30 Eylül 2019 Pazartesi

YARGI REFORMU (MU)?




Aslında,ülkemizde eseri kalmayan,tamamen çökmüş ve dibe vurmuş olan yargıda, AKP iktidarının yapacağı reformu bugüne kadar çok tartıştık.Bu nedenle,artık bu konuda yazmamaya karar vermemize rağmen,bugün ofisime gelir gelmez,Türkiye Barolar Birliği tarafından kargo ile gönderilen bir zarfla karşılaşıp, zarfı açınca da,içinden çıkan Türkiye Barolar Birliği tarafından büyük paralar sarf edilerek bastırılan YARGI REFORMU STRATEJİ BELGESİ NELER GETİRİYOR başlıklı 11 sayfalık broşür kitapçığı görüp içindekilere şöyle bir göz gezdirince,bu konuda son kez yazmaya karar verdim.

Reform denince,kelime anlamı olarak akla ne gelir?

Mevcut olan bir şeyi,Anayasayı,yasaları,yargıyı,siyaseti,siyasi partileri,seçim sistemini,sivil toplum kuruluşlarını,örnekleri uzatabiliriz,iyileştirmek,ıslah etmek,geliştirmek,yenileştirmek, düzeltmek, yeniden düzenlemek, reform olarak tanımlanabilir.

Demek ki;bir konuda ve özellikle de yargıda bir reform yapılabilmesi için;önce, üzerinde reform yapılarak daha da geliştirilebilecek ve iyileştirilebilecek normal işleyen bir yargı mevcut olmalıdır.

Bugün ülkemizde;maalesef, üzerinde reform yapılarak daha da iyileştirilebilecek normal işleyen bir yargı yoktur.Yargı, yürütmenin vesayetini de aşan, doğrudan yürütmenin emrinde olup,yargı mensuplarının ilk mesleğe kabullerinden başlayarak,sonraki atanmalarında,yer değiştirmelerinde, terfilerinde,soruşturulmalarında,meslekten uzaklaştırılmalarında ve aklınıza gelebilecek tüm özlük haklarında, yürütme söz hakkına sahiptir.Hakimler ve Savcılar Kurulunun üyeleri arasında yürütmeden gelen Adalet Bakanı ve müsteşarı yer almakta ve meslekten gelen üyelerin seçiminde de yürütme söz sahibidir.

Bu itibarla,bu koşullarda çalışan bir yargıç'ın,mesleki teminatı ve mesleki geleceğine yönelik hiçbir güvencesi yoktur.Bu aynı zamanda yargı bağımsızlığının da olmadığı anlamına gelir,yargıç teminatı ile yargının bağımsızlığı, bir paranın iki yüzü, yazı ve turası gibidir.Birisi olmazsa öbürü de olamaz.

Bir Yargıç;özlük hakları üzerinde söz sahibi olan yürütmenin,beğenmediği bir kararı verdiğinde, kolaylıkla, şucu, bucu olmakla suçlanarak,bir günde paketlenip meslekten uzaklaştırılarak hapishaneye atılabilmektedir.

İşte, bu mevcut yargı düzeninde;köklü ve temelden yeni bir yapılandırmaya gidilmeden,bu çürük ve temelden yoksun çökmüş,yargıçları teminatsız ve bağımlı,enkaz haline gelmiş bir yargıda, reform yapamazsınız.Bunun adına reform denilemez,yaparsanız da, kağıt üzerinde kalır, uygulamaya sokamazsınız.Korkunun ecele faydası yoktur dense de,korku duyan bir yargıç, mevcut hizmetlerini ve geleceğini tehlikeye atarak,ecele teslim olmak istemez ve emri altındaki yürütmenin tüm emirlerini yerine getirir ve yürütmenin isteklerini,yasaların üzerinde tutarak, hukuka aykırı kararlara imza atar.

Reform paketinde, tutuklamayı zorlaştıracak hükümler varmış,geçiniz beyler bu safsatayı,mevcut yasa hükümlerine göre de tutuklama kararı vermek, oldukça zor koşullara bağlıdır ama,siz uygulamaya bakınız,bolca ve kolaylıkla tutuklama kararları versinler diye, özel olarak ihdas edilen ve yürütmenin,kendisine biat eden güvendiği yargıçları atadığı Sulh Ceza Hakimleri, önlerine gelenleri kolayca tutuklamaktadırlar,suçun niteliği,katalog suçlardan olması,cezasının üstsınırı ve saire hukuk dışı gerekçelerle, insanlar kolayca tutuklanmakta,tutuksuz yargılanmanın asıl ve tutuklamanın;ancak yasada öngörülen koşulların varlığı halinde, istisna'en başvurulması gereken bir tedbir olduğu,ileride verilmesi muhtemel bir cezanın peşinen infazı ve bu muhtemel cezanın güvence altına alınması olmadığı evrensel kuralı,açıkça çiğnenmektedir.

Bir kural vardır,en kötü bir yasa,iyi uygulayıcılar tarafından çok iyi sonuçlar doğurur,en iyi bir yasa ise,kötü uygulayıcıların elinde çok kötü hukuki sonuçlar doğurur.

Bu kuraldan çıkan sonuç şudur;yasaların iyi, ya da kötü olması önemli değildir.Kararlarıyla, yasaları uygulayarak hayata geçiren,yasaları somutlaştıran savcı ve hakimlerimiz ne kadar teminatlı ve özgürdürler? önemli olan budur.Yapılması planlanan yargı reformunda; işte, savcı ve hakimlerimizi teminatlı,bağımsız ve özgür kılan köklü çözümler yoktur.

Getirilmek istenen ve reform paketinde yer verildiği için büyük bir iftiharla reform olarak sunulan bir düzenlemeye göre;paket yasalaştığında,artık haber sınırlarını aşmayan bir haber ve düşünce açıklaması, suç olmaktan çıkarılacakmış.

Güler misiniz,ağlar mısınız?

Anayasasında,basın hürdür,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü vardır yazan demokratik bir ülkede;zaten, insanların haber alma özgürlüklerinin gereği olarak, bir basın mensubunun ya da herhangi bir düşün insanının; haber sınırlarını aşmayan,haber odaklı,insanların haber alma özgürlüklerini kullanmalarını sağlayan,kimsenin şeref ve haysiyetine,kişisel haklarına ilişmeyen,şiddeti çağrıştırmayan, barışçıl her düşünce,düşünceyi herhangi bir yolla açıklamanın bir suç olmadığını,bu paketi hazırlayanlar bilmiyorlar mı?

Biliyorlar ama,malesef bizim ülkemizde,şiddeti çağrıştırmayan,hiçbir kişinin şerefine ve özel hayatına ilişmeyen,barışçıl,düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri kapsamındaki,haber sınırlarını aşmayan masum beyan ve yazıların dahi,şayet siyasal iktidarı eleştiriyorsa,siyasi iktidarı memnun etmiyorsa,bağımlı yargı tarafından,iktidarın baskısıyla suç sayıldığının farkındalar.

Haber sınırlarını aşmayan,şiddet içermeyen,barışçıl haberlerin suç olmaktan çıkarılacağına ilişkin,getirilmek istenen bu hükümle;aslında, bugün de suç olmayan,suç olmaması gereken düşünce açıklamalarının,yazı,haber ve her türlü beyanların,ülkemizde suç sayıldığı, AKP iktidarı tarafından itiraf edilmektedir.Bu düzenlemenin yasalaşması halinde dahi,mevcut siyasal iktidar;bugün olduğu gibi,bundan sonra da,teminatsız ve bağımlı yargıçlar eliyle,hoşuna gitmeyen, kendilerini ağır eleştiren basın ve düşünce insanlarına,emirleri altındaki savcı ve yargıçlar marifetiyle,yargı sopasını kolaylıkla kullanabileceklerdir.

“Haber sınırlarını aşmayan” kavramı ne demektir,ne zaman haber sınırları aşılmış olacaktır?bu sınırları belli olmayan kaypak ifadeler,kötü ve emir altındaki savcı ve yargıçlar tarafından kolaylıkla kötüye kullanılmaya açık ve müsaittir.

Kimse kimseyi kandırmasın,bize göre,yargı paketinin içeriğinden ziyade,bu paketi getiren ve yasalaştığında uygulatacak olan siyasl iktidarın, özgürlüklere ve demokrasiye bakışı ve bu konudaki karne notları önemli olacaktır.Ne yazıkk ki;bu karne de, hiç iç açıcı değil,kırıklarla doludur.30/09/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

28 Eylül 2019 Cumartesi

BUNUN HESABINI KİM YA DA KİMLER VERECEK?



Evet,bu hukuksuzluğun,fakir halkın vergilerinden elde edilen devletin paralarının hiç yere çöpe atılmasından,insanların zaman kaybından,hizmetlerin aksamasından kim veya kimler sorumlu olacaklar ve hesap verecekler,kim ya da kimler bunlardan hesap soracak?

Hiç yere ve hukuksuz olarak yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinden bahsediyoruz.

Ne demişlerdi,seçim sandık kurullarının oluşumunda yasaya aykırı davranıldı ve bu da seçimlerin sonuçlarına etki yaptı.

Seçimi kaybeden AKP iktidarının bu hukuksuz itirazını inceleyen Yüksek Seçim Kurulu,AKP iktidarının baskısına boyun eğerek ve yargıçlık onurlarını ayaklar altına alarak,hukuka aykırı bir şekilde itirazı kabul etti ve sadece İstanbul seçimlerinin yenilenmesine ve seçim kurullarının oluşturulmasında usulsüzlük yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi

Seçimler yenilendi ve daha büyük bir farkla AKP adayı ikinci kez seçimi kaybetti.

İstanbul seçimlerinin iptaline gerekçe yapılan, seçim kurullarının oluşturulmasında hukuka aykırı davranarak suç işledikleri iddia edilen kişiler hakkında yapılan savcılık soruşturması tamamlanarak,seçim sonuçlarına etki yapan bir usulsüzlüğün olmadığı gerekçesiyle, haklarında suç duyurusu yapılan kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

Seçimlerin sonuçlarını etkileyecek derecede usulsüzlük yaparak suç işledikleri iddia edilen kişiler hakkında iddianame düzenlenerek kamu davası dahi açılmadığına göre,AKP iktidarının yapmış olduğu itirazın ve bu itirazı kabul ederek seçimlerin yenilenmesine karar veren Yüksek Seçim Kurulunun bu kararının hukuksuzluğu ve keyfiliği, tescil edilmiştir.

İyi güzel de,yenilenen bu seçim;yanılmıyorsak, devletin kasasından boş yere 40 milyon liranın çıkmasına,onca zaman ve emek kaybına,hizmetin aksamasına neden oldu,bunların hesabının sorulması lazım,bu kayıpların hesabını kim ya da kimler verecek?

Devletin temelini oluşturan adaletin temsilcileri Yüksek Seçim Kurulu'nun yüreksiz ve korkak yargıçları mı, AKP iktidarının yenilgiyi hazmedemeyan,Yüksek Seçim Kurulunun yüreksiz yargıçlarını baskı altına alarak seçimi iptal ettiren üst düzey yöneticileri mi,yoksa tümü mü?

Ama bu hesap vereceklere hesap sorabilecek bir yargı var mı bu ülkede?

Bugün,büyük ATATÜRK'ün gençliğe hitabesinde dile getirdiği gibi, iç ve dış hiyanet ile karşı karşıyayız.Sadece eksik olan büyük ATATÜRK'ün ülkeyi emenet ettiği Türk Gençliği. 29/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

27 Eylül 2019 Cuma

İSTANBUL DEPREMİ NE Kİ?



1999 yılındaki Gölcük, Yalova ve Çınarcık depremlerinden sonra,İstanbulda da şiddeti yedinin üzerinde,çok kuvvetli bir yer sarsıntısı,depremin olacağı bilim adamları tarafından bilimsel olarak açıklandı.

Bunun üzerine, devlet ve yerel yönetimler tarafından, olası İstanbul depreminin en az zararla karşılanması için alınması gereken tedbirler tartışıldı bir süre.Deprem öldürmez,depreme dayanaklı olmayan binalar öldürür sözü,adeta bir slogan haline geldi.

En başta İstanbul olmak üzere,kentsel dönüşüm adı altında, deprem bölgelerindeki çürük binaların sağlamlaştırılması veya yıkılarak yenilerinin yapılması çalışmalarına başlandı.Bu çalışmalar, gerçekten depreme karşı önlem alınmasından ziyade,rantsal dönüşüme uğradı,çürük veya sağlam olduklarına bakılmaksızın eski binalar yıkılarak daha çok katlı ve modern pahalı binalar yapılarak mütahitler kazanç elde ettiler,ev sahipleri de daha modern akıllı evlere sahip oldular,alanın razı verenin razı olduğu,merkezi plan ve programdan yoksun, çarpık ve plansız bir süreç başlatıldı.

Hepimizin bildiği gibi,öncesinde daha hafiften başlayan ve dün de 5.8 şiddetinde bir depremle İstanbul sarsıldı ve çevre illerde de bu sarsıntı büyük oranda hissedildi,İstanbul halkının yüreği ağzına geldi.

Bu son deprem de gösterdi ki;aradan geçen yirmi yıla rağmen,deprem konusunda halkımız eğitilmediği gibi,deprem sonrasında,depremin olası zararlarını en hafife indirgeyecek,sağ kalmasını başarabilen insanlara yönelik alınması gereken,ulaşım,haberleşme,güvenli bir yerde toplanma,güvenli toplanma merkezleri oluşturma,halkı bilgilendirme ve uyarma,güvenli toplanma merkezlerinde çadır kentler kurarak halkın barınmasını yemesini ve içmesini temin etme ve benzeri acil önlemlerin hiçbiri yine alınmamış.

Göstermelik bir deprem kriz merkezi oluşturulmuş,bu merkeze İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanının çağırılıp çağırılmadığı şüpheli,kriz merkezinin başında merkezi yönetimin Cumhurbaşkanı yardımcısı yer almakta,”ne kadar güvenli bir sistem kurduğumuz anlaşılmıştır”şeklinde saçma sapan bir söz söylenmesinden başka yapılan olumlu hiçbir çalışma yok,çift başlı bir deprem kriz merkezi,deprem üzerinden siyasal rant devşirme gayreti.

AKP iktidarı denince, bu ülkede yaşayan aklı başında insanların ilk aklına gelen şey; her alanda bir rant elde etme çabasıdır.Bugün de deprem üzerinden siyasi bir rant elde etme gayretini çok açık görüyoruz.

Bize göre, depremle sallanan; gerçekte, sadece İstanbul halkı değil,sallanan tüm Türkiye ve Türk insanı. Tüm halkımız, gerçek deprem ve sarsıntıyı, ülkenin yönetiminde yaşamakta.

Bugün ülkemizde öyle bir yönetim var ki;ülke yönetiminin tüm yetkileri ve hazinesi,fonları, sorumsuz partili ve taraflı bir Cumhurbaşkanının elinde,o ne derse doğru ve onun dedikleri anında uygulanmakta.Ülkenin acilen çözülmesi gereken birçok önemli sorunu varken,söz vermesine rağmen hala Fıratın doğusuna bir türlü girememişken,Amerikaya dil dökerek ondan şefaat dilenirken,aynı tek adam tüm bu sorunları bir kenara bırakmış,özel araç sahiplerinin,kendi araçlarında sigara içmelerine kafasını takmış ve özel arabasında sigara içen insanları cezalandırma ve bu yolla para toplama gibi, hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir buluşa imza atıyor.

Bu ülkenin insanı;partili bir Cumhurbaşkanını 1150 odalı, binlerce personele,danışmana,kurul üyesine ev sahipliği yapan,muhtarların,sözde sanatçıların,aklınıza gelebilecek işe yarayan ve yaramayan tüm insanların, bizim isimlerini dahi duymadığımız yemeklerle ve meyvelerle ağırlandıkları sofraların kurulduğu,yemek,personel,aydınlatma,ısıtma,bakım ve tutum giderleriyle bütçeden sarf ettiği her yıl katlanarak artan örtülü ve örtüsüz ödeneklerle bütçenin kara deliği haline gelen saraya vergileriyle para yetiştirken, kendileri yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya mahkumlar.

Bütçeden sağlanan ödenekler; iktidarın üretime yönelik olmayan savurganlığına, saraya,her mahallede ihtiyaç fazlası olarak yapılan camilerin hocalarına,ihtiyaç fazlası din adamlarına ödenen ödenekler ve gereksiz harcamalarla şişen diyanet'in önlenemeyen harcamalarına tahsis edildiği için,bütçenin çok büyük açıklar verdiği,Varlık Fonu,İşsizlik Fonu,deprem vergisi gibi fonlarda biriken paraların,bu fonların kuruluş amaçları dışında,kamu bankalarının kötü yönetimlerinden kaynaklı görev zararlarını kapatmaya,duble yolların yapımlarına,betona,batan inşaat sektörü müteahhitlerin şirketlerine ortak olunarak, onların zararlarının kapatılmasına ve batık müteahhitlerin kurtarılmalarına,krize ve durgunluğa giren otomotiv sektörünün canlandırılması için, maliyetinin altındaki düşük faiz oranlarıyla otomobil kredilerine yönlendirildiği,on şiddetinde deprem ve sarsıntı geçirmekte olan,ne yapacağını şaşırmış bir yönetimle karşı karşıyayız.

Bu nedenle diyoruz ki;İstanbul depremi ne ki? 27/09/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Eylül 2019 Pazartesi

BU ÜLKEDE TUTUKLAMA KARARLARINI KİM VERİYOR BİLEN VAR MI?



Bu ülkede yargı siyasallaştı,yargı bağımsızlığı kalmadı deyince, birileri ve bazı malum çevreler hemen itiraz edip kızıyorlar,yargı bağımsız ve tarafsızdır,yargıyı yıpratmayın diyorlar.

Gerçekten öyle mi,yargı gerçekten bağımsız ve tarafsız mı sizce?

Bu ülkede,soruşturma emirlerini ve tutuklama kararlarını kim veriyor bilen var mı?

Bilmiyorsanız,bu sorunun cevabını biz verelim,hem de en yetkili ağızdan.Tutuklama kararını verip alenen kamuoyu ile birinci ağızdan paylaşan kişinin beyanlarından.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan;Teknofest ziyaretinde;son günlerde tahliyesi gündeme gelen, önceki dönem HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki yeni tutuklama kararına ilişkin olarak çok açık ve net konuştu ve "Diyarbakır’da 53 evladımızı öldürenleri bu millet unutmuyor, unutmayacaktır da,sonuna kadar bu işin takipçisiyiz. Bunları bırakamayız biz bırakırsak ebedi alemde şehitlerimiz bize bunun hesabın sorar" ifadelerini kullandı.

AKP Genel Başkanı ne demiş,bir daha tekrarlayalım; "Diyarbakır’da 53 evladımızı öldürenleri bu millet unutmuyor, unutmayacaktır da,sonuna kadar bu işin takipçisiyiz. Bunları bırakamayız biz bırakırsak ebedi alemde şehitlerimiz bize bunun hesabın sorar".

Yargı ve devletin temeli olan adalet, bu kadar yıpratılamaz,itibarsızlaştırılamaz ve siyasallaştırılamaz, yargının bu denli yıpratılması,itibarsızlaştırılması,güvenilemez ve değersiz kılınışı, bu devlete yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Bu talihsiz beyan;tek başına, yargıyı güvenilemez kılmış yok etmiş ve bunun sonucunda devletimizin temelleri sarsılmıştır,bu sonuç doğacağına,adalet çökerek devletimiz çöken adaletin enkazı altında yok olacağına,gerçekten suçlu olsalar da,DEMİRTAŞ ve onun gibiler'in tahliye edilerek serbest bırakılmaları, çok daha evladır,tabi anlayanlara.

Türk Yargısına Allahtan rahmet diliyoruz,ruhu şad olsun.23/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

YASAKLAR YASAKLAR ve YİNE YASAKLAR!...


İnsanlarımız;sürekli dillendirilen, getirilen ve getirilmek istenen yasaklardan bunaldılar,yasak kelimesini duymak istemiyoruz artık.

AKP iktidarı; sözüm ona, yasaklarla mücadele ve yasakları sonlandırma iddiasıyla iktidara geldiği halde,yasakları kaldıracağına, ülkemizi adeta yasaklar cehennemine dönüştürdü.

İktidarın başındaki,dediğim dedik diyen muktedir zat;aklına her estiğinde, kendince sakıncalı olan bir konuda hemen yasak getiriyor ve bu yasağa; sözüm ona insan sağlığını ve dini vecibeleri gerekçe gösteriyor ve bu suretle, işin içinden sıyrılmaya,yasaklara haklılık kazandırmaya çalışıyor.

Yoldaki son yasak da,özel arabalarda da sigara içme yasağı.

Evet, sigara gerçekten sağlığa zararlı çok kötü bir alışkanlık,ama bu alışkanlığı yasaklarla önlemeye çalışmak,sonuç alıcı ve akılcı bir yol değildir.

İçki düşmanlığı da öyle,bu ülkede içki içmek, adeta yasak,yasakla eş değer. Zira,içkinin insan sağlığına olan zararları ve din kuralları gerekçe yapılarak bu ülkede vergi artırımı yoluyla,sigara da olduğu gibi, içkiler de sürekli zamlanıyor ve öyle ki;içki fiyatlarının, ülke insanının gelir seviyesine ve asgari ücret miktarına göre ulaştığı bugünkü seviyesine bakıldığında,bu ülkede içki içimi adeta fiilen yasaklanmıştır diyebiliriz.

Sigara ve içkiye,artırılan vergiler ve el yakan fiyatları yoluyla yapılan yasaklama ve dayatmalar,laik ve sosyal bir devlette asla savunulamaz.Yasakçı ve bu yasakları çoğu zaman ceza,vergi ve fiyat zammı yoluyla uygulamaya koyan zihniyet,bize göre samimi değildir,geneldeki sosyal ve ekonomik politikalarına baktığımızda,insanların sağlıklarını düşündükleri, asla inandırıcı değildir.

Siyasal iktidar;bu yasakları, ceza ve fiyat zamlarıyla paraya dönüştürerek,iş bilmezliğinden ve israfından kaynaklı sürekli açık veren bütçeye, yeni yamalar eklemenin peşindedir.

Geçenlerde bir arkadaşım anlattı,Ağustos sonlarında Kıbrısa seyahate gitmiş ve Kıbrısta bir şarküteriden,ülkemizden giden en iyi kalite bir kiloluk rakıyı 60 TL.sı ödeyerek satın almış, aynı rakı bugün ülkemizde;ülkemizin fakir insanlarına ve tiryakilerine, 300TL'ye yakın çok fahiş bir fiyatla satılmaktadır.Arkadaşımdan bunu duyunca, bu ülkede yaşayan bir fert olarak kahroldum,tansiyonum fırladı,bu ülke ve ülke insanına reva görülen haysiyet kırıcı ve angaryaya dönüşen bu muameleyi hiç hak etmediğimizi düşünerek, iş başındaki iktidara yönelik muhalif bir insan ve yazar olmaktan haklı bir gurur duydum,tüm beceriksizliklerine,kendi israflarına,saraya sarf ettikleri gereksiz harcamalarına rağmen, AKP iktidarına hala oy vererek onları iktidarda tutan seçmen kitlesine içimden kızdım ve bir yandan da gerçekleri hala görememeleri nedeniyle acıdım.

Akaryakıta yapılan sürekli zamları zikretmeye gerek yok sanırım.

AKP iktidarı ve başındaki zat; gerçekten vicdan sahibi katıksız bir Müslüman ise;yönetimindeki insanlara,yalan söylememelerini,kul hakkı yememelerini,vicdanlı ve dürüst olmalarını, yolsuzluk, hırsızlık ve arsızlık yapmamalarını,kimsenin ırzına yan bakmamalarını,kadınların da bir dişi değil,erkeklerle eşit bir kişi ve insan olduklarını,kadına yönelik şiddetin, insanlık dışı ve yasalarımız yanında dinimizce de günah ve büyük bir suç olduğunu,sürekli söylemeli ve gerekiyorsa bu konularda,paraya dönüşmeyen,devlete parasal dönüşü olmayan her vicdan sahibi insanın vicdanen kabul edebilecekleri yasaklar getirmelidir.

Beceriksiz,demokrasiden nasibini almamış,kendi çıkarlarını ülkenin ve milletin çıkarlarından Öncelikli ve üstün tutan ,israfı,gereksiz ve lüks harcamaları, devletin itibarıyla örtmeye ve haklı göstermeye çalışan iktidarlar;özgürlüklerden korkarlar,devleti özgür bir ortamda yönetemeyeceklerini,iktidarlarını devam ettiremeyeceklerini çok iyi bilirler,onlar için tek özgürlük,koltuğa iyice yapışmalarını sağlayan kendi özgürlükleridir,sadece ellerindeki devlet hazinesine,ceza ve acımasız vergi ve fiyat zamlarıyla para olarak dönüşleri olan,insanları susturan yasakları getirirler,yaralı parmağa asla işemezler. 23/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Eylül 2019 Perşembe

YARGITAY'IN BOZMASI YETMEZ



Yargıtay 16.Ceza Dairesi,Cumhuriyet Gazetesi çalışanları hakkında İstanbul 27.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından FETÖ'ye yardım suçundan verilen mahkumiyet kararını bozdu ve sanıklar hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine hükmetti.
Yargıtay'ın bozma kararının gerekçesi yayınlandı,Sözcü Gazetesinin sür manşetinde “YARGITAY'DAN DERS GİBİ KARAR”başlığı altında verilen bu haber, yargı adına içler acısı,bir hukukçu olarak utanmamak ve üzülmemek mümkün değil.
Kararı,Yargıtay tarafından bozulan ve yayınlanan gerekçesi bugünkü Sözcü Gazetesinde satır başları halinde paragraf paragraf verilen İstanbu 27.Ağır Ceza Mahkemesi Hakimlerine ve aynı kafadaki tüm hakimlere ders niteliğinde olduğu belirtilen bozma gerekçelerine bakıyoruz,hukuk tahsili yapan vasat her hukukçunun bilmesi gereken gerekçeler,hukuk fakültesinde okuyup daha dün mezun olan genç bir hukukçunun bile bilmesi gereken gerçekler,
Yargıtay 16.Ceza Dairesi; aslında yeni bir şey söylemiyor,Amerikayı yeniden keşfetmiyor,milli ve evrensel,yazılı olan veya olmayan hukuk kurallarını ve yasa maddelerini hatırlatıyor ve yükses sesle tekrarlıyor.
Cumhuriyet çalışanları hakkında mahkumiyet kararı veren ve bu kararı bozulan İstanbul 27.Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri de, pek ala bu bozma kararının gerekçelerinde açıklanan hukuki görüşleri ve kuralları biliyorlar,onlar da İstanbul gibi bir büyük şehirin ağır ceza mahkemesine başkan ve üye olarak atandıklarına göre,yargıtay üyeliğine seçilecek yetenekte ve tecrübede hakimler olmalılar,yargıtay üyeliği sınırlı olduğu için orada görev yapmaya ehil hakimlerimizin bir kısmı yerel mahkemelerde yargı görevlerini yapsalar da,yargıtay üyeleriyle aralarındaki fark,sınırlı kadro nedeniyle, eşitler arasında yargıtaya seçilememiş olmalarıdır,onların yerel mahkeme hakimleri olarak bilemedikleri, Yargıtay üyesi hakimlerden eksik yanları ne olabilir?
Bize göre kararı bozulan yerel mahkeme hakimlerinin eksik yanları; hakimlik mesleğinin kutsallığını, hakimliğin cesaret ve dürüstlük istediğini,güçlü birilerinin istediği kararın değil,yasaların emrettiği kararın verilmesi gerektiğini,kimsenin emir kulu olunmayacağını,Saray'ın değil Türk Milleti adına karar verilmesi gerektiğini, vereceği kararın kişilerin özgürlükleri üzerindeki olumsuz etkilerini,yargının her koşula rağmen bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini,hakimliğin dürüst ve cesur insanların yapacağı kutsal bir meslek olduğunu, şu veya bu nedenle,göz ardı etmeleridir.
Bize göre en başta hakimler olmak üzere,her meslek erbabı; işini,bedeli ne olursa olsun, korkmadan,namuslu ve cesur bir şekilde yasalara ve hukuka uygun yapmalıdırlar.
Bugün ülkemizde ve Dünyada,çeşitli nedenlerle genelevlerde çalışmak zorunda kalan(kadınlara olan saygımdan kadın demiyorum) insanlar var,ben bir insan ve hukukçu olarak onları hakir görmüyorum,eleştirmiyorum,empati yapıyorum,mecbur kalmadığı sürece kim ister genelevde çalışarak onun bunun ağız kokusunu çekerek ekmek parası kazanmayı,bana göre,genelevde dahi, belki çelişki gibi gelecek ama,namusuyla,dürüst olarak ve işinin hakkını vererek çalışan insanlar dahi kutsal ve makbulümdür.
Biz diyoruz ki;Yargıtay'ın,yerel mahkemenin hukuk dışı kararını bozarak, afedersiniz pardon demesi asla yeterli değildir.
Bu kadar fahiş hukuki hatalar sonucu verdikleri kararları Yargıtay tarafından birçok gerekçelerle bozulan hakimler; bu meslekte en üst düzey ağır ceza mahkemelerinde görev yapamamalıdırlar.O hakimler,onurlu iseler,adlarına yargı yetkisini kullandıkları Türk Milletinden ve göz göre göre haksız mahkum ettikleri ve özgürlüklerinden yoksun kıldıkları Cumhuriyet çalışanlarından özür dileyerek,işgal ettilleri kürsüden aşağıya inmelidirler.19/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

18 Eylül 2019 Çarşamba

KILIÇDAROĞLU'NA YÖNELİK SUİKAST GİRİŞİMİ KARARI DOĞRUDUR


Hatırlarsınız,2017 senesinde CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU adalet yürüyüşü yapmış ve Ankaradan İstanbul'a yürümüştür,bu yürüyüş sırasında Işid'li terörist Oğuzhan KORKMAZ, KILIÇDAROĞLU'na suikast yapmayı planlamış ve güvenlik güçlerince yakalanarak,örgüt üyeliği ve KILIÇDAROĞLU'nu öldürmeye teşebbüs suçlarından Kayseri 2.Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve anılan mahkeme tarafından,sanığın ele geçirildiği yer ile KILIÇDAROĞLU'nun bulunduğu eylemin gerçekleştirileceği yerin uzaklığı gerekçe gösterilerek, eylem hazırlık hareketi olarak kabul edilmek suretiyle,adı geçen sanık hakkında KILIÇDAROĞLU'nu öldürmeye teşebbüsten beraat kararı verilmiştir.
Bu karar, medyada tartışmaya açılmış ve mahkemenin kararı eleştirilmiştir.
Bize göre; mahkemenin, eylemi nitelendirmesi ve hazırlık hareketi sayarak beraat kararı vermesi yasal ve doğrudur.
Bu kararın niçin doğru olduğunu yeniden uzun uzun yazmak, içimizden gelmedi. Biz,26/Eylül/2012 tarihinde “BALYOZ KARARINI TARAFSIZ HUKUKÇULAR TARTIŞMALIDIR”başlıklı bir makale yazmış ve balyoz eyleminin kumpas olmayıp,gerçek olduğu kabul edilse dahi,suça teşebbüs ile hazırlık hareketlerinin izahını yapmaya çalışmış ve balyoz'un darbeye teşebbüs olmadığını savunmuştuk.Bu makalemizin ilgili bölümlerini,KILIÇDAROĞLU kararına ışık tutması açısından,tırnak içinde aşağıda aynen yayınlıyoruz.
“Gördüğümüz kadarıyla, Balyoz Davası sanıklarının katıldıkları plan tatbikatı seminerinde, iddiaya göre, AKP hükumetini devirmek ve hükumete karşı darbe yapmak konusunda karar alınıp planlar yapılmış, sözüm ona , Ege Denizinde Türk uçakları tarafından başka bir Türk uçağı düşürülerek, it dalaşı sırasında Yunan uçakları tarafından düşürülmüş gibi gösterileceği yolunda provakatif eylem yapılması, bilmem hangi caminin bombalanarak, halkın galeyana getirilmesi, karar altına alınarak bunun planları yapılmış ve saire ve saire.”
“Balyoz suç tarihinde yürürlükte olan mülga 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 61 ve 62. maddelerinde,(o zaman teşebbüs, eksik ve tam teşebbüs olarak ikiye ayrıldığından) suça eksik ve tam teşebbüs'ün ne olduğu, eksik ve tam teşebbüs ayrımına son vererek teşebbüsü tek'e indirerek, suça teşebbüsü bir bütün olarak düzenleyen 5237 sayılı yeni Türk Ceza Yasasının 35. ve 36. maddelerinde, suça teşebbüsün ne olduğu, teşebbüs halinin ne zaman başlayacağı, teşebbüse geçildiği halde, o suç için gerekli olan icrai hareketleri tamamlamadan, teşebbüsten gönüllü olarak vaz geçilebileceği, vaz geçildiğinde, işlenmesi kararlaştırılan ve teşebbüs aşamasına da geçilen suçtan ceza alınmayıp, o ana kadar yapılan eylemler, başlı başına bir suça vücut veriyorsa, sadece o suçtan cezalandırma yapılabileceğini açıkça tarif edip belirlenmiştir.”
“Farz edelim ki; ben, bir şahsı planlayarak, yani taammüden öldürmeye kesin olarak karar verdim. Bu suçun karar aşamasıdır ve kafamda gizli olan bu kararı, sadece ben bilmekteyim. Öldürme fiiline henüz başlamadım.İcrai bir hareketim asla yok. Almış olduğum bu suç kararım, cezalandırmayı gerekli kılan bir suça teşebbüs değildir.Tıpki fikir özgürlüğü gibi. Kafamda binlerce fikir ve karar üretip, kafamdan geçirebilirim.”
“Öldürme kararını aldıktan sonra, bu öldürme suçunu nasıl gerçekleştireceğim konusunda kendimce bazı planlar yapabilirim.Öldürme fiilini, tabancayla, öldüreceğim kişinin devamlı gece iş dönüşü geçtiği yolun en tenha yerinde pusu kurarak gerçekleştirmeyi planlayabilirim. Buna da, suçun planlama aşaması diyebiliriz.”
“Öldürme fiiline karar verdim ve bu fiili ne şekilde gerçekleştireceğimi de planladım. Yine cezalandırmayı gerektiren bir suç işlemiş değilim.”
“Öldürme fiilini tabancayla işleyecektim ya. Sıra şimdi, fiilde kullanacağım tabancayı elde etmeye geldi. Bir silah kaçakçısıyla anlaşıp sağlam ve atışa elverişli bir tabanca satın alıp evimde gizliyorum. Öldüreceğim şahsı pusuya düşüreceğim yer olan, onun her gece iş dönüşü geçtiğini bildiğim yolun en tenha olan yerini görüp tespit etmek ve pusu yerini kesinleştirmek amacıyla, suç mahalline gidip keşif yapıyorum. Buna da suçun hazırlık hareketleri aşaması diyebiliriz. Bu hazırlık hareketleri aşaması da, hazırlık aşamasındaki bir eylem, müstakil olarak başka bir suçu oluşturmuyorsa, işlemeyi kararlaştırdığım cinayet fiilinden cezalandırılmam için yeterli değildir. Zira, henüz öldürme fiiline, elverişili vasıtalarla icraya başlamadım. Ancak, öldürme fiilini gerçekleştirmekte kullanacağım tabancayı, fiilime hazırlık yapmak amacıyla, ruhsatsız olarak satın alıp bulundurmaya başladığım ve ruhsatsız tabanca bulundurmak tek başına, ruhsatsız tabanca bulundurmak suçunu oluşturduğundan, ben henüz öldürme fiiline teşebbüste bulunmaya başlamamış olduğumdan, bu aşamada ruhsatsız tabanca bulundurup taşıdığım ortaya çıkarsa, sadece, ruhsatsız tabanca bulundurup taşımak suçundan cezalandırılabileceğim.”
“Öldürmeye karar verdik, öldürme suçunu ne şekilde işleyeceğimiz konusunda planımızı yaptık, plan gereğince suçta kullanacağımız tabancayı elde edip, öldüreceğimiz kişiyi pusuya düşürerek öldürme suçunu gerçekleştireceğimiz mahalde keşif yaparak, suç yerini kesin olarak belirlemek suretiyle hazırlık hareketimizi de tamamladık.”
“Sıra karar altına alıp, planlayarak hazırlıklarımızı tamamladığımız öldürme fiilinin
icrasına başlamamıza geldi ve çattı.
Öldürme suçunu işleyeceğimiz gün ve saatte, tabancamızı sakladığımız yerden alıp, pusu kuracağımız yere doğru yürümeye başladık, öldüreceğimiz şahsa pusu kuracağımız yere doğru ilerliyoruz, bu anda dahi kararını verdiğimiz, planlamasını ve hazırlığını yaptığımız öldürme kararımızdan kendi isteğimizle vaz geçebiliriz. Burada dikkat buyurun, öldürmeye teşebbüs fiilimizden değil, öldürme kararımızdan vaz geçebiliriz. Zira, bu halde dahi, öldürme suçuna, elverişli vasıtalarla icraya, icrai hareketlere başlamış değiliz.Henüz suça teşebbüs hali mevcut değil.”
“Planladığımız pusu yerine geldik, tabancamızı belimizden çıkarıp elimize aldık, kurşunu namluya sürerek, namluyu öldüreceğimiz kişinin geleceği istikamete doğru doğrultarak beklemeye başladık, işte şimdi, öldürme suçunun icrai hareketlerine başlanmış ve suça eksik teşebbüs hali oluşmuştur. Bu sırada, vicdanımızın sesine kulak vererek, teşebbüse geçtiğimiz öldürme fiilden gönüllü olarak vaz geçersek, yine teşebbüse geçtiğimiz öldürme suçundan ceza almayacağız. Ama, elimizde, namlusuna kurşun sürdüğümüz tabanca, namlu öldüreceğimiz kişinin geleceği istikamete tevcih edilmiş olarak kişinin gelmesini beklerken o sırada bu durumu gören bir vatandaş veya güvenlik güçleri tarafından, iradem dışı olarak, zorla etkisiz hale getirilirsem ve bu nedenle, teşebbüse geçtiğim öldürme fiilini tamamlayamaz isem, öldürmeye eksik teşebbüs suçunu işlemiş sayılacağım ve öldürmeye eksik teşebbüs suçundan yargılanıp cezalandırılabileceğim.”
“Verdiğimiz bu örneğe göre, kanıtlandığını farz ederek, Balyoz eylemini, suça teşebbüsün yasal koşulları ışığında değerlendirecek olursak, ortada sadece karar ve planlama aşamasının var olduğu, darbe ortamı yaratmak amacıyla işlenmesi karar altına alınan ve planlanan, uçak düşürme, cami bombalama gibi eylemler dahi gerçekleştirilmediğine göre, bırakınız darbeye teşebbüse geçilmesini, darbeye ortam ve haklılık kazandırmaya yönelik, darbe suçunun hazırlık hareketleri dahi yapılamamış olup, bu haliyle, karar altına alınan ve planlanan darbe eylemine teşebbüs hali, kesinlikle oluşmamıştır. Bu haliyle, karar altına alınarak planları yapılan darbe; Meclise sunulup da, bırakınız Meclis Genel Kurulunu, ilgili komisyonlarda dahi görüşülerek yasalaşamayan bir yasa teklifi gibi, kadük olup gitmiştir. “
KILIÇDAROĞLU'na yönelik planlanan öldürme girişimi eyleminde; gerçekleşen kısmı itibariyle, 5237 sayılı yeni Ceza Kanununun eksik teşebbüsü kaldıran uygulamadaki yeni teşebbüs hükümlerine göre,sanık, işlemeyi kastettiği KILIÇDAROĞLU'nu öldürme suçunu, elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamamış değildir,elverişli hareketlerle eylemi doğrudan doğruya icraya başlamadan güvenlik güçlerince yakalanmıştır.Sanık,güvenlik güçlerince, eylem mahalline giderken eylem yerine uzak bir mesafede yakalandığına göre,şayet yakalanmasaydı,sanığın eylem yerine giderken,eylem yerine henüz ulaşmadan pişmanlık duyarak, kendi iradesiyle eylemden vazgeçmesi her zaman mümkündür.Sanığın yakalandığı eylem yerine uzak olan yer itibariyle,planladığı eylemden kendi isteğiyle vazgeçmesi ihtimalinin varlığı, zayıf bir ihtimal de olsa, teorik olarak mümkündür.
Bu nedenle,Kayseri 2.Ağır Ceza Mahkemesinin kararı hukuken doğrudur,ceza hukukunda,mahkeme kararlarının vicdanen doğru olup olmadıkları tartışılamaz.
Burada tartışılacak ve sorulacak olan husus;bu eylem, AKP Genel Başkanına yönelik olsaydı,mahkeme böyle doğru ve yasal bir karara,çekinmeden ve kolayca imza atabilir miydi? 18/09/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

17 Eylül 2019 Salı

İZMİR BB'YE BAŞKANI SAYIN SOYER'E AÇIK MEKTUP


Sayın SOYER,başkan adayı yapıldığınızda, benim de yakın arkadaşım ve meslekdaşım Babanız rahmetli Nurettin SOYER üzerinden,sizin aleyhinize önyargılı yıpratma kampanyası yapıldığını hatırlayınız.

Buna rağmen,şahsınız ve partinizin seçmen üzerindeki olumlu etkisi sonunda seçimlerde başarı göstererek İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı seçildiniz.

Hem İzmirde oturan bir kişi ve hem de babanızın yakın arkadaşı ve hem de sadık bir CHP seçmeni olmam nedeniyle; sizin, başkanlık görevinizde çok başarılı olmanızı canı gönülden diliyorum.

Seçmen nezdinde oy kaybeden ve kaybetmeye de devam eden,adeta dağılma aşamasına gelen AKP ve trolleri,sizi ve sizin şahsınızda CHP'yi yıpratarak başarılarınızı gölgelemek ve itibar kaybına uğramanız için ellerinden geleni yapacaklar,yalan haberlerle aleyhinizde algı yaratacaklardır,bu algı faaliyetlerine başladıklarına tanık olduğum bir yalan haberi sizinle paylaşmayı,kendime görev ve sorumluluk sayıyor ve haddim olmadan sizi buradan bilgilendiriyor ve uyarıyorum.

Geçen gün bir aile toplantısında sohbet ederken,her zaman olduğu gibi,siyaset konusu açıldı ve ben AKP iktidarını ve yerel yönetimlerdeki yolsuzluklarını dile getirdim.Aslında, insan olarak çok iyi olan ve benim de çok sevmeme rağmen,AKP yanlısı olduğunu bildiğim bir komşum,benim AKP'li belediyelerin tescillenen yolsuzluklarına yönelik eleştirime önce hak vereceğine ve varsa ondan sonra CHP'li belediyeler hakkındaki eleştirisini dile getirmesinin gerekmesine rağmen,bunu yapmadan, AKP'yi savnma refleksi içinde, hemen sizinle ilgili benim asla inanmadığım bir suçlamayı dile getirdi.

Konu şu;Sayın SOYER güya siz,İzmir Varyant başındaki Belediye'ye ait adı sanırım Şato olan sosyal tesisi, şahsınıza malikane ve konut olarak tadil etmeye başlamışsınız veya başlayacakmışsınız.Şunu hemen belirteyim,bu yalan ve dedikodu niteliğindeki beyana asla inanmadım.Zira; sizin, kendi ayağınıza silah sıkacak kadar aklınızı yitirmediğinize,seçmen kitlenize ihanet etmeyeceğinize olan güvenim sonsuzdur.

Sayın SOYER; fısıltı gazetesinden servis edilen sizi ve partinizi kötülemeye ve itibarsızlaştırmaya yönelik bu tür yalan haberlere kulak kabartınız,böyle yalan haberlere duyarlı olunuz ve anında gerekli cevabı vererek,doğruları kamuoyuyla paylaşınız.Bu sosyal tesisi,malikane haline getireceğiniz yalan haberini de, en kısa zamanda, mahallinde çektireceğiniz fotoğraflarıyla yalanlayarak,böyle bir girişiminizin olmadığını ve olamayacağını açıklayınız.

Sayın SOYER;siz de çok iyi biliyorsunuz ki;İzmir için geçerli değil ama,partiniz CHP'nin 31.Mart yerel seçimlerindeki başarısında Millet İttifakı olarak İYİ Partiyi yanınıza almanın büyük etkisi var.İttifak sonucunda da olsa,milletin size ve diğer CHP'li belediye başkanlarına olan teveccühlerini ve güvenlerini sarsmayınız,bu nedenle hak etmediğiniz gerçek dışı yalan ve dedikodulara kulak kabartmayı ihmal etmeyiniz.Bizim milletimiz, biliyorsunuz yalanlara çabuk kanarlar,doğruyu araştırma ve sorgulama gibi bir özelliğimiz yoktur,herşeyi önlerine hazır isterler,yalan haberin doğru olmadığını ve gerçek durumun ne olduğunu da, kanıtlarıyla önlerine sergilemenizi isterler.Halkımızın bu özelliğini asla unutmayınız.

Sayın SOYER;bu son yerel seçimler sonunda, CHP'nin önemli merkezlerin belediye başkanlıklarını kazanarak yerelde iktidar olması, Allahın CHP'ye tanıdığı bir lütuf ve son imkandır,yerel iktidarda başarılı oldunuz oldunuz.Aksi halde,bundan sonra ne yerelde, ne de genelde,belki İzmir hariç, seçim kazanarak iktidar olmanız asla mümkün değildir.Genel Başkanınız KILIÇDAROĞLU, bunun farkında ve CHP'li belediye başkanlarını haklı olarak yakından takip edip izlemekte ve aksamaları,bir muhalif gibi korkusuzca anında eleştirmektedir,doğru olan da budur ve bu doğruyu yapmaktadır.Siz dahil, tüm CHP'li başkanlar olarak,KILIÇDAROĞLU'nun ve biz seçmenlerin yüzünü kara çıkarmamaya mahkumsunuz.Aksi halde tarih sizi asla affetmeyecektir.

Sayın SOYER,bir izmirli olarak,özellikle sizi izlemeye devam edeceğiz,başarınız başarımız olacaktır.

Başarı dileklerimle selam,sevgi ve makamınız gereği saygılarımı sunuyorum.17/09/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

16 Eylül 2019 Pazartesi

OLUR AMA BU KADARI DA OLAMAZ


Değerli okurlar, hepiniz biliyorsunuz,31.Mart günü yapılan yerel seçimlerde ve özellikle de İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi için; şahsını,prestijini ortaya koyan AKP Genel Başkanı, tüm devlet imkanlarını kullanmasına rağmen, parti olarak çoğu büyük illerimizde seçimi kaybetmiş ve Millet İttifakının ortak adayı olan İMAMOĞLU İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kazanmış olmasına rağmen,YSK'ya yapılan baskılar sonunda 31.Martta yapılan İstanbul seçimi iptal ettirilmiş ve 23.Haziranda yenilenen seçimlerde İMAMOĞLU 800.000 fark atarak yeniden seçimi kazanmıştı.
İşte,yenilenen İstanbul seçimlerinin hemen öncesinde,kırmızı bültenle aranan PKK terör Örgütü liderlerinden Osman ÖCALAN,AKP lehine propaganda yapması için TRT ekranlarına çıkarılarak kendisiyle söyleşi yapılmıştı.
Kamuoyunda çok eleştirilen bu program nedeniyle yapılan suç duyurusu üzerine, konuyla ilgili olarak soruşturma başlatan Ankara C.Başsavcılığı,soruşturma sonunda,bu eylemin düşünce özgürlüğü kapsamında kaldığı ve suç oluşturmadığı gerekçesiyle, kamu davası açılmasına gerek görmeyerek,kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.
Bu karar; bize göre,yargının yüz karasıdır,çifte standart bir uygulamanın,yargının tamamen sarayın emrine girdiğinin ve bağımsızlığını tümüyle yitirdiğinin,Osman ÖCALAN'ın,sarayın izni ve talimatı olmaksızın TRT'ye çıkarılmasının imkansız olduğunu çok iyi bilen adı geçen savcılığın,saray izinli bu röportaj hakkında dava açtığı takdirde başına neler geleceğini çok iyi bilerek,sarayı kızdırmamak adına verilen hukuka,etik kurallarına, eşitlik ilkesine,yargı bağımsızlığına aykırı,yargı tarihine kara bir leke olarak geçecek örnek bir karardır.
Osman ÖCALAN'ın TRT'ye çıkarılmasında suç unsuru bulamayan ve takipsizlik kararı veren aynı Ankara C.Başsavcılığı;yurt çapında Fetö soruşturmalarını aleyhte etkileyecek şekilde,sözüm ona Fetö'nün yaptığı çağrı üzerine, belirli tarih aralığında Bank Asya'ya para yatıranların,Fetönün bu konudaki çağrısına uyarak para yatırdıklarının ve Fetö üyesi olduklarının kabul edilmesi konusunda,tüm savcılıklara çağrılar yapmıştır.
Bu çağrı nedeniyle;ülke çapında, belirtilen tarih aralığında,bankanın yasal olarak faaliyetini sürdürmesine,iktidarın bu bankayı kapatmamasına,yani devlete güvenerek, belirtilen tarih aralığında,tesadüfen de olsa,Bank Asyaya küçücük paralar yatıran mütedeyyin insanlar,Fetö üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanmışlar ve haklarında davalar açılmıştır.
Şimdi el insaf diyelim ve iki eylemi mukayeseli değerlendirelim.
PKK'nın kurucusu ve lideri olan APO'nun kardeşi Osman ÖCALAN'ın,PKK terör örgütü üyesi olduğu,kırmızı bültenle arandığı kesin olup,suçluluğu ve yasalardan kaçtığı ve arandığı kesin olan Osman ÖCALAN'ın,hem de seçim propagandası için TRT'ye çıkarılması suç oluşturmuyor,buna mukabil,Fetö terör örgütünün finansörlüğünü yaptığı iddia edilmesine rağmen, devletin ruhsatını ve çalışma iznini iptal ederek faaliyetine son vermediği bu bankaya,devlete güvenerek,Fetö'nün çağrısından habersiz,en azından bu çağrıdan haberinin olduğuna ilişkin kanıtlar olmayan mütedeyyin masum insanların,bu çağrıyı bildikleri varsayılarak, örgüt üyesi olmakla suçlanıyorlar,bu nedenle,Osman ÖCALAN olayı nedeniyle Ankara C.Savcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar,büyük bir çelişki,haksızlık,aymazlık ve keyfilik olup, bu karar ayı zamanda hukuk dışılığın tipik bir örneğidir.
Umarız,Ankara Savcılığının; yasa dışılığı tescilli Osman ÖCALAN eylemi nedeniyle verdiği takipsizlik kararı,hiç değilse bundan sonra,yasal olan Bank Asya'ya para yatıranların masum sayılmalarına vesile olur,Bank Asya'ya para yatırma eylemi,Fetö'nün çağrısı üzerine yapıldığına ilişkin hiçbir kanıt olmadan,Fetö örgütü üyeliğinin kanıtı ve kriteri olmaktan çıkarılır ve insanların hesaplarının peşinde koşulmaz ve bu çok komik hukuk ayıbından kurtulmuş oluruz. 16/09/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

14 Eylül 2019 Cumartesi

HANGİ ÇILGIN SÖYLEMİŞ SONBAHAR'IN HÜZÜN VE HAZAN MEVSİMİ OLDUĞUNU?


Hangi çılgın söylemiş, sonbahar'ın hüzün ve hazan mevsimi olduğunu?
Şaşarım doğrusu.
Ben de dahil olmak üzere,biz egoları yüksek insanlar;yaşam süresi ortalamalarına göre,yaşamımızın sonlarına doğru geldiğimizde,bu yaşlılıktaki yaşam dönemimizi sonbahar'a benzetiriz.Arkasından ölümü yaşayacağımız anı da, kış olarak değerlendiririz.
Sonbahar'ın hazan ve hüzün mevsimi olduğu tanımlaması;işte biz insanların,kendi ortalama yaşam sürelerine ve fiziki görünümlerindeki olumsuz değişikliklere,bitki ve ağaçların bu mevsimde sararıp solarak yapraklarını dökmeye başladıklarına bakarak uydurdukları kocaman bir yalandır.
İnsanlar fanidir,uzun da yaşasalar kısa da,insanlar için sonunda ölüm vardır.
Doğa ve onun bir parçası olan mevsimler;yeryüzü var olduğu sürece kalıcıdır,yani ölümsüzdür.
Fani olan biz insanlar,yapılan benzetmeye göre,ömürlerinin son yıllarını sonbahar olarak kabul ettiklerinden,sonbahar denince ömürlerinin sonuna yaklaştıklarının hüznünü yaşarlar aslında.Bilirler ki,yaşadıkları ömürlerinin sonbaharının tekrarı yoktur.Kendi sonbaharlarında,kaç kez daha sonbahar mevsimine ulaşacak olsalar da,hayatlarında artık yeni bir sonbahar yaşam dilimi göremeyeceklerdir, insanların sonbahar dönemleri tektir,yaşanıp bitecektir.Geriye dönüş asla yoktur.
Doğanın, mevsimsel bir dönemini ifade eden gerçek sonbahar ise; ölümsüzdür,her yaz mevsiminden sonra sonbahar yeniden gelecek ve yaşanacaktır.Bu, mevsimler arasındaki bir nöbet değişikliğidir.Arkasından kış'ın gelmesi,yeni ilkbahar,yaz ve sonbaharların habercisidir,ayrılık olmadan kavuşmanın olamayacağı gibi.
Ben,arkasından uzunca bir kış mevsiminin geleceğini bilmeme rağmen,kışın da iyi yanlarını empati yaparak ve kışı yaşamadan yeni bir ilkbahar,yaz ve sonbaharın gelemeyeceğini bildiğim için,sonbaharı mevsim olarak çok severim.
Sonbahar;
İlkbahar ve yaz mevsimlerinin iyi yanlarını alan,ilkbahar ve yaz karışımı tadında,gökyüzünün masmavi parlak,güneşin yakıcı ve sıkıntı verici yaz sıcaklığının azalarak acımasızca yakmadığı,insanın tenini ve yüreğini ısıtan ve huzur veren tatlı bir ılıklığa dönüştüğü,
Denizlerin;yaz mevsimi boyunca sahillerde gün boyu misafir ettiği insanların, hırçın ve acımasız,zaman zaman da kirleterek kullanımının verdiği yorgunluğu giderip dinlenmek için,yatıp uyumaya dalmış gibi sakinleştiği,genellikle dümdüz ve dalgasız sakin olduğu,
Doğadaki,her cinsten bitki ve ağaçların;ilkbahar mevsiminden başlayarak,ilkbahar ve yaz mevsimleri boyunca,yine biz insanlara gece ve gündüz hizmet etmenin yorgunluğunu atmak için,artık uyku vaktinin geldiğini anlayarak,uykuya geçmeden önce, çiçek ve yapraklarını renk cümbüşü halinde renkten renge dönüştürerek insanlara son bir görsel şölen sunduğu,arkasından da yapraklarını tamamen döküp soyundukları ve uykuya daldıkları,
Sararttığı ve kızıllaştırdığı güzel ağaç yapraklarının;sevgi ve duygu dolu genç ortaokul ve liseli öğrencilerinin,özünde yine ağaç olan defter ve kitap yapraklarının arasını süslemeye ve özüne döndüğü,fotoğraf meraklısı duygusal insanların ve sevgililerin,fotoğraf makinaları ellerinde doğa ile iç içe oldukları,renk cümbüşüne dönen,üzerinde çeşitli renkleri barındıran ve dökülmeyi bekleyen, yapraklarını gönüllerimize dökme hazırlığındaki o güzelim ağaçların fotoğraflandığı,
Göçmen kuşların,kilometrelerce uçmayı göze alabildikleri ve kalıcı yuvalarına kavuşmak için kanat çırptıkları,
Çiftçilerimizin ekip biçip hasat ettikleri ürünlerini satarak, ceplerinin az da olsa para gördüğü,
Balıkçılarımızın denizlere açılarak ağlarını atıp insanlarımıza bolca beyaz et sunmaya ilk adımlarını attıkları,
Bazı yiyecek ürünlerinin yetişip olgunlaştıkları,bollaşıp nispeten ucuzladıkları, hanımların mutfaklarına ilişkin kış hazırlıklarını tamamladıkları,
Okul çağına gelen minik yavrularımızın,okulla tanışıp,okuma yazmayı,ortak yaşamı,arkadaş sevgisini ilk kez öğrenmeye adım attıkları,
Hastaların,ne sıcak ve ne soğuk,ilkbahar ve yaz karışımı ılık havasından yararlanarak,erteledikleri ameliyat masalarına yatıp,sıkıntı çekmeden şifa bulmayı planladıkları,
Yine,yaz boyunca tatil ve dinlenme amacıyla ülkenin dört bir yanına dağılan insanlarımızın,asıl ve kalıcı yuvalarına geri dönerek,sevdikleri dost ve arkadaşlarına kavuşarak,onlarla sarılıp kucaklaşıp tokalaştıkları, öpüşerek hasret giderdikleri,buna karşılık yaz arkadaşlarından ayrılmanın tatlı burukluğunu yaşadıkları,
Güzel bir mevsimdir sonbahar.
Bu nedenle,bize göre sonbahar asla hazan ve hüzün mevsimi olmayıp,kendi hayat dilimlerinin;kendi tanımlamalarıyla son baharını yaşayan insanların,ölümün ayak seslerini duymalarından kaynaklı,sonbahara istemeden yapılan bir iftiradan ibarettir.
Hepinize;sabahıyla,gündüzüyle,akşamıyla ve gecesiyle,sağlıklı ve mutlu güzel bir sonbahar diliyorum.14/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Yazarın Notu:
Bir okurum,sen ERDOĞAN'ı eleştirmekten
başka Bir şey bilmez misin diye bizi eleştiren
bir yorum yapmış.Bu yazıyı yazmama vesile olduğu
için,buradan kendisine teşekkür ediyorum


12 Eylül 2019 Perşembe

12.Eylül.1980 askeri(postallı)darbesinin yıldönümü olan bugüne ve günümüze uygun düşen 22/06/2019 tarihinde yazıp yayınladığımız bir makalemizi, aşağıda aynen yayınlıyoruz.12.09.2019 Güner YİĞİTBAŞI-Hukukçu

POSTALLI DARBE RUGAN AYAKKABILI DARBE
Aslında millet olarak darbelerden bıktık,darbenin ne postallısı güzel,ne de kadife eldivenli ve rugan ayakkabılısı güzel.Millet olarak, asla darbe istemiyoruz,özgürlük ve demokrasi istiyoruz bizler.
Buna rağmen; darbeleri, iş başındaki iktidarın lideri gündeme getiriyor sürekli olarak.
Hiç gereği ve alakası yokken,İMAMOĞLU'na vereceğiniz oylar Mısırlı darbeci SİSİ'ye verilmiş sayılır demez mi.
Bu nedenle, biz de darbenin ne olduğunu ve çeşitlerini aralarındaki benzerlikleri ve ayrılıkları makale haline getirmek zorunda kaldık.
Darbeyi,herkesin anlayabileceği şekilde ve basitçe;mevcut yasal yönetimi iş başından zora dayalı olarak uzaklaştırarak iş başına gelen bir kişi ve onun az sayıdaki etrafındakilerin veya seçimle demokratik yollarla iş başına gelen siyasal iktidarın; kurulu anayasal düzeni yok ederek, kendi demokrasi dışı düzenlerini kurup, ülkeyi istedikleri gibi, antidemokratik yollarla yönetmeleri,özgürlükleri kaldırmaları ve iktidarı bırakmayı asla düşünmemeleridir.
Askeri darbe dediğimiz Postallı darbeyi;genellikle, o ülkenin silahlı gücünün başındaki kişi veya kişler planlar ve yaparlar, seçimle veya bir önceki askeri darbeyle gelen mevcut yönetimi zora dayalı olarak cebren iş başından uzaklaştırır ve kendi düzenini kurarak halka kabul ettirirler.
Askeri darbe,yani darbenin postallısında,kartlar açıktır,halk bilir ki,silah gücü kullanılarak askeri bir darbe yapılmış ve darbciler iş başına gelmişlerdir.Darbeciler de şeffaftır,halkı demokrasi ve özgürlükler vardır diyerek kanzırmazlar,ülkeyi özgürlükleri kısarak, ya da tamamen yok ederek, demokrasi dışı yöntemlerle idare ederler.
Kadife eldivenli rugan ayakkabılı darbeye gelince;
Bu darbenin lideri ve lider kadroları,demokrasinin nimetlerinden ve imkanlarından yararlanarak,demokrasiyi bir araç olarak kullanarak,demokrasi ve hak ve özgürlük vaat ederek,gerçek niyetlerini gizleyerek,demokrasiyi amaç edinmeden,rakipleriyle eşit koşullarda yapılmasa da,demokratik ve meşru sayabileceğimiz bir seçimi kazanarak iş başına gelirler.
Anayasanın kendilerine tanıdığı yetkileri, sonuna kadar ve zorlayarak,hatta anayasanın sınırları dışına çıkarak kullanırlar,ancak anayasal sorumluluklarını asla yerine getirmezler,göreve başlarlarken anayasaya göre yaptıkları yeminlerine asla sadık kalamazlar.Bir sonraki seçimlere kadar,milli irade teraneleriyle, ülkeyi anayasa ve yasaları ihlal ederek yönetmeye çalışırlar.
Aslında, mevcut anayasa ve yasaları uygulamak koşuluyla kendilerinin seçildiklerini ve yetkilendirildiklerini bilirler ama, bilmezlikten gelirler.Seçilmiş olmalarının,her anayasa ve yasa ihlalini meşrulaştırdığını savunurlar ve zannadereler.
En küçük bir eleştiri ve muhalefet,özgür basın istemezler,en küçük bir eleştiride dahi suç unsuru arayarak,muhaliflerin sesini kısmak isterler,halkı ve basını korkuturlar ve sindirirler.Bir yandan da,sürekli demokrasi ve özgürlüklerden bahsederler,demokrasi havarisi kesilirler.
Halk;neyin suç,neyin eleştiri olduğunu anlayamaz,anayasanın ve yasaların kendilerine tanıdığı ve halen hukuken yürürlükte olan hak ve özgürlüklerini oto kontrol,oto sansür uygulayarak kullanamazlar,aksi halde hapse boylayacaklarını bilirler.
Basın da öyledir,özgür ve bağımsız basın organı çok azalır, basının büyük bölümü iktidar tarafından şu veya bu yolla kendi saflarına çekilir,halkın doğru haber alması ve bilinçlenmesi bu yolla engellenir.
Öyle bir hal alır ki;inanın insanlar askeri,yani postallı darbe günlerini arar hale gelirler, ne yazık ki.
Mısır örneğine dönecek olursak,kırk satır mı,kırk katır mı?Diye sormak gerekiyor.
Yani,SİSİ mi,yoksa MURSİ mi?
Bize göre, her ikisi de değil, en hayırlısı, İMAMOĞLU. 22/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

11 Eylül 2019 Çarşamba

SARAYDAKİ BAŞKANLAR TOPLANTISI



AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; bugün,Cumhurbaşkanı şapkası altında, 31.Mart ve 23.Haziran seçimlerinde Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen ve ağırlığını CHP'ye mensup olanların teşkil ettiği tüm başkanları sarayda toplayarak ağırladı.
Başkanlara hitaben yaptığı konuşmasında;31 Mart seçimlerinde elde ettikleri başarılarından dolayı tüm belediye başkanlarını ayrı ayrı tebrik eden Erdoğan, "Seçildiğiniz gün itibarıyla artık size oy versin vermesin, şehrinizdeki herkesin belediye başkanı olarak görev yaptığınıza, yapacağınıza inanıyorum." söyleminde bulunmuş ve bu ağırlamada,başkanları tebrik amacı ön plana çıksa da,bize göre,ERDOĞAN;özellikle ana muhalefet partisi CHP'den seçilen başkanlara,sizin genel başkanınız ne derse desin,o saraya gelmese de,ben istediğimde sizleri saraya huzuruma çağırırım ve sizler de gelmek zorundasınız görüntüsünü vermeyi,başkanlar üzerindeki otoritesini göstermeyi amaçlıyordu ve bu toplantı vesilesiyle yaptığı konuşmasının satır aralarında,başkanların kibarca kulaklarını çeken ve onlara talimatlar veren bir gövde ve güç gösterisi mevcuttu.
Haberlerde kulağımıza ve görüntüye geldiği kadarıyla,toplantıya katılan başkanlar alfabetik sıraya göre oturtulmuş olmalarına rağmen,ERDOĞAN'ın;kendi partisi AKP'nin Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma ŞAHİN'i, hemen yanı başına oturtması,hiç hoş olmayan partizan tutumunu sergiliyordu.
Öyle ya,bir protokol istisnası yapılsa,küçük bir devlet olan,Dünyadaki çoğu devletten büyük İstanbul Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nu, yanı başına oturtması gerekirdi.Zira,ERDOĞAN'ın kendisi de, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından gelen bir kişiydi.
Yaptığı konuşmasında;"Siyasi olarak elbette farklı görüşlere ve duruşlara sahip olabiliriz ama ülkemizin ve milletimizin ali çıkarları söz konusu olduğunda birlikte hareket edebilme erdemini gösterebileceğimize inanıyorum.”demesine rağmen,konuşmasının diğer bir bölümünde de,İstanbul Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nu eleştirme amaçlı olarak; "Çalışan, birikimi ve gayretiyle bulunduğu yeri hakeden hiç kimseye dokunmadım, dokunmadık. Hiç kimseyi yerinden, ekmeğinden, aşından etmedik.”diyerek çelişkiye düşüyordu.
Zira,İMAMOĞLU; bazı çalışanların işlerine son verdi ama, işlerine son verilenler,seçimlerin yarattığı boşlukta haksız olarak işe alınan ve bu işleri hak etmeyen ,milletimizin ali (yüce) çıkarlarına aykırı AKP'li yandaşlardı.
ERDĞAN'ın;biz, İstanbul Belediyesinde başkan olarak görev yaparken, kişi ve araçlarla uğraşmadık söylemine ne demeli?
ERDOĞAN bu söylemiyle,açıkça İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nu hedef almış ve bulundukları yeri hak etmeyen çalışanların isten çıkarılmalarını,belediyenin halkın vergileriyle oluşan paralarının; ihtiyaç dışı olarak, büyük paralarla kiralanan ve kimlerin kullandıkları meçhul araçlar üzerinden hortumlanmasını,haksız işe alınmaları, araç israfını ve saltanatını savunuyordu sanki.
ERDOĞAN;1994 de İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olduğunda;beyan ettiği gibi,çalışanlarla ve araçlarla uğraşmamışsa,bize göre onun nedeni;görevi devraldığında, belediye çalışanlarının işe alınıp atanmalarında,belediyenin hizmet ve makam araçlarında,ihtiyaç fazlası bir usulsüzlük, israf ve yolsuzluk olmamasıdır.
ERDOĞAN;sorgusuz sualsiz, ifadelerine dahi başvurmadan,haklarında yargı kararı bulunmayan,haklarında disiplin soruşturması yapılmayan binlerce kişinin işlerine,bir gecede KHK'larla son vererek,onları açlığa mahkum ettiğini unutmuş olmalı.
Bize göre ERDOĞAN;gerçekten iyi niyetli ise,özellikle Ankara ve İstanbul Belediye Meclisinde çoğunlukta olan ve CHP'li başkanların millet yararına hizmetlerinde, onlara engeller çıkaran,Belediye Meclisinin çoğunluktaki AKP grup başkanlarını da bu toplantıya çağırarak,onlara partizanlık yapmayın, halk yararına olan hizmetlerde,CHP'li başkanlara engel çıkarmayın talimatını vermeliydi.
ERDOĞAN; şayet benimle geçinmek ve rahat etmek istiyorsanız, geçmişle, çalışanlarla ve araçlarla uğraşmayın diyerek,bir önceki AKP'li başkanların yasa dışı icraatlarını eşelemeyin,onların israf,hortumlama ve yolsuzluklarına göz yumun mesajını vermek istemiş ve CHP'li başkanlara,aba altından sopa göstermiştir.
Diyarbakır,Mardin ve Van illerinin, kayyum belediye başkanı olarak atanan valilerini de, saraydaki toplantıda hazır ederek,gerekirse biz yerlerinize kayyum atayarak, sizleri de görevden almasını biliriz demeye getirmiştir.
Biz,bugüne kadar yaşadığımız tecrübelere,önceki söylem ve eylemlerine bakarak, ERDOĞAN'ın tarafsızlığından ve iyi niyetinden,CHP'li başkanların rahat çalışmalarını sağlayacağından,bunun için elinden gelen gayreti göstereceğinden ve bu başkanlara yardımcı olacağından,ciddi şekilde kuşkuluyuz,inşallah yanılmış oluruz.12/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu



10 Eylül 2019 Salı

FIRAT'IN DOĞUSU ÇIKMAZ SOKAĞI


Fırat'ın doğusu, yılan hikayesine döndü artık.Adeta bir kör düğüm.
Bu sorunun yaratıcısı iş başındaki AKP iktidarının başındaki zat;yıllardan beri Fırat'ın doğusuna gireceğiz deyip duruyor,biz bu söylemin sayısını unuttuk doğrusu.
Bu zat; Fırat'ın doğusuna gireceğiz,oradaki Kürt oluşumunu yok edeceğiz demeyi sürdürürken,Fırat'ın Doğusundaki Suriyenin Kuzeyine yerleşen Kürt oluşumuna (PYD/YPG), ABD'nin yüzlerce tırlık askeri silah ve eğitim yardımı,durmaksızın devam ediyor.ABD,her tavrıyla,bölgedeki Kürt oluşumunun saflarında yer aldığını açıkça belli ediyor.ABD'nin bu açık tutumunu görememek mümkün değil.
Bunun farkındalar, bizi yönetenler.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı ERDOĞAN ile Dışişleri Bakanı;son günlerde,artık bu gerçeği gizleme gereğini duymuyorlar ve bu gerçeği açıkça itiraf ediyorlar.ABD tarafından aldatılmış falan değiller.Sonradan
ABD bizi kandırdı,aldattı deme şansları yok.
ERDOĞAN;güvenli bölge, aslında Kürt oluşumu YPG'nin güvenliği için oluşturulmak istenen bir bölgedir, biz Amerikaya güvenmiyoruz,bir yandan bizi idare edip oyalıyorlar, diğer yandan da YPG'ye yüzlerce tır silah gönderiyorlar diyor.
Ortak devriyenin de bir aldatmaca olduğunun farkındalar.
O zaman,ne bekliyorlar?
Hala,müttefikimiz olduklarını savundukları,aslında bizi gözden çıkaran ve YPG'ye yatırım yapan ABD'nin; bölgede,YPG'ye yaptıkları yatırımı çöpe atacağını, yumuşayacağını,Ortadoğu projesinden vaz geçeceğini, insafa gelerek,YPG'yi bırakıp bizim saflarımıza katılacağını,Fırat'ın doğusundaki Kürt oluşumunu birlikte yok edeceğimizi veya tarafsız ve sesiz kalacağını, umut ediyorlar,ABD'den adeta bir mucize beklentisi içindeler.
Pes doğrusu.Bu vakitten sonra böyle bir beklenti büyük bir aymazlıktır.
ABD;açık oynuyor, çok net olarak tavrını ortaya koyuyor ve lütfen artık beni anlayın, siz bilirsiniz,ne yapacaksanız yapınız biz buradayız, Fıratın doğusuna girmenizi bekliyoruz demeye getiriyor.
YPG'ye, sınırımızda kazdıkları hendeklere monte edilmek üzere verdiklerini haberlerden öğrendiğimiz çelik zırhlı kuleler de,ABD'nin bu kararlığını gösteriyor ve ABD; dolaylı olarak, haydi Fırat'ın Doğusuna girin de görelim demek istiyor.
ATATÜRK'ün; yurtta sulh cihanda sulh ilkesinin ihlalinin faturasını ödüyoruz.
Türk Milletinin bir ferdi olarak, iş başındaki iktidar tarafından göz göre göre,Suriyede düşürüldüğümüz bu üzücü ve acıklı duruma,en önemlisi de,böyle bir yazıyı yazmak zorunda kaldığımıza çok üzülüyoruz.10/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

9 Eylül 2019 Pazartesi

VAKIFLARA BELEDİYELERDEN AKTARILAN MAL VE PARALAR


Biraz amiyane olacak ama,bizim argoda güzel bir laf vardır.
El .......le gerdeğe girilmez diye.
İşte bizim ülkemizde bugün yaşanan vakıf rezaleti, aklımıza bu sözü getirdi.
Ülkemizdeki iktidara yakın bazı dini cemaatlerin çöreklendiği,çoğunda da ülkemizin üst yönetiminde bulunan kişilerin aile yakınlarının yönetiminde oldukları,sözüm ona okul ve öğrenci yurtları açan,ancak buralardan sadece iktidar ve cemaat yanlısı grupların yararlandıkları,iktidarın arka bahçesi konumundaki,gerçek ihtiyaç sahibi laik,pozitif ilimden ve bilimden yana insanların,eşit koşullarda asla yararlanamadıkları,sadece belirli ve sınırlı gruplara ve iktidar yanlısı görüşten olanlara hizmet veren vakıfların;İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin halktan topladığı vergi,harç ve hizmet bedellerinden oluşan ve tüm İstanbul halkının ihtiyaçları için eşit olarak kullanılması gereken bütçesindan milyonlarca lirayı hortumladıklarını, önceki AKP dönemi belediye başkanlarının,belediyenin paralarını,arsalarını bu vakıflara aktardıklarını,bunlarla vakıflar adına yurtlar ve tesisler açıldığını üzülerek görüyoruz.
Ekrem İMAMOĞLU'nun Belediye Başkanı olmasıyla ortaya çıkarılan bu rezalet ve yasa dışı uygulamanın önüne geçilerek, vakıflara hukuk dışı ve haksız kaynak aktaran hortumların kesilmesi üzerine,en başta AKP Genel Başkanı olmak üzere, iktidar yanlılarının,İMAMOĞLU'na yönelik feryatlarına ve haksız eleştirilerine hepimiz,büyük hayretler içinde tanık oluyoruz.
AKP Genel Başkanı Erdoğan; İBB’nin iktidara yakın vakıflara desteğini kesen Başkan İmamoğlu'nu hedef aldığı konuşmasında:“El değiştiren bazı belediyelerde 28 Şubat dönemini hatırlatan uygulamalar görülüyor. FETÖvari taktikler kullanılarak üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunan vakıf ve derneklerimiz hedef haline getiriliyor. Millete hizmetten başka hiçbir gayesi olmayan kuruluşlarımıza yönelik itibar suikastları düzenleniyor.” demek ihtiyacını duyuyor ne yazık ki.
Vakıflar; Türk Medeni Yasasına göre,bir hükmi şahsiyet olup,gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.
Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.
Özgülenen malların mülkiyeti ile haklar, tüzel kişiliğin kazanılmasıyla vakfa geçer.
Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir.
Vakıfların, vakıf senedindeki hükümleri yerine getirip getirmedikleri, vakıf mallarını amaca uygun biçimde yönetip yönetmedikleri ve vakıf gelirlerini amaca uygun olarak harcayıp harcamadıkları Vakıflar Genel Müdürlüğünce ve üst kuruluşlarınca denetlenir.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere,vakıflar; belediyelerden mendil açarak dilenemezler.Parası,malı ve hakları olan gerçek ve tüzel kişilerin,yeterli mal ve haklarını belirli ve sürekli bir amaca tahsis etmeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.Belediyelerden hortumlanacak mal ve haklara güvenilerek,vakıf kurulmaz.
Vakıf,hortumlamaz yardım eder.Sözüm ona küçük ve sembolik bir mal ve hak tahsis edilerek vakıf kurup,belediyelerin ve devletin hortumlanacak mal ve haklarına güvenilmez,vakıf yönetimindeki iktidar sahiplerinin yakınlarının himmetiyle,iktidarın gücüyle, belediyelerden ve diğer resmi kurumlardan para,mal,arsa ve sair haklar aktarılarak,sadece kendi yandaşlarının yararlanacakları,iktidara yakın nesiller yetiştirecek vakıflar kurulamaz,Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.
AKP Genel Başkanı ve o kafadaki insanlar ne diyorlar?
FETÖ vari taktikler kullanılarak üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunan vakıf ve derneklerimiz hedef haline getiriliyor. Millete hizmetten başka hiçbir gayesi olmayan kuruluşlarımıza yönelik itibar suikastları düzenleniyor”
AKP Genel Başkanı'na buradan diyoruz ki;üniversiteli kız çocuklarımıza güvenli yurt imkanı sunma,milletimize hizmet etme görevi,ilk başta devletimize,iş başındaki siyasal iktidara aittir.Sizi oylarıyla iş başına getiren milletimize borçlu olduğunuz bu görevi,iktidar yanlısı hortumcu vakıflara yükleyemezsiniz.
O bazı vakıflarda vukubulan ve basına yansıyan nahoş olaylara da tüm halkımız tanıklık yapmaktadır.
Devlet;iktidar ve yandaşlarının israf,lüks ve şatafatlı harcamalarından imkan bulamadığı için olmalı,kız öğrencilerine güvenli yurt imkanı sunan hizmetleri,belediyelerden para ve mal hortumlayan vakıflara emanet etmiş bulunmaktadır.
Çok yazık,her kurumu bozduğumuz gibi,bir hayır kurumu olan vakıfları da,dilenerek,hortumlayarak amaçlarından saptırmayı başarmış bulunuyoruz.09/09/2019


Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu





6 Eylül 2019 Cuma

YARGI'NIN SOPA OLARAK KULLANILMASI



CHP İstanbul İl Başkanı Canan KAFTANCIOĞLU;beklendiği gibi,bize göre hiç de sürpriz olmayan siyaset kokan bir kararla,beş ayrı suçtan toplam 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Dava dosyasını ve içeriği delilleri,KAFTANCIOĞLU'nun söylediği sözlerin içeriklerini bilmiyoruz.
Bildiğimiz bir şey varsa;suçlamaların konusu, çok önceki senelerde sosyal medyada yaptığı paylaşımlardan kaynaklı sözleri.
Bu sözlerin paylaşıldığı günleri takip eden günlerde KAFTANCIOĞLU hakkında soruşturma açılsaydı mesele yoktu.
KAFTANCIOĞLU'nun İstanbul CHP İl Başaknı olmasından sonra,CHP içinde yıldızının parlamaya başlaması üzerine bu sözlerinin ısıtılarak birileri tarafından ortaya çıkarılması ve dava konusu yapılması,davayı siyasi bir intikam davası haline gtirmiştir.
Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalar, nasıl FETÖ'nün emniyete ve yargıya hakim olduğu dönemin kumpas davalarıysa,KAFTANCIOĞU'nun mahkumiyetiyle sonuçlanan bu dava da,FETÖ ile aynı menzile yürüdüklerini en yetkili ağızdan açıkladıkları AKP siyasal iktidarının icat ettiği FETÖ sonrası dönemin ve aynı zihniyetin bir kumpas davasıdır.
Amaç bellidir,CHP'nin başarılı,İstanbul seçimlerinin kazanılmasında etkin bir rol oynayan İl Başkanının siyaseten önünü kesmek ve onun şahsında CHP'yi itibarsızlaştırmak ve yıpratmak,siyasi rakiplerine yargı sopasını göstererek, göz dağı vermektir.
AKP ve FETÖ ortaklığı sürerken yaratılan kumpas davalarıyla,Canan KAFTANCIOĞLU hakkındaki kumpas davası arasında, özü itibariyle hiçbir fark yoktur.Tek fark, zamanlaması ve KAFTANCIOĞLU'na kumpası düzenleyenlerin, FETÖ'nün eski ve aynı menzile yürümeye devam eden yol arkadaşlarının olmasıdır.
KAFTANCIOĞLU kararını veren yargı ise;hizmet ettiği,emir aldığı gücün değişmesine rağmen, aynı bağımlı yargıdır.
Yargı, bağımsız hale gelmediği sürece,ne yazıktır ki,siyasal iktidarlar tarafından sopa olarak kullanılmaya devam edecektir.Vaziyet onu göstermektedir.07/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

5 Eylül 2019 Perşembe

ÖZGÜRLÜKLERİN TEK DÜŞMANI KATALOG SUÇLAR REZALETİDİR



Bugünkü (05/09/2019) SÖZCÜ Gazetesinin; “Yargı Paketi'nde 7 Temel Değişiklik “ başlıklı haberi, paket içinde,Ceza Muhakemesi Yasasının, tutuklama nedenleriyle ilgili maddesinde yeterli oranda reform niteliğinde bir değişiklik var mı diye, merakla okudum ve gördüm ki;tutuklama için, “kuvvetli şüphe” değil,”Kuvvetli şüphenin varlığını gösteren somut delil” aranacakmış.Başka bir değişiklik göremedim.
Yani,bizim daha önceki muhtelif tarihlerde onlarca makale yazarak eleştirdiğimiz, yasada kaldığı sürece, iktidara bağımlı hakimlerin kolaylıkla tutuklama kararı verebilecekleri katalog suçların,yasadan çıkarıldığına dair bir açıklama yoktu.
Biz buradan yine çok iddialı olarak söylüyoruz.
Tutuklamanın ek koşullarından olan,herkesin anlayabileceği dille,kaçma ve delilleri karatma şüphesinin gerçekte olmasa da;bir karine ile varmış gibi sayılıp kabul edilebileği konusunda hakimlere sınırsız yetki tanıyan bu uygulama yasadan çıkarılarak yürürlükten kaldırılmadığı sürece, bu ülkede tutuklama, eskiden olduğu gibi, istisnai bir tedbir değil,ileride verilmesi planlanan önyargılı muhtemel cezanın peşinen infazına geçilmesi kurumu olarak kalmaya devam edecek,düşünce ve düşünceyi açıklama,basın,eleştiri özgürlüğü gibi özgürlükler işlevsiz kalacak,cezaevleri; bugün olduğu gibi,tutuklu aydın,iktidar muhalifi kişileri ve gazetecileri ağırlamaya devam edecektir.
Emekli olduktan sonraki 25 yılı aşan avukatlık hayatımda gördüm ve emin oldum ki;hak ve adalet,vicdan,hukuk,insanlık,özgürlük gibi evrensel değerlerden nasibini alamamış,tutuklamanın; ileride verilmesi muhtemel bir cezanın infazını,soruşturma ve yargılama evresinde garantiye alan ve bırakınız kesinleşmeyi, henüz açıklanmamış bir cezanın peşinen infazı kurumu olmadığını özümseyememiş,hukuk fakültesinin arka kapısından hasbelkader mezun olmuş ve/veya baskılara göğüs geremeyecek kadar korkak,hakimliğin mangal gibi yüreğe sahip cesur insanların yapacağı yüce bir meslek olduğunun bilinç ve erdemine ulaşamamış,özel olarak seçilerek tutuklama kararlarını veren mahkemelere atanan hakimler var olduğu sürece,siz tutuklamanın ek nedenlerini düzenleyen kataolog suçlar uygulamasını yasadan çıkarmadığınız, hakimlere; adına katalog suçlar dediğimiz,çok önemli çoğu suçlarda,haklarında o katalog suçlardan soruşturma ve kovuşturma yapılan insanların,kaçacaklarının ve delilleri karartacaklarının yasa gereği var sayılabildiği yetkisini verirseniz,niyeti tutuklama kararı vermek olan önyargılı bir hakim,bu katolog suçlarda, sanık veya şüphelinin,kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin var olduğunu, yasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak kabul edip,aslında kaçma ve delilleri karartma şüphesi olmayan,hakkında tutuklamanın ek koşulları bulunmayan bir kişiyi dahi, hiç kimseye hesap vermeden tutuklayabilecek,tutuklu kişinin tahliye taleplerini aynı gerekçeyle geri çevirebilecek,tutuklama nedeni olmadığı halde, insanlar,asıl olan tutuksuz yargılanma haklarından mahrum kalıp, sittin sene hapiste kalacaklardır.
Katalog suçlar uygulaması;yargısı bağımlı olan ve siyasallaşan bizim ülkemizde, bugüne kadar kötüye kullanıldı ve bundan sonra da kötüye kullanılacaktır.
Biz,tutuklama'nın zorlaştırılması,tutuksuz yargılanmanın asıl olduğu kuralını,hukuk sistemimize yerleştirme konusunda, AKP iktidarının samimi olduğuna inanmıyoruz.Şayet samimiyseler,yargı paketine;tutuklama nedenleriyle ilgili Ceza Muhakemesi Yasasının ilgili maddesinde yer alan ve katalog suçlarda;süpheli veya sanığın kaçacağını ve delilleri karartacağını var sayan,bu konuda karine getiren,kötü niyetli ve özel seçilmiş hakimleri, yasa dışı ve haksız tutuklama kararı vermekte cesaretlendiren,onların önlerini açan ve bu tür haksız ve hukuksuz bir şekilde kolaylıkla tutuklama kararları verebilen hakimlere,haksız ve hukuksuz olarak verdikleri tutuklama kararları sorulduğunda,ne yapayım yasa böyle diyerek kendilerini savunabilme imkanını veren,anti demokratik uygulamanın yasadan çıkarılması zorunludur.Bunun başka yolu yoktur.
Buradan, Adalet reform paketini heyecanla bekleyen,iktidara ve saraya sonsuz güvenen,bu nedenle prestijini ayaklar altına almaya bile razı olarak adli yıl açılışı için saraya giden Barolar Birliği Başkanına son çağrımı yapıyorum;
Sayın Başkan,siz bu iktidarın, yargı paketini çıkararak özgürlükleri genişleteceğine,haksız tutuklamaların önlenmesi için gerekli olan yasal tedbirleri alacağına samimi olarak inanıyorsanız, tutuklama nedenleri içinde yer alan katalog suçlar fıkrasının, ilgili yasa maddesinden çıkarılmasının;Barolar Birliğinin,olmazsa olmaz ön şartı olduğunu,aksi halde bu işte yokuz demenizi önemle bekliyoruz.
Sayın Başkan;bu konudaki tutumunuz,sizin de samimiyetinizin kriteri olacaktır, biz hukukçular için.05/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

3 Eylül 2019 Salı

DEĞERLİ RECEP TAYYİP ERDOĞAN KARDEŞİM


Bugünkü yazımda, gıyabınızda sizinle sanki karşılıklı konuşuyormuşuz gibi, dostça,arkadaşça,samimi bir söyleşi ve sohbet yapmak istedim.
25 yılı hakim ve savcılık,25 yılı da avukatlık mesleğinde geçen,50 yıllık bir hukukçuyum,yaşça sizden beş yaş büyüğüm ve bu nedenle,şayet kabul ederseniz, sizin ağabeyiniz sayılırım.
Sizin şu anda Cumhurbaşkanı olmanız,bu söyleşimi hiç etkilemiyor.
Sizinle bu sohbetimi, karşımda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN değil de,T.C.nin sade bir vatandaşı, kardeşim Recep Tayyip ERDOĞAN varmış gibi yapıyorum.
Amacım ve kastım;sizi yermek,eleştirmek,küçük düşürmek,hakaret etmek,övmek,akıl vermek,uyarmak falan değil,sadece bir durum tespiti yaparak,bazı gerçekleri dile getirmek,hatalı gördüğüm tutumlarınıza ışık tutmaktır.
Sizinle bu gıyabi sohbetimi; iki eşit ve medeni insan,ağabey ve kardeş olarak yapacağım için,sizinle senli benli konuşmak, resmiyeti bir kenara bırakmak istiyorum.Bu nedenle;size, sen diyerek hitap etmek istiyorum izninizle.
Değerli Kardeşim ERDOĞAN;seni ister sevelim, ister sevmeyelim,sen; bu ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu olan Büyük ATATÜRK hariç,bu ülkede sanırım başka hiçbir insana nasip olmayacak ve kırılamayacak bir rekorun sahibi olarak,İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından başladığın devlet adamlığı serüveninde,hep tırmanarak milletvekili,başbakan,cumhurbaşkanı ve en son olarak da tek adam koltuğuna oturma başarısını gösterdin.
Değerli kardeşim;başarı,sadece belli en üst makamlara ulaşmaktan,koltuk sahibi olmaktan ibaret değil bildiğin gibi.
Başarı;ulaşılan o makamların ve oturulan koltukların hakkını verebilmek,ülke ve millet yararına güzel ve faydalı işler yaparak,ülkeyi Dünya devletleri arasında saygın bir konuma getirmek ve milletin refah seviyesini yükseltebilmektir.
Sen işgal ettiğin en sorumlu ve yetkili makamlarda;
Anayasa ve yasalara saygılı olabilseydin,
Demokrasinin evrensel ilke ve değerlerine,insan hak ve ögürlüklerine,hukukun üstünlüğüne sahip çıkıp saygılı olabilseydin,
Yakın çalışma arkadaşlarını ve kurmaylarını iyi seçebilseydin,
İhtisasa ve liyakate önem verseydin,
Herşeyin en iyisini ben bilirim demeseydin,
Parti içi demokrasiye önem vererek eleştiri kanallarını kapalı tutmasaydın,
Kibirli ve çok hırslı olmasaydın,
Bu makamlara gelmeden önceki mütevazi konumunu ve yerini unutmasaydın,
Yola çıkarken birlikte olduğun yol arkadaşlarını,daha sonra küçük görüp hep ben demeseydin,
Bu makamlara gelirken yararlandığın demokrasinin erdemlerine sahip çıkabilseydin,
Demokrasinin nimetlerini,özgürlüklerini ve imkanlarını, sadece kendin için var sayarak,milletin demokratik hak ve özgürlüklerini yok saymasaydın ve saygılı olabilseydin,
Kuvvetler ayrılığı ilkesini ve yargı bağımsızlığını kabullenebilseydin,
Şeffaf olabilseydin,demokrasinin olmazsa olmazı düşünce ve düşünceyi açıklama,basın ve eleştiri özgürlüklerine tahammül edebilseydin,
Pozitif bilime ve sanata değer verseydin,
Laik olabilseydin,
Modern,çağdaş ve laik eğitime öncelik vererek,okullarımızı dini eğitim ağırlıklı imam hatiplere dönüşterecek yerde,ihtiyaç fazlası imam hatipleri, bilim ve fenne uygun çağdaş ve modern eğitim veren okullara dönüştürebilseydin,
Kadınlarımızı da erkeklerimiz kadar değerli görüp, kadın erkek eşitliğini kabul edebilseydin,kadınlarımıza da, toplum içinde, erkeklerle eşit bir rol biçebilseydin,
Dış politikada, ATATÜRK'ün, “Yurtta Sulh,Cihanda Sulh” ilkesine uyarak,zorunlu ülke savunması dışında, savaşmak zorunda kalmayacağımız politikalara ağırlık vererek,dış güçlerin dolduruşuna gelip yakın komşularımızın içişlerine burnunu sokmasaydın,
Partiyi kurarken tüzüğünüzde yer verdiğiniz yoksullukla,yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele amacınızdan sapmayarak,ülkeyi yoksulluk,yolsuzluk ve yasaklar batağına sokmasaydın,
Ülkenin, üretime dönük değerli tesis ve fabriklarını, özelleştirme adı altında satmasaydın,bazılarını da kapatmasaydın,
Haydi sattın diyelim,ülkenin satıp savurduğun tesislerinden elde ettiğin paraları,yollara ve betonlara,lüks ve şatafata harcayarak eritmeseydin,bu paraları üretime,yeni iş yerleri açmaya,işsizliği önlemeye,rafahı artırmaya,cari açığı kapatmaya yönelik faydalı yatırımlara harcasaydın,
Ülkenin gerçekten öncelikli ihtiyacı olmak koşuluyla yapılması gereken yolları,köprüleri,yap işlet devret modeliyle ve kar garantisi verme koşullu ihalelerle yandaş şirketlere vererek,ülkenin bütçesinden haksız ödemelere sebep olmasaydın,
Mensubu olmakla övündüğün İslamın;oruç,hac ve namaz gibi eyleme dönük vecibelerinin yanısıra,yalan söylememek,iftira atmamak, insanları sevmek,kibirli ve kendini beğenmiş olmamak,kul hakkı yememek gibi,etik değerlerine de saygılı olabilseydin,
Ülkeye ve ülke insanına faydalı çok değerli hizmetlerde bulunabilirdin ve seçim kazanarak makam elde etme konusunda elde ettiğin, kırılması imkansız gibi görünen rekor derecesindeki başarını,bu hizmetlerinle taçlandırabilirdin.
Ama yapamadın maalesef,koşullardan,karizmandan,azim ve bitmek tükenmeyen hırsından,iktidar olmanın nimetlerinden yararlanarak eşit olmayan koşullarda yapılan seçimlerde kazandığın başarını,ülkeyi kalkındırma ve milletin refahını yükseltme konusunda gösteremedin,ülkeyi, her alanda, yönetimini aldığın anda ki durumundan daha gerilere getirdin.
Seçimle geldin ama, seçim yenilgisini,seçim zaferi gibi doğal karşılayıp içine sindiremedin.
Son yerel seçimlerde İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini kazanan İMAMOĞLU'nun bu başarısını bir türlü kabullenemedin ve sudan sebeplerle seçimi iptal ettirdin,ama Allahın sopası yok,yenilenen seçimi de,daha ağır bir sonuçla tekrar kaybettin.
Seçim kazanmak yanında, kaybetmenin de doğal olduğunu bir türlü kabul edemediğin için,İMAMOĞLU'nu diline doladın ve açığını arıyorsun,sizin dönemin ihmallerinden kaynaklı selin sorumluluğunu da İMAMOĞLU'na yıkmaya çalıştın.
İMAMOĞLU'nun;ülkenin bir toprak parçası olan Güneydoğu illerini kapsayan ziyaretini,hukuksuz olarak görevden aldığınız Diyarbakır ve Mardin Belediye Başkanlarıyla yaptığı insani görüşmesini, terörle irtibatlandırarak,teröre yardım etmekle suçladın.Oysa ki;İMAMOĞLU'nun insani amaçlarla görüştüğü görevden alınan belediye başkanları hakkında verilip kesinleşen bir yargı kararı dahi bulunmamakta.
Değerli kardeşim ERDOĞAN, sen insanları teröre destek olmakla suçluyorsun ama,sen bu konuda kendini masum mu sanıyorsun.
İstanbul seçimlerinin yenilenmesinin hemen öncesinde İmralıya elçiler göndererek PKK terör örgütünün kurucu lideri, binlerce kişinin katili ÖCALAN'dan,İstanbuldaki Kürt seçmenlerin,İMAMOĞLU'na oy vermemeleri konusunda yardım ve destek istedin,bu konuda mektup alarak açıklatan,ÖCALANIN kırmızı bültenle aranan PKK terör örgütü yöneticisi kardeşini Devlet televizyonu TRT'ye çıkararak seçimleri etkilemesi için söyleşi yaptıran sen değil misin kardeşim ERDOĞAN?
Masum insanları haksız ve mesnetsiz olarak teröre destek olmakla suçlamayı bırak artık ERDOĞAN kardeşim.Aksi halde,sana da aynı yaftayı yapıştıranlara söz söylemeye hakkın olamaz.
Değerli kardeşim,sen böyle bazı insani görüşmelere dayanarak İMAMOĞLU'nu ve diğer insanları teröre destek olmakla suçlarsan eğer,çok zor durumlara düşersin yüzün kızarır.
Hani senin Diyanet İşleri Başkanın var ya.O zatı muhterem,bana göre vatan haini olan,ATATÜRK'e ağır hakaretler yapan,kurtuluş savaşını keşke Yunan kazansaydı diyebilen alçak ve çatlak Kadir MISIRLI'yı makam aracıyla ve resmi kıyafetiyle ziyaret ederek ona hediyeler vermedi mi,senin bundan haberin olmadı mı?oldu ama,sen bu vatan haini ile sarmaş dolaş ilişki içinde ve dost olan Diyanet İşleri Başkanını niçin suçlamadın ve görevden almadın?
İnsanları kolayca terörist ve teröre yardım etmekle suçlayan sen,bırak artık bu çifte standart ve nalıncı keseri gibi sadece kendine yontan akıl almaz politikaları.
PKK Terör Örgütü ile masaya oturan ve müzakereler yapan,Dolmabahçe mutabakatlarına olanak sağlayan sen değil misin?
PKK terör örgütünün; Güneydoğudaki,hendek kazma,trafik kontrolleri,yargılama yapma,vergi toplama gibi devlete kafa tutan eylemlerine göz yuman,onlara yönelik operasyonları engelleyen ve PKK'ya yönelik, Güneydoğuda onlarca şehide mal olan ihmal ve göz yummaların,çadır mahkemelerinin müsebbibi sen değil misin değerli kardeşim?
Daha bitmedi,sen de çok iyi biliyorsun ki; bu ülkenin bir de FETÖ belası var.
Sahi,bu FETÖ belasını kim sardı bu ülkenin başına?
Tabii ki;sen.
Allah var,doğru söylemek gerekirse,FETÖ;cemaat olarak senin iktidarından önce de vardı.Ancak,sen iktidara geldikten sonra, bu FETÖ ve cemaati altın devrini yaşamaya başladı,senin ve ekibinin imzasını taşıyan atama kararlarıyla Devletin askeriyesine, emniyetine,yargısına yuvalandılar,devlet içinde devlet oldular.
FETÖ için; ne istediler de vermedik diyen sensin,
Ona özlem duyan ve gel artık bu hasret bitsin diyerek Amerikadan çağıran sensin.
FETÖ ile aynı menzile ve hedefe beraberce gittiğinizi söyleyen de sensin.
FETÖ,seninle aynı hedefe yürümekten sıkıldı,seni devirerek yoluna tek başına devam kararı aldı ve iktidar mücadelesine girdi,ilk etap olarak 17/25.Aralık.2013 rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını devreye sokarak seni devirme girişiminde bulundu,elini çabuk tuttun ve karizmanı da devreye sokarak, bu badireyi kazasız belasız atlatmasını becerdin.
Değerli kardeşim ERDOĞAN;FETÖ seni gözden çıkarmış ve seni devirerek aynı menzile tek başına ulaşmaya kararlıydı,üç yıl sonra bu sefer senin sayende yuvalandığı Türk Silahlı Kuvvetlerindeki mensuplarıyla 15.Temmuz.2016 da darbe girişiminde bulundu,milletin ve ATATÜRK'çü Silahlı Kuvvetler ve emniyet teşkilatımızın mensuplarının üstün gayretleriyle,bu hain darbe girişimi bastırıldı.
Sen, bu darbe girişiminden sonra, FETÖ örgütüyle mücadeleye daha bir önem ve hız verdin ama,bu örgütün asıl üzerine gidilmesi gereken siyasi ayağına dokunamadın,siyasi ayağa girildiği taktirde,FETÖ'nün üzerine de sıçrayacağından korktun.
İşin kolayına kaçtın ve ekmek kesmek için eline ekmek bıçağı almak dışında eline bir silah almamış mütedeyyin ev kadınlarının dahi, çocuklarını Fetö okullarında okuttukları,faize karşı oldukları için katılım bankası olan Finans Banka para yatırdıkları gerekçesiyle Fetö silahlı örgüt mensubu olmakla suçlanarak, hapislerde çürümelerine göz yumdun.
Yapma değerli kardeşim,çifte standart uygulamalarından vazgeç artık.
İşgal ettiğin makamların yetki ve imtiyazlarını kullanmasını bildiğin gibi,sorumluluklarına da katlanmalısın.
İnsanları suçlama ve hatta hakaret etme hakkını kendine tanırken,kendine yönelik en ufak haklı bir eleştiriye tahammül edemeyerek, insanları cumhurbaşkanına hakaret ettikleri iddiasıyla suçlamaktan vazgeç artık.
Sen şimdi bulunduğun makamın zırhından yararlanarak hesap vermeyebilirsin,ama hiç değilse sana yapılacak eleştirelere biraz tahammüllü ol lütfen.
Sen kim olursan ol,senin de suç işleme ve insanlara hakaret etme gibi bir hakkın ve imtiyazın yok.Bu çelişki, mertliğe ve Kasımpaşalılığa asla sığmıyor,değerli kardeşim.
Değerli kardeşim ERDOĞAN;evet,içeriğini beğenmesem de,iyi hatipsin,hitabetin öfkeli de olsa mükemmel,ama hergün evimize televizyonlar kanalıyla davetsiz misafir olman, sürekli seni dinlemek beni ve diğer insanları sıktı artık.
Benim sinirlerim laçka oldu artık,dişlerimi sıka sıka, ağzımdaki dişler artık sallanmaya başladılar.
Değerli kardeşim ERDOĞAN;bir ağabeyin olarak senden bir ricam olacak.Lütfen hiç değilse hafta sonları Cumartesi ve Pazar günleri,konuşma sus ve sarayında otur ve biraz dinlen,biz de dinlenelim,seni karşılayan ve uğurlayan protokol mensupları ve korumaların da dinlensinler.
Değerli Kardeşim,sana doyum olmaz,sohbet edeceğimiz daha çok konu var,ama yapacak başka işlerim var,kalan konular varsa onları da ikinci söyleşimizde konuşuruz,şimdilik Hoşça kal selam,sevgi ve saygılar. 03/09/2019

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu ağabeyin