25 Kasım 2013 Pazartesi

UTANIYORUM VE ÜZÜNTÜMDEN KAHROLUYORUM

Bu güzel ülkemi çok sevmeme rağmen, AKP iktidarının yönetimi altındaki ülkemin bugün içinde bulunduğu durumuna ve genel manzrasına baktığımda, utanıyorum ve üzüntümden kahraluyorum.

Hergün yataktan,inşallah bugün ülkemde üzücü bir olaya tanık olmayız, hoş bir gün geçiririz temennisiyle kalkmamıza rağmen, gün geçmiyor ki, yeni bir üzücü olayla karşılaşmayalım.

Bugün (25/11/2013) sabah da, o güzel ve iyi niyetli temennilerle uyandım ve benim gibi avukat olan ve bir duruşması nedeniyle gittiği Güneydoğu Anadoludaki bir ilimizde bulunan avukat kızım ile yaptığım telefon görüşmesinden sonra, kızımın söyledikleriyle irkildim ve neşem kaçtı.

Anlattıklarına göre, kızımın bindiği uçak havalanmış ve uçak artık inişe geçerken tanık olduğu manzara şu; kurallara göre, uçuş esnasında kapalı olması gerekirken, açık olan ve çalan cep telefonları ve cep telefonu ile yapılan aleni görüşmeler. İnanmak istemedim,ama, maalesef kızımın söyledikleri gerçeğin ta kendisiydi.

Uçağa bindikten sonra, tüm uyarılara rağmen, hem kendisinin ve hem de uçaktaki diğer yolcuların hayatlarını riske atarak cep telefonlarını yolculuk süresince kapatmayan ve gelen çağrılara cevap vererek cep telefonlarıyla uçakta konuşan azımsanmayacak sayıdaki yolculara tanık olan kızımın; çok üzüldüğüne, maalesef ülkemizin diğer yörelerinde de binlercesi bulunan bu kültür seviyesindeki aynı zamanda seçmen olan bu kişilerle, ülke olarak bir yerlere varılamayacağına, ülkenin geleceğinin aydınlık olamayacağına yönelik bir karamsarlığa düştüğünü anladım.

O kadar ki, kızım bu karamsarlık içinde, bana da bir serzenişte bulunarak, “Baba sen ne kadar yazarsan yaz, bu ülkede hiçbir şey değişmez, senin yerinde olsam, artık yazmaktan vaz geçerim.” deyince, ülkesini seven ve dili döndüğü kadar ülkenin aydınlık geleceği için düşüncelerini yazan ve halkı aydınlatmaya çalışan bir yazar ve aydın olarak çok üzüldüm.

Sizin anlayacağınız, güne, yine iyi ve mutlu başlayamadım.

Önceki günden sarkan üzücü ve düşündürücü olaylar birden gözümde canlanıverdi.

24.Kasım. Öğretmenler gününden bir gün önce, bir kısım öğretmenlerimiz, öğretmenler gününün arefesinde, öğretmenlerin ve eğitim sisteminin bazı sorunlarını dile getirmek için, Anayasal düşünce ve düşünceyi açıklama ve gösteri hak ve özgürlüklerini kullanarak, Ankarada yürüyüp Milli Eğitim Bakanlığının önüne gelerek, burada bir açıklama yapmak istemişler.

Akşam, günün ana haberlerini dinlemek üzere televizyonlarımızı açtığımızda karşılaştığımız manzara korkunç. Gösteriye katılan öğretmenlerimiz coplanıyor,tekmeleniyor, dövülüyor, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak püskürtülmeye çalışılıyor. Gezi parkı direnişini hatırlatan korkunç bir manzara, sanki ertesi gün, bu öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlamaları yapılmayacak, devleti yönetenler, utanmadan ve sıkılmadan, “bize bir farf öğretenin kulu ve kölesi oluruz, sevgili öğretmenlerimiz'in öğretmenler gününü kutluyoruz “ diyerek sahte nutuklar atmayacaklar.

Evet aynen böyle oldu.İbretle seyrettik,bir gün önce öğretmenlerimizi emirlerindeki polisler vasıtasıyla copla ve tekmeyle dövdürüp üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıktıranlar, ertesi günü, utanmadan ve sıkılmadan, öğretmenlerimizi ağızlarında sakız yapıp onlara methiyeler düzmek suretiyle, onların öğretmenler gününü kutladılar.

Biz buradan sormak istiyoruz, Ey Tayyip Bey; hem de onların en mutlu olacakları öğretmenler gününden bir gün önce ve mutlaka sizin bilginiz dahilinde ve genel talimatınızla, öğretmenlerin, sokak ortasında alenen polisler tarafından cop ve tekmelerle dövüldüklerine, üzerlerine acımasızca biber gazı ve tazyikli su sıkıldığına, kendileri nezdinde kutsal ve saygın olan öğretmenlerinin şeref ve saygınlıklarının iki paralık edildiğine televizyonları başında tanık olan minik ve genç öğrencilerimizin uğramış oldukları ruhsal travmalarını düşünüp hesaba katabiliyor musunuz?

Polislerce, tekme tokat ve tekmelerle dövülüp, üzerlerine biber gazı ve tazyikli su sıkılarak yerlerde süründürüldüklerini televizyonlardan görüp, öğretmenlerinin bu perişan hallerine canlı tanık olan genç ve minik öğrencilerin, bundan sonra, saygınlıkları iki paralık edilen bu öğretmenlerine, nasıl saygı duyabileceklerini düşünebiliyor musunuz?

Düşünemezsiniz tabi.

Düşünebilseydiniz, öğretmenlerimize bu insanlık dışı davranışı reva görmez ve onların, Milli Eğitim Bakanlığına kadar yürümelerine ve açıklama yapmalarına müsaade ederdiniz. Bu davranış sizi küçültmezdi, bilakis, ülkemizde olmayan, ancak, sizin ileri demokrasi diye yutturmaya çalıştığınız, Türk halkının özlem duymakta olduğu gerçek demokrasi adına, çölde bir vaha yaratmış olurdunuz.

Son sözümüz şudur ki; Mecliste çoğunluğu teşkil eden AKP iktidarı olarak, iyi ki yeni bir Anayasa yapma imkanını bulamadınız, tüm söylemlerinize rağmen, yapmak istediğiniz Anayasanın, yurttaş amaçlı, özgürlükçü ve demokratik bir Anayasa olmayacağı, bugüne kadar, iktidar olarak ortaya koyduğunuz uygulamalarınızla çok açık bir şekilde ortaya çıkmış olup, biz; hem laik, hem de demokrat olunamaz diyen, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen AKP iktidarının, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapamayacağına, onların kafa yapılarının, demokrasi ve özgürlük anlayışlarının, gerçek anlamda ve batı standartlarında, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmaya elverişli olmadığına, baştan itibaren inanan bir kişi olarak, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ'ın medyada yer alan beyanlarının aksine, AKP iktidarının çoğunlukta olduğu bugünkü Meclisin, demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmayı başaramaması nedeniyle, kendimizi asla kandırılmış saymıyor, bilakis, 12 Eylül darbe Anayasasını dahi, gündüz fenerle aratacak olan anti demokratik bir Anayasa yapamadıkları için, özellikle mutluluk duyuyoruz. 25/Kasım/2013


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder