan FETÖ Silahlı Terör Örgütü'nün; darbe girişiminde bulunacak güce ulaşmasında,Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve sair tüm devlet kuruluşlarında kadrolaşmasında, Recep Tayyip ERDOĞAN'ın başında bulunduğu siyasi iktidarın büyük hata ve günahının bulunduğu da, inkar edilemez bir gerçektir.

Bu itibarla,Cumhurbaşkanına gazi unvanı verilmesini arzu ve teklif edenlerin,bu girişimlerine dayanak yapmak istedikleri bu iki olay, tek başına gazilik unvanı verilmesinin haklı gerekçeleri olamayacağı gibi, gazilik unvanına gerekçe yapılmak istenen ülkemizi tehlikeye sokan bu iki olayın,hatalı yönetimiyle bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın ve iktidarının eseri olduğu asla unutulmamalıdır. 26/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





24 Ocak 2018 Çarşamba

UĞUR MUMCU



Uğur Mumcu'yu, yirmi beş sene önce bugün, Ankaradaki evinin önüde uğradığı hain bir bombalı suikast sonucunda kaybettik.
Aradan geçen bu yirmi beş sene gibi uzun bir zamana rağmen; onun, suikast eylemini doğrudan gerçekleştiren, katil veya katillerini,yani aracına o bombayı fiilen yerleştiren veya yerleştirenleri, kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik.
Ancak, Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını;zihniyet olarak,benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında çok iyi biliyoruz.
Bunlar; Uğur MUMCU ve onun gibilerinin yok edilmesinden yarar sağlayacak olan,Atatürk ilke ve devrimlerine,hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine,Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olan, tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır.
Bu itibarla,bize göre; Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine,bu hainleri yetiştiren ve azmettiren bu karşı devrimcilerle mücadele ederek, onları etkisiz kılmakla da, Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız.
Çok iyi biliyoruz ki;esasen,onun fiili katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek, Uğur MUMCU'yu mutlu kılmayacaktır.Bu nedenle,Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak,özlüyorsak,onun mutlu olmasını ve mezarında rahat uyumasını istiyorsak,bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak,onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı ve robotları değil, o hain suikasta karar veren ve planlayan,onun gerçek katilleri olan perde arkasındaki,ancak hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek,Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız.
Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu, Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan, kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci olarak tanırlar.
Uğur MUMCU;kitaplar yazan araştırmacı bir gaztecidir ama, her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı,ülkesini seven,hukukun üstünlüğünü,insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan, iyi eğitim almış,Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimcidir.
Uğur MUMCU; 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart öncesinde, mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde asistan olarak akademisyenlik yapmış olup, bu satırların yazarı bendeniz de,Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken, 3.sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş bir kişiyim. Bana,idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan, idari yargı konusunda öğrendiklerimin tümünü, Sevgili Uğur MUMCU'nun, Danıştay kararlarından örneklerle uygulamalı olarak vemiş olduğu çok değerli anlatımlarına ve öğretiklerine borçlu olduğumu burada belirtmeyi,kendim için bir görev sayıyorum.
Demokratik ve laik cumhuriyetimize yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı ülkemizin bugünkü koşullarda Uğur MUMCU'ya sahip olamamak, bu ülkenin en büyük kaybı, karşı devrimcilerin ise, büyük kazancı olmuştur.Uğur MUMCU da işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan zihniyet tarafından katledilmişir.
Demokratik ve laik,bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının,karşı devrimcilerin,liboş ve döneklerin,her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası,demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu,laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda,vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan değerli hocam UĞUR MUMCU’yu,ölümünün yirmi beşinci yıl dönümünde, minnetle ve rahmetle anıyor,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle; kendisine, ülkem ve şahsım adına, sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum.
Mekanın cennet olsun,nurlar içinde yat, Sevgili Uğur MUMCU. 24.Ocak.2018

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

NOT:Sözcü Gazetesinin; gündemin çok yoğun olmasına rağmen, ancak dördüncü sayfasında,”Mumcu ölümünün 25. yılında anılıyor” başlığı altında, on, on beş satırlık bir haberle geçiştirerek,Uğur MUMCU'yu değersizleştirmesini,SÖZCÜ'ye yakıştıramadığımı açıklamak zorundayım.G.Y.

21 Ocak 2018 Pazar

VATAN HAİNLİĞİ İLE VATANSEVERLİĞİN BİRBİRİNE KARIŞTIĞI GÜNLERİ YAŞIYORUZ!...




Afrin harekatının başlatıldığı bugünlerde,ülkemiz ve ülke insanları çok zor günler yaşıyor.

İyi niyetli bir şekilde, siyasal iktidarı haklı olarak eleştiren muhalefetteki bazı siyasi partilerimiz ile muhalif basını da oldukça zor günler bekliyor.

Suriye politikasında başından itibaren yanlış yapan siyasal iktidar,yaptığı yanlışların sebebiyet verdiği ülkemizi tehdit eden sonuçları ortadan kaldırmanın telaşı ve gayreti içinde,siyasal iktidarın Suriye politikasında yaptığı, Esat rejimini devirme saplantısına varan, ABD'nin dümen suyundaki yanlışlarını gidermek için atmaya başladığı adımları, hiç kimse küçümseyemez.

Siyasal iktidarın;ilk başta Suriye politikasında yanlışlar yapması, bu yanlışların yol açtığı ülkenin zararına olan sonuçlarını ortadan kaldırmak için Afrin'e yönelik askeri harekat yapmasının engeli olarak görülemez.

Siyasal iktidarın ilk başta Suriye politikasında, ülkenin güvenliğine ve geleceğine dönük tehlikeli sonuçlar doğuran yanlışları yapmış olması ile sonradan bu yanlışlarını ve tehlikeli sonuçlarını görerek, bu yanlışlarının ülke güvenliği için tehlike arz eden sonuçlarını gidermek için yaptığı Afrin harekatını birbirine karıştırmamak lazımdır.Yapılan bir yanlışın yarattığı tehlikeleri gidermek için gerekli olan adımları atmak, siyasal iktidarın görevi olup, siyasal iktidar da şimdi Afrin harekatıyla,yaptığı önceki yanlışları ve bunun tehlikeli sonuçlarını gidermeye çalışmaktadır.

Evet ülke zor günlerden geçmektedir,yakın bir geçmişte FETÖ Silahlı Terör Örgütü tarafından, içinde yuvalandığı Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendisine mensup unsurlarını kullanarak darbe girişiminde bulunulmuş olup, bir yandan, darbe girişiminde bulunan örgütle mücadele edilirken,diğer taraftan da, Suriyenin kuzeyinde,ülkemizin güney sınırında yuvalanan ve ABD'den silah ve moral destek alan bölücü PYD/YPG ve PKK örgütünün ülkemiz için yarattığı tehlike, ülkemizi dar boğaza sokmuş, bu dar boğazdan çıkabilmek için, ülke içinde iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasal partilerimizin ve siyasal görüşleri ve partileri ne olursa olsun tüm haklımızın birlik ve beraberlik ruhu içinde yek vücut hareket etmeleri,ülkemizin menfaatleri için asgari müşterekte buluşmaları şarttır,ancak bu, siyasal iktidarın hiçbir şekilde eleştirilmeyeceği,yaptığı hataların söylenmeyeceği,ülkeyi bu duruma yanlış Suriye politikaları ile bizzat siyasal iktidarın getirmiş olduğu gerçeğinin gizleneceği,siyasal iktidara koşulşuz olarak biat edileceği anlamına gelmemektedir,

Ülkenin içine düşürüldüğü bu durumun sorumlularını bilmek ve öğrenmek, halkımızın en doğal hakkıdır,bu gerçekleri halkımıza açıklayıp öğretmek de, en başta ana muhalefet partimiz olmak üzere, muhalefet partilerimiz ve aydınlarımızdır.

Bu itibarla, siyasal iktidar ve yandaşlarının;ülkemiz zor şartlardan geçiyor,Afrine askeri harekat yapıyoruz bahaneleriyle hamaset yaparak,doğruları dile getirerek halkımızı aydınlatmaya çalışan muhalefeti ve muhalifleri, vatan hainliği,FETÖCÜ ve PKK'lı ağzıyla konuşmakla,FETÖ ve PKK'ya yardım etmekle suçlamaya hakları yoktur.

Hal böyle iken, siyasal iktidar yetkililerinin son günlerdeki beyanlarına baktığımızda;siyasal iktidarın ve yandaşlarının, her konuda, koşulsuz olarak siyasal iktidara biat etmeyen,siyasal iktidarı haklı olarak eleştiren partileri ve kişileri vatan hainliği ile suçlayarak gayri milli ilan ettiklerine tanık oluyoruz.

Ülkemizde şu anda vatan hainliği ile vatanseverliğin birbirine karıştığı,vatanseverlik ile vatan hainliğinin, bir kılıcın keskin yüzü inceliğindeki bir perdeyle ayrıldığı zor güleri yaşıyor ve esasen suskun olan halkımızın suskun kalmaya devam etmelerinin ve hakikatlerin ortaya çıkmasının istenmediği hassas günleri yaşıyoruz.

Siyasal iktidarı,sınır güvenliğimizi sağlamaya ve ülkemizin tüm güney sınırı boyunca, sıcak denizlere açılan kesintisiz bir Kürt,daha doğrusu PKK/PYD koridorunu önlemeye yönelik Afrin harekatı nedeniyle, sonuna kadar desteklemekle birlikte,Afrin harekatına zeytin dalı ismini vererek,bu harekatın amacını; Suriyede toprak işgali olmayıp,ülkemizin sınır güvenliğini, Suriyede barışı ve Suriyenin toprak bütünlüğünü sağlama olarak açıklayan siyasal iktidar,sınır güvenliğimiz yanında, gerçekten Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunuyor ve Suriye'nin parçalanmasını istemiyorsa,açıkça bir öz eleştiri yaparak, geçmişte Suriye politikasında yanlışlar yaptığını, bugün için Esat rejimini desteklemekten başka bir alternatifin kalmadığını ilan ederek, Suriye lideri Esat'a dostluk elini uzatmaktan,ona yardımcı olmaktan ve birlikte hareket etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Bu nedenle, Afrin harekatının; Rusya ve İran tarafından desteklenen ve artık Suriyenin başında kalacağı kesinleşen Esat ve rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu unsurlaruyla yapılması, bize göre, harekatın amacıyla çelişmektedir. 22/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


19 Ocak 2018 Cuma

İSTERİZ Kİ...




Bu ülkenin insanları olarak isteriz ki;

Ülkemizde olağanüstü hal yönetimi olmasın,demokrasi tüm ilke ve kurumlarıyla uygulanabilsin,

En başta anayasamız olmak üzere,yürürlükteki tüm yasalarımız,sadece idare edilen konumundaki halkımız tarafından değil,bizi yönetenler tarafından da saygı görsün ve harfiyen uygulansın,

Devletimizin,anayasamızda yer alan; insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olma niteliği,tam anlamıyla hayata geçsin ve devletimizin bu nitelikleri kağıt üzerinde kalmasın,

Kuvvetler ayrılığı ilkesi,eksiksiz olarak işletilsin,yasama ve yargı, yürütmeyi denetleme görevini tam anlamıyla yerine getirebilsin,

Yasama organının üyeleri milletvekillerini, parti liderleri belirlemesin,lider sultası kalksın, parti örgütü tabanı tarafından belirlenerek halkın oylarıyla seçilen milletvekilleri,parti disiplininin gerekli kıldığı sınırların dışında, hür ve bağımsız olabilsinler ve mecliste parmaklarını her seferinde liderin istediği gibi kaldırmasınlar,

Yargı; her yönüyle bağımsız ve tarafsız olsun, hakimler kendi vicdanlarına ve yasalara göre, bağımsız ve tarafsız bir şekilde karar verebilsinler,insanlarımızın yargıya olan güvenleri sarsılmasın,yargıya olan güven hiç azalmasın,yok olmasın,yargı yürütmenin talimatları ve yönlendirmeleriyle asla karar vermesin,

Anayasa Mahkemesi,görevini büyük bir tarafsızlık içinde bağımsız bir şekilde yerine getirsin, yasama,yürütme ve yargı organları kesin ve herkesi bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulasınlar,

Eskiden olduğu gibi parlamenter sistem devam etsin,yasama,yürütme ve yargının tüm yetkilerini tek kişide toplayan,yasama ve yargıyı taraflı ve bağımlı kılan,işlevsizleştiren,insan hak ve özgürlüklerini yok eden Türk tipi başkanlık sisteminden vazgeçilsin,

Eskiden olduğu gibi parlamenter sistem uygulanarak, siyasi partiler ve seçim yasalarında yapılacak olan değişikliklerle, lider sultasına dayalı olmaksızın seçilen milletvekillerinden oluşan meclisin, seçimlerde çoğunluğu kazanarak iktidar olan kanadından atanan başbakanın başkanlığında oluşturulan bakanlar kurulu,meclisin çıkaracağı yasalara ve anayasaya uygun olarak ülkeyi yönetsin,

Eskiden olduğu gibi, ülkenin tarafsız ve partisiz bir Cumhurbaşkanı olsun, Cumhurbaşkanı; parti ayrımı yapmaksızın, her Türk Vatandaşının Cumhurbaşkanı ve tüm siyasi partilere eşit mesafede olsun,aynı anda bir siyasi partinin genel başkanı ve ülkenin Cumhurbaşkanı olarak iki gömleği üst üste giymesin,ülkenin birliğini ve dirliğini sağlayıp temsil etsin,

Cumhurbaşkanı; yasaların ve anayasanın kendisine tanıdığı sorumsuzluğa, dokunulmazlığa ve imtiyazlara layık olmasını bilsin, sorumsuzluğuna güvenerek anayasayı ve yasaları her fırsatta ihlal etmeye kalkışmasın, kendisi anayasa ve yasaları kolaylıkla ihlal ederken,bu nedenle kendisini eleştiren,bazen de eleştiri sınırlarını aşarak hakaret sınırına çok yaklaşan vatandaşlarından hesap sormaya kalkışarak,haklarında sürekli suç duyurularında bulunmasın,öncelikle hatayı kendisinde arayarak,kendi davranışlarına,beyan ve konuşmalarına dikkat etsin,

Cumhurbaşkanı; halkına rol model olsun, harcamalarında ve yaşantısında ayağını ülkenin sınırlı olan bütçe imkanlarına göre uzatmasını bilsin,temsilde fedakarlık olmaz,ülkenin itibarı gibi mazeretlere sığınmasın,

Cumhurbaşkanı;kendisini, istisnasız hergün bir toplantıda,törende,açılışlarda hazır bulunarak, buralarda kürsüye çıkıp,gerekli ve gereksiz, sürekli bir konuşma yapma mecburiyetinde hissetmesin,bilakis az ve öz bir şekilde, daha ziyade kendisinin hakemliğine başvurulması gereken ülkenin önemli konularında ve kriz dönemlerinde,ülkenin birliği ve dirliği için gerekli olan zamanlarda ve konularda konuşarak yüzünü eskitmesin, saygınlığını ve inandırıcılığını kaybetmesin,

Atatürk'ün; yurtta sulh, cihanda sulh ilkesine uygun olarak,komşu devletlerle iyi geçinilsin,dostluk ilişkileri kurulsun ve onların içişlerine karışılmasın,devletin yılların birikimi ve tecrübesinden oluşan diplomatik ilke ve geleneklerine ve diplomatların mesleki tecrübelerine saygı gösterilerek,gerçekçi ve ülke yararına dış politikalar geliştirilerek uygulamaya konulsun,

En başta basın,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere,tüm insan hak ve özgürlükleri, anayasada yazılı olarak kağıt üzerinde kalmasın,hayata geçirilsin ve işlerlik kazansın,

Laiklik ilkesinden taviz verilmesin,çağdaşlıktan uzaklaşılmasın,özgür düşünceye ve bilime dayalı laik ve çağdaş eğitimden asla sapma olmasın,tüm halkımızın eğitim düzeyi artırılsın,

Ülkenin cari açığı, her geçen sene katlanarak artmasın,

Ülkenin kısıtlı olan bütçe imkanları,taşa ve toprağa harcanıp gömülmesin,ülkenin ihtiyaçları, öncelikleri gözetilerek,tüm yatırımlar istihdama, üretime ve ihracata dönük ve ihtiyaç önceliklerine göre yapılsın,buna dayalı olarak da ihracatımız artsın ve işsizlere iş imkanları yaratılsın,

Ülkemizin verimli toprakları,dört mevsimin yaşandığı o güzel ve eşsiz iklimi ve kırsal kesimde yaşayan vefakar ve cefakar insanlarımızın emekleri değerlendirilerek ve çiftçilerimiz devletimizce desteklenerek, tarıma dayalı üretimimiz artırılsın,tarım ürünleri üretiminde, ülke olarak, kendi kendimize yeter hale gelelim ve bugün getirildiğimiz tarım ürünlerini dahi ithal eden ülke konumundan süratle uzaklaşalım,

Gelir dağılımında adalet olsun,ülkenin milli geliri ve refahı tabana eşit ve dengeli bir şekilde yayılsın ve paylaşılsın,

Vergi adaleti sağlansın,gerçek kazançlardan alınan vergiler çoğaltılsın,gelir ve kazanç düzeyine göre alınmadığı için adaletsiz olan vasıtalı vergilerin toplam vergilerdeki payı ve oranı asgari düzeye indirilsin,sistem dışı kala kazanç sahipleri sisteme dahil edilerek vergi gelirleri artırılsın,halktan toplanan vergilerle yapılan kamu harcamaları denetlenebilsin,harcamaları yapan yürütme organı, yaptığı harcamaların hesabını millete versin ve bu konuda şeffaflık sağlansın,

Kızlarımızın çocuk yaşta imam nikahıyla evlendirilerek istismar edilmelerinin,çocuk yaşta hamile bırakılarak, çocuk anne yapılmalarının acilen önüne geçilsin,

Kadınlarımızın eşleri,sevgilileri ve ayrıldıkları eşleri tarafından öldürülmelerinin önüne geçilsin,

Sizce çok şey mi istiyoruz? 19/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



17 Ocak 2018 Çarşamba

ÜMİT KOCASAKAL'IN ADAYLIK AÇIKLAMASI



İstanbul eski Baro Başkanı ProfesöR Dr.Ümit KOCASAKAL,nihayet sessizliğini bozarak CHP Genel Başkanlığına adaylığını açıkladı.

Ümit KOCASAKAL;iyi yetişmiş,bilgili,kültürlü,yürekli,aklından geçenleri korkusuzca açıklayabilen,iyi konuşan,aydın sorumluluğunu üzerinde taşıyan,gerçekten ülkesini ve halkını seven ve karşılıksız olarak halkına ve ülkesine hizmet etme aşkı içinde bulunan değerli bir insan ve akademisyendir.

Türk insanı,Ümit KOCASAKAL'ı sürekli katıldığı televizyon programlarında Atatürk ilkelerini,demokrasiyi,cumhuriyeti,insan hak ve özgürlüklerini benimseyen ve savunan cesur açıklamalarından ve uzun süre icra ettiği İstanbul Baro Başkanlığındaki olumlu çalışmalarından çok iyi tanıkmaktadır.

Ümit KOCASAKAL'ın;birikimleri,hukukçu kimliği ve entelektüel kişiliği ile CHP Genel Başkanlığına aday olmaya layık bir bir kişi olduğu yadsınamaz bir gerçektir.Bu nedenle, CHP Genel Başkanlığına adaylığını açıklaması, bizleri hiç şaşırtmamıştır,bizim için sürpriz olmamıştır,CHP Genel Başkanlığı Ümit KACASAKAL'a mı kaldı yahu dedirtmemiştir.

Ancak, CHP Genel Başkanlığına layık bir kişi olmak,bu görevi yürütebilecek liyakati taşımak ve uzun vadede partiye seçim kazandırabilecek bir umut ışığı olabilmek; ülkemizin ve ülke demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu tehlike ve bu nedenle de, demorasi ve cumhuriyetimiz için, köprüden önceki son çıkış olan seçimlerin kapıda olması nedeniyle,zamanlama olarak,Ümit KOCASAKAL'ın bu kongrede aday olarak CHP Genel Başkanlığına seçilmesinin, parti ve ülke adına hiçbir yarar sağlamayacğını değerlendirmekteyiz.

Evet,Ümit KOCASAKAL; Dünyanın sayılı barolarından olan İstanbul Barosunu, başkan olarak uzun süre temsil ve idare etmiş olması nedeniyle, idarecilik konusunda oldukça deneyim kazanmışsa da, parti yönetiminin,parti genel başkanlığının,hem de CHP gibi parti disiplininin gevşek,parti içi demokrasinin oldukça geniş olduğu,en ufak bir başarısızlıkta homurdanmaların başladığı ve olağanüstü kurultay çağrılarının devreye sokulduğu bir parti de başarılı olabilmak için, bilgi ve birikime ilaveten mutlak olarak bulunması gereken,parti yönetimi,parti örgütleriyle ilişkiler,ilçe ve il kurultayları,ilçe ve il yönetimlerinin seçilmesi,delege ilişkileri,parti içinde zaman zaman devreye sokulabilen entrikalar konularında siyasi tecrübe,kıvraklık ve en önemlisi de politik dayanıklılık ve tahammülün,Ümit KOCASAKAL da henüz yer etmediği kesindir.

Bu nedenle,Ümit KOCASAKAL bize göre acele etmemeli, bir süre partinin İstanbul teşkilatında çalışarak biraz pişip olgunlaşmalı ve siyasette tecrübe kazanmış olarak hedefine CHP Genel Başkanlığını koymalıdır.

Şimdiki genel Başkan KILIÇDAROĞLU da bürakrasiden gelmiştir ama, uzun süre milletvekilliği ve grup başkan vekilliği yaparak partinin ve meclisin içinde piştikten sonra,koşullar da öyle gerektirdiği için,parti içinde büyük bir desteğe sahip olarak bu koltuğa talip olup seçilmiştir.

Bizim naçizane görüşümüz, Ümit KOCASAKAL'ın, çok önemli seçimlerin arefesinde,dere geçilirken CHP Genel Başkanlığına adaylığı, zamanlama olarak hem kendisi ve hem de ülke için yararlı değildir.

Ümit KOCASAKAL'ın; acele ederek, bugünün koşullarında aday olup, kurultayda alacağı bir hezimet,kendisini aktif siyasetten soğutabilecek ve ileride,doğru zamanda CHP genel başkanlığına aday olup seçilerek yapması muhtemel çok faydalı hizmetlerin doğmadan sonlanmasına neden olabilecektir. 17/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Ocak 2018 Salı

ANAYASA MAHKEMESİNİN İTİBAR KAYBI




Kuvvetler ayrlığı ilkesinin geçerli olduğu demokrasilerde, yargı ve yargıya hayat veren mahkemeler,yasama ve yürütmenin yanında Türk Milleti adına egemenlik hakkını ve yetkisini kullanan,insan hak ve özgürlüklerinin teminatı olan çok önemli anayasal kuruluşlardır.

Yargı erki içinde yer alan bir mahkememiz vardır ki; yasama erkinin yaptığı yasaların,yasa hükmündeki kararnamelerin ve Meclis İç Tüzüğünün anayasaya uygunluğunu denetleyebilen,yüce divan sıfatıyla üst düzey kişileri yargılayabilen ve kararları; kesin ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayan bu mahkeme,yetkisini ve meşruiyetini anayasadan alan Anayasa Mahkememizdir.

Bu yönüyle ve gördüğü işlevi itibariyle Anayasa Mahkemesi; yargı erki içinde yer alan,kararları tüm yargı organlarını ve mahkemeleri de bağlayan,tabiri caiz ise, mahkemelerin mahkemesi,en üs düzey yüce bir mahkemedir.

Anayasa Mahkemesi bu konumu itibariyle, anayasamız tarafından en itibarlı, tarafsız,bağımsız,kararlarına güvenilmesi ve uyulması gereken bir yüksek mahkeme haline getirilmiş ise de,bu yeterli değildir.Anayasa ile kazanılan bu itibar, güvenin ve diğer özelliklerin fiilen korunması ve devam ettirilebilmesi,Anayasa Mahkemesinin ayasa ile kendisine verilen işlevi, hiçbir baskıya boyun eğmeden,korkusuzca,tarafsız ve bağımsız olarak hakkıyla yerine getirdiğini ortaya koyan, anayasamıza uygun yerinde ve isabetli kararlarıyla mümkündür.

Anayasa Mahkemesi; şu veya bu nedenle,anayasayı,anayasal düzeni, insan hak ve özgürlüklerini koruyup kollayan tutumundan uzaklaşırsa,olağanüstü hal koşullarının ve siyasal iktidarın baskılarına boyun eğer hale gelirse,siyasal iktidardan korkar ve çekinirse, bu korkusunu kararlarına yansıtmaya başlayarak,siyasi iktidarın hoşuna gidecek kararlara imza atmaya başlarsa,kararları hukukilikten uzaklaşarak siyasi niteliğe dönüşürse;itibarını,tarafsızlığını,bağımsızlığını,güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitirmeye başlar,bu itibar kaybı o hale gelir ki, anayasaya göre kararlarına uymak zorunda kalanlar,kararlarını tartışmaya başlarlar ve bir an gelir,kararlarına uymamayı dahi kendilerine hak görürüler.

Uzun lafın kısası, Anayasa Mahkemesine en büyük kötülüğü başkaları değil,bizzat Anayasa Mahkemesinin kendisi yapar.

İşte Anayasa Mahkemesi de en büyük kötülüğü bizzat kendisine yapmış ve bugün, şayet Mehmet ALTAN ve Şahin ALPAY hakkında vermiş bulunduğu hak ihlali kararı paçavraya dönüştürülmüşse, yargı erki içinde en alt hiyerarşide bulunan yerel mahkemeler, anayasanın 153. maddesindeki mecburiyete rağmen,kararlarını uygulamıyorlar ve yok sayıyorlarsa, Anayasa Mahkemesinin değerli yargıçları,uzun uzun düşünerek, biz nerede hata yaptık sorusuna cevap aramalıdırlar.

Bir hukukçu olarak biz yardım etmeye çalışalım,bize göre Anayasa Mahkemesini süratle itibar kaybına sürükleyen kırılma noktası; düzenledikleri konular ve içerikleri itibariyle,olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konuları içermemesine,bu nedenle de, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi olmamalarına,sadece adının olağanüstü hal kanun hükmünde kararname olmasına rağmen, ana muhalefet partisinin iptal istemiyle Anayasa Mahkemesinin önüne götürdüğü, sadece ismi OHAL KHK olan,aslında uzaktan yakından OHAL KHK olmayan metinleri incelemeye almayarak,kendisini bu konuda yetkisiz sayarak bu başvuruyu geri çevirmesidir.

Evet, Anayasa Mahkemesi; kendisinin eski kararlarına ve anayasanın özüne aykırı olan OHAL KHK larıyla ilgili olarak tesis ettiği yetkisizlik kararıyla,ayağına silah sıkmış, kendi varlık sebebini inkar etmiş,anayasamıza göre kararlarına herkes tarafından uyulması gerekirken, kararlarına en altta bulunan yerel mahkemeler tarafından dahi uyulmayan bir konuma gelerek,en üst düzey yüksek mahkeme olma niteliğini, itibarını,tarafsızlığını,bağımsızlığını,güvenilirliğini ve inandırıcılığını, fiilen kaybetmiştir.

Bu fiili durum, demokrasimiz adına umut kırıcı ve üzüntü vericidir. 16/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




15 Ocak 2018 Pazartesi

ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA KARŞI DİRENMEK ANAYASAYA DİRENMEKTİR




Anayasa Mahkemesinin Mehmet ALTAN ve Şahin ALPAY'a yönelik olarak verdiği,anayasamıza göre,herkesi,her makam ve mercii,yargı organlarını bağlayan hak ihlali vardır kararına rağmen,bu karara göre gereğini yaparak adı geçen sanıklar hakkında tahliye kararı vermemekte direnen yerel İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararını itirazen inceleyen İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi de itirazı reddederek Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı olan kararına uymamakta direnmiştir.

İtirazı inceleyen İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin itirazı reddederken sarıldığı gerekçeler çok gülünç,evlere şenlik hukuk ve anayasa dışı gerekçelerdir.

İtirazı inceleyerek reddeden yerel İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin red gerekçesi olarak sunmaya çalıştığı;”Anayasa Mahkemesi’nin kararının somut olayda otomatik olarak sanığın tahliyesi sonucunu doğuracağını kabul etmek, hukukun genel ilkelerine, Anayasa’daki mahkemelerin bağımsızlığı, mahkemelere emir ve talimat verilemeyeceği ve telkinde bulunulamayacağı yönündeki düzenlemelerin, ihlali sonucunu doğuracaktır.”görüşü hukuki değildir.Bu görüş hukuk dışı, aldatıcı,gerçek ve tarafsız hukukçuların aklıyla alay eden ve hukuku küçük düşüren bir demagojidir.

Zira;anayasada yer alan, mahkemelerin bağımsızlığı,mahkemelere emir ve talimat verilemeyeceği ve telkinde bulunulamayacağına ilişkin hükümler;yerel mahkemelerin,bir üst mahkeme olan ve aynı yargı erkinin en üst hiyerarşik yapısı içinde yer alan Anayasa Mahkemesinin vereceği bağlayıcı kararlara karşı koruma altına alınmaları ve anayasa mahkemesinin bağlayıcı kararlarına uymayarak, bu kararlara karşı direnebilmelerine imkan sağlama amacıyla konulmuş hükümler değildir,bu hükümer,yargı erkinin dışındaki yasama ve yürütme erklerinin, yargı erkine müdahale ederek yargı bağımsızlığının ihlal edilmesinin önüne geçmek ve anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesini geçerli kılmak için konulmuş hükümlerdir.

Kaldı ki; daha özel bir anayasa hükmü olan ve anayasanın genel hükümlerine göre öncelikli olarak uygulanması gereken anayasanın 153. maddesine göre, Anayasa Mahkemesinin tüm kararları kesindir ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.Bu itibarla anayasanın 153. maddesinde yer alan Anayasa Mahkemesinin kararlarının kesin olduğuna ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağına ilişkin bu açık hüküm karşısında,yerel İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin;”Anayasa Mahkemesi’nin kararının somut olayda otomatik olarak sanığın tahliyesi sonucunu doğuracağını kabul etmek, hukukun genel ilkelerine, Anayasa’daki mahkemelerin bağımsızlığı, mahkemelere emir ve talimat verilemeyeceği ve telkinde bulunulamayacağı yönündeki düzenlemelerin, ihlali sonucunu doğuracaktır.” şeklindeki görüş ve gerekçesinin, demagojiden başka hukuken hiç bir değeri ve geçerliliği yoktur.

İtirazı inceleyen yerel İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine ilişkin kararına gerekçe yaptığı; Anayasa Mahkemesinin kararının tanınarak bu karar uyulmasının mecburi ve bağlayıcı olmasının,yargılamaya dair birçok ilkenin ihlali sonucunu doğuracağına, mahkemenin esastan inceleme yapan temyiz mercii kararına dahi direnme hakkının var olduğuna yönelik görüşü de,bir demagoji olup, yasal ve hukuki değildir.

Zira, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve Anayasa Mahkemesinin kesin olan bu kararlarının;yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağına ilişkin 153. maddesi de, anayasa yargılamasına ilişkin en üst düzey bir ilke olup,kurallar hiyerarşisinde,Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan yargılamaya ilişkin ilkelerin de üzerindedir.Ret gerekçesinde yer alan; yerel mahkemenin, esastan inceleme yapan temyiz mercii kararına dahi direnme hakkının var olduğuna ilişkin görüş de,tam anlamıyla gerçekleri çarpıtma ve bir aldatmacadır.Zira,yerel mahkemelerin, temyiz mercii kararına yönelik direnme hakları, Ceza Muhakemesi Kanununda yer alan açık bir hükme dayanmakta olup,yerel mahkeme kafasına böyle estiği için direnme kararı vermemektedir,yasa bu hakkı verdiği için takdirini direnme yönünde kullanabilmektedir.Nitekim, yerel mahkemeler,temyizin Ceza ve Hukuk Genel Kurullarının kararlarına, yasa gereği uymak zorundadırlar,bu itibarla yerel mahkemeler, Anayasanın 153. maddesinde yer alan açık ve emredici hükme göre, kesin ve bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesinin kararlarına direnemezler,bu kararlara uymakla mükelleftirler,aksi halde suç işlemiş olurlar.

Kim ne derse desin ve kimse kusura bakmasın,bizim de zerre kadar sevmediğimiz, ülkenin hukuk tanımaz bu hale gelmesinde rol ve katkı sahibi olan Mehmet ALTAN'ı savunma durumunda kalmanın üzüntüsü içinde dahi olsak,yaklaşık elli yıllık bir hukukçu ve entelektüel olarak, Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına rağmen,yerel mahkemelerin bu karara uymayarak direnmelerinin,hukuk dışı ve siyasi bir tavır alduğu hukuki gerçeğini açıklamak ve yazmak boynumuzun borcudur. 16/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



YAZIKLAR OLSUN!...




Yazıklar olsun,ilaçarını temin etmekte zorlanan kanser hastası genç kızımız Dilek ÖZÇELİK nihayet hayatını kaybetti.

Kimdi Dilek ÖZÇELİK?

Dilek Özçelik, 15 Nisan 2013 günü dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın iki günlük Trakya gezisi sırasında Edirne’de kanser ilaçlarının temini için yardım istemişti. Bakan Bayraktar’ın bu yardım isteğine cevabı ise, Dilek’in cebine para sıkıştırmak olmuştu.

Kanser hastası Dilek ise; “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki, çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda” diyerek parayı iade etmişti

İşte bu çaresiz kızımız hayatını kaybetti.

Dilek'in ölümünü duyun vicdan sahibi insanların;yazıklar olsun dememesi, üzülmemesi,kahrolmaması ve insanlığından utanmaması mümkün değil.

Beş sene önce yaşanmış olan ve herkese insanlık dersi veren bu olayın kahramanı kanserli genç kızımızın ölümünü daha da üzücü kılan;bakanın genç kızımıza para vererek yardım etmeye kalkışmasından ziyade, bu olayın yaşandığı tarihlerde ve halen iktidarda olan AKP'nin; ülkenin sağlık sorununu çözdüğünü,ülkeyi sosyal devlet haline kendilerinin getirdiğini iddia ederek övünüp şişinmesi ve bundan dolayı seçim üstüne seçim kazanmış olmasıdır.

Kanser hastası olan ve asla üzülmemesi,moralinin yüksek olması gereken genç kızımızı ziyadesiyle üzen ve hayal kırıklığına uğratan bu olayın,ilaçlarını zamanında alamaması bir yana, kendisinin rahatsızlığını daha da tetiklediği inkar edilemez.

Zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı BAYRAKTAR'ın,kanser hastası genç kızımızın ilaç yardımı konusundaki talebini yanlış değerlendirerek ona para yardımında bulunma girişiminde bulunarak onu dilenci konumuna sokması ve üzmesini objektif olarak değelendirdiğimizde;bakan'ın etik olmayan bu davranışını,ani olarak,hiç beklemediği bir esnada yüz yüze geldiği bu olay karşısında şaşkınlığa düşerek,gayri ihtiyari elini cebine sokarak parasal bir yardıma yönelmesini, belki hoş karşılayabiliriz,sayın bakan da mutlaka o genç kızımızı üzecek bir davranışta bulunmak istememiş olmalıdır.

Ancak, bu olayın muhatabı olan zamanın Çevre Ve Şehircilik Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR'ın, memleketi olan Trabzonda 65 milyon (eski parayla 65 trilyon) TL.sına mal olacak olan bir cami yaptırıyor olması; bizlere,kanser hastası genç kızımızın,bakanın suratına tokat gibi inen; ”Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki, çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda” diyerek haykırmasının, adı geçen sayın eski bakanımızı zerre kadar etkilememiş, gönlünde ve vicdanında en ufak bir yara açmamış olduğunu gösteriyor.

Bu olay, sayın eski bakanın vicdanını insanlık adına etkilemiş, sızlatmış ve yaralamış olsaydı; bize göre, Trabzon ilinde öncelikli bir ihtiyaç olmayan 65 Milyon TL tutarında devasa bir cami yaptırmadan önce, imkanları olmayan dar gelirli kanser hastalarına hizmet verecek ve onların pahalı olan ilaçlarını karşılayacak bir sağlık kuruluşu yaptırmaya soyunurdu.Parası fazlaysa,daha öncelikli ve ihtiyaç olan sağlık kuruluşundan sonra,bir cami de yaptırabilirdi tabi.

Sayın Bakan BAYRAKTAR'ın içinden çıktığı ülkemizi yönetmekte olan AKP iktidarının, genelde zihniyeti bu değil midir?

Bu ülkede cami,yol,köprü,lüks konut,AVM.'ler hiç yapılmasın demiyoruz,ancak ülkenin sınırlı olan kaynaklarını,ülkenin koşullarına,acil ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre kullanmak; hayır amaçlı yatırım yapacak olan hayır sever vatandaşlarımızın da, ülkeyi yöneten siyasal iktidarında öncelikli görevi olmalıdır. 15/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Ocak 2018 Cuma

ÇIKARIN BİR KARARNAME KAPATIN GİTSİN!...



Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlaline dayalı bireysel başvuru hakları kabul edilerek, tutuklu gazeteciler Şahin ALPAY ve Mehmet ALTAN hakkında oy çokluğu ile verilmiş bulunan hak ihlali vardır kararı;Anayasa Mahkemesinin, kendi eski içtihatlarına, hukuka ve Anayasanın ruhuna aykırı olarak Olağanüstü Hal Kanun Hükmündeki Kararnamelerinin anayasaya aykırılığını incelemeye yetkili olmadığına ilişkin kararına alkış tutan hükumet kanadı tarafından eleştirilmeye başlanmıştır.

Bu ülkede uzun süre Adalet Bakanlığı yapan Hükumet Sözcüsü Bekir BOZDAĞ, attığı tiwitlerle Anayasa Mahkemesini topa tutmuştur.

Bekir BOZDAĞ, Anayasa Mahkemesinin bir istinaf ,temyiz ve süper temyiz mahkemesi olmadığını,anayasaya ve kanunlara aykırı bir karar verdiğini ileri sürmektedir.

Anayasa Mahkemesinin;bir hak ihlaline dayalı olarak, bir kişinin bireysel başvurusu üzerine yapmakla görevli ve yetkili olduğu incelemenin konusu, Anayasada ve ilgili yasa maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Anayasanın ve ilgili yasanın bireysel başvuru hakkını düzenleyen ilgili maddelerinde açıkça;Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. “hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükme göre,Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi ve Anayasa Mahkemesinin de,başvurucunun bir hak ihlaline uğrayıp uğramadığı konusunda bir karar alabilmesi için; başvurucu şahsın, anayasada güvence altına alınan ve/veya İnsan hakları sözleşmesinde yer alan hak ve özgürlüklerden birinin kamu gücü tarafından ihlal edilmesi ve bu ihlale karşı tüm başvuru yollarının tükenmiş olması yeterli olacaktır.

Biz bu makaleyi yazarken, etki altında kalmamak ve bir hukuçu olarak kendi özgün fikir ve düşüncelerimizi açıklayabilmek için, Anayasa Mahkemesinin kararının gerekçesini özellikle okumadığımızı belirtmek istiyoruz.

Anayasa Mahkemesinin; Mehmet ALTAN'ın başvurusunu kabul ederek, almış olduğu bir hak ihlali vardır kararının, tutuklu yargılanmaya ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin, bir hak ihlalinin bulunduğuna ilişkin olarak almış bulunduğu kararın doğru bir karar karar olup olmadığını değerlendirebilmek için, dava dosyasındaki delilleri tek tek incelemeye,bu kişinin suçluluğu konusunda yeterli delilin bulunup bulunmadığını araştırmaya dahi gerek yoktur.

Bir kişinin tutuklanabilmesi için,hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut deliller tabi olacaktır,bu koşul,tutuklamanın, olmazsa olmaz ön koşuludur.Bu ön koşul olmadan, zaten tutuklama söz konusu olamaz.Ancak, bu ön koşul olsa dahi, tutuklama kararı verilebilmesi veya tutukluluk halinin sürdürülebilmesi için, delillerin karartılması ve/veya şüpheli veya sanığın kaçması ihtimalini ortaya koyan somut olguların bulunması gerekecektir.Bunun dışında kanunlarımızda tutuklama nedeni yoktur.

Bizim mahkemelerimiz,hiçbir somut olgu ve gerekçe göstermeden, şüpheli veya sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine,katalog suçlardan bulunmasına, delillerin henüz tamamının toplanmamış bulunmasına,cezanın üst sınırına gibi, klişe,şablon ve soyut gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar vermektedirler.

Aslında cezanın üst sınırı gibi bir tutuklama nedeni yasalarımızda yer almamaktadır.

Anayasamıza göre, mahkemelerimiz tüm kararlarını yasal ve meşru gerekçelere dayandırmak zorundadırlar.

Hukukumuzda mecburi tutuklama yoktur,bu nedenle,tutuklamanın yasal koşulları olsa dahi, hakim bir tedbir olan tutuklama kararı vermeyebilir.Asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.Tutuklu yargılanmak istisnadır.Masumluk karinesine göre; herkes, hakkında kesin mahkeme kararı çıkıncaya kadar masumdur.

Tatbikatta, tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak,yargıçlarımızdan sıkça duyduğumuz, delillerin henüz tamamının toplanmamış olması da ne demek oluyor?Delillerin tamamının henüz toplanmamış olması,yasalarımızda tutuklama nedeni olarak gösterilmemiştir.Tutuklama nedeni olan husus;henüz toplanmamış olan bir kısım delilin, sanık tarafından karartılması riskinin,varlığını hala sürdürüyor olmasıdır.Bu itibarla, şayet, henüz toplanmamış olan delil; örneğin, resmi kurumlardan beklenen bir belge,döküman,rapor ve benzeri deliller ise, bunların henüz toplanmamış ve dosyaya girmemiş olması, bu delillerin yok edilmesi ve karartılması riskini doğurmadığı için, bu türden delillerin henüz toplanmamış olması tutukluluğun sürdürülmesinin gerekçesi yapılamaz.Mehmet ALTAN örneğini ele alacak olursak,yazıları nedeniyle suçlanan Mehmet ALTAN'ın yazıları gazete arşivlerinde mevcut olup,bu yazıların yok edilmesi mümkün değildir.Kendisinden elde edilen telefon,bilgisayar ve sair elektronik ve dijital unsurlar üzerinde ilgili resmi kurumlarda yapılacak olan incelemelere ait raporlar henüz dosyaya girmemiş olsa da, sanık Mehmet ALTAN'ın bu incelemeyi yaparak rapora dökecek olan resmi kurumları etkilemesi ve delilleri karartması mümkün değildir.

Bir şüpheli veya sanığın katolog suçlar tabir edilen bir suçla suçlanıyor olması da, onun tahliye edilmemesi için kesin bir neden sayılamaz.Ceza Muhakemesi Kanununda açıkça belirtilen katalog suçlardan biriyle suçlanan bir kişi hakkında tutuklama nedenlerinin var sayılabileceğine dair bir karineye yer verilmişse de,bu karine kesin değildir,her somut olaya ve sanığa göre, yargıcın bir değerlendirme yapması zorunludur.Örneğin, balyoz davalarında tanık olduk,yurt dışı görevi nedeniyle yurt dışında bulunan bazı subaylarımız gelip teslim oldular,şimdi yurt dışından kendi ayağıyla gelip teslim olan bu subay sanığın,katalog suçla yargılandığını ileri sürerek, onun kaçacağını varsayıyorum diyebilir misiniz?Veya tüm deliller toplanmış olmasına rağmen,yargıç katalog suç söz konusu ben tutuklama nedeninin var olduğunu var sayıyorum diyebilir mi?

Tutuklulukta makul bir sürenin geçmesine,tahliyeye yönelik tüm başvuru ve itiraz yollarının defaatle denenip kullanılmasına,tutuklamanın yasal koşullarının ortadan kalkmış olmasına rağmen, tüm talepler ret edilerek olumlu bir sonuç alınamamışsa ve tutuklama kurumu, hukuki bir tedbir olan asıl amacına aykırı bir şekilde, ileride verilmesi muhtemel bir cezanın infazına dönüştürülmüşse,bir hak ihlali ortaya çıkmış ve kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı doğmuş ve Anayasa Mahkemesinin de bu başvuruyu kabul edip, bir hak ihlali vardır şeklinde alacağı karar da, haklı,yasal ve hukuki demektir.

Anayasa Mahkemesinin kararını beğenmeyen Hükumete, haddimiz olmadan, buradan bir tavsiyede bulunmak istiyoruz. hak,hukuk,adalet,anayasa,tarafsız yargı,hukuk devleti,insan hakları,bunların hepsi boş laflar,ülkenin bekaası için çıkarın bir OHAL KARARNAMESİ,Anayasa Mahkemesini kapatıverin gitsin,sizler de kurtulun bizler de. 12/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



ÇIKARIN BİR KARARNAME KAPATIN GİTSİN!...



Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlaline dayalı bireysel başvuru hakları kabul edilerek, tutuklu gazeteciler Şahin ALPAY ve Mehmet ALTAN hakkında oy çokluğu ile verilmiş bulunan hak ihlali vardır kararı;Anayasa Mahkemesinin, kendi eski içtihatlarına, hukuka ve Anayasanın ruhuna aykırı olarak Olağanüstü Hal Kanun Hükmündeki Kararnamelerinin anayasaya aykırılığını incelemeye yetkili olmadığına ilişkin kararına alkış tutan hükumet kanadı tarafından eleştirilmeye başlanmıştır.

Bu ülkede uzun süre Adalet Bakanlığı yapan Hükumet Sözcüsü Bekir BOZDAĞ, attığı tiwitlerle Anayasa Mahkemesini topa tutmuştur.

Bekir BOZDAĞ, Anayasa Mahkemesinin bir istinaf ,temyiz ve süper temyiz mahkemesi olmadığını,anayasaya ve kanunlara aykırı bir karar verdiğini ileri sürmektedir.

Anayasa Mahkemesinin;bir hak ihlaline dayalı olarak, bir kişinin bireysel başvurusu üzerine yapmakla görevli ve yetkili olduğu incelemenin konusu, Anayasada ve ilgili yasa maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Anayasanın ve ilgili yasanın bireysel başvuru hakkını düzenleyen ilgili maddelerinde açıkça;Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. “hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükme göre,Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi ve Anayasa Mahkemesinin de,başvurucunun bir hak ihlaline uğrayıp uğramadığı konusunda bir karar alabilmesi için; başvurucu şahsın, anayasada güvence altına alınan ve/veya İnsan hakları sözleşmesinde yer alan hak ve özgürlüklerden birinin kamu gücü tarafından ihlal edilmesi ve bu ihlale karşı tüm başvuru yollarının tükenmiş olması yeterli olacaktır.

Biz bu makaleyi yazarken, etki altında kalmamak ve bir hukuçu olarak kendi özgün fikir ve düşüncelerimizi açıklayabilmek için, Anayasa Mahkemesinin kararının gerekçesini özellikle okumadığımızı belirtmek istiyoruz.

Anayasa Mahkemesinin; Mehmet ALTAN'ın başvurusunu kabul ederek, almış olduğu bir hak ihlali vardır kararının, tutuklu yargılanmaya ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin, bir hak ihlalinin bulunduğuna ilişkin olarak almış bulunduğu kararın doğru bir karar karar olup olmadığını değerlendirebilmek için, dava dosyasındaki delilleri tek tek incelemeye,bu kişinin suçluluğu konusunda yeterli delilin bulunup bulunmadığını araştırmaya dahi gerek yoktur.

Bir kişinin tutuklanabilmesi için,hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan somut deliller tabi olacaktır,bu koşul,tutuklamanın, olmazsa olmaz ön koşuludur.Bu ön koşul olmadan, zaten tutuklama söz konusu olamaz.Ancak, bu ön koşul olsa dahi, tutuklama kararı verilebilmesi veya tutukluluk halinin sürdürülebilmesi için, delillerin karartılması ve/veya şüpheli veya sanığın kaçması ihtimalini ortaya koyan somut olguların bulunması gerekecektir.Bunun dışında kanunlarımızda tutuklama nedeni yoktur.

Bizim mahkemelerimiz,hiçbir somut olgu ve gerekçe göstermeden, şüpheli veya sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyetine,katalog suçlardan bulunmasına, delillerin henüz tamamının toplanmamış bulunmasına,cezanın üst sınırına gibi, klişe,şablon ve soyut gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar vermektedirler.

Aslında cezanın üst sınırı gibi bir tutuklama nedeni yasalarımızda yer almamaktadır.

Anayasamıza göre, mahkemelerimiz tüm kararlarını yasal ve meşru gerekçelere dayandırmak zorundadırlar.

Hukukumuzda mecburi tutuklama yoktur,bu nedenle,tutuklamanın yasal koşulları olsa dahi, hakim bir tedbir olan tutuklama kararı vermeyebilir.Asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.Tutuklu yargılanmak istisnadır.Masumluk karinesine göre; herkes, hakkında kesin mahkeme kararı çıkıncaya kadar masumdur.

Tatbikatta, tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak,yargıçlarımızdan sıkça duyduğumuz, delillerin henüz tamamının toplanmamış olması da ne demek oluyor?Delillerin tamamının henüz toplanmamış olması,yasalarımızda tutuklama nedeni olarak gösterilmemiştir.Tutuklama nedeni olan husus;henüz toplanmamış olan bir kısım delilin, sanık tarafından karartılması riskinin,varlığını hala sürdürüyor olmasıdır.Bu itibarla, şayet, henüz toplanmamış olan delil; örneğin, resmi kurumlardan beklenen bir belge,döküman,rapor ve benzeri deliller ise, bunların henüz toplanmamış ve dosyaya girmemiş olması, bu delillerin yok edilmesi ve karartılması riskini doğurmadığı için, bu türden delillerin henüz toplanmamış olması tutukluluğun sürdürülmesinin gerekçesi yapılamaz.Mehmet ALTAN örneğini ele alacak olursak,yazıları nedeniyle suçlanan Mehmet ALTAN'ın yazıları gazete arşivlerinde mevcut olup,bu yazıların yok edilmesi mümkün değildir.Kendisinden elde edilen telefon,bilgisayar ve sair elektronik ve dijital unsurlar üzerinde ilgili resmi kurumlarda yapılacak olan incelemelere ait raporlar henüz dosyaya girmemiş olsa da, sanık Mehmet ALTAN'ın bu incelemeyi yaparak rapora dökecek olan resmi kurumları etkilemesi ve delilleri karartması mümkün değildir.

Bir şüpheli veya sanığın katolog suçlar tabir edilen bir suçla suçlanıyor olması da, onun tahliye edilmemesi için kesin bir neden sayılamaz.Ceza Muhakemesi Kanununda açıkça belirtilen katalog suçlardan biriyle suçlanan bir kişi hakkında tutuklama nedenlerinin var sayılabileceğine dair bir karineye yer verilmişse de,bu karine kesin değildir,her somut olaya ve sanığa göre, yargıcın bir değerlendirme yapması zorunludur.Örneğin, balyoz davalarında tanık olduk,yurt dışı görevi nedeniyle yurt dışında bulunan bazı subaylarımız gelip teslim oldular,şimdi yurt dışından kendi ayağıyla gelip teslim olan bu subay sanığın,katalog suçla yargılandığını ileri sürerek, onun kaçacağını varsayıyorum diyebilir misiniz?Veya tüm deliller toplanmış olmasına rağmen,yargıç katalog suç söz konusu ben tutuklama nedeninin var olduğunu var sayıyorum diyebilir mi?

Tutuklulukta makul bir sürenin geçmesine,tahliyeye yönelik tüm başvuru ve itiraz yollarının defaatle denenip kullanılmasına,tutuklamanın yasal koşullarının ortadan kalkmış olmasına rağmen, tüm talepler ret edilerek olumlu bir sonuç alınamamışsa ve tutuklama kurumu, hukuki bir tedbir olan asıl amacına aykırı bir şekilde, ileride verilmesi muhtemel bir cezanın infazına dönüştürülmüşse,bir hak ihlali ortaya çıkmış ve kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı doğmuş ve Anayasa Mahkemesinin de bu başvuruyu kabul edip, bir hak ihlali vardır şeklinde alacağı karar da, haklı,yasal ve hukuki demektir.

Anayasa Mahkemesinin kararını beğenmeyen Hükumete, haddimiz olmadan, buradan bir tavsiyede bulunmak istiyoruz. hak,hukuk,adalet,anayasa,tarafsız yargı,hukuk devleti,insan hakları,bunların hepsi boş laflar,ülkenin bekaası için çıkarın bir OHAL KARARNAMESİ,Anayasa Mahkemesini kapatıverin gitsin,sizler de kurtulun bizler de. 12/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



11 Ocak 2018 Perşembe

KISIR DÖNGÜ'YÜ KIRMALIYIZ




Aynı olumsuz sonucu doğuran, hiçbir çözüm getirmeyen, hal ve hareketlerin tekrarlanması ve sürdürülmesini sonlandırmalıyız şeklinde tanımlanabilecek olan kısır döngü'yü kırmalıyız sözünü bu yazımıza başlık olarak seçmemizin nedenini, makalemizin ilerleyen bölümlerini okudukça anlayacaksınız.

Evet, ülkemiz siyaseti, kesintisiz on beş yıllık tek başına AKP iktidarı döneminde, kelimenin tam anlamıyla, kısır bir döngünün içine girmiş bulunmaktadır,2019 senesinde yapılacak olan seçimler sonunda da,bu kısır döngüden kurtulacağımıza dair kesin bir umut ışığı görünmemektedir.Kısır döngünün devam edeceğine dair kuvvetli şüpheler mevcuttur.

Ülkemizin siyasetine dahil bulunan siyasi partilere ve yapılan anketlere şöyle bir baktığımızda,iş başındaki AKP iktidarı karşısında, önümüzdeki seçimleri kazanarak tek başına veya büyük koalisyon ortağı olarak iktidara gelebilecek olan tek siyasi partinin CHP olduğunu görüyoruz.

MHP mecliste grubu bulunsa da, lideri BAHÇELİ ve etrafındakiler tarafından kendi siyasi gelecekleri için AKP'ye rehin edilen, adeta AKP'ye iltica talebinde bulunan MHP'nin tek başına veya bir koalisyonun büyük veya küçük ortağı olarak iktidara gelme şansı hiç yoktur.Bu şans, bizzat genel başkanı tarafından mayınlanmıştır.

Yeni kurulan İYİ partinin genel başkanı AKŞENER; iddialı laflar ederek,ülkeyi karış karış dolaşmakta ise de,MHP'den kopan kişlerin önderliğinde kurulan İYİ Partinin; kadro yetersizliği ve tecrübesizliği nedeniyle, iktidar alternatifi olmaktan ziyade, AKP'den daha fazla bir oranda, CHP'ye akması gereken kararsız oyları toparlayarak CHP'nin bir böleni olacağı ve ülkeye fayda yerine zarar vereceği kesindir.

Mecliste grubu bulunan HDP ise; eş genel başkanları hapiste oldukları için, başsız kalarak kendi derdine düşmüş olup, partinin yakınlaşan genel kurulunda kimin partinin başına geçeceği konusundaki tartışmalarla partinin içi karışmış, PKK terörü nedeniyle itibar ve oy kaybına uğrayan HDP'nin, bu nedenlerle önümüzdeki seçimlerde işi çok zor olup, barajı geçip geçemeyeceği dahi şüphelidir.

Diğer muhalefet partilerinin seçim kazanma şansları ise yok denecek kadar azdır.

İşte bu gerçekler nedeniyle,AKP iktidarının karşısında iktidar alternatifi olabilecek tek parti olarak karşımızda CHP'yi görmekteyiz.Bu yazının yazarı olan bendeniz; bugün için bir CHP seçmeni isem de,CHP'nin kayıtlı bir üyesi ve fanatiği asla değilim.AKP karşısında oy verilebilecek ve iktidar alternatifi olabilecek CHP'den başka bir parti var da mı, biz CHP'ye oy veriyoruz

AKP'nin; on beş yılda, ülkenin ekonomisine,demokrasisine,yargısına, parlamentosuna,basın özgürlüğüne,tüm insan hak ve özgürlüklerine,yurtta sulh ve cihanda sulh olarak özetleyebileceğimiz dış politikasına,millet olma bilincine,milletin bütünlüğüne verdiği ve giderek artan bir oranda vermeye devam edeceği zararlara bakarak, AKP'nin tek alternatifi olan CHP'ye şans tanımaktan başka bir seçeneği bulunmayan Allahın zavallı bir kuluyuz.

Geçenlerde bir yakınımla sosyal medya üzerinden bir nedenle karşılıklı mesajlaştık,KILIÇDAROĞLU'dan, dolayısıyla da CHP'den tabi, ne köy olur ne kasaba olur diye mesaj atmış.Bu mesajı görünce çok kaygılandım ve ülkenin geleceği için çok azalan umudum, sıfırın altına indi.

Evet, KILIÇDAROĞLU kendisinden beklenen performansın tamamını gösteremiyor olabilir,kendisinden ve CHP'den daha fazla şeyler beklemek hepimizin hakkıdır. Ama,hiç unutulmaması gereken, ehveni şer diye bir şey var canım.

KILIÇDAROĞLU'nun liderliğindeki CHP tek başına iktidar olduklarında;işsizliği önleyeceklerini,emekli,işçi ve memur gibi dar gelirlilerin yaşam düzeylerini yükselteceklerini,köylüye ve çiftçilerimize parasal destek yapacaklarını, bugün ölmüş olan tarımı ve hayvancılığı tekrar ayağa kaldıracaklarını,çiftçinin belini büken mazot fiyatını çiftçiler lehine ucuzlatacaklarını,yargı bağımsızlığını yeniden tesis edeceklerini,en başta basın özgürlüğü olmak üzere, tüm insan hak ve özgürlüklerine saygılı olacaklarını, bu özgürlükleri hiçbir şekilde kısıtlamayacaklarını,ülke yatırımlarını inşaat sektörüne ve betonlaşmaya değil, fabrikalar kurarak üretime yönlendireceklerini,artan üretimin yeni iş alanları yaratacağını,artan üretimle ihracatımızı çoğaltarak cari açığın kapatılacağını,tek adam yönetimine son vererek yeniden parlamenter sisteme dönülmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılacağını,yap işlet devret yoluyla yapılan köprü,otoyol,tünel,şehir hastaneleri,hava meydanları,kanal İstanbul gibi ihalelere son vererek, bu ihaleleri gerçekleştiren firmalara verilen kar ve kazanç garantileri nedeniyle;vatandaşların geçmedikleri ve kulanmadıkları otoyol,köprü,hava alanı ve şehir hastaneleri için vergileriyle ödeme yapmaktan kurtarılacaklarını,komşu ülkelerle dostluklar kuracaklarını,Atatürk'ün yurtta sulh,cihanda sulh ilkesine göre dış politika izleyeceklerini vaat eden bir CHP'ye, bir dönem iktidar yetkisi vererek,CHP'nin; iktidar olmanın yetki ve olanaklarını kulanarak neleri yapıp neleri yapamayacağını denemeye değmez mi?

Her zaman söylüyoruz ve şu örneği veriyoruz. Diyelim ki CHP; ben AKP'nin yaptığından çok daha güzel irmik helvası yaparım diyor.AKP'nin eline irmik,yağ,şeker ve ocak veriliyor AKP helvayı karıyor ama helvadan başka her şeye benziyor.CHP'nin çok güzel helva yaparım beyanı ise, kendisine irmik,şeker,yağ ve ocak verilmediği için havada kalıyor,helvanın karılması için gerekli olan malzemeleri verilmediği,yani seçimlerde tek başına iktidar yapılarak devletin yasal yetkileri ve parasal olanakları kendisine verilmediği için, helva karması mümkün olmuyor, helvasının güzel olup olmayacağı da anlaşılamıyor.Bu helva karma konusundaki başarısızlık CHP'den kaynaklanmıyor,seçmen tercihi yüzünden bu konudaki hünerini gösterme imkanı bulamıyor.

Onun için, ben, KILIÇDAROĞLU'dan ne köy olur ne kasaba olur diyen yakınıma diyorum ki; KILIÇDAROĞLU'dan, belki, hem köy ve hem de kasaba,ikisi birden olmayabilir, şimdilik köy olsun o da yeter bu millete.CHP, yukarıda belirttiğimiz, iktidar olduğunda söz verdiği yapacaklarının yarısını dahi yapsa, şu anda iş başındaki AKP iktidarı tarafından hiçbiri yapılamayan iyiliklerin yarısı yapılmış olur ve millet biraz rahatlar.

Bu itibarla, içinde bulunduğumuz kısır döngüye son verebilmemiz için,seçmen; hangi partiye oy vereceğini belirlemeden önce,ülkenin içinde bulunduğu kötü duruma bakarak ve ülkeyi bu kötü duruma,iş başındaki AKP iktidarının getirdiğini saptayarak,on beş yıldır sınadığı ancak sorunları çözmek bir yana daha da tırmandıran AKP'ye oy vermemesi gerektiğini belirlemeli ve AKP'yi ve onun liderini eledikten sonra, iktidar alternatifi olabilecek tek parti olan CHP, tam olarak içine sinmese de, ehveni şer bir seçim yaparak CHP'yi iktidara taşımalıdır.

Diyelim ki; iktidara getirdiğimiz CHP, söz verdiği hiçbir şeyi yerine getiremedi, ülke daha kötüye gitmedi ama, her konuda yerinde saydı, yine de kaybedecek bir şeyimizin olmadığı,daha kötüye gitmemenin dahi bir kazanç olduğu asla unutulmamalıdır. CHP, ya başarılı olursa diye umutlanmaktan başka hiçbir şansımızın olmadığı bir dönemden geçiyoruz.

Seçmenin; helva karması için,sandık yoluyla CHP'ye irmik,şeker,yağ ve ocak vermensinin ve onu denemesinin zamanı geldi ve geçiyor. 11/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Ocak 2018 Pazartesi

KENDİSİNE GÜVENİ OLMAYANA SEÇMEN HİÇ GÜVENMEZ




Kendisine güveni olmayana seçmen hiç güvenmez.

CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU' nu kast ediyoruz.

Bugün (08/01/2018) MHP Genel Başkanı BAHÇELİ açıladı,MHP Cumhurbaşkanı adayı göstermeyecek ve ERDOĞAN'ı destekleyecek.

BAHÇELİ'nin açıklamasında bir husus dikkatimiz çekti ve CHP seçmeni olarak çok üzüldük ve endişelendik.BAHÇELİ yaptığı açıklamada,CHP Genel Başkanı da Cumhurbaşkanı adayı olmayacak dedi.Vah zavallı CHP vah,Cumhurbaşkanı adayınız konusundaki cesaretsiz,güvensiz,belirsiz ve kararsız politikalarınız yüzünden, BAHÇELİ'nin de ağzına düştünüz ya, bu ayıp da size yeter.

BAHÇELİ haksız da değil,adam baktı KILIÇDAROĞLU'ndan bir ses seda yok,devamlı kaçak güreşiyor ve yan çiziyor,elin ağzı torba değil ki, o da durumdan vazife çıkararak, KILIÇDAROĞLU adına, Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını açıklayıverdi. Ve bize göre çok da iyi yaptı.

Ah CHP ah, ehveni şer olduğun için seni destekliyoruz ama, şurada Cumhurbaşkanlığı seçimine ne kaldı daha adayınızı açıklamaktan acizsiniz, neden korkuyosunuz,korkunun ecele faydasının olmadığını bilmiyor mususnuz?Bir Meslektaşım ve arkadaşım, İstanbul Sarıyer CHP İlçe Başkanlığı için soyundu,ama bu işe soyunduğuna bin pişman ettiniz, il ve ilçe kongrelerine bakıyoruz,yok diğer partilerden farkınız, binbir entrika,hep ben hedefli mücadele,ülke için,halkımız için nefer olalım ama layık olanları parti yönetimine seçelim diyen yok,kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi, CHP de de kötü politikacı iyi politikacıyı koabiliyor.

Neyse konuyu dağıtmayalım esas konuya geçelim.

KILIÇDAROĞLU; kendisini CHP liderliğine layık görüyorsa,kendisine güveniyorsa,biraz medeni cesareti varsa,kendisinde ülkenin sorunlarını çözecek yetenek görüyorsa, anayasa değişikliğinin farkında olup,ülkenin artık Parlamenter sistemle değil,partili Cumhurbaşkanı tarafından yönetileceği gerçeğini kavrayabilmişse,bir saniye dahi vakit kaybetmeden, CHP lideri olarak ben de Cumhurbaşkanlığına adayım açıklamasını yapmak zorundadır.Bize göre bu konuda partinin yetkili organlarında görüşmemiz lazım demesi de gerekmemektedir.Madem ki CHP'nin seçilmiş meşru genel başkanıdır,madem ki anayasa değişmiş ve parlamenter sistem tarih olmuş,Başbakanlık makamı kalkarak,tüm yürütme yetkisi partili cumhurbaşkanına verilmiş,parlamenter sistemi savunsan da, ileride tekrar parlamenter sistemi geri getirmeyi düşünsen de, CHP'nin lideri isen ve liderliği bir başkasına teslim etmeyi düşünmüyorsan, derhal CHP'nin Cumhurbaşkanı adayıyım demek ve Cumhurbaşkanı adayı olarak ülkeyi dolaşmaya başlayarak, cumhurbaşkanı seçildiğinde yapacaklarını, tüm projelerini anlatmaya başlamak zorundasın.

KILIÇDAROĞLU; anketlere göre, CHP'den oy devşireceği söylenen İYİ Partinin Genel Başkan AKŞENER'den ders almalı, meydanı İYİ Partiye ve AKŞENER'e bırakmamalı, belirsizlik nedeniyle partisi CHP'yi daha fazla yıpratmamalı, adaylığını açıklayarak meydanlara çıkmalı,seçmene kendisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığını benimsetmelidir.AKP yöneticilerine yaptığı, gelin televizyona çıkalım ülkenin sorunlarını birlikte tartışalım çağrısını, AKŞENERE de yaparak, özgüvenini ve farklılığını kamuoyuna sunmalıdır.

Attığı nutuklarda, köylünün,işçinin,işsizin,emeklinin,dar gelirlinin,yoksulun sorunlarını ben çözeceğim,terörü ben yok edeceğim diyerek mangalda kül bırakmayan KILIÇDAROĞLU;prensip olarak,partili Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı olabilir,ancak bu ülkeye hizmet etmek ve ülkenin sorunlarını çözmek istiyorsa,Cumhurbaşkanı seçilmeden ve yürütmenin dümenine geçmeden bunu nasıl yapabileceğini düşünüyor?Milli piyango bileti almadan piyango çıkar mı, ikramiye çıksın istiyorsan ilk yapacağın iş,bilet almak değil midir?

KILIÇDAROĞLU,madem ki ülkenin sorunlarını çözmekte iddialı, bu iddiasında samimi ise, o zaman Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklamak ve Cumhurbaşkanı seçilebilmek için mücadele yapmak zorundadır.Cumhurbaşkanı seçilir, içine sindiremiyorsa, seçildikten sonra CHP Genel Başlaknlığından istifa eder,sade bir CHP'li olarak elinden gelen tarafsızlık içinde ülkeyi yönetir ve parlamenter sisteme dönülmesi için var gücüyle çalışır.

Bunun başka yolu yoktur, tek yol adaylık veya istifadır. 08/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu






4 Ocak 2018 Perşembe

ÜLKENİN SIRTINDAKİ KAMBUR



Diyanet İşleri Başkanlığını, rahmetli ATATÜRK ne kadar ulvi ve samimi duygu ve amaçlarla kurmuştu,bugün bakıyoruz, bu kuruluşumuz,laiklik ilkesi çerçevesinde kalmak üzere kendisinden beklenen işlevi yerine getiremediği gibi,ihtiyaç dışı aşırı büyüyen ve hantallaşan,ülkemiz üzerinde bir kambur oluşturan yapısıyla devlet bütçemizi kemiren ve öğüten bir değirmene dönüşmüştür.

Geçtiğimiz günlerde açılandı, bu yıl da, diyanete binlerce kadro verilecek ve her mahallede ve sokakta ihtiyaç gözetilmeden yapılan, ancak cuma ve bayram namazlarında doluluk gösteren boş camilere imamlar atanacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kendisinden beklenen kuruluş amacına uygun çalışıyor ve bu milletin ödediği vergilerle kendisine tahsis edilen ödeneği hak ediyor mu?

Gün geçmiyor ki; Diyanetin resmi internet sayfasında, abuk subuk,sapık, laik ve pozitif hukuk kurallarımıza tamamen aykırı ve bazıları insanları suça tahrik ve teşvik anlamına gelen fetvaları yer alıyor.

Bunlardan sonuncusu da, basında yer alan haberlere göre,9 yaşındaki kız çocuklarının evlenip hamile kalabileceklerine ilişkin fetvası.

İş başındaki siyasal iktidar'ın sözcüsü;Diyanetin bu fetvasını,Diyanetin uygulayacağı tek kanun var,fetva verirken uygulayacağı kanun Allah'ın kanunlarıdır diyerek Diyanetin bu fetvasını savunurken, Diyanetin bu fetvasını yayınlayan gazeteci hakkında ise soruşturma açılmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin anayasası T.C. Nin demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olduğunu açıkça belirtmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı;laik Türkiye Cumhuriyetinin anayasal ve yasal bir kuruluşu olup, meşruiyetini ve yetkilerini anayasadan ve yasalarımızdan alan bu kuruluşumuz da, anayasamızın herkesi bağlayan emredici ilkelerine ve tabiatıyla anayasanın laiklik ilkesine uymak ve faaliyetlerini laiklik ilkesi esasına göre düzenlemek zorundadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı kurulurken temel alınan İslam dininin temel kitabında(Kur'an-ı Kerim) yer alan; ceza,aile ve miras hukukuna ilişkin kurallar ile Türkiye Cumhuriyetinin anayasasında ve diğer temel yasalarında yer alan pozitif hukuk kurallarının herzaman örtüşmemesi,bu kurallar arasında farklılıkların ve temel aykırılıkların bulunması doğaldır,ancak bu demek değildir ki;Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyetinin anayasasında ve yasalarında yer alan pozitif hukuk kurallarını yok sayacak ve sadece Kur'an hükümlerini savunarak,insanlarımızın Kur'an da yer alan ilkelere göre hareket etmeleri konusunda fetva verip açıklamalarda bulunacak.

Hayır,Diyanet İşleri Başkanlığı bunu asla yapamaz,bu kuruluşumuz da anayasamızın laiklik ilkesine saygı göstermek ve bu ilkeye göre çalışmak zorundadır.

Diyanet İşleri Başkanlığımız; 9 yaşındaki kızın evlenip hamile kalabileceğine ilişkin ve benzeri, T.C. Anayasasına ve yasalarına aykırı fetvaları vermeyi bırakmalı ve onun yerine, İslam dininin, dürüstlük ve ahlaki kurallarının toplumda yer edip kökleşmesi için gayret sarf etmelidir.

Hergün milyonlarça kişinin çok rahat bir şekilde söyleyebildiği yalanları,milyonlarca kişinin yaptığı hırsızlıkları,yolsuzlukları,alıp verdiği rüşvetleri,irtikapları,kul hakkı yemenin kötülüklerini, ülkemizde her yıl yüzlerce kadınımızın eşleri,eski eşleri ve sevgilileri tarafından acımasızca ve hunharca öldürülmelerinin büyük günahını,insanları öldürerek Allah'ın verdiği canı almanın kötülüğünü ve büyük günah olduğunu,hergün binlerce kişinin bir diğerine hakaret edip sövmelerinin, dedikodu yapmalarının,çevreye zarar verip kirletmelerinin, yeşili yok etmelerinin, emanete hiyanet etmelerinin günahlarını dile getirerek,insanlarımızı ahlaklı kılmaya çaba sarf etmelidir.9 yaşındaki kız çocuklarının evlenerek hamile kalabileceklerini açıklamak,Atatürk'ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının haddi de değildir,görevi de değildir.

Diyanet İşleri Başkanlığı kendisine bir çeki düzen vermeli,T.C.Anayasasına ve yasalarına saygılı olmalı,kendisini daha fazla tartışılır hale getirerek yıpratmamalıdır. 04/01/2018


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu