29 Mayıs 2017 Pazartesi

İŞLENEMEZ SUÇ



Herkesin bildiği gibi,SÖZCÜ Gazetesinde görevli iki gazeteci,yayınladıkları bir haber nedeniyle, iki gün önce Sayın Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın Marmariste kaldığı oteli 15.Temmuzda darbecilere bildirmek suretiyle FETÖ Örgütüne yardım ettikleri gerekçesiyle tutuklandılar.

Her suçta olduğu gibi, silahlı terör örgütlerine yardım suçunda da, kasıt unsurunun bulunması zorunludur. Bu nedenle, tutuklanan iki gazetecinin darbe girişiminin yapıldığı tarihte ERDOĞAN'ın Marmariste kaldığı oteli haber yapma eylemlerinde de, bilerek ve isteyerek örgüte yardım etme kasıtlarının bulunması zorunludur.

Bu haberin verilmesinin; sadece, kamuoyuna bilgi vermeyi hedefleyen bir gazetecilik eylemi ve faaliyeti amacı ve çerçevesi içinde kalması, asla suç oluşturmaz. Gazetecilerin bu haberi verirken, darbe girişiminde bulunmayı hedefleyen yasa dışı bir örgüte, darbenin hedefinde bulunan Cumhurbaşkanına kolayca ulaşarak ona zarar vermeleri için, Cumhurbaşkanının Marmariste kalmakta olduğu otelin adını ve yerini bildirme kastıyla hareket ettiklerine dair, kesin ve inandırıcı kanıtların bulunması ve bu haberin gazetecilik ve kamuoyunu bilgilendirme adına hiçbir haber değerinin bulunmaması gerekir.

Oysa ki; ülkemizde, özellikle ÖZAL'ın Cumhurbaşkanlığı döneminden itibaren, Cumhurbaşkanlarının bayram ve sair günlerde üç beş gün süreyle uzun sayılabilecek olan bir tatile çıkmaları halinde, Cumhurbaşkanının tatilini geçireceği belde ve kalacağı otel'in, insanlarımız tarafından merak konusu olması nedeniyle, önemli gazetelerin Cumhurbaşkanının tatilini geçierecği belde ve oteli bulup gazetelerinde özel haber yapmaları bir gelenek ve alışkanlık haline gelmiş, bu haberi yapan gazete ve gazeteciler, başarılı bir iş yapmış sayılmışlardır.

Sözcü Gazetesinin tutuklanan mensuplarının da yaptıkları haberin, bu çerçevede ele alınması gerekirdi.

Kaldı ki, SÖZCÜ Gazetesi yazarlarının bu haberi yapmadan önce, FETÖ yanlılarının 15.Temmuz akşamı darbe girişiminde bulunacaklarını bilebilmeleri de mümkün değildir.Tutuklanan gazetecilerin, darbe yapılacağını önceden bildikleri, darbeyi haber aldıkları, buna rağmen sessiz kalarak,Cumhurbaşkanının Marmariste kaldığı oteli deşifre eden haberi yazdıkları da iddia edilmemektedir.

Darbe girişiminde bulunulacağından, bir binbaşının MİT'e yaptığı ihbara rağmen, MİT'in ve Genelkurmayın dahi, 15.Temmuzda darbe yapılacağı konusunda kesin bir bilgileri yoktur.

Bu itibarla, tutuklanan iki SÖZCÜ yazarının eylemlerinde, üzerlerine yüklenen suçun manevi unsuru olan kasıt unsuru bulunmamaktadır.

Suçun maddi unsuruna, yani eylem unsuruna gelince; suçun maddi unsuru da gerçekleşmemiştir.

Zira; özellikle bugünkü (29/Mayıs/2017) Sözcü Gazetesinde yer alan bir habere göre, Meclisin Darbeyi Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan rapor içeriğinde, darbecilerin; Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın yerini, darbeden üç gün önce belirleyip fotoğrafladıkları tespiti yer almaktadır. Resmi bir belge niteliğindeki Darbeyi Araştırma Komisyonu Raporunda yer alan bu bilgi ve tespite bakıldığında, Cumhurbaşkanının Marmariste kaldığı otelin ve adresin, darbeden üç gün öncesinde,darbeciler tarafından zaten biliniyor olması nedeniyle, tutuklanan iki SÖZCÜ yazarının işledikleri iddia edilen örgüte yardım suçunun konusu (mevzuu) kalmamış olup, tutuklanan gazetecilerin bu haberi örgüte yardım kastıyla yaptıkları kabul edilse dahi, gazetecilere yüklenen örgüte yardım suçu, suçun mevzusuz kalması nedeniyle, işlenemez bir suç haline gelmiştir. Daha önce ölmüş bir kişinin cesedine, onun ölmüş olduğunu bilmeden, sonradan yapılan öldürücü bir darbenin, öldürme suçuna vücut vermeyeceği gibi. 29/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Mayıs 2017 Perşembe

FETÖ SUÇLAMALARININ MİLADI NE OLMALIDIR?




Bu sorunun cevabını vermeden önce, şu ayrımı yapmak durumundayız. Bir tarafta Devletin yetki sahibi üst düzey yöneticileri ve siyasetçileri, diğer tarafta ise;dini duyguları,din tüccarı siyasiler ve cemaatler tarafından istismar edilerek aldatılan, ellerinde hiçbir devlet yetkisi ve imkanı bulunmayan,devletin istihbarat raporlarından habersiz ve aldatılmaya müsait gariban ve masum dindar vatandaşlar.

Ülkeyi yöneten,Cumhurbaşkanları,Başbakanlar,Bakanlar,Milletvekilleri,Valiler ve benzeri, büyük yetki sahibi üst düzey devlet yöneticiler için, FETÖ örgütlenmesinden dolayı kendilerinden yasa önünde hesap sorulabilmesinin miladı olarak, 17/25 Aralık 2013 tarihinden çok önceki tarihlere gidilebilmelidir.

17/25 Aralık 2013 tarihinden önce ve sonra şeklindeki milat belirlemesi, bu tarihe kadar FETÖ örgütlenmesi ile iç içe ve senli benli olan, iş birliği içinde hareket eden siyasal iktidar tarafından yapılmış olup,bu belirleme, haklı ve inandırıcı değildir. Şayet,iktidar ile FETÖ arasındaki işbirliği; dersaneler,MİT krizi ve sair sebeplerle bozulmamış ve aralarında bir iktidar kavgası başlamamış, en önemlisi de 17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması patlak vermemiş olsaydı,, AKP iktidarı ile FETÖ arasındaki işbirliği, 17/25.Aralık tarihinden sonra da devam edecekti.

FETÖ yapılanmasından, FETÖ'nün; devletin adliyesine,emniyetine,milli savunmasına ve akla gelebilecek tüm kadrolarına sızmış olduğundan haberdar olan ve bu sızma operasyonlarına ilişkin kararnamelerde bizzat kendi imzaları bulunan AKP iktidarının, emrindeki devlete ait tüm istihbarat kurumlarından gelen binlerce bilgi ve istihbari raporlara rağmen, hain FETÖ yapılanmasından haberinin olmadığını iddia etmek abesle iştigaldir.

Bu gerçeklere rağmen, kendisini temize çıkarmak amacıyla, tamamen kendi şahsi ve siyasi menfaatini düşünerek, taraflı bir şekilde, rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının yapıldığı 17/25.Aralık.2013'ü milat alarak, eskiye sünger çekip, bu tarihten sonra Bank Asyada parası olanlarla, FETÖ kontrolünde oldukları iddia edilen okullarda çocuk okutanların üzerine acımasız bir şekilde giderek, bizzat kendi tutumlarıyla bir zamanlar cazibe merkezi haline getirdikleri, mensubiyetleri kendileri için bir ayrıcalık haline getirilmiş bulunan Fetö Cemaatini, 17/25Aralık.2013 tarihi itibariyle silahlı terör örgütü ilan eden şiyasal iktidarın, yürütme erki olarak belirlediği bu tarihin, yürütmeden bağımsız olması gereken yargıyı bağlamaması ve yargının; her soruşturmanın ve şüphelinin kendi özel koşullarına ve konumuna bakarak, suç tarihini ve sorumluluk durumlarını taktir edip belirlemesi zorunludur.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, devletin tüm istihbarat birimleri emirlerinde olan, onların raporları masalarının üzerine konulan üst düzey devlet yöneticileri için; FETÖ Cemaat ve örgüt yapılanması yönünden sorumluluk belirlemede; 17/25 Aralık.2013 tarihinden çok önceki tarihlere gidilmelidir.

Ancak, ülkemizin özel koşulları, halkının yüzde doksan beşinin Müslüman oluşları, gerçek Müslümanlığın halkımıza iyi anlatılamaması, dinin siyasete alet edilmesi, ülkemizde siyaset adına en kazançlı ticaretin din ticareti olması,halkımızın çoğunun cahil ve işsiz olması,din adına kolaylıkla kandırılabilmeleri dikkate alındığında ve özellikle de, FETÖ yapılanmasının adliyedeki savcı ve polisleri tarafından, halkımızın çok duyarlı ve hassas oldukları yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna sarıp sarmalayarak yaptıkları 17/25 Aralık operasyonu, Maalesef Fetö'nün asıl amacını gizlemiş olup, siyasal iktidarın; bu soruşturmanın kendilerine yönelik bir darbe girişimi olduğuna ilişkin feryatları, emirleri altında devletin istihbarat birimleri bulunmayan, bu birimler tarafından düzenlenen istihbarat raporlarından ve hiçbir şeyden haberi olmayan, okuma,bilgi edinme ve araştırma özürlüsü çoğu halkımız tarafından, pek ciddiye alınmamıştır. Ciddiye almamakta da yerden göğe kadar haklıdırlar.

Bu itibarla, her şeyden haberleri olan devletimizi yöneten üst düzey yöneticilerimiz için, FETÖ suçlaması yönünden 17/25 Aralık.2013 tarihinden çok önceki tarihlere gidilebilmeli, ancak, siyasal iktidar tarafından,yakın tarihlere kadar cazibe merkezi haline getirilen, mensupları el üstünde tutulan Fetö yapılanmasını, ülkemizde yaşanan bu gerçekler karşısında aldanarak, çok samimi bir şekilde,yasal bir cemaat olarak gören ve görmeye devam eden mütedeyyin insanlarımızı;kesin ve inandırıcı örgütsel belge,döküman ve sair maddi kanıtlar elde etmeden, bize göre bu sade ve kandırılan vatandaşlar için gerçek milat olarak kabul edilmesi gereken 15.Temmuz.2016 hain Fetö darbe girişiminden önceki tarihlere yönelik olarak, Bank Asya da niçin paran var, falanca okula niçin çocuğunu verdin, Fetö yanlısı olduğu iddia edilen şu derneğe niçin üye oldun, 17/25 Aralık dan sonra bu irtibatlarına niçin son vermedin gibi sudan sebeplerle, insanları FETÖ/PDY Silahlı terör örgütü mensubu olmakla suçlamak, haksızlık ve işin siyasi ayağını unutturma girişimidir.

Kimse yanılmasın, hukukçu kimliği ve tarafsızlığı içinde bugüne kadar binlerce makale yazan bu satırların yazarı, hukukun üstünlüğüne,yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gönülden inanmış,insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik, sürekli CHP'ye oy vermiş vicdan sahibi bir Türk Vatandaşı olup, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde Cumhuriyet Savcısı iken, İzmir Maltepe Askeri Lisesindeki Fetullah Gülen Cemaati yapılanmasına karışanları o tarihte yürürlükte olan 765.Sayılı eski TCK. Nun 163. maddesine göre mahkum ettiren, hemen sonra rahmetli ÖZAL tarafından 163. maddenin suç olmaktan çıkarılması nedeniyle, mahkum ettirdiği cemaat mensubu kişiler salıverilen, emekleri boşa çıkan ve bugüne kadar ülkemizde olup bitenlere, din üzerinden dönen siyasi dolaplara bizzat yaşayarak tanıklık yapan, neredeyse elli yıla yaklaşan bir hukukçudur.25/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Mayıs 2017 Salı

KORKU VİRÜS'Ü




En kötü ve zararlı virüs, korku virüsüdür.Zira diğer virüslerde olduğu gibi, korku virüsü'nün de bir ilacı yoktur.

İnsanın beynine korku virüsü girdi mi,o beyin artık sağlıklı çalışma ve karar alma yeteneğini yitirir ve insanlar sürekli hata yapmaya başlarlar.

Bu korku virüsünün etkisiyle alınacak olan yanlış kararlar;hem kararı alana ve hem de o kararın muhataplarına büyük zararlar verir.Korkunun kazanan tarafı yoktur,korkan ve bu korkunun esiri olarak yanlış ve hatalı kararlar alıp uygulayanlar, sonunda kaybetmeye mahkumdurlar.

Korkular, yeni korkuları doğurur,korkulara önlem olarak alınarak uygulamaya konulan hatalı kararlar;duyulan korkuları gideremediği gibi, korkunun eseri olan bu hatalı karar ve davranışların toplumda yol açacağı yeni oluşumlar ve haklı tepkiler, yeni korkuları doğur ve korkular çığ gibi büyüyerek ortaya çıkan korku sarmalı, tüm topluma hayatı zehir eder.

Bunları niçin yazıyoruz?

Tek suçları,KHK ile görevlerine son verilmesi üzerine, hukuksuz olduğuna inandıkları bu görevden alınma işlemi nedeniyle, seslerini ilgililere duyurmak için, demokratik ve barışcıl protesto haklarını kullanarak, bireysel olarak açlık grevi yaparlarken, eylemlerinin 76.gününde durduk yere gözaltına alınarak, yasal koşulları olmadığı halde tutuklanan iki eğitimcinin açlık grevinden korkan ve bu barışcıl direniş eyleminin diğer insanlara da örnek teşkil ederek, tüm yurt sathına yayılacağı endişesine kapılan siyasal iktidarın, bu iki eğitimciye reva gördüğü hatalı ve hukuka aykırı tutumu ve sergilediği ruh halini, başka türlü izah etmek mümkün değildir.

Siyasal iktidarın; yersiz evham,endişe ve korkuları, iki eğitimciyi tutklamaya sevk eden sayın savcının, bu iki eğitimciye sorduğu sorulardan açıkça anlaşılmaktadır.

Bu iki eğitimcinin, hiçbir yasal nedeni olmadığı halde,yasada yazmayan "delillerin henüz tam toplanmamış olması, tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri ve eylemlerin ceza süreleri dikkate alındığında adli kontrol koruma tedbirlerinin yetersiz kalacağı"gerekçesiyle tutuklanmaları da, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını tamamen yitirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.

İki eğitimcinin tutuklanmalarına ilişkin kararda yer alan; “tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri” şeklindeki gerekçe, Ceza Muhakemesi Kanununda tutuklama nedeni olarak gösterilmediği gibi,bu gerekçe ile neyin anlatılmak istendiği de açık değildir.

Delillerin henüz tam toplanmamış olması da, tek başına tutuklama nedeni olamaz,öncelikle kuvvetli suç şüphesinin varlığını ortaya koyan deliller olacak,bu tutuklamanın olmazsa olmaz ön koşuludur, bu koşul olacak ki,ondan sonra tutuklamanın ek koşullarının var olup olmadığı tartışılabilsin.

Delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması da tek başına yeterli değildir, henüz tam olarak toplanmamış olan bu delillerin, şüpheli veya sanık tarafından karartılacağına dair somut olguların bulunması da gerekecektir,henüz toplanmamış olan deliller, resmi mercilerden sorulan ve/veya istenen bilgiler,kayıtlar raporlar ise, şüpheli veya sanıkların resmi mercilere etki yaparak henüz toplanmamış olan bu delilleri karartmaları ve yok etmeleri mümkün olmayacağından, henüz delillerin tam olarak toplanmamış olması da, çoğu hallerde yasal bir tutuklama nedeni olamaz.

Eylemlerin ceza süreleri de, tutuklama nedeni olamaz.Zira, tutuklama kurumu, maddi hakikate ulaşmanın önündeki engelleri aşmak amacıyla getirilen bir emniyet tedbiri olup, ileride verilmesi muhtemel bir ceza hükmünün peşinen infazı kurumu değildir.Asıl olan tutuksuz yargılanmaktır. Tutuklama; yasada öngörülen nedenlerin varlığı halinde,istisna'en başvurulabilen bir kurumdur.Asıl önemlisi de,bizim yargı sistemimizde, mecburi tutuklama yoktur,yani tutuklamanın yasal koşulları bulunsa dahi, hakim tutuklama kararı vermeyebilir,tutuklama ihtiyaridir.

Tutuklama kurumu ülkemizde yozlaştırılmış ve özellikle son yedi sekiz yıl içinde, siyasi bir sopa olarak kulullanılmaya başlanmştır.

Adalet devletin temelidir sözü,boş yere söylenmiş bir söz değildir.Bu söz,içinde bulunduğumuz bu günler öngörülerek, adaletin önemine vurgu yapmak için söylenmiştir.Devleti temelsiz,yani adaletsiz bırakmaya kimsenin hakkı yoktur.24/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




21 Mayıs 2017 Pazar

BİR DEVLET PARTİMİZ DE OLDU HEPİMİZE HAYIRLI OLSUN!




Referandumdan geçen anayasa değişiklik paketinin hemen yürürlüğe giren bir maddesiyle, Cumhurbaşkanının partisiyle olan ilişkisi kesilir hükmü anayasadan çıkarıldığı için, bugün (21/05/2017) yapılan AKP Olağanüstü Kongresinde 1414 delegenin oyunu alan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, yeniden AKP Genel Başkanlığına seçilmiş ve partili Cumhurbaşkanlığı dönemi, hukuken ve fiilen başlamış bulunmaktadır.

Anayasanın 104. maddesine göre, Devletin başı olan ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı ERDOĞAN,bugün yapılan seçimle AKP'nin genel başkanı da olduğuna göre, AKP;bir anlamda, Cumhurbaşkanının şahsında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de partisi olmuştur.

Bugünden itibaren AKP artık bir devlet partisidir.

Bugünden itibaren AKP; bir devlet partisi olarak, genel başkanının aynı zamanda Cumhurbaşkanı olmasından kaynaklı olarak;maddi, manevi ve protokol yönünden, tüm devlet imkanlarından sonuna kadar yararlanarak, bugünkü konumunun da üzerine çıkacak ve adeta uçacaktır.

ERDOĞAN; öncelikle Cumhurbaşkanı şemsiyesinin ve korumasının altında, diğer siyasi parti liderlerinin çok önünde olacak, parti genel başkanı ve politikacı kimliğiyle yapacağı tüm beyanları ve icraatları eleştirildiğinde, Cumhurbaşkanlığı şemsiyesini paratoner olarak kullanacak ve Türk Ceza Yasasının Cumhurbaşkanlarına tanıdığı cezai ayrıcalıklardan yararlanacak ve bir parti lideri ve siyasi olarak kendisine yönelik yapılacak tüm eleştirilerden, Cumhurbaşkanına hakaret suçu üretilmeye çalışılacaktır.

AKP adına ve yararına yapılacak tüm icraatlar, devletin ve ceza yasalarının koruması altına alınacak, AKP ayrıcalıklı bir devlet partisi muamelesi görecektir.

Sayın ERDOĞAN;bugün genel başkan seçileceği AKP kongresine giderken yaptığı gibi, partisinin siyasi toplantılarına gideken dahi,Cumhurbaşkanı forslu makam aracını kullanacak ve kendisine Cumhurbaşkanı protokolü uygulanacaktır.

ERDOĞAN; bugün Cumhurbaşkanlığının kendisine sağladığı maddi,manevi ve yasal tüm devlet imkanlarının üzerine, iktidardaki AKP'nin meclisteki milletvekili çoğunluğundan kaynaklanan yasama gücünü de ilave edecek ve tek başına yapamayacağı hiçbir şey kalmayacaktır.

Bunun bilincinde olan Sayın ERDOĞAN da; bugün kongrede yaptığı konuşmasında,biraz da meydan okuyarak, açık, net ve kesin bir dille,olağanüstü halin kalkmayacağını açıklamış bulumaktadır.

Oysa ki, anayasamızın 121. maddesine göre, her defasında dört ayı geçmemek üzere olağanüstü hali uzatma yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine tanınmış olan bir yetki olup, Bakanlar Kurulunun sadece meclisten uzatma isteminde bulunma yetkisi vardır,buna rağmen, kendi başkanlığı altında toplanan bakanlar kurulunun sadece başkanı olan ve sadece olağanüstü halin uzatılması için meclisten istemde bulunabilecek olan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, kendisini meclisin yerine koyarak, kendisinden çok emin bir vaziyette, olağansütü halin kalkmayacağını kesin bir dille bugünden açıklamıştır.

Tüm bu oluşumlar ve gerçekler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin; bir devlet partisi haline getirilen AKP'nin,aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olan yeni genel başkanı ERDOĞAN'ın iki dudağından çıkacak olan buyruklarla yönetileceğini, açıkça göstermektedir.

Devlet Partisi AKP, milletimize hayırlı ve uğurlu olsun!

Buradan, CHP'nin parti içi muhaliflerine de seslenmek istiyoruz.Boşuna çenenizi yormayın, mesai harcamayın, ne yaparsanız yapın, kimi genel başkanlığa getirirseniz getirin,gerçekten atı alan Üsküdarı geçmiştir.21/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



18 Mayıs 2017 Perşembe

MİLLİ BAYRAMLAR YASAKLANAMAZ



Bu ülkede milli bayramları kutlamak da yasaklanır hale geldi.

Ne kadar acı değil mi?

Demokratik bir ülkede, milli bayramları kutlamak yasaklanamaz.

Bayramlar kutlanmak için vardır, bayramlarını kutlamak isteyenlere yasak getiren bir ülke olarak anılmak, bizi gerçekten üzüyor.

Aslında, gerçekte olması gereken; bayram kutlamanın yasaklanması değil, bayramların halkımızın en geniş katılımıyla coşku içinde kutlanması için, devletimizin halkımızı teşvik etmesi ve kutlamalar için her türlü güvenlik önlemini alması olmalıdır.

Herbirinin ayrı bir anlamı ve nedeni bulunan, ortak değerlerimizi içeren milli Bayramlarımızı gereği gibi kutlamamak yadırganacak ve ayıplanacak iken;bizim ülkemizde, milli bayramlarımızı geniş bir halk katılımıyla kutlamak isteyenlere kötü gözle bakılmakta ve onlara potansiyel suçlu muamelesi yapılmaktadır.

Neymiş efendim, bazı valilerimiz,güvenlik nedeniyle bayram kutlamalarını yasaklamışlar.

Biz o valilere soruyoruz, sizin göreviniz nedir beyler, bu halk size niçin valilik koltuğu,köşkü,makam otosu ve maaşı veriyor,bayramlara yasak getirin diye mi? Her koşulda halkın mal ve can güvenliğini sağlamak, huzur içinde bayramlarını katlamalarını sağlamak sizin asli göreviniz değil mi?

Olağanüstü hali mazeret olarak ileri sürmeye sakın kalkışmayın.

Olağanüstü hal niçin ilan edildi, terörü önlemek, bazı kişisel özgürlüklere sınırlama getirerek, genel anlamda halkın ve toplumun huzurunu ve güvenliğini daha etkin bir şekilde sağlamak için değil mi?

Bu nedenle, olağanüstü hal; halkın bayramlarını kutlama hak ve özgürlüklerini sınırlandırma ve yasaklama gerekçesi olamaz. Bilakis, olağanüstü hal; etkin güvenlik önlemlerinin daha kolay alınabileceği ve bayramların halkımız tarafından huzur ve sükun içinde kutlanmasının kolaylıkla sağlanabileceği koşulları yaratan bir yönetim halidir.

Beyler, olağanüstü hale, güvenlik nedenlerine sığınmadan açıkça deyin ki; “biz dini bayramlar dışında, milli bayram falan tanımıyoruz,halk milli bayramları kutlayamaz,dini bayramlarımız nelerine yetmiyor,milli bayramlar sınırlı devlet protokolu çerçevesinde kutlanan bayramlardır, Atatürk ve milli ortak değerlerimiz yerine, dini değerlerimize sahip çıkmalıyız.”

Bizler de açıkça bilelim. 18/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Mayıs 2017 Çarşamba

TÜRKAN SAYLAN




Çağdaş Türk kadını,doktor,eğitimci,ülkemizin cüzzam belasını yok eden, okumak isteyen kızlarımızın anası ve destekçisi büyük bilim ve hizmet insanı Türkan SAYLAN'ı, 18.Mayıs.2009 tarihinde kabetmiştik.Onun anısına yazmış olduğumuz “GÖZÜNÜZ AYDIN!..”başlıklı yazımızı, Türkan SAYLAN'ın ölüm yıl dönümlerinde aynen yayınlamayı gelenek haline getirdik,bu geleneğe bu yıl da uyarak, Türkan AYLAN için kaleme almış olduğumuz 19.05.2009 tarihli yazımıza aşağıda aynen yer veriyoruz.
Değerli okurlar,Kurtuluş Savaşının meşalesinin yakıldığı, 19.Mayıs.1919'un anısı ve yıldönümü olan, 19 Mayıs ATATÜRK'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramınız kutlu ve mıtlu olsun,ne mutlu bizim bir kurtarıcımız büyük insan ATATÜRK'ümüz var diyenlere.Büyük ATATÜRK'ü,sevgi ve saygıyla anıyor,ona şükranlarımızı sunuyoruz.18.Mayıs.2017 Güner YİĞİTBAŞI


GÖZÜNÜZ AYDIN!..


Aydınlanmanın simgesi..
Laik..
Demokrat..
Atatürkçü..
Doktor..
Eğitimci..
Çağdaş Türk kadını..
Darbe karşıtı..
Gerçek Vatansever..
Sözde değil, eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden, insan sevgisiyle dolu..
Ergenekon gazisi..
Hukuk mağduru..
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı, geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.
Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek, kanıttan suçluya gidecek yerde, belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle, ağır hasta olmasına rağmen, hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..
Laiklik karşıtları..
Demokrasi ve Atatürk düşmanları..
Çağdaş, modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen, kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..
Türk insanına ve toplumuna, tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip, onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..
Gözünüz aydın...
Ancak, onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.
SAYLAN' ın, bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...
O sözleri, size bir kez daha hatırlatalım.
Sayın Türkan SAYLAN, ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım, ölüme de hazırım” demiş.
Çok doğru söylemiş, kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız, Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.
Dün, bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.
Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler, yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..
Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak, yapanlar adına senden özür diliyoruz.
Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN. 19.05.2009

Güner YİĞİTBAŞI ( Emekli Savcı )




NOKTALI VİRGÜL DAHİ DEĞİL DOĞRUDAN VİRGÜL




Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın,ABD Başkanı Trump ile yapacağı pek de merak edilmeyen görüşmesi Beyaz Saray'da yapıldı.

Doğrusunu isterseniz, heyetler arasındaki görüşmeden önce iki liderin başbaşa yaptıkları görüşme, tahminimizden daha kısa sürdü, bu başbaşa görüşmenin basına açık bölümünü,tercümeleri ve saireyi çıkardığınızda, net olarak on dakika civarında olduğu anlaşılmaktadır.

Görüşme öncesinde heycanlı olduğu gözlemlenen ERDOĞAN'ın, basının önüne çıktıklarında gazetecilere hitaben yaptığı konuşmasında yer verdiği;özellikle, “YPG muhatap alınmamalıdır” şeklindeki beyanından, tahmin edildiği gibi, Trump'un Rakka harekatını YPG güçleriyle birlikte gerçekelştirme konusundaki kararından geri adım atmadığı sonucuna varmış ve bu nedenle de, sosyal medyada yaptığımız ilk değerlendirmemizde, ERDOĞAN'ın köprüleri attığı değerlendirmesini yapmıştık.

Heyetler arası görüşmelerden sonraki açıklama ve gelimelerden anlaşılmaktadır ki, YPG konusundaki kararından geri dönüş yapmayan ABD ile bundan sonraki ilişkilerde, ABD'ye karşı bırakınız nokta koymayı, noktalı virgül dahi koymadığımız, doğrudan yeni bir virgül atarak, ilişkilere kaldığı yerden devam edilecektir.

Oysa ki; Sayın ERDOĞAN, Çin üzerinden ABD'ye gitmek üzere ülkemizden ayrılırken yaptığı açıklamasında, YPG konusunda çok kararlı bir tutum sergileyerek, ABD Başkanı ile yapacağı görüşmenin bir virgül mesabesinde değil, nokta besamesinde olduğunu beyan etmişti, başka bir ifadeyle; ABD ile ya anlaşacaklarını, ya da nokta koyup köprüleri atacaklarını ifade etmeye çalışmıştı.

Bizler de, ülkemizi temsil eden Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın, ABD ile yapılacak olan görüşmenin virgül değil,nokta besamesinde olacağına ilişkin bu beyanlarına, haklı olarak inanmış ve güvenmiş,artık ABD'nin boş laflarına aldanmayacağını da düşündüğümüzden ve başbaşa görüşmenin çok kısa sürmesine de bakarak, Sayın ERDOĞAN köprüleri attığını düşünerek yanılmışız.

Heyetler arası görüşmelerde, muhtemeldir ki,ABD;Fetö'nün iadesi konusunda kapıları kapatan olumsuz bir beyan yerine, iade konusunda kapıları hala açık tutan ılımlı bir yaklaşımda bulunmuş, YPG ile işbirliğindeki kararlılığına rağmen, PKK'yı ayrık tutarak, PKK'nın bir terör örgütü olduğuna ilişkin görüşünü tekrarlamış ve PKK ile mücadelede, her konuda elinden gelen yardımı ülkemizden esirgemeyeceklerini, Türkiye'ye çok önem verdiklerini, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını, Türkiye'nin toprak bütünlüğünün ABD'nin de yararına olduğunu açıklamış ve heyetimizin gazını almış olmalı ki, ABD-Türkiye ilişkilerine bırakınız bir nokta koymak ve dondurmak, noktalı virgül dahi konmadan doğrudan virgül koymakla yetinilmiş ve Sayın ERDOĞAN bundan sonraki ilişkilerin hayırlara vesile olmasını dilemiştir.

Trump'un ERDOĞAN'a yönelik güler yüzü,sırt sıvazlayan el ve kol hareketlerinin eşliğinde çok samimi bir havada geçen bu görüşme;iç politika yönünden ve özellikle AKP Olağanüstü Kongresinde ERDOĞAN lehine propaganda ve dolgu malzemesi olarak kullanılacak, ERDOĞAN'ın ABD'ye gidişi öncesinde yaptığı, bu ziyaret ve görüşmenin virgül değil, nokta mesabesinde bir görüşme olacağına ilişkin kararlı tutumu ve beyanı unutularak görmezlikten gelinecektir.

Bize göre bu görüşmenin en yararlı ve ilginç yönü, heyetlerde yer alan damatların, karşılıklı aynı masada oturup yemek yiyerek tanışmış olmalarıdır! 17/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Mayıs 2017 Pazar

ANNELER GÜNÜ



Erkeklere göre kadınları daha üstün kılan en önemli özellik;kadınlarımızın,doğurgan ve anne olmaları, erkekleri de dünyaya getirerek hayata hazırlamalarıdır.

Bugün kadınlarımız için çok özel ve güzel bir gün olan Anneler günü.

Biliyorsunuz, yeryüzünde evrensel olarak kutlanan birçok gün var.Babalar günü, sevgililer günü ve saire günler.Bana göre,bir kalemde hepsini geçiniz,tutan ve gerçekten kutlanmayı hak eden gerçek ve tek bir gün var, o da anneler günü.

Kadının,herşeyden önce bir anne olduğunu unutmadan,kadına bir anne şevkatiyle ve anneye gösterilmesi gereken saygıyla yaklaşılması dileğiyle, en başta eşim, rahmetli annem,kızım ve Zübeyde Anamız olmak üzere, yeryüzündeki tüm annelerin anneler gününü kutluyor ve bu vesileyle, 11/03/2015 tarihinde kaleme alıp yayınlamış bulunduğumuz. KADIN başlıklı makalemize, bu anlamlı günde,tüm kadınlarımıza ithaf ederek aşağıda aynen yer veriyoruz. 14/05/2017 Güner YİĞİTBAŞI


K A D I N!...

Erkek egemen toplumumuzda sevgili kadınlarımız erkeklerden kaynaklı daha ne kadar eziyet ve çile çekecekler?

Erkeklerimiz; kadınlarımızı, ne zaman, kendileriyle eşit, aynı hak ve özgürlüklere sahip, yaradanın bir kulu ve insan olarak görmeye başlayacaklar?

Erkeklerimiz, kadınlarımızın; kendilerini dokuz ay karınlarında taşıyıp, zorlu bir doğumdan sonra dünyaya getirerek emzirip süt vererek büyüten,hastalığında ve sağlığında devamlı yanında olan, gece üzerini açtığında uykusundan fedakarlık yaparak,sıcak yatağından kalkıp üzerini örten, üzerine titreyen, gece uykusunu bölerek onu emziren, büyüdükten sonra dahi üzerinden elini çekmeyen, evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra dahi, iki eli kanda da olsa, hiçbir karşılık beklemeden onun yardımına koşan, eşi çalışıyorsa, doğan çocuklarının bakımını da üstlenen anneleri olduğunu ne zaman fark edip, kadınlarımıza fazlasıyla hak ettikleri saygı ve sevgiyi gösterecekler?

Erkeklerimiz; ne zaman, kadınlarımıza yönelik her el kaldırışlarında ve her türlü kötü muameleye kalkıştıklarında, sanki annelerine karşı bir kötü davranış içine girdiklerini hissederek, kadınlarımıza daha saygılı davranmaya alışacaklar?

Erkeklerimiz; kadınlarımızın giyim ve kuşamlarına, başlarını örtüp açmalarına, doğum kontrollarına, doğum usullerine, doğuracakları çocuk sayısına yönelik dayatmalarından, ne zaman vazgeçecekler?

Erkeklerimiz; her konuda kadınlarımızı hor görme kompleksinden ve önyargısından ne zaman kurtulacaklar?

Her şeyden de önemlisi, erkeklerimiz; cinsel yaşamda, kendilerinin kadınlardan daha üstün ve vazgeçilmez olmadıklarını, kadınlarla eşit konumda olduklarını, kadınlarımızın, sadece kendi cinsel zevklerini tatmin eden bir seks objesi olmadıklarını, cinsel yaşamın da, kadın erkek, eşit ve ortak bir yaşam olduğunu, kadın ve erkeğin, anahtar ve kilit misali, girintili ve çıkıntılı anatomik yapılarıyla birbirlerinden ayrılmaz eşit ve ortak bir işlev içinde olduklarını, cinsel sadakat ve namus kavramının, erkekler için de geçerli olduğunu, azınlık olmalarına rağmen, kadının namussuzunun olduğu gibi, karısını dahi zorla pazarlayarak para kazanma alçaklığını yapan, adi ve namussuz erkeklerin, burunlarından kıl aldırmadan aramızda serbestçe dolaştıklarını, çocuk sahibi olamadıklarında, hatanın mutlak surette kadında olmadığını, ne zaman anlayıp kabul edecekler?

Çok merak ediyoruz doğrusu.

Bir erkek olarak, bizi bu öz eleştiriyi yapıp, kendimizi sorgulamaya ve bu makalemizi yazmaya sevk eden ve duygusal konuma gelmemize neden olan olay, yine kadınlarımızı hor gören ve aşağılayan erkek egemen Türk Dil Kurumunun “müsait” kelimesine verdiği anlam olmuştur.

Türk Dil Kurumunun, “müsait” kelimesini, ikinci anlam olarak, “Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)" olarak tanımlanmasını, kınıyor ve Atatürk'ün kurduğu bir kurum olma vasfını her geçen gün yitiren bu kurum yöneticilerini şiddetle lanetliyoruz.

Türk Dil Kurumunun bu ilkel mantığından, çağ dışı ve haksız akıl yürütmesinden hareket ettiğimizde, teşbihte hata olmaz, kendilerini tenzih ettiğimiz ahlaklı ve namuslu siyasetçilerimiz alınmasınlar ama, müsait kelimesinin üçüncü anlamını; “yolsuzluk yapmaya, rüşvet almaya, kolayca yalan söylemeye,din ticareti yapmaya hazır olan (siyasetçi)”olarak da tanımlayabiliriz, değil mi?

Bu çarpıcı benzetmemiz, Türk Dil Kurumunun ne kadar hatalı ve zor bir işi başardığını, kadına yönelik, onları hor gören, alçaltan, bilinçaltı ve ön yargılı düşmanlıklarını ve ayrımcılıklarını, açıkça ortaya koymaktadır.

Sakın unutmayın, kadın; herşeyimizi onlara borçlu olduğumuz annelerimizdir.

Tüm kadınlarımıza ve annelerimize, buradan selam olsun.11/03/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

13 Mayıs 2017 Cumartesi

BÜYÜK LOKMA YE BÜYÜK SÖZ SÖYLEME



Atalarımız ne güzel söylemiş, büyük lokma ye ama büyük söz söyleme.

Bu ata sözünün anlamı o kadar açık ki, tüm okurlarımızın da bu sözün ne anlama geldiğini bildiklerinden hiç şüphemiz yok.

Bölücü terör örgütü PKK'nın suriye kolu olan PYD/YPG'nin, Rakka'nın IŞİD'in elinden kurtarılması için yapılacak olan askeri operasyonda,Amerika tarafından, kendi silahlı kara gücü olarak kullanılacağı ve bu nedenle YPG ile işbirliği yapılacağının, bunun için de ABD tarafından,YPG'ye ağır silahlar verileceğinin açıklanması ve Amerika'nın bu açıklamasına parelel olarak, YPG'ye ağır silahlar gönderilmesine ilişkin kararnamenin ABD Başkanı Trump tarafından imzalanması ve silah sevkiyatının hemen başlaması üzerine, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuyu da kapsayan bölgeye ilişkin sıkça tekrarladığı bir söz olan; “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünün önemi gittikçe artıyor.

Sayın Cumhurbaşkanı; bir gece ansızın gelebiliriz derken,herhalde, bir gece ansızın YPG'ye bir akşam kahvesi içmeye gelebiliriz demek istemiyor.Bu söz askeri müdahale ve operasyon içeren iddialı bir söz.Bu söz, enine boyuna tartışmadan, eksilerini ve artılarını,olası sonuçlarını düşünüp değerlendirmeden, ulu orta bir basın açıklamasında, ayak üstü ve kolayca söylenebilecek bir söz değildir.Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk tarafından kurulan güçlü,köklü ve büyük bir devlettir, o devletin Cumhurbaşkanı tarafından söylenen sözlerin; bir ağırlığı, inandırıcılığı, olabilirliği ve caydırıcılığı olmalıdır,bunlar yoksa,bu söz havada kalacaksa,iç politika malzemesi olarak kullanılmak amacıyla, laf olsun torba dolsun kabilinden söylenmemelidir.

Nitekim,İngilterenin başkenti Londrada BBC'ye mülakat veren Sayın Başbakan YILDIRIM; konuya ilişkin olarak, daha temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde yaklaşarak, ABD'nin ülkemize yönelik iyi niyet ve dostluk duygularını koruyacağı yaklaşımını sergileyerek,”ABD yetkililerinin Suriye'de YPG'yi silahlandırma kararaının tercih değil,kısa vadeli bir gereksinim olduğunu v Rakka'nın IŞİD'den kurtarılmasının ardından, YPG ile işbirliğinin biteceğini söylediğini” şeklinde bir açıklama ve değerlendirme yaparak, dereyi görmeden paçaları sıvamamış, bekle ve gör politikası izleyerek, ülkemizi bağlayan büyük laflar etmemiş, BBC'nin, ABD'nin bu kararına karşı, Türkiye'nin ne gibi somut adımlar atacağı yönündeki sorusuna da, “ABD'ye savaş ilan edecek değiliz” diyerek, ayağı yere basan, gerçekçi ve çok doğru bir tutum sergilemiştir.

Kimse kimseyi kandırmasın, artık ABD ve Rusya başta olmak üzere, tüm emperyalist devletlerin Ortadoğu ve ülkemiz üzerinde oynamak istedikleri oyunları, Büyük Ortadoğu Projesini,Ortadoğuda bağımsız bir Kürt Devleti kurma niyetlerini,bizi yönetenler akıllarının bir köşesine yazsınlar ve önce ülkemizin içindeki kendi birlik ve beraberliğimize, millet olarak bölünmememize çok önem versinler, sınırlarımız dışında, hiçbir yabancı devletin toprağında gözümüzün olmadığını, buna karşılık olarak da,kendi sınırlarımıza ve toprak bütünlüğümüze sahip çıkma ve toprak bütünlüğümüzü hiçbir şekilde kaybetmeye niyetli olmadığımıza ilişkin kesin kararlılığımızı ve irademizi ortaya koyan,inandırıcı ve caydırıcı,yurtta sulh ve cihanda sulh politikasından asla taviz vermeye kalkışmasınlar.

Hepinizin bildiği gibi, tarihte yaşanmış olan ülkeler arası tüm savaşların bir perde arkası gerçek nedenleri vardır,bir de savaş ateşini tutuşturan,bardağı taşıran ve savaşın başlamasına bahane yapılan görünürdeki sebepleri vardır.

Bu nedenle, ülkemizi de kapsayacak şekilde,bölge üzerinde oynanmak istenen gerçek oyunları görmeden veya görmezlikten gelerek, örneğin; IŞİD'le mücadele,IŞİD'i bölgeden kovma,Suriye'ye demokrasi getirme ve sair zahiri ve aldatıcı nedenlere inanıp,emperyalistlerin oyununa gelerek,atılacak olan her hatalı adımın, emperyalist devletler tarafından,ülkemize yönelik parçalama girişimlerinin nedeni ve bahanesi yapılabileceği, asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Devletlerin dostları yoktur, yeterki; içeride ve dışarıda,emperyalistleri kendine düşman yapacak ve seni yutacak hataları yapma. 13/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

12 Mayıs 2017 Cuma

İŞTE SİZLERE ATATÜRKÇÜ VE VATANSEVER BİR TÜRK SUBAYI




Dün (11/05/2017) akşam FOX Tv ana haber bülteninde ve bugünkü yazılı basında yer alan haberi öğrenince yüreğimize su serpildi, işte gerçek vatansever bir Türk subayı diyerek göğsümüz kabardı, Türk Silahlı Kuvvetlerinde bugün dahi,Fetöcü subaylar dışında, ülkesini seven, Irak ve Suriye ili birlikte ülkemizi de bölerek, bölgede Amerika ve İsrail'in jandarmalığını yapacak bağımsız bir Kürt Devleti kurmak tek amacı olan ABD'ye, tek başına gerekli dersi verebilen subayların bulunduğunu,cümle aleme kanıtlamıştır.

Bu vatansever Türk Subayı ne yapmıştır; İncirlik Üssünde görevli ABD'li albayın, başarılarından dolayı kendisine vermek istediği madalya'yı; “Siz benim düşmanım YPG ile işbirliği içindesiniz” diyerek reddetmiştir.

Günümüzde çoğu subayın ileriye dönük kariyeri, yükselmasi ve paşalığa terfii için arayıp da bulamadığı, süper güç ABD'nin verdiği bu madalya ile ödüllendirilme girişimini reddedemiyeceğini düşündükçe, bu subayımızın;ABD'nin kendisine taktim etmek istediği madalyayı,kendi ülkesi ve bölge adına başarılı bir iş yapmadığını, bilakis görevi gereği kendisine yaptırılanların, ülkemiz adına bir başarı değil, ülkemize ihanet olduğunu düşünüp bu madalyayı kabul etmeyerek, ülkesinin yarar ve menfaatlerini, kendi yarar ve menfaatlerinin önünde tutarak,ülkesi adına,onurlu ve çok büyük bir iş başardığını, bir vatanseverlik örneği verdiğini değerlendiriyoruz.

Bize göre, bu Türk Subayı; bu onurlu davranışı ile ülkesi için başarılı,onurlu ve anlamlı bir işi başarmış olması nedeniyle,Devletimizden üstün hizmet madalyası almaya hak kazanmıştır.Bu subayımıza, Devletimiz'in bir madalya borcu vardır.

Ancak, bugün ülkemizi yönetenlerin hal ve hareketlerine, anlayışlarına ve uyguladıkları dış politikalarına baktığımızda;biz, bu Türk Subayına,devletimizin menfaatlerine öncelik vererek ve ülkenin geleceğini düşünerek, ABD tarafından kendisine verilmek istenen madalyayı reddetmesi nedeniyle, Devletimiz tarafından madalya verilmeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Bu vatansever Türk Subayı'na devletimizin bir madalya vermesinden vazgeçtik, bizim tek dileğimiz; bu onurlu davranışıyla, ülkemizi bölmek isteyen,kendi taşeronları gibi kullandıkları teröristlere ağır silahlar vererek, ülkemizin geleceğine ipotek koyan ABD en başta olmak üzere, içerideki ve dışarıdaki tüm düşmanlarımıza güzel bir ders ve mesaj veren vatansever Subayımıza,bu onurlu davranışından dolayı bir kötülük yapılmaması,hakkında soruşturma açılmaması ve başına bir çorap örülmemesidir. 12/05/2017

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

5 Mayıs 2017 Cuma

SİZLERİ DE GÖRDÜK!..




CHP'de muhalifler pusuya yatmış fırsat kolluyorlarmış,bu nedenle KILIÇDAROĞLU'nun yanında,ona alternatif olarak,sözüm ona anayasaya hayır mitingleri düzenleyerek kendilerini gösterme fırsatını yakaladılar.

Peki sonuç ne oldu?Aylarca meydanlarda konuştular da, hayır oyları göğe mi erdi?

Sıfıra sıfır elde var sıfır, CHP dışındaki muhalefetin de destek ve gayretleriyle, ancak %48 civarında bir oy alabildiler.

Şimdi kalkmışlar,KILIÇDAROĞLU'nu devirmeye çalışıyorlar,kimse yanlış anlamasın, biz KILIÇDAROĞLU'nu tuttuğumuz için bunları söylemiyoruz, KILIÇDAROĞLU'nun, batıdaki sosyal demokratların yaptığı gibi, bugüne kadar hiçbir genel seçimde iktidara gelememiş olması nedeniyle, genel başkanlık koltuğunu bırakmasının etik olacağını savunan geçtiğimiz gün kaleme alıp yayınladığımız makalemizi okumuş olmalısınız,bizim muhaliflere kızmamızın nedeni, CHP'nin seçim kazanamamasının, sadce ve büyük oranda KILIÇDAROĞLU'ndan kaynaklanmamasıdır.

Muhalif beyler sanki bu ülkede yaşamıyorlar,ülkenin koşullarını bilmiyorlar, muhaliflerden BAYKAL Bey de, sanki bu partinin genel başkanlığını hiç yapmamış, genel başkan iken hiç seçim kaybetmemiş, kendi özel sekreterini milletvekili yaparak,partisinin bir milletvekilliğini boş yere heba eden kişi kendisi değilmiş gibi,şimdi kurtarıcı pozlarında ahkam kesiyor.

Bugün (05/05/2017) FOX TV habelerinde, haberleri sunan Fatih PORTAKAL da;o kadar soruna rağmen,Kılıçdaroğlu kitleleri peşinden sürükleyemiyor” diyerek, CHP de kazan kaldıranlara destek çıkıyor.

Geçiniz bu modası geçen lafları,o CHP'ye oy vermeyen seçmen kitlesinin; aklı,gözü ve kulağı yok mu,onlar bu ülkede yaşamıyorlar mı,bu sorunları görüp bu sorunlarla birlikte,bu sorunlarla boğuşarak sıkıntı çekerek yaşamıyorlar mı,ülkeyi on beş yıldır yöneten ve bu sorunları yaratanları ve önleyemeyenleri göremiyorlar mı, KILIÇDAROĞLU onlara yular mı takmalı da zorla peşinden sürüklemeli? Muhalifler ve Fatih PORTAKAL bunu mu demek istiyor?

Herkes ülkenin gerçeklerini artık görmelidir.

Devleti tüm kadrolarıyla ele geçiren, partili cumhurbaşkanı ve tek adam yoluyla bir parti devleti örgütlenmesi içine giren, yargıyı tamamen sindirerek kendi saflarına katan, laik eğitime son vererek,eğitimi islamlaştıran ve arka bahçesi haline getiren,kindar ve dindar yeni bir nesil yetiştirme idealinde oldukça mesafe kaydeden, devletin tüm imkanlarını,örtülü ve örtüsüz tüm ödeneklerini,seçim kazanma adına sonuna kadar kullanmaktan hiç çekinmeyen, ifade ve basın özgürlüğünü sınırlayan, ülkemizdeki yazılı ve görsel medyanın büyük çoğunluğunu yandaş ve tek sesli hale getirerek, propaganda üstünlüğünü eline geçiren,Yüksek Seçim Kurulunu etkisiz kılan AKP iktidarınına karşı açık ara bir seçim galibiyetini elde edebilecek yeni bir lider bulsunlar hep birlikte alkışlayalım.

CHP iktidarının;,Deniz BAYKAL,Muharrem İNCE veya Fikri SAĞLAR'ın liderliğinde de asla sağlanamayacağını, ATATÜRK düşmanlarının kol gezdiği, ATATÜRK'ün heykellerinin meydanlardan kaldırıldığı ve buna milyonların sokağa çıkarak tepki vermediği ve sessiz kaldığı ülkemizde;bir mucize olup Sevgili ATATÜRK'ümüzün partinin başına geçmesi mümkün olsa dahi, CHP'nin iktidara gelme şansının garanti olmadığını, çok acı da olsa,üzülerek itiraf etmek zorundayız. 05/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

4 Mayıs 2017 Perşembe

KILIÇDAROĞLU İLKESEL VE ETİK OLARAK KOLTUĞU BIRAKMALIDIR



Politikada sonuç almak önemlidir.Seçimlerde başarı gösterip iktidar olursan, gerçek çapın ve değerin ne olursa olsun başarılısındır.Seçime dayalı demokrasinin bir cilvesidir bu, yapacak başka bir şey yoktur.

Şaibeli, eşit koşullarda ve demokratik bir ortamda yapılmamış olsada, YSK'nın ilan ettiği sonuçlara göre, referandumdan evetçiler galip çokmış ve anayasa halk oyundan geçmiştir.

Çok doğrudur, referandum yerel veya genel bir seçim değildir,hayır oylarının içinde CHP seçmeninin olduğu kadar,belirli oranlarda MHP,SAADET,HDP,AKP ve bağımsızların oyları da vardır.

Referandumda hayır oylarının galip çıkması için sadece CHP çalışmamış, MHP'li muhalifler,SAADET ve HDP de hayır için propaganda çalışmalarına katılmış,bununla da kalmamış, CHP lideri KILIÇDAROĞLU'na CHP'nin ağır topları BAYKAL ve İNCE gibi kişiler de, toplantı ve mitingler düzenleyerek katılmışlar,ayrıca Baro ve Barolar Birliği gibi melsek kuruluşlarının başkanları da hayır için çaba sarfetmişlerdir.

Ama, sonuç olarak hayır oyları az farkla geride kalarak, anayasa halk oylamasından geçmiştir.

Bu nedenle,CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nu referandumda başarısız olduğu gerekçesiyle suçlayarak,CHP içinde savaş açma, partiyi karıştırma ve yıpratmaya yönelik çıkışlar,haklı olmadığı gibi, içinde bulunduğumuz bu ağır koşullarda ülkeye ihanettir.

Ülkenin umudu olan ana muhalefet partisi, bu zamansız ve yanlış çıkışlar ve parti içi muhalefet nedeniyle güç kazanmayacak,mevcut gücünden güç de kaybedecektir.

Devleti tüm kadrolarıyla ele geçiren, partili cumhurbaşkanı ve tek adam yoluyla bir parti devleti örgütlenmesi içine giren, yargıyı tamamen sindirerek kendi saflarına katan, laik eğitime son vererek,eğitimi islamlaştıran ve arka bahçesi haline getiren,kindar ve dindar yeni bir nesil yetiştirme idealinde oldukça mesafe kaydeden, devletin tüm imkanlarını,örtülü ve örtüsüz ödeneklerini seçim kazanma adına sonuna kadar kullanmaktan hiç çekinmeyen, ifade ve basın özgürlüğünü sınırlayan, ülkemizdeki yazılı ve görsel medyanın büyük çoğunluğunu yandaş ve tek sesli hale getirerek, propaganda üstünlüğünü eline geçiren,Yüksek Seçim Kurulunu etkisiz kılan AKP iktidarınına karşı bir seçim galibiyetini elde edebilecek yeni bir lider asla düşünemiyoruz.

Bu nedenlerle, KILIÇDAROĞLU'na bayrak açanlara hak vermemekle ve onlara katılmamakla birlikte, ilkesel ve etik olarak, Sayın KILIÇDAROĞLU'nun; 2019 da çok muhtemeldir ki, yeni bir seçim yenilgisi almadan, koltuğu istekli bir partiliye bırakmasında yarar görüyoruz.

Bundan önce de çok yazdık, Sayın KILIÇDAROĞLU da; koltuğa yapışıp kalma konusunda, diğer sağ parti liderlerinden farklı bir tutum sergilememiştir,oysa ki; şahsen biz, KILIÇDAROĞLU'nun seçim başarısızlıkları yaşaması halinde koltuğu kendi isteğiyle bırakacağına çok inanan bir kişiydik, lider olmadan önceki hal ve hareketlerinden,konuşmalarından bizde öyle bir izlenim bırakmıştı, Avrupada olduğu gibi, bizim ülkemizde de seçim başarısızlıkları sonucunda kendi isteğiyle koltuğunu bir başka partiliye bırakma konusundaki demokratik ve etik davranışı Sayın KILIÇDAROĞLU' dan çok beklerdik ve ülkemizde ilk olacak olan bu davranış kendisine çok da yakışırdı ve bugün karşı karşıya kaldığı üzücü parti içi muhalefetin muhatabı da olmazdı.

Dememiz odur ki; Sayın KILIÇDAROĞLU, referandumda başarısız olduğu gerekçesiyle değil ama, eski seçim başarısızlıklarına bakarak, liderliğini daha fazla tartıştırmadan ve partisine zarar vermeden, ilkesel ve etik açısından seçimli olağanüstü kongreye giderek koltuğu bir başka partiliye bırakmalıdr. 04/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

2 Mayıs 2017 Salı

BAYKAL ACELECİ ÇIKIŞIYLA HATA YAPMIŞTIR




Baykal, geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU ile başbaşa uzun bir görüşme yapmış,içeriği tam ve net olarak kamuoyu ile paylaşılmayan bu görüşmede neyin ele alındığı, BAYKAL'ın dün ( 01/05/2017) akşam CNN Türk Televizyonuna çıkarak Ahmet HAKAN'a yaptığı açıklamalarla netleşmeye başlamıştır.

Bu satırların yazarı olarak biz, BAYKAL'ın CNN Türk'de yaptığı açıklamaları canlı olarak tümüyle izleyemedik.Ancak, bugün Halk Tv, Fok Tv gibi televizyon kanallarında bu görüşmenin can alıcı noktalarının özetini izleme fırsatını bulabildik ve BAYKAL'ın söylediklerini duyunca, bu aceleci çıkışı ve söylemiyle bir çuval inciri mahvettiği, özellikle Anayasa Referandum propaganda çalışmalarında partisi ve ülkesi adına yapmış olduğu özverili çalışmalarını gölgelediği sonucuna vardık.

BAYKAL, özetle diyor ki; tabi eğer samimi ise, benim şu andaki CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU ile bir sorunum yoktur, ancak KILIÇDAROĞLU,CHP Genel Başkanlığında kalmak istiyorsa, kesin kararını vermeli ve bugünden, 2019 da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıklamalıdır. Adaylığını açıklarsa, arkasında durmaya devam ederiz, aksi halde yapılacak olan bir olağanüstü kongrede KILIÇDAROĞLU'nun yerine aynı zamanda partinin Cumhurbaşkanlığına aday olacak olan yeni genel başkanı seçmemiz gerekir.

İnsaf be BAYKAL, bu ne acelecilik, Cumhurbaşkanı seçimlerine daha koca iki yıl var, kim öle kim kala.

Sayın BAYKAL'ın bu aceleci ve bize göre yerinde ve haklı olmayan çıkışının zamanlaması çok yanlıştır, bu çıkış ve açıklama CHP ve tüm hayır cephesi adına çok kötü olmuştur.Zira, CHP parti olarak, referanduma hile karıştırıldığını, YSK'nın kanunsuz bir kararıyla kıl payı farkla anayasa değişikliğinin referandumdan geçtiğini, bu referandumun meşru olmadığını savunarak, konuyu önce Danıştay'a taşımış ve sonrasında da Avrupa İnsan Hakları Mahkmesine taşıma kararı almış, konunun Uluslar arası arenada tartışılmasında ısrarcı olacağını açıklamıştır.

Bu nedenle,BAYKAL bu çıkışıyla, zamanlama olarak, üyesi olduğu CHP'nin pes ettiği, bu mücadelesinden vaz geçtiği ve meşru olmadığını ilan ettiği şaibeli anayasa referandum sonuçlarını kabullendiği ve hazmettiği algısını ve izlenimini yaratmıştır.

Kaldı ki,referandumda hayır diyen %49'un tamamı CHP seçmeni değildir, hayırcı muhalif cephe içinde çoğunluğu CHP'li seçmen oluştursa dahi, bu cephenin içinde hatırı sayılır oranda,bir kısım MHP'li,SAADET'li,bağımsız ve hatta AKP'li seçmen de vardır. Bu nedenle, BAYKAL'ın; başka bir gizli hesabı yoksa, bugünden, KILIÇDAROĞLU'nun kendisini 2019 da yapılacak olan Cumhurbaşkanı seçiminde CHP adayı olarak deklere etmesini istemesi, hayır oyu veren CHP dışındaki muhaliflerin oylarını çantada keklik garanti oylar olarak gördüğü anlamına gelecek ve onlara karşı saygısızlık oluşturacaktır.

Biraz dur ve bekle bakalım,ortalık bir yatışsın, referandumun tekrarına neden olmasa da, CHP'nin yaptığı ve yapacağı başvurular bir sonuçlansın,mesele zaman içinde biraz küllensin, referandumda hayır diyen tüm kesimlerle oluşan dayanışma, zaman içinde daha da güçlendirilsin, hayır cephesinin üzerinde uzlaşabileceği değerli bir kişi aday olarak belirlenebilir.

En başta BAYKAL olmak üzere, kimse unutmasın, bu hayır cephesi ve beraberliği, bir parti ve lider etrafında değil,değiştirilmek istenen demokratik rejime ve ülkenin geleceğine sahip çıkma amacı etrafında oluşan bir beraberliktir. Bu hayır cephesinin ortak paydası budur.

BAYKAL bu çıkışıyla, partisi CHP'yi bir lider partisi olarak görmekte olduğunu ortaya koymuştur.Amaç,CHP liderini Cumhurbaşkanı yapmak değildir ki, evet AKP bir lider partisidir ve bu nedenle,bugün tekrar AKP'nin liderliğine dönüş için ilk adımı atan Sayı ERDOĞAN'dan başkasının Cumhurbaşkanı adayı olması imkansızdır.BAYKAL; CHP'yi, bir lider partisi olan AKP ile bir tutmamalıdır.CHP lideri dışında değerli bir kişi Cumhurbaşkanı adayı yapılsa ve CHP lideri KILIÇDAROĞLU da parlamentoda grubunun başında siyasete devam etse dünyanın sonumudur?

CHP başkanlık sisteminden değil, parlamenter sistemden yanadır,bu nedenle hayır cephesinin lideri olarak, Cumhurbaşkanlığını ve iktidarı anayasayı değiştirecek çoğunlukla kazandıkları taktirde; CHP için öncelikli hedefin,bugünden Cumhurbaşkanı adayını ilan etmek yerine, bu ülke insanının biriken sorunlarını çözecek olan projeleri üreterek açıklamak, hayır cephesiyle olan dirsek temasını daha da artırarak,bu gönül bağının devamını sağlamak, ilk etapta parlamenter sisteme tekrar geri dönüleceğini açıklamak ve ülkeyi, karşı oldukları bu Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetmeyeceklerini açıklamak olmalıdır. 02/05/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu