27 Kasım 2013 Çarşamba

YOK ARKADAŞ KENDİNE GEL

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Bizim ülkemizde ise, ayinesi laftır kişinin işe bakılmaz.

Ne kadar acı değil mi?

Bunları niçin yazıyoruz, hemen söyleyelim.

Ülkeyi; Kürt-Türk, dindar-dindar olmayan, laik-antilaik, kız-erkek, türbanlı-türbansız, alevi-sünni ve buna benzer şekilde farklı kamplara bölen ve ilan ettiği barış süreci ile ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren, halkın en demokratik hakkı olan eleştiri ve protesto haklarına tahammül edemeyen, öğretmenlerinin üzerine dahi, biber gazı ve tazyikli su sıktıran ve onları tekme tokat ve copla dövdüren, ülkenin demokratik ve laik niteliğini tanınmaz hale getiren AKP iktidarının uygulamalarına karşı etkin muhalefeti yapan, her geçen gün okuyucu sayısını artıran, bir sonraki sayısı merakla beklenen, en çok satan gazeteler arasında 3. sırada bulunan SÖZCÜ gazetesinin bugünkü (27/11/2013) sayısında sürmanşet yer alan habere göre; CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nun Amerikaya yapacağı geziye, diğer basın organlarından gazetecilerin davet edilmesine rağmen, SÖZCÜ Gazetesinden hiçbir basın mensubunun davet edilmediği anlaşılmaktadır.

AKP' ye ve onun uygulamalarına şiddetle muhalefet eden, çok satan gazeteler arasında 3. sıraya yükselen Sözcü Gazetesinin; cumhuriyetin temel niteliklerini ve bölünmez bütünlüğünü savunduğu ve ATATÜRK'ü her vesileyle yücelterek, belirli çevrelerin, ATATÜRK'ü unutturma çabalarına göğüs gerdiği için, AKP Genel Başkanı Tayyip ERDOĞAN tarafından ülke içi ve dışı gezilere davet edilmemesi dahi, basın özgürlüğü açısından sürekli eleştirilirken, ATATÜRK'ün kurduğu, kendisini sosyal demokrat, laik ve özgürlükleri savunan bir parti olarak lanse eden, ana muhalefet partisi CHP'nin; Amerika gezisine davet ettiği diğer basın kuruluşlarına göre, kendisine en yakın konumdaki SÖZCÜ Gazetesini davet etmemiş olmasının, hiçbir haklı ve mantıklı gerekçesi olamaz.

CHP'nin bu davranışı, SÖZCÜ Gazetesinin okuru ve belki de büyük çoğunluğu CHP seçmeni olan binlerce kişiye yapılmış olan çok büyük bir saygısızlıktır.

CHP ne yapmak istiyor?

CHP; Sözcü Gazetesi, bizim gibi, AKP'ye muhalefet eden bir gazetemizdir, zaten o çantada kekliktir, biz, AKP yandaşı gazetelerin temsilcilerini ağırlayalım da, onların akıllarını çelerek, bu birlikteliğimizde onların beyinlerini yıkayarak kendi saflarımıza çekelim diye mi düşünüyor acaba?

CHP; şiddetle eleştirdiği ve muhalefet ettiği AKP' den farklı bir parti olduğunu, basın özgürlüğünü ve diğer özgürlükleri en geniş bir şekilde ve sonuna kadar savunduğunu söylemleriyle değil, eylemleriyle ortaya koymak ve halkımıza güven vermek zorundadır.

CHP; şu anda, sosyal demokrat ve hatta orta sağ demokrat seçmen için, AKP'ye karşı, zorunlu olarak sığınılacak tek liman ve siyasi parti olarak, entelektüel ve demokrat seçmenlerin daha çok yaşadıkları sahil kesimine hapsolmuş güdük bir parti olarak kalıp yerinde saymak ve hatta, sahil kesimindeki bir kısım seçmenlerini dahi kaybederek gerilemek istemiyor ve ülke geneline yayılmış geniş bir seçmen tabanına sahip, gerçek anlamda bir kitle partisi olmak istiyorsa, bu tür taktik hatalardan sakınmak, söylemlerine uygun davranmak ve iş yapmak zorundadır. 27/11/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





25 Kasım 2013 Pazartesi

UTANIYORUM VE ÜZÜNTÜMDEN KAHROLUYORUM

Bu güzel ülkemi çok sevmeme rağmen, AKP iktidarının yönetimi altındaki ülkemin bugün içinde bulunduğu durumuna ve genel manzrasına baktığımda, utanıyorum ve üzüntümden kahraluyorum.

Hergün yataktan,inşallah bugün ülkemde üzücü bir olaya tanık olmayız, hoş bir gün geçiririz temennisiyle kalkmamıza rağmen, gün geçmiyor ki, yeni bir üzücü olayla karşılaşmayalım.

Bugün (25/11/2013) sabah da, o güzel ve iyi niyetli temennilerle uyandım ve benim gibi avukat olan ve bir duruşması nedeniyle gittiği Güneydoğu Anadoludaki bir ilimizde bulunan avukat kızım ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra, kızımın söyledikleriyle irkildim ve neşem kaçtı.

Anlattıklarına göre, kızımın bindiği uçak havalanmış ve uçak artık inişe geçerken tanık olduğu manzara şu; kurallara göre, uçuş esnasında kapalı olması gerekirken, açık olan ve çalan cep telefonları ve cep telefonu ile yapılan aleni görüşmeler. İnanmak istemedim,ama, maalesef kızımın söyledikleri gerçeğin ta kendisiydi.

Uçağa bindikten sonra, tüm uyarılara rağmen, hem kendisinin ve hem de uçaktaki diğer yolcuların hayatlarını riske atarak cep telefonlarını yolculuk süresince kapatmayan ve gelen çağrılara cevap vererek cep telefonlarıyla uçakta konuşan azımsanmayacak sayıdaki yolculara tanık olan kızımın; çok üzüldüğüne, maalesef ülkemizin diğer yörelerinde de binlercesi bulunan bu kültür seviyesindeki aynı zamanda seçmen olan bu kişilerle, ülke olarak bir yerlere varılamayacağına, ülkenin geleceğinin aydınlık olamayacağına yönelik bir karamsarlığa düştüğünü anladım.

O kadar ki, kızım bu karamsarlık içinde, bana da bir serzenişte bulunarak, “Baba sen ne kadar yazarsan yaz, bu ülkede hiçbir şey değişmez, senin yerinde olsam, artık yazmaktan vaz geçerim.” deyince, ülkesini seven ve dili döndüğü kadar ülkenin aydınlık geleceği için düşüncelerini yazan ve halkı aydınlatmaya çalışan bir yazar ve aydın olarak çok üzüldüm.

Sizin anlayacağınız, güne, yine iyi ve mutlu başlayamadım.

Önceki günden sarkan üzücü ve düşündürücü olaylar birden gözümde canlanıverdi.

24.Kasım. Öğretmenler gününden bir gün önce, bir kısım öğretmenlerimiz, öğretmenler gününün arefesinde, öğretmenlerin ve eğitim sisteminin bazı sorunlarını dile getirmek için, Anayasal düşünce ve düşünceyi açıklama ve gösteri hak ve özgürlüklerini kullanarak, Ankarada yürüyüp Milli Eğitim Bakanlığının önüne gelerek, burada bir açıklama yapmak istemişler.

Akşam, günün ana haberlerini dinlemek üzere televizyonlarımızı açtığımızda karşılaştığımız manzara korkunç. Gösteriye katılan öğretmenlerimiz coplanıyor,tekmeleniyor, dövülüyor, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak püskürtülmeye çalışılıyor. Gezi parkı direnişini hatırlatan korkunç bir manzara, sanki ertesi gün, bu öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlamaları yapılmayacak, devleti yönetenler, utanmadan ve sıkılmadan, “bize bir farf öğretenin kulu ve kölesi oluruz, sevgili öğretmenlerimiz'in öğretmenler gününü kutluyoruz “ diyerek sahte nutuklar atmayacaklar.

Evet aynen böyle oldu.İbretle seyrettik,bir gün önce öğretmenlerimizi emirlerindeki polisler vasıtasıyla copla ve tekmeyle dövdürüp üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıktıranlar, ertesi günü, utanmadan ve sıkılmadan, öğretmenlerimizi ağızlarında sakız yapıp onlara methiyeler düzmek suretiyle, onların öğretmenler gününü kutladılar.

Biz buradan sormak istiyoruz, Ey Tayyip Bey; hem de onların en mutlu olacakları öğretmenler gününden bir gün önce ve mutlaka sizin bilginiz dahilinde ve genel talimatınızla, öğretmenlerin, sokak ortasında alenen polisler tarafından cop ve tekmelerle dövüldüklerine, üzerlerine acımasızca biber gazı ve tazyikli su sıkıldığına, kendileri nezdinde kutsal ve saygın olan öğretmenlerinin şeref ve saygınlıklarının iki paralık edildiğine televizyonları başında tanık olan minik ve genç öğrencilerimizin uğramış oldukları ruhsal travmalarını düşünüp hesaba katabiliyor musunuz?

Polislerce, tekme tokat ve tekmelerle dövülüp, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak yerlerde süründürüldüklerini televizyonlardan görüp, öğretmenlerinin bu perişan hallerine canlı tanık olan genç ve minik öğrencilerin, bundan sonra, saygınlıkları iki paralık edilen bu öğretmenlerine, nasıl saygı duyabileceklerini düşünebiliyor musunuz?

Düşünemezsiniz tabi.

Düşünebilseydiniz, öğretmenlerimize bu insanlık dışı davranışı reva görmez ve onların, Milli Eğitim Bakanlığına kadar yürümelerine ve açıklama yapmalarına müsaade ederdiniz. Bu davranış sizi küçültmezdi, bilakis, ülkemizde olmayan, ancak, sizin ileri demokrasi diye yutturmaya çalıştığınız, Türk halkının özlem duymakta olduğu gerçek demokrasi adına, çölde bir vaha yaratmış olurdunuz.

Son sözümüz şudur ki; Mecliste çoğunluğu teşkil eden AKP iktidarı olarak, iyi ki yeni bir Anayasa yapma imkanını bulamadınız, tüm söylemlerinize rağmen, yapmak istediğiniz Anayasanın, yurttaş amaçlı, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa olmayacağı, bugüne kadar, iktidar olarak ortaya koyduğunuz uygulamalarınızla çok açık bir şekilde ortaya çıkmış olup, biz; hem laik, hem de demokrat olunamaz diyen, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen AKP iktidarının, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapamayacağına, onların kafa yapılarının, demokrasi ve özgürlük anlayışlarının, gerçek anlamda ve batı standartlarında, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmaya elverişli olmadığına, baştan itibaren inanan bir kişi olarak, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ'ın medyada yer alan beyanlarının aksine, AKP iktidarının çoğunlukta olduğu bugünkü Meclisin, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmayı başaramaması nedeniyle, kendimizi asla kandırılmış saymıyor, bilakis, 12 Eylül darbe Anayasasını dahi, gündüz fenerle aratacak olan anti demokratik bir Anayasa yapamadıkları için, özellikle mutluluk duyuyoruz. 25/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


22 Kasım 2013 Cuma

LAİK DEMOKRASİ HADDİNİ BİLME REJİMİDİR

Laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesinin kararı ile tescillenmiş bulunan AKP'nin, Anayasa Mahkemesinin bu kararını doğrular şekilde ve giderek artan bir tempoda, laiklik karşıtı, laik sosyal yaşama ve özel hayata müdahale eden dayatmacı eylem,faaliyet ve söylemlerine devam ettiğini, üzülerek ve endişe duyarak görmekteyiz.

Demokrasiyi, sadece, sandıktan çıkarak iş başına gelmeye indirgeyen, seçimle iş başına geldikten sonra, kendi dini inançlarının, özel ve sosyal yaşama ilişkin katı kurallarını, dayatmacı bir şekilde, tüm topluma benimsetme amacına yönelik her türlü idari ve yasal düzenlemeyi yapabileceklerini kendilerine hak sayan AKP iktidarı, gün geçmiyor ki, sürpriz çıkışlarla, sürekli medeni ve laik devlet düzenine müdahale anlamına gelen söylemlerine bir yenisini ekliyor.

Demokrasilerde, iş başına gelecek olan siyasal iktidarlar; yapılacak olan domokratik ve hür seçimlerle sandıkta belirlenirler, ancak, iktidar güçlerini, halkının çoğunluğunun tercihlerine uygun düşse ve onlara hoş gelse de, her istedikleri kararları alma ve uygulamaya koyma şeklinde kullanma hak ve yetkisine sahip değildirler.

Siyasal iktidarların iktidar yetkileri, Anayasada yer alan kural ve ilkelerle hudutları çizilmiş bulunan bir alan ile sınırlı olup, siyasal iktidarların bu alanın dışına çıkan söylem,eylem ve uygulamaları, demokrasinin himayesi altında değildir, bu eylem ve söylemler, gayri meşru ve hukuk dışıdır. Bu hukuk dışılık ve gayri meşruluk, iktidarın devamı süresince karşılıksız kalsa da, siyasal iktidarlar, ileride bunun hesabını vermek zorunda kalacaklarının bilinci içinde, hadlerini bilmek ve kendilerini, Anayasal ve meşru alan içinde kalacak şekilde kontrol etmek zorundadırlar.

Demokrasiler;seçimlerle iş başına gelseler dahi, siyasal iktidarların, Anayasal yetki sınırları dışına çıkamama, seçmen, şu veya bu nedenle, iktidara haddini bildirme kabiliyetinden ve olgunluğundan yoksun olsa dahi, iktidarların, kendi kendilerine, hadlerini, Anayasal yetki sınırlarını ve çizmeyi aşmamak mecburiyetinde olduklarını bilebildikleri saygın ve kırılgan rejimlerdir.

Bu nedenle, Anayasalar; siyasal iktidarların yasal ve meşru iktidar sınırlarını belirlemek ve halkın bir kesimini, kendi dini inançlarına uyduğu gerekçesiyle, ziyadesiyle memnun etse dahi, siyasal iktidarların Anayasal devlet düzenine ters düşen keyfi uygulamalarına engel olmak için vardır.

Tüm bu gerçeklere rağmen, AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Bey'in, kız ve erkek öğrenci evlerine yönelik, kişilerin özel hayatlarına ve yaşam tarzlarına müdahale eden beyan ve dayatmalarının toplumdaki tartışması henüz sürerken, bu defa, AKP iktidarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili koltuğunda oturan üst düzey bir milletvekili Sadık YAKUT sahneye çıkıyor ve Çocuk Hakları Toplantısı'nda kız ve erkek öğrencilerin karma öğretimine gelecek dönem son vereceklerini söyleyebiliyor.

Tayyip Bey ve Sadık YAKUT beyler; bu çıkışlarıyla, 12 Eylül darbecileri tarafından çıkarıldığı için kaka ilan edilen yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası dahi kendilerine bu konularda beyanda bulunma ve uygulama yapmaya ilişkin hak ve yetki sunmadığı halde, sadece seçimle iş başına gelmekle övündükleri demokrasimizi rafa kaldırarak, laik sosyal hayata, özel yaşam tarzına ve laik eğitim düzenine tasallutta bulunmaya kalkışmışlardır.

Sadık Bey; eleştiriler üzerine, daha sonra yaptığı açıklamalarıyla, bunun kendi şahsi görüşü olduğunu, yanlış anlaşıldığını beyan ederek, tevil yoluna sapmış ise de,Sadık Bey; AKP içinde alelade bir kişi olmayıp, Meclis Başkan Vekilliği koltuğuna seçilmiş olan AKP grubunun hatırı sayılır ve güvenilir bir milletvekili olup, partinin üç numaralı adamı olmasına rağmen, son günlerde yaşanan olaylarla, Sayın ARINÇ'ın dahi, sözünden çıkamayacağını gördüğümüz, parti içi demokrasinin olmadığı, aykırı bir sesin derhal ihraç talebiyle haysiyet divanına verildiği AKP'nin tek adamı ve patronu Tayyip Bey'in bilgisi ve izni dışında, bu beyanı yapmış olabileceğine ihtimal vermiyoruz.

Tanık olduğumuz bu peş peşe çıkışlarla, iktidarda bulunan AKP'nin, devletin sosyal düzenini, insanların özel yaşamlarını ve hayat tarzlarını, eğitim kurumlarını da içine alacak şekilde ve dayatma ile dini esaslara uydurma düşünce ve gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır.

AKP ve yandaşları, bu davranışlarıyla, yetişkin kadını bir kenara koymuş ve artık orta okul ve lise çağındaki masum kız çocuklarımızı da, karşı cinsten eşit bir insan olarak değil, erkeklerin ve erkek çocuklarının ahlaklarını bozan ve onları cinsel olarak tahrik ederek yoldan çıkaran seks objesi ve dişi şeytan olarak görmeye başlamışlardır. AKP ve yandaşları, insanlık dışı bu ilkel görüş ve düşüncelerinden arınmalı ve Allahın yarattığı her kula, erkek,kız,kadın ayrımı yapmadan, herbirinin eşit insanlar olduklarını kabul ederek, saygılı olmayı kafalarına sokmalıdırlar.

En başta AKP iktidarı olmak üzere, hiç kimse, laik bir Cumhuriyet ve demokrasi olan ülkemizde, mütedeyyin ailelere sığınmamalı ve onların tercihlerine tercüman olduklarını savunmamalıdır.

Mütedeyyin insanlarımız, kızlarını erkek öğrencilerin de eğitim aldıkları karma okullarda okutmayı uygun bulmuyorlar, bu nedenle, mütedeyyin ailelerin kızlarını okutabilmeleri ve bu kızların eğitim ve öğrenim özgürlüklerini korumak için, karma okulların bir kısmını kapatarak, sadece kız öğrencilerin eğitim yapacakları okullar haline getireceğiz ve bunun yanında yeni kız orta ve liseleri de açacağız, karma okullar da olacak, isteyen aileler, kızlarını karma okullarda, isteyen aileler de sadece kızların eğitim aldıkları okullarda okutabilecek demek de, kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Bu ülkenin, bazı mütedeyyin aileler ve AKP iktidarı istedi diye, kızlar için ayrı, erkekler için ayrı veya karma okullar açma gibi bir lüksü ve ekonomik gücü yoktur. Salt okul açmak önemli olmayıp, önemli olan, o okullara çok iyi yetişmiş öğretmenleri atayarak, araç, gereç ve labaratuvarlarıyla, çağdaş eğitimin gerektirdiği eğitimi çocuklarımıza sunabilmek ve onları başarılı kılabilmektir.Bu da, okulları ve imkanları bölerek değil, tüm imkanları ekonomik olarak kullanıp değerlendirmekle mümkündür.

Şayet, gerçekten varsa, çocuk yaştaki kendi kız çocuklarının, yine çocuk yaştaki erkek çocuklarının cinsel saldırılarına uğrayabileceği ve ahlaklarının bozulabileceği endişesine kapılan mütedeyyin ailelere ve onların temsilciliğine ve sözcülüğüne soyunan AKP iktidarına tavsiyemiz şudur; kız olsun, erkek olsun, çocuklarınızı ahlaken çok iyi yetiştiriniz, küçük yaşta akıllarına cinselliği değil, okuyup vatanına ve milletine faydalı insanlar olma bilincini yerleştiriniz, evlerinizdeki, kadını aşağılayan ve erkeği üstün kılan cinsiyet ayrımına son veriniz, çocuklarınıza, kadın ve erkeğin her ikisinin de, Allahın yarattığı eşit haklara sahip insanlar olduklarını, kızların, okulda birlikte okudukları erkek öğrenci arkadaşlarıyla eşit ve kardeş oldukları terbiyesini veriniz ve herşeyden önemlisi de, kendinize güvenmeseniz de, çocuklarınıza güveniniz.22/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

21 Kasım 2013 Perşembe

KIZI VERDİK GİBİ!..

Sonunda kızı verdik gibi!

Kızı almak için çok uğraştılar, silahlar konuştu, her iki tarftan da can kayıpları ve yaralanmalar oldu.

Kız zaten fiilen ellerindeydi, ama bu yetmez, şunun ismini koyalım, resmen verin şu kızın nikahını bize diye tutturmuşlardı.

Kızın ailesi ikiye bölünmüştü, bir bölümü kızımızı asla vermeyiz derken, kızın büyük ağabeyi, dosta düşmana hava atmak ve ailenin sözü geçen erkeğinin kendisi olduğunu ispat etmek ve ailede hakimiyet kurabilmek için, kızı, biran önce verip kurtulmak istiyordu.

Karşı tarafın büyük ağabeyi ve kardeşleri de, kızın ailesinden onlarca kişiyi yaralayıp katlettikleri için, büyük ağabey ömürboyu hapis cezası almış bir ada da, diğerleri de diğer hapishanelerde cezalarını çekiyorlardı.

Bu sorunun çözülmesi ve bundan siyasal bir rant elde edilmesi için, kızın, büyük ağabeyinin aklına, ada daki, müebbed hapis cezasına hükümlü olan, karşı tarafın büyük ağabeyi geliverir, onunla bir kontak kurup görüşebilirsek belki anlaşır ve işi tatlıya bağlarız, kızı veririz ve ailemiz rahat eder, ölümlerin önüne geçeriz, ben de bundan yararlanarak, önümüzdeki seçimlerde adaylığımı koyup köye muhtar olur, daha da ünlenirim diye düşünür, iki büyük ağabey arasında aracılar vasıtasıyla görüşmeler peş peşe yapılarak, gizli bir anlaşmaya varılır, artık, kızın nikahı verilecektir.

Ancak, bu anlaşmayı derhal açıklamak, nikaha karşı çıkan kızın ailesi ve yakınları içinde bir sarsıntıya yol açabileceğinden, iş zamana bırakılacak, bu arada, silahlar susacak, kızın evinden ve mahallesinden cenaze çıkmayacak ve bu barış ortamı propaganda olarak kullanılarak, kızın verildiği, ailenin diğer fertlerine ve mahalleliye, alıştıra alıştıra duyurularak, bir emrivaki yapılacaktır.

Kızın büyük ağabeyi şu günlerde biraz sıkışmıştır, köy'e muhtar seçilmek istemektedir, kızı isteyen karşı tarafın, yaşamakta olduğu mahallede hatırı sayılır bir oy potansiyelleri ve seçmen üzerinde büyük bir ağırlıkları vardır, kızın büyük ağabeyi, ne yapmalıdır da, kızın nikahını isteyen karşı tarafın ve mahallesinin oylarını cebine indirerek seçimi kazanıp muhtar olabilsin.

Muhtar seçimini kazanarak köye muhtar olmayı iyice kafasına koymuş ve tüm planlarını buna göre yapmış bulunan kızın büyük ağabey'in aklına, birdenbire, komşu köy'ün muhtarı olup, aynı zamanda da, kızı isteyen karşı tarafın soyundan gelerek onların akrabası olan ve karşı mahallede sözü geçen Zanbari isimli şahıs geliverir.

Artık bir taşla iki kuş vurulacaktır.

Derhal, komşu köyün muhtarı Zanbari'ye haber salınır, yanına, kızın büyük ağabeyin köyünden kovulma, karşı mahalleden bir türkücüyü de alarak, muhtar seçimi yapılacak olan büyük ağabeyin köyünün karşı mahallesine gelmesi istenir, kızın büyük ağabeyi de, kendisine destek veren aile fertlerini, mahalle kahvesinden samimi olduğu arkadaşlarını ve şu anda kendi mahallesinde oturmasına rağmen, aslen köy'ün karşı mahallesinden çıkma olan bir türkücüyü, hasta yatağından yanına alarak karşı mahalleye gidecek ve taraflar, köy muhtarlığına ait resmi bir oda da buluşarak, karşılıklı konuşup, sohbet edip,öpüşüp koklaşarak, biraz daha birbirlerine yakınlaşacaklar, refakat de getirilen her iki türkücü de, mahalle meydanında türkü söyleyip karşılıklı düet yapacaklar, ortalık güllük gülüstanlık gösterilecek, duygusal bir ortam yaratılarak, göz yaşları sel olacak, bu suretle, kızın büyük ağabeyi, bir taraftan, köy muhtarlığı seçiminde, karşı mahallenin desteğini kazanacak, diğer taraftan da, yumuşayan bu ortamda, kızın, karşı mahalleye nikahlanarak gelin edilmesinde büyük bir mesafe alınacak, kızın, karşı mahalleye nikahlı gelin gitmesinin önündeki bir engel daha aşılmış olacaktır.

Büyük ağabey, geçtiğimiz cumartesi günü, aklından geçirdiği bu planı, aynen uygulamaya koymuş ve kızın, köye muhtar seilmesi halinde, nikah hediyesi olarak, bu nikaha karşı çıkan ve karşı mahalle halkıyla mücadele eden hapisteki yakınlarıyla, karşı mahallenin bir ada da müebbet hapisli büyük ağabeyi ile onun yakınlarının hep birlikte affedilerek, karşılıklı olarak hapisten salıverilmeleri için elinden geleni yapacağının müjdesini vererek, bu nikahdan, herkesin karlı çıkacağını, bu nikahta bir kerametin bulunduğunu, tüm köy halkına duyurmuştur.

Bakalım, zaman ne gösterecektir?

Büyük ağabey'in, kızı vermek istemeyen ve bu konuda kendisine muhalefet eden aile fertleri ile kendi yanında olan yandaş diğer aile fertleri ve mahalle kahvesinden arkadaşları arasında, önümüzdeki günlerde, kıyasıya bir mücadele yaşanacağı muhakkaktır.

Muhtar seçimlerini kazanarak, köye muhtar olduğu taktirde, kendi başına söz kesip kızı veren büyük ağabeyin, hedefine ulaşarak, kızın nikahını temelli karşı tarafa vermesi daha da kolaylaşacaktır.

Bu nedenle, kızı vermek istemeyen aile yakınları ile onları destekleyen köy'ün tüm seçmenlerine büyük görev düşmektedir.

Büyük ağabey köye muhtar seçilmemelidir ki, onun, bu çok tehlikeli ve gizli oyunu bozulsun.

Hikaye bu ya, yine de kıssadan hisse çıkarmalıyız.

Sürçü lisan ettiysek affola.18/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


VATANDAŞINA SÖVEN DEVLET

Adana Valisi,Adana ilinde, Hükumetin ve Devletin temsilcisi olarak görev yapan en üst düzey kamu görevlisidir.

10.Kasım. Atatürk'ü anma töreninde, Adanalı bir vatandaşa “Gavat” diyerek alenen hakaret etmiştir.

Gavat'ın ne anlama geldiğini,geçen zaman içinde hepiniz öğrendiğiniz için, anlamını burada tekrarlamaya gerek görmüyoruz.

Adana valisi hakkında, İçişleri Bakanlığınca göstermelik bir inceleme başlatılmıştır. Amaç, valiye haddini bildirmek ve devletin itibarını iade etmek değil, bu eylemle gururu incinen Adana halkı ile tüm milletimizin gazını almaktır.

Tayyip Bey de, salı günü Meclis grubunda yaptığı konuşmada, usul' en ve formalite gereği,Adana valisinin söylemini hoş karşılamadığını beyan etmiş ve sonuç olarak, Adana valisini görevden almayacağı anlamına gelmek üzere, vali'yi yedirmem diyerek, belki de kendisine oy vererek, seçilmesine katkı yapmış bulunan ve valinin ağır hakaretine uğramış bulunan Adanalı vatandaşı kaderiyle baş başa bırakmıştır.

Tayyip Bey'in görevi, kendisinin atadığı, vatandaşına hakaret eden valilere arka çıkmak değildir. Bir seçilmiş olarak, kendisini seçen halkının hakkına ve hukukuna sahip çıkmaktır.

Tayyip Bey, vatandaşına hakaret eden, atanmış Adana valisine sahip çıkarak, seçimle halktan aldığı emaneti kötüye kullanmıştır.

Tayyip Bey nasıl Müslümandır, Müslümanlıkta var mıdır, mağdurların hakkını hukukunu ayaklar altına almak, küfür edenlere arka çıkmak?

Adana valisinin bu vukuatından sonra, basına ve sosyal paylaşım sitelerine bakıyoruz, herkes, Adana Valisini ti'ye alıyor, onunla adeta alay ediyorlar. Adana Valisi sosyal paylaşım sitelerinde mizah konusu oluyor ve maskara ediliyor.

Tipi, kıyafeti, boyalı kaşı,saçı ve bıyığı da mizaha meze edlmeye pek müsait olduğu için, mizahçıların işi oldukça kolaylaşıyor.

Levent Kırca ustamız, hiç şüpheniz olmasın, bu vali'den en az iki saatlik bir olacak o kadar televizyonu çıkarabilir.

Bu olup bitenler, hiç hoş değil. Burada yıpranan ve yıpratılan, Adana Valisinin şahsında, Devletin itibarıdır.

Burada yapılması gereken, vatandaşa gavat diyerek hakaret eden ve hiçbir şekilde tevil götürmeyen Adana Valisinin, derhal merkeze alınarak, Adanalı vatandaşlarımızın rencide edilen gurur ve itibarlarının iade edilmesi ve valinin temsil ettiği devletin itibarının korunması olmalıydı.

İnanın, bu vali, vakit geçirilmeksizin derhal görevinden alınarak, merkez valiliğine atansaydı, ne devletimiz, ne de vali'nin kendisi bu kadar uzun süreli alay konusu yapılıp itibar kaybına uğramayacak ve olay unutulup gidecekti, maalesef bu yapılamadı.

Tayyip Bey, kendisinde iflah olmaz bir hastalık ve inat haline gelen, kendisine karşı muhalif olan kesimden, haklı dahi olsalar, gelen talepleri reddetme huyundan artık vazgeçmelidir.

Tayyip Bey, kendi egosunu ve inadını, devletin itibarının üzerinde tutmamalıdır.

Adana Valisinin bu davranışı ile hem kendisinin ve hem de temsil ettiği Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarı yok edilmiştir. Devletimiz, vatandaşına söven devlet konumuna getirilmiş, aynı zamanda Adana halkının da itibarı ve gururu çiğnenmiş olup, valinin bu akıl almaz davranışından, karlı çıkan olmamıştır.

Bize göre, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Adana halkının itibarını sarsan bu eyleme, kendi egosunu tatmin uğruna, valimi yedirmem diyerek göz yuman ve karşılıksız bırakan Tayyip Bey; valinin suçuna ortak olarak, en büyük kötülüğü, öncelikle devletimize ve bu valinin atama kararnamesinde Başbakan olarak imzası bulunan kendisi ile hükumet üyesi bakan arkadaşlarına ve de olayın kahramanı(!) olan Adana Valisi'ne yapmıştır.15/Kasım/2013

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

ÖLÜ'YÜ RAHAT BIRAKINIZ

Ahmet KAYA; hiç şüphesiz, sesiyle, sazıyla ve şarkılarıyla, bu ülkenin yetiştirdiği önemli ve tanınmış bir ses sanatçımızdır.

Ancak, Ahmet KAYA'nın; yaşadığı dönemin koşulları itibariyle, bazıları Kürtçülük propagandası sayılan ve suç teşkil eden sivri söylemlerde bulunduğu da, inkar edilemez bir gerçektir.

Bu itibarla, Ahmet KAYA'nın sesini ve eserlerini beğenmelerine, müziğini dinlemelerine rağmen, o dönemin koşulları içinde, onun savunduğu görüşleri ve dile getirdiği söylemlerini beğenmeyen, ona kızgınlık duyan hatırı sayılır, azımsanamayacak çoğunlukta bir kitlenin var olduğu da bir gerçektir.

Biz de, şahsen, yaşadığı dönemde savunduğu bazı görüşlerine katılmasak da, Ahmet KAYA'yı, salt bir ses sanatçısı olarak çok seven ve taktir eden ve halen, arşivimizdeki şarkılarını büyük bir beğeni ile dinlemeye devam eden bir kişiyiz.

Ahmet KAYA'nın yaşadığı dönem ile öldüğü tarihten bu yana yıllar geçmiş, ceza yasalarındaki suç teşkil eden bazı hükümler yürürlükten kaldırılmış, Kürt lafının dahi telaffuz edilmesinin korkulduğu,Kürtçe şarkıların okunmasının ve kayda alınmasının yasak olduğu dönem geride kalmış, Kürt realitesi kabul edilmiş, iktidardaki AKP, barış süreci adı altında yeni bir süreç başlatmış, PKK'nın silahlı teröristleri dahi serbestçe dolaşır hale gelmiş, Kürtçe özel okullarda eğitim dili olarak kabul edilmiş, Güneydoğu illerindeki bazı yerleşim alanlarına, çıkarılan yasalarla, Kürtçe ismler verilebilmenin önü açılmış, devlet televizyonundan Kürtçe yayınlara başlanmış, Kürtçe okullarda seçmeli dil olarak kabul edilmiş, Türkçe bilseler dahi, sanıkların mahkemelerde Kürtçe tercüman kullanılarak, Kürtçe savunma yapabilmeleri sağlanmış, Tayyip Bey'in bir zamanlar vatan hainliği ile eş tuttuğu, iktidarın, PKK lideri ÖCALAN ile görüşmeleri ve dolaylı müzakereleri alenen yapılabilir hale gelmiş, Kuzey Irak da bir Kürt oluşumunun savaş sebebi sayılacağı kırmızı çizgilerinden, bu Kürt oluşumunun lideri Barzani'nin Diyarbakır ilinde devlet başkanı protokolü ile karşılanıp ağırlanması aşamasına gelinmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı tarafından, Kuzey Irak Kürt bölgesi, Kürdistan olarak kabul edilip, alenen dile getirilmiş, basında yer alan haberlere ve haritalara göre, ülkemizin bazı illerinin de yer alacağı Büyük Kürdistan Devleti kurulması projesine karşı çıkılmayacağının sinyali verilmiş, velhasıl köprünün altından çok sular akmış ve Ahmet KAYA'nın yaşadığı ve bir ödül töreninde linç edilmek istendiği dönemlerin koşulları çok ama çok değişmiş, bütün tabular yerle bir olmuştur.

İşte bu nedenledir ki, Tayyip Bey; bugün, değişen koşulları hiç dikkate almadan, Ahmet KAYA'ya eski dönemin yasakçı koşulları içinde karşı çıkan ve bir ödül töreninde haksızlık yapan bazı kişi ve sanatçıları, bugün acımasız bir şekilde eleştirip onları hedef göstererek, o dönemde Ahmet KAYA'ya yapılan haksızlığı, şimdi kendisi bazı sanatçılara yapmaktan hiç çekinmemiştir.

Tayyip Bey, Ahmet KAYA'yı sevebilir ve bir insan olarak, günümüz koşullarında,onun eskiden yaptıklarının, hiçbir eleştirel değerinin kalmamış olması nedeniyle, Ahmet KAYA'yı anıp, hakkında güzel şeyler söyleyerek onu onore edebilir, bu onun en tabii hakkı ve bir insanlık borcudur.

Ancak, bu gerçeklere rağmen, Ahmet KAYA'nın ölüsünden kendisine ve partisine politik rant elde etmek için, mazide kalan ve o dönemin koşulları içinde değerlendirilmesi gereken, Ahmet KAYA'ya yapılmış bulunan bir haksızlığı abartıp istismar etmek, bu olayı iyice kaşıyarak halkın değişik kesimleri arasında husumet oluşmasına neden olmak, Başbakan olarak, bu ülkenin huzurundan sorumlu olan Tayyip Bey'e hiç yakışmamakta ve Ahmet KAYA mezarında rahatsız olmaktadır.

Tayyip Bey, merhum sanatçı Ahmet KAYA'nın ölüsünü istismar etmekten vaz geçmeli ve ölüye saygı göstermelidir.20/Kasım/2013



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat