29 Mayıs 2020 Cuma

BAŞINIZA 65 YAŞ VE ÜZERİ İNSANLAR KADAR TAŞ DÜŞSÜN



Corona tedbirleri revize edildi,fatura yine 65 yaş ve üzerindeki yaş almış insanlara kesildi.
Bu iktidar,sözüm ona yaşlıları çok seviyor ya.Sevsinler sizleri.
Bu iktidar,bırakınız yaşlı insanları sevmeyi,aslında insan sevmiyor,demokrasiden nasibini almayan, millet kavramına karşı çıkan, ümmetçi,ümmet denen bir güruha dayanan iktidarlar insanı sevemezler ki.Onlar,bir işe yaramadıklarına inandıkları,çoğunluğu az da olsa, devletten sadaka gibi emekli maaşı alarak devlete yük olduklarını,çoğalan hastalıklarıyla hastaneleri doldurarak,sağlık sistemini çökerttiklerine inandıkları yaşlıları,niçin sevsinler ve onlara gözlerinin içi gibi baksınlar?Siz benim külahıma anlatın,yaşlılarımızı korumak için sokağa çıkmalarını biraz daha geciktireceğiz demelerini.
İnsaf be,65 yaş ve üzeri, üç aydır evlerde, yargı kararı olmaksızın,adeta hükümlü olarak dört duvar arasında yaşıyorlar.
Bir pazar günü her yerlerin kapalı olduğu bir zamanda dört beş saat sokağa çıkma izni veriliyor ve çok matahmış gibi de,bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan zat, bu kararı bizzat kendisi açıklıyor ve sanki,küçük bir çocuğa bayram parası verir gibi,yaşlıları sevindiriyor sözüm ona.Kendisinin de 65 yaşında olduğunu unutuyor.
Kapalı alan olan AVM ler açık,açık alan olan parklar ve deniz kenarları ise, yasak.
Niçin bugüne kadar yasaklar,yaş kriterine göre uygulandı anlamış değiliz.
Son kararla, iş ve işletme sahibi 65 yaş üzeri yasak kapsamından çıkarıldı ama,65 yaş altı ve 18 yaş üstü herkes, büyük bir nüfus,sokakta yine serbestçe dolaşmaya devam edecekler.
Bize göre,salgının çoğalmaması için, nüfusun bir kısmı evde hapis tutulacaksa,yaşa başa bakılmamalıdır.Ölçü; iş sahibi,çalışıp çalışmama,üretime katkı sunup sunmama olmalıdır.
Adam,18 yaşın üzerinde ve 65 yaşın altındaysa,ama işsiz ve güçsüzse,üretime bir katkı sunamıyorsa,bir yerde çalıştığını belgeleyemiyorsa,o insanların aylak aylak sokak ve caddelerde dolaşmalarının ve virüsü yaymalarının önüne geçmek amacıyla,asıl onları evlere kapatmalısınız.
Hiçbir ayırıma tabi tutmadan,tümünü aynı kefeye koyarak, kronik hasta ve virüse karşı dayanıksız kabul ederek,sadece nüfus kağıtlarına bakarak,evde tutmak suretiyle, 65 yaş ve üzeri insanlardan,ne istediniz bugüne kadar?
Adam, 65 ve üzeri yaştadır ama, iş ve güç sahibidir,üretiyordur,kimseye zararı olmadığı gibi, ülke ekenomisene katkı sunuyordur.
65 yaş ve üzerini evlere hapsederek, onları virüsten koruyoruz iddiasıyla onlara daha büyük zararlar veriyorsunuz.Güneş alamayan D vitamininden yoksun kalan,psikolojileri bozulan bu insanları,virüsten öldürmemek adına, kalan ömürlerinde sürünmeye mahkum ediyorsunuz.
Osmanlıdan kalan saraylar yetmiyormuş gibi, kendi yaptırdığınız saraylara,uçan saraylara ve lüksünüze harcadığınız paralar,yatırım diye, taşa toprağa ve betona gömdüğünüz israf derecesndeki harcamalarınız sonucunda, devletin kasasında para bırakmadığınız için,aslında ilk baştan yapılması gerekeni,toptan genel bir sokağa çıkma yasağını,herkese test yapılmasını, karar altına alarak uygulayamadınız,virüsün tüm faturasını gençlere ve yaşlılara kestiniz.
Ne diyelim,başınıza 65 yaş ve üzeri insanlar kadar taş düşsün.29/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

FAİLİ BULAMADINIZ TALİMATLA TUTUKLATTIĞINIZ MASUM İNSANI YİNE TALİMATLA TAHİYE ETTİRİNİZ BARİ



Kaç gün geçti,İzmirin bazı minarelerinden çalınan korsan Çav Bella şarkısının fail ya da faillerini hala bulamadınız.
Bu provokasyondan haberiniz olduğu ve yapanı da bildiğiniz için,zaten bu fail asla bulunamayacaktır.Bu izlenimi vermeye başladınız.
İçişleri bakanının bu konudaki çok sakin ve güler yüzlü açıklaması da,çok manidardır.
İçişleri Bakanı;önceki başka olaylarla ilgili açıklamalarında takındığı o şahin tavrını bırakmış ve hiç alışık olmadığımız bir şekilde, güvercin tavrıyla biraz da şaka vari, fail yakalanacaktır,yakalandıktan sonra da, cami önünde ona ezan dinleme cezası vereceğiz diyerek espiri yapmıştır.
Bu failin bulunmasındaki gecikmenin uzaması, bu eylemin, AKP yanlısı troller tarafından,CHP'ye iftira atmak için yapıldığı şüphesini her geçen gün artıracaktır.
Faili bulamıyorsunuz,ya da bulmak istemiyorsunuz,bir talimatla suçsuz yere tutuklattığınız CHP eski il yöneticisi bayan'a yaptığınız haksızlığı gideriniz,bir talimat daha vererek, tutuklu mağdur bayanı tahliye ettiriniz de, günahlarınız biraz hafiflesin bari.
Çav Bella şarkısının minarelerden çalınmasını,hiçbir yorum yapmadan sadece haber olarak paylaşan ve hatta İzmir Müftüsünün dikkatini çekerek, bu olayın hesabını soran,bu olaydan,bazılarının iddia ettiği gibi,zevkten dört köşe olmayan,bilakis üzülen CHP'li bayanın işlediği bir suç olmadığı gibi,tutuklamanın ek koşulları olan kaçma ve/veya delilleri karartma şüphesi ve ihtimali de mevcut değildir. Tutuklamanın hiçbir yasal koşulu yoktur.
Şüphelinin; sosyal medyada yaptığı paylaşım, savcının elindedir,şüpheli de bu paylaşımı yapmadığını savunmamaktadır.Toplanacak başka delil yoktur.Şüphelinin kaçma ihtimali ve şüphesi de bulunmamaktadır.Zira;şüpheli, sosyal mevki sahibi,işi gücü ve sabit ikametgahı olan ve suçsuz olduğuna inanan bir kişi olarak, asla kaçmayacaktır.Paylaşımında;tutuklamanın ön koşulu olan, suç oluşturacak bir husus da yoktur,yani suç işlediğine dair,kuvvetli suç şüphesini ortaya koyacak hiçbir delil de mevcut değildir. Hakkındaki suçlamanın yasada yazılı ceza süresi de fazla değildir,katalog suçlardan da değildir.Hukukumuzda,tutuklamanın yasal koşulları bulunsa dahi,mecburi tutuklama da yoktur.
Açıkladığımız nedenlerle,bu tutuklama;ben öyle istedim ve yaptım mantığıyla ve talimatla alınan,hukuk dışı, demokrasi karşıtı,masum bir insanın özgürlüğünü, haksız olarak tahdit suçunu oluşturan bir karar olup,asla hukuki değil ve tamamen siyasidir.
Bu provokatif eylemin;CHP'nin üzerine atılmaya çalışılması,bu eylemi haber olarak sosyal medyada paylaşmaktan ibaret eylemi hiçbir suçu içermeyen, masum bir baya'nın günah keçisi ilan edilerek tutuklanması,buna mukabil eylemin gerçek fail ya da faillerine ulaşılamaması, tam bir siyaset ve hukuk SKANDALIDIR.
Bu yanlışınızdan vazgeçiniz.Daha dün yaptığınız bir konuşmada,18 sene boyunca ülkeye demeokrasi getirdik diyorsunuz,bu mudur sizin demokrasi anlayışınız?
Fail ya da failleri bulmak istemiyorsunuz,talimatla tutuklattığınız masum insanı,yine talimatla tahliye ettiriniz bari de, sizin demokratlığınızı görelim.
Bekliyoruz,gerçek fail veya failleri bularak kamuoyuna açıklama yapmak,failleri bulmadan, ön yargıyla ve siyasi rant uğruna haksız olarak suçladığınız CHP camiasından özür dilemek, boynunuzun borcudur.
Aksi halde, bu çirkin provokatif eylem, boynunuzda asılı olarak kalacaktır. 29/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Mayıs 2020 Pazartesi

AKP GENEL BAŞKANI ERDOĞAN UNUTMUŞ DEĞİLİZ BEKLİYORUZ!....


Bayram ama hayat devam ediyor.
Emniyet ve Savcılıklar;bayram mayram demezler, 24 saat esasına göre çalışırlar.
Geçtiğimiz günlerde; İzmir' e ve CHP'ye, din üzerinden çamur atmak için bir provovakasyon düzenlendi ve İzmir'in birkaç camisinin merkezi sisteme bağlı minare hoparlörlerinden ezan sesi yerine, Çav Bella şarkısı çalındı.
Bu densizliği,provokasyonu,İzmir'lilere yapılan iftira ve saygısızlığı;işte,biz boşuna demiyoruz,CHP'nin güçlü olduğu bu İzmir, gerçekten gavur dercesine siyasi propaganda fırsatına çeviren AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;toplumu yatıştıracak yerde,bu olayı, derhal tahkik ettirip gerçek faillerini yakalatmak için, emniyet ve savcılık birimlerine talimat verecek yerde,bunu yapmayarak,teşbihte hata olmaz, mal bulmuş mağribi gibi,bu olaya sarılarak, İzmirlilerin şahsında, burada güçlü olan CHP ve seçmenlerine çamur atarak, siyasi çıkarına alet olarak kullanmış ve bu olaydan dolayı,CHP'lileri zevkten dört köşe olmakla suçlamış,aslında olayı kınamak amacıyla sosyal medyada paylaşan eski bir CHP İzmir il yöneticisi,sanki olayın failiymiş gibi,apartopar tutuklanmıştır.
Bunun üzerine,biz de; “REİCHSTAG (RAYŞTAG)YANGINI BENZERİ BİR PROVOKASYON (MU)? “başlıklı bir makale yazarak, dini duyguların çok yoğun olduğu,din elden gidiyor paranoyası ile insanların yakıldığı ülkemizde,cami minarelerinden yapılan bu korsan müzik yayını ile Hitler Faşizmi'nin yerleşmesine vesile yapılan Alma Parlamnto binasının kundaklanarak yakılması provokasyonu arasında parelellik kurmuş ve bu provokasyonun üzerinize yapışıp kalmaması için,başkalarını suçlayacak yerde, bu cami hoparlörlerinden yapılan çirkin müzik yayınının gerçek fail ve/veya faillerini ivedilikle bulup ortaya çıkarmakla görevlisiniz uyarısında bulunmuştuk.
Bekliyoruz;ama,aradan geçen azımsanamayacak zamana rağmen,kudretli,ülkede tek söz sahibi AKP Genel Başkanından,henüz, bu olayın faillerinin bulunması için derhal gerekli soruşturmaya başlandığını ve faillere ulaşılmak üzere olunduğuna dair bir haber almış değiliz.
Bu provokasyo'nun AKP Genel Başkanı EROĞAN'ın bilgisi dahilinde ve AKP yandaşları tarafından, CHP'ye çamur atmak için planlandığı iddiasında asla değiliz,hukukçu kimliğimiz gereği,elimizde hiçbir delil olmadan,peşinen kimseyi suçlamıyoruz.
Ancak,bu provokasyonun;CHP'ye hiçbir yararının olmadığını,bundan ancak AKP'nin çok güzel seçim proaganda malzemesi çıkarabileceğini,nitekim olaydan hemen sonra,gerçek failleri araştırılıp bulunmadan, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN tarafından yapılan CHP'yi suçlayan beyanlara bakıldığında,bu ihtimalin en kuvvetli ihtimallerden biri olduğunu düşünmekte haklıyız.
Bu itibarla,AKP Genel Başkanı EDOĞAN'ın,bütün işlerini bir kenara bırakarak, devlet içindeki konumu ve yetkilerini kullanarak,bu olayın gerçek faillerini bulup ortaya çıkarması;bu provokasyonun, AKP üzerinde yapışıp kalmasını önlemek, kendisinin ve partisinin prestijini kurtarmak adına, boynun borcudur.
Türk kamuoyu olarak,gerçek faillerin bulunmasını istiyor ve merakla bekliyoruz.
CHP unutsa dahi,biz bu ülkenin hukuka saygılı bir vatandaşı olarak unutmayacağız ve unutturmayacağız.25/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

22 Mayıs 2020 Cuma

REİCHSTAG (RAYŞTAG)YANGINI BENZERİ BİR PROVOKASYON (MU)?



Nedir Rayştag Yangını olayı?
Rayştag; dönemin, Almanya Parlamento binasının adıdır.
inşaatının tamamlandığı 1894 yılından,faşistler tarafından porovokasyon amacıyla kundaklanarak yakıldığı 27.Şubat.1933 senesine kadar hizmet vermiştir.
Almanyada 1933 yılında Faşist – Führer Adolf Hitler iktidardadır artık, son seçimlerde de komünist parti 6 milyon oy almasına rağmen bu sonucu engelleyememiştir, engellemek ne kelime, artık komünist partisi Nazizm-Faşizmin baş hedefi haline gelmiştir tam da bu yüzden, artık Hitler’in ifadesine göre de “Bir tanrı işareti beklenmektedir, bir işaret olsa komünizm ezilecektir”.
Artık Faşizm bir işaret bekleyecektir, ya da bir işaret yaratacaktır, tüm yoğunluk bu noktadadır. Faşizmin önderleri hummalı bir çalışma neticesinde, yaratılacak işaretin ne olduğunu bulmuşlardır, “Reichtag” yakılacak ve üstüne de yaratılan besleme ve yalaka basın sayesinde de vaveyla kopartılacaktır, artık kara propagandaya dur durak yoktur,
Komünistlere yönelik saldırıya büyük fırsat yaratılacaktır.
Hitler’in sağ kolu Hermann Göring’in evinden Reichtag’a açılan bir altgeçit vardır ve SA adı verilen faşist kıtaların lideri olan Karl Ernst kendisine bağlı hücum taburlarından çok güvendiği birkaç faşisti bol miktarda yanıcı ve kimyasal maddelerle bu geçitten geçirir ve onlarda aldıkları talimat gereği, Reichtag’ı kundaklar ve yakarlar. Faşistler için Tanrı işareti gelmiştir, komünizm ezilecektir fırsat doğmuştur, yalaka ve yandaş basın ve yayın organları da devreye girer sahne alırlar ve hasıl olan maksada uygun olarak kara propagandaya zemin olurlar ve halkta büyük bir korku, sindirme, gözdağı verecek ve panik yaratacak yayınlar başlamıştır.
Yangın'ın, faşistler tarafından kundaklama sonucu gerçekleştiği çok açıktır.Ama, soruşturmayı yürüten polis, malum nedenlerle kısa sürede, psikolojik sorunları olan Marinus Van Der Lubbe adında eski bir komünisti tutuklar, yoğun baskı ve işkencelere dayanamaması neticesinde Lubbe, kurtuluşun suçu kabul etmekte olduğuna karar verir ve kundaklamayı yaptığını itiraf eder, derhal mahkemeye çıkarılır ve yargılanır suç sabit görülür, idam cezası alır, yangından mal kaçırırcasına derhal idam edilir.
Alman Parlamentosu Rayştag yangınını çıkaran faşist provokatörler'in, tarihin tozlu raflarında kalan bu eylemlerini, durduk yere hatırlatmıyoruz.
Demokrat,aydın ve gözde kentimiz, CHP seçmeninin çoğunlukta olduğu İzmir ilimizde;sosyal demokrat,özgürlükçü ATATÜRK'ün partisi ana muhalefet CHP'nin üzerine yıkılmaya çalışılan bir provokasyon sahneye konulmuştur.
İzmir'in birkaç camisinin hoparlörlerinden,ülkeyi karıştırmak,halkı din üzerinden çatıştırmak isteyen meçhul ve karanlık bazı kişiler tarafından, kasıtlı ve kışkırtmak amacıyla Çav Bella ve Selda Bağcan'a ait şarkıların yayınlanması ve bu eylemin;eylemi gerçekleştiren vatan hainlerini belirleyerek ortaya çıkarmak,meçhul failleri araştırıp bulmak yerine,bunu yapmadan, ana muhalefet partisi CHP'ye ve CHP'lilere ihale edilmeye kalkışılması,CHP'lilerin bu savunulması imkansız çirkin eylemden dolayı zevkten dört köşe olarak suçlanmaları,eylemi kınamak amacıyla sosyal medyada paylaşan eski bir CHP il yöneticisi bayanın kurban seçilerek, suçsuz yere apartopar tutuklanarak,eylemden siyasal rant elde edilmek amacıyla siyasallaştırılması, karpuz gibi ortasından ikiye bölümüş olan ülkemizin geleceği açısından, çok büyük bir tehlikedir.
Şimdi, Rayştag yangını provokasyonu ile İzmirdeki Cami oparlörlerinden müzik yayını yapılması provokatif eylemi arasında benzerlik ve paralellik kurmak zorunda kaldığımız için,hiç kimde kusura bakmasın ve lafı tersinden anlayarak, vay sen bizi Hitler ile bir mi tutuyorsun diyerek suçlamaya kalkışmasın lütfen.
Şayet, AKP lideri ve yandaşları; faşist Hitler ile kendilerini bir tutmuyorlarsa, kendilerini demokrat ve ondan farklı görüyorlarsa;ivedilikle, eylemin gerçek faillerinin belirlenerek yakalanması için girişimde bulunmalı, gerçek failler bulunmadan,cami minaneresinden müzik yayını yapılması eylemini, ana muhalefet CHP'ye ve CHP'lilere ihale etmemeli,bu eylemi siyasi ranta çevirmeye kalkışmamalıdır.
Aksi halde,Almanya Parlamentosu Rayştag'ın yakılması eylemini gerçekleştirenlerle birlikte anılmaktan asla kurtulamayacaklardır. 22/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

18 Mayıs 2020 Pazartesi

19 MAYIS 1919


Ülkelerin tarihlerinde hiç unutamadıkları,ülkenin kaderini değiştiren,yeni bir çağ açan,o ülke için yeni bir milat olan, çok özel günler vardır.

İşte, 19 Mayıs 1919 ;Türk Milletinin,ATATÜRK'ün önderliğinde emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine (Osmanlı Saray Hükümetine) karşı örgütlü mücadeleye atılmasının,yıl dönümü,Türk Milletinin yeniden doğum günü, mavi gözlü,sarışın o Osmanlı subayının, kuruluşunu kafasında planladığı günümüzün modern ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temelinin atıldığı ve bu temele ilk harcın konulduğu çok önemli ve özel bir gündür.

Mavi gözlü sarışın o genç Osmanlı subayı; 19 Mayıs 1919 günü Samsuna ayak basmış, kısa süre sonra üzerindeki Osmanlı kimliğini ve üniformasını çıkararak, düşman işgali altındaki,onurunu,gücünü,ordusunu ve topraklarını kaybetmiş, çökme aşamasına gelmiş Osmanlının enkazından, saltanatın ve hilafetin kaldırılacağı, halkın kendi kendini yöneteceği laik ve demokratik yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmaya yönelik direniş planını uygulamak üzere düğmeye basmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle artık Osmanlı ile arasındaki gemileri yakarak, ayak bastığı Samsundan, Anadolu'nun derinliklerine doğru yeni ve aydınlık bir yelken açan eskinin o Osmanlı subayı Mustafa KEMAL, halkımızı da arkasına alarak, adeta devleşmiş ve ülkemizi işgal eden emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşından muzaffer çıkarak, bugünkü bağımsız,demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.

19 Mayıs 1919 tarihi ile Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutlanan her yılın 19 Mayısları; bizim gibi, laik ve domokrat,Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik niteliğine aşık evlatları için, bu nedenle çok önemli ve çok özel bir gündür.

19 Mayıs 1919 tarihi ve Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutladığımız her yılın 19 Mayısları, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletini bir türlü kabullenemeyen, içlerine sindiremeyen karşı devrimci ve ümmetçi, antilaik, Osmanlı hayranı ve Osmanlının özlemi içinde yanıp tutuşan Atatürk düşmanı kesimler tarafından sevilmemekte, onlar için karabasan olmakta, milli bayram olarak coşkuyla kutlanmak istenmemekte, ATATÜRK'ün Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 ve onun yıldönümü olan her yılın 19 Mayısları, halkımıza unutturulmak istenmektedir.

Bu sene de,19.Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı Koronovirüs salgını bahane edilerek ilan edilen dört günlük sokağa çıkma yasağına kurban edilmiştir.
AVM'lerin bile açıldığı bugünlerde,19.Mayıs Bayram gününün virüs nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı içine dahil edilmesinin hiçbir mantıklı ve haklı nedeni yoktur.Milli bayramlardan hoşlanmayan, Osmanlı hayranı siyasal iktidar virüs ile mücadeleyi fırsata çevirerek, bayram günü Türk Milletini evlerine hapsetmiştir.Bu bir günlük yasak ile sağlık açısından elde edilecek kazanımlar,sonraki günlerde ilan edilecek sokağa çıkma yasaklarıyla da pekala elde edilebilirdi.

Nitekim, önümüzde üç günlük Ramazan Bayramı tatili mevcut olup,bu üç günlük tatil, virüsle mücadele için sokağa çıkma yasağı olarak kullanılabilir ve 19.Mayıs'ın fiziki mesafelere riayet edilerek ve sair gerekli önlemleri alarak yapılacak olan kutlamasının olası açığı, bu yolla telafi edilebilirdi.Şimdi göreceğiz bakalım,siyasal iktidar; Ramazan Bayramında sokağa çıkma yasağı ilan edecek mi?

Ama, ne yaparlarsa yapsınlar, 19 Mayısları ve diğer özel günlerimizi ve milli bayramlarımızı, laik Türkiye Cumhuriyetini kuran, önemli devrimleri gerçekleştiren, saltanatı ve hilafeti kaldıran ATATÜRK'ü, Türk Milletine asla unutturamayacaklar ve Türk Milletinin gönlünde yer eden ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir.

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Cumhuriyetin bu değerlerine aşık tüm evlatlarının, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramlarını gönülden kutluyor ve milli bayramlarımızı, bugün tüm elde ettiklerini kendisine borçlu oldukları ATATÜRK'e besledikleri kinlerini kusma ve hayranı oldukları Osmanlı'ya karşı yapıldığına inandıkları kötülüklerin yıl dönümü olarak gören karşı devrimcileri, bu kin ve kaderleriyle baş başa bırakıyoruz.

Tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyük olan Amasya Tamimiminde yer alan en önemli kararlardan bir de;”Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”kararıdır. Bunu çok önemsediğimiz ve bugün dahi geçerliliğini koruduğu için,son söz olarak burada yer vermeyi uygun buluyoruz.

ATATÜRK;19.Mayısı kendilerine bayram olarak hediye ettiği gençlerimize seslendiği ve onlara vasiyet ettiği Gençliğe Hitabesinde; emperyalist işgalci dış güçler yanında yer alarak Milletine ihanet eden, işgalcilerle işbirliği yapan, direniş için Anadoluda bayrak açan ATATÜRK'ü Ordu Müfettişliği görevinden alarak geri çağıran, ATATÜRK'ü gıyabında idama mahkum eden, Kuvayı Milliye'ye karşı, onu yok etmek için Kuvayı İnzibatiye'yi kuran Osmanlı Saray Hükümetini, işgalcilerle işbirliği yapmakla suçlayarak,o zor işgal günlerini kastederek ve ülkenin ileride içine düşürüleceği olası zor günleri için söylediği ;
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözleri,hiçbir zaman değerini kaybetmemiş ve ATATÜRK'ün ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu kanıtlamıştır.
Bu vesileyle, en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, onun;erinden generaline kadar, ülkemizi düşman işgalinden kurtararak, bugünkü modern demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında emeği ve kanı bulunan tüm silah arkadaşlarını ve diğer tüm isimsiz kahramanları, rahmet,minnet ve şükranla anıyoruz.
Türk Milletinin yeniden doğduğu gün olan 19.Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı, hepimize kutlu ve mutlu olsun. 18/Mayıs/2020


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


GÖZÜNÜZ AYDIN!..


(18.05.2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli insan ve doktor Sayın Türkan SAYLAN için, ölümü nedeniyle, 19/05/2009 tarihinde yazdığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlıklı makalemizi, Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayınlayarak kendisini anmayı, gelenek haline getirdik ve bu yıl da aynı geleneğe uyarak, bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaştık.Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi,saygı ve rahmetle anıyor,şükranlarımızı sunuyoruz. 18/05/2020 Güner YİĞİTBAŞI)

Aydınlanmanın simgesi..
Laik..
Demokrat..
Atatürkçü..
Doktor..
Eğitimci..
Çağdaş Türk kadını..
Darbe karşıtı..
Gerçek Vatansever..
Sözde değil, eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden, insan sevgisiyle dolu..
Ergenekon gazisi..
Hukuk mağduru..
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı, geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.
Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek, kanıttan suçluya gidecek yerde, belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle, ağır hasta olmasına rağmen, hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..
Laiklik karşıtları..
Demokrasi ve Atatürk düşmanları..
Çağdaş, modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen, kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..
Türk insanına ve toplumuna, tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip, onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..
Gözünüz aydın...
Ancak, onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.
SAYLAN' ın, bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...
O sözleri, size bir kez daha hatırlatalım.
Sayın Türkan SAYLAN, ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım, ölüme de hazırım” demiş.
Çok doğru söylemiş, kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız, Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.
Dün, bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.
Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler, yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..
Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak, yapanlar adına senden özür diliyoruz.
Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN. 19.05.2009
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Mayıs 2020 Pazar

ATATÜRK'ÜN İŞ BANKASINDAKİ HİSSELERİNİN HAZİNEYE DEVRİ KABUL EDİLEMEZ



ATATÜRK'ün;kendi elyazması vasiyetiyle,gelirlerini Türk Dil ve Tarih Kurumlarına,çıplak mülkiyetini ve yönetimini kurucusu olduğu CHP'ye bıraktığı İş Bankasındaki %28.09 oranındaki hisselerinin hazineye devri için, zaman zaman gündeme getirilen girişim,AKP'nin mutlak ve tek sahibi ERDOĞAN ve yandaşları tarafından yeniden gündeme getirilmiş ve ERDOĞAN'ın; hazinenin batak olduğu günümüzde,bu hisselere cankurtaran simidi gibi sarılarak,bu sefer işi daha da ciddi tutup,Meclisteki AKP ve MHP işbirliğinden kaynaklı çoğunluğu sayesinde, dayatma ve bir oldu bitti ile işi bitireceği anlaşılmaktadır.
ERDOĞAN ve küçük ortağı BAHÇELİ ne diyorlar?
Neymiş efendim;ATATÜRK'ün gerçek varisi Türk Milletiymiş,bu nedenle,ATATÜRK'ün vasiyetine rağmen, bu hisselerin Türk Milletine,hazineye devri gerekirmiş.
Bu çarpık bir düşünce olup,ATATÜRK'e ve onun istek ve iradesine açık bir saldırı ve saygısızlıktır, ATATRK'ü yok saymaktır,onu ve onun isteğini ve vasiyetini hiçe saymaktır,miras hukukunu reddetmek ve hukuk tanımazlıktır.
Sizler kim oluyorsunuz da;ATATÜRK'ün iradesini ve vasiyetini,yıllar sonra yorumlamaya, güncellemeye ve değiştirmeye kalkışıyorsunuz?
ATATÜRK;İş Bankasındaki hisselerini hazineye bırakmak isteseydi,özellikle bu vasiyeti yapmazdı ve vefat edince de hisseleri hazineye kalırdı.
Pervasızlığın,hukuk tanımazlığın ve ATATÜRK'e saygısızlığın böylesi hiç görülmemiştir.
ATATÜRK;Türk Milletine,en büyük ve değerli miras olarak, bu güzel vatanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini bırakmıştır.Adam olun da, ATATÜRK'e ve onun gerçek ve en değerli mirasi olan Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyetine ve onun değerlerine sahip çıkın.
ATATÜRK döneminde yapılan iktisadi devlet kuruluşlarını yok pahasına satıp, paralarını zevkiniz ve sefanız,kar garantili yap işlet devret yöntemli ihalelerle,yandaş müteahhitleri zengin etmek için harcadınız.Ülkeyi; üretim yapamaz hale getirdiniz,cari açık ve borç batağına sapladınız,bu Koronavirüs günlerinde parasızlıktan kıvranıyorsunuz,başarısızlığınıza bu parasızlık da eklenince,ilk seçimlerde iktidardan düşeceğinizi çok iyi anladınız ve para bulmak için oraya buraya saldırıyorsunuz.
Hiç sevmediğiniz ve sevemediğiniz ATATÜRK'ün özel ve şahsi İş Bankası hisselerine,vasiyetini yok sayarak el koymak suretiyle,gözünüzü onun mirasına diktiniz.Bırakın artık miras yedi gibi yaşamayı ve devleti kötü idare etmeyi.
Ülkeyi,demokrasi ve hukuk kalıpları içinde adam gibi yönetin,üretime dönük yatırımlar yapın,üretin ve kazanarak,alın teri paralarla ülkeye hizmet ediniz.
ATATÜRK'ü çok seven bu ülke insanını,sürekli ATATÜRK'den soğutmak için elinizden gelen gayreti gösteriyorsunuz.
ATATÜRK'e ihanet ederek, onun; laik devlet anlayışını yerleştirmek,dinin yozlaştırılmasını önlemek ve insanların gerçek İslamı öğrenerek yaşaması amacıyla kurduğu Diyanet İşleri Balkanlığını;kuruluş amacından saptırarak, kuruluş amacı dışında,ülkede laiklik karşıtı siyasal İslamı hakim kılmak için kullanmaya başladınız.Başına da, ATATÜRK düşmanı,keşke Yunan galip gelseydi diyen, Fesli Kadir diye anılan vatan hainiyle gönül ve zihniyet bağı içindeki,bu vatan haini ATATÜRK düşmanını,resmi giysisiyle ve resmi makam otomobiliyle alenen ziyaret ederek ona hediyeler sunmaktan utanmayan ve çekinmeyen,laiklik karşıtı insanlara cesaret veren bir adamı getirdiniz.
Bu aymazlıklarınıza rağmen,ATATÜRK'ün İş Bankasındaki hisseleri,Türk Milletine aittir,hazinenindir,biz vasiyet falan tanımayız diyorsunuz.
Sayenizde; neredeyse yarısı ATATÜRK ve laiklik karşıtı hale gelen bu millete mi,yandaş müteahhitlere mi vereceksiniz ATATÜRK'ün hisselerini?
Bu yolla,İş Bankasının da mı içini boşaltacaksınız,bankanın ve iştiraklerinin yönetim kurullarına kendi adamlarınızı atayarak onlara ek gelirler mi sağlayacksınız,İş Bankasını ve iştiraklerini,Sayıştay denetiminden kaçırdığınız ve aile şirketi gibi hesap vermeden bildiğiniz gibi yönettiğiniz Varlık Fonuna mı dahil edeceksiniz,nedir sizin gerçek amacınız?Açıkça söyleyiniz.
Sayın ERDOĞAN;siz, başında bulunduğunuz,kuruluşuna emek veren binlerce değerli insanları uzaklaştırdığınız ve tek başınıza sahiplendiğiniz AKP'yi,öncelikle gerçek sahiplerine ve Türk Milletine iade ediniz.
Yanılıyorsunuz.Meclis çoğunluğunuzu,otoriter ve özgürlükleri yok eden, halkı yıldıran ve susturan,yargıyı sopa gibi kullanan,baskıcı ve antidemokratik yönetiminizi kullanarak, bu yağmayı kolaylıkla yapabilirsiniz.Ama, bu yağmanın hesabının,seçimler sonrasında normal demokratik düzene geçildiğinde sizlerden mutlaka sorulacağını biliniz. 17/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



15 Mayıs 2020 Cuma

GERÇEK DARBE BU OLSA GEREK!...



Ülkemizde bazı çevreler; RTÜK, HSK ve yargının bir bölümü, yapmaları gereken anayasal ve asli görevlerini yasalar çerçevesinde tarafsız olarak yapmayı bir kenara bırakmışlar, artık anayasa ve yasa tanımayan ve ülkeyi çadır devleti gibi yöneten,bu salgın döneminde dahi yoksul halka hizmet için çırpınan CHP'li belediyeleri çalıştırmamak için engeller koyan,belediyeleri kanarya sevenler derneği ile eş tutan,Belediyeleri meşru yerel kamu idareler olarak kabul eden anayasanın 127. maddesini yok sayan,onlarca seçilmiş muhalif belediye başkanlarını görevden alarak, yerlerine kayyumlar atayan,tek suçlar halka hizmet olan belediye başkanları hakkında soruşturmalar açan,sandıktaki sonlarını gördükleri için iktidarı bırakmamak adına her yolu deneyerek son çırpınışlarını yapan siyasal iktidara nasıl destek olabiliriz,muhalefeti nasıl susturabilirizin, akla gelmeyen hesaplarını yapıyorlar ve bu doğrultuda hukuk dışı kararlar almaktan çekinmedikleri gibi,utanmıyorlar da.
Halk Tv.nin başına gelenleri,haksız ve hukuksuz sudan sebeplerle programlarına getirilen yasakları,hukuksuz olarak tutuklanan muhalif gazetecileri hepiniz biliyorsunuz.
Tüm bu hukuksuzlukların ve pervasızlıkların çifte standart kararlarla yapıldığını halkımız görüyor ve olmayan demokrasimiz adına çok üzülüyoruz.
Siyasal iktidar, yandaşı RTÜK ve savcılar; bir televizyon kanalında insanları ölümle tehdit eden,elinde öldürülecek kişilerin listesinin bulunduğunu alenen açıklayarak suç işleyen bir bayan karşısında suskun kalıyor, 83 milyonun önünde yayın yoluyla suç işleyen bu bayan,hala elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam ediyor ve Halk Tv.ye işlemediği bir suçtan dolayı cezalar yağdıran RTÜK, bu kanala bir işlem yapmaya yanaşmıyor.Partizanlığın,yasa tanımazlığın ve pervasızlığın bu denlisini biz hiçbir iktidar döneminde görmedik ve yaşamadık,bundan sonra da göreceğimizi asla düşünmüyoruz.
Devletin kurumları asıl görevlerini unutmuşlar,varsa yoksa,darbe ve darbe paranoyası üzerinden iktidarını güçlendirmek ve devam ettirmek isteyen, darbe paranoyası üzerinden özgürlükleri tamamen yok etmenin planları içindeki siyasal iktidarın değirmenine su taşımanın uğraşı içindeler.
Aslında,muhalif kesimlerin; iktidarı hukuk dışı yollarla devirmeye yönelik yapmayı düşünüp planladıkları bir darbe falan yok,bu darbe iddia ve paranoyası üzerinden iktidar ve yandaşlarının yapmak istedikleri; kendilerinin, adım adım uygulamaya koydukları demokrasi karşıtı eylemleriyle,gerçekleştirmeye çalıştıkları darbelerin üzerini örtmektir.
Yürürlükteki anayamızın; özgürlüklerle,egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğuna,hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsız ve tarafsızlığına ilişkin maddelerini uygulamayarak,demokrasiyi fiilen ortadan kaldıran siyasal iktidar ve onun yandaşları, bu ülkede gerçek bir darbeyi başarmışlar ve demokrasimizi yok etmişlerdir.
Darbe ve darbeci arayanlar; bize göre,önce aynaya bakmalıdırlar.
Hakimler Savcılar Kurulunun; Karşıyaka Hakimi ve aynı zamanda Yargıçlar Sendikası Başkanı olan Sayın Ayşe SARISU PEHLİVAN hakkında almış olduğu üç ay süreli meslekten uzaklaştırmasına ilişkin kararı,artık bardağı taşıran son damla olmuştur.
Sayın Hakim Ayşe Hanım ne suçu işlemiştir.Kendisinin, hakim sıfatı ve kimliğini taşımaksızın vicdanlı ve aydın bir insan olarak,yaşam hakkını savunması,hiç kimsenin ölmemesini,türkülerin sesinin yok olmamasını istemesi,insan hayatını öncelemesi, suç mudur?
Hakime hanımın sosyal medyadaki bu paylaşımları;sosyal medyayı ve ülkeyi kendi geri ve ortaçağ zihniyetleriyle denetlemeye ve ülkeyi paralel bir yapı oluşturarak yönetmeye ve insanları dizayn etmeye çalışan,kendilerini bilmez ikidar yandaşlarının yaygaralarına kulak vererek, tuzu da kokutan akıl almaz,hukuk ve insanlık dışı karara imza atan HSK'nın ilgili üyelerini şiddetle kınıyor ve anayasal ve yasal yetki hudutlarına çekilmeye ve bu kararı yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz.Aksi halde,ileride çocuklarının ve torunlarının yüzlerine nasıl bakacaklarını merak ediyoruz.
Ülkemiz insanları öyle bir hukuksuzluğun girdabında boğuşuyor ki;hepsinin sinir sistemleri bozulmuş,koronavirüsü dahi unutmuşlar ve hukuk tanımayan siyasal iktidarın gideceği seçime odaklanmışlar ve dört gözle seçimleri bekliyorlar.
Biz,malesef bir erken seçim beklemediğimiz gibi,iş başındaki koltuğa yapışmış ve gitmek istemeyen siyasal iktidarın;İstanbul seçimlerinde meşru sandığı deviren tutumlarına bakarak,böyle giderse zamanında yapılacak bir seçimin dahi, Türk Milletine çok görüleceğinden endişe duyuyoruz.
Umarız yanılan biz oluruz ve geç de olsa demokratik seçimlerle bu kabustan kurtulur,insanlarımız ve ülkemiz. 15/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

12 Mayıs 2020 Salı

BARIŞLARIN İDDİANAMESİNDE ÜÇ İMZANIN YER ALMASININ NEDENİ NE OLABİLİR?



Haksız ve hukuksuz olarak tutuklu bulunan gazeteci iki Barış'ın iddianameleri yazılmış.
İddianameyi görmüş değiliz.Görmeye de hiç meraklı değiliz,savcılık da yapmış olan elli yıllık bir hukukçu olarak, görüp de tansiyonumuzu yükseltmeye hiç niyetimiz yok.
O zaman diyeceksiniz ki;peki, bu iddianameyi dile getiren makaleyi niçin yazıyorsunuz öyleyse?
Cevaplayalım.
Dünkü (12/05/2020) Sözcü Gazetesindeki köşesinde Soner YALÇIN; bu iddianameyi ele alarak, iddianamede başsavcı,başsavcı vekili ve soruşturmayı yürüten savcı olmak üzere, üç savcının imzalarının bulunduğunu ve bu uygulamanın bugüne kadar rastlanan olağan bir uygulama olmadığını,böylesinin hiç görülmediğini belirterek,bunun muhtemel nedenlerini dile getiren bir yazı yazmış.
Evet,basit ve iki sanıklı bir iddianamenin üç savcı tarafından imzalanması, gerçekten pek rastlanmayan olağan dışı bir uygulamadır.
Aslında,savcılık makamı bir bütün olup,bir iddianamenin hukuki geçerlilik kazanabilmesi için,özellikle soruşturmayı yürüten ve iddianameyi kaleme alan savcı tarafından imzalanması yeterlidir.
Bir iddianamenin üç savcı tarafından imzalanması, olağan dışı olsa da,hukuken bir mahzuru yoktur.Ancak, böyle bir uygulama,kamuoyunda haklı olarak buna niçin gerek görüldü sorusunu akla getirir tabiatıyla.
Soruşturmaları,birden ziyade savcı tarafından yürütülen,çok sanıklı,bir çok eylemin bir arada olduğu yasa dışı örgütlerle ilgili çok kapsamlı büyük soruşturmalar sonunda müştereken düzenlenen kapsamlı ve karmaşık iddianamelerin,o soruşturmayı yürüten ve iddianameyi müştereken yazan savcılar tarafından birlikte imzalanmaları doğaldır.
Gazeteci Barış'ların soruşturmaları;kapsamlı, birçok olay ve eylemin ve sanığın yer aldığı karmaşık ve örgütlü bir suça ilişkin değildir.Bu nedenle, iddianamenin; soruşturmayı yürüten ve iddianameyi kaleme alan savcı tarafından imzalanması yeterli görülmeliydi.
Peki, niçin başsavcı ve soruşturmayı yürüten savcıdan sorumlu başsavcı vekili tarafından da imzalanmıştır?
Bunun çeşitli sebepleri olabilir.
Bildiğimiz kadarıyla ortada,tutuklanmayı ve suçlanmayı,hakkında iddianame düzenlenmeyi gerektiren bir suç olmadığı için,iddianameye güç kazandırmak,inandırıcı olmak ve kamuoyu nezdinde sanıkların gerçekten suçlu olduklarına dair bir algı yaratmak için üç savcı tarafından imzalanmış olabilir.
İkinci olasılık,Saraydan böyle bir talimat gelmiş olmasıdır.
Üçüncü olasılık,bu soruşturmaya çok önem veren Saray'a yaranma arzusu olabilir.
Dördüncü olasılık,soruşturmayı yürüten savcı,soruşturma sonunda ortada kamu davası açılmasını haklı kılacak yeterli kanıt olmadığı için, iddianame düzenleyerek dava açmak istememiş,kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermek istemiş olabilir.Soruşturma savcısının,iddianame düzenleyecek başka bir savcı ile değiştirilmesi de dikkat çekeceği ve eleştirileceği için, soruşturma savcısına,sen istemeyerek de olsa, iddianameyi yaz, bizler de imzalayacağız seni yalnız bırakmayacağız denmiş ve iddianameye bu nedenle üç imza konulmuş olabilir.
Beşinci olasılık da;soruşturma, MİT Yasasının 27/3 maddesini ihlalden açılmasına ve tutuklama kararının bu nedenle verilmesine rağmen,davanın Ağır Ceza Mahkemesinin görevine girecek şekilde suçun ağırlaştırılmak ve MİT Yasasına muhalefet suçuna bir de TCK 329/1 maddesine muhalefet suçunun eklenmek istenmesi ve buna soruşturma savcısının itiraz etmesinden kaynaklı bir görüş ayrılığının çıkmış ve bu görüş ayrılığının üç imza ile giderilmek istenmiş olmasıdır.
Savcılığın;üç imzalı bir iddianame sunarak,yargılamayı yapacak mahkemeyi manevi baskı altına almak istemiş olacaklarını düşünmek dahi istemiyoruz.13/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


DARBELERİN PANZEHİRİ DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLERDİR



AKP Genel Başkanı ve yandaşları gündem değiştirerek,virüsle mücadelenin ekonomik boyutlarını yönetememenin sıkıntılarını gizleyebilmek için, CHP'yi darbe çığırtkanlığı yapmakla itham ederek,hiç gündemde olmayan ve varsa dahi,siyasal iktidar olarak önlemekle görevli oldukları darbe söylentileriyle halkımızı oyalamaya çalışmaktadırlar.
Bize göre de,ülkemizde darbe yapacak tek güç Türk Silahlı Kuvvetleri olup,o da siyasal iktidarın sıkı denetim ve kontrolü altındadır.
Bu nedenle,AKP Genel Başkanının CHP'yi darbecilikle suçlaması, abestir.
Bu makale,darbeleri kutsama,iyi görme,övme,siyasal iktidarı darbe ile tehdit etme veya korkutma amacıyla yazılmamaktadır.Tamamen bir düşüncenin açıklanmasıdır.Kimse kusura bakmasın, eğip bükerek vay sende mi darbecisin diyerek suçlamaya yeltenmesin.Herkes haddini bilerek,isterlerse bu makaleden sadece bir ders çıkarmaya kalkışsın.
Darbe ve darbeci kimlerdir ve niçin darbe yaparak meşru seçimle iş başına gelen siyasal iktidarları iş başından uzaklaştırmayı düşünürler,darbeler niçin kötüdür,halk darbelere niçin ve ne zaman karşı çıkarlar?
Bu soruların cevapları,CHP'nin darbe yandaşı olup olamayacağını,halkın darbeye yaklaşımını, açıkça gösterecektir.
Darbe;meşru bir seçimle iş başına gelen bir siyasal iktidarı, zorla ve hukuk dışı yollarla iş başından uzaklaştırarak, insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik rejime son verip onun yerine insan hak ve özgürlüklerinin,hukukun üstünlüğünün bulunmadığı antidemokratik bir rejimin kurulmasına yönelik şiddet içeren bir eylemdir.
Darbeciler de;bu darbeyi gerçekleştiren,insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasiye,özgür ve demolkratik seçimlere karşı olan antidemokrat kişilerdir.
Bu nedenle,bir toplumda insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne dayalı bir demeokrasi tüm kurum ve ilkeleriyle işliyorsa,kimse darbe yapamaz,darbeye yeltenemez,halkı karşısında bulur.Aksi söz konusu ise;yani, demokrasi tüm ilke ve kurumlarıyla işlemiyorsa,demokrasi,insan hak ve özgürlükleri,yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı,hak hukuk ve adalet yok edilmişse,iş başındaki siyasal iktidarın, zora dayalı bir darbeyle düşürülerek,darbecilerin kuracakları yönetim ile eski yönetim arasında üç aşağı beş yukarı özgürlükler ve demokrasi adına fazla bir fark oluşmayacağından,halkın darbelere ve darbecilere karşı çıkmalarını da bekleyemezsiniz.
Şayet,bir ülkenin ana muhalefet partisi;insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne,bağımsız ve adil yargıya,hak,hukuk ve adalete,seçmen iradesine,meşru seçimlere saygılı ve demokrasiden yana ise; insan hak ve özgürlüklerine,hukukun üstünlüğüne,adil ve bağımsız bir yargıya saygısı olmayan iş başındaki siyasal iktidarı,darbelerle değil, meşru seçimlerle halkın iradesiyle,demokratik yollarla iş başından uzaklaştırarak, kendisi iktidara gelmeyi amaçlar, darbecilere asla taviz vermez ve yeşil ışık yakamaz. darbecilerle asla işi olamaz ve darbelerden medet umamaz.Zira,bilir ki;iş başına gelecek olan darbeciler de, hukukun üstünlüğüne,insan hak ve özgürlüklerine,adil, tarafsız ve bağımsız bir yargıya karşıdırlar.
Bu itibarla;yapılacak olan ilk meşru seçimlerde halkın oylarıyla,tek başına olmasa da büyük ortağı olacağı koalisyonla iktidara geleceği kuvvetle muktemel olan ana muhalefet partisi CHP, niçin darbe istesin,aklını peynir ekmekle mi yedi?
Siyasal iktidar; darbelerden korkuyorsa,bu ülkede darbe olmasını istemiyor ve iktidarını sürdürmek ve yeniden seçim kazanmak istiyorsa;insan hak ve özgürlüklerini, hukukun üstünlüğünü,kuvvetler ayrımını,adil,tarafsız ve bağımsız bir yargıyı üstün ve hakim kılmak, demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla yeniden tesis ederek uygulamaya koymak zorundadır.
En büyük tehlike;halk çoğunluğunun,hukukun üstünlüğüne,insan va hak ve özgürlüklerine,kuvvetler ayrımına,adil,tarafsız ve bağımsız yargıya olan umut ve güvenlerinin yok edilmesidir.
Şayet,halk;ister seçimlerle, ister darbelerle iş başına gelsinler,her koşulda,ben özgür,mutlu olamayacaksam,güvenebileceğim adil,tarafsız ve bağımsız bir yargıya kavuşamayacaksam, ne fark edecek düşüncesine kapılırlarsa, hepimizin vay haline.
Darbeden korkanlar,darbe istemeyenler;önce, kendilerine bakmalıdırlar.12/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

7 Mayıs 2020 Perşembe

ANA MUHALEFET'E DARBE SUÇLAMASI



AKP Genel Başkanı;halkımıza, beş adet maskeyi dahi dağıtamamanın,her geçen gün arkasındaki halk desteğinin eridiğinin,yapılacak olan ilk demokratik seçimlerde iktidarı kaybedeceğinin,iktidar olarak halka verebileceği hiçbir projesinin kalmadığının,yeni politikalar üretemez ve ülkeyi yönetemez hale gelmenin,uğradığı güç kaybının endişe ve korkusuna kapılarak, kendisine yönelik hiçbir eleştiriye tahammül edemez hale gelmiştir.
İstiyor ki;ağzından çıkan her söz,yaptığı her icraat; doğru da olsa, yanlışta olsa, 83 milyon insan bu sözleri doğru ve ülke yararına kabul etsin ve en ufak bir muhalif söz söyleyen olmasın,83 milyon insan bir teba gibi kendisine biat ederek kendisini onaylasın,eleştirmesin ve ayakta alkışlasın.
Fiilen kırıntısı dahi kalmamakla birlikte,anayasasına göre hala demokratik bir ülke sayılan ülkemizde;AKP Genel Başkanının,halkımızın tamamının kendisine biat etmesini istemeye hakkı ve yetkisi asla yoktur.Yok öyle bir şey.
AKP Genel Başkanı;ne yazık ki, bu gerçeği kabul edememekte,demokratik olması gereken ülkemizi tek başına, kendi mutlak otoritesiyle ve doğrularıyla yönetmeye soyunmuş bulunmaktadır.
Bu nedenle,kendisine karşı muhalefet eden herkesi ve ana muhalefet partisi CHP'yi ve onun yöneticilerini;darbecilikle, darbe çığırtkanlığı yapmakla suçlamaktadır.
AKP Genel Başkanı;çok az sayıda kalan görsel ve yazılı basını ve bunların yazarlarını,yargı ve RTÜK sopası ile cezalandırarak, ana muhalefet partisini de darbe imacılığı ve çığırtkanlığı yapmakla suçlayarak, sindirmeye çalışmaktadır.
Son olarak da;demokrasilerin nefes borusu,baskı grupları olan, başta barolar olmak üzere, meslek odaları ve diğer sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yöneticilerinin seçim usullerini değiştirerek,kendisine muhalefet eden sivil toplum kuruluşlarının da muhalif seslerini kısmanın yasal planlarını hazırlamaktadır.
Peki,darbe nedir?
Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya anti demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirmektir.
Söleyiniz Allahınız aşkına,darbenin bu tanımına göre,iş başındaki AKP iktidarını zor kullanarak istifa ettirmeye veya devirmeye, en başka CHP olmak üzere kimlerin gücü yetebilir,bu mümkün müdür?
Ülkemizde, tüm darbeleri ve darbe girişimlerini,Türk Silahlı Kuvvetleri gerçekleştirmiştir.Bugün,TSK tamamen siyasal iktidarın sıkı ve mutlak kontrolündedir,yapısı değiştirilmiş ve tamamen siyasi iktidara bağlanmış,başına da genelkurmay başkanı yetkileriyle donatılmış,adeta sivil genelkurmay başkanı gibi orduyu tek başına yöneten,eski genelkurmay başkanı olan zat, Milli Savunma Bakanı olarak getirilmiştir.TSK,15.Temmuz darbe girişiminde buluna Fetö artıklarından da önemli derecede temizlenmiştir.Bu nedenle,CHP'nin darbe çağrısı yapacağı darbeci bir Türk Silahlı Kuvvetleri mevcut değildir.
Siyasal iktidar Emniyet Teşkilatını,ikinci bir silahlı güç olarak ağır silahlarla donatmış ve bu teşkilatın bağlı olduğu İçişleri Bakanlığına da en güvenilir siyasetçisini getirmiş ve geçtiğimiz günlerdeki istifasını dahi kabul etmeyerek İçişleri Bakanlığının başında tutmuştur.
Darbe hazırlıklarının yapıldığını öğrenerek siyasal iktidara zamanında duyurmakla görevli olan Milli İstihbarat Teşkilatının başında da,yıllarca çok güvendikleri için görev başında tuttukları bir kişi vardır.
Bu koşullarda, CHP hangi silahlı güce darbe imasında ve çağrısında bulunabilecektir anlamış değiliz.
AKP Genel Başkanı; ağzı sütten yandığı için, acaba yoğurdu üfleyerek mi yemek istemektedir?
Öyle ya,şu anda,Türk Silahlı Kuvvetlerinin başındaki Milli Savunma Bakanı olan zat, eski genelkurmay başkanı olan kişidir.AKP Genel Başkanı;acaba,Fetöcü subayların, yaver olarak burnunun dibine kadar geldiğini fark edemeyerek,15 Temmuz darbe girişiminde Fetöcü hainlere esir düşmüş,15.Temmuz hain darbe girişimini öğrenerek gerekli önlemlerin alınmasını sağlayamamış olan Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanına güvenmemekte midir?
Güvenmiyorsa,bu kişileri hala niçin o makamların başında tutmaktadır.?
Anlaşılıyor ki;AKP Genel Başkanı'nın,CHP'ye yönelik darbe iması ve çığırtkanlığı yapıyor suçlaması,gerçek dışı ve tamamen siyasi bir taktiktir.
İtibarı yükselen CHP'yi,darbecilikle suçlayarak itibarsızlaştırma, sindirme ve muhalefet yapmasını engelleme girişimidir.
Ana muhalefet partileri,demokratik seçimlerle iş başına gelmeye namzet, iktidar alternatifidirler.Bu nedenle,tüm muhalefet partilerinin ana amaçları,iktidarı demokratik seçimler yoluyla iş başından uzaklaştırarak iktidara gelmek ve bunun için de, iktidarın yanlışlarını eleştirerek,ellerinden gelen tüm yasal olanakları kullanmak, en doğal demokratik hakları ve varlık sebepleridir.
Herbiri seçmen olan halkımızın muhalif kesimleri de,demokratik seçimler sonucunda iş başındaki iktiadarı iktidardan uzaklaştıracağız deme hakkına sahiptirler.
Bir ülkede darbe; ya silahlı kuvvetler eliyle yapılır veya demokratik seçimlerle iş başına geldikten sonra,iktidar gücünü kullanarak,muhalefeti korkutup sindirmek ve anayasayı rafa kaldırmak, insan hak ve özgürlüklerini,basın özgürlüğünü,yargı bağımsızlığını,meclisin işlevini fiilen yok ederek,demokratik rejimi değiştirmek suretiyle,bizzat iş başındaki siyasal iktidarlar tarafından gerçekleştirilebilir.
Umarız seçmen halkımız,yapılacak olan ilk demokratik seçimler öncesinde,AKP'ye oy atmayanlar darbecidir suçlamasıyla karşılaşmazlar. 07/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



5 Mayıs 2020 Salı

YANLIŞ YAPTINIZ VE YAPMAYA DA DEVAM EDİYORSUNUZ!...



Siyasal iktidar,koronavirüs salgını nedeniyle bilim kurulu oluşturdu ve iyi bir iş yaptı ama,bu yeterli değil tabi.
Bilim kurulu göstermelik kurulmaz,onun görüş ve kararları tavsiye niteliğindedir ama,siyasal iktidar uzmanlık gerektiren bu kararlara harfiyen uymak ve uygulamak zorundadır.
Bilim kurulunun aldığı tavsiye niteliğindeki kararların;kamuoyu,yani halkımızla paylaşılması,halkımızın bilim kurulu tarafından alınan tavsiye niteliğindeki kararları öğrenmesi ve bilmesi zorunludur.
Milli Güvenlik Kurulu da toplanıp kararlar almakta ve alınan ve yürütmeye tavsiye edilen bu kararlar, açıkça halkımızla paylaşılmaktadır.
Milli Güvenlik Kurulunun hükümete tavsiye ettiği kararların,halkımızla paylaşılmasına rağmen,Bilim Kurulunun aldığı tavsiye niteliğindeki kararların halkımızla paylaşılmaması,bazı şüpheleri ve dedikodu bilgileri beraberinde getirmektedir.
Halkımız,Bilim Kurulu tarafından alınan ve hükümete tavsiye edilen kararların ne olduğunu bilmelidir ki;bu kararlardan hangilerinin uygulamaya konulduğunu hangilerinin uygulamaya konulmadığını görmeli ve salgınla mücadelede hükümetin yaptığı ve yapacağı olası doğruları ve yanlışları, sandıkta değerlendirebilmelidir.
Salgınla mücadelede hükümetin aldığı kararların,seçilecek bir hükümet sözcüsü veya Sağlık Bakanı tarafından açıklanmayarak,doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından açıklanması da bize göre garip olup,bu uygulamanın,aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan ERDOĞAN'ın,bu salgınla mücadelede siyasi bir rant elde etme düşüncesinde olduğu şüphesini uyandırmaktadır.
Dikkat ederseniz,Sağlık Bakanı da;yaptığı her açıklamasında sayın cumurbaşkanımız demeden,onu adını anmadan, açıklamasına nokta koyamamaktadır.
Hükümet;plansız ve programsız,öncelik sırasına bakmadan yaptığı üretime yönelik olmayan verimsiz yatırımlar ve lüks harcamaları nedeniyle, hazinenin içini boşalttığı için,salgın hastalık nedeniyle iş yerlerini kapatmak zorunda oldukları için geçimlerini sağlayamayan her iş kolundaki esnafa ve emeğiyle gün kazanıp yiyen gündelikçilere gerekli maddi desteği sağlayamadığı,özellikle CHP'li Büyükşehir Belediyelerinin yoksul ve işsiz kalan halka yaptığı mali desteği,hatta bedava dağıttıkları ekmeği,siyasi rant uğruna yasakladığı için, halkımızın sıkı bir şekilde evde kalmalarını ve izole olmalarını sağlayamamış,sadece yirmi yaş altı ve altmış beş yaş üstü ölçüsünü koyarak, bu insanların tümüne uzun süreli sokağa çıkma yasağı getirmiş,bu yaş grubu içinde kalmalarına rağmen çalışanları da,evde oturmaya mahkum etmiştir.
Ne kadar saçma bir karar,yirmi yaş üstü ve altmış beş yaş altı tüm insanlar,çalışıp çalışmadıkları ayrımı yapılmadan sokağa salınmış,herke yaş kriterine göre aynı çuvalın içine atılmıştır.
Bu uygulama, salgınla mücadelede etkin olmadığı gibi, eşitlik kuralına da aykırıdır.Yaşın yirmi'nin üzerinde, altmış beşin altındaysa,bir yerde çalışmıyorsan dahi,sokağa çıkarak aylak aylak dolaşabilir ve virüs yayabilirsin denilmiştir.
Şimdi de,dereyi görmeden paça sıvanmaya başlanmış,ölümler ve yeni vakalar sonlanmadığı halde,virüs salgınının kontrol altına alındığı gerekçesiyle, bayram sonrası dahi beklenilmeden tedbirler gevşetilmeye başlanmıştır.AVM'lerin açılması çok mu gereklidir?
Uzun süreden bu yana evde hapis kalan altmış beş yaş üstü insanlara tanınan dört saatlik gezme ve hava alma izni yerindedir.
Ancak, sıkı tedbirlerin, bayramı da içine alacak olan genel bir sokağa çıkma yasağı uygulanarak, sonrasında yeni bir durum değerlendirmesi yapıldıktan sonra gevşetilmesinin düşünülmesi gerekirdi.
Bu yapılmadan, tedbirlerin gevşetilmesi,bugüne kadar yaptığımız fedakarlıkları, büyük bir kitlenen iki aya yakın süredir özgürlüklerinden mahrum kalarak evde kapanmalarını,ekonomik kayıpları boşa çıkaracak,silbaştan sıkı tedbirlerin alınmasına ve daha büyük maddi hasar ve insan kaybına neden olacaktır.
Bir yirmi gün daha sabredemediniz.Bu sabırsızlığınız,umarız tüm emekleri ve fedakarlıkları boşa çıkarmaz. 05/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

1 Mayıs 2020 Cuma

CUMHURİYET SAVCILARI



Bu makaleyi,şu anda 25 senelik avukat ve öncesinde de, 25 sene Askeri savcı ve Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmış, 50 yıllık faal ve tatbikatın içinde yoğrulmuş bir hukukçu kimlik ve deneyimimizle yazıyoruz.
Cumhuriyet Savcısı, adı üzerinde, Cumhuriyetimizi, Cumhuriyetimizin Anayasamızdaki ilkelerini benimseyen, savunan ve koruyan savcı demektir.
Peki, Cumhuriyetimizin ilkeleri nelerdir?
Darbe Anayasası diyerek horlanan ve suçlanan, ancak, onu dahi uygulayacak kadar Cumhuriyet ve demokrasiden nasibini almamış olan AKP iktidarı tarafından tam olarak uygulanmayan ve çoğu demokratik maddeleri askıya alınan 1982 Kenan EVREN Anayasasının 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin ilkeleri; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak belirtilmiştir.
Gerçek Cumhuriyet Savcıları; Cumhuriyetimizin, insan haklarına saygı göstermeyi, Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı, demokrasinin ilkelerini, laikliği ve hukukun üstünlüğünü benimsemek ve bu ilke ve değerleri ülke genelinde hakim kılmak için uğraş vermek zorundadırlar.
Cumhuriyetin savcısı olduklarını unutarak, kendi ikballeri, koltukları ve gelecekleri için, iş başındaki siyasal iktidar tarafından Anayasaya aykırı olarak yaratılan zor koşullara karşı, meslek onurlarını ve direnme güçlerini kullanmayıp kolay yolu seçerek iktidara teslim olan, hal ve hareketleriyle, verdikleri kararlarıyla, iktidara hizmet eden ve iktidarın savcısı görüntüsünü vererek, Cumhuriyetin ilkelerini savunan savcılar oldukları konusunda halkımızda kuşku uyandıran savcılar; Cumhuriyet Savcısı unvanlarını taşısalar dahi, milletimizin vicdanlarında, gerçek anlamda bir Cumhuriyet Savcısının saygınlığını asla kazanamazlar.
Gerçek Cumhuriyet Savcılarının önemi; Cumhuriyetin ilkelerini amaç olarak benimsemeyen, Cumhuriyetin ilkelerini kendilerine vasıta yaparak, gizli amaçlarını tesis etmek üzere sandıktan çıkmayı başaran, Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı kişilerin iktidar olabildikleri zor dönem ve koşullarda ortaya çıkar. Halkımız, bu zor dönem ve koşullarda Cumhuriyet Savcılılarının varlığını fark ederler ve ararlar.
Cumhuriyet Savcıları; sadece ve sadece, işsiz ve güçsüz oldukları için çalmak zorunda bırakılan hırsızların, adam yaralayan, öldüren, gasp yapan ve sair, arkası olmayan gariban adi suçluların peşine takılan,en önemlisi de,siyasi iktidarların, muhalefete sopa olarak kullandıkları savcılar konumunda olmamalıdırlar.
Cumhuriyet Savcıları;yani, Laik ve Demokratik Cumhuriyetin Savcıları, Cumhuriyetin ilkelerinin çiğnendiği dönemlerde, bu ilkeleri çiğneyen siyasal iktidarların ve yandaşlarının karşısında da dik durabilmeli, tüm siyasal baskılara karşı koyup direnerek, saygınlıklarını koruyabilmeli ve maruz kalabilecekleri her türlü olumsuzluklara rağmen, laik ve demokratik cumhuriyetin ilkelerini korumaya yönelik görevlerini, korkusuzca yerine getirebilmelidir.
Diyanet işleri Başkanının,Ramazan Cuma Hutbesinde eşcinsellere ve nikahsız beraberlik yaşayanlara yönelik olarak;onları, bulaşıcı hastalık gibi her kötülüğün sebebi olarak gösteren,insanları onlarla mücadeleye davet eden,onları hedef gösteren beyanları sebebiyle,din ve vicdan özgürlüklerini,özel yaşamı,cinsel tercihleri yok sayan,insanları sözüm ona ahlaklı olmaya zorlayan,değersizleştiren,itibarsızlaştıran,demokratik ve laik cumhuriyet karşıtı dayatma ve zor içeren beyanları üzerine,AKP Genel Başkanının; görev ve yetki hudutlarını aşan Diyanet İşleri Başkanına sahip çıkarak,bu beyanları sebebiyle Diyanet İşleri Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunan Ankara Barosunu, Diyanet İşleri Başkanına yapılan bu saldırı, devlete yapılmış saldırıdır diye beyanda bulunması üzerine,Ankara Cumhuriyet Savcılığının;asıl suçluyu bırakarak,aslında laik ve demokratik cumhuriyeti savunan Ankara Barosu hakkında, hem de resen, soruşturma açması, çok düşündürücü ve laik ve demokratik cumhuriyetimiz adına çok üzücü ve korkutucudur.
ATATÜRK; savcılarımızın ünvanlarının başına,”Cumhuriyet” ekleyerek,onları sebepsiz Cumhuriyet Savcıları olarak onurlandırmamıştır.
ATATÜRK'ün;hiçbir kamu görevlisine layık görülmeyen cumhuriyet payesini savcılarımıza vererek onları onurlandırması, savcılarımızın demokratik ve laik cumhuriyeti koruyup kollama konusundaki görev ve sorumluluklarını daha da artırmış ve onalara bu görev ve sorumluluk, yasaların yanında ATATÜRK tarafından adeta vasiyet edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanının;özel yasasında belirtilen görev ve yetki sınırlarını aşarak söylediği,eşcinselleri ve zina yapanları hedef gösteren dayatıcı sözlerine, Ankara Barosunun ve diğer demokratik ve laik çevrelerin gösterdikleri tepkiler;evet,çok doğru, AKP Genel Başkanının söylediği gibi, devlete yapılan bir saldırıdır.
Ancak,Ankara Barosun saldırısına uğrayan devlet; meşru,laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti değildir.
Ankara Barosunun sorumluluğu gereği haklı olarak saldırdığı devlet;Diyanet İşleri Başkanının,meşru demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletine yaptığı saldırıyı püskürtmek amacıyla yapılan, defakto oluşturulmaya çalışılan ve adım adım sona yaklaşılan,paralel antilaik şeriat devletine karşı yapılan bir saldırıdır.
Bu nedenle,en başta Cumhuriyet Savcılarımız olmak üzere,ATATÜRK tarafından kurulan,meşru laik ve demokratik cumhuriyetin tüm sevdalılarının, Ankara Barosuna destek vermeleri, ATATÜRK severliğin ve cumhuriyetimizin demokratik ve laik niteliğine sahip çıkmanın zorunlu bir gereğidir.01/05/2020

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu