27 Kasım 2012 Salı

YARGI'YA MUHTEŞEM MÜDAHALE

YARGI'YA MUHTEŞEM MÜDAHALE



Tayyip Bey, kaldırdığı askeri vesayet'in yerine, getirdiği sivil vesayet'in başındaki tek yetkili kişi olarak, sivil vesayet görevini başarıyla sürdürmekte ve büyük bir özveri ile(!)insanlarımızın seyretmemeleri gereken dizi filimlerini dahi belirleyerek, günlük yaşamı dizayn etmeye çalışmaktadır.

Allah, her topluma, halkının seyredip seyretmeyeceği, yayında kalıp kalmayacağı dizi filmlerini dahi belirleyen, halkının ve ecdadının şerefini, namusunu ve haysiyetini düşünerek koruma altına almaya çalışan böyle fedakar Başbakanlar nasip eder inşallah(!)

Başbakanımız Tayyip Bey'den Allah razı olsun(!)

Allah, onu, halkımızın başından eksik etmesin.

Nedir o, Muhteşem Yüzyıl isimli, ecdadımızın, hiçbirimizin bilmediği(!) Topkapı Sarayının o bölümünün dahi, halkımızın ziyaretine kapalı tutulduğu, gizli kalması gereken haremini ve yatak odasını gözler önüne seren, ahlaksız dizi(!)

Bu dizileri yapıp yayına sokanların; bu dizi filmler yoluyla, geçmişimizi ve Osmanlı'yı karalamak suretiyle, Atatürk'ün, yıkılan Osmanlının küllerinden yaratarak yeniden kurduğu, tek hanımlı, kadın ve erkeğin eşit hak ve özgürlüklere sahip oldukları, kadınların erkeklere hizmet eden cariye durumundan kurtarıldığı, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan yeni Türkiye Cumhuriyetinin erdemini, değerini ve faziletini, en başta kadınlarımız olmak üzere, Türk Halkına göstererek, halkımızın, ulus olma bilincine erişip uyandırılmasına, ne hakları var? Soruyorum sizlere(!)

Tayyip Bey çok haklı(!) ecdadımız olan eski Osmanlı Sultanlarının, dünyayı titreten, Viyana kapılarına kadar dayanan at sırtındaki kahramanlıklarını anlatıp göstererek, milletimizi avutmak ve uyutmak yerine, gerçek de olsa, harem ve saray entrikalarını dizi film haline getirerek, o dönemdeki kadınların ezilmişliğini, hukuksuzlukları, insan hak ve özgürlüklerinin, yaşam güvencesinin ve demokrasinin bulunmadığını, herşeyin, sultanın iki dudağının arasında olduğunu halkımızın gözlerinin önüne sererseniz, halkımızın uyanmasına ve halkımızın, bugün unutturulmaya çalışılan Atatürk tarafından kurulan Modern Türkiye Cumhuriyetinin; insan hak ve özgürlüklerine, cinsiyetine, ırkına, dinine ve sair özelliklerine bakılmaksızın, insanları eşit kabul eden, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik niteliklerine sıkı sıkıya sarılarak, ulus bilincine sahip olmalarına katkı sağlamış ve bu nedenle de, Hükumeti devirmeye teşebbüs suçunu işlemiş olursunuz ki (!) buna da, Tayyip Bey ile Tayyip Bey'in konuşmalarını suç duyurusu olarak kabul eden savcılarımız, asla müsaade etmezler.

Tayyip Bey bizi uyarmadı demeyin lütfen, aklınızı başınıza alın sayın dizi yapımcıları, televizyon kanalı sahip ve yöneticileri, yargının bağımsız olduğunu zannederek, sakın kulağınızın üzerine yatmayın, bizden söylemesi ! 27/11/2012



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

17 Kasım 2012 Cumartesi

GAZZE FATİHLİĞİNDEN ESER KALMAMIŞ


İsrail'in, Gazze'ye yaptığı vahşi füze saldırılarını, televizyonlardan ibretle ve büyük bir üzüntü içinde izliyoruz.

Gazze' ye yapılan İsrail saldırısı üzerine, bu saldırıya karşı nasıl bir tutum sergileyeceği merak edilen ve objektiflerin kendisine yöneleceği ilk akla gelen kişi, tahmin ettiğiniz gibi, Gazze fatihi Tayyip Bey olmalıydı. Nitekim öyle de oldu.

Televizyonlarda boy gösteren ve saldırı hakkında görüşü sorulan Tayyip Bey'de, sergilediği görüntüsüne ve beyanlarına baktığımızda, Gazze fatihliğinden eser kalmamıştı.

Nerede, o geçmişte kalan, van minit çıkışı?

Van minit'den eser yok.

Van minit'i ara da bulasın.

Nerede o kendinden emin ve rahat, kendine güvenen insan görüntüsü ve kükreyen ses?

Dün ve bugün televizyonlardan izliyoruz, üzgün ve ürkek bir surat ve çok cılız bir ses tonu.

Saldırgan İsrail Hükumetini kastederek,“İlişkimiz yok” demekle yetiniyor, yani, ateşkes için, İsrail ile Gazze arasında ara buluculuk yapma konusundaki aczini ve iflasını açıklıyor, topu Birleşmiş Milletlere atarak, ilaveten de, Obama ve Putin ile telefonla görüşeceğini dile getirebiliyor.

Bizim dikkatimizi çekti, Obama ile telefonla görüşeceğim dedikten sonra, bir randevu ayarlamasından bahsetmediği halde, Putin ile yapacağı telefon görüşmesi için, ilgililerin randevu ayarladıklarından bahsediyor.

Acaba diyoruz, Obama ile çat kapı görüşebildiği halde, bugünlerde, Putin ile aralarındaki samimiyette, çat kapı görüşebilmelerine engel olan bir azalma mı oldu diye düşünüyoruz.

Öyle ya, Putin'in; kendisi tarafından desteklenen Suriyedeki Esad rejiminin bir an önce devrilmesini isteyen ve bunun için Suriye'deki iç savaşta, açıkça ve fiilen muhaliflerin safında yer alarak, her konuda onları destekleyen Tayyip Bey'e tavır alması, çok doğal.

Neyse, biz dedikoduları bir kenara bırakarak, asıl konumuza devam edelim.

Tayyip Bey'in, İsrail'in Gazze'ye yönelik füze saldırısı üzerine düşmüş bulunduğu çaresizlik içeren görüntüsüne baktığımızda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk' ün büyüklüğünü bir kez daha anlamış olduk.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, boşuna, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” dememiş.

Keskin sirkenin küpüne zarar vereceği sözü de boşuna söylenmemiş.

Tayyip Bey; dış politikada, hislerle,duygularla,dini inanışlarla,bazı dış güçlerin dolduruşlarıyla hareket edilmesinin yerine, hislerden duygulardan, dış etkenlerden ve dini inanışlardan arınmış, barışçı, akılcı, faydacı, gerçekçi ve ilerideki günlerde bir takım riskleri oluşturmayacak politikalar izlenmesinin gerekliliğini zamanında anlamış olmalıydı.

Mavi Marmara Gemisi gerilimi yüzünden, İsrail ile hiç gereği yokken bir sürtüşmeye girilerek, diplomatik ilişkinin kesilmesi, pire için yorgan yakmak anlamına gelecek kadar, büyük bir dış politika hatasıdır.

Bu yüzden, İsrail ile diplomatik ilişkilerimiz koptuğu gibi, Mavi Marmara Gemisinde öldürülen yurttaşlarımız için, artık o aşamada, haklı olarak, İsrail Hükumetinden beklediğimiz özür' ün de karşılanmamış olması nedeniyle, maalesef, ülkemiz, küçük de düşürülmüştür.

Suriye konusuna gelince, muhaliflerin yanında fiilen taraf olmamız, Suriye Devleti ile de diplomatik ilişkimizi sonlandırarak, ülkemizi savaşın içine girme riskiyle yüz yüze getirdiği gibi, bölgedeki etkinliğimize ve saygınlığımıza gölge düşürmüş ve ekonomik olarak da, büyük kayıplara uğramamıza neden olmuştur.

Umarız, dış politikada yapılan yanlışlar ve bu nedenle uğradığımız kayıplar, Atatürk'ün, Yurtta Sulh Cihanda Sulh düsturuna uygun, hislerden, duygulardan, dini inanışlardan ve dış etkilerden arınmış, sulh' e yönelik, tarafsız, akılcı ve gerçekçi dış politikalara dönüşümüzün itici gücü olur.17/Kasım/2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


15 Kasım 2012 Perşembe


ERDOĞAN'IN GERÇEK YÜZÜ


Son günlerde söylediği sözlere, yaratmak istediği beyhude gündemlere bakıldığında, duyarlı bir yurttaş olarak, aklımıza, Sayın ERDOĞAN acaba neyi amaçlıyor sorusu takılıyor ve ülkemizin içinde bulunduğu ve acil çözümler bekleyen sorunlar yumağının yarattığı günümüz ortamında, ERDOĞAN adına, bu soruya verilebilecek akılcı ve mantıklı bir cevap bulamıyoruz.

Sayın ERDOĞAN; ülkemiz için, alelade bir vatandaş değildir, ülkenin içinde bulunduğu, en başta, bölücü PKK terörü ve top mermileri hudut boyundaki il ve ilçelerimize kadar dayanan ve burada yaşan yurttaşlarımıza zarar verir hale gelen Suriye sorunu olmak üzere, çözüm bekleyen bir çok sorunun çözüm mercii olan Başbakanlık koltuğunda oturan ve Mecliste çoğunluğu elinde tutan iktidardaki AKP'nin genel başkanıdır.

AKP'nin genel başkanı olarak, 12 Eylül Anayasasının yerine, daha demokratik yeni bir Anayasa yapacakları konusundaki iddiası da işin cabasıdır.

Bu konumda olan sorumlu bir kişinin, kendisiyle ve ülkesiyle olduğu kadar, tüm muhalefet partileri ile barışık olması, içinde bulunduğu sorunlar nedeniyle iyice gerilmiş olan ülkemizde, gerginliği en aza indirecek şekilde sükunetini muhafaza etmesi gerekirken, davranışları, sözleri ve yarattığı sun'i gündemlerle, var olan gerginliği daha da pompalayarak arttırmasının, ülke için bir faydası ve gereği var mıdır?

Bize göre, ERDOĞAN'ın sergilediği gerginlik politikasının, ülkeye ve ülke insanına hiçbir yararı yoktur.

Daha çok muhalefet partilerine yakışan ve yarar sağlayan gerginlik politikasının, Sayın RDOĞAN'ın kendisine ve de iktidarda bulunan partisine, hiçbir yararı bulunmamaktadır.

ERDOĞAN, bu ülkenin hiçbir sorunu kalmamış gibi, bir süre önce, 18 yaşındaki kişilere seçilme hakkı tanınması konusunu aniden gündeme getirmiş ve bu konudaki bir Anayasa değişiklik teklifini imzaya açtırmış, bu da yetmemiş olacak ki, arkasından, yaklaşan seçimler nedeniyle, PKK terörünü önlemekte gösterdiği başarısızlığı perdeleyerek, ulusalcı kesimin oylarını alabilmek amacıyla, mademki terörü önleyemiyorum, hiç değilse, terör suçlularını asmaktan yana gayri samimi tavır sergilemek adına, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, daha önce kaldırılmış olan idam cezasının yeniden yasalarımıza konulması için bir tartışma açarak, toplumu bölen ve geren yeni bir gündemle karşımıza çıkmıştır.

Bu ülkede gerçekten idam edilmeyi hak eden birinci sıradaki kişinin ÖCALAN olduğunda herkes hem fikir olduğu halde, hakkında verilen idam kararının infazından önce, ülkemizde, idam cezasının kaldırılması nedeniyle, ÖCALAN bu lehe yasal değişiklikten istifade etmiş ve hakkındaki idam cezasının infazından kesin olarak kurtulmuş olup, idam cezasının tekrar kabul edilmesi halinde dahi, aleyhe olan bu sonraki yasanın geriye yürütülerek, ÖCALAN'a tatbik edilmesi, hukuken olanak dışıdır. Bu hukuki gerçeği, Sayın ERDOĞAN da bilmekte olmasına rağmen, politik nedenlerle, siyasal rant elde etmek ve bazı kesimlerin nabzına göre şerbet vermek amacıyla, beyhude olduğunu bildiği idam cezasının yeniden yasalarımıza konulmasını gündeme taşımakta hiçbir mahzur görmemektedir.

Geçtiğimiz günlerde, BDP Eş Başkanı yaptığı bir konuşmada, sanırız ÖCALAN posterlerine yönelik bir eleştiriye verdiği cevapta, kitle psikolojisi ve kızgınlıkla, hızını alamayarak, ÖCALAN' ın heykelini de yapacağız şeklinde bir söz sarf etmiş ve arkasından verdiği bir demecinde de, gerçekte böyle bir niyetlerinin olmadığını, sözün gelişi ve kızgınlıkla böyle bir söz sarf ettiğini söyleyerek, bu konudaki konuşmasına bir açıklama getirmiş olmasına rağmen, Sayın ERDOĞAN; iktidar partisi genel başkanı ve Başbakan olma sıfat ve sorumluluğuna yakışmayacak şekilde, 13/11/2012 günü Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmasında, BDP Eş Başkanının konuşmasını istismar edip saptırarak, gerçek olmadığı halde, BDP' yi ÖCALAN heykeli yapmakla itham edebilmiş ve gerginlik politikasını sürdürmüştür.

Sayın ERDOĞAN; hepimizin çok iyi bildiği gibi, çok demokrat ve özgürlükçüdür (!)

Yine hepimizin bildiği gibi, her türden darbeye ve muhtıraya çok karşı bir kişi olup, bu needenle de, Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılıp, 12 Eylül darbesini yapanların yargı önüne çıkarılmalarının baş mimarıdır (!)

Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonunu kurduran da kendisidir.

Darbeleri Ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu, bugüne kadar, eski ve yeni politikacıları, emekli ve görevdeki üst düzey askerleri çağırarak bu konuda bilgilerine başvurmuştur. Aynı komisyon, geçtiğimiz gün, Sayın ERDOĞAN'ın da dinlenmesini kararlaştırmıştır.

Darbelere ve muhtıralara, askeri vesayete, samimi olarak ve gerçekten karşı olan, gerçekten, özgürlüklerden ve demokrasiden yana olan bir kişiden, bu çağrı üzerine beklenen davranış ne olmalıdır?

Bize göre, bu çağrı üzerine ERDOĞAN'dan beklenen davranış, Başbakan sıfatına bakmadan, bir üstünlük kompleksine kapılmadan, bu çağrıya uyarak, en kısa zamanda, komisyonun önüne çıkıp, özgürlükler ve demokrasi adına, darbeler ve muhtıralar hakkındaki tüm bildiklerini, canlı olarak, yüz yüze komisyon üyeleri ile paylaşmak olmalıdır.

Peki, bu çağrı üzerine, Sayın ERDOĞAN, nasıl bir tavır sergilemiştir?

Medyadan öğrendiğimize göre, kendisini ülkenin tek adamı sayan ve herkesten üstün gören Tayyip Bey, Brunei Sultanının davetini mazeret göstererek, 10.Kasım.Atatürk'ü anma gününde Anıtkabirdeki törene katılmadığı gibi, bu sefer de, iş yoğunluğunu mazeret göstererek, komisyonun sorularına yazılı olarak cevap vereceğini açıklamıştır.

Bize göre, darbelere ve muhtıralara gerçekten ve samimi olarak karşı, özgürlükçü ve demokrat olan bir kişinin, iş yoğunluğu mazeretine sığınmadan, iki eli kanda da olsa, bu davete icabet ederek, tüm bildiklerini canlı olarak komisyona anlatması gerekir.

Bu davranışıyla, Sayın ERDOĞAN, özgürlüklerin ve demokrasinin, kendisi için bir amaç olmayıp, bir araç olduğu konusundaki gerçek yüzünü ve samimiyetsizliğini, ortaya koymuş bulunmaktadır.15/Kasım/2012



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat




10 Kasım 2012 Cumartesi

ATATÜRK'E SAYGI GÖSTERMEK BİR GÖREV VE MECBURİYETTİR

ATATÜRK'E SAYGI GÖSTERMEK BİR GÖREV VE MECBURİYETTİR


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ülkemizi düşman işgalinden kurtararak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran tarihi bir şahsiyet olarak, ülkemizin, tartışmasız, tek ve ebedi lideridir

Atatürk'ü sevmeyen, kendini bilmez, bazı bedhahlar ve nankörler olabilir, onlara, ATATÜRK'ü zorla sevdiremeyiz, herkes, Atatürk'ü sevmek mecburiyetinde de değildir, ancak, ATATÜRK'e saygı göstermek, kişiliği,sıfatı, makamı ve seçimlerde aldığı oy oranı ne olursa olsun, herkes için tartışmasız bir görev ve mecburiyettir. Bunu herkes böyle bilmelidir.

Türk vatandaşı olarak, hepimiz, sevsek de sevmesek de, bu ülkenin seçilmiş Başbakan'ına ve Cumhurbaşkanı'na nasıl saygı göstermek mecburiyetindeysek, Türk vatandaşı olan herkes de, öncelikle Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, kurtarıcımız Mustafa Kemal ATATÜRK'e, onu sevmeseler de, saygı göstermek mecburiyetindedirler.

Bugün, 10.Kasım.2012 Sevgili Ata'mızın aramızdan ayrılışının 74. yıl dönümü, milletçe onu minnet ve şükran duyguları içinde rahmetle anıyoruz.

Anıtkabirdeki mezarı başında, Devletimizin protokolünde yer alan kişiler de Atamızın huzuruna gelerek saygı duruşunda bulundular ve Atamızı andılar.

Gönül isterdi ki, Atatürk'ün kurmuş bulunduğu Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olan zat da, bu anma gününde, hazır bulunup, kendisini sevmese de, ATATÜRK'e borçlu olduğu saygısını gösterebilseydi.

Ama, olmadı.

Asında, olmaması için hiçbir haklı neden de yoktu.

Zira, Sevgili Ata'mızın öldüğü ve mezarı başında yapılacak olan anma töreninin tarih ve saat, önceden belliydi. Yıllardan beri, aynı yerde, aynı tarih ve saatte bu anma töreni yapılmaktaydı.

Sayın Başbakan, günlerce önce, çalışma ve gezi programlarını pekala buna göre ayarlayıp planlayabilir ve 10.Kasım.2012 günü saat 09.05 de ATATÜRK'ün manevi huzuruna çıkarak saygı duruşunda bulunur ve ona göstermek mecburiyetinde olduğu saygısını sunarak, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık, insanlık ve işgal ettiği makamın gereği olan görevlerini yerine getirebilirdi.

Zenginliğinden başka hiçbir vasfı bulunmayan, ülkemiz için hiçbir önem arz etmeyen Brunei Sultanının daveti, çok mu önemliydi?

Yoksa, bu davet, kendisini sevmese de, bir Cumhuriyet çocuğu, Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı ve Başbakan'ı olarak, Atatürk'e göstermek mecburiyetinde olduğu saygıdan kaçışın bir bahanesi miydi?

Lideri bulunduğu AKP'nin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescilli bulunan, 27.Nisan.2007 tarihinde, Genelkurmayın İnternet Sitesinden, laiklik karşıtı faaliyetleri nedeniyle muhtıra vererek kendisini uyaran eski Genelkurmay Başkanı hakkında, bu muhtıra eyleminden dolayı, bugüne kadar, yasal gereğini yapamayan ve muhtırayı sineye çekmek zorunda kalan Sayın ERDOĞAN'ın, bu kriterlere göre, Brunei Sultanı'nın davetini bahane ederek, Atatürk'e saygısını sunma görevinden kaçıp kaçmadığının taktirini, milletimiz çok iyi yapacak durumdadır. 10.Kasım.2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

9 Kasım 2012 Cuma

SEVGİLİ ATAMhttp://hukukunustunlugu-avguner.blogspot.com/2012/11/sevgili-atam.html

Bugün, 10.Kasım.2012, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu daha da hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün 74. ölüm yıl dönümü. Bu vesileyle, 14.01.2012 tarihinde yazarak gazetemizde yayınladığımız “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımızı, bu günün anısına, yeniden ve aynen yayınlıyoruz.
SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.
Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,
Size söyleyemedim, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.
Sevgili ATAM; sizinle söyleşimi, belki bizi af edersiniz düşünesiyle, bayramları yasaklanan gençlere yine sizin bir armağanınız olan, yakında okul duvarlarından indirileceğini tahmin ettiğimiz gençliğe hitabenizle bitirmek istiyorum.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012
"Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir, istikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!"
Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927


Sevgili Atamızı, sadece beden olarak, aramızdan ayrılışının 74. yıl dönümü olan 10.Kasım.2012 bugün, şükran duygularımızla, sevgi ve saygılarımızla, yürekten anıyoruz. Gözün arkada kalmasın, rahat uyu sevgili Atam.10.Kasım.2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

8 Kasım 2012 Perşembe


DOLMABAHÇE SARAYI'NIN DAYANILMAZ GİZEM'İ


Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu, bugün (08/11/2012), eski Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT'ı, zamanın Hükumet'ine, 27Nisan/2007 gece yarısı, Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlayarak verdiği e-muhtıra nedeniyle, İstanbul Dolmabahçe Sarayında dinledi.

Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT ile kendisinin muhtıra verdiği AKP Hükumeti'nin Başkanı olan, Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, muhtıradan bir hafta sonra, Mayıs 2007 de Dolmabahçe Sarayında bir araya gelerek, saatler süren gizli bir görüşme yapmışlar ve içeriği bugüne kadar hiç açıklanmayan, bugün de, BÜYÜKANIT'ın, komisyonca kendisine usulen sorulmasına rağmen, içeriğini açıklamayarak sır tuttuğu bu görüşme sonunda, muhtırayı veren eski Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANIT ile muhtıranın muhatabı Başbakan ERDOĞAN, kanka olmuşlar ve BÜYÜKANIT, emekli olurken, muhtıranın muhatapları tarafından madalya ve emekliliğinde kullanması için zırhlı bir araçla ödüllendirilmiş, eski Genelkurmay Başkanı, bu Dolmabahçe görüşmesinden sonra, asker olduğunu hatırlayarak, politik demeçler vermekten vazgeçerek, ERDOĞAN başkanlığındaki Hükumet ile hiçbir şey olmamış gibi, kardeşçe geçinip gitmiş, AKP iktidarına karşı, ağzını açıp bir kelime dahi suçlayıcı laf etmeyerek, uslu çocuk rolünü oynamaya başlamıştır.

Muhtıranın muhatabı ve Dolmabahçe görüşmesinin tarafı olan ERDOĞAN, sonraki günlerde, BÜYÜKANIT ile Dolmabahçede yaptıkları görüşmenin içeriğini açıklamadığı gibi, bu görüşmenin içeriğinin, BÜYÜKANIT ile aralarında, ölene kadar sır kalacağını beyan etmiştir.

Sert bir muhtıra üzerine, muhtıranın tarafları arasında Dolmabahçede yapılan görüşmeden sonra;

-Tarafların sulh olmaları,

-BÜYÜKANIT'ın; bu eyleminden dolayı kendisinden yasal yollardan hesap sorulacağına, kısa bir süre sonra emekli olurken, hiçbir şey olmamış gibi, Hükumet tarafından madalya ve zırhlı araç ile ödüllendirilmesi,

-Darbe girişiminde bulundukları iddiasıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan muvazzaf ve emekli birçok üst rütbeli subay hakkında Özel Yetkili Savcılar tarafından soruşturmalar yapılarak, onların, tutuklu olarak yargılanmalarına ve bir kısmının da ağır cezalarla cezalandırılmalarına rağmen, e-muhtıradan sonra Dolmabahçe görüşmesiyle ERDOĞAN ile yakınlaşması nedeniyle, eski Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANIT hakkında, savcılarımız tarafından e-muhtıradan dolayı hesap sorulamaması,

-Dolmabahçe görüşmelerinin içeriğinin, görüşmenin taraflarınca, ölene kadar saklayacakları bir sır haline getirilmesi,

Dolmabahçe görüşmesinin içeriğinin, tamamen kişisel olduğunu ortaya koymuş ve önemini, bir kat daha artırmıştır.

Eski Genelkurmay Başkanının, Meclise çağırılarak bilgisine başvurulması yerine, komisyon'un, İstanbul'a BÜYÜKANIT'ın ayağına giderek, bir sır olan Dolmabahçe görüşmelerine nazire yaparcasına, BÜYÜANIT'ın bilgisine, Dolmabahçede baş vurmuş olması da, dikkat çekici olup, ERDOĞAN dan torpilli ve dokunulmaz olan BÜYÜKANIT'a, komisyonun yaptığı, bir jest ve kıyak olarak değerlendirilmelidir.

AKP ağırlıklı ve başkanı da AKP'li olan, Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'nun, BÜYÜKANIT'a, Dolmabahçede ERDOĞAN ile yaptıkları görüşmenin içeriğine yönelik sorusu, yasak savmak için yapılmış, usulen yöneltilen bir soru olup, BÜYÜKANIT da, bu görüşmenin bir devlet sırrı olmamasına rağmen, görüşmenin içeriğine yönelik soruya cevap vermeyeceğini beyan etmiştir.

ERDOĞAN'ın, ölene kadar saklayacağını ve kendisi ile birlikte mezara gömüleceğini dile getirdiği Dolmabahçe görüşmesinin içeriğinin, komisyon tarafından deşilmesi de, ERDOĞAN'ın bu beyanı karşısında, zaten mümkün değildir.

Dolmabahçe görüşmesinin içeriğine yönelik soruya cevap vermeyeceği baştan belli olan BÜYÜKANIT'ın, bu gerçeğe rağmen,Komisyon tarafından bilgisine baş vurulması, abesle iştigaldir.

Genelkurmay'ın internet sitesinden yayınlanmak suretiyle, 27/Nisan/2007 de verilen e-muhtıra nedeniyle, Komisyon tarafından BÜYÜKANIT'ın bilgisine başvurulması komedisi, BÜYÜKANIT'ın vermiş olduğu muhtıradan aklanması için kurgulanmış ve yapılmış bir işlem olup, BÜYÜKANIT, Komisyon'a verdiği bilgide, internette yayınladığı belgenin bir muhtıra olmadığını savunmuş ve ERDOĞAN'ın da, bunun bir muhtıra olmadığını kabul etmekte olduğu, kamuoyuna açıklanmıştır.

Anayasamızın 10. maddesinde, herkesin yasalar önünde eşit olduğu yazılıdır.

BÜYÜKANIT tarafından, Genelkurmay Başkanı iken, 27.Nisan.2007 gecesi yayınlanan ve Hükumete tehdit içeren belgenin, Türk ceza Kanununa göre, suç oluşturan bir muhtıra olup olmadığının taktir edileceği makam, kuvvetler ayrılığı ilkesinin cari olduğu ülkemizde, Başbakanlık makamı değil, Yargı makamıdır. Başbakan, Hükumetine yönelik olarak açıklanan bu belgenin suç içeren bir muhtıra olup olmadığını taktir edip değerlendiremez. Bu konu, Başbakan'ın şahsi bir meselesi de değildir. Bu nedenle, ben böyle istiyorum, BÜYÜANIT'ı affettim, kendisinden şikayetçi değilim de diyemez. Zira, burada ceza yasaları tarafından korunan, ERDOĞAN'ın şahsı, kara kaşı ve kara gözü olmayıp, onun Başbakanlığını yaptığı, Türkiye Cumhuriyetinin Bakanlar Kuruludur, Türk Milleti'nin hak ve menfaatleridir.

Tüm bu gerçeklere rağmen, bu güne kadar, BÜYÜKANIT hakkında, verdiği e-muhtıra nedeniyle, savcılar tarafından soruşturma açılamamasının nedeni, Dolmabahçe görüşmesinin sır olan içeriği de açığa çıkar endişesi içindeki ERDOĞAN'ın, BÜYÜKANIT'ı koruma altına almış olmasından kaynaklanmakta ve bu hukuk garabeti, yargısının bağımsız olması gereken, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin sırtında bir kambur olarak durmaktadır.

Sonraki Genelkurmay Başkanı, halen, hem de tutuklu olarak yargılanırken, BÜYÜKANIT'a tanınan e muhtıra dokunulmazlığı, Türk Milletinin vicdanını, derinden sızlatan, yaralayan ve kanatan büyük bir yara olarak varlığını sürdürmektedir.08/11/2012



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






3 Kasım 2012 Cumartesi

ÇİFT BAŞLI YÖNETİM - KESİK BAŞLI DEMOKRASİ

ÇİFT BAŞLI YÖNETİM - KESİK BAŞLI DEMOKRASİ



Bazen, insanın basireti bağlanır ve hem kendisi ve hem de muhatapları açısından kötü sonuçlar doğuracak yanlış bir karara imza atılabilir, ancak, şans eseri, gizli bir el, o yanlış kararı sonuçsuz ve etkisiz kılabilir ve bu duruma çok seviniriz.

Tayyip Bey'in, Ankarada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için halkımızın yapacağı Cumhuriyet Yürüyüşünü Ankara Valisi eliyle yasaklatmasına rağmen, halkımızın Cumhuriyet Bayramına sahip çıkarak yürüyüş kararında ısrarcı olmaları nedeniyle, güvenlik güçleri ile halkın karşı karşıya gelmeleri ve hiç yere müessif olayların çıkmasına ramak kalmışken, polis barikatının kaldırılarak, halkın olaysız bir şekilde yürüyüşlerini tamamlamaları da, belki de onarılması çok güç bazı müessif olayların çıkmasına neden olacak olan Tayyip Bey'in yanlış kararının gizli bir el tarafından etkisiz kılınmasına örnek gösterilebilir.

Tayyip Bey, bu sonuçtan memnun olacağına, yürüyüşten bir gün önce, Cumhurbaşkanının, Ankara Valisini makamına çağırarak, yasağa rağmen, yürüyüş yapıldığı taktirde, yürüyüş yapanlara esnek ve hoş görülü davranılmasına yönelik tavsiye ve telkinlerinin etkisiyle polis barikatının kaldırılarak, yürüyüşe müsaade edilmesine köpürmüş ve hızını alamayarak, açıkça isim vermese de, meseleye sağ duyulu yaklaşan Cumhurbaşkanını, yönetimde çift başlılık yaratacak şekilde görev ve yetki aşımında bulunmakla suçlamıştır.

Bir önceki yazımızda yorumladığımız gibi, aslında Anayasamızda yer alan hükümlere göre, Yürütme Organı, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşmakta, Bakanlar Kurulu da; Başbakan ve Bakanlardan kurulmaktadır. Yine Anayasamıza göre, Yürütmenin, yani yönetimin bir unsuru olan Cumhurbaşkanı, gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu, başkanlığı altında toplantıya çağırmak yetkisine de sahip bulunmaktadır. Yine Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı; Devletin başı olup, bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder ve Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Cumhurbaşkanın bu Anayasal konumuna bakıldığında, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına, çıkması muhtemel bazı müessif olaylara engel olmak amacıyla müdahale etmesi, asla görev ve yetki aşımı ve de yönetimde çift başlılık yaratma olarak nitelendirilemez.

Anayasamızda yer alan, Yürütme Organına ilişkin hükümleri, işine geldiği şekilde, kasıtlı olarak yanlış yorumlayarak, Cumhurbaşkanı tarafından kendi görev ve yetkilerine müdahale edildiğini ve yönetimde çift başlılık yaratıldığını iddia eden Sayın Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın; yürütme organına ilişkin kendi görev ve yetkilerinde hassasiyet göstermesine, kendi görev ve yetkilerine sahip çıkma konusundaki irade ve refleksine rağmen, Anayasa hükümlerine aykırı olarak, Yasama ve Yargı organlarının görev ve yetkilerine müdahale edip karışmayı alışkanlık haline getirdiğini, Anayasanın Cumhurbaşkanına tanıdığı görev ve yetkileri yok sayarak, Cumhurbaşkanını Yürütme organından tamamen dışlarken, Yasma ve Yargı Organlarını kendisine bağımlı kılarak, tüm yetkileri uhdesinde toplayarak tek adam olma gayretlerini görmezlikten gelemeyiz.

Parlamenter Demokrasinin cari olduğu ülkemizde, Anayasamıza göre, kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca, Yasama, Yürütme ve Yargı yetkileri, birbirlerinden bağımsız olarak, Türk Milleti adına, Yasama, Yürütme ve Yargı organları tarafından kullanılır. Bizim gibi, demokrasi olduğunu iddia eden ülkelerde, Anayasada yer verilen bir hükümle, açıkça bir erk ve kuvvet olarak belirtilmese de, siyasal iktidarlara karşı, halkın doğru bilgi edinmesini ve aydınlatılmasını sağlaması ve düşüncenin açıklanması özgürlüğüne işlerlik kazandırması nedeniyle, Basın da dördüncü kuvvet olarak kabul edilir.

Yani, çoğulcu gerçek demokrasilerde, Basını da dahil ettiğimizde, dört ayrı baş mevcut olup, bu duruma göre, demokrasileri dört başlı bir yönetim şeklidir diye tanımlayabiliriz.

Tayyip Bey, Sayın Cumhurbaşkanı'nı, görev ve yetkilerini aşarak, kendisine ait olan yürütme yetkisini, çift başlı hale getirmekle suçlarken, yukarıda belirttiğimiz gibi, Yasama'ya, Yargı'ya ve Basın'a yönelik müdahaleleri nedeniyle, demokrasinin mevcut olması gereken dört başından üçünü keserek, dört başlı demokrasimizi, tek başlı hale getirdiğinin farkında mıdır?

Tayyip Bey'in; hem de haksız bir şekilde, kendisine ait olan yürütme yetkisinin ve yönetiminin çift başlı hale getirildiğini iddia etmesi karşısında, halk olarak bizler de, dört başlı olması gereken çoğulcu demokrasimizin, üç basının kesilerek, tek başlı hale getirilmesine sesiz kalmamalıyız.3/Kasım/2012


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat