27 Eylül 2014 Cumartesi

AĞLANACAK HALİNE BAKMADAN KONUŞMAK




Yeni Başbakanımız Ahmet Bey konuşmalarıyla harikalar yaratıyor.

AKP İl Başkanlarını toplamış ve onlara hitaben konuşuyor, KILIÇDAROĞLU' na laf atıyor.

KILIÇDAROĞLU istifa etmeliymiş, Ahmet Bey'in konuşmasını gönülden ve can kulağıyla dinlemediğimiz için, yanlış anlamadıysak, KILIÇDAROLU, kendisini genel başkanlığa imzalarıyla aday gösteren delege sayısından daha az oy alarak genel başkanlığa seçildi ya, imzalarıyla adaylığına destek verdikleri halde, seçimde oy verirlerken KILIÇDAROĞLU' na hangi delegelerin oy vermediğini, hangi delegelerin vetosuna uğradığını bilmeyen KILIÇDAROĞLU' nun, bu koşullarda genel başkanlık yapamayacağını, bu nedenle genel başkanlıktan istifa etmesinin gerektiğini buyurmuş.

İlahi Ahmet Bey, çok hoşsunuz, siz, KILIÇDAROĞLU' na akıl vereceğinize, kendinizin AKP Genel Başkanlığına nasıl seçildiğinizi şöyle bir düşünseniz daha iyi olacak.

Ahmet Bey, siz kendinizi, demokratik bir seçim sonucunda, sizi seçen delegelerin hür iradeleriyle kullandıkları oylarla genel başkan seçildiğinizi mi zannediyorsunuz?

Öyle zannettiğiniz ve büyük bir yanılgı içinde olduğunuzdan dolayı, kendi ağlanacak halinize bakmadan, bize göre sudan bir sebeple, KILIÇDAROĞLU istifa etmelidir diyebiliyorsunuz.

Ama, gerçekler hiç de sizin zannettiğiniz veya zannetmek istediğiniz gibi değil Ahmet Bey. Sizi, şeklen AKP 1.Olağanüstü Kongresinde oy kullanan delegeler seçmiş gözükse de, delegelerin büyük çoğunluğu, hür iradeleriyle size oy vermediler. Sizin isminizi, AKP resmi tüzüğünde yer almamakla birlikte, resmi tüzüğe göre, AKP' nin en yetkili ve en üst organı olan Büyük Kongresinin de üzerine çıkan, fiilen AKP' nin Büyük Kongresinden de üstün yetkilere sahip olan, tek kişiden ibaret, partinin tek seçicisi ve sahibi, zamanın AKP Genel Başkanı Tayyip Bey belirledi ve Büyük Kongre delegeleri de, beğenseler de beğenmeseler de, size oy vermek zorunda kaldılar ve siz AKP Genel Başkanı seçildiniz.

Ahmet Bey, siz, yeryüzünde demokrasi ile idare edilen tüm ülkelerde bugüne kadar hiç tanık olunmamış bir ilki gerçekleştirdiniz ve AKP Büyük Kongresi toplanarak delegelerin oy verme işleminden çok önce, resmen seçim yapılmadan ve henüz seçilmeden, seçilmiş bir Genel Başkan unvanını kazandınız ve tebrikleri kabul ederek rekorlar kitabına adınızı yazdırdınız. Sizin bu antidemokratik rekorunuzun ve başarınızın(!) dünya var olduğu sürece, bir daha, başka bir kimse tarafından kırılamayacağından emin ve rahat olabilirsiniz.

İstişareler yapıldı ve benim adım öne çıktı diyerek kendinizi kandırmaya ve avutmaya çalışmayınız sevgili Ahmet Bey. Göstermelik olarak yapılan istişareleri, sizin, AKP Genel Başkanlığına antidemokratik bir usulle seçilmenize, demokratik bir tat vermek için ilave edilen bir sos olarak değerlendirebilirsiniz.

Sayın Ahmet Bey, sizin durumunuz KILIÇDAROĞLU' nun durumundan çok daha vahim. Siz, açıklamaya çalıştığımız ağlanacak halinize bakmadan, KILIÇDAROĞLU' na akıl veriyor ve istifa etmesi için yol gösteriyorsunuz.

KILÇDAROĞLU, hiç değilse, genel başkan seçildiği CHP Olağanüstü Kongresinde kendisine hür iradeleriyle oy veren ve genel başkan seçen yeterli sayıdaki delegelerin gerçek sayısını biliyor, kendisini genel başkanlığa aday göstermek için imza veren, ancak daha sonra oy vermeyerek fire veren delege sayısını da biliyor, onların kim olduklarını varsın bilmesin, ama siz, AKP Genel Başkanı seçilmeniz için size oy atan delegelerin kaç tanesinin, hür iradelerine dayanan gerçek ve samimi oyunu ve onayını aldığınızı, size gerçekten hür iradeleriyle, samimi ve gönülden oy veren delege sayısının, sizin genel başkanlığa seçilmenize yeterli sayıda olup olmadığını dahi bilemiyorsunuz ve hayatınız boyunca da bu gerçeği öğrenemeyeceksiniz.

Ahmet Bey, sizin mantığınıza göre düşünecek olursak, bu durumda, sıkıntı duyması ve istifa etmesi gereken genel başkanın, KILIÇDAROĞLU değil, sizin olmanız gerekmiyor mu?

Bu durumda sizin yerinizde biz olsaydık, kendimize yurt dışındaki bir üniversiteden kürsü ayarlar ve AKP Genel Başkanlığından istifa ettiğimiz gibi, tasımızı tarağımızı toplar, ülkeyi de terk ederdik sevgili Ahmet Bey. 27/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

26 Eylül 2014 Cuma

KENDİNİZE GELİNİZ LÜTFEN!



AKP Grup Başkan Vekili Mahir ÜNAL; 12.Ekim.2014 tarihinde yapılacak olan meşru ve demokratik bir seçimle, yaklaşık on üç bin hakim ve savcının oylarıyla belirlenecek olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunan on üyeden oluşacak olan bölümünü, Adalet Bakanlığı tarafından desteklenen listesinin kazanamaması halinde, gayri meşru ilan edeceklerini ve buna göre gereğini yapacaklarını, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin bir milletvekili sıfatıyla, hiç utanmadan ve sıkılmadan kamuoyuna ilan etmiştir.

Bu zat, kendisinin ve temsilcisi olduğu AKP seçmeninin iradesini, kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak, sandıktan çıktıkları savıyla, Anayasamıza göre, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan hakim ve savcılarımızın iradesinden üstün görüyor.

AKP Grup Başkan Vekili Mahir ÜNAL; Türkiye Cumhuriyetinin, bir Anayasasının olduğundan, Türkiye Cumhuriyetinin, bu Anayasa hükümlerine göre yönetilen, demokratik bir hukuk devleti olduğundan habersiz sanırım. Veya, AKP iktidarının bir mensubu olarak, sandıktan çıkmayı biraz gözünde büyütüyor, sandıktan çıkmanın şımarıklığı içinde ve sandığın, demokrasi için gerekli, ancak yeterli olmadığı konusunda bir bilgi eksikliğine sahip. Veya, her şeyden haberdar ve bilgi sahibi olmasına rağmen, 12 yıl boyunca girdiği her seçimi kazanan iktidar yorgunu AKP' nin bir mensubu olarak, iktidar sarhoşluğu içinde, kendilerini, bu ülkede Anayasaya rağmen her şeyi yapabilen bir diktatör olarak görüyorlar.

Hayır, Mahir ÜNAL ve o zihniyettekiler; bu ülke, hala, bir Anayasası olan demokratik bir hukuk devletiyse ve o şekilde kalmaya da devam edecek ise, Anayasaya ve yasalara göre, meşru bir şekilde yapılacak olan seçimler sonunda, hakim ve savcılarımızın özgür iradelerini temsil eden oylarıyla belirlenecek olan HSYK üyelerini, sizden olmadıkları gerekçesiyle ve cemaatçi oldukları soyut iddiasıyla, gayri meşru ilan edemezsiniz, buna hak ve yetkiniz olamaz. Buna yeltendiğiniz, sözle dahi olsa, seçilen bu kişileri gayri meşru ilan ettiğiniz taktirde, siz ve partiniz, bu ülkenin Anayasasını çiğnemiş ve gayri meşru hale gelmiş olursunuz, bu gerçeği size hatırlatmak isteriz.

Sizler, Türkiye Cumhuriyeti Devletini; iddia edilen her türlü yolsuzluklarınıza, hukuksuzluklarınıza ve baskılarınıza millet sesini çıkarmıyor ve tahammül ediyor düşüncesiyle, kendinizi, bu ülkede her istediğini keyfi olarak yapmaya hakkı olan kişiler ve ülkemizi de babanızın çiftliği mi zannediyorsunuz? Şayet öyle ise, yanlış ve çok tehlikeli bir yolda ilerliyorsunuz, büyük bir yanılgı ve gaflet içinde bulunuyorsunuz demektir.

Eski Genel Başkanınız ve eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, düne kadar, sandıktan çıkmakla övünerek, sandıktan çıkan sonuca herkes tarafından saygı gösterilmesini savunmuyor muydu, sandığı, demokrasi için gerekli olmaktan öte, demokrasinin yeterli tek kriteri olarak kabul etmiyor muydu, bunları ne çabuk unuttunuz?

Yine sizin eski genel başkanınız Tayyip Bey, daha iki gün önce, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Cumhurbaşkanımız sıfatıyla yaptığı konuşmasında; dini terör örgütü Müslüman Kardeşlerin desteğiyle, sandıktan Mısır Cumhurbaşkanı olarak çıkan Mursi'yi darbe ile devirerek gayri meşru ilan eden Sisi'yi, diplomatik saygı sınırlarını aşacak şekilde eleştirmedi mi? Her şeyiniz de olduğu gibi, sizin çifte standart seçim ve sandıktan çıkma anlayışınızı da anlamakta zorlanıyoruz. Siz hep kendinize mi Müslümansınız?

AKP olarak, iktidar olmanın nimetlerini ve devletin tüm olanaklarını kullanarak, devletin kesesinden ödenen sosyal yardım ve sadakaları yoksul halkımıza dağıtarak, pek de adil olmayan koşullar içinde yapılan ve yine de meşru saydığımız demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olduğunuz için;

Anayasayı rafa kaldırmanıza,

HSYK'yı ele geçirmek suretiyle, yargı erkini yürütmeye bağlayıp, yargı bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırmak için, HSYK seçimlerini, var gayretinizle etkilemeye çalışmanıza,

Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının üzerini kapatmaya çalışmanıza, somut ve maddi delillere dayalı yolsuzluk ve rüşvet iddialarını, Hükumete karşı yapılmış bir darbe girişimi olarak nitelendirerek itibarsızlaştırmanıza,

Yanlış dış politikalarınızla, ülkemizi komşularıyla düşman haline getirmenize, ülkemizi, orta doğuda çıkacak olan olası bir çatışmanın tarafı ve bölgedeki İslami terör örgütlerinin hedefi haline getirmenize,

Musuldaki Türk Başkonsolosluk binasını basan IŞİD Terör Örgütü tarafından, 49 vatandaşımızın rehin alınarak, ülkemizin itibarının sarsılmasına neden olmanıza,

Ülkemizin insanlarını, din, mezhep ve etnik kökenlerine göre ayrıştırarak kamplara bölmenize,

Çözüm süreci adı altında, illegal PKK terör örgütü ile müzakere yaparak, ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerini bölünme aşamasına getirmenize, PKK terör örgütü militanlarına fiili af çıkararak, onların bölgedeki her türlü yasa dışı bölücü ve terör eylemlerine göz yummanıza ve yasal gereğini yapmamanıza,

Bölünme aşamasına getirdiğiniz bu bölgelerdeki devlet okullarının, PKK militan ve yandaşları tarafından kundaklanarak yakılmasına ve bu yakılan devlet okullarının yerine, yasa dışı olarak Kürtçe eğitim yapan okulların açılmasına ses çıkarmayarak görmezlikten gelmenize,

Bu bölgelerdeki Atatürk heykellerine saldırılar yapılmasına ve benzin dökülerek yakılmasına sessiz kalmanıza, bu saldırıların önlenmesi için, ciddi tedbirler almamanıza,

Devlet Okullarını imam hatip okullarına dönüştürerek, türban takma özgürlüğü adına,10 yaşındaki kız çocuklarının başlarına türban geçirmenize, bu icraatınızla, aslında bir oyun çocuğu olan bu konuda özgür bir seçim yapma olanağı bulunmayan 10 yaşındaki küçük kız çocuklarımızın, aile baskısıyla kapanmalarını sağlayarak, onların türban takmama özgürlüklerini yok etmenize,

Daha burada saymakla bitiremeyeceğimiz tüm olumsuz ve hukuksuz icraatlarınıza,

Rağmen, AKP' ye oy vermemiş olan bizler ve bizim gibiler, demokrasiye ve demokrasi için gerekli olan ancak yeterli bulunmayan meşru seçimlere olan saygımızdan dolayı, AKP iktidarına nasıl tahammül ediyor ve saygı gösteriyorsak ve kendimizi buna mecbur hissediyorsak, AKP Grup Başkan Vekili Mahir ÜNAL ve onun zihniyetindeki tüm AKP' liler ve yandaşları da, Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinden çıkacak olan sonuca tahammül etmek ve saygı göstermek zorundadırlar.

Bunun başka yolu yoktur. Bizden hatırlatması, sizler, AKP olarak, demokratik ve meşru bir şekilde yapılacak olan HSYK seçimlerinin sonuçlarını gayri meşru ilan etmeye kalkar ve sorgulamaya başlarsanız, birileri de, sizleri örnek alarak, sizin yukarıda bazılarını saydığımız Anayasa ve yasa dışı eylem ve icraatlarınızı gerekçe yaparak, sizin iktidarınızın meşruiyetini sorgulamaya başlarlar.

Tayyip Bey'in, iki gün önce, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada söylediği gibi, nasıl, dünya beşten büyükse, ülkemizin menfaatleri ve demokrasimizin ilke ve değerleri de, AKP'nin ilke, değer ve menfaatlerinden üstündür.26/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

24 Eylül 2014 Çarşamba

10 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN TÜRBAN TAKMA ÖZGÜRLÜĞÜ OLAMAZ




İşlerine geldi mi özgürlük derler bunlar.

Çifte standartçıdır bunlar.

Nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontarlar.

Modern Türk toplumunu, kendi yobaz ve sözde İslami anlayışlarına göre şekillendirmek ve amaçladıkları din temeline dayalı siyasal düzeni kurmak, tek amaçlarıdır.

Bunun için, demokrasiyi ve özgürlükleri, amaçladıkları istasyona vardıklarında terk etmek koşuluyla, araç olarak kullanmaya bayılırlar.

Hiç inanmadıkları ve sevmedikleri halde, sürekli, özgürlüklerden ve özgür Anayasa yapacaklarından bahsederler.

Özgürlük, sadece kendilerine gereklidir, muhalifler, özgürlükten nasiplerini almasalar da olur.

Cumhuriyetin temel niteliklerinden biri olan laiklik ve laik eğitimden dem vurduğunuzda, hemen özgürlükleri öne sürerler, laikliğin yeniden tarif edilmesi gerektiğini savunurlar.

Bunlara göre, Cumhuriyetin ve demokrasinin temel ilkeleri hiç önemli değildir. Anayasaya göre hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik bir hukuk devleti olduğumuz halde, dini eğitim, türban söz konusu olduğunda akan sular durur. Anayasa, Öğrenim Birliği yasası, laik eğitim göz ardı edilir. Bunlardan bahsettiğinizde, hep bir ağızdan, din ve inanç özgürlüğü naraları atarlar.

Onlara göre, demokratik protesto hakkının kullanıldığı barışçıl Gezi Parkı eylemleri, darbe teşebbüsüdür, düşünce ve düşüncenin açıklanması, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri, onlar için özgürlük değildir.

Okullarımızın, Anayasamıza göre bir devrim yasası olan ve hükümlerinin Anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği Örenim Birliği Yasasına aykırı olarak, imam hatip okulları haline getirilmesi ve eğitimin İslamlaştırılması, daha on yaşında olan orta öğrenimdeki kız öğrencilerin dahi başlarına türban geçirmeleri, onlara göre inanç özgürlüğünün bir gereğidir.

AKP iktidarı, yavaş yavaş yürürlüğe koyduğu yol haritasında bulunan önemli bir dönemeci daha geçmiş ve yaptığı bir yönetmelik değişikliği ile daha düne kadar yüksek öğrenimdeki kızlarımız için dahi tartışılan türbanı, 10 yaşındaki beşinci sınıfta okuyan kız çocuklarının kullanımına açmıştır.

Bazı yasalarımıza göre, 10 yaşındaki bir kız çocuğunun önemli kararlardaki iradesi geçersizdir. 10 yaşındaki bir çocuğun, türban takıp takmama konusunda, kendi hür iradesiyle doğru ve yerinde bir karar alabilme yeteneği mevcut değildir. Bu nedenle, 10 yaşındaki bir kız çocuğunun türban takma kararı, ailesinin baskısına ve alacağı karara dayalı olmaya mahkumdur.

Bu itibarla, ana ve babasını veya diğer aile yakınlarının karar ve yönlendirmeleriyle türban takmak zorunda kalan 10 yaşındaki bir kız çocuğunun, başını örtme özgürlüğünün varlığından bahsedilemez. Bilakis, 10 yaşında aile baskısıyla türban takan bir kız öğrencinin özgürlüğünün çiğnendiğini söyleyebiliriz.

Evet, 10-15 yaşındaki ve hatta reşit olmayan 18 yaş altı kız çocuklarının kendi hür iradeleriyle başlarını örtme ve başlarına türban takma özgürlükleri olamaz, tıpkı rızaları ile de olsa bir erkekle cinsel ilişkiye girme ve cinsel haz alma özgürlüklerinin olmaması, bu konudaki rızaya dayalı iradelerinin geçersiz olması gibi.

Evet, Türk Ceza Kanununa bakıyoruz, 103. maddesine göre, kendi rızasına dayalı olsa dahi, 15 yaşını tamamlamamış olan bir küçüğe yönelik her türlü cinsel davranış, cinsel istismar suçunu oluşturmakta ve 15 yaşını tamamlamamış bir küçük çocuğa cinsel tacizde bulunan kişilere, en ağır hapis cezaları verilerek, onların bu konudaki rıza ve iradeleri geçersiz sayılmaktadır.

TCK. nun 104. maddesinde ise; 18 yaş altı, 15 yaşını tamamlamış çocukla, kendi rızasına dayalı olsa dahi cinsel ilişkiye giren kişiye, şikayet üzerine, iki yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.

Görüldüğü gibi, Ceza Kanununa göre, çocuk sayılan ve cinsel dürtülerinin tatminine yönelik kendilerinin hür iradelerine geçerlilik tanınmayan 18 yaş altı ve özellikle de orta öğrenim çağındaki 15 yaş altı kız çocuklarının, aile baskısıyla başlarına takılan türbanlar da, bir özgürlüğün kullanılması olmayıp, tıpkı cinsel istismar gibi, onlara yapılan türban istismarından öteye bir değer ifade etmemektedir.

Ülkemizin yüz karası, çocuk yaştaki kızlarımızın, ailelerinin baskısıyla iradeleri hiçe sayılarak evlendirildikleri küçük gelinler rezaleti unutulmamalıdır. Küçük gelinler ile 10 yaşında başına türban takan kız çocukları arasında hiçbir fark göremiyoruz.

AKP iktidarının; 2023 hedefinin ip uçlarını veren yeni türban kararı, laik eğitim ve laik demokrasimizin geleceği adına, çok tehlikeli ve yüz karası bir uygulamadır. 24/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



23 Eylül 2014 Salı

CUMHURİYETİN SAVCILARI



Cumhuriyet Savcısı, adı üzerinde, Cumhuriyetimizi, Cumhuriyetimizin Anayasamızdaki ilkelerini benimseyen, savunan ve koruyan savcı demektir.

Peki, Cumhuriyetimizin ilkeleri nelerdir?

Darbe Anayasası diyerek horlanan ve suçlanan, ancak, onu dahi uygulayacak kadar Cumhuriyet ve demokrasiden nasibini almamış olan AKP iktidarı tarafından tam olarak uygulanmayan ve çoğu demokratik maddeleri askıya alınan 1982 Kenan EVREN Anayasasının 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin ilkeleri; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak belirtilmiştir.

Gerçek Cumhuriyet Savcıları; Cumhuriyetimizin, insan haklarına saygı göstermeyi, Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı, demokrasinin ilkelerini, laikliği ve hukukun üstünlüğünü benimsemek ve bu ilke ve değerleri ülke genelinde hakim kılmak için uğraş vermek zorundadırlar.

Cumhuriyetin savcısı olduklarını unutarak, kendi ikballeri, koltukları ve gelecekleri için, iş başındaki siyasal iktidar tarafından Anayasaya aykırı olarak yaratılan zor koşullara karşı, meslek onurlarını ve direnme güçlerini kullanmayıp kolay yolu seçerek iktidara teslim olan, hal ve hareketleriyle, verdikleri kararlarıyla, iktidara hizmet eden ve iktidarın savcısı görüntüsünü vererek, Cumhuriyetin ilkelerini savunan savcılar oldukları konusunda halkımızda kuşku uyandıran savcılar; Cumhuriyet Savcısı unvanların taşısalar da, milletimizin vicdanlarında, gerçek anlamda bir Cumhuriyet Savcısının saygınlığını asla kazanamazlar.

Cumhuriyet Savcılarının önemi, Cumhuriyetin ilkelerini amaç olarak benimsemeyen, Cumhuriyetin ilkelerini kendilerine vasıta yaparak, gizli amaçlarını tesis etmek üzere sandıktan çıkmayı başaran, Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı kişilerin iktidar olabildikleri zor dönem ve koşullarda ortaya çıkar. Halkımız, bu zor dönem ve koşullarda Cumhuriyet Savcılılarının varlığını fark ederler ve ararlar.

Cumhuriyet Savcıları, sadece, işsiz ve güçsüz oldukları için çalmak zorunda bırakılan hırsızların, adam yaralayan, öldüren, gasp yapan ve sair, arkası olmayan gariban adi suçluların peşine takılan savcılar konumunda olmamalıdır.

Cumhuriyet Savcıları, yani Cumhuriyetin Savcıları, Cumhuriyetin ilkelerinin çiğnendiği dönemlerde, bu ilkeleri çiğneyen siyasal iktidarların ve yandaşlarının karşısında da dik durabilmeli, tüm siyasal baskılara karşı koyup direnerek, saygınlıklarını koruyabilmeli ve maruz kalabilecekleri her türlü olumsuzluklara rağmen, görevlerini korkusuzca yerine getirebilmelidir.

Hem de Cumhuriyet Savcısı olarak değil, yasalara göre, kurumsal olarak daha bağımlı olan Askeri Savcı olarak görev yapan ve emekli olduktan sonra avukatlık yapmaya başlayan, askeri savcılık döneminde kendi koltuğuna oturan bir komutan karşısında esas duruşta beklememiş olan, Cumhuriyet ve demokrasi aşığı bir hukuk adamı olarak, bugün (23/Eylül/2014) SÖZCÜ GAZETESİNİN birinci sayfadan verdiği, Van, Diyarbakır ve Hakkari illerimizin C. Başsavcıları ile Cizre ilçemizin C. Başsavcısı'nın, kendi makamlarını Adalet Bakanının işgaline bırakarak, Adalet Bakanın karşısında ayakta ve esas duruşta, el pençe divan duruşlarını, makamlarını koruyamadıkları gibi, Bakan karşısında eğilip bükülen görüntülerini görünce, yargı bağımsızlığı ve güçler ayrılığı ilkeleri adına çok üzüldüğümü ve yerin dibine girdiğimi açıklamak zorundayım.

Bu görüntü ile ülkemizde Cumhuriyetin ilkelerinin, demokrasi, yargı bağımsızlığı ve yargının tarafsızlığının kalmadığı gerçeği tescillenmiştir. Hiç kimse aksini iddia etmeye kalkışmasın.

Bu görüntü karşısında, halkımızı, özgürlüklerinin güvencesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığına inandırmak, asla mümkün olamayacaktır.

Bu görüntünün oluşmasında, başsavcı koltuğunu tamamen kaybetme korkusu içinde, koltuk ve makamlarını bir süreliğine siyasi bir kişiliği olan Adalet Bakanına terk ederek karşısında ayakta ve esas duruşta bekleyen, öz güvenden ve meslek onurundan yoksun ve işgal ettiği makamın öneminden habersiz oldukları izlenimi veren savcılarımızın olumsuz katkıları yanında, kasaba avukatlığından siyasete atılarak, hasbelkader Adalet Bakanı olan ve şuur altında, kasaba avukatlığı dönemindeki hakim ve savcılara karşı duyduğu eziklikler yatan bir siyasinin; güçler ayrılığı ilkesine aykırı olarak, yürürlükteki yasa gereği, hakim ve savcılarımızın mesleğe kabul, atanma, yükselme ve terfilerinde söz sahibi olan Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanlığı koltuğunda oturmakta olması olgusu yatmaktadır. (Kasaba avukatı benzetmesi, teşbihte hata olmaz görüşünden hareketle, gerçeklerin daha iyi ifadesi amacıyla yapılmış olup, ülkemizin küçük şehir ve kasabalarında güç koşullarda savunma hizmeti veren avukatlarımızı küçük görme amacı taşımamaktadır. Buradan hepsine selam olsun.)

SÖZCÜ GAZETESİNİN birinci sayfasından verilen ve bu koşullarda yargının tarafsız ve bağımsız olamayacağını kanıtlayan bu görüntüler; ülkemizde, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının yeniden tesis edilebilmesi için, Adalet Bakanı ve müsteşarı ile bir kısım bakanlık üst düzey yöneticinin, Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumundan çıkarılmalarının gerekliliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 23/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



22 Eylül 2014 Pazartesi

MİLLETÇE SEVİNDİK ŞİMDİ GERÇEKLERLE YÜZLEŞME ZAMANIDIR





Bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, rehin alınmalarının nedeni ne olursa olsun, 101 gün süren esaretten sonra, şöyle veya böyle, IŞİD terör örgütünün esaretinden salimen kurtulan Musul Başkonsolosu ve konsolosluk çalışanları için, milletçe çok sevindik ve mutlu olduk.

Karşılıksız ve bir insan olarak, kurtulan rehinelerimiz'e sevinmemiz ve mutlu olmamız, işin insani yönü olup, AKP iktidarının, bu insani sevinci, siyasi bir gösteriye dönüştürmüş olması, ayrıca üzerinde durulması gereken bir insanlık ayıbıdır.

Ülkemizin Başbakanlık koltuğunda oturan zatın; defalarca Başkonsolosun alnından öpmesi, karşılamaya gelen rehine yakınlarından 8-10 yaşlarındaki bir erkek çocuğunu iki eliyle kavrayarak boynundan tutup, çocuğun boynunda ciddi bir hasar oluşturacak şekilde, kendi dudak hizasına kadar kaldırarak, sözüm ona öpmesi, 2-3 yaşlarındaki yanılmıyorsak rehine başkonsolosun çocuğunu kucağına alarak havalara atıp tutması, hava alanında yaptığı konuşmasında, kendi öngörüsüzlükleri sonucunda rehine krizinin oluşmasına neden olmaları sebebiyle, haklı olarak AKP iktidarını eleştiren muhalefeti, acılardan siyasi çıkar sağlamakla ve sorumsuzlukla suçlaması, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in; rehineleri Çankaya Köşkünde kabulü sırasında yaptığı konuşmasında, kel alaka olarak ve muhalefete gönderme yapacak şekilde, ülke yönetiminin bakkal dükkanı yönetmeye benzemediğini ve bazı şeyleri açıklayamayacaklarını beyan etmesi, rehinelerin kaldıkları bu esaretten sonra bir ay izin yapmaya hak kazandıklarına, kendilerinin yasa gereği bir ay izinli sayılacaklarına ilişkin, Cumhurbaşkanlığı makamını ilgilendirmeyen, Cumhurbaşkanının görev ve yetkisine girmeyen ve Cumhurbaşkanlığı makamını bakkal dükkanı işletmecisi seviyesine indiren beyanları, milletçe duyduğumuz insani duygulara dayalı sevinçle alakası olmayan, rehinelerin kurtulmalarını siyasi bir şova dönüştüren, şark usulü gereksiz davranışlar olarak, kamuoyunun dikkatlerinden kaçmamış olmalıdır.

İlk etapta, rehinelerin kurtarılmalarının, MİT tarafından gerçekleştirilen bir operasyonla olduğu açıklanmış ise de, tek yanlı ve gizli bir operasyonun olmadığı, MİT'in öncülüğünde ve aracılığıyla IŞİD ile yapılan karşılıklı görüşmeler ve pazarlıklar, elimizdeki bazı IŞİD militanlarının rehinelerimiz'e karşılık olarak IŞİD'e geri verilmeleri sonucunda varılan nihai bir mutabakat sonunda rehinelerimiz'in serbest bırakılarak MİT elemanlarına teslim edildikleri ve ülkemize getirildikleri, özellikle, Cumhurbaşkanının, kendisine yöneltilen, “takas var mı?” sorusuna verdiği, “velev ki takas ettik” şeklindeki cevabında yatan dolaylı kabulü ile ortaya çıkmış bulunmaktadır. Fidye verilip verilmediği ise, halen belirsizliğini korumaktadır.

Biz, rehinelerimiz'in kurtarılması için IŞİD örgütü ile görüşme ve müzakereler yapılmasını ve hatta takasa girilmesini eleştirmiyoruz. Çok tehlikeli ve kafa kesen bir terör örgütünün elindeki 49 can için yapılan görüşmeler ve takas'ı mazur görmemiz ve normal karşılamamız gerekiyor.

Ancak, bu mutlu sona rağmen, Musul Başkonsolosumuz ile ekibi 48 kişinin, bölgedeki IŞİD tehlikesine Musul Valisinin dahi Musul'u terk etmesine rağmen, konsolosluk binasını ve Musul'u terk etmemekte ısrar etmesinin nedenlerini ve bu tahliyeyi engelleyenlerin, kim veya kimler olduklarını sormak ve bu sorunun cevabını açık ve net bir şekilde öğrenmek, milletçe hakkımız olup, bu rehine krizinin doğmasına neden olanların da, bunun hesabını vermeleri gerekmektedir.

Rehinelerin iadesi için yapılan pazarlık ve görüşmelerde, IŞİD örgütüne, bazı mali, askeri ve siyasi olanakların sağlanacağı vaadinde bulunulmuş mudur? Bunların hiçbirini bilmiyoruz.

IŞİD'e karşı ABD liderliğinde kurulmak istenen askeri koalisyon'a, Türkiye Cumhuriyetinin de katılması konusunda ABD tarafından yapılan baskıları mutlaka izlemiş olması ve bilmesi gereken IŞİD yöneticilerinin; rehinelerin iadesi konusunda yapılan görüşmelerde, oluşturulmak istenen kendilerine yönelik askeri koalisyona girmememiz konusunu güdeme getirerek, bu konuda güvence aldıklarını düşünüyoruz. Aksi halde, IŞİD, elinde bir koz olarak tuttuğu ve ülkemiz yöneticilerinin hassasiyet gösterdiklerini çok iyi bildiği 49 rehineyi niçin elinden kaçırsın?

Bu bilinmeyenleri, zaman içinde öğreneceğiz, özellikle, 49 rehinenin sağlimen esaretten kurtulmalarına ve ülkelerine dönmelerine rağmen, AKP iktidarının; IŞİD konusunda, 49 rehineyi bahane yaparak gösterdiği hassasiyet ve çekincelerini, IŞİD'e yönelik askeri koalisyona katılma konusundaki önceki isteksizliğini sürdürmeye devam etmesi, çok tehlikeli bir terör örgütü olan İŞİD'in terör örgütü olduğunu açıkça belirtme iradesini ortaya koyamaması halinde, DAVUTOĞLU ve ERDOĞAN ikilisinin, hala IŞİD'e yakın durdukları ve IŞİD'e bazı güvence ve tavizleri verdikleri şüphesini daha da artıracak ve bugüne kadar ABD ve AB ülkelerini terörle mücadeleye gerekli desteği vermemekle suçlayan AKP iktidarı, terörle mücadele konusunda büyük bir yara alacak ve ileride muhtemel bir PKK terörüyle mücadele söz konusu olduğunda, ABD ve AB ülkelerinin terörle mücadele konusundaki desteklerini talep etmeye yüzü olmayacaktır.

Burada bir gerçeği de vurgulamak istiyoruz.Rehinelerin kurtarılmalarından sonra, DAVUTOĞLU ve ERDOĞAN ikilisi yaptıkları konuşmalarında, bunun büyük bir diplomasi başarısı olduğunu, devletimizin büyüklüğünü, devletimizin nerelerden nerelere geldiğini ortaya koyduğunu beyan ettiler. Doğrudur, iş başındaki AKP iktidarını kast etmemek şartıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti; AKP iktidarının, din ve mezhep üzerinden yaptığı siyasete, ülke insanını,sağcı,solcu,dindar,laik,Sünni, Alevi, Kürt,Türk diye ayrıştırıp kamplara bölmesine, iflas eden dış politikasına, kırılgan hale getirilen ekonomisine, bölünme aşamasına getirilmesine, ülkenin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde devlet otoritesinin kaybedilmesine, yolsuzlukların ve rüşvetin olağan hale gelmesine ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz tüm olumsuzluklarına rağmen, temelleri çok sağlam, büyük ve güçlü bir devlettir.

Umarız, bu büyük ve güçlü devletimiz, en kısa zamanda, büyüklüğüne ve gücüne yakışan bir siyasal iktidara da kavuşacaktır. 22/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



20 Eylül 2014 Cumartesi

REHİNELERİN KURTARILMASI ŞOVUNA HOŞ GELDİNİZ!




Öncelikle, 101 gün önce IŞİD militanları tarafından basılan Musul Başkonsolosluğumuzda çalışan ve rehin alınan 49 kişinin, sağ ve salim bir şekilde kurtarılarak ülkemize getirilmiş olmasından duyduğumuz sevinç ve memnuniyetimizi belirtmek istiyoruz.

Tüm rehinelerimize, ülkemize ve aile yuvanıza yeniden hoş geldiniz ve geçmiş olsun diyoruz.

Sevincimiz çok büyük, rehinelerimizi, çatışmasız bir operasyon ile kurtaran, en başta MİT olmak üzere, kurtarma operasyonunu planlayıp başarılı bir şekilde uygulayarak, rehinelerimizin burunları dahi kanamadan ülkemize geri dönüşlerini sağlayan tüm devlet kurumlarımıza ve onların fedakar personeline teşekkür ediyoruz.

Ancak, bu mutluluk ve sevinç içinde, milletçe yaşamakta olduğumuz duygusal anların arasında kaynayıp gitmemesi için, öngörüsüzlükleri ve kötü yönetimleri nedeniyle, bu rehine krizini yok yere yaratan siyasal iktidarın, bu krizde varılan mutlu sonu, bugünden başlayarak, siyasi bir şov ve rant elde etme malzemesi olarak kullanmaya başlayacaklarına ve hatta, bu şova, şu anda tüm hızıyla başlamış bulunduklarına dikkat çekmek istiyoruz.

Siyasal iktidar ve iktidar yandaşı medya ve çevresinin, bugünden başlayarak, en iyimser tahminle, önümüzdeki bir haftayı veya on günü, rehinelerin kurtarılmasına ilişkin siyasal şov ve rant elde etme, bu şov üzerinden, muhalefeti haksız bir şekilde eleştirme haftası olarak ilan edip kutlayacaklarını, rehineleri kurtarma operasyonunu; her ortamda kendi lehlerine istismar edip, siyasi iktidarlarının bir başarısı olarak göstermek suretiyle, rehine krizinin doğup yaşanmasındaki kendi siyasi basiretsizliklerini ve başarısızlıklarını örtbas etmeye çalışacaklarını, 49 kişinin rehin alınması üzerine, toptan istifa etmeleri gerekirken, sıkılmadan ve utanmadan rehinelerin kurtarılmasından siyasal rant elde etmeye çalışacaklarını, rehine krizini yaratan siyasal iktidarı, bu beceriksizlikleri nedeniyle, haklı olarak eleştiren tüm muhalefeti, utanmadan ve sıkılmadan, halkımıza şikayet etmeye kalkışacaklarını söylemek, kehanet olmayacaktır.

Bunların taktikleri budur. Teşbihte hata olmaz, önce, çapsızlıkları ve öngörüsüzlükleri sebebiyle milletin eşeğini kaybettirecekler, daha sonra da, kaybettirdikleri eşeği devletin imkanlarıyla buldurarak milleti sevindirmek suretiyle, siyasi rant elde etmeye çalışacaklar, milletimiz de, duygulu anların yaşandığı bu ortamda, rehinelerin kurtarılmasından doğan sevinçle, siyasal iktidarın rehine krizinin oluşumundaki hatalarını ve başarısızlıklarını görmezden gelecekler ve fatura yine muhalefete çıkarılacaktır. Siyasal iktidarın, rehinelerin kurtarılması üzerine yapacakları, aynen budur, hiç şüpheniz olmasın. 20/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat





19 Eylül 2014 Cuma

ÜLKEYİ YANGIN YERİNE ÇEVİRDİNİZ



Tayyip Bey ve Ahmet Bey, ele ele vererek, bu güzel ülkemizi adeta bir yangın yerine çevirdiler. Her ikisi de, birinin Cumhurbaşkanı, diğerinin de Başbakan olarak taçlandırılan bu başarılarından dolayı ne kadar övünseler azdır!

IŞİD denen gözü dönmüş canavar İslami terör örgütü, sınırlarımıza dayanmış durumdadır.

PYD' nin kontrolü altındaki Suriye sınırımıza yakın köyleri işgal eden IŞİD canavarından kaçan binlerce Suriyeli sığınmacı sınırımıza gelip dayandı, önce sınırdan geçmelerine müsaade edilmeyen Suriyeli sığınmacıların perişan hallerine acıyan ve baskılara dayanamayan Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, bugün (19/9/2014) katı tutumundan vazgeçerek, sığınmacıların sınırımızdan içeri girmelerine müsaade etti.

CNN Türk'ten canlı olarak verilen sığınmacıların ülkemiz sınırlarından içeri girişlerini izleyen bir kişi olarak, yüreğimiz burkuldu, aç ve susuz binlerce çocuk, bebek, kadın, erkek, yaşlı, genç, sakat kişilerden oluşan Suriyeli sığınmacıların bu perişan halleri çok üzücüydü, vicdan sahibi bir insan olarak, bu üzücü ve yürek yakan manzarayı izlemek, pek de kolay olmadı, insanlığımızdan utandık.

Bu insanların; kendilerini İslam devleti ve Müslüman olarak ilan eden insan kılıklı IŞİD terör örgütü militanlarının, kendilerini öldürerek yok etmelerinden kaçan, evlerini ve barklarını terk etmek zorunda bırakılan, çaresiz ve masum kişiler olduklarını biliyor olmak, başlı başına bir insanlık ayıbı ve dramıdır.

Bu manzarayı görünce, Sevgili ATAMIZIN büyüklüğünü, laik, demokratik ve özgürlüklerden yana devlet yapısının önemini, bir kez daha anladık.

Din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapan ve iktidar olmaya çalışan politikacılara, bir kez daha lanet okuduk.

ATATÜRK'ün, yurtta sulh cihanda sulh ilkesini bir kenara koyarak, komşu ülkelerin doğrudan doğruya ve açıkça içişlerine karışan, mezhep farklılığı nedeniyle, komşu bir ülkedeki yönetimi devirmek için Türkiye Cumhuriyetine yakışmayan işbirliklerine bulaşan, beğenelim veya beğenmeyelim Suriyedeki meşru yönetimi devirmek için, bazı terör örgütlerine maddi ve manevi destekler veren, Esad'ı devirmek için bu terör örgütlerinin palazlanmalarına katkı yapan ve palazlandıktan sonra da, bölgeyi işgal etmeye kalkışan bu terör örgütlerinin saldırılarından kaçarak, canlarını kurtarmak için Türkiye Cumhuriyetine sığınmak zorunda kalan masum Suriyeli sığınmacıları, kendi yarattıkları canavardan korumak için ülkemize kabul etmek zorunda kalan ve ülkemizin kırılgan ekonomisini bu yükün altında ezilme tehlikesiyle baş başa bırakan kişilerin, hiçbir şey olmamış, her şey olağanmış gibi, gayet rahat görüntülerini görünce, içimizden lanet okuduk.

Çözüm süreci adı altında ülkemizin Güneydoğusunda onanan oyun ve yaşanan üzücü olaylar da işin cabası.

Güneydoğuda, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin görevlilerinin elleri kolları bağlı, adları var kendileri yok. Kanun hakimiyeti yerlerde sürünüyor, kanunları ihlal edenler serbestçe ortalıkta dolaşıyorlar, çözüm süreci zarar görmesin gerekçesiyle, Güneydoğuda tam bir çözümsüzlük hakim, Kürtçe eğitim yapan okullar açıldığı için, Türkçe eğitim yapan devlet okulları, hükmü kalmadığı için olsa gerek, bir bir yakılıyor, devlet görevlileri, olanı ve biteni, çaresiz ve uzaktan seyrediyorlar.

Hükumete karşı, gerçek anlamda bir darbeye teşebbüs ve kalkışma arıyorsanız, işte size tipik bir darbeye teşebbüs eylemi, hem Hükumete, hem de Türkiye Cumhuriyetinin birliğine ve üniter yapısına yönelik darbeye teşebbüs, ey Tayyip Bey, ey Ahmet Bey ve ey Cumhuriyet savcıları. Sizler ise, hala, bir türlü unutamadığınız, barışçıl ve demokratik Gezi Parkı eylemlerini dilinize ve iddianamelerinize dolamışsınız, olduğunuz yerde, sürekli ve beyhude bir şekilde patinaj yapıyorsunuz.

İstanbul'un göbeğinde, demokrasinin olmazsa olmazlarından olan barışçıl demokratik protesto haklarını kullanan Gezi Parkı eylemcileri ile bu eyleme demokratik yollardan katkı yapan Beşiktaş Çarşı Grubunu, eğerek,bükerek ve hukuku zorlayarak, hukuka aykırı bir şekilde illegal örgüt ilan edip, Hükumete karşı darbe yapmaya teşebbüs suçunu işlemekle itham etme hukuki ayıbını ve garabetini sahneye koyan, yargıyı siyasallaştıran, Gezi Parkı demokratik protesto eylemlerini, Hükumete karşı bir darbe olarak nitelendiren, Tayyip Bey'in hatırı hoş olsun diye bu protestocular hakkında Hükumete darbe yapmaya teşebbüs suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davaları açan C. Savcılarımızın; Güneydoğuda, vatanı ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devletine savaş açan, okullarını yakan, kendi polis gücünü kuran, vergi toplayan, kendi okullarını açan, mühürlenen bu okulların mühürlerini açan, yol kesen, asayiş kontrolleri yapan, Atatürk'ün büst ve heykellerini yıkan Türk Bayraklarını gönderden indiren ve bunlara saygısızlık yapan, PKK terör örgütü ve her kesimden yandaşları için ne düşündüklerini ve bu konularda yasaları niçin uygulamadıklarını ve sessiz kaldıklarını, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve aynı zamanda emekli bir savcı olarak merak ediyoruz doğrusu.

Yasaların, sadece gücünün yettiği kişilere uygulandığı bir ülkeye, hukuk devleti demeye dilimiz varmıyor.

Ülkemizin itibarını, dışarıda ve içeride, ayaklar altına alan ve ülkemizin hukuk devleti niteliğini yok eden herkesten, er ya da geç, yasalar çerçevesinde mutlaka hesap sorulacaktır.

Bu böyle biline. 20/Eylül/2014

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat


16 Eylül 2014 Salı

BIRAKINIZ MUHALEFET DÜŞÜNSÜN AHMET BEY!




Çiçeği burnunda Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, muhalefetin başbakan olarak kendisini muhatap almadıkları kompleksine kapılmış olmalı ki, muhalefete çağrı yapma gereği duyarak, kendisini muhatap almalarını istemiş.

Beni muhatap alın demekle olmuyor, muhatap alınmayı hak etmen gerekiyor Ahmet Bey!

Muhalefet partilerinin seni muhatap almaları için, icraatlarınla senin emanetçi değil, geçek bir başbakan olduğun güven ve inancını muhalefete vermen gerekir Ahmet Bey!

Her şey senin elinde Sayın Ahmet Bey.

Ancak, bu sizin için pek de kolay olmayacak.

Zira, AKP Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa seçilmenizdeki Tayyip Bey gölgesi, tüm ağırlığı ve karanlığı ile omuzlarınızda durmaktadır. Bu karanlığı ve ağırlığı omuzlarınızdan atmaya sizin gücünüzün yetmeyeceğini, Tayyip Beyin sürekli rüyalarınıza girerek, ya da sık sık yapacağınız görüşmelerinizde, “ Bak Ahmet, bu makamlara seni ben getirdim, talimatım dışına çıkarak kendini gerçekten Başbakan olarak görmeye başlarsan, seni getirdiğim gibi, götürmesini de bilirim, sakın ha şeytana uyayım, adam gibi Başbakanlık yapayım yanılgısına kapılma” diye sizi uyaracağını düşünüyoruz.

İşiniz çok zor Ahmet Bey, Allah yardımcınız olsun. Bu işe girmeden önce çok iyi düşünecektiniz. Biz, Tayyip Bey'i siz anlatacak ve öğretecek değiliz, en yakınında çalışan bir kişi olarak, Tayyip Bey'i hepimizden iyi siz tanıyorsunuz, onun doymak bilmeyen politik hırsını, hepimizden iyi biliyorsunuz.

Muhalefet'e yaptığınız, bundan sonra beni muhatap alın çağrınız da, sizin adınıza, velinimetiniz olan Tayyip Bey'e karşı pek şık bir davranış olmadı sanırım. Bu çıkışınızın,Tayyip Bey'i endişelendirdiğini ve üzdüğünü ve bizim Ahmet yoldan mı çıkıyor, gerçekten Başbakan mı olmak istiyor diye kuşkulandırdığını düşünüyoruz.

Sayın DAVUTOĞLU, en kısa zamanda Tayyip Bey'e koşunuz ve muhalefete yaptığınız çıkışın göstermelik bir çıkış olduğunu, her konuda kendisinin talimatını alacağınızı belirterek onu rahatlatınız ve güven tazeleyiniz.

Haddimiz olmayarak size bir tavsiyede bulunalım mı?

Ahmet Bey; siz muhalefetin söylemlerine pek kulak vermeyiniz, asıl siz, muhalefeti kendinize muhatap almayınız, muhalefet de kim oluyormuş, bildiğinizi okuyunuz, zaten, ileri demokrasi de bunu gerektirmiyor mu canım, siz, sadece sandığa bakınız, sandığı muhatap alınız, sandık ne söylerse doğru olan odur, sizin hesap vereceğiniz tek merci sandıktır! Anayasaymış, mahkemeymiş, mahkeme kararıymış, bunların hepsi, faso fiso şeyler! Torba yasada da, mahkeme kararlarına uyulmayacağını, mahkeme kararlarını uygulamayan kamu görevlilerinin sorumlu olmayacaklarını hüküm altına almadınız mı?

Size karada ölüm yok, yeter ki sandığa sahip çıkmasını biliniz ve sandığı küstürmeyiniz Ahmet Bey; sakın unutmayınız, sandık için her yol mubahtır, rahatlıkla yalan söyleyebilirsiniz, halkımızı kandırabilirsiniz, gerebilirsiniz, ayrıştırabilirsiniz, kutuplara ayırabilirsiniz, mezhep ve etnik köken üzerinden politika yapabilirsiniz, bunları yaparsanız, bakın göreceksiniz, muhalefet sizi muhatap almasa da, 2015 seçimlerinde sandıktan çıkan yine siz olacaksınız!

Bırakınız muhalefet düşünsün Ahmet Bey! 16/Eylül/2014


Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat



15 Eylül 2014 Pazartesi

MİLLİ FUTBOL TAKIMIMIZIN YENİLGİSİNE SEVİNİR OLDUK




Milli takımımız, 2016 Avrupa Kupası eleme maçlarından olan İzlanda ile oynadığı son maçta, İzlanda'dan üç gol yiyerek mağlup olmuştur.

Milli takımımızın ve kulüp takımlarımızın, uluslararası arenadaki başarılarının ülkemizin tanıtımında önemli bir rol oynadığı, inkar edilemez bir gerçek ise de; ülkemizde, bu role gereğinden fazla önem verildiği ve abartıldığı, milli takımın başarısı için, Futbol Federasyonumuzun Fatih TERİM takıntısı ve basından örendiğimize göre, Fatih TERİM'e ayda 400.000 euro maaş ödenerek, bu yoksul halkın vergileriyle oluşan paraların çarrçur edilmesine rağmen, bir türlü başarıya ulaşılamaması nedeniyle, artık, milli takımın yenilgilerine sevinir hale geldiğimizi itiraf etmek istiyoruz.

Ülkemizin tanıtımının tek yolu, bir türlü yakalayamadığımız, futboldaki başarılar değildir. Ülkemizin, amatör sporlarda elde edilecek olan başarılarla, yeni buluş ve keşiflerle bilimsel olarak, edebiyat ve diğer sanat dallarındaki başarılı yapıtlarla sanatsal olarak tanıtılması da mümkün olup, bu alanlarda, bilim adamlarımızdan, amatör sporcularımızdan, genç beyinlerimizden ve sanatçılarımızdan esirgediğimiz desteği, meşin yuvarlaktan esirgememek, anlaşılır gibi değildir.

Ülkemiz, demokrasi ve özgürlükler alanında sergileyeceği üstün performans ile de, pek ala tanıtılabilir. Ama, iş başındaki AKP iktidarı tarafından, ileri demokrasi olarak sunulan bugünkü demokrasimizin ve özgürlüklerimizin perişan haline baktığımızda, bu alanda da ülkemizi öne çıkaramadığımızı görüyoruz.

Bu vesileyle, 11/10/2009 tarihinde yazmış bulunduğumuz, “FATİH TERİM VE BAZI GERÇEKLER” başlıklı makalemizi, aşağıda aynen yayınlama gereği duyuyoruz.


Fatih Terim, Galatasaray Spor Kulübündeki başarılı futbolculuk hayatına nokta koyduktan sonra, futbol hayatına teknik direktör olarak devam etmiş ve bir süre diğer futbol kulüplerimizde görev yaptıktan sonra, oyunculuk yaptığı Galatasaray Kulübünde teknik direktörlüğe getirilmiş ve bir ilk olarak, bu kulübümüzün, Avrupa Kupalarında şampiyon olması, Fatih TERİM' in teknik direktör olduğu döneme rastlamıştır.

Fatih TERİM' in, Türk futbolu için bir ilk olan bu başarıdaki katkısı göz ardı edilemez ise de, bu başarıda, tek aktörün Fatih TERİM olmadığı, bu başarıda; zamanın futbolcularının da bireysel üstün özelliklerinin ve bu bireysel üstünlüklerini, kolektif futbola yansıtabilmeleri faktörünün de, en az Fatih TERİM kadar etkin olduğu bir gerçektir.

Ancak, millet olarak, siyasette olduğu gibi futbolda da, kolektif değil, futbolcuları dışlayıp, bireysel olarak, teknik direktör ağırlıklı ve eksenli düşünmemiz nedeniyle, tüm başarısızlıkları ve başarıları, takımın lideri konumundaki teknik direktörlere mal etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz için, Galatasaray futbol takımının Avrupa kupalarında elde ettiği şampiyonluk başarısı, maalesef, ağırlıklı olarak, teknik direktör Fatih TERİM' in aktif hanesine yazılmış ve Fatih TERİM, bazı fanatik kesimlerin ve gazetecilerin de gazına gelerek, biraz karakterinin de müsait olması nedeniyle, egosuna yenilerek, kendisinin, Türkiye'nin eleştirilemez ve tartışılamaz en üstün teknik direktörü olduğuna inandırılmış ve kendisine imparator lakabı takılmıştır.

Fatih TERİM; bu abartılı başarının ardından, ülkemiz sınırlarının kendisine dar geldiğini düşünerek, dışarıya açılma lüzumunu hissetmiş ve herkesin bildiği gibi, İtalyan takımlarından, önce Fierientino daha sonra da Milan futbol takımlarında kısa süreli teknik direktörlük denemelerinden sonra, Milan tarafından tek yanlı olarak görevine son verildikten sonra, Galatasaray futbol kulübümüz tarafından, takımı şampiyon yapan başarılı ve yabancı teknik direktörünün işine son verilerek, tekrar Galatasaray futbol takımının teknik direktörlüğüne getirilmiştir.

Kendisine, İmparator lakabı da takılan Fatih TERİM, İtalya macerasından sonra, ikinci kez teknik direktör olarak başına getirildiği Galatasaray Futbol Kulübünde, bu kez kendisinden beklenen başarıya ulaşamamış ve Galatasaray'dan ayrılarak, değişik dönemlerde Türk Milli Takımının başına teknik direktör olarak getirilmiştir

Türk Milli Takımında teknik direktörlük yaptığı dönemlerde, şansa dayalı son dakika golleriyle elde edilen kısmi başarılar dışında, açık ve net hiçbir başarıya imza atamayan Fatih TERİM; Türk Milli Takımının teknik direktörü sıfatıyla almakta olduğu aylık ücretinin, ülkenin ekonomik ve sosyal koşullarının ve geçim standardının çok üzerinde olması nedeniyle, bizce de haklı ve yerinde olan büyük eleştiriler almış, bu eleştiriyi yapanlardan sadece birisi olan bir milletvekiline verdiği, “ ülkemizde 550 tane milletvekili, ancak bir tane Fatih TERİM var” cevabıyla, kendisini, ülkenin paha biçilmez ve vazgeçilemez yegane teknik direktörü olarak gören ruh halini açığa vurmuştur.

Türk Milli Takımının, yöneticileri, teknik direktörü ve futbolcularıyla arzuladığımız başarıya bir türlü ulaşamamasında; Türk Ulusu ve spor basını olarak, sporu, başarısı ve başarısızlıklarıyla, sadece bir spor olarak değil, adeta bir ölüm kalım mücadelesi olarak görmemiz ve her maça mutlak kazanmak iradesiyle çıkarak, yenilginin de, spor ' un bir gerçeği olduğunu bir türlü kabul etmememiz, kötü oyuna rağmen maçın sonunda bir şans golüyle elde ettiğimiz galibiyeti dahi, “zafer”, mağlubiyeti ise “ hezimet” olarak abartma alışkanlığımızın, etkin bir faktör olduğunu değerlendiriyoruz.

Bu abartı ve mutlak galibiyet beklentisinin, Milli Takımımızın futbol yöneticilerinin, teknik direktörünün ve futbolcularının psikolojilerini olumsuz yönde etkileyerek, başarısızlıklarda önemli bir rol oynadığını düşünüyoruz.

Milli takımın, özel sektör olan kar amaçlı kulüp takımları ile bir tutularak, takımın her başarı ve galibiyetinden sonra, özellikle ULUSOY yönetimi döneminde, prim olarak teknik direktör ve futbolculara azımsanmayacak miktarlarda maddi bir karşılık verilmesi alışkanlığının yaratılmasının ve teşvik edilmesinin, başarılı olmak için, vatan sevgisine ve amatör bir ruha ihtiyaç duymaları gereken Milli Takım futbolcularını, ulusal bir görev yaptıkları bilincinden ve gerçeğinden uzaklaştırdığını düşünüyoruz.

Fatih TERİM gerçeğine tekrar dönecek olursak; Galatasaray futbol takımının başında iken elde ettiği Avrupa Kupası başarısını tüketmesine ve bu başarıya bir yenisini ilave edememesine rağmen, bazı fanatikleri tarafından, mazide kalan bu eski başarısından dolayı, halen, ülkenin en başarılı ve yegane teknik direktörü olarak algılanan TERİM, futbolcu seçiminde gösterdiği hissi davranışları, takım tertibi, eleştiri kabul etmeyen basına yönelik antidemokratik tavırları, maçlardaki hakemlere yönelik ve Türk Milli Takımı' na zarar veren agresif davranışları, son Dünya Kupası eleme grubu mücadelesinde, en zayıf grupta mücadele etmemize rağmen, milli takımı gruptan çıkararak Dünya Kupasına götürememesi nedenleriyle, yıpranmış ve açıkça başarısız olmuştur.

Bu nedenle, basından öğrendiğimize göre, Ermenistan ile yapacağımız son grup eleme maçından sonra istifa edeceğinin sinyallerini veren Sayın Fatih TERİM' in doğru ve zamanında almış olduğu bu istifa kararına saygı duyulmasını, Fatih TERİM' in daha fazla yıpranmaması için, bazı fanatiklerinin gazına gelmeden, bu istifa kararının yürürlüğe konulmasını diliyor ve bekliyoruz. 11.10.2009”

Ne kadar acı değil mi? 15/09/2014


Güner YİĞİTBAŞI


İzmir Barosu Üyesi Avukat

13 Eylül 2014 Cumartesi

ANAYASAL DÜZEN CEBREN İHLAL EDİLMİŞTİR




Değerli dostum Gündüz AKGÜL; “Hukuk Devletinin Olmazsa Olmazları” başlığı altında çok güzel bir makale yazmış ve AKP iktidarı tarafından, AKP Meclis Grup çoğunluğuna dayanarak çıkarılan ve taze Cumhurbaşkanı Tayyip Bey tarafından jet hızıyla onaylanan torba yasa rezaletini dile getirerek, bu yasada yer alan ve ülkemizin, insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti düzenini kısmen de olsa yok edecek şekilde, yürütme organına, bazı üst düzey kamu görevlileriyle, emniyet teşkilatına mensup kamu görevlilerinin atama, görevden alma ve yer değiştirmeleriyle ilgili olarak idari yargı mercilerince verilen mahkeme kararlarını askıya alınarak, iki sene boyunca uygulamaması, beş yılı geçen özelleştirmeler hakkında verilen yargı kararlarının ise hiç uygulanmaması imkanını tanıyan ve yargı erkini yok sayan, yargı kararlarını uygulamayanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engelleyen torba yasa uygulamasını eleştirerek, bu yasanın Anayasaya aykırı olan ilgili maddelerinin iptali için, muhalefet partilerini Anayasa Mahkemesine müracaat etmeye davet etmiştir.


Sevgili dostum Gündüz AKGÜL; olayın vahametini dile getirmekle birlikte, çıkış yolu olarak, sadece, Anayasaya aykırı bu yasal değişikliklerin iptal talebiyle Anayasa Mahkemesine müracaat edilmesini sağlık vermekle yetinerek, bize göre olayın asıl vahametini tam olarak dile getirmemiştir.


Anayasaya aykırı yasal düzenlemelerin iptali için Anayasa Mahkemesine gidilmesi, bilinen ve yapılması gereken doğal bir yol ve süreç olup, ana muhalefet partisi CHP: her zaman olduğu gibi, bu konuda da, Torba Yasanın, anayasaya aykırı maddelerinin iptali istemiyle, mutlaka Anayasa Mahkemesine başvuracaktır. Bundan en ufak bir şüphemiz yoktur.


Bize göre, torba yasaya konulan bazı hükümlerle, Anayasamıza göre, Türk Milletine ait olan yargı egemenlik hakkını Türk Milleti adına kullanan mahkemelerin yargı yetkisini tanımayan ve ortadan kaldıran ve yargı kararlarını yok sayan AKP iktidarının bu yasal düzenleme ve uygulaması; ülkemizde ,Anayasanın 2. maddesiyle kurulan hukuk devleti düzeninin kısmen değiştirilerek, yerine, hukuk dışı ve keyfi bir düzen kurmak anlamına gelmekte olup, bu eylem, açıkça Anayasayı ihlaldir.


AKP iktidarının Başbakanı, bakanları ve bu yasaya onay veren milletvekilleri, TCK.nun 309/1 ncu maddesinde yer alan;” Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.” hükmünü ihlal etmişler ve anayasayı ihlal suçunu işlemişlerdir.


TCK.nun 309. maddesinde düzenlenen anayasayı ihlal suçu, sadece sokak hareketleriyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin silahlı kalkışmalarıyla işlenen bir suç değildir.Bugüne kadar, tüm darbelerin ve Ayasal düzenin ortadan kaldırılması fiillerinin Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından uygulamaya konulması nedeniyle, hiç kimse, bu suçun, sadece sokak hareketleriyle ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin silahlı kalkışmasıyla işlenebilecek bir suç olduğu yanılgısına kapılmamalıdır.


Anayasayı ihlal suçu; çok açık bir şekilde Anayasa dışına çıkan iş başındaki siyasal iktidarlar ve onun dümen suyuna giren meclis çoğunluğu tarafından çıkarılan ve uygulamaya konulan yasalarla, daha kolay bir şekilde işlenebilir.


Sandıktan seçilerek meşru bir şekilde iş başına gelen ve bir süre sonra Anayasa dışına çıkmasına rağmen, dört sene boyunca, yeni seçimlere kadar yasal yollardan iktidardan düşürülmeleri mümkün olmayan siyasal iktidarlar, kendi meclis çoğunluklarını kullanarak çıkardıkları yasalarla, hukuk devleti düzenini kısmen de olsa ortadan kaldıran uygulamalarını, yürütne erkinin kendilerine sağladığı yasal güç ve otoriteyi ve cebir gücünü kullanmak suretiyle, halka zorla kabul ettirebilir ve yürütme ve onun emrindeki yasama erkinin, yasalardan doğan otoritesine ve cebir gücüne karşı koyamayan, karşı koymaya kalkışanlarının da, Türk Ceza Kanununda yer alan hükumete ve yasama organına karşı darbeye teşebbüs suçlamasıyla korkutulan halkımızın, siyasal iktidarın anayasa dışına çıkarak yaptıklarına karşı susmak zorunda bırakılması, siyasal iktidarların işledikleri anayasayı ihlal suçunun cebir unsurunu oluşturmaktadır.


AKP iktidarı; çıkardığı ve yürürlüğe koyduğu torba yasada yer alan bazı hükümlerle,Türkiye Cumhuriyetinin,bir hukuk devleti olduğunu belirleyen Anayasanın 2.nci; İdarenin her türlü eylem ve işlmelerine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirten 125. nci ve yasama ve yürütme organları ile idarenin,mahkeme kararlarına uymak zorunda olduklarını, bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceğine ve yerine getirilmesini geciktiremeyeceğine ilişkin 138. nci maddelerini, yasalardan kaynaklanan otoritesini ve cebir gücününü kullanarak devre dışı bırakmak suretiyle, TCK.nun 309. maddesinde tarif edilen anayasayı ihlal suçunu işlemiş ve meşruiyetini kaybetmiştir.

Burada dikkatlerden kaçan bir hususu daha hatırlatmak istiyoruz. Bu torba yasa, Tayyip Bey Başbakan iken, onun tarafından hazırlanarak meclis sunulmuş, ancak henüz yasalaşmadan Tayyip Bey Cumhurbaşkanı seçilerek köşke çıkmış ve daha sonra mecliste kabul edilerek yasalaşan bu yasa metni, tasarısında kendi imzası bulunan Tayyip Bey tarafından, Cumhurbaşkanı sıfatıyla imzalanarak onaylanmış olup, bu durumda Tayyip Bey, torba yasanın iddianamesini yazan hem savcısı, hem de bu yasanın onayını veren hakimi konumuna gelmiştir.Kanımızca, torba yasa, kaderin cilvesi olan bu haliyle de, bir Anayasa ihlali ile malul hale gelmiştir.

Bu itibarla, torba yasasnın anayasaya açık ve seçik bir şekilde aykırı olan bazı maddelerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılacak olan davnın yanısıra, bu torba yasada yer verdikleri bazı hükümlerle Anayasayı ihlal suçunu işlemiş olan AKP iktidarı ve Meclis grubu milletvekilleri hakkında yasal işlem yapılması için ilgililerin harekete geçmeleri gerekmektedir.13/Eylül/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat







9 Eylül 2014 Salı

BU KAÇINCI CİNAYETİNİZ?



Mecidiyeköydeki AVM ve Rezidans inşaatında vukubulan asansör faciasında ölen on işçiden sonra, lüks ve rantdan nemalanan AKP iktidarına buradan soruyoruz, bu kaçıncı cinayetiniz?

Son altı ay içinde, Soma maden ocağında, Devletin denetim görevini yerine getirmemesi nedeniyle, göz göre, göre ve pisi, pisine ölen 301 maden işçisinin ardından, Mecidiyeköydeki AVM ve Rezidans inşaatında çalışırlarken, yine denetimsizlik nedeniyle, yere çakılan inşaat asansöründe on işçimizin daha hayatlarını kaybetmeleri, halkımızı derinden üzmüş, ancak, temel olarak Devletin ilgili birimlerinin gerekli denetimleri yapmamasından kaynaklanan ve işçi ölümleriyle sonuçlanan bu facialar, hala, AKP iktidarının aklını başına getirmemiştir.

Ülkemiz, iş ve işçi güvenliğinin yetersizliği ve işçi ölümleri dalında, Avrupa birinciliğini elinde tutmaktadır.

Türk halkının unutkanlığı, bu tür olaylara karşı saman alevi gibi gelip geçen duyarsızlığı, bu tür faciaları siyasal iktidarın günah hanesine yazarak seçimlerde dikkate alma alışkanlığına ve olgunluğuna henüz ulaşamamış olmaları, muhalefet partilerinin de bu tür faciaları gündemde tutarak sürekli olarak iktidarın önüne sürme becerisini gösterememeleri, bu kadar işçinin kanı üzerlerindeyken, iş başındaki siyasal iktidarın, seçim üzerine seçim kazanmaya devam etmesi, seçmenlerin, oylarıyla siyasi iktidardan hesap sorma becerisini kazanamamış olması, ülke olarak, bu işçi ölümlerindeki birinciliğimizi daha uzun süre elimizde tutacağımızı ortaya koymaktadır.

Başbakan Ahmet Bey'in, on işçimizin yere çakılan asansör içinde hayatlarını kaybetmelerinden sonra, apar topar, işçilerimizi şehit ilan etmesi, bu facia sebebiyle içine düştüğü telaşı, çaresizliği ve suçluluk duygusunu açığa vurmaktadır. Ahmet Bey, kimlere şehit denileceğini, ölen işçilerimizin şehitlik mertebesine ulaşmadıklarını hepimizden iyi bildiği halde, halkımızın ve ölenlerin yakınlarının gözlerini boyamak,onların acılarını hafifletmek, bir nebze olsun kendi sorumluluklarını perdelemek amacıyla, ölen işçilerimizi şehit ilan etme şaşkınlığı ve aymazlığı içine girmiş ve sözüm ona işin peşine düşerek bu facianın sorumlularını ortaya çıkarma konusundaki kararlığını göstermek amacıyla, kendisine bağlı Başbakanlık Teftiş Kurulunu görevlendirmiştir. Yine, her zaman olduğu gibi, facia olmadan önce değil, faciadan, insanların ölümlerinden ve testinin kırılmasından sonra, gerekli soruşturma ve denetim kekanizması işletilmeye başlanmış, bazı şeyler,Türk'ün aklına yine sonradan gelmiştir.

Bu facia da göstermiştir ki, AKP iktidarı; ekonomide başarısızdır, özel sektör üzerindeki denetim görevini yerine getirmekte ve dolayısıyla da, iş ve işçi güvenliğini sağlamakta çok başarısızdır.

AKP iktidarı ve düne kadar onun dümeninde bulunan Tayyip Bey; ülkenin parasal kaynaklarını, lüks gökdelen,AVM ve rezidanslara yönlendirerek, toprağa gömmekte, Türk sermayesi ve halkının birikimleri, üretime yönlendirilmemektedir.Üretime yönelik yatırımlar yapılamadığı için, işsizlik önlenemediği gibi, dış ticaret açık vermekte ve sıkışan hazineye taze para girişi sağlamak amacıyla, kamuya ait araziler, AKP yandaşı sonradan görme zengin ve türedi mütahitlere satılarak, karşılığında da, bu mütahitlere yasadışı imar avantajları sağlanarak, Toki onayları verilerek ve kamu yararı avantajları sağlanarak, iş ve işçi güvenliğinden yoksun ve kontrolsuz bir şekilde inşaat yapmalarına ve İstanbul'un tarihi silüetini bozmalarına onay verilmektedir.

İstanbul, adeta bir gökdelenler şehri haline getirilmiş, Newyork'u dahi geride bırakmış, alt yapısı ve trafiği ile yaşanmaz bir kente dönüştürülmüştür. Bize göre, İstanbul'un bu hale getirilmesinin baş sorumlusu da, uyguladığı politikalarla Tayyip Bey'in ta kendisidir.

Çok afedersiniz, “imam osurunca cemaat sıçar” diye anlamlı bir söz vardır hani.

Tayyip Bey'e bakıyoruz, o kadar uçak filosuna rağmen, yaklaşık 500 milyon TL'ye, uçan saray diyebileceğimiz yeni bir uçak alıyor, Çankaya Köşküne rağmen, daha Cumhurbaşkanı seçilmeden iki sene önce, kendisinin Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde kullanacağı milyonlarca lira değerinde görkemli bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı yaptırıyor. Tayyip Bey'in bu lüks ve gereksiz icraatları, kendisinin içine düştüğü lüks merakını açıkça ortaya koyuyor, teşbihte hata olmaz, imama bakan zengin cemaat de, lüks rezidanslarda oturmak için, temellerinde işçilerimizin kanları bulunan rezidansları kapışma yarışına giriyorlar.

İstanbul'umuzu, İstanbul olmaktan çıkaran ve yaşanmaz kılan, lüks gökdelen, AVM ve rezidanslar uğruna, işçilerimizin hayatlarını hiçe sayan herkese lanet olsun. 09/Eylül/2014

Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat

8 Eylül 2014 Pazartesi

TARZAN ZOR DURUMDA





Tarzan zor durumda sözü, bir işin, çok afedersiniz, boka sardığı durumlarda çok sık kullanılan bir deyim olup, iki ucu boklu değnek deyimi de aynı durumlarda sıkça kulanılır.

Teşbihte hata ve ayıp olmaz, IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) konusunda ülkemiz adına gelinen bugünkü noktada, ülkemizi yöneten kişiler için, tarzan zor durumda benzetmesini yapmaktan başka bir çıkış yolu bulamıyoruz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Bey; yeni uçan sarayı ile gittiği Nato Zirvesinde, ABD Başkanı Obama'nın, IŞİD'e karşı bir koalisyon kurulması ve bu koalisyona Türkiye'nin de katılarak destek vermesi önerisi karşısında ne yapacağını şaşırmış ve zor durumlara düşmüştür.

Tayyip Bey, Başbakanlığı döneminde, Suriye lideri Esad'ı devirme hırsına kapıldığı için uyguladığı yanlış Suriye politkası nedeniyle, IŞİD terör örgütüne destek çıkmış, bazı rivayetlere göre, bu örgüte silah ve cephane yardımında bulunmuş, militanalarının ülkemizde eğitilmelerine ve yaralı militanlarının da yine ülemizde tedavi edilmelerine katkılar sunmuştur.

İnsanlık dışı bu terör örgütü militanları, kendilerine sunulan bu katkılara rağmen, aylar önce Türkiyenin Musul Başkonsolosluğunu basarak işgal etmiş ve Musul Başkonsolosumuz en başta olmak üzere, 49 konsolosluk görevlisini ve aile fertlerini esir alarak, bilinmeyen bir yere götürmüş olup, 49 Türk vatandaşı halen,IŞİD isimli terör örgütünün elinde esirdir.

Bu nedenle, Tayyip Bey ve diğer Türk yetkililer; 49 vatandaşımızın can güvenliklerini düşünerek, hassasiyet içine girmiş ve kendilerini, IŞİD örgütüne karşı elleri kolları bağlı hissetmekte ve IŞİD terör örgütüne, terör örgütü dahi diyememektedirler.

Türk yetkililerin IŞİD örgütüne yönelik bu ilişki ve hassasiyetlerini çok iyi bilmesine rağmen, ABD Başkanı Obamanın, Nato Zirvesinde görüştüğü Tayyip Bey den, IŞİD'e karşı oluşturulacak olan koalisyona, Türkiye Cumhuriyetinin de katılmasını ve katkı yapmasını istemesi karşısında, durumu çok iyi özetleyen ve açıklayan, tarzan zor durumda demekten başka ne denilebilir ki?

İşte, dış politikanın önemi ve gerçek ve meslekten gelen tecrübeli diplamatlar, monşerlikle suçlanarak, aşağılanarak ve dışlanarak uygulamaya konulan ülkenin çıkarlarına aykırı dış politikaların fatutalarının birgün mutlaka önümüze konulacağı, tarzanı zor durumda bırakan bu gerçeklerle yüzleşince, daha iyi anlaşılmıştır.

Ne diyelim, Allah, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in ve Başbakan Ahmet Bey'in yardımcısı olsun.

Bu yazımızda değinmek istediğimiz bir diğer konu da, çiçeği burnunda Başbakanımız Ahmet DAVUTOĞLU'nun,güvenoyu aldıktan sonra dile getirdiği yeni Anayasa konusundaki beyanlarıdır.

Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU, yeni Anayasa konusunda; “2015 seçimlerini büyük bir zaferle kazanacağız, ilk işimiz askeri ihtilalin Anayasasını değiştirmek olacak, o Anayasayı tarihteki yerine gönderip,milletin hak ettiği özgürlükçü Anayasayı getireceğiz.” demiştir.

Ne güzel, kulağa ne kadar hoş geliyor, değil mi?

Lafla peynir gemisi yürüse keşke.

Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz, Ahmet DAVUTOĞLU gibi destekten yoksun atanlar için söylenmiş ne güzel sözler bunlar.

Biz demokrat ve sınırsız özgürlüklerden yana bir kişi olarak Sayın DAVUTOĞLU'na buradan diyoruz ki; bizler, sizin, ihtilal Anayasası olarak suçladığınız 1982 Anayasasına da razıyız, yeter ki, siz bu Anayasayı noktasına virgülüne eksiksiz uygulayınız.

O darne Anayasası ne diyor? Herkes, önceden izin almaksızın, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilir. Sizin 12 yıldır iktidarda olduğunuz ülkemizde, vatandaşlarımız, bu askeri ihtilal Anayasasının izin verdiği toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüklerini kulanabiliyorlar mı?

İşçilerimiz, 1 Mayıs İşçi Bayramını Taksim de kutlayabiliyorlar mı?

Gençlerimiz, barışçıl Gezi Parkı demokratik direniş hak ve özgürlüklerini, burunları kanamadan, yaralanmadan, hayatlarını kaybetmeden özgürce uygulamaya kayabildiler mi?

Özgürlükçü Anayasa getireceklermiş, geçiniz beyler, geçiniz.

Siz, millete özgürlük getirecekseniz, öncelikle darbe Anayasasını tam olarak uygulayınız. Anayasalar, özgürlükleri yasalarla sınırlayabileceğiniz hudutları belirler ve ülkeyi yönetenleri bu konuda bağlar, çıkaracağınız yasalarla ve fiilen yürürlüğe sokacağınız uygulamalarınızla, özgürlükleri, Anayasanın tanıdığından daha fazla genişletebilirsiniz, buna Anayasal bir engel olmadığı gibi, bu konuda sizin elinizi tutan da yoktur. Darbe Anayasasının yürürlükte olduğu, bugünkü milletvekili sayınız itibariyle bu Anayasayı değiştiremediğiniz mazeretine sığınmayınız.

Ahmet Bey; sizin, AKP olarak getirmek istediğiniz ve özlemini duyduğunuz Anayasa; halkımızın özgürlüklerini daha da genişletecek olan, gerçekten özgürlükçü, insanı odak alan, insanın amaç, devletin araç olduğu bir Anayasa asla değildir, sizler, ülkeyi bölmenize ve parlamenter sistemi kaldırarak, yerine, ne olduğu belirsiz, arabesk ve Tayyip ERDOĞAN mekezli başkanlık sistemini getirecek ve darbe Anayasasını dahi aratacak olan antidemokratik ve kişi (Tayyip) odaklı bir Anayasanın özlemi içindesiniz.

Bu böyle biline. 08/Eylül/2014



Güner YİĞİTBAŞI
İzmir Barosu Üyesi Avukat