24 Şubat 2015 Salı

CUMHURBAŞKANININ KONUŞMALARINDAN RAHATSIZ OLUNUR MU?


Bugün salı olduğu için büroda televizyonumuzu açmış haber kanallarında geziniyoruz, liderlerin grup konuşmalarına rastlarsak izleyeceğiz, Tayyip Bey'i dinlemek hiç hesap da yok.
Her zaman olduğu gibi, sürpriz bir şekilde NTV ekranlarında birden Tayyip Bey beliriverdi, yine konuşuyordu, kendisinin geçiş üstünlüğü var biliyorsunuz, o konuşuyorsa tüm programlara ara verilir ve ona bağlanarak onu izlemeye ve dinlemeye başlarız.
NTV kanalından naklen verilen konuşmasında Tayyip Bey, muhtarlarımızı toplamış ve yine muhalefete verip veriştiren en tarafsız ve birleştirici (!) konuşmalarından birisini daha yapıyordu.
Muhtarların, kılık kıyafetlerine bakıldığında, köy muhtarı olmayıp, mahalle muhtarları oldukları anlaşılıyordu veya biz o kanıya vardık. Tayyip Bey'i coşkuyla dinliyorlar ve zaman, zaman Tayyip Bey'i alkışlıyorlardı.
Sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp durduğu ve konuştuklarının büyük bölümünün gerçeklerle bir ilgisinin bulunmaması nedeniyle, kendisini dinlemekte pek istekli olmasak da, serde yazarlık var ya, Tayyip Bey'in bu konuşmalarından belki bir makale konusu çıkarırız ve bugünkü yazıyı da aradan çıkarırız düşüncesiyle, istemeye istemeye bir süre Tayyip Bey'in konuşmalarına kulak verdik. Bu arada, iyi ki muhtarlarımız var, Tayyip Bey konuşacak muhatap bulamadığında muhtarlarımız imdadına yetişiyorlar düşüncesiyle muhtarlarımızı taktir etmekten de geri kalmadık.
Neyse, konuyu dağıtmayalım, bizim izlediğimiz bölümde Tayyip Bey, muhtarlarımıza dert yanıyordu, benim konuşmalarımdan rahatsız olanlar var dedikten sonra, Cumhurbaşkanının konuşmasından rahatsız olunur mu? Diyerek, muhtarlarımızın fikrini soruyordu.Muhtarlarımızı tek tek ayağa kaldırarak, bu sorunun cevabını almıyordu tabiatıyla. O da, bu sorunun cevabının; “haşa devletlumuz her şeyin doğrusunu ve güzelini bilen sizin konuşmalarınızdan hiç rahatsız olunur mu?” şeklinde olacağını, kendisinin karşısında diyaloga girilemeyeceğini çok iyi biliyordu!
Konuşmasına devamla, mealen; “Elazığ'a, Malatya'ya gidip milletime hitap ettim, ziyaretlerimi sürdüreceğim, konuşmaya devam ve milletime teşekkür edeceğim, milletimle arama kimse giremez, girmesine de müsaade etmeyeceğim,bir şiir okudum diye cezalandırıldım ve benim için artık siyaset yapamaz, muhtar bile olamaz dediler ama yanıldılar, ben üç dönem Başbakanlık yaptım ve şu anda da Cumhurbaşkanıyım” dedikten sonra, muhtar olsam dahi artık onu dinlemeye sabır gösteremeyeceğimiz için, televizyonu kapatmak zorunda kaldık.
Sonra bir düşündük, “muhtar bile olamaz dediler.” ne demek oluyor? Tayyip Bey'in bu sözlerini dinleyenlerin tümü muhtar, hepsi de Tayyip Bey'in özel davetli misafirleri, kendisinin bir milyon kez tekrarladığı sözleri, sıkılsalar da, hatır için dinliyor ve alkışlıyorlar, “muhtar bile olamaz dediler” sözünün, muhtarlarımızı üzeceği ve rencide edeceğinin dahi farkında değil.
Burada üzerinde durulması gereken asıl çarpıcı husus, Tayyip Bey'in; “benim konuşmalarımdan rahatsız olanlar var” dedikten sonra yaptığı, “Cumhurbaşkanının konuşmalarından rahatsız olunur mu?” vurgusudur.
Tayyip Bey'in; “Cumhurbaşkanının konuşmalarından rahatsız olunur mu?” vurgusu, kendisinin, niçin başkanlık sistemine geçilmesini istediğinin, tek adam zihniyetinin, demokrasi ve özgürlük anlayışının, ben odaklı egosunun, kibirinin, kafa ve düşünce yapısının dış aleme yansımasından başka bir şey değildir.
İster parlamenter sistemle, ister başkanlık sistemiyle idare ediliyor olsunlar, gerçek demokrasilerde; şayet, yanlış yapıyorsa, Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanlığı görevine başlama koşulu olan, Meclis önünde, (yani milletimiz önünde) namusu ve şerefi üzerine yaptığı tarafsızlık yeminine başından itibaren hiç uymuyorsa ve yaptığı yemini hukuken geçersiz hale geliyorsa, eski partisi ile irtibatını fiilen kesmiyorsa, 77 milyonu kucaklayamıyorsa, sadece kendisine oy verenlerin Cumhurbaşkanı gibi hareket ediyor ve konuşuyorsa, teşekkür adı altında yaptığı şehir gezilerinde, teşekkürden ziyade her türlü taraflı siyasi konuşmaları yapıyorsa, eski partisinin seçimlerde 400 milletvekili çıkarmasına yönelik olarak AKP'nin propagandasını yapıyorsa ve seçmenden AKP'ye oy vermelerini istiyorsa, tarafsızlığını açıkça ve alenen çiğniyorsa, halkımızı bölen ve geren taraflı konuşmalar yapıyorsa, sürekli muhalefet partilerini karşısına alarak, onları haksız ve acımasızca eleştiriyorsa, Cumhurbaşkanının konuşmalarından rahatsız olunur tabi.
Yürürlükteki Anayasasına göre,insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir hukuk devleti olan ülkemizde; demokrasi kültürü ve Anayasaya saygısı olan milletimizden, Cumhurbaşkanının konuşmalarından rahatsız olmamalarını isteyen ve bekleyen ve onlara “Cumhurbaşkanının konuşmalarından rahatsız olunur mu?” sorusunu sorabilen bir Cumhurbaşkanına sahip olmak, nasıl bir duygudur acaba? 24/02/2015
Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

23 Şubat 2015 Pazartesi

BÜYÜK LOKMA YE BÜYÜK KONUŞMA!...





Ne demiş atalarımız, büyük lokma ye ama büyük konuşma.

Geçtiğimiz cumartesiyi pazara bağlayan gece gerçekleştirmek zorunda kalınan Suriyedeki Süleyman Şah Türbesine yönelik operasyonu değerlendireceğimiz için, bu ata sözümüzü makalemizin başlığı yapma ve makalemize bu atasözüyle başlama gereğini duymuş bulunmaktayız.

AKP iktidarının ileri gelenleri ne diyorlardı; Esad gidici, bir iki hafta daha dayanır ve düşer, Suriye'ye demokrasi ve özgürlük gelir, biz de gideriz ve iki hafta sonra cuma namazımızı Suriyenin falanca camisinde kılarız.

Bu hayale ulaşmak için, Özgür Suriye Ordusu adı verilen silahlı terörist gruplardan oluşan koalisyon'a silah ve eğitim yardımında bulunan AKP iktidarının da katkılarıyla, kontrol edilemez bir güç haline gelen IŞİD örgütünün, Irak ve Suriye'nin başına bela olacak şekilde büyümesi ve yayılması üzerine, Suriye, bölgenin kuzeyini, PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye bırakmak zorunda kalmış ve IŞİD terör örgütü de, bölgedeki yayılmacı politikasının gereği olarak, PYD'nin kontrolündeki Suriyenin kuzeyinde bulunan Kobani'yi işgal etmek amacıyla saldıraya geçmiş ve Kobani düşmek ve IŞİD'in eline geçmek üzereyken, ABD ve onun liderliğinde oluşturulan koalisyon güçlerinin hava saldırıları sonucunda, IŞİD Kobaniyi işgal edememiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Fransayla yapılan 1921 Ankara anlaşmasına göre, Türk toprağı sayılan ve Türk bayrağı dalgalanan ve Türk askerleri tarafından sürekli saygı nöbeti tutularak korunan Süleyman Şah'ın türbesi; ABD ve ortaklarının hava taaruzlarıyla katkı yaptığı, PYD ile IŞİD militanları arasındaki savaşın ceryan ettiği Kobani bölgesinde bulunduğundan, Süleyman Şah'ın Türbesi ile burada nöbet tutan askerlerimiz, bu savaş'ın riski altına girmiş ve bu riske karşı sınırda askeri önlem alan AKP iktidarı, kimse gücümüzü test etmeye kalkışmasın, Türbeye ve askerlerimizin kılına bir zarar gelirse, bunu yapanlara karşı anında misliyle karşılığını verir pişman ederiz restini çekmişti.

Sonunda, Kobani savaşını kaybeden IŞİD geri çekilmek zorunda kaldı ve bölge huzura kavuştu derken, savaşın en riskli dönemlerinde laftan öteye kılını kıpırdatamayan, Süleyman Şah Türbesini ve türbeyi koruyan askerleri kaderleriyle baş başa bırakan AKP iktidarı, (biz bilemiyoruz, belki türbeye yeni ve ciddi bir IŞİD saldırısı istihbaratı almış olabilirler) ortalığın durulmasından ve anlaştığı PYD'nin yardımlarından yararlanarak, geçtiğimiz cumartesiyi pazara bağlayan gece saat 21.00 de başlattığı askeri bir harekatla, Süleyman Şah Türbesindeki cenazelerle emanetleri ve uzun zamandan beri değiştirilemeyen türbeyi koruyan saygı nöbetindeki askerlerimizi beraberlerine alarak kurtaran ve Türbede muhtemel bir IŞİD işgaline mani olmak amacıyla, türbeyi kullanılamaz hale getiren bir operasyon gerçekleştirmiş bulunmaktadır.

Biz, AKP iktidarı bu operasyonuyla,Lozandan sonra ülkemize ilk toprak kaybını yaşatmıştır diye bir eleştiri getirmek istemiyoruz.

Bölgenin kaypak, emniyetsiz ve sürekli değişim gösteren istikrarsız Uluslararası şartlarına, halen devam etmekte olan savaş ve çatışmalara bağlı olarak,Süleyman Şah Türbesinin korunması ve orada asker bulundurulması, askerlerin lojistik ihtiyaçlarının giderilmesi, olağanüstü zorluklar doğurmakta ve türbenin orada kalmasında ısrarcı olunması halinde, muhtemel bir IŞİD saldırısı nedeniyle, ülkemizin Suriye bataklığına girmek zorunda kalacak olması gözetilerek, gerçekçi ve ayağı yere basan bir politikanın zorunlu bir gereği olarak bu operasyon gerçekleştirilmişse, AKP iktidarı; Suriye politikasındaki hatalarını kabul derek, bu uğurda savaşmayı dahi göze aldığını açıklayan önceki tüm atıp tutmalarından, bugüne kadarki Suriyede oluşan bu bataklığa katkı sunan hatalı tüm dış politikalarından vaz geçerek, Atatürk'ün yurtta sulh cihanda sulh ilkesine geri dönerek bu operasyonu gerçekleştirmişse ve bundan sonra da, komşu ülkelerin iç işlerine karışmama konusunda kararlı ise, gecikerek de olsa, doğru yolu seçmesi nedeniyle, AKP iktidarına aferim diyebiliriz.

Ancak, kabul etmek zorundayız ki; bugüne kadar, asarız keseriz, gücümüzü kimse test etmesin diye ortalığı inleten ve savaş çığlıkları atan AKP iktidarının; kısmen bir yenilgi ve bölgeden kaçışın ifadesi olan ve millet olarak içimizde bir burukluk yaratan bu operasyonu göklere çıkarmasının, çok başarılı bir operasyon yapıldığı yaygarasında bulunmasının, Ahmet Bey'in Genelkurmay harekat merkezinde sabahlayarak operasyonu izlemesinin anlamsızlığını, tüm bu övünmelerin,yapılan operasyonun boyutuna ve sonuçlarına göre, bir anlamda yüzsüzlük ve görgüsüzlük olduğunu, bu operasyonun; AKP iktidarına, kazanılmış bir zafer olarak değil, bir utanç olarak geri döneceğini belirtmek zorundayız.

Bu operasyonun eleştirilmesi gereken bir diğer yönü de, muhalefetin muhtemel eleştirilerinin önüne geçmek için olsa gerek, eş zamanlı olarak, eski türbenin işgal ettiği toprak parçası miktarındaki bir toprak parçasının, yine Suriye sınırları içinde kalan Eşme Köyünde tel örgülerle çevrilerek buraya Türk Bayrağının dikilmesi ve burada yeni türbe inşaatına derhal başlanacağının açıklanmasıdır.

AKP iktidarı;Türk sınırına 180 metre gibi çok yakın bir yer olan, Eşme Köyünde, gecekondu arsası çevirir gibi, yeni bir türbe yeri belirleyerek tel örgülerle çevirip buraya bayrak dikmekle, temelde hoşgörüyle karşılanması gereken, ancak kendisinin bugüne kadar uyguladığı, en başta Suriye olmak üzere, kibirli ve karşısındakini küçük gören tüm dış politikalarının yanlışlığını ve iflasını açıkça ortaya koymuştur.

Burada önemli olan, Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu alanın Türk toprağı sayılması değildir,zira, oranın, yabancı bir toprak parçası içinde Türk toprağı sayılması sembolik olup, önemli olan bu türbeye bulunduğu yerde sahip çıkabilmek ve koruyabilmektir. Bu yapılamamıştır.

AKP iktidarı; türbenin yeni yerini, neredeyse ülke sınırları içine alacak şekilde, PYD'nin kontrolündeki ve Türk sınırına 180 metre gibi, taş atma mesafesi kadar yakın olan Eşme Köyünde belirlemekle,Süleymen Şah Türbesini korumaktaki acizliğini de ortaya koymuş ve türbenin korunmasını, PKK'nın Suriye kolu olan PYD'ye, yani, çözüm süreci pazarlığı içindeki PKK'ya bırakmıştır.

Türbenin bu yeni yerinin; çözüm süreci pazarlıklarında PKK'nın elini güçlendirmemesi, ecdadımız Süleyman Şah'ın Türbe ve naaşının, bu pazarlığa meze ve malzeme yapılmaması, tek dileğimizdir.

Bize kalırsa, çok samimi olarak beyan ediyoruz, AKP iktidarının yapması gereken en doğru davranış; bir rivayete göre, Fırat nehrini geçerken boğularak ölen ve bu nedenle Fırat kenarındaki Suriye toprakları içinde bulunan Caber Kalesinin eteğine gömülen ve bugüne kadar üç kez kabir yeri değiştirilerek manevi eziyet içine sokulan Süleyman Şah'ın naaşını, son kez olmak üzere, ülkemizden doğan Fırat Nehrinin, ülkemiz sınırları içinde kalan en görkemli bir yerine gömerek, burada yeni ve görkemli kalıcı bir anıt mezar yaptırılması olmalıdır. 23/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI

İzmir Barosu Üyesi Avukat

22 Şubat 2015 Pazar

TAYYİP BEY'E AÇIK MEKTUP





Tayyip Bey, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı makamı çok saygın bir makamdır.

Şu anda bu makama halk oyuyla seçilen kişi sizsiniz.Bundan hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olamaz.

Ancak, size oy veren ve sizi Cumhurbaşkanı seçen vatandaşlarımız kadar, size oy vermeyen ve sizi Cumhurbaşkanlığı makamında görmek istemeyen, hatırı sayılır çoğunlukta bir vatandaş kitlesinin var olduğunu da unutmayınız.

Cumhurbaşkanlığı makamını çok değerli ve saygın bir makam olarak gördüğümüz ve Cumhurbaşkanlığı makamının yıpranmasını istemediğimiz için, size bu açık mektubu Cumhurbaşkanı kimliğinizi esas alarak değil, vatandaş Tayyip Bey kimliğinizi esas alarak yazıyoruz.

Tayyip Bey, halk oyuyla Cumhurbaşkanı seçildiniz ama, açık yüreklilikle ve üzülerek söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasına uygun, gerçek anlamda bir Cumhurbaşkanı olamadınız.

Salt bir makama seçilmek ile o makamı doldurarak o makamın hakkını verebilmenin tamamen farklı kavramlar olduğunu unutmayınız.

Anayasamıza göre, gerçek anlamda Cumhurbaşkanı olabilmek ve o makamı doldurup hak edebilmek için, gerekli oyu alarak Cumhurbaşkanı şeçilmek yeterli değildir, Cumhurbaşkanı seçilen kişi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasanın öngördüğü şekilde yemin ederek, gerçek anlamda Cumhurbaşkanı sıfatını kazanır ve görevine başlar, görevine başlarken yaptığı tarafsızlık yeminine de sonuna kadar uymak ve sadık kalmak zorundadır.

Siz de, Meclis önünde yemin ettiniz ve görevinize başladınız. Ancak, başından itibaren, namusunuz ve şerefiniz üzerine yaptığınız tarafsızlık yemininize, maalesef sadık kalamadınız ve yemininizi yok saydınız.

Tarafsız ve herkesin cumhurbaşkanı olamadınız, eski partiniz AKP ile ilişkinizi kesemediniz.

Bu nedenle siz,Cumhurbaşkanı seçilen bir kişi olmanıza rağmen,üzülerek söylemek gerekirse, Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı sıfatını kazanamadınız, Anayasanın öngördüğü Cumhurbaşkanı vasıflarını üzerinde taşıyan gerçek anlamda bir Cumhurbaşkanı olamadınız.

Bize göre, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığı makamı, şu anda hukuken boş olup, siz, Cumhurbaşkanlığı makamında oturan, AKP Genel Başkanı konumunda siyasi bir kişiliksiniz.

Tayyip Bey; Başkanlık sistemine geçme inadınızı anlamakta gerçekten zorlanıyoruz.

Başkanlık sistemine geçmek istemenize rağmen, niçin Cumhurbaşkanlığına aday olup seçildiniz anlayamıyoruz.Madem ki, başkanlık sistemine geçmek istiyordunuz, Başbakan kalıp, seçimlerde Başbakan sıfatıyla bunun mücadelesini verseydiniz ve seçimleri aynı zamanda başkanlık sisteminin referandumu haline getirseydiniz, Anayasaya daha uygun, daha etik ve şık bir davranış olmaz mıydı?

Şimdi Cumhurbaşkanı olarak, meydanlara çıkıp AKP Genel Başkanı gibi, AKP'ye 400 milletvekili verin diyerek propaganda yapmak, hiç size yakışıyor mu, Anayasamıza uygun bir davranış oluyor mu?

Tabii ki hayır.

Son Elazığ gezinizde yaptığınız meydan konuşmanızda, muhalefet partilerini ağır ve haksız bir şekilde eleştiriyor ve yine AKP'ye oy talep ederek, AKP'nin seçim propagandasını yapıyordunuz, bu cüreti nereden alıyorsunuz, merak ediyoruz doğrusu, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletini, adeta babanızın çiftliği gibi görüyor ve keyfinize göre idare etmeye çalışıyorsunuz, iç güvenlik yasası çıkacak diyorsunuz.Bu hakkı ve yetkiyi nereden alıyorsunuz, sizin, kanun teklif etme ve bir kanunun çıkarılması için, Meclise emir ve talimat verme hak ve yetkinizin olmadığını bilmiyor musunuz? Sizin yetkiniz, parlamentonun kabul ettiği yasaları imzalayarak yayınlamak veya gerekli görürseniz bir daha görüşülmek üzere Meclise iade ederek veto etmektir. Demokrasiler, hangi makamda olurlarsa olsunlar, herkesin görev ve yetkilerini ve hadlerini bilme rejimidir.

Tayyip Bey, siz kendinizi gerçekten tarafsız, tüm milleti temsil eden, herkesin Cumhurbaşkanı olarak görebiliyor musunuz, böyle görmek istiyor musunuz, merak ediyoruz doğrusu.

Elazığ konuşmasnızda dikkatimizi çeken ve bir Türk vatandaşı olarak bizi fazlasıyla üzen ve hayrete düşüren husus, sizin muhalefet partilerini eleştirmeniz üzerine taraftarlarınızın, muhalefet partilerini yuhalamaları karşısında sessiz kalmanız ve sizi dinlemek üzere meydanda toplanan taraftar kitlenize, muhalefeti yuhalamamaları yönünde en ufak bir uyarıda bulunmayarak, muhalefet partilerine çekilen yuhları hoş görüyle karşılamanızdır.

Tayyip bey, Anayasayı çiğneyerek, AKP'nin genel başkanı gibi meydanlara çıkıp AKP'ye 400 milletvekili çıkaracak kadar oy isteyerek tarafsızlığınızı ihlal etmenizi hoş görmek mümkün olmadığı gibi, muhalefet partilerini yuhalatarak siyasi terbiye ve ahlak kurallarını göz ardı etmeniz de, asla ve asla hoş ve mazur görülemez.

Tayyip Bey, biliyoruz siz, partiniz AKP'nin, medyanın, sivi toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, akademisyenlerin, hukuk fakültelerinin, kuzuların sessizliği içindeki suskun tavırlarından cesaret alarak, Anayasayı askıya almak suretiyle, kural tanımaz bir şekilde ülkeyi yönetmekte bir sakınca görmüyorsunuz ve bu davranışınızla ülkeye ve anayasal düzene büyük kötülük yapıyorsunuz ve bunun farkına dahi varamıyorsunuz.

Tayyip Bey, siz kötü bir politikacı, taraflı ve kötü bir Cumhurbaşakanı olabilirsiniz, bu nedenle de sizi sevmeyebiliriz, ancak siz de bu ülkenin bir insanısınız ve herşeyden önce bir insan olmanız nedeniye, tüm insanlar gibi sizi de seviyoruz, ülkemizin ve sizin zarar görmenizi arzu etmeyiz, bu nedenle, şu ölümlü dünyada çok az kula nasip olan cumhurbaşkanlığı görevinizi Anayasanın sınırları içine girerek tarafsız bir şekilde yapmayı deneseniz ve toplumu, bana arka çıkanlar ve çıkmayanlar şeklinde bölmeseniz, tüm insanlarımız, barış ve huzur içinde birbirlerini severek ve saygı göstererek birlikte yaşasalar fena mı olur?

Tayyip Bey, lütfen, bu dünyanın fani, herşeyin; mal, mülk, makam, nam ve şöhretin yalan, tek gerçeğin ölüm olduğunu unutmayınız. 22/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat






19 Şubat 2015 Perşembe

İÇ GÜVENLİK ŞİMDİ Mİ AKLINIZA GELDİ EFENDİLER?




Sizler, 13 yıldır bu ülkeyi yönetmiyor musunuz efendiler?

El cevap, yönetiyorsunuz.

Mevcut yasalar, iç güvenliği ve huzuru sağlamaya yetmiyorsa, demek ki 13 yıldır ülkeyi güvensiz bir şekilde yönetmişsiniz ve halkımızın güvenliğini ve özgürlüklerini kullanmalarını sağlayamamışsınız.

Yok eğer ülkedeki iç güvenlik, son bir iki yıl içinde bozuldu, biz artık mevcut yasalarla ülkenin iç güvenliğini sağlayamıyoruz, eylemcilerle baş edemiyoruz, masum halkımızın özgürce yaşamalaları ve özgürlüklerini kullanmalarını sağlayamaz hale geldik, bu nedenle polisin ve jandarmanın yetkilerini artırmak zorundayız,, bu yasayı onun için çıkarmak istiyoruz diyorsanız, o zaman size sorarlar, madem ki, son bir iki yıla kadar, mevcut yasalarla bu ülkenin güvenliğini ve huzurunu sağlayabiliyordunuz, ne oldu da, mevcut yasalar yetersiz hale geldi?

İşte bu soruya cevap veremezsiniz beyler.

Biz, bugün dahi, ülkenin iç güvenliğinin ve huzurunun, mevcut yasalarla sağlanabileceğini, mevcut yasalarda yer alan polise ve jandarmaya tanınan yetkilerle de,ülkenin iç güvenliğinin sağlanabileceğine yürekten inanıyoruz.

Bize göre, bugün için yetersiz olan şey, yasalarla polise ve jandarmaya tanınan yetkiler değil, iktidarda ve ülkenin yönetiminde bulunan sizlerin, mevcut yasaları, hiçbir taviz vermeden ve ayrım gözetmeden yerinde ve zamanında kararlı bir şekilde uygulama ve ülkeyi yönetme yeteneğiniz ve ehliyetinizdeki yetersizliktir.

Şayet, AKP iktidarı olarak, bireysel veya toplumsal, siyas, veya adi bir terör suçu işlendiğinde, kararlılıkla o suçların ve suçluların üzerine gidebilseydiniz, gereğini yapabilseydiniz, çözüm sürecini bahane ederek, süreç zarar görmesin diye, kobaniyi bahane ederek ülkeyi yakıp yıkan, şimdi kendilerini vandallıkla suçladığınız ve iç güvenlik yasasının çıkarılmasına gerekçe yaptığınız teröristlerin sırtlarını zamanında sıvazlamasaydınız, onların eylemlerine göz yummasaydınız, ülkedeki kanun hakimiyetini sağlasaydınız, ülke bu duruma gelmeyecek ve böyle bir yasaya da ihtiyaç duymayacaktınız..

Ama siz AKP iktidarı olarak bu basireti gösteremediniz, hatta kasıtlı hareket ettiniz.

Hala, bölücü PKK terörüne göz yumuyor ve polisi onlara karşı kullanma gereğini duymuyorsunuz. Çözüm sürecinden hala medet umuyor görünüyorsunuz. Amacınız, PKK teröristleri ve yandaşlarıyla bir süre daha iyi geçinmek, onların ülkeyi yakıp yıkmalarına göz yumarak, Haziran seçimlerini kazasız belasız atlatıp, tekrar iktidar olarak ülkeye dört yıl daha musallat olmaktır.

Bu yasayı çıkarmayı başarabilirseniz, bu yasadaki faşist ve antidemokratik hükümler sayesinde, seçimlere kadar, muhalif halkımızın sesini kısacak, iktidarınıza yönelik demokratik ve anayasal barışçıl gösteri ve protesto haklarını kullanmak isteyen vatandaşlarımızı, daha toplanma ve yürüyüş hazırlığı içindeyken, yeni yasada öngörüldüğü şekilde gözaltına aldırarak enterne edecek ve kendi iktidarınız için gerekli olan kendinizin iç güvenliğinizi sağlamış, halkı kandırma ve sindirme, muhaliflerinizin sesini kısma özgürlüklerinizi korumuş olacak, hiçbir muhalefet görmeden seçim sandığına gideceksiniz.

Şayet, alacağınız bu önlemlerle seçimleri kazanarak dört yıl daha bu ülkenin üzerine kabus gibi çökecek olursanız, yapmayı düşündüğünüz işin ikinci perdesini açacak ve artık iktidarınızı yenilemiş olmanın rahatlığı içinde, çözüm sürecini sonlandırmak için bir bahane bularak, bu iç güvenlik yasasının polise ve jandarmaya tanıdığı fşizan yetkileri, bu defa PKK ve yandaşlarına karşı kullanmaya başlayacaksınız.

Sonuç olarak özetlemek gerekirse, iç güvenlik yasa tasarısının getirilmesinin, iki amacı ve aşaması bulunmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, seçimlere kadar olan birinci amaç ve aşama; batı illerindeki AKP muhaliflerini susturarak seçimleri kazanmak, ikinci amaç ve aşama ise, bir bahane bularak sonlandırılacak olan çözüm süreci üzerine ülke genelinde çıkmasına kesin gözüyle bakılan PKK ve yandaşlarının yakıp yıkma ve isyan eylemlerini, antidemokratik yollarla bastırabilmek için polis ve jandarmanın yetkilerini artırarak şimdiden yasal yığınak yapmaktır.

AKP iktidarı tarafından meclise sürülen bu faşizan yasa tasarısının; içerdiği hükümler itibariyle, ülkemizin iç güvenliğini ve huzurunu sağlayacağını ve özgürlüklerin kullanılmasının garantisi olacağını iddia etmek, milletimizle alay etmekle eş değerdir. 20/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



18 Şubat 2015 Çarşamba

ÜLKEMİZDEKİ POLİTİKACILARIN SEVİYESİ!...



Dün (17/Şubat/2015) yaş günümüzdü, eksik olmasınlar arkadaşlarımız,dostlarımız ve henüz yüzlerini dahi görüp tanıma fırsatı bulamadığımız değerli okurlarımızdan bir bölümü, facebook sosyal paylaşım sitesindeki sayfamıza, kutlama ve iyi dileklerini sunan mesajlar göndermişler.
Bir okurumuz'un mesajı dikkatimizi çekti, bizim yazdığımız okuduğu makalelerimizden hareketle, bizi Milletvekili olmaya layık görmüş olacak ki, aynen mesajını buraya alıyorum; “Milletvekili olarak görmek dileğiyle yeni yaşını kutlar mutluluklar dilerim.” yazmış. Duygulandım tabi, hiçbir maddi karşılık ve çıkar beklemeden yazan bir aydın kişi olarak, ne iyi bir iş yaptığımızı, okurların beğeni ve taktirlerine mazhar olduğumuzu görerek, mutlu olduk ve kendi kendimize, iyi ki yazıyorsun Güner dedik.
Ancak, bu okurumun beni ve benim gibileri milletvekili olarak görme dileğinin, bu ülkede asla gerçekleşemeyecek bir ütopya olduğunu düşününce de, üzüldük tabi. O okuruma aynen;”SAYIN ÖZAKTAŞ; İYİ DİLEKLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM, BENİ MİLLETVEKİLİ OLARAK GÖRME DİLEĞİNİZİN, BU ÜLKEDE GERÇEKLEŞMESİ İMKANSIZ.YAZILARIMIZDAN DA ANLAMIŞ OLMALISINIZ Kİ, KİMSEYE EYVALLAHI OLMAYAN,KİM OLURSA OLSUN DOĞRULARI SÖYLEYEN, AĞIR BİR ŞEKİLDE ELEŞTİREN VE YAZAN, POLİTİK DAVRANAMAYAN BİR KİŞİLİĞİM VAR, ÜLKEMİZDE BU KİŞİLERİN SEVİLMEDİĞİNİ VE TUTULMADIĞINI BİLİRSİNİZ, MİLLETVEKİLİ OLMAK İÇİN, LİDERLERİN GÖZÜNE GİRİP, ONLARIN GÜVENİNİ KAZANMAK ŞART OLDUĞUNA GÖRE, İYİSİ Mİ BEN, MİLLETİN VEKİLLİĞİNİ, MAAŞ ALARAK MECLİSTE YAPMAYAYIM, MİLLETİN VEKİLLİĞİNİ, HİÇBİR KARŞILIK BEKLEMEDEN, DOĞRULARI YAZARAK, MİLLETİMİ AYDINLATARAK VE ONLARIN HİSLERİNE TERCÜMAN OLARAK YAPMAYA DEVAM EDEYİM. “ mesajıyla cevap verdik.
Evet, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde, özellikle muhalefet kanadında, en az bizim kadar doğruları söyleyen ve yazan, liderinin boyunduruğu altına girmeyen,kişilikli birçok milletvekilimiz var, onları, bu olumsuz düşüncelerimden ayrı tutuyorum ve bizim göze alamadığımız bu kötü politik ortama rağmen mücadele ederek meclise girebildikleri ve milletimize hizmet etmeye çalıştıkları için, onları özellikle kutluyorum. Ancak, bu tespitimiz dahi, bugün ülkemizde geçerli olan lider sultası ve milletvekili olabilmenin dayanılmaz hafifliği ve zorluğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.
Geçtiğimiz günlerde,ORDU’da düzenlenen Doğu Karadeniz Projesi (DOKAP) Eylem Planı toplantısında konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu; CHP ve MHP’nin İç Güvenlik Paketine yönelik olarak yaptıkları eleştirel açıklamalarını eleştirmiş ve "Tertemiz gençleri, biri bonzai ile zehirlemek isterse, biz buna sessiz mi kalacağız? Eğer Meclis’te yasayı engellemeye kalkarlarsa, onlara tek tek 'Bonzai Bahçeli', 'Bonzai Kılıçdaroğlu' deriz ve unvanları bu olur.” diyerek, konuyu saptırmaya ve iç güvenlik yasa tasarısında yer alan kişi özgürlüklerini yok eden antidemokratik hükümleri, halkın dikkatinden kaçırma kurnazlığı içine girmiştir.
Cumhurbaşkanlığını, Anayasaya aykırı bir şekilde ve yeminsiz olarak yapmaya çalışan (fiilen yemin etmişse de, yeminine hiç uymadığı için, bize göre yemin etmemekle eş değerdir )Tayyip Bey de, geçtiğimiz günlerde, 1150 odalı Aksarayın yapımcısı müteahhide ödül verdiği törende yaptığı konuşmasında, Cumhurbaşkanlığı görev ve sıfatına uymayan ve yakışmayan bir şekilde konuşarak, her zaman olduğu gibi, muhalefet partilerimizi eleştirmiş ve milletimize, muhalefet partisi liderlerinin, inşaat şantiye bekçisi dahi olamayacaklarını beyan eden bir Cumhurbaşkanına sahip olma talihsizliğini yaşatmış ve şantiye bekçiliğine dahi layık görmediğini ifade ettiği muhalefet partilerinin liderlerine ve onların şahsında, kendisine ve AKP'ye oy vermeyen milletimizin çok büyük bir kesimine hakaret etmiştir.
Avrupa Birliğinden sorumlu bakanımız, ÖZGECAN kızımızın Mersinde hunharca öldürülmesi nedeniyle, laf olsun torba dolsun faslından bir demeç vererek, mealen; “bu cinayet, benim kızıma karşı işlenseydi, ben silahımı alıp bu şahsı vurur ve cezasını kendi ellerimle verirdim” diyebilmiştir.
Halen,Avrupa Birliğinden sorumlu Bakan olan ve aynı zamanda hukuk fakültesini bitirmiş ve bakanlığından önce de,büyükelçilik yaparak, ülkemizi dış ülkelerde temsil etmiş olan, hukukçu kimliği taşıyan bir kişinin söylemiş olduğu, bizzat ihkakı hakkı meşru gösteren bu ilkel ve çağ dışı sözlerine karşılık, bu vahşi cinayetin acısını doğrudan yüreğinde ve ciğerinde hissetmiş ve yaşamış olan ve kor halinde düşen bu acı ateşin tam ortasında kalan, ÖZGECAN kızımızın çok değerli ve sevgili babasının; en başta politikacılarımız olmak üzere, hepimize insanlık dersi veren, gerçek baba yüreğinin ve sevgisinin ne olduğunu ortaya koyan, hukuka ve hukukun üstünlüğüne, adalete inanan ve güvenen olgun ve onurlu bir dik duruşu sergileyen; “Kızımı öldürenlere zulüm yapılmasın, adil bir şekilde yargılansınlar ve cezalarını çeksinler, onların da bir annesi ve babası var, Allah onlara kolaylık versin” sözlerine bir bakınız bakınız ve ikisi arasındaki; insanlık,olgunluk, çağdaşlık,aydınlık,aklıselim ve hukuka uyarlık farkını görünüz lütfen.
Bu her iki sözden, ÖZGECAN kızımızın babasının çağdaş ve aydınlık bir zihniyeti yansıtan sözlerinin yanında sırıtan ve millet olarak bizleri üzen ve utandıran Avrupa Birliğinden sorumlu Bakan'ın sözlerinin gerisindeki çağ dışı, hukuk dışı, insanlık dışı ve karanlık zihniyete ve kafa yapısına baktığımızda, bizleri kimlerin idare ettiklerini ve ülkemizdeki politikanın ve politikacıların seviyelerinin nerelerde olduğunu, çok iyi bir şekilde görmekteyiz.
Yazık, çok yazık, demekten başka elimizden hiçbir şeyin gelmediğini gördükçe, daha da kahroluyoruz. 18/02/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

16 Şubat 2015 Pazartesi

DİRENME HAKKI ÖZGECAN'IN YAPTIĞIDIR




Mersinde ömrünün baharında hunharca öldürülen üniversite öğrencisi genç ve talihsiz kızımız ÖZGECAN, ulus olarak hepimizi büyük bir yasa boğdu.Buradan kendisine Allah'tan rahmet, anne ve babasına ve diğer aile yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

Bu acının etkisiyle, idam cezası geri gelsin diyenler oldu ve her zaman olduğu gibi, yine kolaycılığa kaçtık ve millet olarak, insanlığımızı sorgulayıp, kendimizle yüzleşme olgunluğunu gösteremedik.

Şunu herkes iyi bilsin ki, bugün içinde bulunduğumuz koşullarda, idam gibi çok ağır cezalar geri de gelse, bu tür namusa ve cana yönelik suçları önlememiz asla mümkün olamayacaktır.

İnsanları eğitemezseniz, iş ve güçsahibi yapamazsanız, en az üç çocuk sahibi olmayı marifer sayar ve bunu devlet politikası haline getirmeye çalışırsanız, insanlarımızı sürekli belden aşağıya çalışmaya teşvik ederseniz, insana yatırım yapmazsanız, insan sevgisini aşılayamazsanız, kadına bakış açınızı değiştiremezseniz, kadını, erkekten ayırırsanız, kadın ile erkeğin, madalyonun iki yüzü gibi eşit iki kişi gibi göremezseniz, erkeği kadından üstün tutar ve kadınları, erkeğin karşısında edilgen konuma sokarsanız, kadını sadece bir seks objesi olarak değerlendirirseniz, erkekler tahrik olmasın gerekçesiyle kadınların başlarına türban geçirirseniz, kadınlarımızın mini etek giymelerini, ırz ve namuslarına saldırılmalarının ve hatta öldürülmelerinin bahanesi yapar ve erkekleri zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkarmaya çalışırsanız, kadını toplumdan ve çalışma hayatından soyutlamaya devam ederseniz,kadını çocuk doğuran, evinde oturarak çocuğuna bakan, erkeğine yemek yaparak onu akşam kapıda karşılayan ve erkeğinin canı istediğinde onu yatakta da memnun eden, ama kendisi bir türlü memnun ve mutlu olamayan, dünyaya çile ve erkek kahrı çekmek için gelen eksik bir kişilik olarak görmeye devam ederseniz, daha çok ÖZGECANLAR'ın acısını yaşamaya devam ederiz.

İnsanları germemeleri, onların ümitsizliğe kapaılmalarına yol açmamaları, rakiplerini ve tüm insanları sevmeleri ve insanlara değer vermeleri, topluma iyi örnek olmaları için, politikacılarımıza ve özellikle de iktidara büyük sorumluluklar düşmektedir.

Kadınlarımızın ırz, namus ve canlarına yönelik erkek saldırılarına son vermek için, en büyük görev ve sorumluluğun yine kadınlarımıza düştüğünü belirtmek istiyoruz.

Kadınlarımız; okumalı, kendilerini yetiştirmeli, en az erkekler kadar eşit ve onlarla aynı hak ve özgürlüklere sahip birey olduklarına inanmalı ve kendilerine güvenmeli, erkeklerden önce, kendilerine kendileri değer vermeli, erkekler istiyor, onlar tahrik olmasınlar düşüncesiyle kendilerinin özgürlüklerinden asla fedakarlık yapmamalı,erkeklerin ehlileşmelerine katkı yapmaya çalışmalıdırlar.

ÖZGECAN; bugüne kadar öldürülen binlerce hemcinsi gibi, ömrünün baharında hunhar bir saldırı sonucunda öldürülmüştür. Hiç değilse, bu ölümden bir ders çıkarmasını bilmeliyiz.

Bizlere, o derslerden birisini ÖZGECAN'ın babası vermiş ve iktidarın gösteremediği olgunluğu göstererek, insanların suçlu doğmadıklarını, koşulların insanları suça sürüklediğini, kızının katillerine zulüm yapılmadan, adalet önünde yasalara göre hesap sorulmasını, kızını öldürenin de bir anne ve babasının olduğunu, Allahın onlara kolaylık vermesini dileyebilmiştir. İşte insanlık, insan sevgisi,nefse hakimiyet ve olgunluk bu olsa gerek, ÖZGECAN'ın babasının bu olgunluğunu, politikacılarımıza ithaf ediyoruz.

Son sözümüz de talihsiz ve cesur kızımız ÖZGECAN'a.

ÖZGECAN; ebedi istirahatgahında rahat uyu, seni çok seviyoruz, iki günden bu yana ulus olarak senin için ağlıyoruz, eninde sonunda hepimizin gideceği yer orası ama, sen çok erken ve zamansız gittin, giderken de hepimize çok iyi bir ders verdin. O gözü dönen caninin, senin namusuna yönelen saldırısına göz yummadın ve canının pahasına da olsa, tek başına ve cesurca karşı koyup direndin, dişe diş mücadele ederek, saldırganın kötü emellerine ulaşmasına engel olmak için direnme hakkını kullandın, saldırganın asıl hedefi olan namusunu, direnerek korumasını bildin, bu uğurda ölmeyi göze alabildin, o alçak da emeline kavuşamamanın çılgınlığı içinde seni acımasızca öldürdü.Hayatını verdin ama, kutsal direnme hakkını kullanarak namusunu teslim etmedin, bize göre mücadeleyi sen kazandın, haksızlık karşısında direnmenin ve direnme hakkının, yaşamdan da önemli ve kutsal olduğunu, toplum olarak hepimize gösterdin. Bu toplum ve ailen, seninle ne kadar övünse azdır.

Cesur kız ÖZGECAN; sana ve senden önce, erkek demeye asla dilimizin varmadığı o mahluklar tarafından öldürülen tüm talihsiz kadınlarımıza selam, kendi siyasi emel ve çıkarları için kadınlarımızı kullananlara,onaları erkeklerin uydusu kılanlara da lanet olsun.17/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

14 Şubat 2015 Cumartesi

BEN OBAMA BURADAYIM SAYIN ERDOĞAN !...




Beni aramışsınız Sayın ERDOĞAN, ben ülkemde görevimin başındayım.

Sayın ERDOĞAN, Türkiyeden Meksika ve Kübaya kadar gelmişsiniz, Meksikadan bana, neredesin başkan diyerek, benden hesap sormuş, insan hakları ve demokrasi dersi vermeye kalkışmışsınız.

Sayın Cumhurbaşkanı, asıl hesap sorması ve sitem etmesi gerken benim.Biz, dost ve ülkelerimiz de stratejik ortak değil mi? Meksikaya kadar gelmişsiniz, burnumuzun dibindesiniz, insan bir kahve içmeye Beyaz saray'a uğramaz mı canım?

Meksikadan bağırarak, bana ülkemde öldürülen 3 Müslüman gencin hesabını soracağına, altında benimkinden daha yeni ve lüks gıcır gıcır uçağın var, atlayıp gelerek bunları aramızda konuşsaydık ve karşılıklı bir kahve içseydik fena mı Olurdu?

Sayın Cumhurbaşkanı, ölenler Müslüman olduğu için gösterdiğiniz hassasiyeti çok iyi anlıyorum, ama anlamadığım bir şey var, biliyorsunuz burası Amerika, insan hak ve özgürlüklerine, hukuka saygılı, demokratik bir ülke, Amerikayı başka ülkelerle karıştırmayınız, burada insanın dinine, ırkına,mezhebine göre farklı bir muamele yapılmaz, öldürülen kişiler Müslüman da olsalar hukuken gereği ne ise o yerine getirilir.Aynı şartlarda ülkenizde bir alevi, ermeni veya bir kürt öldürülseydi, siz ne yapardınız onu bilemem.

Sayın Cumhurbaşkanı neyse geçelim bunları.

Meksikaya kadar gelmişken, bir kahve içmeye Beyazsaray'a uğramadığınız için, size gerçekten kırıldım.Hatta aklıma kötü şeyler geldi, bana uğrarsanız, benim de sizin 1150 odalı o muhteşem ve kaçak sarayınıza misafirliğe gelmemden mi korktunuz diye düşündüm.

Sayın Cumhurbaşkanı, Mart ayında uçağınıza atlayarak ve yandaş gazetecileri yanınıza alarak yine buralara gelip, Brezilya, Şili şöyle bir turistik gezi yaparak hava aldıktan sonra ülkenize döneceğinize dair bir duyum aldım, bu duyumum doğruysa ve ülkemin güneyine kadar gelip de yine bana bir kahve içmeye uğramazsan bir daha yüzüne bakmam ve 1150 odalı kaçak sarayının semtine dahi uğramam, bu sözü mü sakın unutma.

Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanlığının sizi tatmin etmediğini, parlamenter sistemi terkederek, ülkem Amerikada olduğu gibi, başkanlık sistemine geçmek istiyormuşsun. Ancak bu isteğiniz benim kafama hiç yatmadı, başkanlık sistemi, istemekle olmaz, sizin ülkenizin koşulları ve yönetim tarzıyla benim ülkem çok farklı, başkanlık sisteminin demokratik bir şekilde işleyebilmesinin alt yapısının hazır olması gerekir, medyadan izlediğim kadarıyla sizin getirmek istediğiniz başkanlık sisteminin, isim benzerliği dışında, bizim ülkemizdeki başkanlık sistemiyle uzaktan yakından hiçbir benzerliğini göremedim.Gördüğüm kadarıyla sizin arzu ettiğiniz şekildeki bir başkanlık sisteminden, ancak bir diktatörlüğün çıkacağından endişe duyuyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı, aklımı kurcalayan bir husus var, onu da belirtmezsem rahat olamayacağım.Sizin, Meksikadan Neredesin Başkan diyerek, ülkem de öldürülen 3 Müslüman için ne yaptığımızı soruyorsun ama, ben de sizin ülkenizde olan olayları televizyondan ve internetten takip ediyorum, bir sene önce, gezi olayları dediğiniz, bizim demokrasi anlayışımıza göre, gençlerin demokrat ve barışçıl protesto gösterilerine tahammül edemediniz, gençleri polis tomaları, copları, tazyikli ve ilaçlı sular ve biber gazıyla engellemeye çalıştınız ve polis şiddetinden onlarca genç yaralandı, sakat kaldı ve hatta ölenler oldu.Siz ise, orantısız güç kullanan polisi engelleyecek ve cezalandıracak yerde, onları destan yazdınız diyerek övdünüz, ikramiye dağıttınız ve ödüllendirdiniz.

Sayın ERDOĞAN; ülkenizde nerede barışçıl ve demokratik bir protesto ve gösteri olsa, anında polisler beliriyor ve toma, cop ve biber gazı kulanarak göstericileri dağıtıyor ve gözaltına alıyor. Sizin anayasanızda yazılı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını vatandaşlarınızın polis engeli olmadan ne zaman kulanabileceklerini çok merak ediyorum. Bu halk, biriken gazını boşaltamazsa, buna imkan verilmezse, bir dost olarak, ülkenizde daha kötü şeylerin olabileceğini, haddim olmadan size söylemek istiyorum.

Bana Meksikadan bağırdığınız sıralarda, ülkenizin Gaziantep ve İzmir illerinde barışçıl demokratik gösteri ve protesto haklarını kullanan gruba polisin uyguladığı şiddete tanık olduk, polis şeflerinden birisi, halkına biber gazı sıkmak istemeyen emrindeki bir polisin boğazını sıkmış “sık lan,sık” diye talimat veriyordu. Yine izlediğimiz kadarıyla, ülkenizde hergün bir kadın kocası veya sevgilisi tarafından boğazlanarak öldürülmekte.

Sayın ERDOĞAN; çok haklısınız, bana Meksikadan duyurduğunuz gibi, ülkemizde işlenen cinayetlerden biz sorumluyuz, tavrımızı ortaya koymak zorundayız, çünkü halk bize oylarını verirken, “Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın” diyor, eğer biz,bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsak, dünya da bize her zaman sessiz kalacaktır.

Sayın ERDOĞAN;konuşmaya gelince çok güzel konuşuyorsunuz ve bana demokrasi dersi veriyorsunuz. Ancak, siz hiç aynaya bakmıyor musunuz, siz de ülkenizde seçimle iş başına gelmediniz mi, Türk halkı size oylarını verirken, benim can ve mal güvenliğimi siz sağlayacaksın demedi mi, peki siz, ülkenizdeki polis şiddetinden, koca şiddetinden yaralanan ve ölen vatandaşlarınız için ne yaptınız, onlardan veya yakınlarından özür dilediniz mi, faillerin en ağır şekilde cezalandırılmaları için özel bir gayret sarfettiniz mi?

Polisin bu rahatça ve kolayca uyguladığı ölçüsüz şiddete rağmen,polisin yetkilerini daha da artırmak amacıyla, iç güvenlik yasası diye bir yasa çıkarma gayreti içinde olduğunuzu duyuyoruz, Sayın ERDOĞAN bu kadar orantısız güç kullanan ve destan yaratan polisinizi daha da güçlendirirseniz, polisinize nasıl hakim olacaksınız, merak ediyorum doğrusu.

Sayın Cumhurbaşkanı; size, çuvaldızı başkasına batırmadan önce, iğneyi kendinize batırmanız gerektiğini hatırlatarak,şahsım ve ülkem adına, sizin şahsınızda Türk Halkına sonsuz selam ve muhabbetlerimi sunuyorum! 15/02/2015



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



13 Şubat 2015 Cuma

NEREDESİN BAŞKAN?









Ayrımcılık, bunların iliklerine işlemiş, ruhlarını sarmış.


Meksikada turistik seyahatta iken dahi, ayrımcılıktan uzak durmuyorlar.


O malum kişi; hazır Meksikaya kadar gelmişken ve Amerikaya çok yakınken, bir konuyu ifade etmek istiyorum diyor ve neredesin başkan? Diyerek, Amerika Başkanı Obama'ya sesleniyor. İşin temelinde Müslümanlık ve Müslümanlara yönelik pozitif ayrımcılık yatıyor,


Ümmetçi iç güdüsü harekete geçiyor ve Obama'ya, Carolinada öldürülen üç Müslüman gencin terörist olmadıklarını, Suriyeli olduklarını, ülkenin sorumlusu olarak, ölen gençlerle ilgili bir açıklama yapmadığını kızarak belirtiyor ve Obama'yı açaıklama yapmaya davet ediyor.


Obamaya ve diğer Amerikan idarecilerine, demokrasi ve insan hakları dersi vermeyi de ihmal etmiyor.


Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz, tavrımızı ortaya koymak zorundayız, çünkü halk size oylarını verirken, “Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın” diyor, eğer siz,bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız, dünya da size her zaman sessiz kalacaktır ve diyorum ki, unutmayın, Dünya 5'ten büyüktür diyerek, nutuk atıyor.


Malum şahıs, Amerikada öldürülen üç Müslüman genç üzerinden, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin tavan yaptığı Amerikanın Başkanı Obama'ya demokrasi ve insan hakları dersi verirken, kendi ülkesi Türkiye'de olup bitenlerden haberdar değil herhalde.


Oysa ki, ülkemizin değişik illerinde, barışçıl ve demokratik anayasal protesto haklarını kullanmak isteyen halkımıza karşı, polisin orantısısz güç kullanmasından kaynaklanan olaylar sebebiyle, yer yerinden oynuyor, Gaziantepte Merkez Şahinbey İlçe Belediyesi tarafından Karataş bölgesine yaptırılan Sanayi Sitesi’nden ihaleye girmelerine rağmen dükkan alamadıklarını ve aldıkları dükkanların ödemelerini yapamadıklarını iddia ederek öğle saatlerinde Şahinbey Belediyesi önünde toplanıp eylem yapan kalabalığın, Gaziantep Valiliği'ne yürümek istemesi üzerine, bulvarı trafiğe kapatarak, yürüyen grubu dağıtmak isteyen polis, gösterici gruba biber gazıyla müdahale ediyor ve bu müdahale sırasında esnafa biber gazı sıkmayan insaflı ve vicdan sahibi bir polis memuruna, amiri tarafından “sık lan,sık” diye talimat veriliyor, silahsız ve barış içinde yürümek isteyen esnafa zorla biber gazı sıktırılıyor ve polise zorla biber gazı sıktırmak isteyen polis şefi, bir yandan da, o insaflı polisin arkadan ensesini ve boğazını sıkmaya çalışıyor, o polis şefinin yüzündeki kin ve nefreti gördüğümüzde, biz bu kin ve nefret dolu yüz ifadesini televizyonlarda sürekli konuşan malum şahsın yüzünde de sürekli görüyorduk.


Aynı şekilde, İzmir ilinin Konak ilçesinde, Laik ve Bilimsel Eğitim için Uyarı Boykotu yapılıyor ve demokratik ve barışçıl bu protesto eylemine katılan ve Konak Meydanına yürümek isteyen gruba, polis, TOMA, biber gazı ve coplarla müdahale edip orantısız güç ve şiddet kullanıyor ve 68 kişi göz altına alınıyordu.


O malum şahsın, tek yetkili ve güç sahibi olduğu, konuşmalarının emir ve talimat olarak algılanarak derhal uygulandığı ülkemizde; hergün birkaç kadının kocaları veya sevgilileri tarafından acımasızca öldürülmelerine, barışçıl protesto haklarını kullanmak isteyen, silahsız olarak, şiddet uygulamadan yürüyen halkımıza karşı kullandığı orantısız güç yüzünden, onlarca vatandaşımızın yaralanmalarına,sakat kalmalarına, Ali İsmail KORKMAZ ve ELVAN'ların ve diğerlerinin öldürülmelerine, sessiz kalan ve bu polisleri taltif eden o malum kişinin, ülkenin en yetkili kişisi olarak, kendi ülkesinde işlenen devlet terörüne dayalı cinayetlerin hesabını vermeden, Amerikada öldürülen ve Müslüman kişilikleri ön planda olan üç genç için Obamadan açıklama beklemeye hakkı olamaz.14/02/2015




Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

11 Şubat 2015 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK




Bizim ülkemizde, özgürlük; AKP iktidarının mensuplarının, her Allah'ın günü, akşam sabah, sürekli telaffuz etmelerine rağmen, bir türlü içlerine sindirip hayata geçiremedikleri, biraz yüzüne gülseler, iktidarlarını ve oturdukları koltuklarını ayaklarının altından kaydıracağına inandıkları, parti içinde sağlam irade, büyük reis dışında kalanların, bizzat yaşayıp bir kez dahi olsa gerçek tadını ve lezzetini tatma fırsatı bulamadıkları için, gerçek değerini bilemedikleri, sadece ağızlarında sakız yaparak, siyasal nutuklarında sos olarak kullanıp, çıkarmayı planladıkları dikta eğilimli yeni anayasa için reklam ve dolgu malzemesi olarak kullandıkları, içi boş bir kavramdır.
AKP'nin iktidar olduğu ülkemizde, özgürlük o kadar içi boşaltılmış bir kavramdır ki;halkımız, başı sıkıştığında sesini duyurmak ve bir bildiri sunmak amacıyla barışçıl bir eylem ortaya koymak ve milletin egemenlik hakkının, millet adına vekilleri marifetiyle kullanıldığı bir mabet olan Meclis önünde toplanmak istese, polis tomalarıyla karşılanır ve iktidarın polisleri tarafından, ülkemizdeki özgürlüklerin gerçek ve acı yüzüyle yüzleştirilirler.
AKP iktidarının ileri demokrasi anlayışında, özgürlükler mutlaka anayasada yazılı olmalıdır..Aksi halde o özgürlüğü ağzınıza dahi alamazsınız.Yürürlükteki 1982 darbe Anayasasında açıkça yazan özgürlükler dahi, AKP iktidarını eleştirmek için kullanılamaz.
Ülkemizde, halkımızın bolca kullanmak zorunda bırakıldıkları Anayasada yazılı olmayan,AKP'nin iktidarını sürdürmesine siyaseten zararları bulunmayan, tüm zararı halkımızın kendisine ait olan çok miktarda özgürlükler de vardır.
Halkımızın hiçbir polis ve toma engeline, biber gazı ve jop darbesine,polis tekme ve tokadına maruz kalmadan, gözaltına alınıp tutuklanmadan rahatlıkla kullanabildikleri, halkımıza AKP iktidarının ikramı olan, saymakla tüketemeyeceğimiz özgürlüklerin varlığını da unutmamalıyız.!
Bu özgürlüklerin başında; milletimizin, 12 yıldan bu yana, AKP iktidarına tahammül etme özgürlüğü gelmektedir. Halkımız bu özgürlüğü o kadar çok sevmişlerdir ki, üç dönem üst üste AKP iktidarına tahammül etme özgürlüklerinden vazgeçememişler ve vazgeçmeye de niyetli gözükmemektedirler.
Halkımızın çok sevdiği, AKP iktidarının ikramı, Anayasada yazmayan özgürlüklerinden biri de, çalışacak bir iş bulamama, işsiz, aç ve sefil kalma özgürlüğü olup,siyasal iktidar mensuplarıyla yandaşlarının ve mahdumlarının her geçen gün daha da zenginleştiklerini gördükçe iktidara olan desteklerini daha da artıran bu işsiz,aç ve sefil halk kesiminin, işsiz ve aç kalma özgürlüğünden pek memnun kaldıklarını görmekteyiz.
Ülkemizde halkımızın hiçbir iktidar baskısına uğramadan günün her saatinde, gece demeden gündüz demeden rahatlıkla kullanabildikleri özgürlüklerinden diğer bir kısmını da, şöyle sıralayabiliriz;
Yapacağın çocuk sayısını Tayyip Bey'in belirlemesi özgürlüğü..
Kadınlarımızın, kürtaj yapamama, doğumlarını ne şekilde yapacaklarını kendi iradeleriyle belirleyememe özgürlüğü...
Bitaraf olan iş adamlarımızın, bertaraf olma özgürlükleri...
Halkımızın, en ağır vasıtalı vergileri ödeme özgürlüğü..
Halkımızın, dünyada en pahalı akaryakıtı kullanma özgürlükleri...
Halkımızın, televizyonlarını açtıklarında her gün, her saat ve her saniye, Tayyip ve Ahmet Beyleri izleme, paralel söylemlerini dinleme ve gürültü kirliliğine maruz kalma özgürlüğü..
Başbakanlık örtülü ödeneğine ve bu ödenekten yapılan hesapsız harcamalara, vergileriyle katkı yapma özgürlüğü...
Bizleri yönetenleri, vergilerimizle satın alınan lüks vasıtalara bindirme özgürlüğü...
Başkanlığa soyunan Tayyip Bey'e bir buçuk katrilyon liraya lüks ve kaçak saray yaptırma özgürlüğü..
İktidarın yolsuzluk ve rüşvet iddialarına göz yumma özgürlüğü...
Anayasal özgürlüklerini kullanamama, kullanmaya kalkıştığında da dayak yeme özgürlüğü...
Anayasaya göre tarafsız ve partisiz olması gereken Cumhurbaşkanının, anayasanın bu açık kuralına uymayarak anayasayı ihlal etmesine tahammül etme özgürlüğü...
Yargısının bağımsız ve tarafsız olmamasına tahammül etme özgürlüğü..
Meclis çoğunluğunu oluşturan iktidar partisine mensup milletvekillerinin, yürütmenin emri altına girerek, milletimizden aldığı emanete hıyanet etmelerine seyirci kalma özgürlüğü...
12 Eylül darbecilerinin yaptıkları yasaları değiştirmemekte direnen iktidara karşı suskun kalma özgürlüğü...
Darbecilerin getirdiği yüzde onluk seçim barajını kaldırmamakta direnen AKP iktidarını hala başımızda tutma özgürlüğü..
İktidarın yalanlarına inanmış görüntüsü verme özgürlüğü..
İşçilerimizi, memurlarımızı ve emeklilerimizi ezen AKP iktidarına karşı sesini yükseltememe özgürlüğü...
Daha saymakla tüketemeyeceğimiz binlerce özgürlük.
Allah'tan korkalım, özgürlüklere doymak bilmiyoruz ve hala özgürlük istiyor, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğümüzün dahi olmadığını söyleyerek, yukarıda saymakla tüketemediğimiz özgürlükleri bize yaşatan AKP iktidarını yerden yere vurmaya çalışıyoruz!
Biraz insaflı olmalıyız! 11/02/2015

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


8 Şubat 2015 Pazar

PAZAR NEŞESİ



Bu pazar günü,” FONEMEN İSİM HAKAN FİDAN” başlıklı makalemizi yazdıktan sonra kendimizi işimize vermiş ve bir davamızla ilgili dilekçemizi yazmaya koyulmuştuk.

Bir ara televizyondaki haberlere gözümüz kaydı ve ister istemez kulak verdik, baş rollerde, her zaman olduğu gibi, yine Tayyip ve Ahmet Beyler vardı.

Tayyip Bey, Latin Amerika seyahatine başlamadan önce, giderayak halkını neşelendirmek ve güldürmek istemiş olmalı ki; bir soru üzerine, MİT Müsteşarı Hakan FİDAN'ın, milletvekili aday adayı olmak üzere görevinden istifa etmesine olumlu bakmadığını, bu istifayı tasvip etmediğini, ancak, MİT Müsteşarının da bu konuda karar alıp uygulaya hakkının olduğunu, aday gösterilip gösterilmeyeceği konusunda karar verecek olan kişinin, Başbakan Ahmet Bey olduğunu söyleyerek, büyük bir hoş görü ve demokrasi örneğine imza atmıştır. Bunları söylerken, Tayyip Bey'in neşesi de yerindeydi ve pek de yumuşak konuşuyordu.

Tayyip Bey'in, öyle pek sık rastlayamayacğınız ender günlerinden birisiydi anlayacağınız.

Tayyip Bey, duy da inanma dedirten, çok mahir olduğu takiyelerinden birini yapıyordu.

Hakan Bey'in istifasına sıcak bakmıyorum, uygun bulmuyorum diyor, Başkan Tayyip Bey.

İçinden geçen, kafasındaki doğruları söylemediğini, takiye yaptığını bilmesek, istifa kararı alan Hakan FİDAN'ın; Tayyip Bey'in sıcak bakmamasına ve uygun görmemesine rağmen,Tayyip Bey'in iradesine karşı gelerek, milletvekili olma uğruna MİT Müsteşarlığı görevinden istifa edip, Tayyip Bey'in karizmasına çarpı koyduğunu zannedeceğiz.

Devletin en tepesindeki kişinin, hiç de inandırıcı ve asla gerçek olmayan bu beyanlarına güler misiniz ağlar mısınız? Biz artık gülüp geçiyoruz.

Astsubaylıktan, kendi gayretleriyle üniversiteyi bitirip yabancı dil de öğrenerek ve kariyer yaparak MİT Müsteşarlığına kadar gelme başarısını gösterecek derecede akıllı ve taktisyen olan Hakan FİDAN'ın aklıyla alay ediyor sanki, Tayyip Bey. Bu akıllı adam'ın, tek adam olma yolundaki ve kendisine en yakın olan Tayyip Bey'den habersiz ve onun onayını ve hatta doğrudan onun emir ve talimatını almadan, MİT Müsteşarlığından istifa etmesi mümkün müdür?

MİT Müsteşarı olarak ve öncesinde, Kürt sorununun çözümü için yaptığı görevleri nedeniyle büyük bir sorumluluk altına giren Hakan FİDAN'ın; AKP'den teklif ve milletvekilliği garantisi almadan, MİT Müsteşarlığı görevinden çala kalem istifa ettiğinin ve bu istifaya Tayyip Bey tarafından sıcak bakılmadığının beyan edilmesini, kargaları bile güldürecek cinsten bir mizah örneği olarak görüyoruz.

İkinci pazar neşemizin kahramanı olan Ahmet Bey, sanırız İstanbul İl Kongresinde konuşuyor ve yeni Anayasa özgürlüklerin teminatı olacaktır dedikten sonra, yeni Anayasaya ve özgürlüklere hazır mısınız? Diye soruyor.İnanın bu manzara karşısında, katıla katıla ağlamamız gerekirken, katıla katıla gülüyoruz.

Buradan haklı olarak sormak istiyoruz; Ahmet Bey, siz ne diyorsunuz yahu, darbe Anayasası olan 1982 Anayasasının öngördüğü toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne dahi tahammül edemiyorsunuz, daha dün, gençlerimizin, Ankarada, Tayyip Bey'in halkımza ait olduğunu söylediği Kaçak Saraya yürümelerine engel olan, onları polislere dövdüren ve yüzlerine biber gazı sıktıran sizin iktidarınız değil midir, siz hangi yüzle ve utanmadan yeni özgürlüklerden bahsediyorsunuz?

Ahmet Bey, sizden yeni Anayasa ve yeni özgürlük istemiyoruz, sözüm ola beğenmediğiniz 1982 darbe Anayasasında yazılı olan özgürlüklerimize gölge etmeyin, sizden başka ihsan istemiyoruz, elimizdeki özgürlükleri kullanmamıza müsaade edin yeter, şunu da bilin ki, özgürlüklerin teminatı Anayasalar olmayıp, siyasal iktidarların, özgürlükleri ve demokrasiyi içlerine sindirebilmeleri, içselleştirebilmeleri, laf da değil, öz de demokrat ve özgürlükçü olabilmeleridir.Şunu da hiç unutmayın ki, demokrasinin beşiği İngilterede, yazılı bir Anayasa dahi yoktur.Oynamak istemeyen gelin yerim dar dermiş misali, faşizan uygulamalarınızın suçunu 1982 Anayasasına atmaktan vaz geçiniz.

İlahi Tayyip ve Ahmet Beyler, özgürlüklerin kullanılmasında başarısız olsanız da, beyanlarınızla kargaları dahi güldürmeyi başarabiliyorsunuz. 08/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

FENOMEN İSİM HAKAN FİDAN



MİT Müsteşarı iken geçtiğimiz gün milletvekili aday adayı olmak üzere görevinden istifa eden Hakan FİDAN; son yılların, ayların ve günlerin fenomen ismi.

Bu makalemize başlamadan önce, internetten tekrar öz geçmişini incelediğimiz de gördük ki, Hakan FİDAN'ın; Ankara doğumlu olması nedeniyle, Ankaralı olarak bilinmekteyse de, yine internette yer alan bilgilere göre, aslen Kürt kökenli olduğu, hatta Denizli'li olduğu yolunda rivayetler de mevcuttur.

Her neyse, aslen nereli olursa olsun, sonuç olarak güzel ülkemizin bir yöresinin evladı.

Hakan FİDAN'ın, dar gelirli bir ailenin çocuğu olduğunu; üniversiteye gidemeyip hayat mücadelesine ve meslek hayatına, daha on sekiz yaşında iken, Türk Silahlı Kuvvetlerinde astsubay olarak görev yapmaya başlamasından anlıyoruz.

Hakan FİDAN'ın, astsubay olarak görev yaptığı sırada, üç yıllığına NATO' da bir dış göreve gönderilmesinin, hayatının dönüm noktasını oluşturduğunu görüyoruz.

Akıllı olduğu kesin olan ve ailesinin dar gelirli olması nedeniyle, kısa yoldan ve devlet olanaklarıyla bir an önce hayata atılma mecburiyeti içinde, üniversite tahsili yapamayan Hakan FİDAN'ın, astsubay olarak görev yaptığı dönemde, önüne çıkan fırsatları ve kişisel yeteneklerini çok iyi değerlendirerek, astsubay iken üniversite lisans ve master eğitimlerini de tamamladığını, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki mecburi hizmetini tamamladıktan sonra, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki astsubaylık görevinden istifa ederek, sivil hayata atıldığını ve sivil bürokrat olarak çalışma hayatına devam ettiğini ve dönemin Başbakanı Tayyip Bey'in dikkatini çekerek Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı ve daha sonra da devletin önemli kurumlarından MİT Müsteşarlığına getirildiğini görüyoruz.

Gördüğünüz gibi hayatında sürekli yükseliş yaşayan, önüne çıkan tesadüfleri ve fırsatları iyi değerlendiren Hakan FİDAN, o kadar başarılı bürokrat içinde Tayyip Bey'in dikkatini çekebilmiş ve onun gözdesi ve sır küpü ve hatta teşbihte hata olmaz, Tayyip Bey paranın yazı kısmı ise aynı paranın turası olabilmiştir.

Tayyip Bey hepimizin bildiği gibi, köken olarak İmam Hatipli olup, gerçekte öyle olmasa da, onun gözünde, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, tüm laik ve Atatürkçü kesimler, İmam Hatip kökenli olanlara pek iyi gözle bakmazlar ve teşbihte hata olmaz, onlara siyah Türk gözüyle bakarlar ve hor görürler.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bir kesimini oluşturan, Türk Silahlı Kuvvetlerin en ağır yükünü omuzlarında taşıyan ve özveriyle hizmet eden, TSK'nın şerefli mensupları olan, yukarıda değindik, ailelelrinin dar gelirli olmaları nedeniyle üniversite tahsillerini yapamayarak parasız yatılı askeri okullarda okuyup, masrafsız ve ailelerine mali yük getirmeden genç yaşta mesleki hayatılarına başlayan astsubaylarımıza; yasal statülerine bakarak, bazı kötü niyetli bölücü kesimlerin, Siyah Türk gözüyle bakmaları nedeniyle, İmam Hatip kökenli olarak kendisine de Siyah Türk gözüyle bakıldığı kanısına ve kompleksine kapılan Tayyip Bey'in; Fakan FİDAN'ı en yakınına almasında ve MİT Müsteşarlığına kadar taşıyarak, siyasette de kendisinden yararlanmayı düşünmesinde, Sayın Hakan FİDAN'ın astsubay kökenli olmasının bir etkisinin olup olmadığını, hep düşünmüşüzdür.

MİT Müsteşarlığı görevinden, AKP'den siyasete atılmak gerekçesiyle istifa eden Hakan FİDAN; son günlerde ismi üzerinde en çok kunuşulan, istifa ve siyasete atılma kararı medyada tartışılan, istifasının, ülkenin yararına olup olmadığı, MİT Müsteşarlığı görevini sürdürmesinin gerekip gerekmediği hususlarında değişik görüşlerin dillendirildiği bir kişi haline gelmiştir.

Hakan FİDAN; Tayyip Bey'in, Başbakan olarak ülke için yaptığı en önemli ve hayırlı bir hizmet olarak gördüğü Kürt sorununun çözümü için, PKK lider kadrosuyla yapılan Oslo ve daha sonraki süreçlerdeki müzakerelerde, Tayyip Bey'in talimatları doğrultusunda, onun özel temsilcisi ve hatta canlı bir dublörü olarak görev icra etmiş bir bürokrat olarak, henüz çözüm sürecinin sonuna gelinmediği gerekçesiyle, MİT Müsteşarlığından istifa ederek siyasete atılmak istemesi nedeniyle, en başta Sayın ARINÇ olmak üzere, bazı kesimler tarafından eleştirilmekte, bazı kesimler de, Hakan FİDAN'ın bu şahsi kararına saygı duyulmasının gerektiğine işaret etmektedirler.

Biz her iki görüşe de katılmıyoruz. Zira, bize göre, Hakan FİDAN'ın; bugünkü konumuna gelmesinde en etkin ve tek seçici kişi olan Tayyip Bey'in emir ve talimatları dışında, su içmesi ve nefes alması ve özel hayatı hariç, işiyle ilgili olarak, tek başına hiçbir kararı alma özgürlüğü yoktur.

Bize göre, Hakan FİDAN; yaklaşan seçimler nedeniyle, en yakınında bulunduğu ve sır küpü olduğu Tayyip Bey'in huzuruna çıkarak, MİT Müsteşarlığı görevime devam etmek istiyorum veya MİT Müsteşarlığından istifa edip AKP'den milletvekili aday adayı olmak istiyorum dememiş, aklından birşeyler geçirse de, göreviyle ilgili olarak, Tayyip Bey'in talimatını beklemiştir.

Hakan FİDAN, istafa kararını açıklamadan önceki günler de, zamanın Başbakanı, şimdilerin Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'den aldığı davet üzerine Kaçak Saray'a giderek, Başbakan Ahmet Bey'e bağlı olmasına rağmen, doğrudan Tayyip Bey ile görüşmüş ve Tayyip Bey'in; “Bak Hakan seni çok severim, birlikte çok iyi çalıştık ve iyi şeylere imza attık, sen benim Kürt sorununun çözümü çalışmalarımda elim ayağım, beynim ve dublörüm olarak çalıştın, bu çalışmalar belli bir rotaya oturdu, sana artık MİT Müsteşarı olarak ihtiyacım kalmadı, oraya, senin önereceğin ve güvendiğin bir arkadaşını atayalım,biliyorsun ülkemizde bir sistem değişikliğine gidilecek ve ben Başkan olacağım, benim, başkanlığım döneminde, sarayımda sana yeni ve daha önemli görevlerde ihtiyacım olacak, senin artık MİT Müsteşarlığından ayrılarak yeni ve daha önemli görevlere yelken açmak üzere,AKP'den milletvekili olmanı istiyorum.İtiraz istemem.” demiş olduğunu ve Hakan FİDAN'ın da, Tayyip Bey'in bu emrini uygulayarak MİT Müsteşarlığından istifa ettiğini düşünüyor ve değerlendiriyoruz.

Hakan FİDAN'ın; gerçekten, fenomen ve ülkesine başarılı hizmetler sunan bir kişi olup olmadığını, zaman gösterecek ve tarih hükmünü verecektir.08/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

6 Şubat 2015 Cuma

BEN





Ben.

Lugatında, biz yok, sürekli ben.

Anlayışında ve zihniyetinde, bilgi ve fikir paylaşımı, görüş alma, danışma yok.

Bilgiye ve ihtisasa saygı yok.

Hep ben, her şeyi en iyi ben düşünürüm ve ben bilirim.

Bakmayınız siz, Başbakan ve parti genel başkanı iken, kendisini ilgilendiren önemli konularda kesin karara varmadan önce, istişare adı altında, parti yetkili kurulları, il başkanları ve partili milletvekilleriyle görüştüğüne ve onların düşüncelerini sorduğuna, o da göstermelik görüşmeler olup, Cumhurbaşkanlığına aday olma konusunda da, aynı şekilde göstermelik istişare yapan Tayyip Bey, çoktan Cumhurbaşkanlığına adaylığına karar vermiş ve Başbakanlık hizmet binası olarak kamufle ederek, Cumhurbaşkanı seçildiğinde kullanacağı yaklaşık iki katrilyon (eski parayla) Türk Lirasına mal olan kaçak sarayının inşaatına çoktan başlamıştı bile.

Aksi düşünülemezdi zaten.

Benim bakanım, benim milletvekilim, benim genelkurmay başkanım, benim genel müdürüm, benim müsteşarım, benim valim, benim memurum diyen Tayyip Bey değil miydi?

Çalışmayı, koşmayı, yorulmayı ve icracı olmayı çok sevdiğini beyan etmesine rağmen, Başbakan olarak icranın başında iken, kendi hür iradesi ve arzusuyla, temsil yönü ağırlıklı Başbakanlığa nazaran daha pasif bir görev olan Cumhurbaşkanlığına talip olup Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Bey, ben odaklı egosu nedeniyle, kendi altında yetkileri daha geniş bir Başbakanın varlığını kabullenemediği için, devletin yönetimini Başbakan ile birlikte iki başlı olarak yürütme yerine,yetkileri daha geniş olan Başbakanın başını kesip, başkan sıfatıyla devleti tek başına yönetme egosunu gerçekleştirmek amacıyla, parlamenter sistem yerine, başkanlık adı altında, ne idiğü belirsiz, muhtemelen bir dikta rejimine geçilmesinin propagandasına soyunmuştur.

Bu arada boş durmayan Tayyip Bey, söz verdiği gibi, koşup terlemek istediğini halkımıza göstermek amacıyla, hergün bir yere koşarak, Cumhurbaşkanlığı ambleminin yapışık olduğu kürsülerden konuşarak, başta muhalefet partilerimiz olmak üzere, her kesimi, bağımsız kurumları ve yöneticilerini azarlamayı ve fırçalamayı kendisine birincil görev bellemiştir.

Bağımsız bir kurum olan Merkez Bankası Başkanını diline dolamış ve faiz indirimi için baskı yapmaya ve suçlamaya başlamış, Merkez Bankası için, “Bağımsız olunca gelinen nokta bu” diyerek, yasama ve yargı gibi, Merkez Bankasının bağımsızlığına da karşı çıkmış, Merkez Bankasının dahi kendisine bağlanarak, talimatları doğrultusunda faiz indirimine gidilmesi arzusunu ortaya koymuştur.

Faiz indirilirse, üretimin artacağını ve enflasyonun düşeceğini, enflasyonun neden değil bir sonuç olduğunu, engin ekonomi bilgisi ile açıklamış, açıkladığı bu ekonomi kuralının, başka bir ülkenin ekonomisi için faydalı sonuçlar vermesine rağmen, ülkemizin bugün içinde bulunduğu kendi özel koşulları dikkate alındığında zararlı sonuçlar doğurabileceği, bu nedenle, Merkez Bankasının daha fazla faiz indirimine gitmediği gerçeğini kabullenememektedir.

Tayyip Bey'in sergilemekte olduğu hepinizin izlediği hal ve hareketleriyle, yaptığı konuşmalarını içine olan seyir defterine bakıp bir değerlendirme yaptığımızda; Tayyip Bey'in nereye doğru koştuğunu ve ülkemizin başına musallat etmek istediği başkanlık sisteminin, ne menem bir sistem olacağını tahmin etmek, zor olmasa gerek. 07/02/2015


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat