12 Aralık 2012 Çarşamba
YENİ ANAYASANIN ÖNÜNDEKİ ENGEL
YENİ
ANAYASANIN ÖNÜNDEKİ ENGEL
12 Eylül
1980 askeri darbesini yapan ve şimdi hayatta olan eski komutanlardan
Kenan EVREN ile Tahsin ŞAHİNKAYA, kendisi de bir darbe Anayasası
olan 1961 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ve o anayasa
ile kurulan anayasal düzeni ortadan kaldırdıkları iddia ve
suçlamasıyla yargılanıyorlar.
Şu garabete
bakınız ki, değişik zamanlarda bazı maddeleri değiştirilmiş
dahi olsa, Türkiye Cumhuriyeti; halen, darbe yapmakla suçlanan
Kenan EVREN ve arkadaşlarının siparişi ile yapılarak halk
oylamasından geçirilerek güven oyu almış bulunan, 1982
Anayasası ile yönetilmektedir.
Bu demektir ki;
En başta,
Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA'yı yargılamakta olan
mahkemelerimiz, o mahkemelerimizde görev yapan savcı ve
hakimlerimiz olmak üzere, ülkemizde görev yapmakta
olan tüm savcı ve hakimlerimiz,
Türkiye
Büyük Millet Meclisi ve bu meclise seçilerek gelen
Milletvekillerimiz,
Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeliğinden Başbakanlığa ve
Bakanlıklara getirilen Başbakan ve Bakanlarımız,
Cumhurbaşkanımız,
Türkiye
Cumhuriyetinin tüm bürokratları,
Üniversiteler
ve Rektörleri,
Aklınıza
gelebilecek olan sair tüm kamu görevlileri,
Meşruiyetlerini
ve görev yaparlarken kullandıkları tüm yetkilerini,
darbeci diye yargılanmakta olan kişilerin çıkardıkları
1982 Anayasasından ve o Anayasa ile kurulu olan ve halen yürürlükte
bulunan, 1980 askeri darbesine dayalı, mevcut anayasal düzenden
almaktadırlar.
Ne büyük
ve utanç verici bir çelişki değil mi?
Bu üzücü
ve çelişkili durum karşısında, “Biz kurucu iradeyiz,
çıkardığımız 1982 Anayasası halk çoğunluğunun
onayını alarak, hareketimiz meşruiyet kazanmış olup, bizi
yargılamaya hakkınız yoktur” mealinde savunma yapan Kenan EVREN
ve Tahsin ŞAHİNKAYA'ya, kızmaya ve onları, bu savunmaları
nedeniyle, eleştirmeye hakkımız olabilir mi?
Aklınız
neredeydi?
Aradan otuz
sene geçmiş ve darbe Anayasası olmakla suçladığımız
1982 Anayasasını, orasını burasını değiştirmek dışında,
tümüyle değiştirerek, yerine demokratik ve sivil bir
Anayasa koyamamışız ve üstüne üstlük, Kenan
EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA'yı, kendi yaptıkları darbe Anayasası
hükümlerine göre yargılamaya çalışıyoruz.
Bu toplum,
bugünlere gelmeden, çok önceleri, normal demokratik
düzene geçilir geçilmez, 1980 Askeri Darbesinin
mahsulü olan 1982 Anayasasını tümüyle ortadan
kaldırarak, yeni bir Anayasa yapıp yürürlüğe
sokmalıydı ki, bu yargılamada, Anayasal bir çelişki
olmasın, haklılık ve meşruiyet olabilsin.
Hala ders
alınmamış olmalı ki, AKP lideri ERDOĞAN; ustalık dönemi
olarak adlandırdığı bu dönemde, öncelikli görevlerinin,
insan kaynaklı,insanı amaç edinen, devletin araç
sayıldığı, özgürlüklerin alabildiğine
genişletildiği yepyeni bir Anayasa çıkarmak olduğuna
ilişkin vaadini yerine getirmeyi bir kenara bırakmış ve Türkiye
Cumhuriyetinin sistemi ile oynayarak, padişah yetkileriyle
donatılmış, Türkiye'ye özgü, başka bir örneği
olmayan, sadece adında “Başkanlık” tabiri yer alan kendine
has, yeni bir sistemi, bu toplumun başına bela olarak sarma
hevesine kapılmış, bu nedenle de, yeni Anayasanın çıkarılması
girişimini sekteye uğratarak, çıkarılmasına çok
yaklaşıldığını sandığımız yeni Anayasanın çıkarılmasını
imkansız kılmıştır.
Yani, Tayyip
Bey, kendi ihtirasının ve egosunun esiri olarak uygulamaya sokmaya
çalıştığı bu girişimiyle, Türk Milletini, 1982
Anayasası ile yönetilmeye devam edilmeye mahkum etmekte ve
darbecilikle suçlanan Kenan EVREN ve arkadaşlarının
yaptıkları savunmalara katkı sağlayarak, onların değirmenlerine
su taşımakta ve onları aklamaktadır.
Artık, iki
yüzlülük bırakılmalı ve samimi olunmalıdır.
Yürütme
ve Yasama; gerçekten, darbelere ve darbecilere karşı ise,
Türk Milletini, 1982 darbe anayasası ile yönetilmeye layık
bulmuyorsa, başkanlık sistemi adı altında, tüm yetkileri,
özgürlüklerin dizginlerini tek adama emanet edecek
olan, dünyadaki başkanlık sistemi örneklerine uymayan,
şark usulü, Tayyip Bey'e has başkanlık sistemi gibi radikal
değişikliklere yönelmeden, toplumun her kesiminin üzerinde
mutabık kalacağı, demokratik ve özgürlükçü
bir Anayasa metni üzerinde anlaşarak iktidarıyla ve
muhalefetiyle yeni ve sivil bir Anayasa yaparak yürürlüğe
sokmalıdır.
Samimi
dileğimiz bu olmakla birlikte, maalesef, Tayyip Bey'in emrindeki AKP
çoğunluk grubunun bu basireti gösteremeyeceğini,
Anayasa metni üzerinde anlaşma sağlanarak yeni bir anayasanın
yapılıp yürürlüğe sokulma başarısının
gösterilemeyeceğini, bu başarısızlığın günahının
da, Tayyip Bey tarafından, en başta ana muhalefet partisi CHP olmak
üzere, muhalefet partilerinin üzerine atılacağını
düşünüyoruz.
Umarız, bu
düşüncemizde yanılan, biz oluruz.12/12/2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu
Üyesi Avukat
27 Kasım 2012 Salı
YARGI'YA MUHTEŞEM MÜDAHALE
YARGI'YA
MUHTEŞEM MÜDAHALE
Tayyip Bey,
kaldırdığı askeri vesayet'in yerine, getirdiği sivil vesayet'in
başındaki tek yetkili kişi olarak, sivil vesayet görevini
başarıyla sürdürmekte ve büyük bir özveri
ile(!)insanlarımızın seyretmemeleri gereken dizi filimlerini dahi
belirleyerek, günlük yaşamı dizayn etmeye çalışmaktadır.
Allah, her
topluma, halkının seyredip seyretmeyeceği, yayında kalıp
kalmayacağı dizi filmlerini dahi belirleyen, halkının ve
ecdadının şerefini, namusunu ve haysiyetini düşünerek
koruma altına almaya çalışan böyle fedakar Başbakanlar
nasip eder inşallah(!)
Başbakanımız
Tayyip Bey'den Allah razı olsun(!)
Allah, onu,
halkımızın başından eksik etmesin.
Nedir o,
Muhteşem Yüzyıl isimli, ecdadımızın, hiçbirimizin
bilmediği(!) Topkapı Sarayının o bölümünün
dahi, halkımızın ziyaretine kapalı tutulduğu, gizli kalması
gereken haremini ve yatak odasını gözler önüne
seren, ahlaksız dizi(!)
Bu dizileri
yapıp yayına sokanların; bu dizi filmler yoluyla, geçmişimizi
ve Osmanlı'yı karalamak suretiyle, Atatürk'ün, yıkılan
Osmanlının küllerinden yaratarak yeniden kurduğu, tek
hanımlı, kadın ve erkeğin eşit hak ve özgürlüklere
sahip oldukları, kadınların erkeklere hizmet eden cariye
durumundan kurtarıldığı, demokratik ve laik bir hukuk devleti
olan yeni Türkiye Cumhuriyetinin erdemini, değerini ve
faziletini, en başta kadınlarımız olmak üzere, Türk
Halkına göstererek, halkımızın, ulus olma bilincine erişip
uyandırılmasına, ne hakları var? Soruyorum sizlere(!)
Tayyip Bey çok
haklı(!) ecdadımız olan eski Osmanlı Sultanlarının, dünyayı
titreten, Viyana kapılarına kadar dayanan at sırtındaki
kahramanlıklarını anlatıp göstererek, milletimizi avutmak ve
uyutmak yerine, gerçek de olsa, harem ve saray entrikalarını
dizi film haline getirerek, o dönemdeki kadınların
ezilmişliğini, hukuksuzlukları, insan hak ve özgürlüklerinin,
yaşam güvencesinin ve demokrasinin bulunmadığını, herşeyin,
sultanın iki dudağının arasında olduğunu halkımızın
gözlerinin önüne sererseniz, halkımızın uyanmasına
ve halkımızın, bugün unutturulmaya çalışılan
Atatürk tarafından kurulan Modern Türkiye Cumhuriyetinin;
insan hak ve özgürlüklerine, cinsiyetine, ırkına,
dinine ve sair özelliklerine bakılmaksızın, insanları eşit
kabul eden, hukukun üstünlüğüne dayalı
demokratik ve laik niteliklerine sıkı sıkıya sarılarak, ulus
bilincine sahip olmalarına katkı sağlamış ve bu nedenle de,
Hükumeti devirmeye teşebbüs suçunu işlemiş
olursunuz ki (!) buna da, Tayyip Bey ile Tayyip Bey'in konuşmalarını
suç duyurusu olarak kabul eden savcılarımız, asla müsaade
etmezler.
Tayyip Bey bizi
uyarmadı demeyin lütfen, aklınızı başınıza alın sayın
dizi yapımcıları, televizyon kanalı sahip ve yöneticileri,
yargının bağımsız olduğunu zannederek, sakın kulağınızın
üzerine yatmayın, bizden söylemesi ! 27/11/2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
17 Kasım 2012 Cumartesi
GAZZE
FATİHLİĞİNDEN ESER KALMAMIŞ
İsrail'in,
Gazze'ye yaptığı vahşi füze saldırılarını,
televizyonlardan ibretle ve büyük bir üzüntü
içinde izliyoruz.
Gazze'
ye yapılan İsrail saldırısı üzerine, bu saldırıya karşı
nasıl bir tutum sergileyeceği merak edilen ve objektiflerin
kendisine yöneleceği ilk akla gelen kişi, tahmin ettiğiniz
gibi, Gazze fatihi Tayyip Bey olmalıydı. Nitekim öyle de oldu.
Televizyonlarda
boy gösteren ve saldırı hakkında görüşü
sorulan Tayyip Bey'de, sergilediği görüntüsüne
ve beyanlarına baktığımızda, Gazze fatihliğinden eser
kalmamıştı.
Nerede,
o geçmişte kalan, van minit çıkışı?
Van
minit'den eser yok.
Van
minit'i ara da bulasın.
Nerede
o kendinden emin ve rahat, kendine güvenen insan görüntüsü
ve kükreyen ses?
Dün
ve bugün televizyonlardan izliyoruz, üzgün ve ürkek
bir surat ve çok cılız bir ses tonu.
Saldırgan
İsrail Hükumetini kastederek,“İlişkimiz yok” demekle
yetiniyor, yani, ateşkes için, İsrail ile Gazze arasında
ara buluculuk yapma konusundaki aczini ve iflasını açıklıyor,
topu Birleşmiş Milletlere atarak, ilaveten de, Obama ve Putin ile
telefonla görüşeceğini dile getirebiliyor.
Bizim
dikkatimizi çekti, Obama ile telefonla görüşeceğim
dedikten sonra, bir randevu ayarlamasından bahsetmediği halde,
Putin ile yapacağı telefon görüşmesi için,
ilgililerin randevu ayarladıklarından bahsediyor.
Acaba
diyoruz, Obama ile çat kapı görüşebildiği halde,
bugünlerde, Putin ile aralarındaki samimiyette, çat kapı
görüşebilmelerine engel olan bir azalma mı oldu diye
düşünüyoruz.
Öyle
ya, Putin'in; kendisi tarafından desteklenen Suriyedeki Esad
rejiminin bir an önce devrilmesini isteyen ve bunun için
Suriye'deki iç savaşta, açıkça ve fiilen
muhaliflerin safında yer alarak, her konuda onları destekleyen
Tayyip Bey'e tavır alması, çok doğal.
Neyse,
biz dedikoduları bir kenara bırakarak, asıl konumuza devam edelim.
Tayyip
Bey'in, İsrail'in Gazze'ye yönelik füze saldırısı
üzerine düşmüş bulunduğu çaresizlik içeren
görüntüsüne baktığımızda, Gazi Mustafa Kemal
Atatürk' ün büyüklüğünü bir kez
daha anlamış olduk.
Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK, boşuna, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”
dememiş.
Keskin
sirkenin küpüne zarar vereceği sözü de boşuna
söylenmemiş.
Tayyip
Bey; dış politikada, hislerle,duygularla,dini inanışlarla,bazı
dış güçlerin dolduruşlarıyla hareket edilmesinin
yerine, hislerden duygulardan, dış etkenlerden ve dini inanışlardan
arınmış, barışçı, akılcı, faydacı, gerçekçi
ve ilerideki günlerde bir takım riskleri oluşturmayacak
politikalar izlenmesinin gerekliliğini zamanında anlamış
olmalıydı.
Mavi
Marmara Gemisi gerilimi yüzünden, İsrail ile hiç
gereği yokken bir sürtüşmeye girilerek, diplomatik
ilişkinin kesilmesi, pire için yorgan yakmak anlamına
gelecek kadar, büyük bir dış politika hatasıdır.
Bu
yüzden, İsrail ile diplomatik ilişkilerimiz koptuğu gibi,
Mavi Marmara Gemisinde öldürülen yurttaşlarımız
için, artık o aşamada, haklı olarak, İsrail Hükumetinden
beklediğimiz özür' ün de karşılanmamış olması
nedeniyle, maalesef, ülkemiz, küçük de
düşürülmüştür.
Suriye
konusuna gelince, muhaliflerin yanında fiilen taraf olmamız, Suriye
Devleti ile de diplomatik ilişkimizi sonlandırarak, ülkemizi
savaşın içine girme riskiyle yüz yüze getirdiği
gibi, bölgedeki etkinliğimize ve saygınlığımıza gölge
düşürmüş ve ekonomik olarak da, büyük
kayıplara uğramamıza neden olmuştur.
Umarız,
dış politikada yapılan yanlışlar ve bu nedenle uğradığımız
kayıplar, Atatürk'ün, Yurtta Sulh Cihanda Sulh düsturuna
uygun, hislerden, duygulardan, dini inanışlardan ve dış
etkilerden arınmış, sulh' e yönelik, tarafsız, akılcı ve
gerçekçi dış politikalara dönüşümüzün
itici gücü olur.17/Kasım/2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat
15 Kasım 2012 Perşembe
ERDOĞAN'IN
GERÇEK YÜZÜ
Son günlerde
söylediği sözlere, yaratmak istediği beyhude gündemlere
bakıldığında, duyarlı bir yurttaş olarak, aklımıza, Sayın
ERDOĞAN acaba neyi amaçlıyor sorusu takılıyor ve ülkemizin
içinde bulunduğu ve acil çözümler bekleyen sorunlar yumağının
yarattığı günümüz ortamında, ERDOĞAN adına, bu soruya
verilebilecek akılcı ve mantıklı bir cevap bulamıyoruz.
Sayın ERDOĞAN;
ülkemiz için, alelade bir vatandaş değildir, ülkenin içinde
bulunduğu, en başta, bölücü PKK terörü ve top mermileri hudut
boyundaki il ve ilçelerimize kadar dayanan ve burada yaşan
yurttaşlarımıza zarar verir hale gelen Suriye sorunu olmak üzere,
çözüm bekleyen bir çok sorunun çözüm mercii olan Başbakanlık
koltuğunda oturan ve Mecliste çoğunluğu elinde tutan iktidardaki
AKP'nin genel başkanıdır.
AKP'nin genel
başkanı olarak, 12 Eylül Anayasasının yerine, daha demokratik
yeni bir Anayasa yapacakları konusundaki iddiası da işin
cabasıdır.
Bu konumda olan
sorumlu bir kişinin, kendisiyle ve ülkesiyle olduğu kadar, tüm
muhalefet partileri ile barışık olması, içinde bulunduğu
sorunlar nedeniyle iyice gerilmiş olan ülkemizde, gerginliği en
aza indirecek şekilde sükunetini muhafaza etmesi gerekirken,
davranışları, sözleri ve yarattığı sun'i gündemlerle, var
olan gerginliği daha da pompalayarak arttırmasının, ülke için bir
faydası ve gereği var mıdır?
Bize göre,
ERDOĞAN'ın sergilediği gerginlik politikasının, ülkeye ve ülke
insanına hiçbir yararı yoktur.
Daha çok
muhalefet partilerine yakışan ve yarar sağlayan gerginlik
politikasının, Sayın RDOĞAN'ın kendisine ve de iktidarda bulunan
partisine, hiçbir yararı bulunmamaktadır.
ERDOĞAN, bu
ülkenin hiçbir sorunu kalmamış gibi, bir süre önce, 18
yaşındaki kişilere seçilme hakkı tanınması konusunu aniden
gündeme getirmiş ve bu konudaki bir Anayasa değişiklik teklifini
imzaya açtırmış, bu da yetmemiş olacak ki, arkasından, yaklaşan
seçimler nedeniyle, PKK terörünü önlemekte gösterdiği
başarısızlığı perdeleyerek, ulusalcı kesimin oylarını
alabilmek amacıyla, mademki terörü önleyemiyorum, hiç değilse,
terör suçlularını asmaktan yana gayri samimi tavır sergilemek
adına, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, daha önce
kaldırılmış olan idam cezasının yeniden yasalarımıza
konulması için bir tartışma açarak, toplumu bölen ve geren yeni
bir gündemle karşımıza çıkmıştır.
Bu ülkede
gerçekten idam edilmeyi hak eden birinci sıradaki kişinin ÖCALAN
olduğunda herkes hem fikir olduğu halde, hakkında verilen idam
kararının infazından önce, ülkemizde, idam cezasının
kaldırılması nedeniyle, ÖCALAN bu lehe yasal değişiklikten
istifade etmiş ve hakkındaki idam cezasının infazından kesin
olarak kurtulmuş olup, idam cezasının tekrar kabul edilmesi
halinde dahi, aleyhe olan bu sonraki yasanın geriye yürütülerek,
ÖCALAN'a tatbik edilmesi, hukuken olanak dışıdır. Bu hukuki
gerçeği, Sayın ERDOĞAN da bilmekte olmasına rağmen, politik
nedenlerle, siyasal rant elde etmek ve bazı kesimlerin nabzına göre
şerbet vermek amacıyla, beyhude olduğunu bildiği idam cezasının
yeniden yasalarımıza konulmasını gündeme taşımakta hiçbir
mahzur görmemektedir.
Geçtiğimiz
günlerde, BDP Eş Başkanı yaptığı bir konuşmada, sanırız
ÖCALAN posterlerine yönelik bir eleştiriye verdiği cevapta, kitle
psikolojisi ve kızgınlıkla, hızını alamayarak, ÖCALAN' ın
heykelini de yapacağız şeklinde bir söz sarf etmiş ve arkasından
verdiği bir demecinde de, gerçekte böyle bir niyetlerinin
olmadığını, sözün gelişi ve kızgınlıkla böyle bir söz
sarf ettiğini söyleyerek, bu konudaki konuşmasına bir açıklama
getirmiş olmasına rağmen, Sayın ERDOĞAN; iktidar partisi genel
başkanı ve Başbakan olma sıfat ve sorumluluğuna yakışmayacak
şekilde, 13/11/2012 günü Meclis grup toplantısında yaptığı
konuşmasında, BDP Eş Başkanının konuşmasını istismar edip
saptırarak, gerçek olmadığı halde, BDP' yi ÖCALAN heykeli
yapmakla itham edebilmiş ve gerginlik politikasını sürdürmüştür.
Sayın ERDOĞAN;
hepimizin çok iyi bildiği gibi, çok demokrat ve özgürlükçüdür
(!)
Yine hepimizin
bildiği gibi, her türden darbeye ve muhtıraya çok karşı bir
kişi olup, bu needenle de, Anayasanın geçici 15. maddesinin
kaldırılıp, 12 Eylül darbesini yapanların yargı önüne
çıkarılmalarının baş mimarıdır (!)
Darbeleri ve
Muhtıraları Araştırma Komisyonunu kurduran da kendisidir.
Darbeleri Ve
Muhtıraları Araştırma Komisyonu, bugüne kadar, eski ve yeni
politikacıları, emekli ve görevdeki üst düzey askerleri
çağırarak bu konuda bilgilerine başvurmuştur. Aynı komisyon,
geçtiğimiz gün, Sayın ERDOĞAN'ın da dinlenmesini
kararlaştırmıştır.
Darbelere ve
muhtıralara, askeri vesayete, samimi olarak ve gerçekten karşı
olan, gerçekten, özgürlüklerden ve demokrasiden yana olan bir
kişiden, bu çağrı üzerine beklenen davranış ne olmalıdır?
Bize göre, bu
çağrı üzerine ERDOĞAN'dan beklenen davranış, Başbakan
sıfatına bakmadan, bir üstünlük kompleksine kapılmadan, bu
çağrıya uyarak, en kısa zamanda, komisyonun önüne çıkıp,
özgürlükler ve demokrasi adına, darbeler ve muhtıralar
hakkındaki tüm bildiklerini, canlı olarak, yüz yüze komisyon
üyeleri ile paylaşmak olmalıdır.
Peki, bu çağrı
üzerine, Sayın ERDOĞAN, nasıl bir tavır sergilemiştir?
Medyadan
öğrendiğimize göre, kendisini ülkenin tek adamı sayan ve
herkesten üstün gören Tayyip Bey, Brunei Sultanının davetini
mazeret göstererek, 10.Kasım.Atatürk'ü anma gününde
Anıtkabirdeki törene katılmadığı gibi, bu sefer de, iş
yoğunluğunu mazeret göstererek, komisyonun sorularına yazılı
olarak cevap vereceğini açıklamıştır.
Bize göre,
darbelere ve muhtıralara gerçekten ve samimi olarak karşı,
özgürlükçü ve demokrat olan bir kişinin, iş yoğunluğu
mazeretine sığınmadan, iki eli kanda da olsa, bu davete icabet
ederek, tüm bildiklerini canlı olarak komisyona anlatması gerekir.
Bu
davranışıyla, Sayın ERDOĞAN, özgürlüklerin ve demokrasinin,
kendisi için bir amaç olmayıp, bir araç olduğu konusundaki
gerçek yüzünü ve samimiyetsizliğini, ortaya koymuş
bulunmaktadır.15/Kasım/2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi
Avukat
10 Kasım 2012 Cumartesi
ATATÜRK'E SAYGI GÖSTERMEK BİR GÖREV VE MECBURİYETTİR
ATATÜRK'E
SAYGI GÖSTERMEK BİR GÖREV VE MECBURİYETTİR
Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK, ülkemizi düşman işgalinden
kurtararak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran tarihi bir
şahsiyet olarak, ülkemizin, tartışmasız, tek ve ebedi
lideridir
Atatürk'ü
sevmeyen, kendini bilmez, bazı bedhahlar ve nankörler olabilir,
onlara, ATATÜRK'ü zorla sevdiremeyiz, herkes, Atatürk'ü
sevmek mecburiyetinde de değildir, ancak, ATATÜRK'e saygı
göstermek, kişiliği,sıfatı, makamı ve seçimlerde
aldığı oy oranı ne olursa olsun, herkes için tartışmasız
bir görev ve mecburiyettir. Bunu herkes böyle bilmelidir.
Türk
vatandaşı olarak, hepimiz, sevsek de sevmesek de, bu ülkenin
seçilmiş Başbakan'ına ve Cumhurbaşkanı'na nasıl saygı
göstermek mecburiyetindeysek, Türk vatandaşı olan herkes
de, öncelikle Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, kurtarıcımız
Mustafa Kemal ATATÜRK'e, onu sevmeseler de, saygı göstermek
mecburiyetindedirler.
Bugün,
10.Kasım.2012 Sevgili Ata'mızın aramızdan ayrılışının 74.
yıl dönümü, milletçe onu minnet ve şükran
duyguları içinde rahmetle anıyoruz.
Anıtkabirdeki
mezarı başında, Devletimizin protokolünde yer alan kişiler
de Atamızın huzuruna gelerek saygı duruşunda bulundular ve
Atamızı andılar.
Gönül
isterdi ki, Atatürk'ün kurmuş bulunduğu Türkiye
Cumhuriyetinin Başbakanı olan zat da, bu anma gününde,
hazır bulunup, kendisini sevmese de, ATATÜRK'e borçlu
olduğu saygısını gösterebilseydi.
Ama,
olmadı.
Asında,
olmaması için hiçbir haklı neden de yoktu.
Zira,
Sevgili Ata'mızın öldüğü ve mezarı başında
yapılacak olan anma töreninin tarih ve saat, önceden
belliydi. Yıllardan beri, aynı yerde, aynı tarih ve saatte bu anma
töreni yapılmaktaydı.
Sayın
Başbakan, günlerce önce, çalışma ve gezi
programlarını pekala buna göre ayarlayıp planlayabilir ve
10.Kasım.2012 günü saat 09.05 de ATATÜRK'ün
manevi huzuruna çıkarak saygı duruşunda bulunur ve ona
göstermek mecburiyetinde olduğu saygısını sunarak, Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlık, insanlık ve işgal ettiği makamın
gereği olan görevlerini yerine getirebilirdi.
Zenginliğinden
başka hiçbir vasfı bulunmayan, ülkemiz için
hiçbir önem arz etmeyen Brunei Sultanının daveti, çok
mu önemliydi?
Yoksa,
bu davet, kendisini sevmese de, bir Cumhuriyet çocuğu,
Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı ve Başbakan'ı olarak,
Atatürk'e göstermek mecburiyetinde olduğu saygıdan
kaçışın bir bahanesi miydi?
Lideri
bulunduğu AKP'nin, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı
haline geldiği Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescilli bulunan,
27.Nisan.2007 tarihinde, Genelkurmayın İnternet Sitesinden, laiklik
karşıtı faaliyetleri nedeniyle muhtıra vererek kendisini uyaran
eski Genelkurmay Başkanı hakkında, bu muhtıra eyleminden dolayı,
bugüne kadar, yasal gereğini yapamayan ve muhtırayı sineye
çekmek zorunda kalan Sayın ERDOĞAN'ın, bu kriterlere göre,
Brunei Sultanı'nın davetini bahane ederek, Atatürk'e saygısını
sunma görevinden kaçıp kaçmadığının
taktirini, milletimiz çok iyi yapacak durumdadır.
10.Kasım.2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
9 Kasım 2012 Cuma
SEVGİLİ ATAMhttp://hukukunustunlugu-avguner.blogspot.com/2012/11/sevgili-atam.html
Bugün,
10.Kasım.2012, her geçen gün yokluğunu ve boşluğunu
daha da hissettiğimiz sevgili Atatürk'ümüzün 74.
ölüm yıl dönümü. Bu vesileyle, 14.01.2012
tarihinde yazarak gazetemizde yayınladığımız “SEVGİLİ ATAM”
başlıklı yazımızı, bu günün anısına, yeniden ve
aynen yayınlıyoruz.
SEVGİLİ ATAM
Sevgili
Atam; dün gece için sizden çok çok özür
diliyorum.
Rüyama
girdiniz, hiç beklemiyordum, birden sizi karşımda görünce
çok şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim.
Sizin
yüzünüze bakmaya, sizinle konuşmaya yüzüm
yoktu.
Çok
korktum, benimle konuşup bize emanet ettiğiniz laik cumhuriyetin
gidişatı hakkında bir şeyler sorarsınız diye ödüm
patladı.
Size
ne cevap verebilirdim?
Biliyorum
ki, sorularınıza vereceğim cevaplar sizi çok üzecekti,
onun için uyuyor numarası yaptım ve kısa bir süre
sonra kaybolup gittiniz.
Bu
nedenle sizden tekrar özür diliyorum.
Gerçekleri
bir bilseniz, benim suskunluğumu mutlaka anlayışla karşılardınız.
Sevgili Atam;
-Cumhuriyetin
tüm kazanım ve değerlerinin, birer birer yok edilmeye
başlandığını,
-Yurtta
sulh cihanda sulh ilkenizin giderek yozlaştırıldığını,
emperyalist ülkelerle iş birliği yaparak, bize uzak ve komşu
devletlerin içişlerine karışan ve onlarla olan dostluklara
tarafsızlığa zarar veren bir iktidarın iş başında olduğunu,
-İş
başındaki iktidarın; yıllardan beri et ve tırnak halinde
kardeşçe yaşadığımız Kürt kökenli
kardeşlerimizi ayrıştırmak isteyen bölücü PKK
terör örgütü ile mücadelede yanlış
politikalar uygulayarak, Kürt açılımı adı altında
açılımlar ilan edip, amacı ülkeyi bölmek olan PKK
terör örgütü ile görüşmeler yapıp,
ülkenin bölünmesi için elinden geleni yapmakta
olan PKK terör örgütünü ve onların
uzantılarını umutlandırdığını ve Güneydoğu bölgemizin
adeta kurtarılmış bir bölge haline getirildiğini,
-PKK
terör örgütüne binlerce şehit verdiğimizi,
-Ülke
güvenliğinin, sözüm ona bize istihbarat sunacaklarını
vaat eden ABD ve İsrail'e ihale edildiğini, Uludere ilçesinde
35 köylü vatandaşın uçaklarla bombalanarak
ölümlerine yol açan yanlış istihbaratın
kaynağının, aradan geçen uzun zamana rağmen hala
açıklanmamış olması karşısında, bu yanlış
istihbaratın, muhtemelen ABD kaynaklı olup, devletimizin, dış
mihraklar tarafından, Uluslar arası arenada, kendi vatandaşlarını
bombalayan güçsüz devlet konumuna sokularak, küçük
düşürülmek istendiğini,
-Tüm
varlıklarımızın özelleştirme adı altında yabancılara
satıldığını,
-Dış
ülkelere olan borçlarımızın, her yıl katlanarak
çoğaldığını,
-İşsizliğin
kol gezdiğini, hala çok düşük olan asgari ücretle
çalışacak bir iş bulabilenlerin, adeta göbek atarak
sevindiklerini,
-Asgari
ücretliden dahi, acımasız bir şekilde vergi alındığını,
-Sizin
zamanınızda olmayan KDV denen vasıtalı bir vergi var ki, bu
verginin zengin fakir ayrımı yapılmadan, son tüketici
konumundaki her vatandaştan eşit ve peşin olarak tahsil
edildiğini,
-Sizin
kurduğunuz bazı kurumların yönetim kurullarına, bir zamanlar
sizin oturduğunuz Çankayadaki makamınızda oturmakta olan
bugünkü Cumhurbaşkanı tarafından, sizi düşman
belleyen kişilerin atanabildiğini,
-Devrim
Yasası olarak çıkardığınız Öğretim Birliği Yasası
ile eğitimi laikleştirerek, sadece imam yetiştirmek amacıyla
meslek okulu olarak kurduğunuz imam hatip okullarının, daha önceki
iktidarlar tarafından lise haline getirildiğini, buradan imam
olarak mezun olan kişilere istedikleri dallarda üniversite
eğitimi alma ve bunların hakim, savcı, kaymakam ve vali gibi
önemli görevlere getirilmelerinin önünün
açıldığını, imam olmaları mümkün olmayan
kızlar için dahi, ayrı imam hatip liselerinin açıldığını,
-Bugün
ülke yönetiminin başında bulunan iktidar partisinin,
laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğunun Anayasa
Mahkemesinin kararıyla tescil edilmiş olduğunu, buna rağmen, bu
partimizin iki kişiden birisinin oyunu alarak yüzde elli oy
oranıyla iktidar olabildiğini,
-Devlet
kadrolarının, iktidar partisinin yandaşları tarafından
doldurularak, kadrolaşmaya gidildiğini,
-Siyasal
iktidarın, Avrupa Birliğine gireceğiz balonlarıyla Avrupa ile
dirsek temasına girerek, Avrupalılara, ilerleme raporları adı
altında, ülkemizi eleştiren raporlar düzenlettirerek,
bilinçli olarak Avrupa'nın baskısını arkalarına alıp,
zorunlu bazı yasal değişikliklere giderek, en başta Türk
Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, bazı kurumlarımızın içini
oyduğunu,
-Sözüm
ona, Postallı askeri vesayet kaldırılırken, onun yerine, rugan
ayakkabılı sivil vesayetin ikame edildiğini,
-Basının
ve sivil toplum örgütlerinin susturulduğunu, sivil toplum
örgütlerine, bitaraf olan bertaraf olur tehditleri
yapılarak, sivil bir korku imparatorluğunun kurulduğunu,
-Çok
geniş bir okuyucu kitlesi bulunmayan İnternet ortamında yayın
yapan gazetelerde amatörce yazı yazmama rağmen, korku
imparatorluğunun farkında olan yakınlarımın ve arkadaşlarımın,
kişisel güvenliğim açısından, artık yazmamam
gerektiğini çok ciddi bir şekilde benden rica ettiklerini,
-Yargı
bağımsızlığının ayaklar altına alındığını, yargının
bağımsızlaştırıldığı savıyla yürütme erkinin
vesayeti altına alındığını,
-Türk
Silahlı Kuvvetlerinin üst rütbeli subaylarının ve hatta
yakın bir zamanda emekli olan eski Genel Kurmay Başkanının,
Hükumeti devirmek amacıyla oluşturulan illegal örgütlerin
kurucu üyesi ve silahlı terörist olmakla suçlanıp,
tutuklu yargılandıklarını,
-Uygulamalara
bakıldığında, amacın, askeri vesayetten kurtulmak olmayıp,
topluma korku salınarak, kendi sivil vesayetlerini kurmak olduğunu,
-Bunun
için bağımlı olan yargının kullanıldığını,
-Bunun
tipik örneğinin de; 27.Nisan.2007 gecesi İnternet yoluyla
emrinde bulunduğu siyasal iktidarı devirmek için şartlı
tehditler içeren zehir zemberek bir muhtıra vermiş bulunan o
tarihteki Genelkurmay Başkanı olduğunu, kamuoyu önünde
yetmiş milyonun şahitliği altında, bu muhtırayı kendisinin
verdiğini açıkça itiraf etmesine ve aradan beş yıla
yakın bir zaman geçmesine rağmen, muhtıracı emekli
Genelkurmay Başkanı hakkında savcılarımızın bir türlü
harekete geçemediğini,
-Hal
böyleyken, Hükumete muhtıra veren emekli Genel Kurmay
Başkanına nazaran, hakkındaki iddia çok daha hafif olan ve
hakkındaki suçlamaları itiraf da etmemiş bulunan sonraki
Genelkurmay Başkanı hakkında ise, savcılarımız tarafından
soruşturma açılmasının, toplumu hayrete düşürdüğünü,
bunun, adalet duygularını sarsan ve toplumun vicdanını zedeleyen,
tipik bir çifte standart uygulama olduğunu,
-Sevgili
Atam; sizin, unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü
ekleyerek paye ve onur verdiğiniz, Cumhuriyeti koruyup kollamaları
için kendilerine çok güvendiğiniz savcılarımızın,
Hiçbir makamdan emir ve talimat almaksızın, resen, her suçlu
hakkında soruşturma açmaya yetkili bulunmalarına rağmen,
hakkında soruşturma açamadıkları muhtıracı Genelkurmay
Başkanının, kendisine muhtıra verdiği Başbakan ile muhtıradan
kısa bir süre sonra, sizin hakkın rahmetine kavuştuğunuz
Dolmabahçe Sarayında saatler süren ve içeriği,
hala halkımızdan saklanan, gizli bir görüşme yaparak
barıştıklarını ve kan kardeşi olduklarını, bu muhtıracı
Genelkurmay Başkanı emekli olurken, muhtıraya muhatap olan muhtıra
mağduru Başbakan tarafından üstün hizmet madalyası ve
emrine tahsis edilen zırhlı otomobil ile ödüllendirildiğini,
unvanlarının başına “Cumhuriyet” sözcüğünü
hediye edip onurlandırdığınız Cumhuriyet Savcılarımızın,
muhtıracı Genelkurmay Başkanı ile muhtıranın muhatabı ve
mağduru Başbakan arasında oluşan bu yakınlaşmadan çekindikleri
için olsa gerek, bu muhtıracıdan hesap sorulamadığını,
-Sevgili
Atam; sizin, demokrasi, Cumhuriyet ve laiklik düşmanları
tarafından, korkusuzca ve pervasızca, alenen diktatör olmakla
suçlanabildiğinizi, bu suçlamayı yapanların,
demokrat sayılıp taktir edildiklerini ve el üstünde
tutulduklarını, sizin kurduğunuz Cumhuriyet kurumlarında
görevlendirilebildiklerini,
-İş
başındaki siyasal iktidarın, Osmanlı dönemindeki Ermeni
soykırımı iddialarına karşı Osmanlıyı savunurken, dönemin
koşullarını görmezlikten gelerek, Dersim isyanlarını,
günlerce diline dolayıp kaşıyarak, sizi ve döneminizi
karalamak ve sizi katliamcı ve soy kırımcı ilan etmekten
çekinmediğini,
-İş
başındaki siyasal iktidarın, Van ilimizde meydana gelen depremi
bahane ederek 29.Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal
ettiği yetmiyormuş gibi, henüz bunun şaşkınlığını ve
üzüntüsünü üzerimizden atmadan, dün
aldığımız bir habere göre de, Dini, pardon, Milli Eğitim
Bakanımızın, aldığı bir kararla, kendisinin halkımızca malum
olan dünya görüşüne ve ideolojisine göre,
halkımız için hiç de sürpriz olmayacak şekilde,
sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz, Kurtuluş
Savaşımızın simgesi, 19.Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı
kutlamalarının, stadyumlardaki spor etkinliklerini yasaklayarak
sizin Türk Gençliğine hediye ettiğiniz bayramı kuşa
çevirdiğini ve bu yasaklama kararını, bir tamimle, tüm
illerin valiliklerine duyurduğunu, sistematik hale gelen ve
süreklilik kazanan bu yasaklarla, Cumhuriyet değerlerinin ve
milli duygularımızın yok edilmeye çalışıldığını,
Size söyleyemedim,
sizi bir kez daha öldürmek istemedim Sevgili
Atam.
Sevgili
ATAM; sizinle söyleşimi, belki bizi af edersiniz düşünesiyle,
bayramları yasaklanan gençlere yine sizin bir armağanınız
olan, yakında okul duvarlarından indirileceğini tahmin ettiğimiz
gençliğe hitabenizle bitirmek istiyorum.
Hoşça
kal, rahat uyu Sevgili Atam. 14.01.2012
"Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk
istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve
müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne
temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir, istikbalde
dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve
haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl
ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye
atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân
ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait,
çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün
dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün
kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,
bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi
bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha
elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde,
iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet
içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhid
edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bîtap
düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk
istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!"
Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ekim 1927
Sevgili
Atamızı, sadece beden olarak, aramızdan ayrılışının 74. yıl
dönümü olan 10.Kasım.2012 bugün, şükran
duygularımızla, sevgi ve saygılarımızla, yürekten anıyoruz.
Gözün arkada kalmasın, rahat uyu sevgili
Atam.10.Kasım.2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
8 Kasım 2012 Perşembe
DOLMABAHÇE
SARAYI'NIN DAYANILMAZ GİZEM'İ
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu,
bugün (08/11/2012), eski Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT'ı,
zamanın Hükumet'ine, 27Nisan/2007 gece yarısı, Genelkurmay'ın
internet sitesinde yayınlayarak verdiği e-muhtıra nedeniyle,
İstanbul Dolmabahçe Sarayında dinledi.
Eski
Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT ile kendisinin muhtıra
verdiği AKP Hükumeti'nin Başkanı olan, Başbakan Recep Tayyip
ERDOĞAN, muhtıradan bir hafta sonra, Mayıs 2007 de Dolmabahçe
Sarayında bir araya gelerek, saatler süren gizli bir görüşme
yapmışlar ve içeriği bugüne kadar hiç açıklanmayan, bugün
de, BÜYÜKANIT'ın, komisyonca kendisine usulen sorulmasına rağmen,
içeriğini açıklamayarak sır tuttuğu bu görüşme sonunda,
muhtırayı veren eski Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANIT ile
muhtıranın muhatabı Başbakan ERDOĞAN, kanka olmuşlar ve
BÜYÜKANIT, emekli olurken, muhtıranın muhatapları tarafından
madalya ve emekliliğinde kullanması için zırhlı bir araçla
ödüllendirilmiş, eski Genelkurmay Başkanı, bu Dolmabahçe
görüşmesinden sonra, asker olduğunu hatırlayarak, politik
demeçler vermekten vazgeçerek, ERDOĞAN başkanlığındaki
Hükumet ile hiçbir şey olmamış gibi, kardeşçe geçinip gitmiş,
AKP iktidarına karşı, ağzını açıp bir kelime dahi suçlayıcı
laf etmeyerek, uslu çocuk rolünü oynamaya başlamıştır.
Muhtıranın
muhatabı ve Dolmabahçe görüşmesinin tarafı olan ERDOĞAN,
sonraki günlerde, BÜYÜKANIT ile Dolmabahçede yaptıkları
görüşmenin içeriğini açıklamadığı gibi, bu görüşmenin
içeriğinin, BÜYÜKANIT ile aralarında, ölene kadar sır
kalacağını beyan etmiştir.
Sert bir
muhtıra üzerine, muhtıranın tarafları arasında Dolmabahçede
yapılan görüşmeden sonra;
-Tarafların
sulh olmaları,
-BÜYÜKANIT'ın;
bu eyleminden dolayı kendisinden yasal yollardan hesap sorulacağına,
kısa bir süre sonra emekli olurken, hiçbir şey olmamış gibi,
Hükumet tarafından madalya ve zırhlı araç ile ödüllendirilmesi,
-Darbe
girişiminde bulundukları iddiasıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
görev yapan muvazzaf ve emekli birçok üst rütbeli subay hakkında
Özel Yetkili Savcılar tarafından soruşturmalar yapılarak,
onların, tutuklu olarak yargılanmalarına ve bir kısmının da
ağır cezalarla cezalandırılmalarına rağmen, e-muhtıradan sonra
Dolmabahçe görüşmesiyle ERDOĞAN ile yakınlaşması nedeniyle,
eski Genelkurmay Başkanı BÜYÜKANIT hakkında, savcılarımız
tarafından e-muhtıradan dolayı hesap sorulamaması,
-Dolmabahçe
görüşmelerinin içeriğinin, görüşmenin taraflarınca, ölene
kadar saklayacakları bir sır haline getirilmesi,
Dolmabahçe
görüşmesinin içeriğinin, tamamen kişisel olduğunu ortaya
koymuş ve önemini, bir kat daha artırmıştır.
Eski
Genelkurmay Başkanının, Meclise çağırılarak bilgisine
başvurulması yerine, komisyon'un, İstanbul'a BÜYÜKANIT'ın
ayağına giderek, bir sır olan Dolmabahçe görüşmelerine nazire
yaparcasına, BÜYÜANIT'ın bilgisine, Dolmabahçede baş vurmuş
olması da, dikkat çekici olup, ERDOĞAN dan torpilli ve dokunulmaz
olan BÜYÜKANIT'a, komisyonun yaptığı, bir jest ve kıyak olarak
değerlendirilmelidir.
AKP ağırlıklı
ve başkanı da AKP'li olan, Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma
Komisyonu'nun, BÜYÜKANIT'a, Dolmabahçede ERDOĞAN ile yaptıkları
görüşmenin içeriğine yönelik sorusu, yasak savmak için
yapılmış, usulen yöneltilen bir soru olup, BÜYÜKANIT da, bu
görüşmenin bir devlet sırrı olmamasına rağmen, görüşmenin
içeriğine yönelik soruya cevap vermeyeceğini beyan etmiştir.
ERDOĞAN'ın,
ölene kadar saklayacağını ve kendisi ile birlikte mezara
gömüleceğini dile getirdiği Dolmabahçe görüşmesinin
içeriğinin, komisyon tarafından deşilmesi de, ERDOĞAN'ın bu
beyanı karşısında, zaten mümkün değildir.
Dolmabahçe
görüşmesinin içeriğine yönelik soruya cevap vermeyeceği baştan
belli olan BÜYÜKANIT'ın, bu gerçeğe rağmen,Komisyon tarafından
bilgisine baş vurulması, abesle iştigaldir.
Genelkurmay'ın
internet sitesinden yayınlanmak suretiyle, 27/Nisan/2007 de verilen
e-muhtıra nedeniyle, Komisyon tarafından BÜYÜKANIT'ın bilgisine
başvurulması komedisi, BÜYÜKANIT'ın vermiş olduğu muhtıradan
aklanması için kurgulanmış ve yapılmış bir işlem olup,
BÜYÜKANIT, Komisyon'a verdiği bilgide, internette yayınladığı
belgenin bir muhtıra olmadığını savunmuş ve ERDOĞAN'ın da,
bunun bir muhtıra olmadığını kabul etmekte olduğu, kamuoyuna
açıklanmıştır.
Anayasamızın
10. maddesinde, herkesin yasalar önünde eşit olduğu yazılıdır.
BÜYÜKANIT
tarafından, Genelkurmay Başkanı iken, 27.Nisan.2007 gecesi
yayınlanan ve Hükumete tehdit içeren belgenin, Türk ceza Kanununa
göre, suç oluşturan bir muhtıra olup olmadığının taktir
edileceği makam, kuvvetler ayrılığı ilkesinin cari olduğu
ülkemizde, Başbakanlık makamı değil, Yargı makamıdır.
Başbakan, Hükumetine yönelik olarak açıklanan bu belgenin suç
içeren bir muhtıra olup olmadığını taktir edip değerlendiremez.
Bu konu, Başbakan'ın şahsi bir meselesi de değildir. Bu nedenle,
ben böyle istiyorum, BÜYÜANIT'ı affettim, kendisinden şikayetçi
değilim de diyemez. Zira, burada ceza yasaları tarafından korunan,
ERDOĞAN'ın şahsı, kara kaşı ve kara gözü olmayıp, onun
Başbakanlığını yaptığı, Türkiye Cumhuriyetinin Bakanlar
Kuruludur, Türk Milleti'nin hak ve menfaatleridir.
Tüm bu
gerçeklere rağmen, bu güne kadar, BÜYÜKANIT hakkında, verdiği
e-muhtıra nedeniyle, savcılar tarafından soruşturma
açılamamasının nedeni, Dolmabahçe görüşmesinin sır olan
içeriği de açığa çıkar endişesi içindeki ERDOĞAN'ın,
BÜYÜKANIT'ı koruma altına almış olmasından kaynaklanmakta ve
bu hukuk garabeti, yargısının bağımsız olması gereken, hukukun
üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye
Cumhuriyeti'nin sırtında bir kambur olarak durmaktadır.
Sonraki
Genelkurmay Başkanı, halen, hem de tutuklu olarak yargılanırken,
BÜYÜKANIT'a tanınan e muhtıra dokunulmazlığı, Türk Milletinin
vicdanını, derinden sızlatan, yaralayan ve kanatan büyük bir
yara olarak varlığını sürdürmektedir.08/11/2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi
Avukat
3 Kasım 2012 Cumartesi
ÇİFT BAŞLI YÖNETİM - KESİK BAŞLI DEMOKRASİ
ÇİFT
BAŞLI YÖNETİM - KESİK BAŞLI DEMOKRASİ
Bazen,
insanın basireti bağlanır ve hem kendisi ve hem de muhatapları
açısından kötü sonuçlar doğuracak yanlış
bir karara imza atılabilir, ancak, şans eseri, gizli bir el, o
yanlış kararı sonuçsuz ve etkisiz kılabilir ve bu duruma
çok seviniriz.
Tayyip
Bey'in, Ankarada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için
halkımızın yapacağı Cumhuriyet Yürüyüşünü
Ankara Valisi eliyle yasaklatmasına rağmen, halkımızın
Cumhuriyet Bayramına sahip çıkarak yürüyüş
kararında ısrarcı olmaları nedeniyle, güvenlik güçleri
ile halkın karşı karşıya gelmeleri ve hiç yere müessif
olayların çıkmasına ramak kalmışken, polis barikatının
kaldırılarak, halkın olaysız bir şekilde yürüyüşlerini
tamamlamaları da, belki de onarılması çok güç
bazı müessif olayların çıkmasına neden olacak olan
Tayyip Bey'in yanlış kararının gizli bir el tarafından etkisiz
kılınmasına örnek gösterilebilir.
Tayyip Bey,
bu sonuçtan memnun olacağına, yürüyüşten bir
gün önce, Cumhurbaşkanının, Ankara Valisini makamına
çağırarak, yasağa rağmen, yürüyüş
yapıldığı taktirde, yürüyüş yapanlara esnek ve
hoş görülü davranılmasına yönelik tavsiye ve
telkinlerinin etkisiyle polis barikatının kaldırılarak, yürüyüşe
müsaade edilmesine köpürmüş ve hızını
alamayarak, açıkça isim vermese de, meseleye sağ
duyulu yaklaşan Cumhurbaşkanını, yönetimde çift
başlılık yaratacak şekilde görev ve yetki aşımında
bulunmakla suçlamıştır.
Bir önceki
yazımızda yorumladığımız gibi, aslında Anayasamızda yer alan
hükümlere göre, Yürütme Organı,
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşmakta, Bakanlar Kurulu
da; Başbakan ve Bakanlardan kurulmaktadır. Yine Anayasamıza göre,
Yürütmenin, yani yönetimin bir unsuru olan
Cumhurbaşkanı, gerekli gördüğü
hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu,
başkanlığı altında toplantıya çağırmak yetkisine de
sahip bulunmaktadır. Yine Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanı;
Devletin başı olup, bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk
Milletinin birliğini temsil eder ve Anayasanın uygulanmasını,
Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
gözetir. Cumhurbaşkanın bu Anayasal konumuna bakıldığında,
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına, çıkması muhtemel bazı
müessif olaylara engel olmak amacıyla müdahale etmesi,
asla görev ve yetki aşımı ve de yönetimde çift
başlılık yaratma olarak nitelendirilemez.
Anayasamızda
yer alan, Yürütme Organına ilişkin hükümleri,
işine geldiği şekilde, kasıtlı olarak yanlış yorumlayarak,
Cumhurbaşkanı tarafından kendi görev ve yetkilerine müdahale
edildiğini ve yönetimde çift başlılık yaratıldığını
iddia eden Sayın Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın; yürütme
organına ilişkin kendi görev ve yetkilerinde hassasiyet
göstermesine, kendi görev ve yetkilerine sahip çıkma
konusundaki irade ve refleksine rağmen, Anayasa hükümlerine
aykırı olarak, Yasama ve Yargı organlarının görev ve
yetkilerine müdahale edip karışmayı alışkanlık haline
getirdiğini, Anayasanın Cumhurbaşkanına tanıdığı görev
ve yetkileri yok sayarak, Cumhurbaşkanını Yürütme
organından tamamen dışlarken, Yasma ve Yargı Organlarını
kendisine bağımlı kılarak, tüm yetkileri uhdesinde
toplayarak tek adam olma gayretlerini görmezlikten gelemeyiz.
Parlamenter
Demokrasinin cari olduğu ülkemizde, Anayasamıza göre,
kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca, Yasama, Yürütme ve
Yargı yetkileri, birbirlerinden bağımsız olarak, Türk
Milleti adına, Yasama, Yürütme ve Yargı organları
tarafından kullanılır. Bizim gibi, demokrasi olduğunu iddia eden
ülkelerde, Anayasada yer verilen bir hükümle, açıkça
bir erk ve kuvvet olarak belirtilmese de, siyasal iktidarlara karşı,
halkın doğru bilgi edinmesini ve aydınlatılmasını sağlaması
ve düşüncenin açıklanması özgürlüğüne
işlerlik kazandırması nedeniyle, Basın da dördüncü
kuvvet olarak kabul edilir.
Yani,
çoğulcu gerçek demokrasilerde, Basını da dahil
ettiğimizde, dört ayrı baş mevcut olup, bu duruma göre,
demokrasileri dört başlı bir yönetim şeklidir diye
tanımlayabiliriz.
Tayyip
Bey, Sayın Cumhurbaşkanı'nı, görev ve yetkilerini aşarak,
kendisine ait olan yürütme yetkisini, çift başlı
hale getirmekle suçlarken, yukarıda belirttiğimiz gibi,
Yasama'ya, Yargı'ya ve Basın'a yönelik müdahaleleri
nedeniyle, demokrasinin mevcut olması gereken dört başından
üçünü keserek, dört başlı demokrasimizi,
tek başlı hale getirdiğinin farkında mıdır?
Tayyip
Bey'in; hem de haksız bir şekilde, kendisine ait olan yürütme
yetkisinin ve yönetiminin çift başlı hale getirildiğini
iddia etmesi karşısında, halk olarak bizler de, dört başlı
olması gereken çoğulcu demokrasimizin, üç
basının kesilerek, tek başlı hale getirilmesine sesiz
kalmamalıyız.3/Kasım/2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
31 Ekim 2012 Çarşamba
ÇİFT BAŞLILIK
SUÇLAMASI BİR SORUMSUZLUKTUR!
29 Ekim Cumhuriyet
Bayramının kutlandığı gün, bazı sivil toplum örgütleri
tarafından Ankara da düzenlenen alternatif Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarının, Ankara Valisi tarafından yasaklanmasına rağmen,
Eski Meclis önünden Anıtkabir'e uzanan Cumhuriyet yürüyüşünün
icrasına başlanmış ve güvenlik güçlerinin biber gazı,
tazyikli su ve cop ile bu yürüyüşü engellemek istemeleri üzerine
çıkan kısa bir arbededen sonra, yürüyüşçülerin önlerine
kurulan polis barikatının kaldırılarak, yürüyüşe izin
verilmesi ve yürüyüşün olaysız bir şekilde sonuçlanması,
yasaklamanın asıl sahibi olduğu, bu konudaki eylem ve
söylemleriyle açığa çıkan Sayın Tayyip ERDOĞAN' ı ayal
kırıklığına uğratarak oldukça üzmüş ve kendisinde bir
yenilmişlik duygusu yaratmıştır.
Bu yenilmişlik
duygusu ve üzüntüsü içinde bulunan ERDOĞAN, o akşam,
yürüyüşçülerin önünde kurulan polis barikatının kaldırılması
talimatını kendisinin vermediğini açıkça beyan etmiş,
yürüyüşçülere biber gazı ve şiddet kullanarak yapılan polis
engeline son verilerek barikatların kaldırılmasının ve yürüyüşün
olaysız bir şekilde tamamlanmasının gerçek mimarının, Sayın
Cumhurbaşkanı olduğu ortaya çıkmıştır.
Anayasaya
göre, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil
eden, Cumhurun Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı' nın bu sorumlu ve
olgun davranışına karşı çıkan Tayyip Bey; Halkın Cumhuriyet
Bayramını kutlama hakkını kullanarak yaptığı Cumhuriyet
yürüyüşünün, alındığı söylenen istihbarata rağmen,
olaysız bir şekilde tamamlanmasına sevinecek yerde, bu yürüyüşün,
tüm engellemelere rağmen, demokratik bir şekilde,
gerçekleştirilmiş bulunmasından büyük bir üzüntü duymuş ve
bu konuda kendisini yenilmiş kabul ederek, Cumhuriyet Bayramından
bir gün önce, Ankara Valisini makamında kabul ederek, Cumhuriyet
Bayramı günü sivil toplum örgütleri tarafından yapılması
planlanan ve yasak getirilen Cumhuriyet yürüyüşünün yasağa
rağmen yapılmak istenmesi üzerine, yürüyüşe katılanlara esnek
davranılarak, Cumhuriyet Bayramına gölge düşürecek olan
gerginlik yaratılmaması talimatını veren ve telkinde bulunan, bu
yürüyüşün olaysız ve Cumhuriyet Bayramına yakışır nezih bir
şekilde gerçekleşerek tamamlanmasında büyük katkı sağlayan ve
konuya ilişkin Cumhurbaşkanlığı görevini, göreve başlarken
yaptığı yeminine sadık kalarak yerine getiren Sayın
Cumhurbaşkanı' nı, görev ve yetkilerinin sınırlarını aşarak,
yönetimde çift başlılık yaratmakla suçlayabilmiştir.
Sayın
Cumhurbaşkanının, durumdan vazife çıkararak, Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarına büyük bir gölge düşürecek olan, yürüyüşçülerle,
güvenlik görevlileri arasında çıkması muhtemel olayların önüne
geçmek amacıyla yapmış bulunduğu girişim, bizce, Sayın GÜL'ün,
göreve geldiği günden itibaren, Cumhurbaşkanı sıfatıyla
Anayasamıza uygun ve tarafsız bir şekilde yerine getirmiş
bulunduğu en önemli icraatı ve görevidir. Sayın Cumhurbaşkanını,
bu duyarlılığından dolayı eleştirmek değil, kutlamak gerekir.
Biz, kendi adımıza, buradan, Sayın Cumhurbaşkanı'na teşekkür
ediyor ve onu kutluyoruz.
Cumhurbaşkanı' nın,
göreve başlarken yaptığı, Anayasamızın 103. maddesinde yer
alan, and içme metni,
Cumhurbaşkanı' nın,
görev ve yetkilerini belirleyen 104. maddesinde yer alan;
Cumhurbaşkanının Devletin başı olduğuna ve bu sıfatla Türkiye
Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil ettiğine,
Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu
çalışmasını gözeteceğine, gerekli
gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmeye veya
Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmaya
görevli ve yetkili olduğuna ilişkin hüküm dikkate alındığında,
Tayyip Bey'in iddia ettiği gibi, Sayın Cumhurbaşkanının; görev
ve yetkilerinin dışına çıkarak, yönetimde çift başlılık
yaratmadığını, bilakis Anayasal görevini yerine getirdiğini,
kendisinin, haksız ve acımasız bir şekilde eleştirildiğini
söyleyebiliriz. 31/10/2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
25 Ekim 2012 Perşembe
YASAKLAMANIN MAZERETİNE BAKINIZ!
Biliyorsunuz,
Ankara Valisi, Anayasaya ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına aykırı
olarak, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının, halkımız tarafından Ankara da yapılacak
olan kutlama törenine yasak getirmiş ve bu yasaklama kararı, kamuoyundan büyük
tepki almıştır.
Biz
de, 23/10/2012 tarihli, “CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI YASAKLANAMAZ” başlıklı
yazımızı kaleme almış ve bu yasaklama kararının; Anayasamızda yer alan,
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceği ve durdurulabileceği
halleri düzenleyen koşullara uymadığı gibi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını
kutlama amaçlı olarak düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin, olağan ve
basit bir gösteri yürüyüşü ve toplantı olmaması nedeniyle, Anayasa ve yasada
yer alan, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yasak ve durdurma getirme olanağı
tanıyan hükümlerin, Cumhuriyet Bayramını
kutlama amaçlı toplantı ve gösteri yürüyüşleri için geçerli olamayacağını,
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının 4. maddesi ile getirilen “...kanun veya gelenek ve göreneklere göre yapılacak toplantı,
tören, şenlik, karşılama ve uğurlamalar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu
hükümlerine tabi değildir. “ kuralı uyarınca,
Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen toplantı ve gösteri
yürüyüşleri için, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının kısıtlayıcı
hükümlerinin uygulanamayacağını, bu nedenle, olağan ve rutin bir toplantı ve
gösteri yürüyüşü için, şayet yasal koşulları mevcutsa, Valilikçe alınabilecek
olan yasaklama ve durdurma kararlarının, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için
alınamayacağını savunmuştuk.
Bu görüşümüz 'ün arkasında olduğumuzu
bir kez daha yineliyoruz.
Yasaklama kararını alan Ankara Valisinden, yeni bir açıklama ve
yasal olmayan önceki yasaklama kararının
kaldırılmasını beklerken, Valinin yerine, sahibinin sesinden bir açıklama
geldi. Sahibinin sesinden gelen bu açıklamadan anlaşıldığına göre, yasaklama
kararını Ankara Valisi almamış, bizzat Tayyip Bey almış ve Ankara Valisine
uygulatmış olmalı ki, Sayın Validen beklenen açıklama, sahibinin sesinden
gelmiştir.
Neymiş efendim, bir istihbarat alınmış, bu nedenle Cumhuriyet
Bayramını kutlama amaçlı olarak düzenlenen halkın toplantı ve gösteri
yürüyüşüne yasaklama kararı alınmak zorunda kalınmış.
İstihbaratın içeriği nedir?
Törene katılanlara, illegal kişi ve gruplar tarafından silahlı bir
saldırı yapılması mı planlanmış, istihbaratın kaynağı ve inandırıcılığı nedir?
Bu konularda somut hiç bir açıklama yok.
Bize göre, içeriği
açıklanmayan soyut istihbar’ i bir bilgi icat edilerek, yasaklama kararına
yasal bir kılıf hazırlanmıştır. Anayasada yasaklama nedeni olarak belirtilen
kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi mazeretlerine
sığınılmak istenmektedir.
Yasaklama kararını alanlar, kendilerine gelmelidir.
Yapılması planlanan ve ancak yasaklanan, Cumhuriyet Bayramını kutlama
amaçlı toplantı ve gösteri yürüyüşünde bazı provokatörler tarafından olaylar
çıkarılacağı, kamu düzeninin bozulacağı ve suç işleneceğine dair, gerçekten çok
ciddi istihbar’ i bilgiler alınmış olsa dahi, özgürlüklere dayalı Türkiye
Cumhuriyetinde yapılması gereken şey, milli eğitim sorununun çözümü için tüm
okulları kapatma misali, kutlamaların
yasaklanması olmamalı, bilakis, olumsuz istihbar’ i duyumların alınmış olması,
bir şans olarak değerlendirilerek, alınan istihbar’ i bilgilere göre, çıkması
muhtemel olayları ve kışkırtmaları önlemek için gerekli ve yeterli emniyet
tedbirlerini alarak, yılda bir kez kutlanan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının,
olaysız bir şekilde ve selametle yapılmasının sağlanması olmalıdır.
Demokrasiler; her fırsatta özgürlükleri yasaklayan değil,
özgürlüklerin önünü açmak için çare üreten rejimlerdir.
Tayyip Bey'in partisi AKP'nin 4. Olağan Kongresi, geçtiğimiz
günlerde, binlerce polisin koruma tedbirleri altında selametle yapıldı. Türkiye
Cumhuriyetinin güvenlik güçleri, iktidar partisinin liderinin korunması ve
parti kongresinin güvenli bir şekilde yapılması için kullanılıyor ve güvenlik
güçleri bu görevlerini başarı ile yerine getirebiliyorsa, Cumhuriyet Bayramının
kutlanması için halkımız tarafından yapılacak olan toplantı ve gösteri
yürüyüşünün selameti ve güvenliği de, güvenlik güçlerimiz tarafından
sağlanmalıdır.
Emperyalist devletlerle savaşarak onları yurdumuzdan kovduktan
sonra Türkiye Cumhuriyetini kuranların bugün iş başında olan torunlarının, bin bir
zorluklarla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıldönümü kutlamalarının
güvenliğini sağlamakta aciz kalarak veya başka nedenlerle, bu kutlamaları
yasaklamaları, Cumhuriyeti kuranların kemiklerini sızlatacaktır.
Dileriz, Anayasaya ve yasalara aykırı olarak alınan bu yasaklama
kararına rağmen, bu kutlamayı yapmakta kararlı oldukları anlaşılan Cumhuriyete
aşık halkımız, güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirilmez ve Cumhuriyet
kutlamalarına, biber gazı, cop ve kan bulaştırılmaz.25/10/2012
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat
23 Ekim 2012 Salı
CUMHURİYET
BAYRAMI KUTLAMASI YASAKLANAMAZ!
Halkımız
tarafından, 29.Ekim. Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla
düzenlenen törenin, yani, bu amaçla yapılacak olan
toplantı ve gösteri yürüyüşünün,
Ankara Valiliği tarafından yasaklandığını basından öğrenmiş
bulunuyoruz.
29.Ekim
Cumhuriyet Bayramını kutlamak amacıyla, halkımız'ın katılımıyla
yapılacak olan ve insanlarımızın en temel hak Anayasal hak ve
özgürlükleri arasında yer alan, toplantı ve gösteri
yürüyüşü, demokratik olmadığı gerekçesiyle,
en başta AKP iktidarı olmak üzere değiştirilmek istenen,
1982 tarihli Kenan Evren damgalı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 34. maddesinde düzenlenmiştir.
Temel
haklardan olan toplantı ve gösteri yürüyüşünü
düzenleyen Anayasanın 34. maddesini, gelin hep birlikte
okuyalım.
Anayasa
Madde 34- “Herkes, önceden
izin almadan, silahsız ve
saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkı, ancak;
milli güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir.”
Neymiş
efendim?
Herkes,
önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
sahipmiş.
Her
hakda olduğu gibi, bu hak da;
Milli
güvenlik,
Kamu
düzeni,
Suç
işlenmesinin önlenmesi,
Genel
sağlığın ve genel ahlakın korunması,
Başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması,
amaçlarıyla ve kanunla sınırlanabilirmiş.
Yine
Anayasanın temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasını
düzenleyen 13. maddesine göre de; Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Temel
hak ve hürriyetlerin kullanılmasının hangi hallerde
durdurulabileceğini, yani, askıya alınabileceğini düzenleyen
Anayasanın 15. maddesine göre de;
Savaş,
seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde,
milletlerarası hukuktan
doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla,
durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve
hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir
veya bunlar için Anayasada öngörülen
güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Neymiş
efendim?
Savaş,
Seferberlik,
Sıkıyönetim
veya olağanüstü hallerde,
o
da, durumun gerektirdiği ölçüde, temel hak ve
hürriyetlerin kısmen veya tamamen durdurulabilmesi mümkünmüş.
Yukarıya
aynen aldığımız, özgürlükleri kısıtladığı
gerekçesiyle sürekli suçladığımız, faşist 12
Eylül Darbe Anayasasının 13,15 ve 34 maddelerinde açıkça
yer alan kurallara göre, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
yıl dönümü olan ve Milletçe Cumhuriyet Bayramı
olarak kutladığımız, 29.Ekim.2012 günü, halkın
katılımı ile yapılacak olan alternatif Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarının, Ankara Valiliği tarafından yasaklanarak
durdurulmasının, hiçbir yasal ve Anayasal dayanağı
bulunmamakta ve yasaklama kararı açıkça Anayasaya
aykırıdır.
Daha
da önemlisi, Cumhuriyet Bayramını kutlama amaçlı
olarak düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü,
olağan bir toplantı ve gösteri yürüyüşü
olmadığı için, bize göre, olağan bir toplantı ve
gösteri yürüyüşünün katı ve dar
kuralları içinde de değerlendirilemez. Bu toplantı ve
gösteri yürüyüşleri, yasaklanamaz ve askıya
alınamaz. Kaldı ki, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanununun istisnaları düzenleyen 4. maddesinde yer alan hükme
göre, Kanunlara uymak, kendi kural
ve sınırları içinde kalmak şartıyla, kanun veya gelenek
ve göreneklere göre yapılacak toplantı, tören,
şenlik, karşılama ve uğurlamalar, Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu hükümlerine tabi de
değildir. Cumhuriyet Bayramı kutlama ve şenlikleri de, bu istisna
içinde değerlendirilmek zorundadır.
AKP
iktidarı, “bu yasaklama kararı, bizim dışımızda, Valilik
tarafından alınmıştır” şeklinde bir savunmaya, sakın
kalkışmamalıdır.
Bu
yasaklama kararıyla;
12
Eylül Darbe Anayasası olarak yaftalanan 1982 Anayasasını
tamamen ilga edip, daha geniş özgürlükler tanıyan,
insan odaklı yeni bir Anayasa yapacağız yaygarası koparan AKP
iktidarının, yapmayı düşündüğü, darbe
Anayasasını gündüz fenerle aratacak olan, yeni Anayasanın
ip uçları da, açıkça ortaya çıkmış
bulunmaktadır.
Keza,
hukukçu olarak, bizim daima savunduğumuz, kötü yasa
ve Anayasa yoktur, kötü olan uygulayıcıdır, Anayasayı
değil, önce, insan hak ve özgürlüklerini
içlerine sindiremeyen ve özümseyemeyen yöneticilerin
kafaları değişmelidir görüşümüzde ne kadar
haklı olduğumuz da kanıtlanmıştır.
Irkına,
ana diline, cinsine, dinine, mezhebine, rengine, boyuna, posuna,
bıyığına ve sakalına, siyasal görüşüne ve
tuttuğu siyasal partiye bakmaksızın, ortak paydası insan olan tüm
okurların ve asil milletimizin, Cumhuriyet ve Kurban Bayramlarını,
en başta ülkemize barış ve huzur getirmesini dileyerek, ve
sair en iyi dileklerimle kutluyorum. 23/10/2012
Güner
YİĞİTBAŞI
İzmir
Barosu Üyesi Avukat
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)