30 Nisan 2017 Pazar

İKİ MESLEKTAŞ VE YAZARIN KARŞILIKLI ATIŞMALARI!..




Hasan Saim Öztürk,benim çok değerli meslektaşım olup, kendisi de sosyal medyada fıkra türü, kısa günlük siyasi olayları değerlendiren ve görüşlerini bildiren değerli yazılar yazar,kendisini büyük bir beğeni ve zevkle izler ve yazılarını okurum.

Sayın Hasan Saim Öztürk; 28.Nisan.2017 akşamı, yine facebook sayfasından bir paylaşımda bulundu. Bu paylaşımı aynen şuydu; “Herşeye ve yargıya hakim bir iktidarla ancak çok güçlü bir parti örgütü başedebilir. Bu paylaşımla, benim yorumuma göre, CHP ve onun lideri Sayın KILIÇDAROĞLU hedefleniyordu. Zira, referandumda hayır oylarının kazanamamasının sorumluluğu,bazı çevrelerce CHP ve onun liderine yıkılmak isteniyordu.

Referandum ve öncesindeki genel ve yerel seçimlerdeki başarısızlıklarda ve ülkenin AKP iktidarına mahkum edilmesinde, pek tabiidir ki, CHP ve onun liderinin de hataları olmuştur, ancak tüm kusuru ve suçu, CHP ve onun liderine yüklemek,büyük bir haksızlıktır.

Bu duygular içinde,Hasan Saim Öztürk arkadaşımın“Herşeye ve yargıya hakim bir iktidarla ancak çok güçlü bir parti örgütü başedebilir.paylaşımına bir yorumla cevap verdim, o da bana cevap verdi, derken karşılıklı atıştık diyelim.

Sevgili meşlektaşım bu paylaşımını ve bu paylaşım sonrası ikimiz arasında vukubulan karşılıklı yazışmaları, alenen facebook ortamında yaptığı için, onun özel iznini almadan, yazar arkadaşım Hasan Saim Öztürk bey ile aramızda geçen karşılıklı yazışmalardan bir makale yaratarak, bu karşılıklı yazışmalara, aşağıda tırnak içinde aynen yer veriyoruz.

Hasan Saim Öztürk ( H.S.Ö )-”Herşeye ve yargıya hakim bir iktidarla ancak çok güçlü bir parti örgütü başedebilir.”

Güner Yiğitbaşı ( G.Y. )-”Herşeye ve yargıya hakim bir iktidarla, çok güçlü bir parti örgütü de baş edemez değerli kardeşim. Çok akıllı, her türlü kısa vadeli menfaatinden arınmış,olup biten gerçekleri görüp tarafsız bir şekilde değerlendirebilen,muhakeme edebilen,sorgulayan,gerçek müslümanlığın ne olduğunu bilen ve din istismarcılarına kapısını kapatabilen,ben de ve benim çocuklarımda yok da, birilerinde ve çocuklarında niçin var,benim çocuklarım da en az onların çocukları kadar akıllı diyebilen, seçmen çoğunluğu başedebilir.”

H.S.Ö- “M.K.Atatürk....gibi

G.Y.- “Değerli kardeşim, saydığım özellikler sadece Atatürk de yok,Atatürk'te, çok daha fazlası var, niçin dindar ve kindar nesil yetiştirmek için laik eğitime son veriyorlar, benim yazdığım türden seçmen kitlesi çoğalmasın diye.Ana muhalefet partisinin liderini değiştirince hemen laik eğitim mi gelecek?Referandumda dahi, tüm muhalif kanadın güç birliğine rağmen,bazı dış etmenlerin de etkisiyle hayır'ı kazanamayan bir toplumda, Kılıçdaroğlu ne yapsın? Referandumda Baykal ve İnce gibi ağır toplar,parti dışından Barolar Birliği Başkanı,İstanbul Barosunun eski başkanı,sizler ve bizler yazılarımızla katkı yapılmasına rağmen,sonuç ortada,ülkenin laik ve demokrat kumaşı bu kadar,bu kumaşı dokuyacak sistemi iktidar engelliyor.”

H.S.Ö- “Degerli Meslektaşım, soylenecek cok söz ve özel anılarım gözlemlerim ve tanıklıklarım var. O kadar ağır hata varki. En iyisi hasta olmadan bu işi bırakıp kenara çekilmek, ya da sineye çekmek devam etmek.”

G.Y- “Ana muhalefet partisinin ve lider kadrosunun mutlaka eksikleri vardır,ancak, inanın bunlar, başarısız sonuca çok etkili değil.Seçime, hem de AKP gibi bir partinin iktidardayken girmesi,iktidar olmanın yasal ve parasal gücünü elinde tutup sonuna kadar kullanması,Türk siyasi tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş seçim başarılarının temel nedenidir,bir neden de Türk seçmeninin tarihten gelen CHP allerjisi.Ülkeyi kötü yönetmesine rağmen;seçmen, AKP ye oy vermeyeceğiz de kime oy vereceğiz,muhalefet mi var demiyor mu, cinlerim başıma üşüşüyor .Bir partinin ve liderinin iktidarda başarılı olup olmayacağı, ona bir şans vererek anlaşılabilir,iş başına getirmeden,devletin yasal ve parasal imkan ve gücünü ona vermeden anlaşılamaz.Bugün ülkemizde,muhalefet partileri tarafından verilip de kanunlaştırılabilen kanun teklifleri, bir elin beş parmağını geçemez.Ana muhalefete, irmik ve şeker vermeden, helva kar diyen bir seçmen çoğunluğu var.Kılıçdaroğlu da bunu bildiği için,seçim propagandalarında yalvarıyor,bize bir dönem imkan verin diye.Emekliye vaad ettiği iki maaş ikramiyeye rağmen alınan oylar ortada, bu ülkedeki işsizler,geçinemeyen dar gelirli işçi,memur ve emeklileri oy verse, CHP iktidar olur,ama insanlarımızda sınıf bilinci yok.Kılıçdaroğlu ve CHP ne yapsın?Güç birliğine rağmen referandumda çoğunluğu sağlayamayan muhalif kesim, milletvekili seçiminde doğal olarak bölünecek,çöpe gidecek olan oyların da etkisiyle AKP yine tek başına iktidar.”

H.S.Ö- “Seçmene uygun yapılanma ve organizasyon strateji halkla ilişkiler şart. Bu yapılamazsa tabelayı indirmek gerekir.İktidar partisi bunu büyük ölçüde gerçeklestiriyor.Halka güven vermeyen bir halk partisi, umut olmadıgı surece bu işi başaramaz.Siyasette pzarlama taktikleri önemli.Asıl ekseninden ayrılmadan kendi porogram ve düşüncesini kabul ettirme sanatı.Kisaca siyaset ikna sanatı diye düşünüyorum.”

G.Y- “Değerli arkadaşım, iknaya açık bir toplum yok ortada,işte hep birlikte gördük referanduma sunulan anayasa değişikliğinin, bugün dahi pratikte olmayan demokrasimizi yok edeceğine ikna edilemeyen yüzde elliyi geçen bir seçmen kitlesini, ikna et bakalım.Adam,anayasa paketini okumadan ve anlamadan anayasa paketine değil, o paketi sunan kişiye bakarak evet diyor.Halkımızın büyük çoğunluğu,dinlediği şarkının içeriğine sözlerine bakmadan; müziğine, kulağına gelen hoş nağmelere bakıyor,Sayın Erdoğan'ın belagati iyi, damardan, kulağa hoş gelen laflar ediyor, ama seçmen içeriğine, ne söylediğine,söylediklerinin doğru olup olmadığına bakmıyor,İngilizce bilmeyen bir kişinin İngilizce bir şarkıyı, nağmeleri kulağına hoş geldiği için beğenmesi gibi,yaşayıp göreceğiz ömrümüz varsa,tarih tekerrür edecek mi?

Karşılıklı yazılı söyleşimiz burada sonlanıyor.

Değerli arkadaşımın; “seçmene uygun yapılanma ve organizasyon strateji halkla ilişkiler şart. Bu yapılamazsa tabelayı indirmek gerekir.İktidar partisi bunu büyük ölçüde gerçeklestiriyor.”görüşüne buradan ek bir cevap vermek gerekirse;iktidarı eline geçirmiş ve bu iktidarı on beş yıldan bu yana tek başına kullanan ve de iktidarı bırakmak istemeyen AKP; bu nedenle, elindeki iktidar ve meclis çoğunluk gücüyle istediği yasayı kolaylıkla çıkarabiliyor ve istediği kararı kolaylıkla alabiliyor,halkın vergileriyle oluşan ve tüyü bitmemiş yetimin üzerinde hakkı olan devletin parasını, hesap vermeden, kendi siyasi menfaati uğruna hiç acımadan harcıyor,seçmene uygun yapılanma ve organizasyonu, AKP kendi içinde değil, bizzat devletin içinde yapıyor,devletin yapılanmasını ve organizasyonunu seçim kazanma üzerine yapıyor ve devletin örtülü ve örtüsüz parasal olanak ve ödeneklerini kullanarak, kötü yönetimiyle yoksul bıraktığı halkla, sadece laf salatasına ve vaadlere dayalı değil, devlet kesesinden sağladığı anlık ve sıcak parasal maddi menfaat ilişkisi kurarak,seçmeni; dalda değil, elinde bir kuşla sandığa götürüyor.

Umarım okurlar da yorumlarıyla bu söyleşiye katkı sunarlar.

Tüm işçi ve emekçi kardeşlerimizin, 1.Mayıs İşçi Bayramlarını, tüm halkımızın da Bahar Bayramlarını en iyi dileklemizle kutluyoruz.30.04.2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


27 Nisan 2017 Perşembe

DEMOKRASİNİN ÜLKELERE SAĞLADIĞI GÜÇ VE SAYGINLIK



Demokrasilerde; seçimler, sistemin olmazsa olmazıdır.Ancak, seçim zorunlu ise de, tek başına yeterli değildir.

Bir ülke;sadece, ülkeyi yönetenlerin seçimle iş başına gelmeleri nedeniyle demokrat olamaz.

Bir ülkede gerçek demokrasinin varlığından bahsedebilmek için, zorunlu olan seçimlerin, aynı zamanda adil ve eşit koşullarda yapılması da gerekir.

Bu da yetmez, öncelikle basın ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere, sadece kuru bir şekilde anayasa ve yasalara yazmak suretiyle değil, onları koruyan ve teminat altına alan, uygulanabilir kılan,ihlal edilmeleri halinde bu ihlalleri etkin bir şekilde denetleyebilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereği olan bağımsız bir yargı ile teminat altına alınan insan hak ve özgürlüklerinin de bulunması gerekir.

Kuvvetler ayrılığının, bağımsız bir yargının, üstünlerin hukukunun değil, hukukun üstünlüğünün, hesap sorulabilirliğin, şefffaflığın, sivil toplum örgütlerinin, iktidarı siyaseten ve mali olarak etkin bir şekilde denetleyebilen meclisin, seçim barajı kaldırılarak meclis içinde oluşturulacak çoklu ve etkin bir muhalefetin bulunması da,gerçek bir demokrasi için, en az seçimler kadar elzemdir.

Eşit koşullarda ve adil bir şekilde yapılmayan Referandumdan;YSK'nın,yasaya açıkça aykırı bir şekilde aldığı mühürsüz oyları geçerli kılan kararının da etkisiyle,kıl payı evet oyu alan yeni anayasa ile bizim anladığımız şekilde gerçek bir demokrasinin ülkemizde gerçekleşmeyeceği ve işlemeyeceği çok açıktır.

Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından, geçtiğimiz günlerde ülkemiz için alınan denetim altına alınma kararı da, maalesef ülkemizde demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri adına bir şeylerin iyi gitmediğinin açık bir göstergesi olmuştur.

Sayın Başbakan, birkaç ay önce yakın ve uzak komşularımız olan devletler arasında dostumuzu çoğaltacak, düşmanlarımızı azaltacağız demesine rağmen, bugün dostlarımızı artıramadığımız bir yana, kendilerine dost gözüyle baktığımız, Irak ve Suriyede IŞİD terör örgütüyle mücadele için oluşturulan koalisyonun en önemli ortakları olan Amerika ve Rusya ile bu koalisyon içinde dahi sorunlar yaşamaktayız.

Osmanlının; kötü yönetimler ve alınan kötü kararlar sonunda, bir zamanlar tüm dünyayı titreten gücünü, saygınlığını, inandırıcılığını ve caydırıcılığını yitirerek, hasta adam konumuna getirildiğini ve hasta adam damgasını yedikten sonra da, gün ve gün eriyip gittiğini, asla unutmamalıyız.

Hasta adam damgasını yememek,saygınlığımızı,inandırıcılığımızı ve caydırıcılığımızı kaybetmemek için, devlet olarak güçlü olmak, güçlü olmak için de, yukarıda önemli olanlarını sıraladığımız, en başta basın ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere, insan hak ve özgürlüklerine, kuvvetler ayrılığı ilkesine,yargı bağımsızlığına, etkin bir meclis denetimine, insanların örgütlenme haklarına, güçlü bir ekonomiye, şeffaflığa, hesap vermeye hazır olmaya saygılı ve sahip olmak zorundayız.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin; geçtiğimiz gün,Suriye ve Irak'ta bulunan Sincar ve Karaçok dağlarındaki PKK ve PYD kamplarına yönelik olarak yaptığı hava harekatı üzerine, sözüm ona müttefikimiz ve IŞİD ile mücadelede koalisyon ortağımız olan Amerika ve Rusya'nın, bu harekat sebebiyle ülkemize karşı sergiledikleri, dostlukla ve ülkemizin menfaatleriyle asla bağdaşmayan, ülkemizin güvenliği için büyük tehlike arz eden PKK ve onun uzantısı PYD ve YPG yararına gösterdikleri tepkilere kızmak yanında, bu tepkilerden ülkemiz yararına dersler de çıkarmak zorundayız.

Bu nedenle, anayasada ne yazarsa yazsın,öncelikle insan hak ve özgürlüklerine, kuvvetler ayrımına,yargı bağımsızlığına,hukukun üstünlüğüne,şeffaflığa saygılı demokratik bir ülke olduğumuzu, uygulamalarla tüm dünyaya göstermeliyiz ve özellikle, ortadoğuda Suriye ve Irak sınırları içinde yapacağımız harekatlar konusunda, tek başına ve anlık kararlar almak yerine, ülkemizin menfaatlerini masaya yatırarak, konuyu mecliste tartışarak, özellikle ana muhalefet partisinin de görüşlerini aldıktan sonra, bir daha geri adım atmamak üzere, şeffaf ve kalıcı kararlar almalıyız.

Suriye ve Irak sınırları içinde uygulanmak üzere alınan ve uygulanmaya başlanan veya ileride alınacak ve uygulamaya konulacak olan sınır ötesi harekat kararlarında, Amerika, Rusya ve/veya bir diğer devlet ya da devletlerin olası muhalefetleri, önceden düşünülmeli ve değerlendirilmeli, o devletlerin endişelerini yok edecek olan haklı nedenlerimiz anlatıldıktan sonra, ülke yararı için alacağımız kararların uygulanmasına, geriye dönüş yapmadan,sonuna kadar devam etmeliyiz, Aksi halde, saygınlığını, inandırıcılığını ve caydırıcılığını yitiren bir ülke konumuna düşeceğimiz, bu durumdan da ülke olarak zarar göreceğimiz unutulmamalıdır.27/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

25 Nisan 2017 Salı

KILIÇDAROĞLU YANILIYOR




KILIÇDAROĞLU aceleci davrandı ve Anayasa Mahkemesi Başkanının AYM'nin 55.kuruluş yıdönümünde yaptığı konuşmasında dile getirdiği;”Anayasa koyucunun lafzı, anlamı ve amacı bakımından açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek esasen mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmak anlamına gelir. “sözlerini yanlış yorumlayarak, Anayasa Mahkemesi Başkanının Referandumda YSK tarafından mühürsüz oylarla ilgili olarak alınan kararı eleştirerek referandumun meşruiyetini tartışma konusu yaptığı şeklindeki tespitine asla katılmıyoruz.

Cumhurbaşkanına bağlılığı tartışılmaz olan ve bugün (25.04.2017) Anayasa Mahkemesinin 55. kuruluş yıldönümünde, Cumhurbaşkanına brifing verircesine yaptığı konuşmada sıkça tekrarladığı “Sayın Cumhurbaşkanım” hitapları karşısında,Anayasa Mahkemesi Başkanının, Cumhurbaşkanını karşısına alacak ve onu üzüp kızdıracak anlamlara gelen bir konuşma yapmayacağı çok açıktır.

Satın AYM Başkanı,yaptığı konuşmasında, çok açık bir şekilde yasa koyucudan değil, anayasa koyucudan bahsetmektedir, evet, yasayı da anayasayı da meclis yapar ama, yasa ile anayasa farklı yasal düzenlemelerdir.

Yüksek Seçim Kurulu, yorum yoluyla,298 sayılı seçim kanununda yer alan, mühürsüz oy pusulalarının geçersiz olduğuna ilişkin açık bir yasa maddesini değiştirmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanı ise; konuşmasında, çok açık olarak, anayasa koyucunun açık bir şekilde düzenlediği kuralları yorum yoluyla değiştirmek, mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapmak anlamına gelir demektedir.

Bu nedenle,KILIÇDAROĞLU'nun;AYM Başkanının bu beyanlarından, referandum ile ilgili bir sonuç çıkarması, YSK'ya bir eleştiri getirildiğini savunması,yanlış ve iyimser bir yorumdur.

Anayasa Mahkemesi Başkanı; bu beyanlarıyla, CHP'nin anayasaya aykırılık iddiasıyla OHAL KHK leriyle ilgili olarak yaptığı başvuru üzerine, başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesinin, Olağanüstühal Kanun Hükmünde Kararnameleriyle ilgili olarak almış olduğu yetkisizlik kararının savunmasını yapmıştır.Bu beyanların, YSK'nın bir yorumla mühürsüz oyları geçerli sayan kararıyla uzuaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Ancak, AYM Başkanının bu beyanları doğrultusunda YSK kararı değerlendirilecek olursa, bu beyan, yaptığı bir yorumla 298 sayılı seçim yasasının açık bir hükmünü değiştiren YSK'ya da bir eleştiri getiriyorsa da, Sayın KILIÇDAROĞLU şunu çok iyi bilmelidir ki; konu Anayasa Mahkemesine taşınırsa, Anayasa Mahkemesinin bugünkü yapısıyla vereceği karar çok açık ve nettir, “YSK bir yüksek yargı organıdır ve kararları kesindir, esasen bir hak ihlali de yoktur, bilakis seçmenin hakkı kendisine teslim edilmiştir,ben yetkili değilim,” şeklinde olacaktır. 25/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

18 Nisan 2017 Salı

BİR REFERANDUM YAPMAYI DAHİ BECEREMEDİK




Oldu, olacak derken,tartışmalı bir referandumu daha geride bıraktık.
Biz, her seçimden sonra, seçimin bir yorumunu yapan makale kaleme alır ve seçim sonçlarını değerlendiririz.
Ancak, 16.Nisan.2017 günü yapılan referandum öncesinde, eşit koşular içinde geçmeyen referandum propaganda çalışmalarına bakarak, sandıktan evet de çıksa, hayır de çıksa, bu referandumun meşru bir referandum olmayacağını dile getirmiştik.
Gerçekten, tüm devlet imkanları, hayırcıların da vergileriyle oluşan devletin örtülü ve örtüsüz tüm ödenek ve paraları,araçları,devletin valileri, kaymakamları,din adamları,camileri,okulları kullanılarak, evet lehine tek yanlı olarak yapılan propagandalara ve hayır oyu kullanacak olanları terörist ilan ederek, eşit ve adil olmayan koşullar altında yapılan bir referandumdan çıkan sonucun neyini yorumlayacaksınız?
Üstüne üstlük, isminde yüksek nitelemesi bulunan tek yargı kuruluşu haline gelen Yüksek Seçim Kurulu'nun; 298 sayılı kanunun, hiçbir yoruma açık olmayan açık hükümlerine aykırı olarak aldığı, sandık kurulunun mührünü ihtiva etmeyen oy pusulalarını ve zarflarını geçerli kabul eden kararıyla iyice meşruiyetini kaybeden referandumun, neyini yorumlayıp değerlendireceksiniz?
Yüksek Seçim Kurulu aldığı bu kararla referanduma gölge düşürmüş ve kendisini de tartışılır hale getirmiştir.
Mühürsüz zarf ve oy pusulalarının geçersiz olduğu, parlamentonun çıkardığı ve herkesi bağlayan bir yasa maddesiyle ilke ve kural haline getirilmiştir.Bu seçim kuralı ile bugün yapılan ve ileride de yapılacak olan seçimlerde,başkan ve üyeleri zaman içinde değişecek olan Yüksek Seçim Kurulları arasında bir uygulama birliğini ve seçim istikrarını sağlamak, seçimlere şu veya bu şekilde hile karıştırmanın önüne geçilmek amaçlanmıştır.
Bugün görev başında olan Yüksek Seçim Kurulu, yasanın açık hükmünü yok sayarak,yasanın açık hükmüne aykırı bir şekilde aldığı bir kararla mühürsüz oy pusulalarını ve zarflarını geçerli kılarken, ileride yapılacak olan bir seçimde görev başında olacak olan üyeleri değişmiş olan başka bir Yüksek Seçim Kurulunun ise, aynı konuda aksine bir karar vermesi halinde, seçim kurallarının istikrarından ve seçim disiplininden nasıl bahsedebileceğiz?
Yüksek Seçim Kurulunun: yasanın açık hükmüne aykırı olarak verdiği kararında yer verdiği, “ seçmene yüklenebilecek bir kusur olmamasına rağmen, sandık kurullarının hatasından kaynaklanan bu durumda, Anayasal hakkını kendisinden beklenen yükümlülüklere uygun olarak kullanan seçmenin oyunun geçerli sayılmamasının, yönetime katılma ve seçme hakkının özünü ortadan kaldıracak bir sonuç yaratacağı açıktır” şeklindeki gerekçesine katılmak,asla mümkün değildir.Bu gerekçe haklı bir gerekçe olamaz.
Zira,seçmenler tarafından kanunları bilmemenin mazeret sayılmayacağı gibi, zarf ve oy pusulalarının mühürlü olması gerektiği, referandum öncesinde seçmenlere açıklanmış ve mühürsüz zarf ve oy pusulası kullanılarak yapılacak olan oy verme işleminin geçersiz sayılacağı konusunda, seçmen açıkça uyarılmıştır.
Bu itibarla,Yüksek Seçim Kurulunun;bazı seçmenler tarafından kullanılan oy pusulası ve zarflarının mühürsüz olmalarının,sandık kurullarının hatasından kaynaklandığı, bu konuda seçmene yüklenebilecek bir kusurun bulunmadığına ilişkin kabul ve değerlendirmesine katılmak asla mümkün değildir.
Burada asıl hata ve kusur seçmene aittir, seçmen, daha önce yapılan uyarılara uyarak, kendisine verilen zarf ve oy pusulasının mühürlü olup olmadığına bakmak ve sandık kurulunu uyarmak zorundadır, seçmen de bu durumdan sandık kurulu görevlileri kadar, birinci derecede sorumludur, bu sorumluluğunu yerine getirmeyen ve bu nedenle oyu geçersiz sayılan seçmenin,yönetime katılma ve seçme hakkının ihlalinden asla bahsedilemez.Seçmen, bu hatasının ve dikkatsizliğinin cezasını çekmelidir.
Tüm uyarılara rağmen, üzerine düşen kontrol görevini yerine getirme, gerekli dikkat,özen ve duyarlılığı gösterebilme kabiliyetinden yoksun olan ve bu nedenle mühürsüz zarf ve oy pusulasıyla seçime katılan seçmenlerin, referanduma şaibe katan mühürsüz oylarının, yasaya aykırı olarak geçerli sayılması, demokrasimize ve ülkemize hiçbir yarar sağlamayacaktır.18/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu









14 Nisan 2017 Cuma

MECLİSİN KURUMSAL FESHİ VEYA DÖNEMSEL FESHİ



Doğrudur,referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinde, lafzen fesih kavramı geçmemektedir.Bu doğrudur, ancak fesih kelimesine yer verilmemesi,yeni paket ile Cumhurbaşkanına koşulsuz olarak meclisi feshetme yetkisinin tanınmadığı anlamına gelemez. Pakette yer alan, görev süresi dolmadan meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi, sonuç olarak meclisin dönemsel olarak feshedilmesidir.

Burada çok ince bir ayırıma dikkati çekmek istiyoruz. İşin püf noktası da bu ayırımda gizlidir.

Bizim gibi temsili demokrasilerde, egemenliğin kayıtsız ve şartsız kendisinde olduğu milletin iradesini temsil eden, millet adına egemenlik hakkını kullanan meclislerin,kesintisiz ve sürekli bir şekilde var olmaları, mutlak zorunluluktur.

Yani, temsili demokrasilerde kurumsal olarak meclisler sürekli var olacaklardır.Demokrasi ile yönetilen ülkelerde meclislerin kurumsal olarak fesihleri, yani tamamen kapatılmaları,dağıtılmaları,yok edilmeleri asla mümkün değildir.Meclisin kurum olarak fesedilmesi halinde demokrasiden bahsedemeyiz. Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan hükümleri de buna manidir.Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurum ve anayasal bir organ olarak feshi yetkisi, Cumhurbaşkanına ve bizzat meclisin kendisine dahi verilemez.

Bu itibarla, bugünlerde tartışılan meclisin feshinden maksat; meclisin kurumsal, yani kurum ve anayasal bir organ olarak tamamen feshi değil, dönemsel olarak feshidir. Referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinde yer alan Cumhurbaşkanının meclisi fesih, yani meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi de, meclisin kurumsal olarak tamamen feshi değil,dönemsel feshidir.

Peki meclisin dönemsel feshi nedir?

Bilenler bilirler, meclis seçimleri ve meclis çalışmaları dönemlerle anılırlar. 22. 23.24. dönem gibi.

1.Kasım.2015 de yapılan milletvekili seçimleriyle oluşan ve şu an görev başındaki meclis ve bu mecliste görev yapan seçili milletvekilleri, Meclisin 26. Dönem Milletvekilleridir. 7.Haziran.2015 milletvekili seçimleriyle oluşan ve süresi içinde hükümet kurulamadığı için Cumhurbaşkanı tarafından fesedilen ve 1.Kasım.2015 de tekrarlanan seçimle yenilenen meclis ve milletvekilleri de, 25.Dönem Milletvekilleriydi.

Demek ki, 7.Haziran.2015 de yapılan seçimlerle oluşan 25. dönem meclis ve o meclisin milletvekilleri, dönemsel olarak feshedilmiş ve 1.Kasım.2015 de yenilenen seçimlerle oluşan 26.Dönem meclis ve milletvekilleri, 25. dönem meclisten görevi devralmıştır.Meclis, kurumsal olarak, yerli yerinde kalmış,ama 25. dönem sona ererek 26. döneme geçilmiştir.

Sanırım anladınız,kafalarda hiçbir şüphe kalmadı.İşte, referanduma sunulan yeni anayasa paketinde yer alan ve dönem tamamlanmadan, hiçbir koşula tabi olmaksızın Cumhurbaşkanına tanınan meclisi fesetme (meclis seçimlerini yenileme) yetkisinin anlamı, meclisin anayasal bir organ ve kurum olarak tamamen ve kalıcı bir şekilde feshi değil, yenilenecek olan seçimlerle seçilecek olan yeni milletvekilleriyle doldurulacak olan dönemsel fesihtir.

Cumhurbaşkanına, hiçbir koşul aranmadan tanınan bu dönemsel fesih yetkisi dahi; meclisi vesayet altına alacağı, örneğin %51 ile seçilen bir Cumhurbaşkanına, yani %51 lik iradeye, %100'ü temsil eden Meclisin tamamını,dönemsel de olsa,dağıtma ve yok etme imkanı verdiği için,sakıncalı ve antidemokratik bir yetkidir. 14/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




BALIK BAŞTAN KOKAR



Balık baştan kokar diye güzel bir atasözümüz vardır,bunu hepiniz bilir ve sıkça tekrarlarsınız.

Hayır diyenleri tehdit eden ve hakaret eden Osmaniye'nin Düziçi Belediye Başkanı AKP'li Ökkeş NAMLI'nın sözlerini duyduktan sonra, bu ata sözü aklımıza geliverdi.

Adamın mensubu olduğu partinin ileri gelenlerinin, anayasa referandumu propaganda çalışmaları sırasında anayasaya HAYIR diyeceklere yönelttikleri tehdit ve hakaret içeren sözlere bakınca, bu piyon belediye başkanının sarf ettiği hakaret ve tehdit içeren sözlerini, pek yadırgamadık.

AKP den beslenen, tüm politik kazanımlarını AKP sayesinde elde eden, kendisini AKP'ye borçlu hisseden, belediye başkanlığına halkın oylarıyla seçilmesine rağmen, bu seçimi halkın değil partinin bir lutfu olarak değerlendiren bu nedenle; bedenini, vicdanını, benliğini, aklını ve beynini koşulsuz olarak AKP'ye kiralayan, hatta satan,AKP üst yönetimine kayıtsız ve şartsız biat eden, adeta robotlaşan bu belediye başkanının, akıl almaz,terbiyesiz,utanmaz ve arlanmaz beyanlarını duyunca, balık baştan kokar atasözünü hatırlamamak mümkün mü?

Bu hayasız ve fütursuz sözde belediye başkanının hakaret ve tehdit içeren beyanlarını hoş karşılamak ve görmezlikten gelmek mümkün değildir. Bakalım, AKP üst yönetimi bu adam için ne gibi bir müeyyide uygulayacak ve tedbir alacak?

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu utanmaz adama uygulanacak olan müeyyideyi pek merak da etmiyoruz, biliyoruz ki, bu adam birilerinden güç ve cesaret alarak bu şekilde pervasızlaşabiliyor.Durumdan vazife çıkararak, hayırcıları tehdit edip onlara hakaret edebiliyor.

Bu utanmaz adamın sarf ettiği sözlerde yer alan tehdit ve hakaretlere alıştık ama, bu sözler içinde yer alan bir cümle var ki; onu kabul etmek ve anlayabilmek mümkün değil,bu adam utanmaz olduğu kadar çıldırmış da.

Utanmaz adam diyor ki; “..hem ekmeğini yiyip, hastaneye gidip ondan sonra da Hayırcıyım demek şerefsizliktir. Oy vermiyorsa, AK Partinin ekmeğini yiyorsa haram zehir zıkkım olsun..”

Utanmaza bakınız, devletimizi ve başkanlığını yaptığı belediye'yi,AKP ile özdeşleştirmiş, Düziçi Belediye Başkanlığı,sanki AKP'nin tapulu malı, belediye'nin tüm gelirleri ve paraları; sadece, AKP üst yönetimi tarafından babalarının cebinden verilmiş, bu paralar da, tüm partilerden ve bağımsız halkımızın ödedikleri vergileri yokmuş gibi, belediyede çalışıp da hayır oyu verecek olanları, AKP den ekmek yiyerek nankörlük yapmakla suçluyor ve yedikleri ekmeği haram ediyor.Hadi canım sende, sen kimin parasını ve ekmeğini hayırcılara haram zıkkım ediyorsun,anayasa sadece AKP'nin anayasası mıdır, anayasaların tüm halkı ilgilendiren ve kucaklayan, Türk Milletinin tümünün bir uzlaşma metni, sosyal bir mukavalesi olduğunu bu sözde belediye başkanı bilmiyor mu?

Düziçi Belediye Başkanının bu iğrenç beyanlarında yer alan; muhtemel bir evet'in, öncü soğuk ve incitici rüzgarları sizleri rahatsız etmiyor mu?14/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

11 Nisan 2017 Salı

İŞTE SİZE TEK ADAM KEYFİLİĞİNE BİR ÖRNEK




Bugün (11.04.2017) Sözcü Gazetesinde yer alan bir haberden öğrendiğimize göre, AKP'nin İstanbuldaki EVET mitingleri nedeniye, İstanbul'un iki yakasını denizin altından birbirine bağlayan AVRASYA Tüneli, geçen hafta Cumartesi ve Pazar günleri iki gün süreyle trafiğe kapatılmış.

Avrasya Tüneli, iktidarın sürekli övündüğü, günlük 68.500 araç geçişi garantili olarak, yap işlet ve devret yöntemiyle müteahhitlere yaptırılan bir tüneldir.

Geçiş garantisi uyarınca, tünelden günde 68.500 araç geçmese bile, geçmiş gibi, 68.500 aracın geçiş ücreti toplamı, devlet tarafından tamamlanarak müteahhide ödenmek zorunluluğu vardır.

Avrasya Tüneli, mitingler nedeniyle keyfe keder, keyfi bir şekilde, trafiğe kapatıldığına ve iki gün boyunca tünelden sıfır araba geçişi olduğuna göre, günlük 68.500 araç geçiş garantisi verildiği için, (68.500x2=137.000) aracın geçiş bedeli toplamı, bizim ve sizin vergilerinizden oluşan devletin hazinesinden müteahhidin cebine ödenecektir.

Siz, devleti zarara sokan bu keyfilik hak ve yetkisini nereden alıyorsunuz, sizin kul hakkı ve Allah korkunuz yok mudur?

İşte tek adamlık, ben istediğimi yaparım ve kimseye hesap vermem,ülke yararı düşünmem, kendi şahsi ve siyasi yararımı, ülkenin yararından üstün tutarım zihniyeti ve anlayışı budur.

Avrasya Tünelinin, devleti zarara sokma ve halka eziyet etme pahasına keyfi olarak, iki gün süreyle trafiğe kapatılmasına karar verildiğinde, henüz tek adam anayasası referandumdan ONAY almamıştı.Bu yasaklama, tek adam anayasası henüz kabul edilmediği halde alınan, tek adam anayasası referandumda EVET alarak kabul edildiğinde,devleti ve milleti zarara sokacak olan benzeri yüzlerce ve binlerce keyfi yasaklama kararı alınabileceğini gösteren çok çarpıcı ve örnek bir karardır.

Son viraja da girilmiş olsa, vakit henüz geçmiş değildir. 11/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu


8 Nisan 2017 Cumartesi

BİRAZ İNSAF




Biraz insaf beyler.

Devletin tüm imkanlarını kullanarak yaptığınız anayasaya evet mitinglerinde,hep birlikte CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na çullanmaktan ve yerli yersiz onu eleştiri yağmuruna tutmaktan hiç utanmıyor musunuz?

16.Nisan günü, KILIÇDAROĞLU'nun CHP'nin başında kalıp kalmayacağı mı, yoksa ne idüğü belirsiz, bu ülkeye dikta getirecek olan anayasa değişiklik paketi mi oylanacak?

Anayasa değişiklik paketinin savunulacak bir yanı olmadığının farkındasınız, bu nedenle konuyu saptırarak, KILIÇDAROĞLU'nun CHP liderliğini tartışmaya açıyorsunuz, KILIÇDAROĞLUN'dan beslenmeye çalışıyorsunuz. Bu taktikler artık ayağa düştü beyler, millet sizin bu beydude ve olayı çarpıtan çırpınışlarınızı gördükçe, hayır oyları gün geçtikçe artıyor.

KILIÇDAROĞLU'nun, kontrollü darbe tezi, sizi oldukça kızdırmış ve sıkıntıya sokmuşa benziyor.

Darbeyi Araştırma Komisyonunun çalışmalarını bu millet gördü.Komisyonun başına seçtiğiniz kişi, yıllarca Fetullah GÜLEN'i savunan kişi, bu komisyona üye ve başkan yapacak başka birini bulamadınız mı?

İş bununla da bitmiyor, siz darbeyi araştırma komisyonu mu kurdunuz, yoksa darbeyi araştırmama komisyonu mu?

Madem darbeyi araştıracaksınız, komisyonun CHP'li üyelerinin tüm ısrarlarına rağmen, darbenin aydınlanmasında ifadeleri çok önemli olan Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarının bu komisyona ifade vermelerini niçin engellediniz?

Mütedeyyin vatandaşlar, ana kuzusu, ana şefkatine muhtaç küçük çocukları olan, bugüne kadar ellerine ekmek bıçağından başka silah almamış genç anneler;Bank Asyada hesap açtırdıkları, çocuklarını Cemaat yanlısı oldukları iddia edilen okullarda okuttukları gerekçesiyle, hiç bilmedikleri FETÖ Silahlı Terör Örgütüne üye oldukları iddiasıyla zindanlara atılırken, iddianamaleri yazılmadığı, yazılsa da,iş yoğunluğundan duruşma tarihleri dört ay sonrasına verildiği için, uzun süre hakim önüne çıkarılmadıkları halde, örgütün siyasi ayağının yok sayılarak gizlenmeye çalışılması, tam bir adli skandal ve adalette çifte standart bir uygulamadır.

FETÖ soruşturması yapan savcılar, BYLOCK denilen haberleşme programını cep telefonlarına indiren kişileri, kayıtsız şartsız FETÖ örgütünün üyesi saymakta ve bir benzetme de yaparak, kişinin nüfus cüzdanı ne ise, BYLOCK uygulaması da odur.BYLOCK, FETÖ örgütü mensuplarının nifus cüzdanıdır diyerek, BYLOCK dan içeri attıkları kişileri, daha yargılanmadan FETÖ üyesi olarak yaftalamalarına rağmen, BYLOCK uygulamasını kullanan milletvekilleri hakkında hiçbir işlem yapılmaması, bu milletvekillerine göz yumulması, kamu vicdanını ağır şekilde sızlatan bir aymazlıktır.

İşte ülkemiz, propagandaları eşit şartlarda yapılmayan, aynı özellikleri taşıyan ve birbirinin tıpa tıp benzeri, yan yana duran evet çadırlarına dokunulmadığı halde, hayır çadırlarının, mevzuata aykırı oldukları gerekçesiyle belediye zabıtaları tarafından yıkıldığı, savcıların örgütün kimlik kartı olarak kabul ettikleri BYLOCK uygulamasını kullandıkları saptanan siyasilerin suçsuz sayıldıkları ve üzerlerine gidilmediği,BYLOCK'u olmadığı halde Bankasya da hesabı, cemaat yanlısı olduğu iddia edilen okullarda çocuğu olan anne ve babaların, FETÖ Örgütünün üyesi olmakla suçlanarak zindana atıldığı, at izinin it izine karıştığı bir ortamda referanduma gitmekte ve bu koşullarda yapılacak olan bir referandumdan çıkacak evet ile ülkeye demokrasinin geleceği, ülkenin tüm sorunlarının çözüleceği yalanı pompalanmaktadır.

Lütfen,biraz insaf. 8.4.2017


Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6 Nisan 2017 Perşembe

MECLİSİN FESHİ YETKİSİNE SON NOKTA



Meclisin feshi tartışmaları artık kabak tadı vermeye başlamıştır.

Herkes, meclisin görev süresi dolmadan seçimlerin yenilenmesine karar verilmesinin, meclisin feshi anlamına geldiğini çok iyi biliyor, ancak en başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, referandumda evet'i savunanlar,işlerine gelmediği için, meclis seçimlerinin yenilenmesinin, meclisin feshi anlamına gelmeyeceğini ısrarla savunmaya devam ediyorlar.

Dün (05/04/2017) gece Sayın KILIÇDAROĞLU havuz medyasına dahil evetçi bir kanala çıkarak iki sunucunun sorularını cevaplandırdı, tahmin edeceğiniz gibi sorulardan birisi de, referanduma sunulan yeni anayasa değişiklik paketinde, Cumhurbaşkanına meclisin feshi yetkisinin tanınmış olup olmadığı idi. Sayın KILIÇDAROĞLU da pek tabiidir ki, bu yetkinin Cumhurbaşkanına tanınmış olduğunu savundu.

Biz de bir hukukçu yazar olarak, yeni anayasa paketinde, Cumhurbaşkanına meclisi fesetme yetkisinin tanınmış olduğunu savunan iki makale yazıp yayınlamıştık.

Bu makalemiz, aynı konuda yazdığımız üçüncü ve sonuncu makale olacak ve bu makalemizde; tartışmaya, daha anlaşılır bir şekilde son noktayı koyacağız.

Evet, referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinde, lafzen fesih kavramı geçmemektedir.Bu doğrudur, ancak fesih kelimesine yer verilmemesi,yeni paket ile Cumhurbaşkanına koşulsuz olarak meclisi feshetme yetkisinin tanınmadığı anlamına gelemez. Pakette yer alan, görev süresi dolmadan meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi, sonuç olarak meclisin feshedilmesidir.

Burada çok ince bir ayrıma dikkat çekmek istiyoruz. İşin püf noktası da bu ayrımda yer almaktadır.

Bizim gibi temsili demokrasilerde, egemenliğin kayıtsız ve şartsız kendisinde olduğu milletin iradesini temsil eden, millet adına egemenlik hakkını kullanan meclislerin,kesintisiz ve sürekli bir şekilde var olmaları, mutlak zorunluluktur.

Yani, temsili demokrasilerde kurumsal olarak meclisler sürekli var olacaklardır.Demokrasi ile yönetilen ülkelerde meclislerin kurumsal olarak fesihleri, yani tamamen kapatılmaları,dağıtılmaları,yok edilmeleri asla mümkün değildir.Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan hükümleri buna manidir.Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurumsal olarak fesih yetkisi, Cumhurbaşkanına ve bizzat meclisin kendisine dahi verilemez.

Bu itibarla, bugünlerde tartışılan meclisin feshinden maksat, meclisin kurumsal olarak tamamen feshi değil, dönemsel olarak feshidir. Referanduma sunulan anayasa değişiklik paketinde yer alan Cumhurbaşkanının meclisi fesih, yani meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi de, meclisin kurumsal olarak tamamen feshi değil,dönemsel feshidir.

Peki meclisin dönemsel feshi nedir?

Bilenler bilirler, meclis seçimleri ve meclis çalışmaları dönemlerle anılırlar. 22. 23.24. dönem gibi.

1.Kasım.2015 de yapılan milletvekili seçimleriyle oluşan ve şu an görev başındaki meclis ve bu mecliste görev yapan seçili milletvekilleri, Meclisin 26. Dönem Milletvekilleridir. 7.Haziran.2015 milletvekili seçimleriyle oluşan ve süresi içinde hükümet kurulamadığı için Cumhurbaşkanı tarafından fesedilen ve 1.Kasım.2015 de tekrarlanan seçimle yenilenen meclis ve milletvekilleri de, 25.Dönem Milletvekilleriydi.

Demek ki, 7.Haziran.2015 de yapılan seçimlerle oluşan 25. dönem meclis ve o meclisin milletvekilleri, dönemsel olarak feshedilmiş ve 1.Kasım.2015 de yenilenen seçimlerle oluşan 26.Dönem meclis ve milletvekilleri, 25. dönem meclisten görevi devralmıştır.Meclis, kurumsal olarak, yerli yerinde kalmış,ama 25. dönem sona ererek 26. döneme geçilmiştir.

Sanırım anladınız,kafalarda hiçbir şüphe kalmadı.İşte, referanduma sunulan yeni anayasa paketinde yer alan ve dönem tamamlanmadan, hiçbir koşula tabi olmaksızın Cumhurbaşkanına tanınan meclisi fesetme (meclis seçimlerini yenileme) yetkisinin anlamı budur.

Cumhurbaşkanına, hiçbir koşul aranmadan tanınan bu fesih yetkisi; meclisi vesayet altına alacağı, örneğin %51 ile seçilen bir Cumhurbaşkanına, yani %51 lik iradeye, %100'ü temsil eden Meclisin tamamını,dönemsel de olsa,dağıtma ve yok etme imkanı verdiği için sakıncalı ve antidemokratik bir yetkidir. 06/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu




4 Nisan 2017 Salı

YARGININ ÜZERİNDEKİ VESAYET



İçlerinde Atila TAŞ'ın da bulunduğu FETÖ'nün medya ayağı olmakla suçlanan bazı gazetecilerin tahliyelerine karar veren yargıçların açığa alındıklarına ilişkin medyada yer alan haberler, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına çok üzücü ve korkutucudur.

İnsanlar; yargının üzerindeki bu baskıyı gördükçe, geleceklerinden, özgürlüklerinden daha da korkar hale geleceklerdir. Zira, bağımsız ve tarafsız bir yargı, insan hak ve özgürlüklerinin yegane garantisidir. Bu garantinin olmadığı ülkelerde, insan hak ve özgürlüklerinin varlığından bahsedilemez.

Tutuklamanın ne olduğunun ve ne olmadığının çok iyi anlatılması ve anlaşılması, bu nedenle çok önemlidir.

Tutuklama; ceza yargılamasında, yargılamanın selametle yürütülüp sonuçlandırılması, delillere zarar verilmeden, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, gerçek adaletin sağlanması amacıyla ve bu amaçla sınırlı olarak, yasanın açıkça belirttiği koşulların varlığı halinde, istisna’ en başvurulan ve kendisine bir suç isnadında bulunulan kişiyi geçici olarak hürriyetinden mahrum kılan bir emniyet tedbiridir. Asıl olan tutuksuz yargılanmaktır.

Tutuklama; asla ve asla, ileride hükmolunması olası bir cezanın, peşinen infazını veya infazının garanti altına alınmasını sağlayan bir müessese değildir.

Ceza hukukunun, hukukçu olmayan kişiler tarafından dahi çok iyi bilinen evrensel bir kuralı vardır, “masumluk karinesi”..

Masumluk karinesine göre; haklarında, görevli ve yetkili mahkemeler tarafından verilen ve her türlü yargısal denetim yollarından da geçtikten sonra kesinleşen bir mahkumiyet kararı bulunmadıkça, herkes, masum, yani suçsuz sayılırlar.

Türk hukuk sisteminde, mecburi tutuklama yoktur. Tutuklama yargıç'ın taktirine bırakılmıştır.

Yani, yasada açıkça belirtilen tutuklama nedenlerinin var olması halinde dahi, yargıç, şüpheli veya sanığı tutuklamak zorunda değildir.Yasa, bu halde dahi, yargıç’ın elini bağlamamış ve ona taktir yetkisi tanımıştır.

Bir kişinin tutuklanabilmesi için; Ceza Muhakemesi Kanununun 100.maddesinde açıkça belirtilen koşulların bulunması şarttır

Bir kişinin tutuklanmasına karar verilebilmesi için,öncelikle; o kişinin bir suç işlediğine dair, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması şart olup, tutuklama için tek başına bu da yeterli değildir.

Bu koşula ilaveten ayrıca, şüpheli veya sanığın; kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların var olması ve/veya sanık veya şüphelinin; delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunacağı konusunda, kuvvetli şüphe uyandıran davranış sergilemesi de zorunludur.
Ceza Muhakemesi Kanununun 100.maddesinin 3.fıkrası ile bu fıkrada yazılı,katalog suçlar denilen bazı suçlardan şüpheli veya sanık olanlar hakkında, tutuklama nedenlerinin var sayılabileceği konusunda bir karine getirilmiş ise de; bu karinenin aksi, her zaman savunulabileceğinden, bu karineye rağmen, yargıç; bu katalog suçlarda dahi, dava konusu olayın ve sanığın somut özel koşullarını dikkate alarak, tutuklama nedenlerinin var olup olmadığını taktir etme yetkisine sahiptir.
Bu katalog suçlarda tutuklama nedenlerinin varsayılabileceğine ilişkin hüküm,kötüye kullanılması mümkün olan, çok tehlikeli bir hüküm olup,bu hüküm yasada yer aldığı sürece, bir kişiyi kolaylıkla tutuklayabilmek için, o kişi hakkında katalog suçlardan birisiyle suç isnadında bulunulabilecek,kötü niyetli, bağımlı ve taraflı bir yargıç da, bir sanığı veya şüpheliyi,yasada ön görülen tutuklama nedenleri olmadığı halde, salt katalog suçlardan birisiyle suçlandığını gerekçe yaparak,çok uzun süre tutuklu tutabilecek ve kendisinden hiçbir hesap sorulamayacaktır, işin en kötüsü de, katalog suçlardan birisiyle suçlanan bir tutukluyu, gerçekten tutuklama nedenleri kalktığı gerekçesiyle, iyi niyetli olarak tahliye eden yargıçlar, kolaylıkla suçlanabilecekler, açığa alınabilecekler ve hatta meslekten ihraç dahi edilebileceklerdir.
Bu nedenle; ülkemizde, ceza mahkemelerinde çalışan yargıçlarımızın, uygulamada en büyük sorun ve sıkıntı yaşadıkları konu, verdikleri tutuklama ve tahliye kararlarıdır.
Yargıçlarımızın; özellikle, kamuoyuna da mal olan medyatik ve politik davalar da, tutuklu bir sanığın tahliyesine karar vermeleri halinde, hemen veya en geç ertesi gün, tüm yazılı ve görsel medyada tahliye kararını veren mahkemenin yargıç veya yargıçlarını eleştiren ve hatta daha da ileri giderek, onları töhmet altında bırakan, imalı bir takım başlık ve haberlerle yüz yüze geliriz.

Tüm medya ve kamuoyu, aralarında sözleşmiş gibi, dava dosyasında yer alan delilleri, delillerin tamamen toplanmış olup olmadığını, tutuklu sanığın kaçma şüphesini uyandıran somut olguların bulunup bulunmadığını ve dava konusu somut olayın özel koşullarını bilmedikleri, kısacası tutuklama nedenlerinin ortadan kalktığını taktir edecek bilgi ve donanıma sahip olmadıkları halde, kulaktan dolma bilgilerle ve suçun kendilerince belirledikleri vahametini öne sürerek, tahliye kararını eleştirerek, bu kararı veren yargıçları adeta sorgularlar.

Ülkemizde; yargıçlık mesleği,gerçekten çok zor ve riskli bir meslek haline getirilmiştir.Allah yargıçlarımıza kolaylıklar ve sabırlar versin.

Verdikleri bir tahliye kararından dolayı açığa alınan yargıçları gören diğer yargıçlarımızdan, hukuku tarafsız,dürüst ve doğru olarak uygulamalarını nasıl isteyeceğiz?

16.Nisan da yapılacak olan referandumdan EVET çıkması halinde, yargıçlarımızın ve yargının karşılacakları, bugüne göre daha da artacak olan zorlukları, düşünmek dahi istemiyoruz.04/04/2017


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu