28 Aralık 2016 Çarşamba

BİR YETKİ VAR Kİ; BİZE GÖRE KORKUNÇ




Türkiye Cumhuriyetinin rejimini değiştirecek olan ve Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında Anayasamıza monte edilmeye çalışılan Anayasa değişikliğine tümden karşıyız.

Bu çekincemizi baştan belirttikten sonra, şöyle bir göz attığımız değişiklik teklifinde yer alan bir maddenin özellikle dikkatimizi çektiğini belirtmek istiyoruz.

Değişiklik teklifinin 15. maddesinde yer alan bir hükümle; Anayasanın 126. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmakta ve maddeye, “Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının;kuruluş,görev,yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.” şeklinde bir fıkra eklenmektedir.

Peki, yürülükten kaldırılan 126. maddenin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi ne söylüyor?

Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alacak şekilde kurulacak olan merkezi idare teşkilatının görev ve yetkilerinin kanunla düzenleneceğini söylüyor, başka bir anlatımla, topu Türkiye Büyük Millet Meclisinin 550 milletvekilinin iradesine ve sorumluluğuna bırakıyor.

Yani, halen yürülükte olan anayasamızın 126. maddesine göre,kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alacak şekilde merkezi idare teşkilatı kurulabilmesi ve bu teşkilatın görev ve yetkilerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmışken, 126. maddede yapılması öngörülen değişiklik hayata geçerse; Cumhurbaşkanı, kanun yapma yetkisi elinde bulunan 600 üyeden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakarak, çıkaracağı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamaesiyle,kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyumu sağlamak bahanesiyle, birden çok ili içine alacak şekilde merkezi idare teşkilatları kurarak, devletin bazı önemli ve hayati görev ve yetkilerini, bu teşkilata devredbilecek ve üniter devlet yapısını zedeleyebilecektir. 28/12/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Aralık 2016 Cuma

BU BİR ZAVALLILIKTIR





Rize Belediye Başkanı; nihayet Atatürk'e olan düşmanlığını,en başta laiklik olmak üzere, Atatürk devrim ve ilkelerine olan karşı devrimci tavrını açıkça ortaya koymuş, Atatürk Heykelini yerinden söktürüp depoya kaldırma cüretini göstermiştir.

Atatürk'ün ilke ve devrimleriyle baş edemeyen zavallılar, Atatürk'ün Heykellerini ortadan kaldırarak, Atatürk ile baş edeceklerini, Atatürk'ü itibarsızlaştıracaklarını ve unutturacaklarını, onun yerine bir başkasını bu ülkenin kurtarıcısı ve ebedi lideri yapacaklarını zannederek, büyük bir yanılgı içine girmişlerdir.

Atatürk heykellerini meydanlardan kaldırmak,onu itibarsızlaştırmaya ve unutturmaya çalışmak,memleket ve ülke severlik, bir kabadayılık,efelik ve erkeklik değil,bilakis korkaklığın, kancıklığın,çaresizliğin ve zavallılığın, dışa vuran en tipik örneklerinden birisidir.

Rize Belediyesinin almış olduğu bir kararla, Atatürk Heykelini bulunduğu yerden sökerek depoya kaldırmasının hiçbir haklı nedeni olamaz. Açıklandığı gibi, o heykelin yerine 15.Temmuz Şehitler Abidesinin dikilecek olması dahi, yapılan bu nankörlüğün ve edepsizliğin haklı gerekçesi olamaz.

Rize Belediyesi; bu icraatıyla, Kubilay'ın kafasını kesenlerin Menemen ilçemize çaldığı lekenin bir benzerini Rize ilimize ve Rizeli halkımıza çalmış bulunmaktadır.Rize halkının, demokratik yollardan üzerlerine sürülmek istenen bu lekeyi, er ya da geç çıkaracaklarını umuyoruz.

Rize Belediyesinin bu akıl almaz icraatı; kaldırdıkları Atatürk Heykelinin bulunduğu aynı yere, adlarına anıt dikeceklerini beyan ettikleri15.Temmuz şehitlerinin de kemiklerini sızlatacaktır.15.Temmuzda şehit olmayı göze alan bu sivil asker,polis insanlarımızın amaçları, hain Fetö darbe girişimini önleyerek, Atatürk'ümüzün önderliğinde kurulan demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesini önlemek, Atatürk'ün eseri Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamak değil midir ki; sizler 15.Temmuz şehitlerimizi, Atatürk'e ve onun ilke ve devrimlerine olan düşmanlığınıza alet ediyorsunuz.Sizler, 15.Temmuz şehitlerimizin aziz hatıralarına da hakaret ettiğinizin,onları istismar ettiğinizin farkında olamayacak kadar kötü niyetli zavallılarsınız.

Buradan Sayın Cumhurbaşkanına da seslenmek istiyoruz.Sayın Cumhurbaşkanı bilindiği gibi Rize'li olup, ülkemizde onun haberi ve izni olmadan bir sineğin dahi uçamayacağını düşündüğümüzde, Atatürk'ün koltuğunda oturmakta olan Cumhurbaşkanından, Rize Belediye Başkanlığının bu aymazlığına müdahale ederek, sökülen Atatürk Heykelinin eski yerine yeniden dikilmesinin sağlanmasını bekliyoruz. 23/12/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

20 Aralık 2016 Salı

NEREDE KALDI EGEMENLİK HAKKI?




Anayasamıza göre, egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletine aittir.

Türk Milleti; yasama,yürütme ve yargıdan ibaret olan egemenlik hakkını, yetkili organlar eliyle kullanır.

Yargı yetkisi de Türk Milletine ait olup,bu yetki,millet adına yargı organı tarafından kullanılır ve yerine getirilir.

Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümranlık ve egemenlik sahasında işlenen bir suçun soruşturulması, suçlularının yargılanarak cezalandırılması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir hükümranlık ve egemenlik hakkıdır.

Rusya'nın Ankara Büyükelçisi'nin,hain bir saldırı sonunda ülkemiz sınırları içinde öldürülmesi eyleminin soruşturulması,suçlularının yakalanarak yargılanması ve cezalandırılması yetkisi, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve onun yetkili organlarına aittir.

Hal böyleyken, Rus Büyükelçisi'nin öldürülmesi eyleminin soruşturmasına,elçinin cesedi üzerinde yapılan adli muayene ve otopsi işlemine Rus yetkililerin müdahil olmasını anlamak mümkün değildir.

Televizyondan izlediğimiz kadarıyla,bir Rus yetkili suçluları cezalandıracaklarını beyan ederek Türkiye Cumhuriyetinin yargı yetkisine sahip çıkmıştır.

Siyasal iktidarın;ülkesinde görev yapan bir yabancı diplomatın can güvenliğini sağlayamamanın ezikliği ve ülkemizin iç ve dış güvenliği açısından büyük bir tehlike oluşturan Suriye sorununun çözümünde peşine takılmak zorunda kaldığı Rusya ile arasının bozulmaması için hühümranlık hakkından taviz vermeye kalkışmasını,ibretle ve büyük bir üzüntüyle izliyoruz.20/12/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Aralık 2016 Çarşamba

SEFERBERLİK




Sayın Cumhurbaşkanı bugün (14/12/2016) muhtarlarla yaptığı toplantıda, ülkede milli seferberlik ilan ettiğini açıkladı.

Seferberlik ile ilgili düzenlemeler, Anayasanın 122. maddesinde ve 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanununda yer almaktadır.

2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanununun 3. maddesinde;seferberliğin ne olduğu,seferberliğin genel ve kısmi olabileceği,genel seferberliğin ve kısmi seferberliğin ve seferberlik halinin tanımları yapılmış ve anılan yasanın 10. maddesinde de, hangi hallerde ve koşullarda seferberlik halinin ilan edilebileceği ve seferberlik ilanına yetkili olan organ, açık bir şekilde belirtmiştir.

2941 sayılı Seferberlik Ve Savaş Hali Kanunun 3. maddesinde;

Seferberlik;Devletin tüm güç ve kaynaklarının, başta askeri güç olmak üzere, savaşın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı; hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı hal olarak,

Genel Seferberlik: Ülkenin tümüne yönelik bir tehdidin karşılanması, mevcut bütün güç ve kaynakların kullanılabilmesi için ülkenin bütününde uygulanan seferberlik olarak,

Kısmi Seferberlik: Ülkenin bir veya birden fazla bölgesinde uygulanan ve bütün güç ve kaynakların kullanılmasını gerektirmeyen seferberlik olarak,

Seferberlik Hali: Seferberlik faaliyetinin başlatıldığı gün ve saatten, kaldırıldığı güne kadar devam eden durum olarak tanımlanmıştır.

2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanununun 10. maddesinde ise,hangi hallerde seferberlik ilanına karar verilebileceği açıkça belirtilmiştir.

2941 saılı kanunun 10. maddesine göre;

Savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi,

Ayaklanma olması,

Vatan veya cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın ortaya çıkması,

Ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten ve dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması,

Hallerinde genel veya kısmi seferberlik ilanına karar verilebilir.

Kanunun 10. maddesine göre; genel veya kısmi seferberlik ilanına, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yetkili olup, seferberlik ilanı kararında, seferberlik uygulanmasının başlayacağı gün ve saat belirtilir. Bu karar, derhal Resmi Gazete'de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağırılır.

Şu anda ülkemizde yaşanan olaylara baktığımızda, ülkemizde bir seferberlik ilanının koşullarının varlığı inkar edilemez.

Ancak, Anayasamızda ve 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanununda,milli seferberlik ilanı gibi bir kavrama yer verilmediği gibi,Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü almadan ve kendi başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun kararı olmadan,Cumhurbaşkanına; tek başına alacağı bir kararla seferberlik ilan etme yetkisi verilmemiştir. Anayasanın 6. maddesine göre, cumhurbaşkanı dahil, hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına göre, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen ve muhtarlar toplantısında açıklanan milli seferberliğin,Anayasa ve ilgili yasadaki seferberlikle bir alakası yoktur.

Sayın Cumhurbaşkanının; ülkemizin içinde bulunduğu, seferberlik ilanını gerekli kılan ağır koşullarına işaret ve vurgu yaparak,ülkenin bir an önce bu ağır koşullardan kurtularak selamete çıkması için, tüm halkımızı daha hassas,duyarlı,dikkatli ve sorumlu davranmaya davet olarak değerlendiriyor ve ülkesini seven naçizane bir vatandaş olarak, halkımızdan beklenen hassasiyeti,duyarlılığı ve sorumlu davranışı, en başta bizi yönetenlerden de beklediğimizi belirtmek istiyoruz. 14.12.2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





6 Aralık 2016 Salı

BİR MUSİBET BİN NASİHATTEN EVLADIR




Güzel bir atasözüdür...

Bir musibet bin nasihatten evldır sözü.Bu sözü, yaşamımızda sıklıkla kullanırız.

Başa gelen felaket, bela, afet, sıkıntı, kötü olay anlamına gelen bir musibetin fiilen yaşanmasının; insan üzerinde, kendisine yönelik muhtemel bir bela sıkıntı ve kötü şeylerle yüz yüze gelebileceğine ilişkin bin nasihatten daha iyi ve etkili olacağını ifade eden bu atasözümüzün, günümüzde insanlarımız üzerinde bir etkisinin kalmadığı, insanlarımızın uğradıkları musibetlere rağmen, gerçekleri göremedikleri bir dönemden geçiyoruz.

Hepsini teke teker sıralamının bir faydası yok, ülkemiz ve ülke insanı, art arda felaket ve sıkıntılar yaşamakta, ülkenin ekonomik,sosyal, asayiş, özgürlükler,demokrasi, yargı bağımsızlığı,can güvenliği, terör ve bölünme tehlikesi gibi diz boyu devasa sorunlarına rağmen, bizi yöneten siyasal iktidar, bu sorunları çözecek yerde, işini ve gücünü bırakmış, ne olduğu belirsiz bir başkanlık sistemini ülkemize monte etmenin uğraşı içinde.

Ülke insanı, sözüm ona tarafsız ve partisiz olan Cumhurbaşkanı döneminde dahi kamplara ayrılarak bölünmüş olmasına rağmen, bu bölünme ve ayrışmayı daha da artıracak olan partili ve taraflı bir cumhurbaşkanı arayışında ve dayatmasında direnilmekte.

Ülkemizin dostu olan ülke neredeyse kalmamış.

Daha dün,Yunanistan yargısı, FETÖ darbe girişiminde bulunan ve Yunanistana sığınan darbeci subayları, ülkemizde adil yargılanma hakkının kalmadığını gerekçe yaparak, ülkemize iade etmeme kararına imza atabiliyor.

Dolar, son yılların rekorlarını kırarak yükselişine devam ediyor, yakın zamana kadar üç liranın altında seyreden dolar, birden bire üç atmışlara çıkabiliyor.Bize, dünyanın sonu geliyor kıyamet kopacak deseler inanırdık ama, doların kısa süre içinde ve birden bire üç atmışlara çıkacağını söyleselerdi, kesinlikle inananamazdık.Bundan büyük ekonomik bir sıkıntı olabilir mi?

Ülkemizin Cumhurbaşkanı; alenen ve hiçbir yoruma mahal vermeyecek netlikte,Fırat Kalkanı askeri operasyonunun amacını,"Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil" şeklinde açıklıyor ve Suriye sorununda Suriye lideri Esat'ın yanında yer alan Rusya Devlet Başkanı Putin'in araya girmesi sonunda, bu açıklamasını geri alarak, hiçbir kişi ve devlete yönelik değil, terörü önleme ve sınır güvenliğimizi sağlama amacıyla bu operasyona başvurduğumuzu açıklamak zorunda kalıyor.

Bu olup biten olumsuzluklar ve sıkıntılar, Türk Milletinin gözleri önünde ceryan edip yaşanıyor ve bu olumsuzluklardan, yani musibetlerden, doğrudan Türk Milleti zarar görüyor, doların önlenemeyen yükselişi, en başta petrol olmak üzere iğneden ipliğe tüm ürünlerin fiyatına yansıyor, zaten geçim sıkıntısı çekmekte olan milletimizi daha da yoksullaştırıyor ve ekonomik dar boğaza sürüklüyor.

Bu toz duman içinde anketler yapılıyor ve tüm bu olumsuzluklara rağmen, bu olumsuzlukların asıl müsebbibi olan siyasal iktidarın başkanlık sistemini getirecek olan anayasa değişikliğinin halk oyuna sunulması halinde, halk oylamasından geçebilecek çoğunluğun sağlanabileceği, anket firmalarınca beyan ediliyor.

Anket firmalarının yaptıkları tespitler, bir algı yaratma operasyonu değil de gerçek ise, “Bir musibet bin nasihatten iyidir” atasözünün bir anlamının kalmadığını, makale yazarak halkın bazı gerçekleri görmeleri konusunda halkı aydınlatmanın, başka bir anlatımla,gerçekleri yazarak bu halka nasihatde bulunmanın beyhude olduğunu düşünüyoruz.

Bu nedenle; makale yazımımızı azaltarak, kendimizi rölantiye aldığımızın farkında olmalısınız. 06/12/2016

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu







21 Kasım 2016 Pazartesi

MİLLETİME SORARIM!..





Milletime sorarım.

Ne güzel bir deyim değil mi?

Millete, onun iradesine ve isteğine saygı duymanın ifadesi.

Millet; her şeyin en doğrusunu bilir ve ona göre en iyi ve en doğru kararı verir,mantık bu.

Hayır efendim, millet dediğiniz halk çoğunluğu, her zaman ve koşulda, herşeyin en iyisini ve doğrusunu bilerek karar veremez.

Demokrasileri demokrasi yapan,o millet,milli irade denilen çoğunluğun; cumhuriyetin ve demokrasinin olmazsa olmaz evrensel değerlerini, azınlığın demokratik haklarını ve yaşam tarzlarını ortadan kaldırma hak ve yetkilerinin bulunmamasıdır.

Demokrasinin ve Cumhuriyetimizin; değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ve herkes tarafından saygı duyulması zorunlu evrensel, kurucu ve milli bazı değerleri vardır.Bu değerlerin korunup muhafaza edilmesi, demokrasinin ve cumhuriyetin geleceği ve selameti açısından hayati bir önem taşımaktadır.

Bu nedenle, demokrasinin ve cumhuriyetin evrensel değerlerinden yararlanarak ülkenin yönetimini ellerine geçirenlerin; eğitim sistemini değiştirerek, yoğun propagandalarla bilinçli ve sistemli olarak yarattıkları, demokrasinin evrensel değerlerini içselleştirememiş çoğunluğu teşkil eden kendi seçmen tabanlarına güvenerek, sıkıştıklarında referandum silahına sarılmaya hak ve yetkileri yoktur.

Bu millet isterse ülkeye hilafet dahi gelir diyen eski bir siyasetçinin dediği gibi, millet isterse bu ülkeye hilafet asla gelemez. Millet denen halk çoğunluğu, demokrasinin evrensel ve Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine saygı göstermek ve haddini bilmek zorundadır.

Demokrasi millet için, millet de demokrasi için vardır.Her ikisinin de birbirlerine ihtiyaçlarının bulunduğu, asla unutulmamalıdır. 22/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Kasım 2016 Çarşamba

SORUMLU OLMADAN YETKİ KULLANILAMAZ




Yaşamda herşeyin bir bedeli ve karşılığı olmalıdır.

Bir kişiye kullanabileceği çok önemli ve hayati yetkiler veriliyorsa, bu yetkilerin kullanılmasının karşılığında, o yetkiyi kötüye kullanarak suç işleyen o kişiden, işlerliği olacak bir şekilde, hesap da sorulabilmelidir.

Bunu niçin söylüyoruz?

AKP ve MHP'nin; adına ne derseniz deyiniz, ister başkanlık, ister başkan statüsünde yetkileri artırılmış ve başbakanlık görev ve yetkileri de kendisine verilmiş olan cumhurbaşkanlığı (cumhurbaşbakanlık) deyiniz, anayasada değişiklik yapılması konusunda ön anlaşmaya varmaları üzerine kamuoyuna sızan anayasa değişiklik metnine göre,ülkeyi tek başına yönetecek olan başkanın, kullanacağı onca yetkiye rağmen, üzerine neredeyse hiçbir sorumluluk almayacağını görüyoruz.

Sızan ve basında yer alan bilgilere göre,TBMM’de cumhurbaşkanına soruşturma açılması için 367, Yüce Divan’a sevk için de 413 oy gerekecektir.AKP tarafından hazırlanan tasarı taslağındaki bu düzenlemeye göre, Cumhurbaşbakan büyük yetkilerle donatılacak ve neredeyse ülkeyi tek başına yönetecek ama, göreviyle ve kullandığı yetkilerle ilgili olarak bir suç işlediğinde, hakkında soruşturma açılması ve soruşturma komisyonu oluşturulması için 367, oluşturulabilirse, soruşturma komisyonunun hazırlayacağı raporu üzerinde yapılacak olan görüşmeler sonunda Cumhurbaşbakanın Yüce Divana sevk kararının verilebilmesi için de 413 oy gerekecektir. Bu yüksek oy sayıları, suç işleyecek olan cumhurbaşbakan'dan hesap sorulmasını, fiilen imkansız kılacaktır.

Bunun anlamı şudur, Cumhurbaşbakan hiçbir zaman Yüce Divanda hesap vermesin, ama halkın ensesinde boza pişirsin.

Mademki parlamenter sisteme son verilerek başbakanlık koltuğu kaldırılacak ve bu koltuk da tüm yetkileriyle cumhurbaşkanına verilecek, o halde başbakanın görevinden doğan sorumluluğu da, cumhurbaşbakana verilmek zorundadır.

Anayasamızın 100. maddesine göre; Başbakan hakkında, TBMM'nin üye tam sayısının en az onda birinin (55) vereceği önerge ile soruştuma açılması istenebilir ve soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, mecliste grubu bulunan partilerin milletvekili sayılarına göre oluşturulacak olan onbeş kişilik bir komisyon tarafından yapılan soruşturma sonunda düzenlenecek olan raporun mecliste görüşülmesini takiben, gerek görülmesi halinde TBMM'nin üye tam sayısının salt çoğunluğunun (276) gizli oylarıyla, Başbakan (Bakanlar da aynı şekilde) Yüce Divana sevk edilir.

Anayasamızın 100. maddesine göre; bugünkü parlamenter sistemde, yürütme görevini ve yetkisini kullanan Başbakan'ın Yüce Divana sevkindeki makul ve fiilen uygulanabilir olan bu demokratik usulden, niçin kaçınılmakta ve Cumhurbaşbakan adeta sorumsuz kılınmak istenmektedir?

Sızan bilgiler doğru ise; bu, fiili sorumsuzluk (yani sorumlu olmama) hali; çok düşündürücü olduğu kadar, demokrasimizin geleceği için çok tehlikelidir.

Demokrasilerde, denetlenemeyen, kontrol edilemeyen gücün yeri olmamalıdır.Denetlenemeyen güçten, asla demokrasi çıkmaz.

Anayasa değişiklik hükümleri arasında, gerçekten böyle bir düzenleme varsa, anayasa değişiklik metninin diğer hükümlerine bakmaya gerek yoktur.16/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Kasım 2016 Çarşamba

BUGÜN 10 KASIM




Bugün, 10.Kasım.2016, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu, daha derinden büyük bir üzüntü içinde hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün 78. ölüm yıl dönümü. Bu vesileyle, 14.01.2012 tarihinde,yaklaşık beş sene önce yazıp yayınlamış bulunduğumuz “SEVGİLİ ATAM” başlıklı yazımızı, bu günün anısına, aşağıda yeniden ve aynen yayınlıyoruz. Sevgili Atamızı, sadece beden olarak, aramızdan ayrılışının 78. yıl dönümü olan 10.Kasım.2016 günü, yani bugün, kıymetini ve büyüklüğünü çok daha iyi anlayarak, şükran ve özlem duygularımızla, sevgi ve saygılarımızla, yürekten anıyoruz. Gözün arkada kalmasın, rahat uyu sevgili Atam.10.Kasım.2016
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


SEVGİLİ ATAM


Sevgili Atam; dün gece için sizden çok çok özür diliyorum.
Rüyama girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm yoktu.
Çok korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm patladı.
Size ne cevap verebilirdim?
Biliyorum ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti, onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre sonra kaybolup gittiniz.
Bu nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.
Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye başlandığını,
-Yurtta sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını, emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede yanlış politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK terör örgütü ile görüşmeler yapıp, ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta olan PKK terör örgütünü ve onların uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde 35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük düşürülmek istendiğini,
-Tüm varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara satıldığını,
-Dış ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak çoğaldığını,
-İşsizliğin kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak sevindiklerini,
-Asgari ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil edildiğini,
-Sizin kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi önemli görevlere getirilmelerinin önünün açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek, bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp, zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini oyduğunu,
-Sözüm ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın, kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin vesayeti altına alındığını,
-Türk Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının, Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp, tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp, topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü harekete geçemediğini,
-Hal böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü, bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen, tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın, Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen, hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği, hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın, muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların, demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında görevlendirilebildiklerini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını, günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten çekinmediğini,
-İş başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre, halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde, sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,
Size söyleyemedim, sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili Atam.
Hoşça kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012 Güner YİĞİTBAŞI-Hukukçu






8 Kasım 2016 Salı

MUASIR MEDENİYETİN ÜZERİNE ÇIKMAK ÖYLE Mİ?




Cumhurbaşkanı Tayyip Bey dün (07/11/2016) Elektrik Santralleri Açılış Töreninde, tarihi konuşmalarından birisini daha yapmış!

Haberleri izlerken, konuşmanın bir bölümüne şöyle bir tanık olduk, Cumhurbaşkanı; yine batılı Avrupa Birliği ülkelerine çatıyor ve onları, Türkiye'nin muasır medeniyetlerin üzerine çıkmasını istememekle ve ülkemizin muasır medeniyetlerin seviyesinin üzerine çıkmasına engel olmakla suçluyor ve arkasından da,onlar istemeseler de, ülke olarak ve inadına muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkacağımız müjdesini veriyor!

Tabi bu sözleri duyunca donup kaldık, Türkiyede yaşayan bir Türk Vatandaşı, Allahın bize verdiği aklı kullanarak sorgulayan, tüm gerçekleri bilen ve gören bir kişi olmasak, ülkemiz muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak üzere diye sevinecek ve zil takıp oynayacaktık.

Peki, Atatürk'ün sözlerinden esinlenerek Cumhurbaşkanı ERDOĞAN tarafından teleaffuz edilen muasır medeniyet ne anlama gelmektedir? Bu soruyu cevaplamaya çalışalım.

Muasır'ın kelime anlamı çağdaş, medeniyet'in kelime anlamı ise;uygarlık olup,bu iki kelimeden oluşan Muasır medeniyet ise; insanı insan yapan,akıl,sorgulama yeteneği,düşünce ve düşünceyi açıklama,haber alma ve aydınlanma özgürlükleri en başta olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerinin, başka bir anlatımla insan odaklı tüm değerler ile sosyal,eğitim ve kültür, bilim, teknoloji,sanat ve ekonomi açısından, diğer ülkelere göre daha önde olan ülkelerin bulundukları üstün seviye ve konumu ifade eder.

Bu nedenle, muasır medeniyetlerin üzerine çıkacağız ama, batı buna engel oluyor söylemi pek inandırıcı olmuyor. Ha, emperyalist batı, ülkemizi bölüp parçalamak istiyor derseniz haklısınız.

Ama, Sayın Cumhurbaşkanı hiç kusura bakmasın, ülkemizde, eğitimin; sorgulayan,bilimsel ve laik çizgisinden geri döndürülerek, sorgulamaya yer vermeyen dogmalara dayalı dini eğitime yönelinmesi, insanı insan yapan, düşünce ve düşünceyi açıklama, haber alma ve aydınlanma özgürlükleri en başta olmak üzere,insan hak ve özgürlüklerine, insan odaklı tüm manevi ve kültürel değerlere saygı duyulmaması, sosyal,bilimsel,teknolojik,kültürel,sanatsal ve ekonomik açıdan çok gerilerde kalınması gerçeği karşısında, ülkemizi yönetenlerin; ülkemizi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak istemelerine rağmen, batının buna engel olmak istediğini söylemeye hakları var mıdır?

Şunu herkes bilsin ki; bir ülke, sadece, bölünmüş yollar, yapımında kullanılan kredileri ve bitiminde üzerinden geçecek araç sayıları ve kazançları devletin garantisi altında olan yap, işlet ve devret yöntemiyle yapılan hava alanları, boğaz köprüleri,çevre yolları, rant amaçlı olarak yapımı planlanan Kanal İstanbul, rant amaçlı olarak yapılan ve üretime hiçbir katkısı olmayan çok katlı yüksek binalar ve gökdelenlerle, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkamaz. 08/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Kasım 2016 Çarşamba

TUTUKLAMA KURUMUNU AYAĞA DÜŞÜRMEYİNİZ!




Şunu herkes çok iyi öğrensin ve bilsin.

Turtuklama;yargılama sonunda bir mahkeme kararı ile suçlu görülerek mahkum edilecek olan bir şüpheli ve sanığın kesinleşecek olan muhtemel bir cezasının peşinen infazını sağlayan ve infazı garanti altına alan bir kurum değildir.

Tutuklama; yasanın öngördüğü koşulların varlığı haklinde başvurulması gereken, maddi hakikatın ortaya çıkmasını engelleyecek olan delillerin karartılması tehlikesinin varlığını ortaya koyan ve/veya şüpheli veya sanığın yargıdan kaçacağına ilişkin somut olguların varlığı halinde, istisnaen başvurulabilecek olan bir tedbir olup, tutuksuz yargılanmak asıldır.

Bizim toplumumuza bakıyoruz, en başta savcılarımız ve hakimlerimiz olmak üzere, hiç kimse tutuklamaya bu gözle bakmıyorlar.Herkes, ileride alınması muhtemel bir cezanın peşinen infazının sağlanmasının peşinde koşuyor.Bu çok yanlış bir anlayış ve değerlendirmedir.

İnsanlarımız; mağdur iseler, tutuklama nedenleri olmasa da, şüpheli veya sanığın tutuklu yargılanmasından hoşnut oluyorlar, aksi halde tutuklama kararını vermeyen hakimlerimizi eleştiriyorlar, suçlu iseler, tutuksuz yargılanmayı savunuyorlar.

İnsanlarımızızn bu bencillikleri ve hukuk bilgilerinin yetersizliğinden, tutuklama kurumu zarar görüyor ve yozlaşıyor, tutuklama amacından saptırılıyor.

Hakim ve savcılarımız da bu toplumda yaşayan insanlar olarak, kamuoyunun bu çifte standart bencil istek ve arzuları yüzünden etki altında kalıyorlar ve tutuklnmayacak insanları da tutukluyorlar, tutuklama kurumunu yasal koşulları içinde doğru olarak uygulayan, tutuklamanın yasal nednleri varsa tutuklayan, tutuklamanın yasal nedenleri yoksa tutuklamayan hakimlerimiz de haksız bir şekilde eleştiriliyorlar.

Örnek mi? Şu kamuoyunu meşgul eden şortlu kadını tekmeleme olayı.Şüphelinin kaçma ihtimali yoksa, toplanacak ve dolayısıyla karartılacak delil de yoksa, halkın duyarlılığı nedeniyle bu şahıs niçin tutuklu yargılansın ki? İleride suçlu görülürek mahkum edilir ve mahkumiyet kararı kesinleşirse, içeriye buyur edersiniz olur biter.

Lütfen, hiç kimse bilir bilmez laf ederek, şu tutuklama kurumunu yozlaşırmasın.

Biraz sonra bir müvekkilin sorgusuna gireceğiz ve tutuklamanın, ülkemizde yozlaştırılması ve yasal amacı dışında kullanılması nedeniyle, ne acıdır ki, hakime; tutuklamanın ne olup ne olmadığını ve yasal koşullarını, uzun uzun anlatmak zorunda kalacağız. 02/11/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu.

19 Ekim 2016 Çarşamba

MİLLETE SORULMASINDA MAHZUR YOK NE ANLAMA GELİYOR?




AKP iktidarının yardımlarıyla, MHP olağanüstü kurultayının yapılmasını mahkeme kararlarıyla engelleyerek, MHP içindeki zorlama iktidarını ve genel başkanlık koltuğunu AKP iktidarına borçlu olan Sayın BAHÇELİ,AKP iktidarına diyet borcunu ödüyor.

Sayın BAHÇELİ;kelime oyunlarıyla süslediği, sözüm ona Tayyip Bey'in anayasayı ihlal ederek fiilen yürürlüğe koyduğu başkanlık sistemine karşı olmakla birlikte, bu fiili duruma da bir son verebilmek için, başkanlık sistemini içeren bir anayasa değişiklik paketinin meclise sunulmasını talep etmiş ve daha sonraki aşamada, dünkü grup toplantısında yaptığı konuşmasında da; açıkça, “millete sorulmasında mahzur yok” diyerek, AKP iktidarı tarafından başkanlık sistemini içeren bir anayasa değişikliği paketinin meclise sunulması halinde, başkanlığını yaptığı MHP grubunun bu anayasa değişikliğine, millete sorma adına, olumlu oy kullanacağını deklere etmiştir.

Bahçeli'nin; “Millete sorulmasında mahzur yok” sözünün başka bir anlamı yoktur.Zira, Bahçeli de çok iyi biliyor ki; millete sormak demek, halk oylaması demek olup, AKP iktidarının; 330'u bularak anayasa değişikliğini halk oyuna sunabilmesi için meclisteki milletvekili sayısı yeterli omayıp, bu eksik ancak MHP oylarıyla tamamlanabilmektedir.

Bahçeli; içinde bulunduğu çaresizlik içinde, ülkenin yararını değil, tamamen parti içindeki kendi şahsi iktidarını düşünerek, Parlementer sistemden yana olduklarını beyan etmeyi de ihmal etmeyerek, AKP'ye olan diyet borcunu ödeyebilmek, parti içi iktidarının devamı için gerektiğinde AKP iktidarından yardım almayı sürdürebilmek, bu arada, sözüm ona millet iradesine olan saygısını da göstermek ve millet iradesinin üstünlüğünü kutsamak adına, MHP gibi köklü bir siyasi partinin genel başkanına yakışmayan çelişkiler yumağı içinde yok olup gitmeyi göze almış, kendisiyle birlikte, partisi MHP'yi ve ülkesinin geleceğini ateşe atmıştır.

Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz, ancak, Bahçeli'nin; kendi şahsi siyasi çıkarını ön planda tutan bu tutumuyla, ülkenin geleceğine koyduğu ipotek, hepimizi ilgilendirmektedir. 19.10.2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

13 Ekim 2016 Perşembe

“ZATEN FİİLİ BAŞKANLIK SİSTEMİ YOK MU?”



Tırnak içine aldığımız yazının başlığındaki soruyu; BAHÇELİ'nin, AKP iktidarına yaptığı, başkanlık sistemi önerinizi Meclise getirin çağrısı üzerine yeniden alevlenen başkanlık sistemine karşı olanlara yönelik olarak, bu ülkenin Adalet Bakanı olan zat soruyor.

En başta anayasa olmak üzere, Türkiye Cumhuriyetinin yürürlükte olan yasalarına ilk başta uymak ve saygı göstermek zorunda olan, anayasa ve yasaların eksiksiz uygulanması, anayasa ve yasalarımızın namusunun korunması kendisine emanet edilmiş bulunan, ülkede adaleti tesis etmekle görevli bulunan Adalet Bakanı; boşuna dövünmeyin, ülkede zaten başkanlık sistemi fiilen uygulanmakta, bunu yasallaştırsak ne olur, yasallaştırmasak ne olur, anlamına gelen bu talihsiz sözüyle,Tayyip beyin ve AKP iktidarının;Türk Ceza Kanununa göre, cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olan Anayasayı ihlal suçunu işlediklerinin açık bir kabulüdür.

Bugün ülkemiz büyük bir hukuk çıkmazı içinde, büyük bir hukuki çelişki yaşamaktadır. 15.Temmuz hain darbe girişimi bahanesiyle ve darbecilerle mücadele ediliyor gerekçesiyle, tek suçları; sadece, çocuklarını yasal olarak kurulan ve çalışma izinleri iptal edilmeyen cemaat yanlısı okullarda okuttukları, yine devlet tarafından çalışma, mevduat toplama ve kredi açma izinleri verilen Bank Asya isimli cemaat yanlısı bir bankada hesap açtırdıkları,bu banka ile çalıştıkları iddiasıyla gözaltına alınarak, darbeci FETÖ örgütüne üye olmak suçlamasıyla tutuklanarak zindana atılan mütedeyyin insanlara karşılık, anayasayı ihlal ederek fiilen başkanlık sistemini uygulamaya koyduklarını Adalet Bakanının ağzından ikrar eden bir siyasal iktidarın yöneticileri hakkında, hiçbir hukuki işlemin yapılamaması,çok hazindir.

Yaklaşık bir aydan bu yana hiç yazı yazmıyor ve sosyal paylaşım sitelerinde birşey paylaşmıyoruz.Bu durum, duyarlı bazı okur ve dostlarımızın dikkatlerini çekmiş, mesaj ve telefonla bizi aradılar ve sağlığımızdan endişe ettiklerini beyanla, bu sessizliğimizin bir sağlık sorununa ilişkin olup olmadığını sordular, beni düşündükleri için kendilerine buradan teşekkür ediyoruz.

Allaha şükür hiçbir sağlık sorunumuz yok, işlerimiz biraz yoğun, en önemlisi de, hukukun işlemediği, anayasanın ihlal edildiği, ülkenin; anayasaya aykırı olarak çıkarılan olağanüstühal kanun hükmünde kararnameleriyle idare edilerek, yüce meclisin devre dışı bırakıldığı, Anayasa Mahkemesinin; içeriğine bakmadan, sadece ismine bakarak, CHP'nin; Anayasaya aykırı olan OHAL KHK lerinin iptali için açtığı davaları, eski içtihat ve uygulamalarına aykırı olarak, yetkili olmadığı gerekçesiyle geri çevirdiği, yargının; tamamen yürütmenin emrine girdiği, eskiden kısmen bağımlı olan yargının dahi, bugün özlendiği ve aranır hale geldiği, yeni atanan hakim ve savcıların kur'a törenlerinin sarayda yapılarak, kendilerine talimatlar verildiği, bu duruma yargıçların da alkışlarla karşılık verdikleri, suçluların; suçlu olup olmadıklarına, eldeki kanıtlara göre değil, şahısların gücüne göre belirlendiği ve takibata uğradığı, Yenikapı ruhu safsatası ile en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, tüm muhalefet partilerinin ve muhalif kişilerin,Tayyip Bey'in ve onun mutlak kontrolü altındaki AKP iktidarının yasa ve anayasa dışı tüm icraatlarına mutlak itaat ve biat etmelerinin istendiği, kendi iktidarlarının korunması için, demokrasi nöbeti adı altında, abartarak halkımızı aylarca, bedava araçlarla meydanlarda toplayan, bağırıp çağırmalarına gösteri yapmalarına göz yuman ve teşvik eden siyasal iktidarın, işine gelmeyen demokratik ve barışcıl diğer toplantı ve gösterilere, polis cop'ları ve göz yaşartıcı gaz bombalarıyla engel olduğu ve anti demokratik gerçek yüzünü gösterdiği, halkın üzerine ölü toprağının serildiği,halkın bu hukuksuzlukları kader olarak benimseyerek sessiz kaldığı, barışçıl ve demokratik bir mücadeleyi göze alamadığı, bizim; hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ve özgürlükleri savunan yazılarımızın hiçbir kıymeti harbiyesinin kalmadığı ülkemizin bugünkü ortamında, yazmak içimizden gelmiyor artık, geçimini kaleminden sağlamayan amatör bir yazar olarak, yazmak da, beste yapan müzisyen misali duygu ve hissetme işi, ülkenin yukarıda özetlemeye çalıştığımız kötü durumu, duygularınızı, hislerinizi yok etmişse, eliniz kaleme varmıyor, yazmak içinizden gelmiyor.

Bir hukukçu olarak başımıza gelen ve duygularımızı yok eden son olaylardan bir örnek vermem gerekirse; müdafiiliğini yaptığımız mağdur bir vatandaşımızın, babadan kalma, kendi alın teriyle devam ettirdiği işinden yasal yollarla kazandığı, vergilerini ödediği bankadaki paralarına, gayrimenkullerine, araçlarına, sair tüm hak ve alacaklarına Ceza Muhakemesi Kanununun 128. maddesine aykırı olarak verilen elkoyma kararı; olağanüstühal gerekçesiyle kendisine verilmiyor, tamamen hukuksuzluk, bu karar itirazı kabil bir karar olup, itiraz edilebilmesi için kararın ilgililere tebliğ edilmesi, kararın hukuki gerekçelerinin, itiraza hakkı olanlar tarafından öğrenilmesi zorunludur.Karar tebliğ edilecek ki, kararın gerekçesini öğrenelim ve itiraz dilekçemizde tatışabilelim.Karar tebliğ edilsin ki, hangi Sulh Ceza Hakimliği, hangi tarihte ve hangi sayıyla o kararı almış.İtiraz dilekçesini yazabilmek için bu bilgiler gerekli.İtiraz süresinin başlaması için de kararın gerekçesiyle tebliğ edilmesi zorunlu. Başka neyi dile getirelim, ülkenin çivisi çıkmış, sözüm ona devletin temeli olan adalet, çökmüş, tuz kokmuş, sözün bittiği yere gelinmiş.

İşte bu ortamda içimizdeki ses bize sürekli soruyor, Güner YİĞİTBAŞI; atı alan Üsküdarı çoktan geçmiş,halk çoğunluğu herşeyi kabullenmiş, yazsan ne olur, yazmasan ne olur, ülkeyi tek başına sen mi düzelteceksin?

Durum bu sayın okurlar ve dostlar. Her şeye rağmen, uzun aralıklarla da olsa, zaman zaman yazmaya gayret edeceğiz. 13/10/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

8 Eylül 2016 Perşembe

HAYATIN İÇİNDEN...





Etkin pişmanlıktan yararlandırma vaadiyle yaratılan ve gerçek dışı yalan ifadelerle müvekkili suçlamaya çalışan ve iftira atan üç gizli tanığın; şüpheliye suç atımı mahiyetindeki,şüphelinin örgüt üyesi olduğunu kesin ve inandırıcı bir şekilde ortaya koyan, zaman ve mekan bildiren net ve somut iddia ve beyan içermeyen, başka delillerle desteklenmeyen gerçekdışı soyut beyan ve iddiaları dışında, tutuklanmayı gerektiren elde edilmiş hiçbir yasal delil mevcut olmadığı gibi, şüpheli tarafından karartılabileceğine ilişkin somut olgular içeren toplanacak başka hiçbir bir delil bulunmamaktadır.

Tutuklama, ileride hükmolunacak muhtemel bir cezanın peşinen infazı olmayıp,adil bir karar alınabilmesini sağlamaya yönelik bir tedbir olup, bizim hukuk sistemimizde mecburi tutuklama yoktur, tutuklamanın yasal koşulları mevcut olsa dahi, hakim tutuklama konusunda taktir yetkisine sahip olup, yasada öngörülen katalog suçlardan hakkında soruşturma yapılmakta olan kişiler hakkında tutuklama nedenlerinin var sayılabileceğine ilişkin yasada yer alan karine de, kesin bir karine olmayıp, şüphelinin özel koşullarına ve dosya içeriği delillere göre, katalog suçlarda dahi, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığını hakimin taktir etme yetkisi mevcuttur.Bu nedenle, şüpheliye atılı suçun katalok suçlardan olması da, koşulsuz biçimde, tutuklamanın yasal gerekçesi olarak kabul ve değelendirilemez.

Sayın Savcı; şüphelilerin lehine olan delilleri toplamamıştır, savcı, özellikle de şüphelilerin Bylock ve EAGLE programlarını kullandıklarını afaki olarak iddia etmeyi yeğlemiş,ancak onbeş güne yakın süre gözaltında bulunan şüpheli .......un, gerçekten bu programları kullanıp kullanmadığına ilişkin resmi bir tespiti, bu gözaltı süresi içinde yaptırma imkanı bulunmasına rağmen, bu resmi tespiti yaptırmadan, bu iddiayı kesinleştirmeden tutuklama isteyerek,şüpheliyi zan altında bırakmış ve tutuklama talebine adeta gerekçe yaratmış, tutuklama talebini inceleyen ve müvekkilin tutuklanmasına karar veren hakimlik de, henüz delillerin toplanma aşamasında olduğu gerekçesini kullanarak, hukuka aykırı olan tutuklama kararına yasal bir dayanak yaratmıştır.

Müvekkil, örgüt üyelerinin kendi aralarındaki gizli haberleşmede kullandıkları iddia edilen Bylock ve EAGLE programlarını kullanmamış olup, bu iddianın sahibi olan sayın savcı; kendisinin bu afaki iddiasını, bu konuda bir inceleme ve araştırma yaptırarak resmen ispatlamak yerine, müvekkili bu programları kullanmadığını ispat etme durumunda bırakmış, kullanmadığı bir programı gözaltında ispatlama imkanı bulunmayan şüpheliyi, hakkındaki tutuklama talebinin kabulü yönünde zor durumda bırakmış, yasanın amir hükmü olan şüpheli ve sanıkların lehine olan delilleri de toplama görevini bilerek yerine getirmemek suretiyle görevini ihmal etmiş, tutuklama talebini inceleyen hakimlik de buna göz yumarak verdiği tutuklama kararıyla, savcının hukuka ve yasalara aykırı bu tutumuna destek çıkmıştır.

Aslında, ipone marka akıllı telefon kullanan ve bu telefonuna el konulan müvekkil ...........un, örgüt mensupları tarafından gizli haberleşmelerinde kullandıkları iddia edilen Bylock ve EAGLE programlarını kullanmış olması, basında yer alan haberlere göre, teknik olarak imkansızdır.Zira, bu programlar Androit işletim sisteminin kullanılmakta olduğu telefonlara yüklenebilmekte olup, başka bir sistemle çalışan ifone marka telefonlara bu programlar yüklenememektedir.

Uygulamada, gizli tanıkların doğruları söyleyip söylemedikleri, inandırıcılıkları, sürekli tartışılmış ve gizli tanıkların,adaleti sürekli yanılttıkları, soruşturmaları saptırarak yanlış ve haksız yargı kararları verilmesine sebebiyet verdikleri, geçmişteki kumpas davalarıyla ortaya çıkmıştır. Türk yargısı, gizli tanıklardan çok çekmiş, Türk yargı geçmişi, gizli tanıkların gerçek dışı ve kasıtlı beyanlarından kaynaklı gizli tanık sabıkalarıyla doludur.

Gizli olsun aleni olsun, tanık beyanları, çiğ süt emmiş insan unsuruna dayalı bir delil olduğu için, kesin delil niteliğinde olmayıp, taktiri delillerdendir, bu nedenle yargıç tanık beyan ve anlatımlarını değerlendirme ve gerektiğinde tanık beyanlarını delil olarak dikkate almama yetkisine sahip olup, şüpheli ..........un tutuklanmasına karar veren hakimlik; adı geçen şüpheli hakkında, kendi çıkarını düşünen, kendi işlediği örgüt üyeliği suçundan alması muhtemel cezadan etkin pişmanlık yoluyla kurtulmayı hedefleyen gizli tanıkların, şüpheliyi suçlayan gerçek dışı ve soyut beyanlarına itibar ederek, şüphelinin tutuklanmasına ilişkin hukuk dışı karara imza atmıştır.

Müdafiiliğini yaptığımız şüpheli ............ hakkında idialarda bulunuğu söylenen ....... kot adlı gizli tanığın beyanında yer alan; “........un abisi, Feto okullarında yönetici veya öğretmendir....” şeklindeki beyanı, şüpheli ...............un suçlanmasına asla kanıt olamaz.Zira, ceza hukukunun evrensel kurallarına göre, cezai sorumluluk şahsidir.Hiç kimse, abisi de olsa, başka bir kişinin eyleminden dolayı asla suçlanamaz. Şüphelinin abisi Feto okullarında öğretmen olabilir, katil de, cani de olabilir, abinin kişisel bu suçu kardeşi olan şüpheli ..............u hukuken bağlamaz ve onu da suçlu kılamaz. Kaldı ki, şüphelinin abisinin öğretmen olduğu iddia edilen Fetullah GÜLEN Cemaatinin okulları da, yasal olarak kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından bu okullara çalışma izini ve ruhsatları verilmiştir.Bu okullarda, ülke yönetiminde etkin olan birçok üst düzey yönetici ve bürokratların çocukları ve yakınları da okumuş, mezun olmuş ve devlet kadrolarında çalışmaktadırlar.Üst düzey yöneticilerimiz tarafından, daha düne kadar, altın nesil yetiştiriyorlar, Türkçenin ve Türkiyenin yurt dışında tanıtımını yapıyorlar denilerek göklere çıkarılıyor, bu okullara övgüler düzülüyordu.Dışişleri Bakanlığı tarafından, dış temsilciliklerimize, büyükelçiliklerimize tamimler gönderilerek, büyükelçi ve konsolosların, Fetullah Gülen Okullarının açılışlarına katılmaları, bu okullara yardımcı olunmaları isteniyordu. Şüpheli ..........un abisinin bu okullarda öğretmenlik yapması, şüpheli ..........u bağlamadığı gibi, yukarıda belirttiğimiz nedenlerle bu okullarda öğretmenlik yapılması da tek başına Feto Örgütü üyeliğinin kanıtı olamaz.

Sayın Adalet Bakanımız BOZDAĞ; daha yakın geçmişte,TBMM Genel Kurulunda, Fethullah Gülen'e 'çete' diyen muhalefet vekillerine tepki göstererek; "Fethullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz,sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır.Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şey de açık.Devletin denetimi gözetimi altında açık. Her şey göz önünde olan...Hakkında savcılık kararı olmayan birine çete derseniz ona haksızlık edersiniz" şeklinde konuşma yapmış olup, bu konuşma Meclis zabıtlarındaki yerini almıştır.

Fetullah GÜLEN Cemaatine göz yuman,devletin kurumlarının içine sızmasına yardım eden, bu cemaati koruyup kollayan,bu cemaate mensup olmayı ayrıcalıklı kılan, bu cemaate yakınlığı teşvik eden, bu cemaate yakın olanları işe almalarda tercih eden, lafın kısası;bu cemaatin, ülkenin demokrasisini yıkmayı ve ülkeyi bölüp parçalamayı göze alacak kadar silahlı bir terör örgütü konumuna gelerek güçlenmesine sebebiyet veren, ülkeyi 15.Temmuz hain darbe girişimi ile karşı karşıya bırakan örgütün siyasi ayağının üzerine gidilmemesine, mecliste kurulan darbe girişimini araştırma komisyonunun hala görevine başlayamamasına rağmen, bir cadı avına girişilerek, gizli tanık denilen meçhul kişilerin hiçbir kanıta dayanmayan soyut iddialarına dayanılarak müdafiiliğini yaptığımız şüpheli ............un tutuklanması, kamu vicdanını yaralamıştır.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olmakla suçlanan hepsi müdür rütbesinde olan müdafiiliğini yaptığımız şüpheli ............ ve birlikte tutuklanan diğer şüphelilerin tamamı, görevlerinin başında iken gözaltına alınmışlardır.Bu şüphelilerin tümü, FETO örgütü tarafından gerçekleştirilen hain darbe girişimi sırasında görevlerinin başında olmuşlar ve darbe girişimine karşı mücadele etmişler, darbecilerin saflarına katılmamışlardır. Bu ne büyük bir çelişkidir? Hem FETÖ Terör Örgütü üyesi olmakla suçlanacaksın, buna karşılık, bu darbe girişimini fırsat bilerek darbecilerin saflarına katılmayıp, darbecilere karşı mücadele vereceksin.Bu çelişki dahi, müvekkil şüphelinin FETO/PDY Terör örgütünün üyesi ve mensubu olmadığının en önemli ve değerli kanıtıdır.

15.Temmuz.2016 hain darbe girişimi ortamına sürüklenen ülkemizin, çok zor ve olağanüstü koşullardan geçtiği,bu zor koşulların aşılabilmesi için her Türk Vatandaşına görev düştüğü yadsınamaz, ancak bu zor koşulları hukuk,hak ve adalet sınırları içinde kalarak geçmek zorundayız.

Yargıçlarımızın, ülkenin bu zor ve olağanüstü koşullardan çıkarak normalleşmesi için,olağanüstü koşulların baskısı altında kalmadan, yasaları zorlamadan,yasalara uygun kararlar vermeleri,devletin temeli olan adalete gölge düşürecek kararlara imza atmamaları zorunludur. Hiçbir olağanüstü koşul, hukukun ve adaletin üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmamalıdır. Yargıç'ın görevi; her koşulda, yasaları uygulayarak, adaleti tesis etmektir.Bu olağanüstü koşullarda, kurunun yanında yaşların yanmasının önüne geçmek, cadı avına alet olmamak yargıçlarımızın asli görevleridir. Kurunun yanında yaşın yakılması, suçsuz insanların hukuken mağdur edilmeleri, temel direği adalet olan devletimizi güçlendirmeyecek, bilakis devlete olan güveni sarsacak ve devletimize zarar verecektir.

Yukarıda açıkladığımız nedenler ve endişelerle,............. müdafiiliğini yaptığımız şüpheli ...........un; bihakkın veya adli kontrol şartıyla salıverilmesi için, tutuklanmasına ilişkin karara itiraz etme zarureti hasıl olmuştur.”

Yukarıda tırnak içinde akuduklarınız,bir makaleden değil, müdafiiliğini yaptığımız tutuklanan bir şüphelinin tutuklanmasına ilşikin haksız karara karşı yaptığımız itiraz dilekçesinden alınmış pasajlardır.

Okuduğunuz bu alıntılar; ülkenin içinde bulunduğu, at izinin it izine karıştığı, kurunun yanında yaşın da yandığı cadı avını gözler önüne sermeye yetmiyor mu? 08/09/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu











31 Ağustos 2016 Çarşamba

KÜRSÜLERİN ARKA ÜST DUVARLARINDA YER ALAN ADALET DEVLETİN TEMELİDİR SÖZLERİNİ İNDİRİN LÜTFEN !..



Adalet devletin temeliymiş de bizim haberimiz yokmuş.

Mahkeme kürsülerinin arkasındaki duvarın üst bölümünde yer alan ve üzerinde “Adalet Devletin Temelidir” yazılı levhaların, bugün için bir anlamı kalmış mıdır?

Yargı, bağımsızlığına ve tarafsızlığına kavuşuncaya kadar, indirin bu levhaları lütfen.

Yargı ve adalet, günümüze kadar böyle örselenmemiş ve sahipsiz kalmamıştır.

Yargı ve adalet, devletin temeli olma işlevini kaybetmiş, siyasal iktidarın bekçiliğine alet edilir hale getirilmiştir.

Yargı; 15.Temmuz hain darbe girişimini bahane ederek, beraberlik çağrısı kisvesi altında,kendi kafasındaki düşüncelerine göre, muhalefete danışmadan ve Meclisi devre dışı bırakarak devleti yeniden yapılandırmaya çalışan iktidarın sağ kolu haline getirilmek istenmekte ve etkin pişmanlıktan yararlanacakları vaatleri ile gizli tanık yapılan kişilerin gerçek dışı beyanlarıyla, muhalif masum kişilerin dahi Fetocu ilan edildikleri cadı avına alet edilmektedir.

Durum,yargı adına çok vahimdir.

Yargı; yeni adli yılın açılış törenleri bahane edilerek, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının vesayeti ve himayeleri altına alınmak ve Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılacak olan yeni adli yıl açılış töreni ile bu vesayetin dost ve düşmana ilan edilmesi için gün sayılmaktadır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi, ayaklar altında perişan ve can çekişmektedir.

Teşbihte hata olmaz,yargı sarayın haremine cariye yapılmak istenmektedir.

15.Temmuz.darbe girişiminin zorunlu kıldığı birlik ve beraberlik ruhu;muhalefetin, siyasal iktidarın tüm icraatlarına tartışmasız itaat etmesi,eleştiri hakkını kullanmaması ve yargının da yürütmenin ve siyasal iktidarın vesayeti ve emri altına girmesi demek değildir.

Birlik ve beraberliğin devamı konusunda azami özen ve gayreti göstermek, dayatmalardan ve olup bittilerden kaçınmak görevi, en başta siyasal iktidara düşmekte olup,birlik ve beraberliğin; siyasal iktidarın,kendi iktidarını dikensiz bir gül bahçesinde sürdürmesi için siyasal iktidara tanınan bir imtiyaz olmadığı, ülkenin menfaat ve yararlarıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır.

Sayın Cumhurbaşkanının adli yıl açılış törenlerinin tüm haklı itirazlara rağmen, Cumhurbaşkanlığı Sarayında yapılması konusundaki çabalarının, 15.Temmuz hain darbe girişiminden sonra yakaladığımız birlik ve beraberlik ruhuna zarar vereceğini değerlendiriyor ve ülkemiz adına endişeleniyoruz. 31/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

26 Ağustos 2016 Cuma

TSK'NIN VE EMNİYET TEŞKİLATININ ÖNEMİ VE VAZGEÇİLMEZLİĞİ




Ülkemizin en gerekli olan iç ve dış güvenliğini sağlamak için çok önemli iki kurumumuz vardır.

Bunlardan ilki, ülkemizin ve vatanımızın emperyalist düşman devletlerin saldırılarından ve işgallerinden korunmasını sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri olup; ikincisi de, ülkemizin iç güvenliğini, vatandaşın huzurunu, can ve mal güvenliğini, ülkenin genel olarak asayişini koruyan ve sağlayan jandarma ve polis teşkilatından oluşan emniyet teşkilatımızdır.

Bu iki kurumumuzdan asla vazgeçemeyiz, bu nedenle Türk Sialhlı kuvvetlerimizi ve Türk Emniyet Teşkilatımızı güçlendirmek, itibarlarını en üst düzeyde tutmak ve yıpratmamak zorundayız.

Aynı şekilde, görevleri ayrı olan ve birbirini tamamlayan bu iki kurumumuzu karşı karşıya getirmemeye, bu iki kurum, sanki birbirlerine rakip kurumlarmış gibi bir algı yaratmamaya, her ikisine de layık oldukları itibarı ve onuru sağlamaya mecburuz.

Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Emniyet Teşkilatına, kesinlikle siyaseti sokmamak, bu iki önemli ve güzide kurumumuzu siyasetten uzak tutmak zorundayız.

Bu iki kurumumuz;hiç hak etmedikleri halde, politikacıların kötü yönetimleri ve Fetullah GÜLEN Cemaati ve örgütünün mensuplarının içlerine sızmaları nedeniyle, etkinliklerini ve tarafsızlıklarını kaybetmiş ve Emniyet Teşkilatımız; Türk Silahlı Kuvtlerini zayıflatmaya yönelik kumpas davalarının aleti ve mutfağı haline, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz de; kumpas davalarıyla atılan Atatürkçü subaylarımızın yarattığı boşluğu doldurarak önemli komuta kademeleine FETÖ Silahlı Terör Örgütüne mensup subayların atanmalarıyla, adeta bir terör çetesi haline getirilmeye çalışılmış ve 15.Temmuz darbe girişimi ile tüm bu gerçekler kesin olarak yüzümüze bir şamar gibi çarpmıştır.

Hain FETÖ Silahlı Terör Örgütünün içlerine sızması nedeniyle, demokrasi tarihimizdeki en kötü günlerini yaşayan Emniyet Teşkilatımız ile Türk Silahlı Kuvvetlerimize en fazla sahip çıkma ve onlara güvenme zamanı bugündür.

Kurum olarak bu iki teşkilatımızın hiçbir suçu yoktur. Milletçe, Emniyet Teşkilatımıza ve Türk Siahlı Kuvvetlerimize kurum olarak sahip çıkmak,onlara güvenmek,inanmak ve onurlandırmak zorundayız.Onları, kurumsal olarak eleştiri anlamına gelebilecek söz ve davranışlardan sakınmak zorundayız.Eleştirilerimizi,bu teşkilatların kurumsal yapılarına değil, bu kurumlarımızı kendi siyasi ve şahsi menfaatleri için bugünkü duruma getirenlere yönelik olmalıdır.

En başta siyasal iktidar, bu hassas noktaya özen göstermeli ve özellikle kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetlerimize potansiyel bir darbeci gözüyle bakan söz ve davranışlardan,yasal düzenlemelerden uzak durmalıdır.

Savcılığımız döneminden bir anımızı sizlerle paylaşalım; doksanlı yılların başlarında, İzmir de bölücü PKK örgütünün il düzeyinde önemli kişisi olan bir militan,örgütle ters düşmüş ve örgüt tarafından gözaltına alınmış ve büyük bir ihtimalle infaza tabi tutulacağı sırada, polisin bir operasyonuyla PKK'nın elinden canı kurtarılmıştı. Yaşanmış olan bu canlı örnek de göstermektedir ki; Emniyet ve Polis Teşkilatımız, kurum olarak iyi yönetildiği taktirde, işte böyle, sade vatandaş, terörist demeden tüm insanların can ve mal güvenliklerini sağlayan vazgeçilmez bir kurumumuzdur.

Türk Silahlı Kuvvetlerimize gelince; bu ülkenin bölünmez bütünlüğü ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda neler yapabileceğini, iki gün önce canlı olarak tüm dünyaya göstermiş, darbecilerin 15.Temmuz gecesi boğaz köprüsüne çıkararak insanların üzerine ateş açtırdığı tanklarımız; bu kez,Atatürkçü,ülkesine ve vatanına, vatanın bölünmez bütünlüğüne bağlı gerçek subay ve askerlerimizin komutasında, Uluslararası antlaşmaların ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak ve meşru müdafaa hakkını kullanarak Suriye topraklarına girerek, Suriye sınırımızda konuşlanan ve ülkemize zarar veren IŞİD'i, Cerablus'tan söküp atmış ve IŞİD'in boşalttığı Cerablus'a yerleşerek Suriye sınırında bir Kürt koridoru oluşturmayı amaçlayan PYD/YPG militanlarına da hak ettikleri dersi vererek, kurum olarak gerçek bir Türk Silahlı Kuvvetlerinin neler yapabileceğini, Türk Silahlı Kuvvetlerinin,Türk Vatanı ve Milleti için ne kadar önemli bir kurum olduğunu,içeride ve dışarıda herkese göstermiştir.

Kimse unutmasın, şurada 30.Ağustos büyük zaferin yıldönümüne dört gün kaldı, bu zaferi kazanan ve Osmanlının küllerinden bugünkü modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran; o dönem, cepheye silah ve mermi taşıyan kadınlarımız dahil, sivil halkımız ve erinden mareşaline kadar üniformalı, üniformasız tüm askerlerimizden oluşan şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz değil midir?

Yaşın 30.Ağusts Zafer Bayramı ve bu bayramı bize yaşatanlar,30.Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletine kutlu olsun,selam olsun Şanlı Ordumuza ve onun fedakar mensuplarına, selam olsun daha bugün Cizrede şehit olan 11 emniyet mensubumuza ve ondan önce ülkemizin çeşitli yörelerinde vatan için şehit olan ve yaralanarak gazi olan Emniyet mensuplarımıza, hepiniz iyi ki varsınız ve var olmaya da devam ediniz. 26/08/2016


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

23 Ağustos 2016 Salı

CADI AVI (MI)



Değerli okurlar ve dostlar, sizlerden uzunca sayılabilecek bir süre ayrı kaldığımızın farkındayız, bu ayrılık için bilmem sizler ne düşündünüz?

Hemen söyleyelim,bir sorun yok, alo Fatih vaziyetleri falan değil, iş yoğunluğundan kaknaklı zorunlu bir ara veriş.

Hepimizin nefretle kınadığımız ve lanetlediğimiz 15.Temmuz darbe girişiminin;bu ülkenin yok olmaya yüz tutmuş olan yargısına, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına bir kat daha darbe vurduğuna ve devletin temeli olan adaletin iyice örselendiğine tanık oluyoruz.

Hepiniz yazdığımız makalelerden çok iyi bilirsiniz, Atatürkçü,hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demoratik ve laik bir hukuk devletini savunan, hukukun üstünlüğünden,hak ve adaletten ödün vermeyen bir duruşumuz vardır.

Bu nedenle, hukukun üstünlüğünü,insan hak ve özgürlüklerini benimseyen ve savunan bir hukukçu olarak; haklarında, herhangibir somut delil olmaksızın, sadece dindar oldukları, devletin çalışma izni verdiği Gülen Cemaati okulları olarak anılan legal okullarda çocuklarını okuttukları, yine devletin para ve mevduat toplama izni verdiği, yasal olarak ülkemizde faaliyet gösteren Bank Asya'da hesap açtırdıkları, yine bir zamanlar legal olarak yayın yapan Zaman Gazetesine abone olup bu gazeteyi okudukları, bir zamanlar legal olan ve siyasal iktidarın koruması altında, devletin yargısında,emniyetinde,milli eğitiminde ve ordusunda kadrolaşan,bir zamanlar el üstünde tutulan ve ona yakın olmanın ayrıcalık haline geldiği, bu nedenle her kesimden insanın ona yakın olduğunu göstermek için yarış ettiği Fetullah GÜLEN Cemaatine para ve kurban bağışında bulundukları gerekçesiyle, varsayımlara dayalı olarak, FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle gözaltına alınarak cadı avına tabi tutulan suçsuz ve günahsız iki eski müvekkilimize hukuki yardımda bulunmak ve adalete hizmet etmek durumunda kaldık ve sizlerden bir süre ayrı düştük.

Bu ayrı kaldığımız süre içinde, bu cadı avına, müdafi olarak müdahil olan bir hukukçu olarak gördük ki; durumları yukarıda belirttiğimiz kriterlere uyan çoğu kişi, delilden gerçek suçluya değil, suçlu ilan edilen kişiden delile ulaşmak amacıyla gözaltına alınmışlar. Tek bir merkezden hazırlanarak dağıtıldığını zannettiğimiz yukarıda belirttiğimiz kriterler üzerinden kendilerine kollukta sorular sorulan şüpheliler, olumsuz cevaplar verdiklerinde manevi baskıya alınarak,aynı sorular olumlu cevaplar alınana kadar tekrarlanmakta ve suçu kabul edip başkalarının isimlerini de verdikleri taktirde,etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak cezadan kurtulacakları söylenmektedir.

Kişiler suçlanırlarken ve kendilerine sorular sorulurken, 15.Temmuz.2016 darbe girişimi tarihi değil, 17/25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturma süreci baz alınarak büyük bir haksızlık yapılmaktdır.

17/25 Aralık süreci; siyasal iktidarın, kendi tek yanlı iradesiyle ve işine geldiği gibi belirleyerek milat olarak kabul ettiği bir tarih olup;bu tarih, FETÖ Terör Örgütüne üye olmak suçunun baz alınacağı bir milat olarak akbul edilemez. Zira,17/25 Aralık 2013 süreci; halkımızın çok hassas olduğu, dört bakanın istifa etmek zorunda kaldıkları, ciddi delilleri içeren bir yolsuzluk ve rüşvet soruşturması ambalajı içinde topluma sunulduğu için, hükümeti görevi bırakmak zorunda bırakacak önemli bir süreç olmasına rağmen, siyasal iktidarın bu süreci hükümete yapılan bir darbe olarak nitelendirmesi, halkımızın çoğunluğu tarafından kabul görmemiş ve inandırıcı bulunmamıştır.

Bu nedenle, Fetullah GÜLEN Cemaatinin; ülkemizin meşru anayasal düzenini yıkmak, Meclisi ve Bakanlar Kurulunu çalışamaz hale getirmek ve hatta ülkemizin Suriye ve Irak gibi parçalanmasını ve ülkemizde bir iç savaş çıkmasını amaçlayan silahlı bir terör örgütü haline gelmiş bulunduğu, kesin ve net olarak,15.Temmuz.2016 darbe girişimi üzerine açığa çıkmış ve bizi yönetenler ve tüm halkımız tarafından tehlike ancak anlaşılabilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanının; 15.Temmuz.2016 darbe girişiminden sonra, “Bu cemaatin gerçek yüzünü bugüne kadar ortaya çıkaramadığımız için, rabbimden ve halkımdan af ve özür diliyorum”sözleriyle dile getirdiği samimi itiraf ve özeleştirisi de; bizim, bu örgütün gerçek yüzünün ancak 15.Temmuz.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi ile açığa çıkmıştır görüşümüzü açıkça desteklemektedir.

Bu ülkenin Adalet Bakanının, darbe girişiminden sonra Mecliste yaptığı bir konuşmasında; Gülen Cemaatinin devlet içinde F tipi bir yapılanma içinde bulunduğunu iddia ederek, bu konuyu araştıracak bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için önerge veren ve bu önergesi AKP oylarıyla reddedilen anamuhalefete dönerek, anamuhalefete hak veren, “Dün biz size inanmadık” sözlerine yer vermesi de, siyasal iktidarın 15.Temmuz.darbe girişimine kadar, hiçbir şeyden haberdar olmadığını açıkça ortaya koymuştur.

Şu gerçek de asla unutulmamalıdır.Testi kııldıktan sonra herkes yol gösterir,önemli olan testiyi kırdırmamaktır.

15.Temmuz.2016 darbe girişimi ile bizi yönetenler dahil herkes, korkunç gerçekleri ve Fetullah Gülen Cemaatinin gizli ve gerçek yüzünü tam anlamıyla ancak görebilmiştir.Bu nedenle, 15.Temmuzda net olarak ortaya çıkan duruma ve gerçeklere bakarak, yani 15.Temmuzun bilgi ve koşullarıyla cadı avına girişerek, geçmişi yargılayamayız, dini duyguları istismar edilen günahsız ve iyi niyetli kişileri, FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi oldukları iddiasıyla suçlayamayız.Bugün örgüt üyesi olmakla suçlanan kişilerin, 15.Temmuz.2016 darbe girişiminden önceki bilgiler ve koşullar içinde, suçsuz olduklarının değerlendirilmesi, masumluk karinesinin de zorunlu bir gereğidir.

Haklarında, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün üyesi olduklarına dair somut kanıtlar bulunmadan, sadece, bir zamanlar altın nesil yetiştiriyor, Türkçeyi ve Türkiyeyi dışarıda tanıtıyor ve ülkemizin reklamını yapıyor gerekçesiyle göklere çıkarılan bizi yönetenler tarafından korunup kollanan cemaat okullarına çocuklarını kaydettirdikleri, legal bankalarda hesap açtırdıkları, legal gazteleri ve dergileri okudukları, bir zamanlar iktidarın gözbebeği ve koalisyon ortağı olan Gülen Cemaatine, yakın geçmişte, o cicim yıllarında para ve kurban yardımında bulundukları varsayımıyla, terör örgütü üyesi olmakla suçlanarak gözaltına alınan ve hatta tutuklanan masum halkın sığınacağı tek liman yargıdır, bu nedenle, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan yargıçlarımız; içinde bulunduğumuz bu zor ve ağır koşullarda, korkusuzca hukukun üstünlüğünü ve devletin temeli olan adaleti sağlamak ve dağıtmak zorundadırlar. 23/Ağustos/2016


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu